KÜRTLER TÜRK MÜDÜR?

MAKALELER-SÖYLEŞİLER HER TÜRK VATANDAŞI OKUMALIDIR.




KÜRTLER TÜRK MÜDÜR? 

Dr. Ali Nazmi ÇORA





İÇİNDEKİLER

  • KÜRTLER, TÜRK SOYUNDAN MI?
  • KÜRT ADININ ETİMOLOJİK AÇIKLAMASI
  • KÜRTLER TÜRKÇE Mİ KONUŞUYOR? 
  • KÜRTLER TÜRK MÜDÜR? 
  • KÜRT ADININ ANLAMI 
  • KÜRTLERİN TÜRKLÜĞÜ
  • SAHTE KÜRT TARİHİ ÜZERİNE TEZLER 
  • KÜRTLERİN TÜRKLÜGÜ TEZİ 
  • KÜRTLER VE TÜRKLÜK
  • DOĞU ANADOLU AŞİRETLERİNIN TÜRKLÜĞÜ
  • KÜRT AŞİRET DÜZENİ NASIL OLUŞTU
  • DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU'DA KÜRTLEŞEN TÜRKMEN TOPLULUKLARI
  • PROF. DR. YUSUF HALAÇOĞLU İLE SÖYLEŞİ
  • TÜRK BOYLARININ KÜRTLEŞMESİNE BİR ÖRNEK “KARAKEÇİLİLER” 
  • BAZI YAZARLARIMIZA GÖRE KÜRTLEŞEN TÜRKBOYLARI 
  • DİYARBAKIR TARİH BOYUNCA SADECE TÜRK DEVLETLERİNE BAŞKENTLİK ETTİ 
  • İNALOĞULLARI'NIN BAŞKENTİ DİYARBAKIR 
  • AKKOYUNLU TÜRKLERİNİN BAŞKENTİ AKKOYUNLULAR
  • DİYAR-I BEKR


BİLİN BAKALIM AŞAĞIDAKİ HALK DEYİMLERİ 

SİZLERE KİMLERİ HATIRLATIYOR?


Cevap; Ayrılıkçı Kürtçüler ve Onların Yardakçıları



Cevap; İktidar ve Muhalefet Parti politikacıları



Cevap; Halk, Sen Ben Onlar, Bölünmeyi izleyen



ÖNSÖZ

Kürt diye gerçek olmayan bir millet yaratmak ve Türkiye’yi parçalayarak Büyük Kürdistan kurmak hayali peşinde koşanlar; onların yurt dışındaki, Amerika ve Avrupa Birliğindeki, İngiltere’deki, Rusya’daki Türklük düşmanı, Türkiye düşmanı organizasyonları, dernekleri; Türkiye’de onlara destek veren liboşlar, o ülkelerin uşakları, terör örgütünün direktifleriyle kalem oynatan gazeteciler, Türk düşmanı ülkelerin parasını alarak onların direktiflerine göre araştırma yapan, onlara hizmet vererek Türk ulusuna ihanet eden akademisyenler, Kürtçü STK’lar (Sivil Toplum Kuruluşları), yabancı ülkelerin uşağı dernekler, sadece batının her dediğine inanan kendileri araştırma yapmaktan üşenen sözde bilim adamları, bu kitabımda yazılanlardan ötürü beni tenkit edeceklerdir.

Varsın etsinler. Umurumda bile değil.

Bu ulusa ihanet edenleri, yabancı güç uşaklarını bir gün tarih yargılayacaktır. Ancak önümüzdeki 20 yıl içinde benim yazdıklarımın doğru olduğu anlaşılacak ve kendilerini Türk değil Kürt olarak tanımlayan kişiler, yanıldıklarını, aslında bir Türk kavmi olduklarını ve batı tarafından nasıl aldatıldıklarını görecekler. Bu kitap, bizleri o günlere hazırlayacak Türkiyeyi canından çok seven genç bilim adamlarına referans olması için yazılmıştır.

İnanın o günleri göreceğiz.

Kitaplarımda; Türkçülük, Türk milliyetçiliğinin adıdır, Türk milleti nedir, kimler Türk’tür diye sorulacak olursa;
“Kendisini Türk hisseden, Türkiye ve Türklük için karşılıksız kendini feda edebilen, Türkiye ve Türkçülük için faydalı işler yapan ve Türk Birliği (AB esaslarında kurulacak bir Türk Birliği) amacı için çalışan, bütün varlığı ile nerede yaşarsa yaşasın -ister Türkiye'de ister Antartika'da- bütün varlığı ile "NE MUTLU TÜRKÜM DİYEN","BEN TÜRKÜM” 
diye bağırabilen herkes, diye açıkladım. 1


Benim Kürtler hakkındaki düşüncem aktüel görüşlerden farklıdır. Daha önce şöyle özetlemiştim, burada tekrarlamayı da faydalı buluyorum. Milletin tayininde iki etkenönemli rol oynar; birisi psikolojik, diğeri sosyolojiktir. Bir insan kendisini bir milletten sayıyorsa, sosyolojik bakımdan ait olup olmadığına bakılmaksızın, onun o millete ait olduğu kabul edilir.2

Napolyon kesinlikle Fransız değildir; Korsikalıdır. Büyük bir olasılıkla İtalyan veya Arap asıllıdır. Ama kendini Fransız kabul etmiş, ömrünü Fransa'ya vermiştir. Kimsenin ona, “Sen Fransız değilsin.” demeye hakkı olmadığı gibi, belki de Fransa’da ondan daha büyük bir Fransız gelip geçmemiştir.

Stalin de aslen Rus değildir, fakat kendisini Rus kabul etmiş, ömrünü inandığı şekilde Rus milletinin emrine vermiştir.

Oğuz Han'ın torunu Kürt, “Ben Türk değilim.” diyorsa, hiç kimse “Sen Türksün.” diye onu zorlayamaz. Ama genellikle psikolojik boyut, yani aidiyet şuuru sosyolojik boyuta bağlı oluyor.

Keşke Kürdoloji Enstitülerini batılılar değil biz kursaydık şimdi herşey çok daha farklı olurdu. Eğer bir Kürdoloji enstitüsü kursaydık ve "Ben Kürdüm." diyen bilim adamlarıyla beraber çalışsaydık, bugün onların da düşünceleri çok farklı olacaktı.

Kürtleri Türklerin bir kolu olarak yorumlamak, siyasi bir söyleme değil, tarihi ve sosyolojik kaynaklara dayanmaktadır. Bu konuda yurt dışında ve içinde birçok çalışma yapılmıştır. Ancak bunlar dikkate alınmadan sadece siyasi söylemlerden hareketle tarihi ve sosyolojik gerçeklerle hiç bağdaşmayan görüşler, basın hokkabazları tarafından halka sunulmaktadır. Bunu çok basit ve hepimizin duyduğu maalesef Milliyetçi geçinen birçok Türk’ün bile araştırmadan kabullendiği bir örnekle açıklayalım.

Senelerdir tartışılan ve bilinçsizce alay konusu olan "kart-kurt" yani Kürtlerin kökeni hakkındaki teori;

Kürtler hakkındaki "kart-kurt teorisi" Macar bilim adamı Nemeth’e aittir. Nemeth dünyadaki en tanınmış Türkologlardan biridir ve bütün dünyada teorilere değer verilen saygın bir bilim adamıdır.

Bilimsel araştırmalara ışık tutan genellemelere teori denir. Teoriler araştırmalar sonucunda ya kabul edilir ya da reddedilir. Bilindiği gibi bugünkü Macaristan’ı kuran Türk boyları arasında Kürt adıyla bilinen boylar olduğu gibi Tuna boylarında Kürt isimli köyler de vardır.3

Araştıralım ve bütün tarihe bakalım. Urartuların, Friglerin, Hititlerin, Anadolu'da yaşamış olan herkesin yazılı tabletleri var. Peki niye Kürtlere ait bir yazılı tarih yok? Peki hangi mimari eseri var? Niye Kürt tarihi olarak yazılmış Şerefname'nin dili Farsçadır? Neden Kürtçenin değişik diyalektleri ile konuşan Kürt aşiretleri birbirleri ile anlaşamamaktadır? Neden Kürtçe Farsça üzerine oturmuştur?Neden sayıları Farsçadır?

Ortada bir gerçek var. Oğuz Han'ın torunu Kürtler mademki Türklüğü kabul etmiyor o halde kendilerinin kabulettikleri etnik kimlik onların kimliğidir. Bunu değiştiremeyiz. Ancak, evet kocaman bir ancak ne zamanki Türkiye’nin birlik ve beraberliğine tehdit teşkil ederler o zaman sonuçlarına da katlanırlar. Bu milletin de bir sabrı vardır. Sabır bittiğinde sonuçları da çok ama çok ağır olur.

Maalesef son senelerde bir taraftan ayrı bir tarih ve ayrı bir millet laboratuvar ortamında yaratılmaya çalışılıyor. Olmayan belgelerle bir takım tezler üretilmiş, ABD ve AB politikaları da yıllarca buna hizmet ediyor, destekliyor, Kürdistan kurmaya çalışıyor. Türk halkı ise afyon yutmuşçasına felç geçirmişçesine duygusuz bir şekilde bekliyor.

Ben, Çekiç Güç görevinde iken ABD’nin 1990’larda büyük bir çaba ile ABD’de nasıl Kürtçe ders kitapları bastığını, Kürtler için nasıl yeni bir tarih uydurulup Amerika’nın büyük üniversitelerinde on binlerce uyduruk Kürt tarihi kitabının basıldığını, geçmişi olmayan yeni bir devlet teşkili için bilimsel bir çalışma ve uluslulararası bir koordine ile nasıl sıfırdan, kabileler halinde yaşayan bir topluluktan nasıl bir millet yaratıldığını (Nation Built) projesini bizzat gördüm ve yaşadım.

Bugün, Kuzey Irak’ta sadece bağımsızlığını ilan etmek için fırsat kollayan ve kendini Kürt kabul eden bir Kürt milleti varsa Çekiç Güç zamanında başta ABD’nin OFDA/RCC (Yabancı Afetler Bürosu) olmak üzere batının NGO’ları (Sivil Toplum Örgütleri) ve BM’nin kendi görev yetkileri dışına çıkarak uyguladıkları ve gerçekleştirdikleri yeni bir millet yaratma (Nation Built) projesinin bir sonucudur.5


Bana göre çok başarılı bir proje olup siyasi bilimler fakültelerinde ayrı bir ders olarak okutulmalıdır. Hatta Türkiye’deki üniversitelerde incelenmesi gereken ve Türk Silahlı Kuvvetleri Harp Akademilerinde eğitim programına alınması gereken dünya tarihinde örnek bir uygulamadır.

O kadar güzel uygulanmıştır ki teorinin gerçeğe nasıl dönüştüğünü adım adım izlersiniz. Örneğin;

a) Kuzey Irak’ta bölgeler ayrı Kürtçe lehçeleri konuştuğu için birbirini anlamaz iken daha açık anlatımla Türkiye’deki Kürtler ile Süleymaniye’deki Kürtler birbirini anlamıyor iken yeni bir Kürt dili yaratılmıştır. Grameri, kelimeleri tespit edilmiş, kitapları ABD’de AB’de basılmış, okullar yaptırılmış ve bu okullara yüz binlerce dağıtılmıştır. Öğretmenleri Batı 6ülkelerinde eğitilmiş ve böylece DİL BİRLİĞİ sağlanmıştır.6

b) Yeni bir Kürt tarihi icat edilmiştir. Yüz binlerce Kürt tarihi kitabı batıda bastırılıp DİL için yapılan yöntem, tarihiçin de aynen uygulanmıştır. İşin çok ilginç yanı icat edilen Kürt tarihi, bizim okullarda öğretilen Türk tarihi kopya edilerek yaratılmıştır. Örneğin Ergenekon efsanesi Kürt efsanesi haline getirilmiş ve Türk komutanı Alparslan Kürt gösterilmiştir.

c) Askeri teşkilat yeniden kurulmuş, silah ve teçhizatları maalesef Türkiye üzerinden sevk edilmiş ve söylentilere göre İsrailli subaylar tarafından eğitime tabi tutulmuştur.

d) Millet Meclisi, Bakanlıklar, Devlet Daireleri hep ABD’li ve diğer güya NGO’lar (Sivil Toplum Örgütleri) vasıtasıyla ve yardımı ile gerçekleştirilmiştir.

Bu olaylar günü gününe Türkiye’ye bildirilmiştir ama Türkiye uyumuştur, uyutulmuştur!

Bana göre, ABD’nin Irak’a müdahalesinin temel neden-lerinden birisi Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti kurulmasıdır. Bugün de ABD’nin Suriye’deki PKK/PYK’yı desteklemesi yarım kalan projenin tamamlanma safhasıdır.


Türkiye eğer 1 Mart tezkeresini geçirip ABD ile birlikte Irak’ın işgaline katılsaydı yine bir Kürt devleti kurmak için çalışacaktı, Türkiye hayır dedi ama ABD’nin stratejisi hiç değişmedi. Şimdi de aynı senaryo Suriye’de oynanmaktadır.

Yani ABD’nin 1990’larda büyük bir çaba ile uluslararası koordinasyon ile başlattığı, sıfırdan, kabilelerden bir milletyaratma (Nation Built) projesi son aşamasına gelmiştir. Şimdi sıra bu projeyi Türkiye’ye hazmettirme aşamasıdır. Bu hazım için de acı ilaç PKK/YPG dir. PKK/YPG ilacı Türkiye’ye yutturulmuştur. Şimdi hazım için beklenmektedir.7

Konumuza dönersek;

Şu anda Kürtler geri dönülemeyecek şekilde mükemmel bir planla batı tarafından ayrı bir millet olduğuna inandırılmıştır. Bunun değiştirilmesinin çok ama çok zor olduğunun bilincindeyiz.

Bizim konumuz bilimsel gerçeklikle sorduğumuz;

Psikolojik olarak Kürt olduklarına yüzde yüz inansalar da sosyolojik olarak acaba gerçekte Kürtler Türk müdürler?

Bir toplulukla bir millet olmak çok farklıdır. Millet olmak için bir medeniyete sahip olmak gerekir. Bir varlık göstermiş olmak gerekir. Türkiye'de 20-25 milyonluk bir Kürt nüfusundan bahsedilmektedir ki her nedense bu rakam her yıl 5 milyon artırılmaktadır! Bizde bu propogandaya safça inanıyoruz.

Zaten amaç da bu. Beyinlere yalan bigiler böyle yerleştirilir ve bir müddet sonra doğru olduğuna inandırılır. (Brainwashing=Mind Control=Zihin Kontrolü= The concept that the human mind can be altered or controlled by certain psychological techniques-İnsan zihninin belirli psikolojiktekniklerle değiştirilebilmesi ve kontrol edilebilmesi) Türk milletine onlarca senedir uygulanan teknik.8

Benim samimi düşüncem Türkiye'de "Ben Kürdüm."diyenlerin sayısının çok fazla olmadığı yönündedir. Var olduğu söylenenlerin de birçoğunun zaten Kürtleşmiş Türklerden meydana geldiği biliniyor.

“Türkiye’de Kürt yoktur”


Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu 1500-1600 yılları arasındaki Osmanlı tahrir kayıtlarına dayanarak; bugün kendini Kürt olarak bilen bazı ailelerin 16. yüzyıl kayıtlarına göre Türkmen olduğunu bilimsel olarak ispat etmiştir.

Ancak bunun Kürtler yok demek olmadığını, Kürtleri reddetmediğini ve Kürtlerin tümünün Türkmen olduğunu söylemediğini, bunun Türkçülük yapmak veya Kürtleri inkar etmek anlamına gelmeyeceğini ifade etmesine rağmen, bazı siyasi partilerin milletvekilleri, çeşitli örgütlerin mensupları ve köşe yazarları, Halaçoğlu aleyhine adeta bir linç kampanyası başlatmış ve istifasını istemişlerdir.

Osmanlı arşiv belgelerindeki gerçeklerin kamuoyu ile paylaşılmasından tedirgin olan çevrelerin tutumunu anlamak mümkün değildir. Halaçoğlu, aslında bir gerçeğe parmak basmıştır. Fakat o gerçek nedense pek dillendirilmek istenmiyor.


Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Halaçoğlu’nun bu iddiası, Türkiye’nin bölünmesine destek veren liboşlar, batı uşakları, onlara hizmet eden akademik dünyadaki sadece batının her dediğine inanan kendileri araştırma yapmaktan üşenen sözde bilim adamları, hemen tepki gösterdi ve “Bu iddiasını ispatlasın yoksa töhmet altında kalır. Bu bilim adamlığının ötesine gider." dediler!

Kayseri’de Türk Tarihi ve Kültüründe Avşarlar konulu sempozyuma katılan Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr.Yusuf Halaçoğlu, Kürtler ve Kürt Alevileri hakkında açıklamalarda bulundu. Prof. Dr. Halaçoğlu, Türkiye’de yaşayan Kürtlerin Türkmen kökenli, Kürt Alevilerinin ise Ermeni kökenli olduğunu iddia etti.


Dadaloğlu Şenlikleri kapsamında Avşar elleri Düşünce ve Kültür Dergisi tarafından düzenlenen uluslararası sempozyuma katılan Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, ülkedeki etnik konusuna ışık tutacak açıklamalarda bulundu. AKP Kayseri Millet vekili Sadık Yakut’un da katıldığı sempozyuma Türk Cumhuriyetleri ve çevre illerde yaşayan Avşarlar geldi. Ülkede etnik birçok grubun yaşadığını dile getiren Prof. Dr. Halaçoğlu insanları ayırmanın ülkeleri böleceğini söyledi.

Ancak herkesin kendi etnik kökenini bilmesi gerektiğini de vurgulayan Prof. Dr. Halaçoğlu, yabancı arşiv belgelerine ve araştırmalarına dayanarak yaptığı konuşmada şöyle dedi: Müslümanlığı kabul etmiş ve kendisini Türk olarak kabul etmiş insanlar gelip Anadolu’ya yerleşmiştir. Dolayısıyla bunları bir mozaik olarak kabul etmek, farkına varmadan ülke içerisinde de bir takım gruplaşmalara neden olmaktadır. Bu konuda özellikle siyasetçilerin çok dikkatli olması gerekir.


Araştırmalarımızda Kürt diye bildiğimiz insanların aslında yapısal olarak “Türkmen asıllı” olduğunu, Kürt Alevi olarak bilinen vatandaşların ise; “Ermeni kökenli” olduğunu gördük. Ülkeyi bölmeye çalışan; TİKKO ve PKK; terör örgütlerinin içinde yer alan insanların bir çoğu Ermeni dönmesi Kürtlerden oluşuyor. TİKKO ve PKK hareketi bizim bildiğimiz gibi Kürt hareketi değildir.

AKP'nin KÜRT vekili saf kan TÜRK, 

Kürt Vekil Fırat'ın aşireti de Türk çıktı!

Halaçoğlu'nun Osmanlı Tahrir Defterleri'ne dayanıp saydığı "Oğuz kökenli" Kürt aşiretleri arasında AK Partili Dengir Mir Mehmet Fırat'ın aşireti Rişvan da bulunuyor. Halaçoğlu'nun kitabına göre Rişvan aşiretinin yayıldığı coğrafya, Dengir Fırat'ın doğduğu Adıyaman Kâhta civarı.

Fırat'ın dedeleri, Oğuzlar'ın ÜÇOK- Denizhanoğulları grubuna bağlı Iğdir Boyu'ndan. Halaçoğlu Rişvanlar'ın Besni, Argovan. Gerger, Hısn-ı Mansur, Adıyaman, Kâhta, Keysun, Samsad civarında yoğun olduğunu anlatıyor. Belgelere göre, Rişvan aşireti Adıyaman civarının yanı sıra, Malatya, Diyarbakır, Urfa, Antep, Haymana, Konya, Cihanbeyli, Antakya, Mersin, Adana, Maraş, Elazığ ve Kırşehir bölgelerine de dağılmış.

Halaçoğlu çalışmasının "kişilere" yönelik olmadığının da altını çiziyor. "Kimsenin soyunu sopunu araştırmıyorum. Kürt kavramına karşı da değilim. Osmanlı arşivlerine bakarak, belgeler ışığında bir çalışma yaptım. Şu öyleymiş, bu böyleymiş beni ilgilendirmiyor. Ben Anadolu'da yaşayan aşiretleri araştırdım ve belgeleriyle ortaya koydum." diyor.

Güneydoğulu birçok siyasetçi ya da milletvekilinin Tarih Kurumu Başkanı iken de kendisini bu konuyla ilgili arayıp kökenini sorduğunu anlatan Halaçoğlu, "Son zamanlarda da siyasetçilerden arayanlar oldu. Kendisini Kürt olarak tanımlayan siyasetçilerden Türk olanlar var. Öğrendiklerinde şaşırıyorlar ama belgeler böyle diyor." açıklaması yaptı.


Halaçoğlu'nun 41 bin 295 cemaat ismini ve yaşadığı yeri listelediği 6 ciltlik eser, 2.970 sayfa. 250'den fazla Osmanlı tahrir defterindeki bilgilerin yer aldığı eser Atayurt Yayınevi tarafından tekrar basılmıştır.

Milli Mücadele'ye desteğiyle Atatürk'ün sevgisini kazanan Hacı Bedir Ağa'nın çocuklarından Hüseyin Ağa’nın oğlu olan Dengir Mir Mehmet Fırat, aşiretinin kökenine ilişkin çalışmayı HABERTÜRK'e "Umurumda değil. Umurumda olsa DNA testi yaptırırdım. Zaten soy, sop insanların kendi tercihi değil ki. 400-500 sene önce ne olduğum beni ilgilendirmiyor. İnsan kendisini nasıl hissediyorsa odur." diye değerlendirdi.

Tabiki öyle diyecek zira Şeyhlik Ağalık Mirlik sadece kendini Kürt zanneden aşiretlerde geçerli. Eğer aşiret Türküm derse Dengir Mir Mehmet Fırat bey kimleri çalıştıracak? Böylesine iyi bir eğitim almış, senelerce siyaset yapmış, devlet yönetiminde kalmış bir kişi “Türk” olduğunu bilmez mi? Bilir, bilir de kabul etmek işine gelmez! Menfaat meselesi!


Gelin Dengir Mir Mehmet Fırat beyin “Türk” olduğunu inkar etme nedeninin tarihçesine bakalım;

Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman ve babası Yavuz Sultan Selim döneminde “Kızılbaşların yenilmesinde yararlılıklar gösteren” Kürtlere, devlete gösterdikleri “öz kulluk” ve “dilaverlikleri” karşılığında eyaletler, şehirler, köyler, mezralar, kaleler ve topraklar vermiştir. Böylece Kürt aşiretlerinin “feodalleşme” süreci başlamıştır. Yani, Kürt aşiretlerini feodalleştiren veya mevcut feodal yapıyı daha da güçlendiren, Osmanlı padişahlarının “öngörüsüz” politikalarıdır.9


Erdal Sarızeybek’in dediği gibi: “İşte, o gündür bugündür, ‘ağalar’ Doğu’da hep ağadır, çünkü babadanoğula geçer, tıpkı Zeydan gibi, tıpkı Geylani gibi.”

O gün bugündür “mir beyler”, hep mir ve beydir,çünkü babadan oğula geçer, tıpkı Dengir Mir Mehmet Fırat gibi.-
Bugün bize demokrasi, insan haklarından bahsedenler ortaya çıkıp da “Demokrasilerde ağalık, beylik olur mu hiç?” demez, diyemez. Çünkü kendileri de bu sistemin bir parçasıdır.

Cumhuriyet kurulalı yaklaşık 100 yıl olmuş, ama hala ağalar ağa, beyler bey, mirler mir, şeyhler şeyhtir, geri kalanlar ise köylüdür, köylü kalmış, işçi kalmış ve hiç “hak ve söz sahibi” olamamıştır. Şanlıurfalıların deyimiyle “maraba” kalmış, yani ağanın yanında çalışan amele olmuştur.

Daha sonraki bölümlerde anlaşılmayı kolaylaştırmak için 24 TÜRK BOYU sunulmuştur.

I. BOZ-OKLAR
A. Gün-Han Oğulları1. Kayı
1. Kayı
2. Bayat
3. Alka Evli
4. Kara Evli
B. Ay- Han Oğulları
1. Yazır
2. Döğer
3. Dodurga
4. Yaparlı
C. Yıldız- Han Oğulları
1. Avşar
2. Kızık
3. Beğdili
4. Karkın

II. ÜÇ-OKLAR
A. Gök-Han Oğulları
1. Bayındır
2. Peçenek
3. Çavuldur
4. Çepni
B. Dağ-Han Oğulları
1. Salur
2. Eymür
3. Ala Yuntlu
4. Yüreğir
C. Yıldız- Han Oğulları
1. İğdir
2. Büğdüz
3. Yıva
4. Kınık




BİRİNCİ BÖLÜM

KÜRTLER TÜRK MÜDÜR10


Kürtler ayrı bir millet midir?

HAYIR! KÜRTLER AYRI BİR MİLLET DEĞİLDİR… 

Ya nedir?

KÜRTLER DE, AZERBAYCANLILAR, TÜRKMENLER, KAZAKLAR, KIRGIZLAR, ÖZBEKLER VB. GiBİ TÜRK MİLLETİNİ TEŞKİL EDEN ÜYELERDEN BİRİDİR. KÜRTLER DE TÜRK’TÜR. HEM DE EN AZ AZERBAYCANLILAR, TÜRKMENLER, KAZAKLAR, KIRGIZLAR, ÖZBEKLER VB. KADAR VE GİBİ KÜRTLER DE TÜRK’TÜR.


Bunları niçin yazıyorum?

Senelerdir süregelen: “Kürtler, Türk değil, ayrı bir millettir.” ihanetine son vermek için. Milliyetçiliği anlayamamış bazı milliyetçiler de “Kürtler, Türk’tür. O halde Kürt yoktur.”yanlışına düşmüşlerdir. Onlara da buradan gerçek tarihianlatmak için.

TÜRK; büyük ve ulu bir çınarın gövdesi gibidir. 


Yani;

Sakalar, Hunlar, Avarlar, Çerkesler, Cücenler, Hazarlar, Göktürkler, Uygurlar, Karahanlılar, Karahitaylılar, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Türkişler, Oğuzlar, Onoğuzlar, Dokuzoğuzlar, Salurlar, Bozoklar, Üçoklar, Kumanlar, Kırgızlar, Karluklar, Karaçaylar, Çuvaşlar, Özbekler, Türkmenler, Kazaklar, “KÜRTler” ve diğer Türk boyları büyük ve ulu Türk çınarının büyük veya küçük dallarıdır.

Kürtler, Türk milletini meydana getiren üyelerden biridir. Türk milletini oluşturan diğer herhangi bir üye kadar, Kürtler de gerçektir ve onlar kadar Türk’tür.” denmiş olsaydı, bugün Türk milletinin, “Kürt milliyetçiliği” diye bir sorunu olmazdı.

Peki, Kürtlerin, Türk soyundan olduklarını nereden biliyoruz? Kürtlerin, Türk soyundan olduklarına dair bilimsel bir kanıt var mı?

Var! Orhun Abidelerinden 1250 yıl önce, Göktürkler devrinde taşlar üzerine kazınmış, Türk tarihi demek olan Yenisey Yazıtlarından biliyoruz. Yenisey Yazıtlarından, Elegeş Yazıtı denilen mezar taşındaki Göktürkçe yazıda şöyle denilmektedir:

“Ben, bey olduğum için Kürt ilinin hanı Alp Urungu’nun altın okluğunu belime bağladım. Otuz dokuz yaşında, yurduma doymadan, mavi semâdan, güneşten, aydan, eşimden, oğlumdan, sizlerden ayrıldım.”

Yenisey Yazıt-ları’ndaki bu ifade, iki şeyi kanıtlamaktadır:

a) Kürtler, bütün diğer Türk boyları gibi yaşamış ve yaşamakta olan bir topluluktur.

b) Kürtler de Türk’tür! Nereden belli? Adı geçen kişinin bey olabilmesinden belli. Çünkü, o zamanlar Türk olmayan hiç kimse bey olamazdı.


Zaten MUSTAFA GÖKMEN de “Eski Türk Kitabeleri” adlı kitabında: “Bu kitabeden, Kürtlerin de, Orta Asya’dan gelme bir Türk boyu olduğu kesinlik kazanıyor.” diyor.

Kanıtlamaya devam ediyoruz...


KÜRTLER, TÜRK SOYUNDAN MI?


Prof. Dr. M. Fahrettin KIRZIOĞLU; “Kürtler’in Türklüğü” adlı kitabının değişik yerlerinde şöyle yazıyor:


“Bizim araştırmalarımıza göre, M.Ö. 7. yüzyılda, Orta Asya’nın doğusuna egemen Hunlar (Hiyung-nu) kolundan gelip, Tanrıdağlar bölgesine yerleşerek burada Karluk ve Abdal/Haptal (Heptalit) adıyla tanınan Oğuzlara karşılık; Saka (İskit) birliği içindeki Oğuzların karlı dağ/yaylak bölgelerinde yaşayanlarına Kürt ve bunun benzeri adlar verilmiştir. Yani, Karluk/Abdal urukları, Hunlar kolundan olup Kürtler ise Sakalar (İskitler) topluluğundaki yücedağlar bölgesinde yaşayan Oğuzlardandır.”

“100. Doğu boylamı bölgesinde, Yenisey Kürtlerinden ve 1300 yıldan önce kalan Elkan Alp Urungu’nun yazılı mezar taşında, zengin hayvan sürülerinden de bahsediliyor ve buradaki Kürt adlı güçlü uruğun, Türk soyundan olup Türkçe konuşup yazdığı gösteriliyor. Asya’nın bu kadardoğu ve kuzey kesimine, eskiden hiçbir İranlı veya Aryanî kavim gelmemiştir. Yenisey başları, Türklerin anayurdunun kuzey doğu kesimidir.”

“1597’de, Bitlis’te yazılan ilk Kürt tarihi, Farsça Şerefnâmede; Dicle Kürtleri sayılan Kürmançların, Oğuzlardan geldiği, millî Kürt destan ve ananelerinden alınarak şu dört kanıtla belgelenmiştir.”

a) Kürtler, Cen Tâifesi’ndendir. (Yani; Selçuklu, Akko-yunlu ve Osmanlı soy kütüklerinde, onların atalarının geldiği Çin/Doğu Türkistan ülkesi halkından; Karahanlılar, Gürcistandaki Orbelliler, Ahlat, Muş, Bitlis, Bingöl bölgelerindeki Mamık ve Karakoyunlular gibi Kürtler de Çin’den gelmedirler.)

b) Bütün Kürtler; Bokth ile Beçen (Peçen) adlı iki kardeşten türemişlerdir. (Yani; bütün Dicle Kürtleri/Kürmançlar, 12 boy Bozoklar ve 12 boy Üçoklar koluna ayrılan 24 Oğuz boylarının, Üçoklar/İçoğuzlar kolundan. Bokhtşn=Bokhtlara adını veren Bogduz ile, Becenevi /Peçenek’e adını veren Beçen’den türeme sayılırlar.)

c)İslâmdan önceleri, Kürtler; Türkistan’ın ulu kağanlarından Oğuz Hanlılara tâbi olup, onların soyundandırlar. Dede Korkut Oğuznâmelerindeki kütük ve bilgilere uyan ve Kürt Oğuznâmesi sayılan bir millî destanın özetini de şöyle veriyor:
“Oğuz Han(lılar) uzaktan duyup öğrenerek İslâm dinini benimsediklerini arz eylemek üzere (622-632 arasında) Hazreti Muhammed’e, elçi olarak, Kürtlerin Elbeğisi (sülâle- sinden) Bogduz-Aman adlı korkunç görünüşlü ve dev yapılı birisini gönderdiler. Bu korkunç yüzlü elçi de uruğunu ve boyunu soran Hz. Peygambere: ‘Kürtler taifesindenim.’ dedi. 
Antropoloji, insanın gövde ve kafatasını inceleyerek, soyu ve kökünü araştırıp ortaya çıkarmaya yarar.

Bu bakımdan, Kürtlerin de bütün Türkler gibi, %85’ten fazlası yuvarlak başlı (braki-sefal) olup, uzun başlı (doliko- sefal) değildirler. Ancak, orta başlı (mezo-sefal) ve uzun başlı (doliko-sefal) tipteki Kürtlerin sayısı %15 olup, bu oran, Batı Türkistan ve Türkiye'deki Türkmenler ile Yörüklerde de görülmektedir. Kürtlerin Türkmen tipinde olduklarına V. MİNORSKY de 1927 yılında İslâm Ansiklopedisine yazdığı Kürtler makalesinde işaret etmiştir.

Biz de antropolojinin inceliklerini bilip gözetmeye ge-rek kalmadan, bu gerçeği gözümüzle görmüyor muyuz?


Bir sosyolog olarak Ziya GÖKALP diyor ki Kürtler ile Türklerdeki bu dış görünüş ile gövdedeki benzerlik, ruh ile duygularda da birlik ve ayniliğin delilidir.

Kısacası, kafatası, yüz çizgileri, boy pos ve gövde yapısı bakımlarından Kürtler uruğundan olanlar ile, Orta Asya Türkmenleri ve Azerbeycan ile Türkiye'deki yerli, Terekeme, Karapapak, Yörük, Tahtacı, Mavâlı, Manav, gibi türlüuruk ve boy adları ile tanınan insanlar arasında bir fark ve ayrılık yoktur.


Dr. Mahmut RİŞVANOĞLU, Doğu Aşiretleri ve Emperyalizm isimli kitabında, F. KIRZIOĞLU'nun yazdıklarının hemen hemen aynını yazdıktan sonra, şunları ilâve ediyor: 
“İnsanların gövde ve dış görünüşteki yapılarını ve bilhassakafataslarını inceleyerek soyları ile kökenini araştırıp ortaya çıkaran antropoloji, bu yönden müspet bir ilim koludur.”
Turanî ırkından gelen bütün Türk uruklarının antropolojik tetkiklerinde kafataslarının, yüzde 85 oranında yuvarlak başlı (brakisefal) olduğu tespit edilmiştir. Kürmanç ve Zaza Türklerinde de kafa yapıları yüzde 85 yuvarlak başlıdır. Halbuki Aryanî ırka mensup olanlar, uzun başlıdırlar(dolikosefal). Ancak, ikisinin arası bir baş yapısı (mezo sefal) ve uzun başlı olarak da Türklerde oran %15 kadar olup, bu oran Kürmançlar, Zazalar ve Batı Türkistan ile Türkiyedeki Türkmanlar ve Yörüklerde de aynı görülmektedir.

Büyük Türk düşünürü Ziya GÖKALP bir yazısında: Bir köylü Kürt ile Türkmen'i konuşmadıkça dış görünüşlerinden birbirinden ayırd etmek imkânsızdır.” demektedir.


Millî mücadele sırasında emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda hizmet eden bazı hainler gibi Dr. Şükrü SEKBAN da İngiliz emperyalistlerinin haince emellerine önceleri hizmet etmiş, gerçek dışı yayınlar yaparak uzun zaman faaliyette bulunmuştur.

Bu arada Irak'ta, Süleymaniye'de doktorluk ederken bazı müşahedeleri de olmuş ve 1933 senesinde çıkardığı La Question Kürds adlı eserinde (Kürt Sorunları) Kürmançların antropolojik vasıflarının Türkmenlerle bir olduğunu şöyle belirtmektedir: “Operatör olarak on yıl Irak'ın Kerkük ve Süleymaniye şehirlerinde tabiplik yaptım. Bu sırada Kürt mü Türkmen mi olduğunu asla ayırt edemedim.” diyor.

Daha sonra da gerçekleri gören Dr. Şükrü SEKBAN bey, Kürtlerin kökeni hakkındaki emperyalist görüşlerin bu iki Türk uruğunu parçalamak için ortaya atıldığını ve bu şekilde kendilerinin emperyalist plânlarına alet edilmek istendiğini yukarda bahsettiğimiz kitabında açık olarak izah etmiş Fransa'da hastalandığında beni öz vatanıma götürün diyerek Türkiye'ye gelmiş ve burada vefat ederek defnedilmiştir.


Bu konuda, Prof. Dr. Aydın TANERİ ise 
“Türkistanlı Bir Türk Boyu Kürtler” adlı kitabında şöyle diyor: “Konuya ırk görüş açısından baktığımızda Kürtler de diğer Türk boyları gibi Orta Asya menşelidirler, Turanî bir kavimdirler ve ancak Türk ırkından olabilirler. Bu konuda görüş bildirenlerce kesin teşhis konulamamasının sebebi, böyle bir ırk tipinin zaman ve mekân bakımından çok uzaklarda, Orta Asya'da, hiç değilse bin beşyüz sene evvel geride kalmış olmasıdır.

Bu bakımdan, Türkmen ve Kırgız, Özbek vb. diğer Türk boyları ile karışan Kürtlerin Türkler ile aynı ırktan olmadıklarını göstermek için harcanan gayretler boşunadır. Kaldı ki saf ırk olmadığı, olmayacağı da açıktır. Irkçılık da çağ dışıdır.

Ayrıca bugünkü yurdumuza çok uzak bir coğrafî bölgeden Orta Asya'dan geldik. Orta Asya'dan sonra, İslâm döneminin ilk yarısı olan Selçuklu dönemini, merkezi İran olançok geniş bir alanda ve Anadolu'da, Osmanlı dönemini merkezi İstanbul olan Anadolu, Rumeli, Suriye, Irak, Mısır vs gibi çok dağınık ve değişik coğrafî bölgelerde geçirdik.

Bugün ülkemizde Türkler bölge bölge, ayrı ayrı özellikler gösterirler. Nitekim Rumeli Türkü ile Azerbaycan Türkü, Ege Türkü ile Doğu Anadolu, Orta Anadolu Türkü, Karadeniz bölgesi Türkü ayrı özellikler gösterebilirler. Hatta yakın komşu durumunda olan Doğu Karadeniz, Batı Karadeniz farkı dahi vardır.”

KÜRT ADININ ETİMOLOJİK AÇIKLAMASI

Önemli bir bilgiyi vererek konumuza başlayalım. “Kürt” kelimesi; Kürt oldukları iddia edilen Kurmanç, Guran, Lur, Kalhur gibi aşiretlerin ağızlarında “Kürt” diye bir kelime bulunmamaktadır. Ayrıca İrani ve Ari dillerde de böyle bir kelime yoktur. Arapçada bulunan Kürt kelimesi ise bu dile 11Türkçe’den gelmiştir.11


Bu yüzden “Kürt” terimini Türkçe’de aramak zorundayız. Bu açıdan bakıldığında tarihte “Kürt” adına bir boy adı olarak ilk defa Yenisey’deki Göktürk kitabelerinden ELEGEŞ YAZITI’NDA rastlıyoruz. Burada, Kürt boyu Göktürklerden olup beylerinin adı “Alp Urungu” idi. Türk tarihinde “Kürt” adıyla bilinen diğer bir Kürt boyunu da Macarları oluşturan 7 boydan biri olarak görüyoruz. Bunların Yenisey’deki Kürt Türklerinden olup Göktürk çağında Macarlara katılarak Balkanlara geldiği anlaşılıyor.12


Büyük Macar alimi Gy. Nemeth, “Yurt Kuran Macarların Tarihi” adlı eserinde Macar boy düzenini anlatırken, Kürtlerden bahsederek şöyle diyor: “Söylediğim gibi Kürt, Yenisey civarındaki bir Türk boyudur.13


Türkçede Kürt teriminin anlamına gelince, Divan-ı Lügati’t-Türk’te “Kürt” terimi kar yığını, çığ; bir çeşit kayın ağacı şeklin de izah edilmiştir.14

Diğer Türk lehçelerinde ise Kürt kelimesi genellikle karyığını anlamına geliyor. Ünlü Macar alimi Gy. Nemeth, Kürt kelimesinin Türklerde kabile adı olarak kullanıldığını ve kar yığını anlamına geldiğini yaptığı akademik çalışmalarla kanıtlamıştır.15


Ayrıca Türklerde boy adları alınırken hal, tavır ve hava olaylarını bildiren terimlerin kullanıldığını görüyoruz. Buna Argın, Çuvaş, Boran, Karluk gibi boy adlarının yanında Kürt adı da örnek olarak verilmiştir. Ayrıca Türk yer adları incelendiğinde bir çok yer Kürt adını taşır.16

Türkmen toplulukları arasında Kürt adı, yalnız dağlarda yaşayanlara verilen isimdir. Bunun için Kürt ismi Türkmenler arasında yabancı bir isim değildir.17

Molla Ömer’in bu anlattıklarından anlıyoruz ki Kürt adı ırkı değil bir sosyal yaşam biçimini göstermektedir. Çünkü Dadaloğlu bir göçebeydi. Aynen bunun gibi günümüzde Akseki-Hadim arasında bulunan Tanrı Dağı eteklerinde Türkçe konuşan Yörüklere bölge halkı göçebe oldukları için Kürt demektedirler.

Yine buna benzer bir anlatım da Mehmet Eröz’ün, Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesine bağlı Afşar Söğütlü köyünden Aşık Ömer’in kız kardeşinden derlediği bir şiirde geçiyor. Bu şiirde adı geçen Türkmen beyleri Kürt olarak (kanun nizam tanımayan) tanıtılmıştır.18


KÜRTLER TÜRKÇE Mİ KONUŞUYOR?


Bu soruya, yukarıda faydalandığımız ilim adamlarının bu konudaki görüşlerini özetleyip aktararak cevap verebiliriz, fakat bütün bu âlimler birbirlerinin yazdıklarından haberli ya da habersiz olarak, hemen hemen aynı şeyleri yazmışlardır. Bu sebeple, bir tekrara düşmemek için sadece, Dr. Mahmut RİŞVANOĞLU'nun Doğu Aşiretleri ve Emperyalizm isimli kitabında yazdıklarını vermekle yetineceğiz.


Dr. Mahmut RİŞVANOĞLU, şöyle yazıyor: 
“İranlıların 300 yıllık sosyo-kültürel tesirlerinin izlerini göremeyen ve görmek istemeyen, gerçek bir tarih ve dil bilgisinden yoksun Türk-İslâm düşmanı emperyalist güçlerin piyonu haline gelmiş bazı kimseler, temelsiz yayınları ve propagandaları ile Oğuz-Kürtlerin İranî bir dil konuştuklarını söyleyerek bu yönden de Kürtleri Ari bir ırk olarak görmeye çalışırlar.

İlk bakışta Acemceyi andırır gibi görünen bu dil hakkında Türk düşmanı Rus akademisyeni V. MİNORSKY bile, “Kürtçenin kökeni Farsçadan ayrıdır” demek zorunda kalmıştır. Yine devamla, batı Farsça ile doğu Farsca kendi aralarında da farklılık gösterir. Bu karışıklık ve bugünkü lisanlarında birbirine yabancı unsurlar bulunmasınarağmen Kürtçe Farsçadan ayrı bir şekil göstermektedir, diye söylemektedir.”

Edip YAVUZ Bey (Tarih Boyunca Türk Kavimleri adlı kitabında), Kürtçenin ana kuruluşu bakımından, Türkçenin aynısı olduğunu, tümce kuruluşunda önce özne sonra tümleç ve eylemin de en sonda bulunduğunu ve dilde de Türkçe sözcüklerin çoğunlukta olduğunu belirtmektedir.

Dil bakımından:

Buna örnek olarak E. YAVUZ Bey’den, bir Zazaca(Guranca), bir de Gurmança yani Kurmanço olarak iki cümle alarak çözümleyelim.

“Hel-Ocağı Seyyid-i tu sero-perora gero (Bu bir Zazacaduadır.)

“Seyit ocağının kartalı senin başına kanatlarını gersin, demektir.”

“Özne: Seyit ocağının kartalı. Tümleç: Senin başına kanatlarını. Fiil: Gersin.”

“Sözlerden Hel-Ocak, Ger Türkçe. Tu, Ser (Baş), Perora (Kanatlar) Farsça olup, eski Osmanlı Türkçesinde de kullanılan sözlerdir. Seyit sözü Müslümanlarda kullanılan ve Hz. Hüseyin'in soyundan gelenlere verilen isimdir.”

“Kurmanço'da da aynı durum mevcuttur. Nazımda bile yine özne evvel fiil sonra gelmektedir. Şu nazıma bir göz atalım:”

“Ji Kürt pirsine rikne islame çine? 
Gotiye: Sevmu salat, hacü zekât
Se resek fişek u tufengk zoldat.”

“Yani; Kürde sormuşlar İslâmın rüknü nedir? Cevap veriyor: Oruç ve namaz, Hac ve zekât. Üç bağ fişek ve asker tüfengi.”

“Burada da Kürt özne, pirsine (sormuşlar) fiil, rikne İslâme (İslâmın rüknü) tümleç, çine (nedir) fiil. Bu da bize kelimeler ne olursa olsun Kürd’ün de konuşurken Türk olarak düşündüğünün bir belgesi olarak görünmektedir.”

“Kelimelerin kökenine gelince, pirsine Farsça kökten bozma, se yine Farsça, rükünden riken ile savm, salat, hac, zekât Arapça, fişek, tüfeng Türkçedir. Gördüğümüz gibi kuruluşu tamamen Türkçe olan bu yazıda, kelimeler tıpkı Osmanlıcada olduğu gibi her milletten alınmış sözlerle doludur.

Sözcüklerin kökenine gelince; Saint Petersburg Akademisinin yayımladığı, 8528 sözcüklü Kürtçe-Rusça-Almanca sözlükte: 3000 öz Türkçe sözcük, 2000 Türkçeleş- miş sözcük, 1240 Zint, 1030 Türkçeleşmiş Farisî, 370 eski Pehlevî, 300 yerel Kürtçe, 108 Gildani ve 60 Kafkas Türkçesine (Azeri, Çeçen, Çerkes) ait sözcükler vardır.”
Sözlüğün, Türkçe’ye çevirisini yapan, Şerefhan’ın akrabası Bitlisli bir kişidir. Burada, Kürtçe diye gösterilen 300 sözcüğün, 107’sinin dağ ve yayla isimlerine ait Türkçe sözcüklerden alındığı, yani Türkçe olduğu görülmektedir.

Bu durumda, Kürtçeyi oluşturan 8500 sözcüğün, 5080 kadarı tamamen Türkçedir. Osmanlı ve Selçukluların kullandıkları sözcükleri de kökenine göre ayırsaydık bundan farklı bir durumla karşılaşmayacaktık.

Kürtçeye de Farsçadan, Arapçadan geçmiş sözcükler vardır. Nasıl ki Selçukluların; sarayda, dergâhta, divânda, Farsça; Osmanlıların da Farsça, Arapça ve Türkçe karışımı bir dil konuşmaları, onların Türklüğünü inkâr ve kayıp ettirmezse, yine diğer dillerden sözcükler almış olan; Kürmanç ve Zazaların da Türklüğü ve Oğuz soyundan geldiği inkâr edilemez.

Buna göre; ırk (soy) özellikleri gibi, dilleri de Kürmanç ve Zazaların, Oğuz soyundan gelme Türklerden olduklarının belgesidir.


KÜRTLERde, Oğuzların izlerinden üç özellik yaşamaktadır: 

Kaşgarlı Mahmud’un belirttiği gibi, Türk dilindeki dokuz sesli ve öteki sessiz harflerin diğerlerini, Kürtlerde de görmekteyiz. Türkçe de olmayan sesler, Kürtçede de yoktur.

Oğuzlarla, Kıpçakların kelime başlarındaki Y seslerini yutarak konuştuklarını, Kaşgarlı Mahmut, Divanı’nda belirtmektedir. Kürtler de Oğuzlar gibi bu özelliği yaşata gelmişlerdir.

Yine, Divan-ı Lûgat’it Türk’de, Kaşgarlı Mahmut diyorki: “Oğuzlar, bâzen kelime başlarına kh sesini katarak söylediklerinden, benim atalarımın bey ve kumandan anlamındaki ünvânı olan, Arapça amiri de khamir biçiminde söylerler.”

Bu özellik de bugün, Kürtlerde yaşamaktadır. Hem soy hem de dil konusunda verdiğimiz bu kanıtlar, Kürtlerin de Türk soyundan geldiğini kanıtlamaktadır.

Ancak, hemen belirtelim ki bugün Doğu Anadolu'da yaşayan kardeşlerimiz, bu Kürt boyundan bile değildirler, doğrudan doğruya Oğuz çocuklarıdırlar.

Selçuk Bey, Alparslan, Osman ve Orhan Beyler ne kadar Türk iseler, onlar da o kadar Türk'türler, Karakoyunludurlar, Akkoyunludurlar, Göçer ve Yörüktürler. Buraya gelmişken, bu konuda eski Van Milletvekili merhum İbrahim ARVAS'ın bir hatırasını nakletmek isterim. Diyor ki:

Bendeniz Şemdinan Kaymakamı iken, Gerdi Aşireti Reisi OĞUZ BEY'e sordum: Bu ad Türk adıdır, sana nereden gelmiş?

Cevaben dedi ki bendeniz YİRMİBİRİNCİ OĞUZ'um; bizdeki an'ane (gelenek), baba, kendi evlâdına kendi babasının ismini verir ve böylece silsile ile devam eder.”

İbrahim Arvas, yazısını şöyle bitirir: “Maalesef OĞUZBEY bir kelime Türkçe bilmiyordu. Amcası KILIÇ BEY de öyle ve KOÇ BEYİ kabilesinin reisi Mehmed Emin de böyle idi. Tamamı Türk olan bu muazzam kütleyi, Türk harsı ile yetiştirmek ve Türk dilini öğreterek vaziyeti asliyesine irca etmek idare âmirlerimize düşen büyük vazifedir.”

Gerçekten de Doğu Anadolu'da yolun gitmediği, okulun girmediği yerlere daha çok Fars dili, kısmen de Arap diligirmiş, Türk kültür ve dilini yenik düşürmüş ve OĞUZBEY'ler Kürtleşmiş bulunuyor. Aksine, yol ve okul ulaştıra- bildiğimiz Doğu Anadolu havzaları Türklüklerini korumuş bulunmaktadırlar.”

Son olarak;


Büyük Türk milliyetçisi ve düşünürü Ziya GÖKALP; “KÜRTLERİ SEVMEYEN BİR TÜRK VARSA TÜRKDEĞİLDİR, TÜRKLERİ SEVMEYEN BİR KÜRT VARSA KÜRT DEĞİLDİR.” derken,

Ülkücü Hareket'in merhum Başbuğu AlparslanTÜRKEŞ ise “BİZ NE KADAR TÜRK İSEK, KÜRTLER DE O KADAR TÜRK'TÜR. ONLAR NE KADAR KÜRT İSE BİZ DEO KADAR KÜRT'ÜZ” diyordu.

Ülkemizin maruz kaldığı küresel etnik ameliyatın maskesini indiren, Kürtçülük dayatmasının şifrelerini çözen, son derece önemli bir çalışmayı dikkatlerinize sunuyorum.

Evliya Çelebi 15 ayrı lehçe saymıştır. V.MİNORKSKY de Farsça’dan farklı özellikler gösteren birçok lehçeden söz eder. Alman Prof. De Groot en az “1300 yıl öncesine ait Göktürk ve Uygur Türkçesinden 532 kelimenin bugün “Kürtçe” diye bilinen ağızlarda hâlâ kullanılmakta olduğunu tespit etmiştir.

Kürt ayırımcılar buna karşılık TDK Sözlüğünü ele alarak Türkçe sayılan pek çok kelimenin de Arap, Fars, Latinkaynaklı olduğunu gösterirler. Ama önemli olan kelimeler değil, dil yapısıdır. TÜRKÇE yabancı kelimeleri dahi kendi dil yapısı içinde kullanır. Yani kendine özgü bir dil yapısı vardır!

Kürtçe öyle mi? Hayır. Pek çok lehçenin birbirini tutan bir grameri yoktur. Kaldı ki Kürtlerin çoğu, o Kürtçe olduğuiddia edilen 20.000 kelimenin büyük kısmını hayatlarında bir kere bile duymamışlardır, hiç kullanmazlar!

Öte yandan bu kişilerin konuşma tarzı, vurguları, kelimeleri telaffuz edişleri hep Orta Asya Türklerine, özellikle ÖZBEKLER'e ve TACİKLER'e benzer. Kürt ayırımcılar hele biro diyarlara uzansalar, kendilerini hiç de yabancı bulmayacaklardır!

Öte yandan ilk TÜRKÇE sözlüğün neredeyse 1000 yıl önce Divan-ı Lugat-it Türk olarak Kaşgarlı Mahmud tarafından hazırlandığı unutulmamalıdır. Ve bu sözlük tümüyle Türkçe kelimelerden oluşur. Ayrıca Ali Şir Nevai’nin Türkçe’nin Farsçadan dahi üstün olduğunu orta-ya koyan 500 yıl önceki eserleri mevcuttur.


Nikitine’e göre, Kürtçe’nin Hint-Avrupaî (Aryan) bir dilolduğu tartışmalı olup, mutlak bir kabul değildir! Gürdal Aksoy ise, “Aryan” tabirinin Avrupa burjuvazisi tarafından uydurulmuş bir kavram olduğunu “su götürmez bir gerçek” sayar! (Kürt Dili ve Söylenceleri, sf. 148)

Bu “Aryan” tezini Maurice Duvarger, “saçmalık” olarakniteler ve: “Adı var kendi yok bir dille tanımlanan; bu adı var kendi yok halk topluluğunu birçok sözde bilgin bir yere yerleştirmeye çalıştı. Vardıkları sonuçların birbirini tutmazlığı, bunların saçmalığını da açıkça ortaya koymaktadır.” derve Aryan (Hint-Avrupaî) toplulukların bu tutarsız bilginler tarafından Hindistan’dan Kuzey Afrika’ya, Macaristan’dan Baltık bölgesine kadar sekiz ayrı “çıkış noktası” gösterdiklerini belirterek saçmalıklara örnek diye verir.

F. Rödiger ve A.F. Pott Kürtçe’nin Kaldece (Samî) ileilgisinin olmadığını, bu dilin İran menşeli olduğunu ileri sürerler.

Prof. Vladimir Minorsky Kürtçeyi Kuzey-Batı İran dillerinden biri kabul eder. Ancak bugünkü Farsça’dan ayırır. Kürtçe’nin başka bir kökenden gelmesi gerektiğiniileri sürer! Farkları şöyle sıralar: Telâffuz farkları, şekil farkları, nahiv (cümle yapısı) farkları, kelime farkları, ses değişimleri farkları. Bu büyük farklardan sonra, Kürtçe eğer Samî değilse, Fars (Hint-Avrupaî) değilse, başka ne olabilir?

Tabii ki Ural-Altay kökenli! Kürtçe ağızlar şöyle sıralanabilir: Kırmanç: Büyük Zap Suyu’nun Dicle’ye bağlandığı noktadan yukarıya, Zap Suyu boyunca, Urumiye Gölü’ne kadar çizilen hattın yukarısında kalan bölgede konuşuluyor. Soranî: Bu hattın altında Irak ve İran’da konuşuluyor.

Soranî ile Kırmanç dil bilgisi arasındaki fark, İngilizceile Almanca arasındaki fark kadar büyüktür. Ancak kelimeler Flemenkçe ile Almanca kadar yakındır.

Her iki ağız da köyden köye fark gösterir. Samandağ’la Kirmanşah arasındaki Kürtler, bugünkü Farsçaya yakın birdil konuşur. Zazaca: Sivas, Erzincan, Malatya, Diyarbakır, Bingöl dairesinde konuşuluyor. Gurânî Halepçe’nin karşısın- da İran’da ve Haningi’nin karşısında küçük birer dairede konuşuluyor.

Zazaca ile Gurânî birbirleriyle bağlantılıdır. Bu da Zaza ve Gurânîlerin aynı ortak kökten geldiğini, muhtemelen Hazar Denizi’nin güneybatı yakasındaki Deylem ve Gilan taraflarından olduklarını gösterir.

Bu yüzyıla kadar Süleymaniye bölgesindeki bazı köylülerin “Gurânî” olduğu ve bölgedeki Kürtlerden farklı olduğu kabul edilirdi. Gurânî halkını, Gurânî konuşanları ve bu köylüleri aynı kökten kabul etmek şüphelidir.

Yazar David Mc Dowall, Zaza ve Gurânîler’in Kırmanç ve Soranîler’den önce Zagros bölgesine geldiğini öne sürüyor. Güney-Doğu Lehçeleri: Bu başlık altındakilerin küçük bir kısmı Haningin-İran sınırı arasında Irak’ta, ve Halepçe, Haningin, Kirmanşah, Sananda dairesinde konuşuluyor.

Zazaki’nin Kırmanç veya diğer Kürt ağızlarından tamamen farklı olduğu ise V. Minorsky, Prof. Haddank, Prof. David Mac Kenzie, Ingmar Sauberg, Terry L. Todd, W.B. Lockwood, T.M. Jhonstone ve Prof. Dr. Gouchıe Kojima kesinbir dille ifade edilmiştir.

Yani armutlar ile elmalar toplanıp “Kürtçe” sayılamaz! Ne var ki cahil politikacılarımız, aydınlarımız ve TRT yöneticileri hâlâ Zazaki’yi “Kürt lehçesi” diye sunmakta, Avrupa Birliği’nin aynı yöndeki raporlarına sessiz kalmaktadırlar! Kaldı ki KIRMANÇ kelimesi dahi TÜRKÇE kökenlidir!

KIRMANÇ, KURMANÇ, GURMANÇ diye geçer, KUMAN TÜRKLERİ ile bağlantısı bir yana; KURMAN kelimesi Divan-ıLugat-ıt TÜRK’te “gedelgeç, yay konan kap, yaylık” (Oğuz ve Kipçak lehçeleri) anlamına geldiği belirtilir.

Ayrıca KURMAN büyük bir TÜRK boyunun adıdır. (Macar bilim adamı L. Rasonyi, Dünya Tarihinde TÜRKLÜK, sf. 139,148) KAZAK ve KIRGIZLAR'ın CAPPAS ve MASKAR kollarından birer boyun adı da KURMAN’dı. Yani iki KURMAN oymağı ORTA ASYA’da, bir KURMAN-Ç boyu da ANADOLU’dadır!

KÜRTÇE aslında “DİLLER KARIŞIMI BİLE OLMAYIP, KELİMELER KARIŞIMI BİR AĞIZ”dır! Özellikle Kırmançca kelimeler büyük ölçüde TÜRK yapısı üzerine kurulmuştur. KÜRTÇE ASLINDA, ESKİ TÜRK LEHÇELERİNDE KAYBOLMUŞ KELİMELERİ ÇIKARMAK İÇİN BULUNMAZ BİR HAZİNEDİR! Mesela, Pülümür’de kış mevsimine doğru açan bir çiçeğe, yöre halkı KARBELİK der. Bu sözü Kürtçe sayar. Halbuki KAR’ın yağacağını BELLİ eden bu çiçeğe, bundan uygun TÜRKÇE bir ad olabilir mi?

Bazı Kürt oymaklarının özbeöz TÜRKÇE adları da müslümanlığı kabul etmelerinden sonra değişmiştir. Haldi- Halidi, Cafarli-Caferi, (Abaza) Abhas-Abbas, Kuris-Kureyşi, Hasarenli-Hasenanli gibi... V. Minorsky, “Kürtlerin İranîsayılması, ırki olmaktan ziyade; dil ve tarih mütalâalarına dayanmaktadır. Kürtlerin merkezi sahaya yerleşmeden evvel, oralarda isimleri kendilerininkine benziyen, fakat başka menşeli KARDU adlı bir kavim yaşamış olduğu vebunların SONRADAN İran menşelilerle KARIŞMIŞ olduğunuileri sürmek mümkündür.” der. Bu ifade dahi Kürt bölücülerin sahiplenmeye çalıştığı KARDULARın KÜRT olmadığını, KÜRTLERİN DE İranlı, yani ARYAN OLMADIĞINI göstermektedir.

Ayırımcılar “Kürtçe”yi ayrı bir dil gibi yutturmak isterler. Halbuki TEK bir “Kürtçe” olmadığı gibi, hiçbir “Kürtçe” ağız da yazıya geçmiş değildir. (Bakınız: GOİCHİKUJİMA) Kürtçe denilen ağızların pek çoğunda gramer TÜRKÇEyi andırır.

Mesela cümlede öğelerin sıralanması çoğu zaman TÜRKÇE gibi ÖZNE + TÜMLEÇ + YÜKLEM şeklindedir. Hint-Avrupai dillerdeki gibi ÖZNE + YÜKLEM + TÜMLEÇ şeklinde değildir. Bu da bizim uydurmamız değil bilakis Kürtçülerin yayınlarında yer alan hususlardır. Örnekler:
Kürtçe: Ez it we re dibejim. Min jı wi re da.
Türkçe: Ben ona söylüyorum. Ben ona verdim.
İngilizce: I am telling him. I gave it to him.
Kürtçe: Min sev heye. Ez dewlemend bum.
Türkçe: Benim elmam var. Ben zengin idim.
İngilizce: I have an apple. I was rich.
cümlelerin nasıl TURANÎ bir gramer yapısına sahip olduğunu göstermektedir. Kürtçe denilen şahıs zamirlerinden ilki EZ, Farsça gibi görünür ama aslı ÖZ’dür.

ORTA ASYA’da TÜRKLER “ÖZÜM KIRGIZ” der. Bu ifadenin EZ KIRMANÇIM ile yakınlığına dikkatinizi çekeriz. İkincisi MİN’dir ki Anadolu Türkçesinde BEN, Azeri lehçesinde MEN şeklindedir. ORTA ASYA’da kullanılır. Birinci şahıs takısı yukarda görüldüğü gibi değişmemiştir bile. Azerinin MEN TÜRKEM demesi ile ayırımcının MINKIRDIM demesi arasında ancak ağız farkı vardır. Denizli ağzında MUSTEFALİ (Mustafa Ali) bile daha fazla farklılık gösterir.

Öte yandan ORTA ASYA’da Kürt kelimesi KURT veya KIRT olarak kullanılır. Bir TÜRK boyu olan BAŞKIRTLAR gibi İkinci şahıs TU veya TE’dir ki SEN’den bozma olduğu ortadadır. Üçüncü şahıs EW’dir. “W” harfinin V’den farkı, birincinin ağzı “O” der gibi yuvarlattıktan sonra telaffuz edilmesidir ki TÜRKÇE’de TAVUK derken çıkar. Böylece EW’in aslında EO olduğu ve “O” kelimesinden bozma olduğu görülür.

Şu halde sıralarsak MİN-TE-EW, BEN-SEN-O’dan başka bir şey değildir. (Bak: Kürtçe Gramer, yazarı Dr. Kamuran Ali Bedirhan, Deng Yayınları, 1991 Bu sözde Kürtçü ayırımcı yazarın adı bile Türk’tür. Han ünvanını Türklerden başkası kullanmaz.)


Kürtçe” ağızların İran’la olan bağlantısına gelince Pers, Sasanî dillerinde de diğer Aryan dillerde de Kürt kelimesiyoktur. Med dilinde de yoktur. Arapça’ya ise sonradan girmiş olup Etrak (TÜRKLER) gibi çoğul haliyle Ekrad olarak alınmıştır.

En eski devirlerden beri göçebe/konargöçer anlamında kullanılmıştır. Yani Kürtler İranlılardan etkilenmişlerdir. Bazı Fars kökenli Kürt aşiretleri vardır ama köken olarak tümüyle onlara bağlı değillerdir.

451 yılında Kafkasya üzerinden Mugan’ın güneyinde yerleşmiş olan Akhun TÜRK topluluklarından 12. yüzyılda Harzemşahlar döneminde MUGAN TÜRKMENLERİ olarak bahsedilmektedir. Bu TÜRKMENLER Arap kaynaklarında Ekrad-ı bi-iskan, yani yerleşik olmayan Kürtler olarak geçer.

Açıkça görülmektedir ki Arap kaynakları henüz yerle-şik hayata geçmemiş ve belki de müslüman olmamış TÜRK boylarını ayırt etmek için Ekrad ifadesini kullanmaktadırlar.

Çünkü göçebe de olsa müslüman Türklere TÜRKMEN adı verilmesi de bu dönemdedir. Böylece GURTİ-KARDU gibiyakıştırmaları bir kenara bırakırsak ilk defa bir BOY olarak Kürt adına ORHUN kitabelerinde rastlıyoruz.


Bu uruğun GÖKTÜRK diye bilinen devletin içinde ve diğer TÜRK boyları arasında yaşadığı ve liderinin adının ALP URUNGU olduğu tartışma götürmez. (Bakınız: ELEGEŞANITI, ORHUN  KİTABELERİ.) Herat’tan üç fersah yukarıda Ulenknişin yaylasının batısında Kürtnişin adında bir köy vardır.

Anadolu Kürtleri o diyara bir sefer yapmadıklarına göre bu adın yöre Türkleri tarafından verildiği ortadadır. Aslında bunda şaşacak bir şey yoktur! Çünkü Kürt kelimesiTürkçedir ve zengin mânâlar taşır:

KÜRT: Kar yığını, çığ, bir çeşit kayın ağacı, ayva ağacı 

KÜRÜD: Merih gezeğeni (Ayrıca Beyşehir kenarında eskiden göçebe olan Türkmenlerin oturduğu Kürtler köyünde ise “süpürge otu” anlamına gelir.)

KÜRT: kalın kar yığını (Kazak lehçesi)

KÜRTİK: yeni yağmış kar (Kazak ve Tarançi lehçesi) çığ (Sor Lehçesi)

KÖRT: Kar yığını (Kazan Tatar lehçesi) Karların dağlarda teşkil ettiği saçak, kar yığıntısı (Çuvaş lehçesi)

KÖRTÜK: Kar denizi veya kar çölü (Uygur lehçesi) kar yığını (Teleüt, Soyon ve Karakırgız lehçesi)

KÜRTKÜ: Kar yığını (Karakırgız lehçesi)

KÜRTÇÜK: Kar yığını (Yakut ve Çeremis lehçesi) (Kürt Meselesi, M. Şükrü Sekban, 1979, sf.18-19)

Daha da enteresanı (2001, Mart) STV televizyonunda konuşan ve ülkesini tanıtan Afganistan Büyükelçisi gösterilen filimdeki bir halıyı KÜRDÎ diye adlandırdı. Kendisine,“Niye bu halının adı KÜRDÎ?” diye sorulunca, ne cevap verdi biliyor musunuz? “Çünkü bu tür halılar Afganistan’daki DAĞLI BİR KABİLE tarafından dokunur.” dedi! Bu da bizim “Kürt” ifadesinin DAĞLI GÖÇEBELER için kullanıldığı tespitimizi desteklemektedir. Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu asla bir “Kürt Bölgesi” değildir!

Bölgede 11. asırdan itibaren devlet kuran Artukoğulları, Dulkadiroğulları, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Saltukoğulları, Mengücükoğulları hep OĞUZ boyundandır. Aralarında hiç Kürt devleti yoktur.

Çünkü devlet kuran yerleşik hayata geçer, yerleşik olanın da Kürtlüğü sona erer! Çünkü KÜRTLÜK, DAĞ GÖÇEBELİĞİ DEMEKTİR! Dil farklılığın sebebi, yörenin sarpdağlık olması ve Arap-Acem etkisinin hissedilmesidir.

Kürtçe denilen ağızlarda cümleler Farsça-Arapça kelimeler den oluşsa da cümle yapısı, yani grameri genelde Türkçedir. Ve bilindiği gibi bir dilin aslını tespite yarayan ölçü de gramerdir.

Öte yandan, biliyorsunuz, art niyetli Avrupa Birliği’nin baskısı ile bir “Kürtçe” yayın furyası başladı. Bu son derece komik ve amaçsız bir faaliyet. Çünkü Kurmançça ve Zazaca yapılan bu yayınları dinleyenler Kurmanç ve Zaza grubundan dahi olsalar anlayamıyorlar.

Mesela Mahsun Kırmızıgül annesinin Zaza olmasına rağmen yayını anlayamadığını açıkladı. Çünkü bir Japon dil uzmanının dediği gibi otuza yakın ağız var. İki komşu köyün Kürtleri bile zaman geliyor, birbirini anlamıyor.

Sırada “Kürtçe” eğitim var! Avrupa Birliği’nin istediğive onların bu ülkedeki yandaşlarının “baş üstüne” deyip hemen yerine getirmeye çalıştığı her “emir” gibi bu hususu da yakında gerçekleştirmek için kolları sıvayacaklardır.


Ama bakın Yalçın Küçük ne diyor: 
“Paris Üniversitesi’nde, belki de dünyanın en iyi Doğu Dilleri üniversitesinde, Farisî, Soranî, Kırmançi tahsil ettim. Paris’te pek çok Kürt vardı, (ama) sınıflarımda hiç Kürt yoktu. Bir TÜRK (ben), sevimli bir Japon, Türk Harp Akademisi’ne gelecek bir Fransız yarbay, Paris polis departmanından bir komiser, dedesi Sovyet komünizminin kuruluşuna katılmış, adı Tanyabir İsveçli hanım, üç yıl sınıf arkadaşı olmuştuk.”

“Enstitü’de Kürt öğrenci yok muydu? El Cevap: Çoktu. Ve bunlar TÜRKOLOJİ okuyorlardı!” (Tekelistan, 2004) Fransa’da Kürtlere baskı mı var? Yok! Üstelik yağız bir Kürt delikanlısının azad kabul etmez kölesi ve de metresi Bayan Mitterand başta olmak üzere, tüm Fransa’nın Kürtçülüğü, Kürt bölücülüğü desteklediği düşünülürse, Yalçın Küçük’ünbu tespiti ibret vericidir.

“Kürt” tarihçi Celile Celil bunu destekler mahiyette şöyle diyor: “Zazaki ve Kuzey Sorani Güney Kürtçesidir. Benim konuştuğum Kuzey Kürtçesidir. Bundan başka Gorani var, Lori var, Mukri var. Kurmançi Arap dilinin etkisi altındaydı. Sorani ise Fars edebiyatının…”19
Bir başka örnek de Kürt ayırımcılar tarafından verilmektedir. Bu kişiler bölgeye sahip çıkabilmek için Nemrut Dağı’ndaki heykellerin ait olduğu KOMMAGENE Krallığı’na bir kulp bulmuşlardır. Sözüm ona bu ad Kürtçe “KONE GİYA =Herkesin çadırı” ifadesinden gelmekteymiş!20

Anadolu: Bin yıllık yurt mu?
Kürtler: Bin yıllık kardeş mi?

Pek çoğumuz işin aslının ne olduğuna gereken önemi vermeksizin, özellikle 1940’lı yıllardan sonra önümüze konulmuş, 1071 Malazgirt Savaşı’nı baz alan bir ezber kalıbını tekrarlayarak sık sık “Anadolu’nun bin yıllık yurdumuz” olduğundan ve “Kürtler ile bin yıllık kardeşlikten” bahsedip duruyoruz.

Üstelik tarih ufku ve millet bilinci yeterli derinlikten mahrum olan kimileri, kendi dar dünyalarına kıyasla bin yıllık sürenin olağanüstü bir zaman olması sebebiyle bunu bir kıvanma ve öğünme zannı ile söylüyorlar.


Türk milliyetçiliğinin tapusunu sözde hiç kimseye bırakmayan MHP’nin Genel Başkanı ve en üst düzey yöneticileri bile sık sık bu hatayı yapıyor. Bir toplantıda Devlet Bahçeli’nin “Türk Dünyasının Bilge Lideri” unvanıyla kürsüye davet edildikten sonra yaptığı yarım saatlik konuşmasında birkaç kez “Anadolu için bin yıllık yurt” ve “Kürtler için bin yıllık kardeşlik” vurgusu yapmıştır.

Türklerin Anadolu’ya 1071 Malazgirt Savaşı ile girmiş oldukları tezi kocaman bir yalandır. Batılıların ve özellikle de ABD’li toplum mühendislerinin 1940’lı yıllardan sonra bilinçlerimize yerleştirdiği ve bizlere bilinçsizce tekrar ettirdiği bir büyük yalan. Yani bir psikolojik savaş. (Brainwashing=Mind Control=Zihin Kontrolü)21

Yakın zamanlara kadar önemi pek fazla kavranamayan ama coğrafyamızdaki bazı ayrılıkçı gelişmelerden sonra nekadar önemli olduğu şimdi daha iyi anlaşılan tehlikeli bir yalan.

Çünkü biz bu söylemle “Bin yıldan önceki zamanlarda Anadolu’nun bize ait olmadığını” ve “Kürtler ile ancak Anadolu’ya geldikten sonra kardeş olup, bin yıldan önceki zamanlarda onlarla hiçbir bağımız olmadığını” kendi ağzımızla söylemiş oluyoruz ve bilmeden bunu gittikçe yerleşen bir bilince dönüştürüyoruz. Bu bilinç kayması ise bizim coğrafyamızda son yıllarda oynanmak istenen ayrılıkçı oyuna farkında olmadan yardım ediyor.

Ama gerçek tarih ve olaylar bunu doğrulamıyor! Orhun Kitabelerinde yazılı olanlar ve Orta Asya bozkırlarında karşılaştığımız Kürtler bunu doğrulamıyor.

Eğer “Anadolu’nun sadece bin yıllık yurdumuz olduğu ve Kürtlerle sadece bin yıllık kardeşliğimiz olduğu” doğruysa biz Orhun Kitabelerinde Oğuz Beyleriyle ve Kırgız Beyleriyle bir arada taşlara kazılan “Kürt Beylerini” nereye koyacağız?

Eğer bu doğruysa, benim Orta Asya bozkırlarında karşılaştığım, Kürtçe diye bir dil bilmeyip tertemiz Türkçe ile konuştuğu halde “Ben Kürdüm” diyen insanları nereye koyacağız?

Evet, Kürtler bizden bir unsurdu ve bizim aramızdaydı. Altaylarda ve Orta Asya’da bir aradaydık. Bunun için onların adları Kırgızlarla ve Oğuzlarla beraber Göktürk yazıtlarında yer aldı.

Bunun için bugün bile hâlâ Orta Asya bozkırlarında Türkçe konuştuğu halde “Kürdüm” diyen insanlar var. Tıpkı bizim bir kısmımız gibi onların da bir kısmı Orta Asya’da kaldı ve bizim bir kısmımız ile onların bir kısmı hep birlikte Anadolu’ya geldik ama sanıldığı gibi 1071 Malazgirt Savaşı ile değil. Ondan binlerce yıl evvel…


Bunun içindir ki Hakkari’de bulunan 3200 yıllık mezar taşları ile Orta Asya’da bulunan eski dönemlere ait mezar taşları birbirinin tıpa tıp aynısıdır. Çünkü aynı kültürün ürünleridir. Bunun içindir ki Ahlat’ta bulunan M.Ö. 650 yılına ait mezar taşlarında tarihi Türk boylarına ait damgalar var. Bunun içindir ki Kırgızistan’da Saymalı taş bölgesinde bulunan binlerce tarihi kaya resminin hemen hemen aynıları ile Anadolu’da Ankara/ Güdül/ Salihler Köyü’nde, Ordu/ Mesudiye/ Esatlı Köyü’nde, Kars/ Kağızman/ Camuşlu Köyünde, Erzurum/ Karayazı/ Cunni Mağarasında, Hakkari/ Yüksekova/ Gevaruk Yaylası’nda ve Anadolu’nun daha bir çok yerinde karşılaşıyoruz.

Bunun için Anadolu coğrafyasında bulunan tarihi metinler

M.Ö. 2 bin yıllarında Akat Kralının Fırat Nehrini geçerek Anadolu’ya girmesi üzerine o zaman Anadolu’da bulunan 17 şehir devletinin Akat Kralına karşı vatanlarını korumak için bir araya geldiklerini ve bunlardan birinin de çivi yazılı metnin 15. satırında yer alan Türki Kralı İlşu-Nail olduğunu” yazıyor.

Yani bundan 4 bin yıldan daha önceki bir zamanda Anadolu da Türkler var ve vatanlarına yapılan bir saldırıya karşı da direniyorlar. O zaman da bu vatanı başkasına vermemek için savaşıyorlar. Buradan ayrıca tarihte “Türk”adıyla kurulan ilk devletin “Göktürk” devleti olmadığı da anlaşılıyor.


Aynı arkeolojik bulgulardan bu Türk krallığının da Hurri isimli bir kavimden geldiği, Türkçe konuşan bu kavmin Anadolu’daki tarihi nin ise M.Ö. 3000. yıldan 6000.yıla kadar gittiği anlaşılıyor. Bu açık bulgular ise Türklerin Anadolu’daki varlık tarihini en azından 8000 yıl öncesine götürüyor.

Tüm bu bulgularla coşup “Türklerin anayurdu aslında Orta Asya değil Anadolu’dur.” diyenlerin olduğunuda biliyorum. Ama tarih bütünü bunu doğrulamıyor. Türklerin tarih sahnesine çıktığı yer Altay bölgesidir ama Anadolu coğrafyasına gelişleri zannedildiği ve tehlikeli biryanlışlıkla ifade edildiği gibi bin yıl önce değil binlerce yıl öncedir.

Sözün özünü önemine binaen tekrar edelim. Anadolu ile ve Kürt halkıyla ilgili “bin yıllık” söylem, bize bilinçli ve planlı şekilde söyletilen tehlikeli bir yanlıştır.

Çünkü bu söylem, Anadolu’ya sahipliğimizin insanlık tarihine kıyasla fazla da eski olmadığını onayladığı gibi, Kürtler ile tamamen ayrı milletler olup, ancak bin yıl öncesine dayanan bir beraberliğimiz olduğunu da onaylıyor.

Halbuki gerçek bu değil! Gerçek, Türk-Kürt beraberliğinin Orta Asya’daki binlerce yıllık ortak tarihe dayandığıdır ve bu toplumların da Anadolu’ya bin yıl önce değil, binlerce yıl önce geldiğidir. Göktürk Yazıtlarında adı geçen Kürt Beyleri ile bugün bile Orta Asya bozkırlarında yaşayan Kürtler ve Anadolu’nun arkeolojik bulguları bunu gösteriyor.

Başka milletler kendileri için olmayan tarih yaratırken, biz var tarihimizi yok ediyoruz.



İKİNCİ BÖLÜM

KÜRTLERİN TÜRKLÜĞÜ 22


Bu bölümde sizlere, 2700 yıllık Türk tarihinin yazık ki az bilinen bir yönünü açıklayacağım. Doğuda yüzüncü boylamdan, yani Moğolistan’ın kuzeyindeki Baykal Gölü batısından; batıda Viyana doğrusuna kadar ki onyedinci boylam dairesi arasında ve kuzeyde, ellibeşinci paralelden, güneyde Afganistan ve Basra Körfezinin bulunduğu otuzuncu paralel aralarındaki beş ayrı bölgede, tarih boyunca görülen Kürt adlı Türk uruklarını, tarih ve dil bakımından tanıtmaya çalışacağım. Bu konu, Mayıs 1946’da İstanbul’da "Tasvir" gazetesinde üç makale halinde ve Ankara’da toplanan “6. Türk Tarih Kongresi Bildiriler" kitabında çıkmış ve ayrı basımı da yapılmıştır.


Asıl konumuza girmeden, tarih boyunca Asya, Avrupa ve Afrika’ya hakim olarak yayılan Türklerin, genel ve ülke-bölge tarihindeki birçok eksik kalan konular gibi Kürt adıyla tanınan kalabalık ve güçlü bir uruk yani kavmin, neden şimdiye kadar incelenerek, derli toplu bir kitaplatanıtılamadığını haklı olarak düşünenler olacaktır.

Bu haklı düşünce sahiplerine kısaca şöyle cevap verebiliriz: Rahmetli Ziya Gökalp, Birinci Cihan Savaşı içinde 1916’da ders yılı başında, şimdiki İstanbul Üniversitesi demek olan, Darülfülün’u ıslah ederken, burada ilk defa bir "Tarih Kürsüsü”nü kurmuştu. Bu tarihten önce koca Türk-Osmanlı İmparatorluğunda liselerin üstünde ancak Harbiyelerde harp tarihleri ve Mülkiye Mektebinde de çoğu tercüme olan siyasi ve idari tarih okutulurdu.

Fakat, 1916-1933 arasında İstanbul Darülfülün’u Edebiyat Fakültesi “Tarih Kürsüsü”nde müderris (profesör) unvanı ile ders okutan rahmetli Necib Asım, Ahmet Refik, Şemseddin Günaltay, Fuad Köprülü gibi kişilerin hiçbiri, "Tarih Enstitüsü"nde okumamış ve doktora yapmamış kimseler olup, lisan bilen ve kendi kendini yetiştirmiş harbiye, hukuk veya mülkiye mezunu idiler.

Bu yüzden eski Türkleri tanıtan kaynakların yazdığı Çince, Hintçe, Eski Farsça, Asurca, Yunanca ve Latince gibi dilleri bilmiyorlardı. Mezopotamya, Mısır ve Hitit yazılarını okuyan, tek bir Türk yoktu. Tarih ilmi esasları bakımından da kendileri donanmış olmadığından 1916-1933 yılları arasındaki İstanbul Edebiyat Fakültesi "Tarih Mezuniyet Tezleri” de çok zayıf olup, tez vasfını taşıyanların sayısı bir elin parmağını geçmezdi.


Ancak Atatürk’ün emriyle 1933’te "Darülfünun" adı da kaldırılarak ıslahat yapılıp üniversite adı verilerek yabancı uzman ve profesörler İstanbul’a getirildikten sonra, TürkTarih ilmi de gelişmeye başladı.

Yine Atatürk’ün isteği ile, başkent Ankara’da, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin 1935"te açılması ve gelişmesiyle demin arz edilen genel Türk tarihi kaynaklarının yazıldığı dilleri, doğrudan doğruya okuyup değerlendirebilen Türk gençleri yetişmeye başladı ve Ankara’da Macar dili ile tarihini öğreten Hungaroloji Enstitüsü’nün gayretli Macar profesörleri, Türk tarih araştırmalarına geniş ufuklar açtılar ve çok değerli gençlerimizi yetiştirdiler.

Artık İstanbul’da Edebiyat fakültesi ve Ankara’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi gittikçe gelişerek milletler arası ilim kongrelerinde "Genel Türk Tarihi"nin ana meselelerini kavramış olarak yetki ile konuşan ve hatırı sayılır miktarda Türk uzmanlarını yetiştirmektedir.

Bu yüzden, milli ve genel tarihimizin birçok meseleleride çözülüp aydınlığa kavuşmaktadır. Fakat hiçbir milletin eski tarihi Türklerinki gibi çok geniş ve dünyayı saran bir ululuk göstermemektedir. Doğuda Japon Denizi’nden, Batıda Atlas Okyanusu’na ve Kuzey Sibir ile Kazan bölgelerinden güney Hind’e, Yemen’e, Habeşistan’a kadar, asırlarca hakim olup medeniyetler geliştirerek, üç kıtaya yayılan Türk ırkının, yakınçağa kadar gerçekten "dünyanın efendisi"sayılan ve en büyük teşkilatçısı olan şanlı atalarımızın tarihini, bütün ayrıntıları ile 60-70 yılda aydınlığa kavuşturmak hiç de kolay değildir.

Türkiye’de tarih araştırma ve öğretiminin üniversitelerde çok geç başlamasından ötürü daha Genel Türk Tarihi içindeki birçok meselelerin bile çözülüp su yüzüne çıkmayışı gibi Kürt diye anılan Asya ve Avrupa’daki Türk urukları da tüm olarak bir arada araştırılmaya yeni başlanmıştır.

1) Moğalistan kuzey batısındaki Sayan Dağları veYenisey Irmağı Başlarında

2) Batı Türkistan’da (Horasan ile Afganistan)

3) Dağıstan ile Romanya-Macaristan Çekoslovakya gibiTuna Boylarında

4) Kuzey Azerbaycan"da Kür-Aras Irmakları boylarında

5) Dicle boylarından yayılmış olarak, Türkiye, İran, Irakve Kuzey Suriye’dekiler olmak üzere

Asya ve Avrupa’daki başlıca beş ayrı coğrafya bölge- sinde yaşamış ve hatıralar bırakmış olan Kürt adlı, güçlü ve kalabalık Türk urukları vardır.

İlk dört bölgedeki Kürtler gibi bir Türk ve Oğuz uruğuolan ve umumiyetle "Kürmanç" denilen Dicle Kürtlerinin degerçek mahiyeti ve kökleri artık aydınlığa kavuşmuştur.

Diyarbakır’ı Tanıtma Derneği”nin 1963’te Ankara’da 32 sahife halinde bastırdığı “Kürtlerin Kökü I.Bölüm” ve 1964’te iki haritalı, “Her Bakımdan Türk Olan Kürtler I.” Adlı 130 sayfalık kitap ile, 6. Türk Tarih Kongresi’ndeki tebliğ artık tarih bakımından Kürtlerin kökünü ilmi olarak ortaya koymuştur.

Burada sizlere, Kürtleri, tarih yönünden başka, sonderece ilgi çekici olan dil bakımından da tanıtmaya çalışarak, Türklüklerini ispat edeceğim. Biraz da antropoloji, etnografya, etnoloji ve folklor bakımlarından da Kürmanç ve Zaza uruklarına ayrılan Dicle Kürtlerinin, asla İranlı/Aryani olmayıp Türklüklerini belirteceğim.

Yurdumuzdaki üniversitelerin tarih ve edebiyat bölümleri geliştikçe buradan yetişecek Türk gençleri, bölgemiz tarihi ile birlikte yabancı yayın ve ajanlarının propaganda ve yemleme telkinlerinden kendilerini sıyırarak ilmin ışığı ve aklın ölçüleriyle yalnız Kürtleri değil, yurdumuzdaki yerleşik veya göçebe Türkmenler, Yörükler, Tahtacılar, Manavlar, Mavalılar, Terekemeler, Karapapaklar ve başkaca adlarla anılan halkımızı da inceleyip mazilerini aydınlatacaklardır. Bu uğurda uluslararası ilim değeri taşıyacak eserleri ortaya getireceklerdir.

Bu gerçeği unutmayalım ki 1945"te "Kars, Ardahan, Artvin” başta olmak üzere, Doğu Karadeniz illerimizi Gürcistan’nın tarihi hakları diyerek ve bütün Doğu Anadolu’yu da Amerika’da toplanan "Dünya Ermeniler Kongresi" ve "Revan Komünist Partisi Kararları" adına Ermenistan için Türkiye’den, bu kutlu ve mutlu son ana yurdumuzdan koparmak isteyen emperyalist batı ve Türk düşmanı Ruslar, “Tiflis-Gürcü Üniversitesi" ile "Revan-Ermeni Üniversitesi" gibi kuruluşları da siyasete alet ederek geceli gündüzlü çalışmaktadırlar.


Erzurum’da açılan Atatürk Üniversitesi bu kutlu irfan ocağımız her şeyden önce, doğuda Türklüğün bir manevi kalesi olarak kurulmuştur.

Unutmayalım ki eskiden Çinliler ile Bizanslıların güttüğü "parçala, hükmet" metodunu 1552 yılından beri genişleyip yayılmakta olan Ruslar ve emperyalist batı, ABD ve AB başarı ile uygulamaktadır. Bu sayede Ruslar, Kazan Hanlığını, Astakan Ülkesini, Sibiri ve İstiklal Vadi ile Kırım Yurdunu, Kabartay-İlini, Gürcistan’ı, Dağıstan ile Kuzey Azerbaycan’ı, Batı Türkistan’ı, sıra ile istila etmiş; para ve türlü yollarla, Türk’ü ve Müslüman’ı biri birine düşürerek kırdırmış ve I. Petro’dan beri de Osmanlı-Türk İmparatorluğunun amansız düşmanı olarak çöküşünü hızlandırmıştır.

Bunlar Türkiye’yi yıkacak akıl almaz usullere başvurmakta ansiklopedileri, üniversite ve diğer yayın kuruluşları ile yayımladıkları gerçekleri saptıran yalan kitapları, makaleleri, diğer yayınları ve internet üzerinde yaptıkları saptırmalar ile milyarlarca lira sarfederek yurdumuzu, yurttaşımızı parçalamaya çalışmakta bu arada "kanı bizden, dini bizden donu (giyimi) bizden" diye söylenen halk deyimimizdeki gibi, her şeyi ile bir ve bizden olan milletimizi Türk-Kürt ayrımı, Sünni-Alevi düşmanlığı, Sağcı-Solcu çatışması ve daha türlü türlü çökertici mikrop aşıları ile bölmeye, milli birlik ve bütünlüğümüzü bozmaya çalışmaktadır.

Tanrıdan korkan, insanlık ve ilim hassasiyeti olan, gerçekten milletini ve yurdunu seven aydınlar, kendilerine yapılan hakaretleri, engellemeleri, psikolojik baskılara ragmen bu gibi düşman tesirlerinden kendilerini kurtarıp gerçeği ve doğruyu seçebiliyor. Burada engin Türk varlığının güçlü ve yaygın uruklarından birisini, yani kanımızdan ve canımızdan olan Kürtlerin tarih, dil, antropoloji, etnoloji/etnografya ve folklor bakımlarından gerçek köklerini, mahiyetlerini, araştırıp ortaya çıkartmaya çalışıyorlar.


KÜRT ADININ ANLAMI


Asıl konumuza girerken, hiçbir İran veya Aryani toplulukta görülmeyip yalnız Türk ve Oğuzlar kolundan gelen urukların adı olan "Kürt" deyiminin anlamından işe başlayalım. Başta Macar dilcileri olmak üzere Türkologlar doğru olarak Kürt kelimesinin isim olarak Türkçe “yatkın kar, sertleşmiş kar, yazın dağ başlarında bulunan ve geç eriyen kar” anlamına geldiğini belirtmişlerdir. Türkistan, Kırım ve Kafkas İllerinde bugün de "kar" anlamına kullanılan "Kürt" sözü, Azerbaycan ile Anadolu’da, kışın insanı, hayvanı ve kızağı batırmaz derecede, tahta gibi sert karyığını demek olan "kurtuk" (Ahıska, Artvin, Çorum, Kırşehir), "kürtük" (Kars, Erzurum, Erzincan, Sivas, Amasya, Malatya, Diyarbakır, Bitlis, Hakkari) ve "kürtün" (Kastamonu, Bolu, Edirne, Konya, Isparta) deyimlerinde yaşamaktadır ki bu sonuncular, dağların kuzey ve kuytu yerlerinde yaz ortalarına kadar kalan kar anlamına gelmektedir. Tipi veya boranın çukur yerlere doldurduğu ve sertleşerek uzun zaman kalan "kar yığını" anlamına da gelen "kurtuk-kürtük” ile Orta Asya (Doğu) ve Kuzey Türk dillerindeki “kar" demek olan "Kürt" sözü, yatkın ve sertleşmiş kar anlamına gelmektedir.


Senelerce yapılan psikolojik savaş sonrası bazı kendini bilmez Türkler arasında bile yukarıda yazdığım paragraf maalesef alay konusu olarak alınmıştır. İnceleme zahmetine katlanmayan, cahil veya satılmış ve hain olan bazı akademisyenler de bu cahiller kervanına katılmıştır. Halbuki yukarıda yazılanlar tamamen bilimsel verilere dayanarak yazılmıştır.

Bundan 900 yıl önceleri yazılmış olan Kaşgarlı’nın"Divanı Lügati’t Türk" adlı büyük sözlüğünde, "Kürt” deyim iiki anlamda geçmektedir.

a) "At arpanı (arpayı) kürt kürt yedi.” cümlesi örnek veriliyor ve insanın "hıyar" (salatalık) gibi sert nesneleri yerken çıkarılan sese de "kürt kürt" (şimdiki İstanbul ağzımızla kütür kütür) deniyor.

b) "Yay, kamçı ve değnek gibi (sert, dayanıklı) nesneler yapılan kayın ağacına da "kürt" dendiği belirtiliyor.

Azerbaycan, Dağıstan ve Doğu Anadolu’da çoban hesabı (takvimi) içinde “gücük” (şubat) ayı sonundaki üçüncü cemrede “Kürdoğlu” veya “Kürdoğlu kayada kaldığı gece” denilen sayılı bir gün vardır. İnanışa göre, bu sırada Kürdoğlu, yarı geceye kadar soğuktan titreyip diş dişe vururken yarı geceden sonra, çağ (mevsim) dönüp nefes aldığından kışın dondurucu soğuğu sona erer yazın (ilkbaharın) ilk saatleri de başlar.

Bu yüzden Çıldır gölü gibi kışın kızaklar ve hayvan sürüleri geçen üzeri buzlanmış sulardan artık hiç geçilmez. Bu “çoban hesabı”ndaki “Kürdoğlu” deyimi, halk inanışına göre, “Kar Adamı"nın oğlu, Kar Oğlu”dur ve ondan sonra insanoğlunun bulunduğu bölgelerden uzaklaşıp gözden yitermiş.

Biraz sonra göreceğimiz gibi, Türklerin “Kürt” adlı uruğu yazın tepesinde ve kuzeyde kar bulunan yüksek yaylaklarda yaşadıklarından böyle anılmışlardır. Biz, bu adın eş anlamını, “Karluk” diye tanınan Oğuzlarda da görmekteyiz. 13. yüzyıldan kalma Uygurca yazılı “Oğuz Kağan Destanı”nda Orta Asya’daki yüce Tanrı Dağlar bölgesinde yaşayan Karluk฀(karlık) Türklerine bu adın “kar içinde” yaşadıkları için Oğuz Kağan tarafından verildiği belirtilmektedir. Türkistan’ın güney kesiminde Afganistan’a değin yayılan Karluklar, 751 Talas Savaşı sırasında İslam Arapların tarafını tutarak, Çinlilerin yenilmesini sağlamışlardı. Bu Karluk Türklerinin güneyde devlet kuran koluna verilen “Abdal” adının, kuzey-Hint dilince, “karlık” (karlı yerde yaşayan) anlamına geldiği tespit edilmiştir. Çin kaynaklarında bunlara “Ye-ta/Hu-ta”, 568’deki Bizans kroniklerinde “Heptalit” (=Haptallar) ve İslam Arap eserlerinde “Habatıla” (Habtallar) denilmekte idi.


Hintçe kaynaklar bunların, “Huna” (Hun Türkleri) soyundan geldiğini belirtir. 563-567 yılları arasındaki savaşlar ile Göktürkler ve müttefiki Sasanlı İranlılar, Tanrı Dağlarının Doğu ve Batısına yayılarak geniş bir imparatorluk halinde yaşayan bu Heptalit/haptallar/Abdallar Devletini yıkarak, aralarında paylaşmışlardı.

İşte bu Karluk/Abdal Türkleri kolundan bugün Türkiye’de Bingöl’den Silifke’ye ve Adapazarı’na kadar yeryer yayılmış olarak “Abdallar” veya “Abdalan” (Abdallar) adıyla Kürtler, Zazalar, Türkmenler ve Yörükler topluluğu içinde oymaklar vardır. Köy adlarında da hatıraları yaşayan ve ana dilleri Kürmaçça, Zazaca veya Türkçe olan Anadolu’daki bu Abdalan/Abdalların adının, “Karluk” (karlıdağ bölgesinde yaşayan) anlamından geldiği ve hepsinin Afganistan ile doğusundaki eski Haptallar’dan oldukları anlaşılmıştır.

Kısacası, hiçbir İran veya Hint-Avrupalı/Aryani topluluğunda bulunmayan “Kürt” veya buna benzer bir etnik topluluk, yalnız Moğolistan’ın kuzey batısındaki Sayan Dağlarından Viyana’ya ve Sibir’den Basra Körfezi’ne kadar olan yerlerde yaşayan Türkler arasında güçlü ve kalabalık bir uruk (kavim) olarak görülmektedir.

Bunların adı da tarihçi ve Türkologların belirttiği üzere Türkçede “Kürt, Kürtlük, kürtün" deyimlerindeki gibi “sertleşmiş veya yaza da kalan kar yığını” anlamına gelmektedir. Azerbaycan ile Türkiye’de köylülerin: “Kürdün bir yanı dağ olmazsa yaşayamaz.” biçimindeki atasözü ve Kars, Erzurum halay türkülerinden birinde: “Allah Kürdü yaratmış, Dağlar khali (boş) kalmıya” mısraları da koyuncu ve çoban Kürtlerin karlı yaylaklar bölgesini severek böyle yerlerde yaşamalarının hatırasından kalmadır.

Oğuzların bir kolu Tanrı Dağları bölgesi ve çevresinde “Karluk” ve kuzey Hintlilerce “Abdal/Haptal” diye tanındığı gibi Asya’nın kuzey ve batısında da aynı anlamda “Kürt” (Karduk/Kortuk/Kortik ve Batı Sibir’de Kürdak varyantları ile) diye anılan Türk/Oğuz kolu tarih boyunca tanınmıştır.


Tarih Bakımından Kürtlerin Türklüğü

M.Ö. 8. yüzyılda Orta Asya’nın doğusuna hakim Hunlar (Hiyung-nu) kolundan gelip Tanrı Dağları bölgesine yerleşerek burada “karluk” ve “Abdal/Haptal (Heptalit)” adıyla tanınan Oğuzlara karşılık Saka (İskit) birliği içindeki Oğuzların karlı dağ/yaylak bölgelerinde yaşayanlarına “Kürt” ve bunun benzeri adlar verilmiştir. Yani “Karluk/ Abdal” urukları Hunlar kolundan olup “Kürtler” ise Sakalar (İskitler) topluluğundaki yüce dağlar bölgesinde yaşayan Oğuzlardandır.


Biz, tarih boyunca Sakaların ülkesinde başlıca beş ülke ve bölgede "Kürt" adıyla tanınan göçebe toplulukları görmekteyiz. Bunları, doğudan batıya ve kuzeyden güneye yayılış yönlerine göre, sırasıyla gözden geçirelim.

Yenisey Kürtleri

Türklerin Sibir ve Avrupalıların Sibirya/Siberya dedikleri Asya’nın bütün kuzeyini kaplayan geniş ülkelerin ortasından geçen ulu ırmağın adı Türkçe Yenisey’dir. Bu Yenisey Irmağı başlarında Göktürklerin “Kögmen” dediği Sayan Dağları (En yükseği 3490m.) arasında küçük dağ gölleriyle donanmış çok güzel ve bol otlaklı yeşil yaylaklar vardır.


Moğolistan’ın kuzeybatısı ile Baykal gölünün batısında bulunan Yenisey başlarındaki bu toprakların doğu kesiminde bugün Rusya’ya bağlı Tannu-Tuva adlı bir “Muhtar Türk Cumhuriyeti” vardır. Yüz ölçümü 200 bin km kare tutan bu ülkede ikinci Göktürk Kağanlığından (681 yılından) önce yaşayıp “Altı Oğuzlar”a komşu bulunan ve sürüler ile yılkılar besleyip geçinen “Kürt” adlı göçebe bir Türk uruğu vardır. Bu Yenisey Kürtleri, 650 yıllarından önce daha doğrusu Doğu Göktürkleri’nin 630-681yılları arasında Çin İmparatorluğuna tabi bulunduğu sırada, güçlü bir “el- kan”lık (il-han) kurmuştu. Sayan Altay Dağları çevresinde ve Yenisey başlarında yaşayan Türkler, Orkun Irmağı bölgesindeki Doğu Göktürklerinden kalma anıtlardaki yazıdan daha eski olup “Yenisey Yazısı” denilen 39 harfli en eski Türk alfabesini kullanıyorlardı.


Göktürk veya Orkun yazısının eski biçimi sayılanYenisey Yazısı ile yazılı 32 mezar taşı bulunarak okunmuştur, bunların hepsi Türkçedir. “Yenisey Yazıtları (Kitabeleri)” denilen bu anıt mezar taşlarının en uzun yazılanı 12 satırlı olup 650 yıllarından önce ölen “Kürt Elkanlığı hükümdarı Alp Urangu”ya aittir ve ölünün ağzından Türkçe bir ağıt gibi yazılmıştır.


Yenisey Irmağının ana kollarından Elegeş suyu boyunda bulunduğundan “Elegeş Yazıtı” da denilen bu anıt, çok büyük bir tektaş yontularak üzerine yazılmış olup yeregömülü bulunan bu taşın topraktan yukarısı 320 santimetre boyunda ve en geniş yeri 60 santimetre enindedir. Bu koca taşı, Yenisey Kürtleri uruğu kendi padişahları için mezar anıtı olarak dikmiştir. “Elegeş Yazıtı”nın sekizinci satırında bizi ilgilendiren şu sözler yazılıdır:

“(Men) Kürt El-Kan Alp-Urangu, altunlug keşigim bantım belde; El’im, tokuz-kırk yaşım.”

Bu Türkçe cümleleri, bugünkü dilimize şöylec eaktarabiliriz:

“(Ben) Kürt İl-hani (Padişahı) Alp-Urungu’yum, altından yapılmış okluğumu bağladım belime; El’im (Devletim ve Milletim) ben 39 yaşımda öldüm.”

Yüzüncü Doğu boylamı bölgesinde Yenisey Kürtlerinden ve 1300 yıl öncesinden kalan “Elkan Alp-Urangu”nun yazılı mezar taşında zengin hayvan sürülerinden de bahsediliyor ve buradaki “Kürt” adlı güçlü uruğun Türk soyundan olup Türkçe konuşup yazdığını gösteriyor. Asya’nın bu kadar doğu ve kuzey kesimine eskiden hiçbir İranlı ve Aryani kavim gelmemiştir.


Yenisey başları, Türklerin anayurdunun kuzeydoğu kesimidir. Böyle iken henüz okul kitaplarımızda bu Yenisey Kürtlerinden hiç bahsedilmediği gibi eski bir Rus diplomatı olan ve Çarlığın son yıllarında başkent Petersburg/ Petrograd’daki (şimdi Leningrad) Kürtler Masası şefi sıfatı ile Rusların 1914-1917 arasında Kars’tan İskenderun’a ve Tebriz’den Basra Körfezi’ne ilerleyen ordularına yol üzerindeki “Kürtler”den nasıl istifade edilebileceğini gizli ve numaralanmış olarak basılan bir kitabında anlatan V. Minorsky’nin 1927’de İslam Ansiklopedisi’nin Avrupa dillerindeki nüshalarında yazdığı “Kürtler” maddesinde de asla bu hususa dokunulmamıştır.

Ne yazık ki bu korkunç Türk düşmanı ve Rusların Kürtleri bizden ayırıcı faaliyetlerinin akıl hocası olan Prof. V. Minorsky’nin “Kürtler” makalesi, 1955’te çıkan Türkçe “İslam Ansiklopedisi”nde olduğu gibi tercüme edilerek basılmıştır.

Beş Kürtlük bölgesinden en doğudaki olan bu Yenisey Kürtleri, sonradan doğudan gelen yeni göçlerin baskısı ile Batıya göçmüşler ve İrtiş Irmağı ile Tobol Suyu boylarına yerleşmişlerdir. Bu yeni yurtlarındayken batıdan Don Kazakları Hatamanı Yermak’ın 1581-1582 de İrtiş boylarını top ve tüfekli birlikleriyle Ruslar hesabına istilası ve Ortodoksluğu zorla yaymak istemesi üzerine Türk Mollaları bunları 16. yüzyıl sonlarında İslam dinine kazandırmış ve Kam (Şaman) dinini bıraktırmışlardır.

Son 400 yıldan beri Batı Sibir’de bu eski Yenisey Kürtlerinin torunlarına, “Kürdak" denildiği biliniyor. Çarlık çağında Ruslar bunlara resmen Tara-Tatarları/Tobol Tatarları ve yurtlarına da “Kurdak-Heskaya Vosolt” derlerdi. Dilleri Türkçedir.

Yenisey Kürtlerini, M.Ö. 7. yüzyılda doğuda Tanrı Dağları ile Çin sınırına dayanan ve batıda Karpat Dağları ile Tuna Boylarına uzanan, güneyde Filistin ve Mısır kapılarına varan koca Saka/İskit İmparatorluğu’nun kuzeydoğu ucundaki Türklerinin teşkil ettikleri anlaşılıyor.


Ortaçağ başlarında İran’ın Kuzeydoğu kesimi ile bugünkü Türkmenistan ve Afganistan bölgelerine “Doğu Ülkesi” anlamında Farsça “Khorasan” ve (Topkapı Sarayı Oğuznamesindeki gibi) Türkçe “Gün doğusu Genkyer”denirdi.


Batı Türkistan veya Horasan-Afgan Kürtleri :


Horasan’ın Doğu İran ile Batı Afgan kesimlerine burada yerleşen Saka Türklerine göre İlk ve Ortaçağlarda “Secistan/Seistan” denilmiştir. İran destanlarında eşsiz bir pehlivan, yiğit olarak anılan Zal’oğlu Rüstem de işte bu Secistanlı Sakalar soyundandır. İstanbul Üniversitesi’nde “Umumi Türk Tarihi Kürsü Profesörü” olup bu uğurda dünyaca tanınmış bir otorite sayılan Sayın hocamız Ahmet Zeki Velidi TOGAN yazılı kaynaklardaki Horasan Sakaları dilinden kalma yer ve kişi adlarındaki Türkçe sözleri ayıklayıp ortaya çıkarmıştır.


4-5. yüzyıllarda Sasanlılar, Horasandaki Merv ile Bavurd şehirleri çevresinde (24 Oğuzlardan iki boyu teşkil eden) “Khalaç” adlı Türklerin göçebe olarak yaşadığını bildirirler. 591 yılında Batı Göktürklerinin yardımı ile İran Devletine hakim olup Bağdat yanındaki başkent Ktezifon’da tahtı ele geçiren Horasan Sakalarının Arşaklılar kolundan Behram Çopin kardeşine mensup bulunduğu uruna göre “Kürdi” ve kız kardeşine “Kürdiyye” denildiğini 915’te eserini bitiren ünlü İslam tarihçisi Taberi, İran kaynaklarından alarak bildirmektedir.


İranlılığın koyu olarak yaşadığı Taberistan’dan yetişen bu bilginin Arapçaya göre yazıldığı bu “Kürdi” ve bunun kadınlar için (feminen) kullanılan “Kürdiyye” gibi sıfatlarla anılan kardeş ve kız kardeşin adları İran tahtını zorla ele geçiren ve Sasanlı düşmanı olan Behram Çopin’in (Çüpin) de Kürtlerden olduğunu gösterir. Bu yüzdendir ki Bitlis Sancakbeyi Şeref Han da “İran Şahları”ndan “Behram Çübin”in, Kürtler Taifesinden” olduğuna işaret etmiştir.

Bu yazılanların yanlış olduğunu savunanların yanlışlığımızı ispat edebildikleri hiç bir bilimsel çalışma mevcut değildir. İddiaları tamamen dış kaynaklı verilere ve kulaktan dolma bilgilere dayanmaktadır. Özetle savundukları dış kaynaklı bilgiler acaba neden bu kadar revaçtadır, takdirlerinize bırakıyorum.







ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

SAHTE KÜRT TARİHİ ÜZERİNE TEZLER


Kürt denen toplulukların bir tarihi yoktur. Kürtler Irak’taki özerk bölgelerini emperyalizmle iş birliği sayesinde kurmuşlardır.

Tarihin oluşmasında milletlerin rolü büyüktür. Türk milleti tarih yapan bir millet olarak bilinir. Bugün dış güçlerin de desteğiyle tarihte hiçbir zaman varlık gösterememiş Kürtler ortaya sürülüyor.


Kürtler üzerinde ilk araştırmayı yapan batı ajanı V. Minorsky bile Kürtlerin İrani sayılmasını, ırki olmaktan ziyade dil ve tarih düşüncelerine dayandırmaktadır. Kürtlerin bölgeye yerleşmeden evvel oralarda isimleri kendilerininkine benzeyen fakat başka kökenli Kardu adlı bir kavmin yaşamış olduğu ve bunların sonradan İran kökenlilerle karışmış olduğunu ileri sürmek mümkündür, der. Kürtler halen aşiretlerden oluşan halktır. Aşiretten millet olmayacağı gibi millet olmadan da devlet olmaz. Millet olamayan toplulukların da bir dili vardır. Ama kullandıkları kelime sayısı üç yüzü geçmez. Kürtlerin de dili böyledir. İçinde %70 oranında Farsça, %20 oranında Türkçe ve %5 oranında da Arapça kelime vardır. Yani yapay bir dildir. Kendilerine has orijinal bir dilleri yoktur ve Kürtçe birden ona kadar sayamazlar.

Tarihleri yoktur, efsaneleri, mitolojileri yoktur. Dolayısıyla ana yurt diyebilecekleri bir yurtları da yoktur. Bugün Anadolu, Irak, İran ve Suriye içerisinde dağınık halde yaşamaktadırlar. Ve üzerinde yaşadıkları her karış toprak parçasının sahibi ve devleti vardır.


Bugün özellikle Kürtler üzerinde araştırma yapan batılı bilim adamları ve Kürtçü sözde yazar ve araştırmacı Izady’e göre “Kürtlerin yaşadığı bölgeler ana yurtlarıdır.” Böyle saçma sapan bir tanımlama asla yapılamaz. O zaman bugün Kürtlerin yaşadığı her yer ana vatanları olur da bugün burada doğup burada yaşayan Ermenilerin, Rumların da ana vatanı buraları olmaz mı? Bu tanım, açıkça “Kürtlerin anavatanı yoktur.” demektir. Ana yurdu olmayan bir topluluk ulus olamaz.

Izady’nin açıklaması ile ilgili şunları da söyleyebiliriz: Kürtler bir kabiledirler, oradan oraya bilhassa dağları gezerler ve gezdikleri yerlerde bir devlet kuramadıkları içinde ana yurtları yoktur. Olmayan ana yurda bir yurt uydurmak mümkün olmadığına göre, onların gezdikleri veyaşadıkları her yer ana yurtlarıdır.

Bu tanımlama ile Izady bugün Kürtlerin yaşadıkları bilhassa Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni Kürtlerin ana yurdu olarak göstermenin peşindedir. Bunun gerçek olabilmesi tarih boyunca orada Kürtlerin yaşadığının ispatı ile mümkündür. Böyle bir tarih olmadığı için Izady, bugün Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı her bölgeyi Kürtlerin ana yurdu saymaktadır.


Izady’nin Kürtlerin ana yurdu dediği toprakların gerçekte Türklerin ana yurdu olduğu ise bir çok bilim adamı tarafından ispatlanmıştır. İslam’a kadar Türk tarihi gibi muazzam bir eser yazmış bulunan Prof. Dr. Firudun Ağasıoğlu (Celilov)İslam’dan önce, Anadolu’nun hiçbir yerinde Kürtlerin izi yoktur. Anadolu’ya ve Kafkaslara son 2-3 yüzyılda gelmişlerdir. Kabile olarak yaşadıkları esas yer Zağros dağlarıdır.” diye yazar23.

Herodot “Türk dilli İskit kabileleri”nin Asya’da yaşadıklarını yazar. Ve Asya sözü ile kastettiği yeri “Hazar’ınbatısı Kafkasya ve Anadolu” olarak belirtir. Yani Anadolu’da Heredot’un tanıklığına göre MÖ 3000-4000 yıllarından beri Türkler yaşamaktadır.

“M.Ö. üç bin yıllarından itibaren Karadeniz’in Kuzey sahillerinde ortaya çıkan, oradan Sakaların sıkıştırması üzerine Güney Kafkasya’ya, oradan da Anadolu’ya geçenKimmerler (Gamerler/Gamirler) ile İskitler Anadolu’da yerleşmiş ve yaşamış Türk dilli halklardır.”24
Güney Kafkasya’da kurulan ve bugünkü Doğu Anadolu bölgemizi de içine alan Gut Devleti yıkıldıktan sonra toprakları üzerinde birçok beylik kuruldu. Bu beyliklerden biri Urmiye Gölü’nün Güneyinde ve sonradan Mana Devleti’nin kurulduğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu toprakları üzerinde kurulan Türk beyliğidir.

Çivi yazılarında Turuk/Turk/Türk şeklinde geçen Türk adlı boylar tarafından kurulan bu beylik, Sümer devleti ile komşu idi. Asur kaynaklarında ismi sık geçen ve Asurlular ile savaşan bu beyliğin Gazi ve İlday adlı iki hükümdarının adı da kaynaklarda verilmiştir.

Asur tabletlerinde bu beyliğe ait oldukça geniş bilgi vardır:

Turuk semtinden (bölgesinden) buraya (Ninova’ya) bir elçi geldi.” (Nu: 83).

Bir başka Asur tabletinde ise “...düşman Turuk çıktı, onlar Kakkületini işgal ettiler ve gelmeye devam ediyorlar.”(Nu: 21).

Hükümdar bana her şeyden önce Turukların hücum ederek İntşimi yakıp yıktıklarını yazdı.” (Nu. 63)

Turuklar başçıları İlday ile birlikte savaşa girerek iki şehri yıktılar.” (Nu. 87)

Görüldüğü gibi Izady’in “Kürt Ana yurdu” saydığı topraklarda, tarih içinde Kürt adı bile geçmemektedir. Ama Turuk/Turk/Türk isimli devletlerden söz ediliyor, hükümdarlarının adı bile veriliyor.

M.Ö. 3500’lerde Sümerler Mezopotamya’ya yerleşirken muhtemelen aynı tarihlerde Kafkaslar üzerinden gelen başka bir Türk kitlesi de Doğu Anadolu’ya yerleşerek burada bir şehir devleti kurmuşlardı ki bu Türk krallığı idi.


O halde şunu kesinlikle söyleyebiliriz: Anadolu 26 Ağustos 1071’de kazanılan Malazgirt zaferinden sonra Türkana yurdu olmuş değildir. Türkler günümüzden yaklaşık 4200 yıl evvel Anadolu’ya yerleşerek bu toprakları kendilerine ana yurt edinmişlerdir. Anadolu Kürtlerin değil, Türklerin ana yurdudur!

Anadolu’nun kapılarını Türklere Kürtler mi açtı? 

Izady tutarsa diye bir şey atmış, ama tutmamış. Çünkü olmayan bir şeyi yaratmaya çalışmak sadece abesle iştigal etmektir. Kürtlerin bir devlet geleneği yoktur. Etnik değil etnografik adı olan Kürtlerin, tarihin hiçbir döneminde devletleri olmamıştır. Yani tarihte bir Kürt devleti adı hiç yoktur. Devleti olmayan bir toplumun ana yurdu olamaz. Ana yurt denilen topraklar, ancak bir devlet ile korunur vegelecek nesillere bırakılır.

Osmanlı arşivlerinde ve İslam kaynaklarında görülen Ekrati-Yörükan, Ekrati-Türkmen gibi adların Kürtlükle ilgisi yoktur. Bu adların altında Türk ulusu bulunmaktadır. Bu bakımdan Güneydoğu Anadolu’da Kürtçe bilmeyen ve Azer Türkçesi ile konuşanlara Kürt denmesi bir yanlışlıktır, tarihi gerçeklikten uzak olan bir hatadır. Bunun dışında öz be öz Türk aşiretleri olan aşiret halklarının asimile edilerek Kürtleştirildiği gerçeğini de göz ardı etmemek gerekir. Yani Kürt denilen Türklerin sayısı oldukça yüksektir.

Türkler 1071’den sonra Anadolu’ya geldikleri zaman bizler (Kürtler) Türkleri dostça karşıladık, onlara evimizi açtık, yerleşmelerine yardımcı olduk gibi saçma sapan iddialara gülüp geçmek doğru değildir. Çünkü Türkler geldiği zaman onlar burada ise burası onların ana vatanı olur. Bu yüzden bu iddianın tarihen yanlış olduğunu göstermek gerekir. Yukarıda verdiğimiz tarihi belgeler bu iddianın aksini ispat etmektedir.

Bu iddianın bir kısmının “Türkler geldiği zaman onları dostça karşılamak, evlerini açmak” kısmının doğru olduğunu var sayalım. Gelenlerin kimseye ihtiyacı yoktur. Onlar, çiğnedikleri topraklara hükmeden Bizans İmparatorluğu ordularını darmadağınık ederek Anadolu içlerine giren muzaffer bir ordunun askerleridir. Kapılarını açmayanların kapısını zorla açarlardı. Kürtlerin doğal olarak doğru olmayan bu iddialarında dahi “güçlünün önünde eğilme” karakterli oldukları da ortaya çıkmaktadır.


Kürtlerin bir ana yurdu yoktur. Çünkü ulus olamayan ve devleti olmayan toplulukların ana yurdu olamaz. Onların sadece üzerinde doğdukları topraklar vardır. Bugün onların üzerinde doğdukları ve ana yurt dedikleri topraklar Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içerisindedir ve Türk toprağıdır. Bu toprakların tarih içinde ve günümüzde Kürt toprağı olduğunu söyleyen bir bilim adamı ve bir bilimsel kanıt yoktur.

Birçok Kürtçünün iddia ettiği gibi Kürtlerin İstiklal Savaşı’na önemli katkıları yoktur. İstiklal Savaşı Türk ırkının bir zaferidir.

Kürtçüler diyor ki; 

“Bu vatanı düşmanlardan sadece Türkler değil, Kürtlerle Türkler beraber kurtarmışlardır.

Ancak Atatürk ortaya bir Türklük dehşeti saçıp, Kürtleri sindirmiş ve Kürtlerin haklarını vermemiştir. Yani devletin kurucu unsuruna Kürt halkını eklememiştir.''
İşte Kürtçü takımı bu fikri savunarak her alanda Kürt propagandası yapar. Devletin resmi organları ve bizim milliyetçi camia ne hikmetse Kürtçü takımının tezlerine karşı çıkacağı yerde “Kürtleri kazanalım” parolasıyla bu tezleri savunmuşlardır. “Bu devleti Kürdüyle Türküyle birlikte kurduk, Çanakkale savaşında beraber savaştık.” söylemleri son 20 yılda adeta resmi politika haline geldi.

Devlet ve bazı milliyetçi olduklarını sanan cahiller Kürt tezlerinin aynılarını savunarak bir anlamda Kürtçülere hizmet ettiklerini anlayamadılar. Bu tezler o kadar taraftar topladı ki yalnızca Kürtler değil bazı Türkler bile devleti beraber kurduğumuza ve Çanakkale’de birlikte savaştığımıza inanmışlardı. Bu tezlere inanan Türk ırkının evlatları tepkisiz, tavizkar bir insan haline geliyorlardı.

Peki, gerçek neydi? Hakikaten Kürtlerle beraber mikurulmuştu bu vatan?

İstiklal savaşımız yıllarında Kürtlerin nüfusu sadece 300.000 kadardı. Bu nüfusun büyük çoğunluğu güneydoğuda sarp dağ köylerinde yaşıyordu. Sadece azlık bir kısmı birkaç şehirde bulunuyordu. Kurtuluş Savaşı’mıza hiç bir katkıda bulunmadıkları gibi çıkardıkları isyanlar ve kurdukları cemiyetlerle Kuvayı Milliye ordularına ve Ankara hükümetine ayak bağı olmuşlardır.

Seferberlik emri çıktığında Kürtlerin büyük bir çoğunluğu askere katılmamak için dağlara kaçmıştır. Fakat bir kısmı inzibatlar tarafından yakalanarak kısa bir süre hapiste yatırıldıktan sonra silah altına alınmıştır.


Savaşa zoraki katılan bu Kürtler en ufak bir işe yaramamış, bir kısmı tek kurşun bile sıkmadan karşılarına çıkan ilk düşman birliğine teslim olurken diğer bir kısmı da cepheden firar etmiştir. Düşmana teslim olmayan veya cepheden firar etmeye fırsat bulamadan bir kaza kurşununa denk gelenlerin ise adı “şehit” olmuştur. Bunların sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Eğer birazcık izan varsa Genelkurmay, Çanakkale savaşlarına katılan Kürt sayısını açıklar. Göreceksiniz ki rakam çok azdır. Onlar da zorla getirilenlerdir.

İstiklal savaşımızda Türk ırkının evlatları yaşlı genç, kadın erkek demeden cepheye koşarken Kürtlerin bir kısmı Kuvayı Milliye ordularına karşı isyan ediyor, bir kısmı savaşmamak için dağların doruklarına saklanıyor, okuması yazması olan kısmı da İngiliz parasıyla kurdukları cemiyetlerle Türk milletine zarar veriyorlardı.

Kürtlerin KURTULUŞ SAVAŞIMIZ sırasında çıkardıkları önemli isyanlar:26


a) ALİ BATI İSYANI: (11 Mayıs-18 Ağustos 1919) Ali Batı isimli Kürt, Midyat'ın güneyinde hayatlarını sürdürenbir aşiretin başına geçer ve İngilizlerden yardım alarak isyan eder. Amacı burada bir Kürdistan devleti kurmaktır. Yaklaşık bir ay süren ve çevre yerleşimlere de yayılan bu Kürt isyanı Yüzbaşı Yusuf Ziya ve emrindeki askerler tarafından bitirilir ve Ali Batı öldürülür.


b) CEMİL ÇETO İSYANI: (7 Haziran 1920) Bahtiyar aşireti reisi Cemil Çeto tarafından Fransız ve İngiliz yardı-mıyla çıkarılmıştır. Kürt Teali Cemiyeti vasıtasıyla Doğudabir Kürdistan kurulması amaçlanmıştır. Cemil Çeto denen Kürt kısa sürede yakalanmış ve öldürülmüştür.


c) KOÇGİRİ İSYANI: (6 mart-17 nisan 1921) Türkler İstiklal Savaşı verirken Kürt eşkıyalar 1920 sonlarında Erzincan, Tunceli, Sivas ve çevresinde pislik saçıyorlardı. Koçgiri aşireti reisi Haydar Bey Kürt Teali Cemiyeti'nin bir şubesini İmranlı’ya açmış ve merkezi yönetime karşı geliyordu. Biraz palazlandıklarında bölgede asker kaçaklarını arayan Türk ordusuna savaş açtılar ve bölgenin Kürdistan olmasını istediler. Görüşmeler ile bir sonuç alınamayacağını anlayan Ankara Hükümeti bu isyanı bastırdı ve isyancılar teslim oldu.


d) MİLLİ AŞİRET İSYANI: (24 ağustos-8 eylül 1920) Urfa'da Milli aşireti tarafından çıkarılan ayaklanmadır. Milli Aşiret'in reisi İsmail ile birlikte Halil, Bahur, Abdurrahman ve Mahmut adlı elebaşıları, Doğu'da bir Kürdistan Devleti kurmak düşüncesi ile ayaklanmışlardır. Büyük bir kuvvetle harekete geçen asiler, Viranşehir'i aldıktan sonra Karakeçi Aşireti'ne mensup olanları öldürmüşler, fakat daha sonra yapılan çatışmada, büyük çoğunluğu ortadan kaldırılmıştır.


Bunlar yalnızca Kürtlerin Kurtuluş Savaşımızdaki isyanlarıdır. Kürtler son 150 yılda otoriteye karşı 38 defa isyan ederek adeta bir rekor kırmışlardır. Bu gün Musul, Kerkük sınırlarımız dâhilinde değilse bunun sorumlusu1925 yılında devlete karşı ayaklanan Şeyh Said ve çevresidir.

Görülüyor ki Kürtlerin Kurtuluş savaşımızda Türkırkına en ufak bir yardımı olmadığı gibi çıkardıkları isyanlarve kurdukları cemiyetlerle (Kürt Teali Cemiyeti, Teali İslam Cemiyeti vs.) bizi sırtımızdan vurmuşlardır.

Hâlâ Kurtuluş Savaşımızda Kürtlerin yardımı var diye iddia eden varsa onlara yarım milyona (500.0000) yakın can kaybımızın olduğu Kurtuluş savaşımızda bazı şehirlerimizinşehit sayısını yazmak istiyorum.
  • Van 36 
  • Tunceli 30 
  • Muş 8
  • Mardin 7
  • Adıyaman 12
  • Kars 2
  • Bingöl 8
  • Diyarbakır 49
  • Bitlis 63
  • Siirt 40
Bu şehirlerimizin o yıllarda nüfusunun büyük bölümü-nün Türk olduğunu da unutmayalım.

Türkiye'de yaşayan Kürtlerin PKK propagandasınınetkisinde kalarak isyan etmelerini istemeyen devletin ilgilibirimleri, 1980'li yılların sonlarında Çanakkale Şehitliği'neKürt isimleri ilave etmiştir.

Amaç Kürtlerin beynine 

Türk ile Kürt kardeştir, bakın biz beraberce savaşarak bu vatanı kurtarıp cumhuriyeti kurduk, bu ülke hepimizindir.” fikrini sokarak uslu durmalarını sağlamaktı. Fakat uğraş ters tepmiş, hiçbir işe yaramaması bir yana Kürtçülerin tezlerine de kaynak olmuştur.


Kurtuluş Savaşı’mızda diğer zaferlerimiz gibi Türk milletinin zaferidir. Bu savaş Kürtlerle birlikte değil, Kürtlere rağmen kazanılmıştır. Kürtler cumhuriyet döneminde de dış güçlerin teşvikiyle Şeyh Sait ve Dersim vb.isyanlarla gerçek yüzlerini ortaya çıkarmışlardır.


Bugün Irak’ta Kürt kimliğinin oluşması Amerikalı efendilerinin sayesinde olmuştur. Gelecekte biraz daha talan ve istila şansı bulacaklarsa bunu gene aynı efendi sayesinde yapabileceklerinin de farkındadırlar. Kürtler belki de özledikleri hamilerini, babalarını Amerikalı efendilerinde buldular.


Irak’ta Amerika’yla yaptıkları iş birliği sayesinde birçok aşiret tarafından kabul edilmeyen Celal Talabani, Irak cumhurbaşkanı oldu. Amerikan desteğiyle ve korumasıyla kuzeyde bir Kürt özerk bölgesi oluşturdular.

Aşiret düzeyini aşamayan topluluklar ulus yapılmaya çalışılıyor. Şu bir gerçektir, dış yardımlar olmadan Kürtlerin ulusal devletlerini kurup yaşatması zor. Kürtler bu yüzden bugün emperyalizmle işbirliğine her zamandankinden daha hevesli.

1927 yılında İngilizce hazırlanan İslam Ansiklopedisi’nin “Kürtler” maddesini yazan Wladimir Minorsky dilden hareketle etimolojiyi kullanarak "Kürt" kelimesinin kaynağını bulmaya ve bir “Kürt” milleti inşa etmeye çalışır.

Generallerden Akademisyenlere Aynı Yanılgı

Burada hareket noktasını ise MÖ 401-400 yıllarında Ksenophon’un “Anabasis-Onbinlerin Dönüşü” adıyla yazdığı eserde kullandığı Kardukh kelimesinden oluşturmuştur..

Ksenophon ise bu konuda şunları ifade eder: “... Lydia ve İonia’ya ulaşıldığını ve kuzeyde dağlar aşılınca Kardukhlar ülkesine varıldığını bildirdiler. Bu halkların dağlarda oturduklarını, çok savaşçı olduklarını ve krala bağımlı bulunmadıklarını söylüyor. Bununla birlikte Kardukhlar, ovayı yöneten satrapla barış halindeymiş.”27

Minorsky’nin hareket noktasını teşkil eden bu görüş ciddi dil bilimciler tarafından hiçbir zaman doğrulanmamıştır. Hatta kendisi de 1938’de katıldığı 20. Oryantalistler kongresine sunduğu bildiride “Prensipte milletlerin menşelerini etimoloji ile ispat etmek tehlikelidir. Bunun için tarihi ve coğrafi elemanlara dayanmak gerekir.” demiştir.28

İlk ortaya atıldığında çok kullanılan bu kavram sonradan eleştirilerek rafa kaldırılmıştır. Rus doğu bilimci ve konsolos olan Nikitin “Karduk” teorisi hakkında şunları yazar:
“...Kardoukhoiler (Karduklar), Kürtlerin kesin olarak ataları olduğu genellikle kabul edilmişti. Onlar gibi dağlı, aynı ülkede oturur, gözü pek olduklarına göre varsayımı kesinleştirmek için daha ne gerekliydi? Oysa araştırmaların bugünkü durumunda artık bu konuda aynı kesinlik kalmamış görünmektedir. Bir kere bu alanda büyük bir otorite olan Th. Nöldeke gibi M. Hartmann, Weissbach gibi doğu bilimciler, dil bilimsel nedenlerle Kürt ve Kardu biçimlerinin eş anlamlı sayılamayacağını kanıtlamışlardır.”29
Nikitin en azından Minorsky kadar uzman olduğu ve eseri “Kürtçü” bir yayınevi tarafından yayınladığı halde onun yukarıdaki görüşleri yok sayılmıştır. Çünkü bazıları bilimsel araştırma yapmaktan ziyade, hoşlarına gelenleri ifade etmeyi bilim saymaktadırlar.

O kafalar art niyetlerinden dolayı yukarıdaki Minorsky’nin iki yazısını dahi analiz etme acizliğine düşmüşlerdir. Bu mantıkla hareket ettikleri için de sosyal sorunları anlamaktan önce çözmeye çalışıyorlar. Oysa bu süreç tersinden işlemelidir. Yani önce anlamak sonra çözüm yollarını belirlemek gerekir.

Özellikle yönetim kadrosundaki insanların yanlış konuşmaları sosyal sorunların anlaşılmasını daha zorlaştırdığı gibi çözüm yollarının da olması gereken yerde değilde farklı zeminler de tartışılmasına neden olmaktadır.

Diğer yandan dünyanın her yerinde insanlar eğitilir. Ancak eğitilen insanlar düşünür ve kendileri de başkalarını eğitmeye başlar. Hatta bazen eğitilirken de aynı zamanda başkalarını ve eğiteni eğitir. Eğer eğitim sürecinde aldıkları bilgilere yenilerini ilave edemez ya da yeni yorumlar getiremezse sadece eskiyi tekrar eder dururlar. Netice de sağlıklı olamayan bir sosyalleşme karşımıza çıkar. Başka tabirle böyle bir sürecin sonucu adeta papağanlaşmak ya da mankurtlaşmaktır.

Milliyetin tayininde iki etken önemli rol oynar. Bunlardan birisi psikolojik diğeri sosyolojiktir. Bir insan kendini hangi milletten sayıyorsa sosyolojik bakımdan ait olup olmadığına bakılmaksızın o insanın o millete ait olduğu kabul edilir. Napolyon, kesinlikle Fransız değildir. Korsikalıdır. Büyük bir ihtimalle Arap asıllıdır. Ama kendini Fransız kabul etmiş ömrünü Fransa’ya vermiştir. Stalin de aslen Rus değildir, fakat kendisini Rus kabul etmiş.

Oğuz Han’ın torunu “Ben Türk değilim.” diyorsa hiçkimse “Sen Türksün.” diye onu zorlayamaz. Ama genellikle psikolojik boyut yani aidiyet şuuru sosyolojik boyuta bağlı oluyor. Hiç kimsenin de Kürtlerin milliyetini tayin etme hakkı yoktur. Kendileri hakkında kararı kendileri verir. Başkaları ancak tarihleri, sosyal yapıları hakkında ve benzeri hususlarda araştırma yapabilirler.30

Bu anlayış ve mantık çerçevesinde söz konusu konuya yaklaşıldığı taktirde önemli mesafelerin alınacağına inanmaktayız. Aksi takdirde ben yazdım oldu dayatmalarıyla alaycı yaklaşımlarla bir yere varılması mümkün gözükmemektedir.

Kürtleri Türklerin bir kolu olarak yorumlamak siyasi bir söyleme değil tarihi ve sosyolojik kaynaklara dayanmaktadır. Bu konuda yurt dışında ve içinde birçok çalışma yapılmıştır.31

Ancak bunlar dikkate alınmadan sadece dilden ya da siyasi söylemlerden hareketle tarihi ve gerçeklerle hiç bağdaşmayan görüşler basın hokkabazları tarafından halka sunulmaktadır.

İlmi tez araştırmaları sahasında bulunan bulgular, önceden yapılan çalışmalardan hareketle Türkiye’nin birçok yerleşim yerleri ve Asya Türklerinin gelenek görenekleriyle karşılaştırılmıştır. Karşılaştırma sonuncunda coğrafi şartlardan ve dil özelliğinden başka farklı kültürel yapının olmadığı sonucuna varılmıştır. Ayrıca Edirne’den Tuva’ya kadar yapılan alan çalışmalarında derlenen on binden fazla halı, kilim, mezar taşı ve etnografik eserlerdeki damgaların benzer değil aynı olmasının konu üzerinde düşünenlere önemli kaynaklık edeceği düşüncesindeyiz.32


Örneklerle devam edelim. “Torun” aşiretini ele alalım. “Torun-torin-torini” Kırmanccada da “köklü, anlamına gelir ve Torun olanlar diğer aşiretler içinde ve çevrede çok önemli bir saygınlığa sahiptir. Bu durumun halen devam ettiği Siverek, Şanlıurfa, Ağrı, Van, Erciş, Adıyaman ve Diyarbakır’da yapılan saha çalışmalarında da tespit edilmiştir.

Ziya Gökalp 1920’de yaptığı saha çalışmasında Siverek ilçesindeki Karakeçili aşiretinin ağalarına “Torunlu” denir, der. Siverek ve köyleri ile Şanlıurfa merkezinde bir insanın önemli bir sosyal statü kazanması karşısında gururlu bir tavır takınmasına “Torunlaşma”, “O torunlaşmış.”, “O torun olmuş.” deyimi kullanılmaktadır.

Aynı konuda kendisi de Doğulu olan ve Kırmançca bilen Aras, yazdığı bir makalede “Diyarbakır ve Urfa dolaylarında yakın çevre köylerinden şehire elden yoğurt, yumurta, yağ getirenler barajilerce (şehirli) ‘Kirmanç’ olarak adlandırılmaktadır. Yine Doğu Beyazıt’ta kasabalılar tüm köylülere (ağalar da dahil) ‘Kirmanç’ demektedirler... Aynı şekilde doğudaki ‘Torun’ ve ‘Mirek’ler (secereli veya asil ağalar) tüm halka ‘Kirmanç’ demektedirler. Yörede ‘Kirmanço’ ise daha aşağılayıcı anlamında kullanılır.” der.


Bugün birçok bölgemizde “Torun” aşiretine rastlanır, bilgilerimize göre Ağrı, Kars, Van, Erzurum, Tunceli, Diyarbakır, Şanlıurfa, Gaziantep, Kahramanmaraş, Sivas, Adana, Tokat, Kayseri ve Konya’da “Torunlar” yaşamaktadır.

Torunların bazılarının anadili “Zazaca”, “Kırmançca” ve Türkçedir. Dini inanış açısından ise bir kısmı Sünni bir kısmıise Alevidir. Bu kısa açıklamadan sonra şimdi “etnik modacılar” ya da “etnik soytarılar”a soruyorum. Torunlar, hangi milletten ya da bazılarının çok kullandığı tabirle hangi “etnik” yapıdandır?


Kangal Köpeği, Kurt, Zazalar ve Kürtler

Kangal köpeği ve Türk mitolojisindeki kurt hakkında yaptığı yorumla işbirlikçi çevrelerde hayli ilgi ve sempati toplayan Türköne, şöyle diyor:

“Kangal meselesi bir ironiydi. Ama yazının temel tezi şuydu: Kurt sembolü etrafında kaç kişi toplayabilirsiniz? Kurt sembolü Türklere ait bir sembol değil. Kurdu, Kurtuluş Savaşı döneminde Yakup Kadri Karaosmanoğlu icat etmiş. Osmanlı’da yok, Selçuklularda yok, Akkoyunlularda, Karakoyunlularda yok. Adı üstünde koyun, nasıl olsun. Anadolu’da Oğuz boyları, Karakeçiler. Hep keçi, hiç kurt yok. Ben bir çarpıklığı göstermek ve iman edilen şeylerin saçma olduğunu gündeme getirmek için yazmıştım.”35
Oysa Türklerin kurttan türediği hakkındaki mitoloji herkes tarafından bilinir. (İşbirlikçiler de bilir ama bilmez görünür.) Ayrıca günümüzdeki Asya Türklerinde kurda çok büyük değer verilir. Adeta kurt inancını onların folklorunun her alanında görebilirsiniz.

Örneğin Tuva Türklerinde hasta olan insanlar ölmüş kurdun başıyla tedavi edilir. Kayseri’nin Yahyalı ilçesinde de kurdun derisinden yapılan bir halka ile kötü ruhların hastalardan çıkarılması, uzaklaştırılması ve iyileştirilmesi sağlanır. Zile ilçesindeki Alevi “Kurtoğlu Ocağı”na mensup insanlarda çocuğu olmayan bir kadının pınardan su alırken bir kurdun getirdiği etten yiyerek hamile kalması sonucu meydana geldikleri inancı vardır. Yani “Kurtoğlu Ocağı” mensuplarının babası bir kurttur. Bu konuda geniş bilgiyi sosyal antropolog Yaşar Kalafat’ın ilk cildi yayınlanan eserinde görmek mümkündür.36
Türköne, bir başka yazısında da şunu savunur: “Bugün Kürtlerin ‘müstakil hüviyetli bir ırk’ olup olmadığını kimse tartışmıyor. Kürt kelimesinin yöre halkının dağda yürürken çıkarttığı ‘kart-kurt’ sesinden türediği iddiasını, bir zamanlar bu iddiaya sarılmış olanlar bile en son eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın vurguladığı gibi iron konusu yapıyor.” Bir defa milleti ırk olarak tanımlamak hiç bir ilmi gerçeklikle açıklanamaz. Yukarıda etnik kelimesi hakkındaki yorumumuzun da burada onaylandığını görüyoruz. Çünkü bu zihniyetin yani Kürtleri ayrı bir ırk olarak görenlerin aynı zamanda da ırka göre daha az masum görülen etnik kavramını kullandıkları malum. Ancak o kafaların öncelikle yukarıda yazdığımı düşünerek benim gibilere bir ırk bulması gerekmez mi? O kafalar, benim gibilere bir ırk bulabilirlerse Kürtlerin de ayrı bir ırk olup olmadığı tartışmasına geçebilirler. Aksi taktirde onları “ben yazdım oldu mantığı”yla başbaşa bırakıyorum.37
Kürtlerin ayrı bir ırk olduğu konusunda Kürt milliyetçileri arasında da yoğunlaşmış bir uzlaşma olmadığını konu hakkında okuyanlar bilirler. Örneğin, Kürt milliyetçileri atalarını Medlere, Ermenilere Asurilere, Babaillilere, Sümerlere ve Farslara bağlarlar. Aynı insanlar Kürtlerincoğrafi tarihi vatanları olarak Fırat ve Dicle arasını, Urumiye bölgesini, Hazar civarı ile Horasan bölgesini gösterirler. Hatta bir kaynakta Doğu Anadolu, Batı Ermenistan olarak ifade edilir. Bundan ötürü Kürtçülerin bir ırk bulmadan öncebir milliyet -çünkü milliyet bulmak ırk bulmaktan her zaman daha kolaydır- ve coğrafya bulmaları gerekir ki Kürt milliyetçileri hala bu konular üzerinde bile birleşememiştir.38

Siyasi ve ideolojik düşünceye sahip olmayan Zazaca ve Dımilice konuşan hiçbir insan Kürtlüğü Kabul etmez.Özellikle Tunceli’de 50 yaş üzerindeki insanlar Kürtlüğü kabul etmedikleri gibi nerdeyse tamamı Horasan’ dan geldiklerini ve Türk olduklarını ifade ederler.

1990’dan beri yapılan saha çalışmalarında özellikle Elazığ’da Zazaca konuşanlar, Kırmançca konuşanları şaka da olsa küçümsediklerine çok defa şahit olunmuştur. Zazaca konuşanlara göre Kürt kavramı Kırmançca konuşanların karşılığıdır. Bu konuda Kürtçülerin bazı sözlüklerinde de aynı ifadeleri görebilirsiniz.


H. Küçük, “Kirmanc-Zazaların Etnik Kimliği Üzerine Tartışma” adlı makalesinde “Bizim halkımız ister kendiniKirmanc ister Zaza ister Dimli ya da Alevi olarakadlandırsın, her zaman kendisiyle Kürtler arasına bir ayrımkoymuş, kendisini ve dilini başka, Kürtleri ve dilini de başkabir biçimde adlandırmış, kendisini Kürtlerin bir parçası olarak görmemiştir. Kürt Milliyetçiliğinin etkisi altında kal-mış bazı aydınların ‘Biz Kürdüz.’ demesi bu gerçeği değiştirmez. Halkımızın kafası açık ve net iken aydınlar halkı dinlememiş, kimliğimize gölge düşürmüşlerdir.” der.39

Kürt kavramı ve ırk konusunda, Kürt milliyetçiliği ile ilgili yayınlarıyla tanınan bir yayınevinin yayınladığı McDowall’ın eserine atıf yapmak istiyorum: “MS 7. yüzyıldaki Arap yayılması döneminde ‘Kürt’ sözcüğü göçebeleri ifade etmek için kullanılıyordu. Bu nedenle etnik olmaktan çok sosyo-ekonomik bir anlam taşıyordu”. Ayrıca McDowall’a göre “Bazı Arap, Ermeni, Asuri ve Pers (ve daha sonra Türkmen) aşiretlerinin kültür ve dil olarak Kürtleşmiş olduklarına kuşku yoktur. Böylece Kürt etnik kimliği tek bir ırksal kökene işaret etmemektedir.40

Yukarıdaki iki kaynakta verilen bilgiler dahi “Kürt”kavramı bağlamında, Türkiye’de yapılan tartışmaların ne kadar yüzeysel olduğunu göstermektedir.


Kürtler Hakkındaki Teoriler

Asıl tartışma konusu olan “kart kurt” yani Kürtlerin kökeni hakkındaki teorilere gelirsek Kürtler hakkındaki “Kart kurt teorisi” Macar bilim adamı Nemeth’e aittir. Nemeth dünyadaki en tanınmış Türkologlardan biridir ve bütün dünyada teorilere değer verilen saygın bir bilim adamıdır.

(Keşke alay eden, buna inanmayan cahiller bu büyük Türkoloğun milyarda biri kadar araştırma yapsaydı ve bilgi sahibi olsaydı.)


Bilimsel araştırmalara ışık tutan genellemelere teori denir. Teoriler araştırmalar sonucunda ya kabul edilir ya da reddedilir. Kart kurt teorisi de Macar asıllı Türkolog Nemeth’e aittir. Bilindiği gibi bugünkü Macaristan’ı kuran Türk boyları arasında Kürt adıyla bilinen boylar olduğu gibi Tuna boylarında Kürt isimli köyler de vardır.41

“Yurt Kuran Macarların Tarihi” adlı eserinde Nemeth, Macarları oluşturan boyları sayarken Kürtler hakkında şuyorumları yapar: “Dördüncü boyun ikinci kısmının adı Koytry, yani Kürt’tür (Kürtü). Kürt adı konusunda en eskiMacarca veriler Kutru, Kurt şeklindedir. Bunu daha sonra Kirt, Kutru, Kyürth şeklinde de görüyoruz. Bacs, Borbod, Heves, Jasz-Nagy-Kunszolnok, Komaran, Nograd, Nyitra, Pozsony, Temes (veya Torontal) illerinde Kürt yer adları mevcuttur. Kürt adının Türkçe’deki (Buradaki Türkçe, Türkiye Türkçesi olmayıp genel Türkçedir.) genel anlamını da tanıyoruz.

Tarançı lehçesinde “yeni yağmış kar” anlamındadır. Şorcada “çığ”, Kazan Türkçesinde “kar yığını” anlamında ortaya çıkıyor. (-k) ekiyle Kırgız vs. de ise “körtük”, “yani yeni yağmış kar, derin kar, kar yığını anlamına gelmektedir. Karakteristik bir özellik ki aynı anlama gelen bir kelime Macar boy adı olarak rol oynamaktadır.

Kürt boy adının Moğolistan’da ve Kafkasya Türklüğü’nde birbirinden bağımsız bir şekilde ortaya çıkması pek muhtemel bir şey değildir. Bazılarınca ironi konusu yapılan “kart kurt” görüşünün aslı budur.

Dolayısıyla konusunda dünyaca meşhur olan bir Türkolog tarafından dile getirilen bu görüşlerin tartışılması bilimsel bir mantığı gerektirir. Yani yukarıdaki görüşü ironi konusu yapanların, uluslararası tanınmış Türkologların, tarihçilerin (batı tarafından satın alınmış sözde bilim adamlarını kastetmiyorum) görüşlerinden hareketle neden, niçin tutarsız olduğunu ispat etmeleri gerekir. Kafadan desteksiz atmak kolaydır. Zor olan teoriyi bilimsel yolla çözümlemektir. 

Kart kurt alayını” meydana getirip de sonradan ona ironik yaklaşanları bundan sonra yazacaklarımız çok kızdıracaktır. Çünkü aşağıdaki paragraflarda yazacaklarımız “Kürt ırkı” meydana getirmek isteyenlerin ve onların ağzıyla konuşup yazanların sıkça başvurduğu hatta başucu yaptıkları kitaplarından alıntılar olacaktır.

“O parlak günler kara günler oldu. Herkes Cemşid’e itaatten vazgeçti. Her taraftan bir padişah, her yerden ileri gelen bir adam çıktı ve asker toplayıp savaşa hazırlanarak Cemşid’e karşı düşmanlık gösterdi. Askerler birer birer İran’dan çıktılar ve Arapların memleketine doğru yol almağa başladılar. Orada ejderha yapılı büyük bir padişah olduğunu haber almışlardı. Kendilerine bir padişah arayan bütün İran süvarileri hep birden Dahhak’a gittiler.

Onu padişahlıkla övdüler ve İran’a padişah olarak kabul ettiler. Bunun üzerine bu ejderha yapılı padişah rüzgar suretiyle geldi. İran’da saltanat tacını başına koydu. Dahhak, saltanat tahtına oturduktan sonra bin yıl padişahlık etti. Bütün dünya onun idaresi atına girdi. Her gece, ister halktan veya isterse yiğitler soyundan olsun iki delikanlıyı aşçı, padişahın sarayına götürür ve bunlarla onun derdine derman bulmak isterdi. Bunları öldürür, beyinlerini çıkarır, yılanlara yiyecek yapardı. Padişahın soyundan, memleketinden olaniki insan en azından iki insandan birini kurtarmak amacıyla saraya aşçı olarak girerler ve bunlar bir koyunun beynini çıkarıp öldürdükleri gencin beyni ile karıştırdılar. Ötekinin canını bağışlayarak ona, git bir yerde gizlen, canını kurtar! Mamur şehirlerde yaşama. Bundan sonra senin yaşayacağın yer, dağlar ve ovalardır, dediler.

Onun kafası yerine değersiz koyun kafasından yılanlara yiyecek yaptılar. Bu suretle her ay otuz gencin canıını kurtarıyorlardı. Zamanla kimin nesi oldukları belirsiz olan bu gençlerin sayısı iki yüzü buldu Ahçı her gün birkaç keçi ve koyun ovaya salar, bunlara gönderirdi. İşte bugünkü Kürt kavminin aslı bunlardan türemiştir ki bunlar mamur şehir nedir bilmezler. Bunların evleri çöllerde kurulmuş çadırlardan ibarettir. Kalplerinde hiç Tanrı korkusu yoktur.”


(Şehname de ”Kürtler” hakkında bundan başka birbilgi olmadığı gibi “Kürt” kelimesi de geçmez.)43

Kürtlerle Nevruz kavramı arasında bağ kuranların farkında olmadıkları ya da olmak istemedikleri bir başka bilgi de Nevruz olayının Bağdat ile Kudüs arasında geçtiği veKudüs civarında Dahhak’ın yakalanarak bir dağda taş üzerinde bağlanarak bırakıldığıdır.44

Demirci Kava-Gave’nin Dahhak’a karşı halkı ayaklandırmak için konuşma yaptığı esnada mızrağının üzerine geçirdiği önlüğündeki renkler de “mor, kırmızı, sarı” dır. Efsanesi çok büyütülen Demirci Kava-Gave’nin Şehname adlı eserde bir tek fonksiyonu olup o da halkı Dahhak’a karşı Feridun etrafında birlik olmaya davet etmesidir. Zaten eserde bundan sonra Kava-Gave hakkında bir tek cümle dahi geçmez.45


Şehname’de yukarıdaki mitolojik bilgi "Şerefname”de de aynen ifade edilerek şu görüşlere de yer verilir:
a) Kürtlerin bu adla adlandırılmalarının tek nedeni aşırı cesaretleri ve savaşçılıklarıdır. O kadar ki kavga alanlarında, savaş meydanlarında ve diğer çetin durumlarda tehevvür ve pervasızlıkla nitelendirilmişlerdir.47

b) Bazı düşünürler de “Kürtler, Allah’ın üzerlerinden perdeyi kaldırdığı bir cin topluluğudur.” demişlerdir.48

c) Bazı tarihçiler de cinlerin, Havva’nın kızlarıyla evlendiklerini, onlardan da Kürtlerin doğduğunu öne sürmüşlerdir.49

d) Türkistan’ın en büyük hükümdarlarından biri olan Oğuz Han, Medine-i Münevvere’de -onun sakinine en üstün selam olsun- bulunan peygamberlerin övüncü ve yaradılmışların efendisine (Hazreti Muhammed’i kastediyor- Eseri çeviren, M. E. Bozarslan’ın notu) bir heyet gönderdi. Bu heyetin başında da Kürt büyüklerinden ve ileri gelenlerinden Buğduz adlı bir kişi vardı. Kendisi çirkin görünüşlü, kaba, katı kalpli, ele avuca sığmaz bir kişiydi. Çirkin görünüşlü, iri yapılı bu elçi, Peygamber’in –salat ve selam onun üzerine olsun- gözüne görününce Peygamber’in canı sıkıldı ve ondan şiddetle nefret etti. Elçiye kabilesi ve mensup olduğu soy sorulunca Kürt topluluğundan olduğu cevabını verdi. İşte o zaman Peygamber –salat ve selam onun üzerine olsun- Kürtler’e beddua ederek şöyle dedi: Yüce Allah bu topluluğu, kendi arasında ittifaka ve birleşmeye muvaffak etmesin. Yoksa birleştikleri taktirde onların elleriyle dünya yok olur.50
Bozarslan, Şerefname’deki diğer mitolojik bilgiler için bir şey demez ve dipnotta açıklama yapmazken bu son mitolojik bilgi için “Bu hikaye tamamen uydurmadır, söylentiden ibarettir.” ifadesiyle dipnotta açıklama yapar.

Çevirmenin bu tavrı karşısında şunu söylemek mümkün. Bozarslan diğer mitolojik bilgileri neye göre kabul ediyor? Bunu neye göre kabul etmiyor? Bizce Bozarslan’ın son bilgiye tepkisi ilmi değil, siyasi bir kaygıdandır. Çünkü görüldüğü gibi diğer bilgilerinde son bilgiden daha az masum olmadığı ortadadır.


Kürtlerin kökeni hakkındaki bir başka efsane de Saltukname’dedir. Çay, bu efsaneyi Saltukname’nin Topkapı nüshasından olduğu gibi eserine almış olup ayıca şöyle özetler: 
“Hz. Süleyman’ın odalıkları ile Şeytan’ın münasebetine dayalı bir türeyiş efsanesidir. Bu efsane ile Kürt adı verilen unsurların menşei Arap aslına çıkarılmaktadır.” 52
Sonuç olarak Macar asıllı bir Türkolog’un “kart kurt” yorumu Macaristan’daki Kürtler ile Asya Türk kültürü arasındaki ilişkiyi aramaya çalışırken ifadesinden kaynaklanmış olup son sözde söylenmiş değildir. Sadece bir bakış açısının ifadesidir. Bu anlayış yıllardan beri bazı çevrelerin adeta alaycı anlayışlarının kaynağını oluşturmuştur.

Ancak ne hikmetse kimse işin aslını arama peşine düşmemiştir. Bu anlayışın kaynağı, araştırma yapmanın zahmetinden kaçarak başkalarının hatalarından ya da kendilerince doğru olmayan anlayışlarından hareketle fikir ifade etmedir. Oysa bilimsel mantık ve yorum araştırmayı ön şart görür.

Kürtçüler, onlara zemin hazırlayanlar ya da aynı mantıkla hareket edenler üstelik kendilerini aydın sayanlar, yukarıda topluca verdiğimiz özellikle Kürtçülerin temel kaynakları olan, Şehname ile Şerefname adlı eserlerindeki Kürt efsaneleri hakkında ne diyecekler, doğrusu merak içindeyiz.

Kürt mitolojisi açıklamalarından sonra Doğan Güreş Paşa’nın Bila’ya verdiği cevaplardan da bahsetmek gerekiyor.

Kürtçülüğün Tarihi Dış Kaynakları


Eski Genelkurmay başkanı Org. Güreş’in açıklamalarında iki konu çok önemli olmakla beraber basınımız maalesef fark etmemiş ya da işlerine gelmediği için öyle davranmışlardır. Bakınız ne söylemiş:

“Türkiye için bölünme riski var. Çünkü, geçmişten gelen bir hedef var. Her ne kadar Abdullah Öcalan 1993’ten sonra ‘Bizim Türkiye’nin bölünmesi hedefimiz yok.’ dediyse de bunlar konjonktürel olarak sıkıştığı için sarf ettiği sözlerdir. Yakalandıktan sonra da böyle konuşmayı sürdürdü, ama bence hedefleri değişmiş değil. Barzani ve Talabanide aynı hedefin peşindeler. Bunu ABD de istiyor. İşte ellerinde haritalar (Türkiye’yi bölünmüş gösteren haritalar) var.

Cheney de istedi bunu. Kim Cheney? ABD BaşkanYardımcısı. “Batıdan başlayıp doğuya gidinceye kadar tek dostumuz Kürtlerdir.” dediler. Bunu söyleyen Amerika. Buna dikkat etmek lazım. AB de bunu istiyor mu? Evet, istiyor. Hedefleri var. Nedir hedefleri? Türkiye’nin küçülmesi. Bir gün gelecek, birisi ne diyecek biliyor musunuz, benim korkum o: “Bunlar başımıza bela, verelim gitsin.” diyecek ve bakacaksınız Hakkari gitmiş, Barzani’nin olmuş.

Alın sizin olsun dendiği anda ne olacak biliyor musunuz? İstanbul’daki Türkler bütün Kürtleri kovar. Uluslararası açıdan baktığımızda acaba Büyük Kürdistan’a gidiliyor mu? Evet, gidiliyor. Emareleri belli. ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney bunu söylüyor. “Amerikalıların askeri dergilerinde bu çıkıyor. Yunanistan sevincinden ne yapacağını bilemiyor. Cheney, “Orada Haşimi Krallığı kurulsun.”demiş “Türk devletinin yanı sıra, Suriye ve İran’dan da alsın.” demiş. Bunlar resmi belgeli. Sonra “Güney Lübnan’da bir Hıristiyan devleti olsun, kuzeyde Müslüman devlet olsun.” demiş. “Libya diye bir devlet kalksın, Mısır’a bağlansın.” demiş. Bütün bunlar önemli işaretlerdir.53
Yukarıdaki ifadelerden anlaşılacağı gibi PKK ya da başka bir deyişle sık sık dillendirilen “Kürt Sorunu”nunda sadece ülkenin içinden kaynaklanan nedenler değil, dış ülkelerin faaliyetleri de son derece önemlidir.

Kaldı ki “Kürt sorunu” ne zaman uluslararası değildi ki? Buyurun İngiliz arşiv vesikalarını birlikte okuyalım.

Kürtlerin ve Ermenilerin durumu beni hiç ilgilendirmez. Kürt sorununa verdiğimiz önem Mezopotamya bakımındandır. Diğer taraftan Wilson beni korkutuyor, ajanları devamlı hatalar yapıyor. Noel’e gelince, fanatiğin biri. Ermenistan’ın ve Kürdistan’ın sınırları kesin olamadığı konusunda sizinle aynı fikirdeyim…54

Yıllar önce dile getirilen bu fikirlerle Irak’ın ABD ve İngiltere’nin iş birliği ile işgal edilerek Kuzey Irak’taki olanları aklı başında olanların düşünmesi gerekmez mi?

Kürtlere her ne kadar inanmasak da onları kullanmamız çıkarımız gereğidir. Doğu illerine gelince Türklerle harp etmeden o bölgeleri Ermenistan ve Kürdistan diye bölemeyiz. Çok korkarım ki geçen haziranda aldığımız kararı Türklere kabul ettiremeyeceğiz, keşke aksini düşünebilseydim.”55

Acaba 1919’da haziran ayında alınan karar neydi? Kurtuluş Savaşı ortamında kabul ettirilemeyen o karar, şimdi kabul ettirilmeye çalışıyor ya da ettiriliyor olmasın? Görünenlere bakılırsa oldukça mesafe aldıklarını söylemek çok büyük bir iddia olmamalıdır.

...Mr. Hohler Kürtler meselesi hakkında Kürt başkanı olan Şeyh Sait Abdulkadir Paşa’yla görüştü. Kürtler ümitlerini İngiliz hükümetine bağlamış durumdalar. Bu ara Mustafa Kemal gittikçe tehlikeli olmaya başlıyor. Kuvvetler, Kürtleri Mustafa Kemal’e karşı kullanmak için her parayı ödemeye hazırdır…56

Günümüzde bazı Kürtçülerin Atatürk’ün bazı söylemlerini işlerine geldiği gibi yorumlayarak ona sığınmaya çalışmalarının gerçekçi olmadığını göstermesi açısından bu ifadeler yeterli olsa gerekir.


Ayrıca Lord Curzon’un 1922’de İngiltere Dışişleri Bakanlığına getirildiğini ve 1922–1923 Lozan görüşmelerinde İngiliz heyetine başkanlık ettiğini bilmek gerekir.

Bu nedenle Kürtçülük sorununun ekonomik, kültürel vesiyasal olmadığı, Batının Türklerle hesaplaşması ve tarihi mirası olduğu ortadadır.
“...Kürt kabileleri İngiliz ve Fransız hâkimiyetine konacak, Kürdistan’da hiçbir şekilde Türk bırakılmayacak. Bir tek Kürt devleti mi yoksa birçok küçük Kürt devletleri mi kurulacağı düşünülecek. Ermenilere Amerikalılar kanalıyla silah sağlanacak…”57
“Anadolu ve Küçük Asya: Türkler Anadolu’da bir uçtan Trabzon ve diğer uçta Adana’ya kadar olan bölgede kalabilirler. Erzurum, yeni kurulacak Ermeni devletinin baş şehri olacaktır. Türklerin idaresi İngiliz, Fransız ve İtalyanların elinde olacaktır.”58
Erzurum’un başkent olma idealini M. Kalman da ifade ederek Doğu Anadolu için “Batı Ermenistan toprakları Doğu Anadolu Bölgesi olarak adlandırılmıştır.” der.59
Buradan da anlaşılacağı üzere Kürtçülerin çizdiği sözde haritanın Türkiye’yi ilgilendiren kısmı kendilerine verilsedahi sorunun bitmeyeceği ortadır. Ancak onu görebilmek için insanların sağlıklı düşünebilmesi gerekir.
“...Amerikan Cumhurbaşkanı’nın karar vereceği sınırlar içinde hür bir Ermenistan kurulacaktır. Boğazlara gelince Türklerin uygar dünyaya bir daha ihanet etmemesi için sıkı tedbirler alınacaktır. Bu sebeple Türkiye küçük bir devlet haline gelecektir...” (11 Temmuz 1920) 60
Bu günlerde ABD ve AB yetkileri, üniversiteleri vasıtasıyla piyasaya çıkarılan Türkiye haritalarını göz önüne alarak yukarıdaki gizli bilgiyle beraber yorumladığımızda onların tarihi kaynaklarını anlamış oluruz. Aksi taktirde o haritaları birilerinin fantezileri olarak yorumlamaya devam ederiz.

Günümüzde Türk milliyetçilerine ve Atatürk’e karşı yapılan saldırıların kaynağı hakkında da İngiliz belgelerinde çok sayıda bilgiler olup bunlardan birini beraber okuyalım: “Kürtlerin Türklerden ayrılmaları çok güç. Böyle olmakla beraber Majeste’nin hükümeti onları Kemalistlerle Bolşeviklere karşı kullanabilir. Anadolu’yu milliyetçilere karşı cesaretlendirmeliyiz Halkın milliyetçilerden bıkkın olduğu teorisini yaymalıyız. Ferit Paşa Anadolu’ya bir grupgönderip halkı kandıracak.” (Mr. Ryan’ın Anadolu milli hareketi hakkındaki notu, 23 Eylül 1920)61

Görüldüğü gibi dış güçlerle yerli işbirlikçiler her zaman olmuştur ve var olmaktadır. Önemli olan onların farkında olabilmektir. Ancak bizim için üzücü olan Attila İlhan’ın söylemiyle “Bizim asıl sorunumuz işbirlikçilerin devlet yönetiminde olmaları.”


Kürt, Zaza, Türk, Çeçen ve Sonuç


2007 senesindeki eski genelkurmay başkanı Org. Güreş’in şu ifadeleri de malum basınımız tarafından dikkate alınmamıştır.


“Sorunun iç boyutuna bakarsak... Şimdi, anadillerini kullansınlar, kültürlerini yaşasınlar, folklorlarını oynasınlar tabii. Buna bir şey denmiyor zaten. Ama üniter yapıyı bozacak, Türk milleti dışında başka bir milleti Anayasa’da kabul edecek bir durum olamaz. Türkiye Cumhuriyeti’ni, onun temel niteliklerini, ulus anlayışını, üniter yapısını kabul edeceksin.

...Söylediğim gibi ‘al, gitsin’ olmaz. Bu kabul edilemez. Anadili konuşmak, kültürü yaşamak başka şeydir, Türkiye’yi bölmek başka şeydir. Benim köyümde de Çeçencekonuşurlar, müzikleri, mızıkaları vardır ama sorduğunda,‘sapına kadar Türküm’ derler. Bu devleti, bu milleti kabul etmişlerdir, mensup olmaktan gurur duyarlar. Türkiye’nin duracağı çizgi budur.”62
Bu ifadelerden bazılarının aklına Kürtlerin ve Zazaların farklı bir kültürü olduğu gelebilir. Ancak coğrafi farklılığın dışında temelde bir ayrılığın olmadığı sosyolojik incelemelerle ortadadır. Bu konuda İsmail Beşikçi’nin, Mustafa Aksoy’un yukarıda ifade edilen eserlerine bakılabilir. Hatta Taha Akyol’un hayranlığını kazanmış, Mersin Büyükşehir Belediye başkan adayı olmuş, akademisyen sosyolog Ahmet Özer’in Van hakkında yaptığı çalışmaya bakılabilir.63

Kürt, Türk ve Zaza gelenek göreneklerini karşılaştırdığımızda temelde bir farklılığı görmek mümkün değilken bunları Çeçenlerle karşılaştırdığımızda belirgin farklılık ortaya çıkar. Mesela Çeçen aile yapısı Kürt, Türk ve Zazalar’a göre farklıdır. Bu durum özellikle Çeçen kadının sosyal konumunda belirgindir.

Bir kültürün en keskin yapısını doğum, evlilik ve ölümde görürüz. Dolayısıyla Türk kültüründen ayrı bir Zaza ve Kürt kültüründen bahsedenlerin şu sorulara cevap vermesi gerekir. Zaza ve Kürt doğum ve evlilik adetlerinin Asya Türkleriyle aynı olmasını nasıl açıklarsınız?

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki koçbaşlı mezartaşları neyi anlatıyor ve tarihi kaynağı nedir? Bu taşların ilk örneklerinin Altaylar ve Moğolistan’da son örneğininin de Tunceli merkezinde 1965 tarihli olarak görülmesi bir tesadüf müdür?

Kürtçülerin önemli bir kısmının iddia ettikleri gibi Kürtler Farsların bir koluysa bu taşlar neden Farslarda yok?

Eğer Zazalar ve Kürtler bu üslubu etkileşim sonucu Türklerden aldılarsa, Türklerle etkileşim içinde olan diğer halklar neden almamış?


Kaldı ki Türklerin etkileşim içinde olduğu sadece Kürtler ve Zazalar değil. Bilindiği gibi Türkler önemli bir kısmı Ruslar, Ukraynalılar ve Çinlilerle tarihin en eski zamanından beri komşu olarak ve içi içe yaşamışlar hatta bu hayat tarzı önemli ölçüde devam etmektedir. Yani Türkiye’deki Zaza, Kürt ve Türk kültürünün temel değerlerinin ortak olması etkileşimle açıklanamaz. Eğer öyle olsaydı aynı örnekleri Türklerle etkileşim içinde olan diğer halklarda da görmek gerekirdi.

Diğer yandan Kürt, Zaza, Fars halı kilimlerindeki düğüm ve kullanılan damga farklılığı nasıl açıklanır? Tunceli, Diyarbakır, Hakkari, Şırnak vb. illerdeki okuma yazma hatta Türkçe bilmeyen kadınların Türkiye’den Sibirya’ya kadar olan coğrafyadaki Türk kadınlarıyla aynı damgaları halı kilimlerini dokumalarını nasıl açıklayabiliriz?64

Sonuç olarak ister istemez insanın içi ürperiyor ve “Türkiye Cumhuriyeti”ni, onun temel niteliklerini, ulus anlayışını, üniter yapısını kabul edeceksin diyor. Türk Silahlı Kuvvetleri güçlü olduğu sürece bunu kabul edecekler ifadesi çok yerinde olmakla beraber eksik kalmaktadır. Bu nedenle askeri güç siyasi otorite ile birleşemediği müddetçe sorunların çözümü zorlaşmaktadır.

Bu nedenle askeri otorite kadar siyasi güç sahipleri ve sivil kuruluşların da irade göstermeleri gerekmektedir. Ancak son günlerde askeri otoritenin de yıpranmaya başladığı ister istemez akla geliyor. Çünkü basının keyfiliği kamuoyu oluşturma açısından önemli olsa da ordudaki farklı anlayış bir çözülmenin ipuçlarını veriyor.



DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

KÜRTLERİN TÜRKLÜGÜ TEZİ



Kürtlerin Türklüğünü savunan tez temelde İskitlerin Türk olduğu ve Kürtlerin, İskitlerin Kafkasya’nın kuzeyinden gelip Doğu Anadolu ve Van’ın bir bölümünü işgallerinden sonra ortaya çıktığı görüşüne dayanmaktadır.


Bu tezi ilk ortaya atan “Kürtlerin Türklüğü” adlı eserinde Prof. F. Kırzıoğlu olmuştur. Kırzıoğlu adı geçen eserin girişinde ‘‘...Kürtlerin İranlı kökenden geldiğini gösteren bir bilgi yoktur. ‘Hint-Avrupa’ kavimlerinin hiçbirisinde, tarih boyunca ‘Kürt’ veya benzer bir adlatanınan ulus, oy veya oymak yaşamadığı gibi bugün de yoktur.

Böyle iken, Türklüğün beşiği Orta Asya’nın kuzey kesimindeki yukarı Yenisey boyundan Orta Tuna’daki Macaristan’a değin uzayan Türk-Oğuz bölgeleri ile atlı göçebe Türk urukları arasında ‘Kürt’ ve ‘Kürdak’ adını taşıyan ana dili Türkçe topluluklar yaşaya gelmiştir. Bunun gibi Türkeli (Türkistan) ülkesini ikiye ayıran Tanrıdağlar (Tiyenşan)’dan Fırat‘a değin bölgelerdeki İran’a komşu bulunan ‘Kürt’ adlı kavimler de tarihte tanındıkları çağdan beri Sakalı (İskit) Oğuz, Türkmen soyundan ve onların kalıntıları bilinmiştir.” demektedir.

Değerlendirmesine geçmeden önce Kürtlerin Türklüğü tezini tarih, sosyal, kültür, dilbilim alanlarında uzman olan:
  • Ord.Prof. H. Velidi Togan,
  • Prof. Dr. Aydın Tane,
  • Prof. Dr. B. Ögel,
  • Prof. Dr. H. D. Yıldız,
  • Prof. Dr. M. Eröz,
  • Prof. Dr .B. Kodaman, 
  • Prof. Dr. A. H. Çay,
  • Prof. Dr. T. Gülensay,
  • Dr. Mahmut Rişvanoğlu, 
  • N. Sevgen,
  • M. Şerif Fırat,
  • E. Yavuz,
  • Şükrü Seferoğlu, 
  • Hayri Başbuğ
gibi daha birçok araştırmacının katkılarıyla geliştirildiğini belirtmek gerekir.

Prof. Kırzıoğlu Kürtlerin Türklüğünü İskitlere (Sakalar) dayandırırken diğer yandan birçok kavmin menşeine ait belgelere dayanarak bazı tespitlerde bulunmuştur. Buna göre Kürtler birçok yörede, bölgede Türklere bağlı tire, oymak uruğ olarak yaşamışlardır. Ayrıca aslen Türk olan birçok topluluk Kalaçlar, Gürler, İğirmidörtlüler vs. tarih içinde zaman zaman “Kürt” olarak anılmışlardır. Birçok Türk bölgesinde Kürt coğrafyası olarak anılan yöreler mevcuttur.

Kırzıoğlu, Kürtleri:

a) Yenisey/Sayan Altay
b) Batı Tüstan/Afgan Horasan
c) Dağıstan-Macar
d) Kur-Aras/Aran ve ayrıca Dicle bölgesi itibariyle inceler.
Birçok yerli yabancı kaynaklara dayanarak ve örnekleriyle bu bölgeler de Kürt ve Türklerin iç içe, yanyana yaşadıklarını kanıtlar.

Aynı araştırmacılar bugün Türkiye’de Kürtlerin yaşadığı bölgelerdeki yüzlerce yerleşim biriminin adlarının Türkçe olduğuna dikkat çekerler ve pek çok Kürt bilinen aşiretin Türk olduklarını kanıtlarlar.

Kürtlerin Türklüğünü savunan diğer araştırmacılar ise dil bölümünde özetlediğimiz Oğuz Dilinin Kürtçe’ye olan ciddi etkilerini ortaya koyarlar ve özellikle “folklor ve kültür” birliğini belgeleyen değerli incelemeler sunarlar

Kürtlerin asli kökenlerinin Türk olduğu tezini şu bulgu, belge ve kaynaklardaki bilgiler desteklemektedir.

a) Yenisey Elegeş‘teki Alp Urungu yazıtı.

b) Bizans arşivinde mevcut, 830 yılına ait Karadeniz’inkuzeyinde Batı Sibirya’da yaşayan Kürt isimli boyun Türk olduğunu gösteren belgeler.65

c) Gyula Nemeth, Prof. Dr. L. Rosanyi gibi Macar tarihçilerin Macar birliğinin kurulmasında önemli rol oynamış Kürt isimli boyun Türk olduğunu ortaya koymuş olmaları.

d) Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi ve Şerefname’deki veriler.

e) Orta Asya’da, Doğu Sibirya’da, Kafkas-Hazar bölgesinde halkı Türk olan Kürt isimli yerleşim birimlerinin mevcudiyeti, bu bölgelerde Kürt isimli ya da Kürt bilinen bir çok tire, urug ve boyun Türk olmaları.

f) 24 Oğuz boyundan biri olan Peçeneklerdeki oymak, kişi ve köy adlarıyla Doğu Anadolu’da mevcut yerleşim birimleri.

g) Anadolu’da ve Orta Asya’da Kartı isimli köylerin mevcudiyeti ve Kartıların, Sakalarla ilişkilendirilebilir olmaları. 

h) Dede Korkut Oğuznamelerindeki bilgiler.

I) Kürtçe’deki Oğuz Türkçesinin derin izleri ve Kürtçe'de mevcut 500’ü aşkın Göktürkçe, Kırgızca kelime.

j) Kürt geleneklerinin (ülüş, koçkatımı), Kürt folklorunda (müzik, oyunlar, dokuma, destan, batıl inançlar, tekerleme, bilmece bulmaca vs.) Kürt kültüründe (12’li hayvan takvimi, 12 ve 24’lü idari yapı vs.) var olan Türklük öğeleri.
Kürtlerin Türklüğü tezinin yukarıdaki kapsamla tarihçilerin yanı sıra sosyologların arkeologların, dilbilimcilerin de katılımıyla uzman bir ekip tarafından yeniden ele alınarak Karduların Orta Asya ve Sakalarla ilişkisinin ve Rus, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, İran, Bizans, Macaristan arşivlerinin değerlendirilmesi sadece Kürtlerin asli kökenlerinin Türk olduğu gerçeğini pekiştirmek bakımından değil söz konusu coğrafyada yaşamış kavimlerin tarihini aydınlatmak bakımından da bilime ve Türk tarihine büyük bir hizmet olur.

Burada bir gerçeği önemle belirtmek gerekir. Orta Asya’dan kalkıp Sibirya üzerinden batıya giden Avrupa Hunlarının bir kısmı, Peçenekler, Uzlar (Oğuzlar), Kumanlar, Ongurlar, Bulgarlar dahil birçok Türk boyu gibi Türk Kürtler de buralarda önce din sonra dil değiştirerek asimile olmuşlardır.

Orta Asya’dan, Orta Doğu’ya Türk olarak gelen Kürtlerise burada, İran ve kısmen Arap unsurlarla ve de içlerinde Türklerin de bulunduğu küçük yerli unsurlarla karışarakyeni bir dil, yeni bir kültür, yeni bir kimlik oluşturmuşlardır.

Bu yeni unsur, 8. yüzyıldan itibaren bölgeye gelmeye başlayan Türkler ve 1040’dan itibaren özellikle 1072 ve sonrasında Doğu Anadolu, Kuzey Irak, İran’ın Anadolu sınırı ve Suriye’ye hakim olan Oğuz Türkleriyle yeni bir kaynaşma yaşamıştır. Bugün, Orta Doğu’da Kürt olarak tanımlanan topluluk böyle bir tarihi sürecin oluşumudur.

Sonuç olarak, bugünkü Ortadoğu Kürt tabakasını oluşturan topluluk bu bölgeye Orta Asya’dan gelmiş, özellikle dil unsuru ve manevi değerler bağlamında ve bir ölçüde antropolojik tip ortalamasıyla ve tarihi veriler değerlendirildiğinde baskın olarak Türklük, kısmen İranlılık ve Araplığın kaynaşmasının ağır bastığı yerli toplulukların da karıştığı bir sentezi temsil etmektedir.



BEŞİNCİ BÖLÜM

KÜRTLER VE TÜRKLÜK 66


Türk Milleti son 200 yıldır enerjisinin çok ciddi bir kısmını dış güçler tarafından kotarılan ve iç aktörler tarafından sahneye konan “Kürtçülük meselesi”ne harcıyor.

Osmanlı’nın son dönemleri ve Kurtuluş Savaşı yılları da dâhil olmak üzere günümüze kadar gerekli tedbirler alınmadığı için kartopu gibi büyüyerek gelen bu sorun, önümüzdeki yıllarda da gündemi işgal edecek, millet ve devlet olarak büyük enerji kaybına neden olacaktır.

Özellikle son 50 yıldır yaşanan fiili çatışma ve terör dönemi, Türk Milleti’ne ve Türk Milli Devleti’ne maddi vemanevi açıdan çok büyük kayıplar yaşatmıştır. Günümüze kadar Kürtçülük sorunu üzerine çok şey yazılmış ve söylenmiştir. Ama bunlar gelen tehlikenin büyüklüğüne işaret etmekten ve soruna köklü çözümler önermekten ziyade olaya yüzeysel bakan “iyi niyetli” ürünler.

Tabii konunun tartışılmasını ve değişik çözüm önerilerinin gündeme getirilmesini her açıdan iyi bir gelişme olarak saymak lazım. Ama şunu da kabul etmek gerekir ki daha sorunun ilk başlıklarında bile bir sis perdesi vardır. Ve hatta denilebilir ki bu sis perdesinin kalkmasını engelleyenler bizzat işi kotaranlar ve sahneye koyanlardır. Sorunun bütününde çözüm zaten söz konusu değildir ve geçen her saniye Türk milleti için can, para ve zaman kaybı demektir.

Milleti meydana getiren unsurları bazı filozoflar soy birliği, dil birliği, tarih birliği gibi tek etkenle açıklamaya çalışmışlarsa da insan topluluğunun ulaştığı bu olgunluk çağını tek etkene bağlamak ilmi bir davranış sayılmamaktadır.

Kürtçü çevrelerin dillerine sakız yaptıkları bir iddia da şu: “Türkler, bu topraklara bin yıl önce geldi, oysa biz Kürtler en başından beri buradayız.” Oysa tarihi kayıtlar, bu tezi yalanlamaktadır.


Atatürk’ün dediği gibi “Anadolu, en az 7 bin senelik Türk beşiğidir.” Tarih sahnesine çıkan ilk Türk kavmi Su (Saka) Türkleri, MÖ. 7000 ile 625 tarihleri arasında varlıklarını sürdürmüşlerdir ve kurdukları imparatorluğun sınırları ise Çin hududundan Afganistan, Kafkaslar, Anadolu,İran, Suriye, Filistin ve Mısır kapılarına kadar uzanmaktaydı. Avrupa Hun Türk Devleti’nin sınırları Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu da kapsıyordu.

Diğer taraftan Kürtlerin yaşadığı yurtlar hiçbir zaman Türklerden ayrı olmamıştır. Sadece Anadolu ve Ortadoğu değil Avrupa Hunları ile Macaristan ve Slovakya’ya yerleşen “Kürtler” bunun en iyi delilidir. Orta Asya’da da birçok yerleşme adının “Kürt” olduğu ve Asya’nın içlerine kadar Kürtlerin yaşadığını da belirtmek lazım. Bugün ise hâlihazırda Kürtlerin büyük bir kısmı Türkiye topraklarında yaşamaktadır ve İran’da, Irak’ta, Suriye’de Türkmenlerle iç içe yaşayanlar da Türk Devleti’nin ve Türk Milliyetçilerinin ilgi alanındadır.

Irk ve Köken Birliği


Kürtlerin Türk milli kimliği içinde olmadığına dair itirazlardan birisi de Kürtlerin ayrı bir soydan ve kökenden geldiğidir. Kürtçü çevreler kendilerine yeni bir soy-köken bulmak için adeta “av”a çıkmışlardır ve ne kadar tarih olmuş devlet, medeniyet varsa kendilerine mal etmektedirler. Hatta işi daha da ileri götürenler Nemrut’un ve Hz. İbrahim’in, Hz. Nuh’un Kürt olduğunu iddia edenler bile vardır.


Kürtçülerin elle tutulur ve bilimsel değeri olan bir“Kürt Tarihi” yazamamaları da ayrıca dikkate değer. Yazamazlar, çünkü tarihi kayıtlar Kürtlerin soy olarak Türk olduğunu söylemektedir ki Kürtçülerin kökenlerini dayamaya çalıştıkları Medler gibi birçok kavmin Turanî yani Türk olduğunu da belirtmek gerekir.

Ancak Kürtlerin Türk olup olmadıklarını genlerinden de anlamak mümkündür. İtalya’da hüküm süren Etrüsklerin bile Türk olduğu DNA testi ile ortaya çıkmışken Kürtlerin DNA’sı neden incelenmesin?

Hayatını Kürtçülük yaparak geçiren fakat sonradan pişman olarak “Kürt Sorunu” adlı bir kitap yazan Dr. Şükrü Mehmet SEKBAN da 10 yıllık tetkikleri neticesinde Kürtlerin antropolojik olarak Türklerden ayırt edilemeyeceğini söyler.


Tarihi Yakınlık

Tarihi kayıtlar ittifak halinde şunu söylemektedir ki Kürtler, bilinen tarihleri boyunca bir Türk boyu olarak diğer Türk boyları ile iç içe yaşamışlardır. Sadece 1071’le başlayan bir tarihi birliktelik değildir bu. Orta Asya’dan Avrupa’ya, Kafkaslara ve Ortadoğu’ya kadar Türklerin tarih boyunca hüküm sürdüğü, Hun ve Oğuz göçleri ile yayıldığı bütün coğrafyalarda Kürtlerin Türklerle bir soy, tarih veyurt birliği vardır.

Ahlaki Yakınlık

Günümüzde Kürtleri sadece ahlak olarak değil, gelenek,görenek, örf ve adetler bakımından da Türklerden ayırmak zordur. Sadece ahlaki kurallar değil, Kürtçülerin istismar ettikleri kitleler üzerinde ciddi saha araştırmaları yapılmalı, bunların dip kültürü incelenmeli ve Türk kültürü ile bağları deşifre edilmelidir.

Milletlerin birçok ortak özellikleri olduğu gibi onları birbirinden ayıran farklı özellikleri, hayat tarzları da vardır. Adına “kültür” denilen farklı özellikler millet ve milliyeti; bilim, fen ve teknoloji gibi ortak özellikler de “insani medeniyeti” oluşturmaktadır.67

Öyleyse bir millet olmak ve bir millete ait olmak, birbütünlük ve çokluk içerisinde bir farklılıktır. Yani her millet bir kültürü oluşturur veya bir başka ifadeyle her kültür bir milleti oluşturur. Bir fert belirli bir kültüre ait bir milletin içerisinde doğar, o kültürü alır ve o kültüre ve o terbiyeye göre yetişerek o milletin bir ferdi olup aidiyet duygusuyla o millete bağlanır ve genelde bu bir kader meselesidir. Ferdin elinde hangi kültürün içinde doğmak büyümek gibi bir seçim şansı yoktur. Yâni bir millete mensup olmak bir noktada kader işidir.68


Onun için biz “Türklük kaderimiz” diyoruz. Bu kader bazen farklı ırklardan ve soylardan olan insan topluluklarınıda bir araya getirir, bir coğrafyada toplar ve tarih içerisinde ortak bir kültürün ve bir milletin oluşmasını sağlar. Yani millet, bir seçime bağlı bir kavram olmadığı gibi ırkî (aynı ırktan gelen insanların oluşturduğu) bir kavram da değildir. Bir milleti oluşturan fertlerin ve boyların büyük bir çoğunluğu aynı ırktan gelseler de millet aynı ırktan gelen insanların oluşturduğu bir birlik değil, aynı soydan geldiklerine inanan ve aynı kültürden insanların oluşturduğu bir birliktir. Kaldı ki tarih, köken açısından da Türkiye’de yaşayan ve Türk milletini oluşturan insanların aynı kökten geldiklerini gösteriyor.

Nasıl ki büyük insanlık ailesini oluşturan milletlerin farklı kültürleri ve farklı adları varsa bir milleti oluşturan toplulukların, aşiretlerin, boyların da farklı adları ve bir takım mahalli farklılıkları vardır. (Bunlara alt kültür deniyor.) Bu farklılıklar bir ayrılık ve ayrıştırmacılık vesilesi değil ortak ve milli kültüre renk ve zenginlik veren ve o kültürü, o milleti oluşturan orijinal değerlerdir. Bu bakımdan bu farklı orijinallikleri (konuşma, adetler gibi) yaşamak ve yaşatmakta bir mahzur yoktur.69


Ortak kültürümüze, milli Türk kültürüne farklılık, renk, koku, güzellik veren ve zenginleştiren ve adına alt kültürler denilen bu değerleri bireysel olarak aşiret ve boy bazında yaşamak başka bir iştir, milli kültürü inkar ederek ayrı bir kültür ve arkasından da ayrı bir millet olma iddiasında olmak ayrı bir iştir.

Dini açıdan da bu tür bir ayrımcılık ve bölücülük bir Cahiliye Devri adeti olarak ırkçılıktır, zulümdür ve din de bunu yasaklamıştır. Böyle bir anlayış hem millet olma anlayışına hem de “Hepiniz birden Allah’ın ipine sarılın, ayrılıp tefrikaya düşmeyin. Bütün mü’minler kardeştir.”diyen İslâmiyet’in de ruhuna terstir.

Bizim anlayışımıza göre Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür, biz kendini Türk hisseden her ferdi Türk olarak kabul ederiz. Bu bakımdan Kürt diye adlandırılan bölücü ve terör faaliyetlerine alet edilen vatandaşlarımızın da Türk olduklarını ve Türk milletinin ayrılmaz bir parçası olduklarını benimseriz.

Osmanlı arşiv belgeleriyle de bu sabittir. Tarihçi ve Osmanlı arşiv uzmanı Cevdet TÜRKAY, sabırla onbinlerce belgeyi inceleyerek son derece önemli tespitlerde bulunmuştur:



“Büyük Türk soyu, ilk ve eski anayurdu olan Orta Asya yaylalarından batıya doğru göç etmiş, birçok bölümlere ayrılmış, aynı anlama gelen boylar, oymaklar, aşiretler ve cemaatler meydana gelmiştir. Bunlar o kadar çoktur ki daha önce belirttiğimiz gibi toplam olarak sayısı binleri aşmış bulunmaktadır.

Sonuç olarak bütün bu toplulukların Türk asıllı olduklarını kabul etmek doğru olur. Öte yandan; Kürd, Kürdi, Kürdiler, Kürtler nam-ı diğer Murtana, Kürt Mahmudlu, Kürdikanlı, Kürd Mehmedli, Kürd Mihmatlı gibi çeşitli adlar altında belge ve defterlerde oymak, aşiret ve cemaatlerin bağlı olduğu topluluklar için Türkmen Ekradı, Konargöçer Türkmanı, Türkmen taifesi denilmektedir. Adları Kürd, Kürdler, Karaca Kürt, Kürmanç olan oymak, aşiret ve cemaatlar bile Türkmendir. Yani Oğuz Türklerindendir.70

Osmanlı düzenli nüfus sayımı yapan ve bunları kayıt altına alan bir arşive sahiptir. Belli zamanlarda sayım yapılır ve etnik yapı tespit edilirdi. Özellikle dini azınlıklar vergi kapsamında olduklarından sayılarının tespiti son derece önemliydi. Üstelik askere de gitmezler, ticaret yaparak hayatlarını kazanırken Anadolu’nun insanı cepheden cepheye sürülür, kırılırdı. Kürtler Sünni olmalarına rağmen askere alınmazlardı.

Anadolu’da insanlar bir müddet sonra bunun farkına vardılar. Kürt yazılmak bir avantaj. Askere gitmek yok, vergi yok. Hani şimdi maliyenin doğru beyanda bulunanı defalarca soyduğu gibi. Bize mi kaldı dürüstlük dediler ve yeni sayım dönemlerinde kendilerini Kürt yazdırmaya çalıştılar.

Kayıtlarda Türkmen olarak geçen bir çok aşiret kendi-lerinin Kürt olarak yazılmasında ısrar edince kayıt memur-ları kendilerine göre bir çözüm buldular ve kayda Türkmeni Ekrat yani Kürtleşmiş Türk olarak işlediler.

Osmanlılar da Ekrat tanımlamasını “konargöçer” aşiretler için kullanmışlardır. Yavuz Selim zamanında tutulmaya başlanan tahrir defterlerinde Ekrat tabiri Türk olduğu kesin olan bir çok konargöçer Türk aşireti için kullanılmıştır. Sadece birkaç örnek olmak üzere konargöçer Kılıçlı, Döğer, Avşar, İğirmi dörtlü aşiretleri sayılabilir.”71
Konu ile ilgili olarak yazar Baki Öz, “Ekrat Taifesi Osmanlıcada konargöçer, henüz konargöçerliği bırakmamış, Kürtleşmiş Türk boylarının adıdır.” der.72

Alevi Kürtlere gelecek olursak olay burada çatallanmaya başlar. Kürtten alevi olmaz. Bakın Irak’ta Kürtlerde Alevi var mı? Yok. Barzani aşireti Sünni-Nakşi, Talabani aşireti Sünni-Kadiridir. Ama alevi yoktur.


ZİYA GÖKALP‘İN DEDİĞİ GİBİ: 
“Türküm diyen her ferdi Türk tanımaktan, yalnız Türklüğe hıyaneti görülenler varsa cezalandırmaktan başka çare yoktur.”
Kürt Tarihi isimli eserin yazarı Şeref Han da atalarının Bayındırlı Türkmen sülalerinden geldiğini belirtir ve Türk olmakla övünür. Bitlis Sancakbeyi Şeref Han, 1597 yılında Osmanlı Padişahına tazimle sunduğu “Şerefnâme” adlı Kürt Boyu tarihinde Kürtlerin Oğuz Han’dan beri büyük Türklük camiasına mensup olduğunu kayıt ve teyit etmiştir.

Kitab-ı Dede Korkut’ta da Dicle Kürtleri/Kurmançların Boğduz Aman kütüğü ile Oğuzlara bağlandığı görülmektedir.


Elegeş Anıtı Ve Kürtler


Güney Sibirya’da, Yenisey ırmağı kollarından Elegeş çayı çevresinde bulunmuş olan Elegeş yazıtında Kürt boyunun Hanı Alp Urungu’nun ülkesine, Hakanına, akrabalarına doyamadan 39 yaşında vefat ettiği kendi ağzı ile anlatılır:

“Kara budunum gayret edin! Ülke töresini bırakmayın! Heyhat, siz ülkem, hanım!

Kürt elinin Hanı Alp Urungu, Altınlı okluğumu belime bağladım, halkım! Otuz dokuz yaşımda.

Hanım! Ülkeme, sizlere heyhat doymadım, hanım heyhat! Ülkemden ayrıldım.

Bu anıt mezar ve kitabe de Kürtlerin Türklük camiasınamensup olduğunu göstermektedir.


Yeşil, Sarı, Kırmızı Renkler ve Türklük

Yeşil, sarı ve kırmızı renkler Türkler tarafından kutsal sayılan renkler olup tâ Göktürkler zamanından beri kullanılmaktadır. 1935’te, Altaylarda 7-11 asırlarda yaşamış Türk beylerinin mezarlarında yapılan kazılarda yeşil, sarı, kırmızı ipekli elbise giydirilmiş cesetlerin bulunması bu üç rengin Türklerde milli olduğu kadar dinî değere de haiz bulunduğunu göstermektedir.74


Büyük Selçuklu Devleti ve Osmanlı Devletinin bayrak ve sancaklarının renkleri de yeşil, sarı, kırmızı idi.

İranlı büyük alim Abdülcelil Kazvini (1110-1189) Kitab’un Nakz adlı eserinin 608. sayfasında şöyle diyor:

“Selçukluların melikleri ve sultanları eğer yüz bin asker toplarlarsa siyah sancak askerlerde bulunmazdı. Yeşil, sarı ve kırmızı sancak bulundururlardı.” Osmanlı İmparatorluğu ordularında da sancaklar, bayraklar ve tuğlar yeşil, sarı ve kırmızı renklerden oluşmuştur. Yine Nevruz/Nevroz denen bayram bütün Türklerin milli bayramıdır.

“Kürt Meselesi” adlı Fransızca kitabın yazarı Dr. Mehmet Şükrü Sekban da Kürtlerin Turani bir ırk olduğunu ve Türkler gibi Kürtlerin de ana vatanlarının Orta Asya olduğunu ve Orta Asya’dan göç yoluyla geldiklerini savunur ve Kürtlerin Orta Asya’dan geliş yönlerini ve yerlerini gösteren bir haritaya kitabında yer verir, (sayfa 19-20) şöyle der: “Kürtler asla Âri değildir. Sami de değildir. Bazı Alman bilginlerinin iddialarına göre Kürtler Turanî’dir.”(sayfa:19)

Dr. Sekban, aynı kitabın 38. ve 39. Sayfalarında şöyleder: “Kürtlerle Türkler aynı ırktandır. Kürtler de Türkler de aynı ırktan olduklarına göre birleşmekle yeni Türk milletini teşkil edeceklerdir. Bu milletin canlı ruhu bundan böyle sadece bir ideal için çarpan kalplere ateş ve canlılık verecektir. Hiçbir kuvvet “KARDEŞ ÇOCUKLARI” olan bu iki halkın birleşmesini ve kaynaşmasını engelleyemeyecektir.

Üstelik din birliğinin yardımıyla örf ve adetlerin mezcedilmesi (birbirine katmak, katıştırmak) birbirleri arasındaki iktisadi tesanüt (dayanışma) idari ve adli müesseselerin aynı oluşu onları bir  kalıpta öylesine şekillendirmiştir ki bazen birini diğerinden ayırmak güç olur. 

Osmanlı hanedanının saltanatı altındaki halklarımız, nesilden nesile aynı gelenekler altında yaşamış, aynı saadet ve bedbahtlık devrelerini geçirmiş, aynı sevinç aynı müşterek kültürün tesirlerini hissetmişlerdir. Hiç şüphe yokki silah arkadaşlığı bu ittifakta baş rolü oynar. Türklerin ve Kürtlerin bu devamlı karışımı, onların milli ruhun müşterek hazinesine kendilerine has vasıfları katmalarına imkânverdi. İstikbalde de bu böyle olacaktır. Asıl adımız TURANİ’dir. Dr. Sekban daha sonra aynı kitapta “Kürtleri Mustafa Kemal’in çizdiği yola davet ediyorum.” der.

Türkçülüğün Esasları’nın yazarı ve aslen Diyarbakırlı olan Ziya GÖKALP Diyarbakır’ın, Doğu ve Güneydoğu vilayetlerimizin Türklükleri ile ilgili bilgiler verdikten sonra bununla beraber dedelerimin bir Kürt yahut Arap muhitinden geldiğini anlasaydım yine Türk olduğuma hüküm vermekte tereddüt etmeyecektim. Çünkü milliyetin yalnız terbiyeye dayandığını da sosyal incelemelerle anlamıştım.”diyor.76


Yine GÖKALP: “Kürtleri sevmeyen bir Türk varsa Türk değildir. Türkleri sevmeyen bir Kürt varsa Kürt değildir.” demiştir.77

Bu sözleri Alparslan TÜRKEŞ DE sık sık tekrarlar ve “Bizler ne kadar Türk isek onlarda o kadar Türk’tür. Onlar ne kadar Kürt ise biz de o kadar Kürdüz.” derdi.

Kürtler, Türk milletini oluşturan kabilelerden, aşiretlerden veya boylardan birisi olarak Türk milletinioluşturan her fert gibi aynı hak ve özgürlüklere sahip birinci sınıf vatandaşlarımızdır.



ALTINCI BÖLÜM

DOĞU ANADOLU AŞİRETLERİNİN TÜRKLÜĞÜ



Türkler, her defasında “Türk” ismiyle tarih sahnesine çıkmamıştır.

Saka-İskit, Asya Hun İmparatorluğu, Avrupa Hun İmparatorluğu, Akhunlar, Tabgaçlar, Göktürkler, Türgişler, Karluklar, Uygurlar, Hazarlar, Ayanlar, Bulgarlar, Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Harzemşahlar, Altınordu, Kazan Hanlığı, Astırhan Hanlığı, Kasım Hanlığı, Kırım Hanlığı, Nogay Hanlığı, Sibir Hanlığı, Eyyubiler, Timur İmparatorluğu, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Delhi Türk Sultanlığı, Babür İmparatorluğu, Osmanlılar adları iledevletler kurmuşlardır.

Kürtler (Kurmançlar) diğer Türk unsurlar gibi bu devletlerin bünyesinde idiler. Çok kere “Kürt” ismi ile değil bugün “Kürt” genel adı altında toplanılmak istenen oba ve oymakları ile bu devletlerin bünyesinde idiler.


Millet olarak kazandığımız başarıların ortağıdırlar. Güzel ve olmayan herşeyi milletimizi oluşturan unsurlarla birlikte yaptık. Değişen hanedan isimlerine rağmen halk aynı halktı. Anadolu’nun bugünki sakinlerine yurt olmasında Haçlı Seferlerini göğüsleyen Eyyubilerle Selçukluların hiçbir farkı yoktur. Her iki Türk devletinin de bünyesinde Türkmen ve Kürtler çeşitli aşiretleri ile aynı halkı oluşturuyordu.

Arşak Safrastian, Kürtlerin atalarının Saka-İskitTürkleri olduğunu belirtmektedir. Saka Türkleri MÖ 665 yılında Gog veya Gogu yönetiminde Kafkasları, Doğu ve Orta Anadolu’yu, Suriye’yi alarak Mısır sınırlarına dayanmışlardı.

Ön-Asya’da Kürt adına MÖ VII. yüzyılda Saka-İskit Türklerinin göçünden sonra tesadüf edilir. “Kürt” sözü, “GUR” adının “T”li çoğulu “GUR-T”dan çıkmıştır. Sakalar’ın içinde Gur Türkleri olduğu için, Gurt-Kürt olmuştur. Gurlar, Kimmer ve İskit Türklerinin torunlarıdır.

Saka Türklerinin en soylu uruğu olan Saka-sen/Sakasunların “Bala-Sakan” (Küçük Sakalar) denilen boyu, M.S.646-1578 tarihleri arasında “Kürt-Aras Kürtleri” olarak tanınırlar. 12. yüzyılda Kudüs’ten Haçlı kuvvetlerini temizleyen Türk Sultanı Selahaddin Eyyubi ve Şeddat Oğulları, Kürt-Aras veya Aran Kürtleri’nin müslüman olan Revadlı boyundandır.

Ani’de, “Kolu Uzunoğulları” uç beyliğini kurmuş olan Kolu Uzurioğulları da, Kürt-Aras/Aran Kürtleri’nin Babırakan kolundandır. Saka Türkleri’nin torunları olan bu boylar; Şeddat Oğulları, Eyyubiler ve Kolu Uzunoğulları olmak üzere üç kola ayrılmış ve Gence, Divin ve Ani’de beylik kurmuş, Selçukluların Anadolu fethinde öncülük ve kılavuzluk etmiştir.

Bohtorı/Botan adı Paktuk (Bohtil Boğtu/Boğuz) Van gölünün güneyi ile Dicle nehri arasındaki bölgede yayılmış olan bu uruk, Kurmanc/Dicle Kürtlerinin atasıdır. Bu uruk, 24 Oğuz boyundan İç Oğuz/Üç Oklar kolundandır. Bağdatlı Arap bilgini Mes’udi, 943’de kaleme aldığı “Mürrüc’uz-Zehep” adlı coğrafi eserinde Dicle Kürtleri arasında eskiden İranlıları yenen ulu Türk Kağanı Afrasyab’ın hatıralarının yaşadığını yazar.


Şerefname, Peçenek (“Becen/Becene”) Türklerini Kürtlerin atası olarak gösterir. Peçenekler, On-Oklar’ın birçok boyuna mensup teşekkülleri içine alan bir topluluktur. Adı geçen topluluk, On-Oklar’ın Tu-lu ve Nu- Se-Pi adlı iki kolunun mühim bir kısmından meydana gelmiştir. Kıpçak Türklerinin sözlüğünü yazmış olan Ebu Hayyam, “Kürt” sözünü “ayva”, Kaşgarlı Mahmud ise “kayın ağacı” anlamında almışlardır.

Afganistan’dan gelerek Anadolu’da muhtelif yerlere yerleşen Abdallar (AbdalhlAbdalan), Haptal/Eftalit Türklerindendirler. Bunların Adapazarı, Orta Anadolu, Toroslar, Silifke (İçel) ve Antalya bölgelerinde yaşayanları Türkçe; Tunceli, Erzincan ve Tercan taraflarında yerleşenleri ise Kürtçe (Proto-Türkçe, Arapça, Farsça karışımı vernaküler dil) konuşurlar.

Batıdaki “Hun” boyu Türgiş (Ak Hunlar) Türklerindendir. Macaristan’daki Sekeler, Hun Türklerindendir. Sekelerin Medgeş boyunun içinde “Kürt” adlı bir oymak vardır. Bunlar 5. yüzyılda Avrupa’ya geldiklerini ve Atilla (Batı Hunlar) soyundan olduklarını ve bununla gurur duyduklarını söylerler.

Bugün Macaristan’da “Kürt” adı altında Hun Türklerinden kalan 9 yerleşim yerinde 30 kadar Kürt köyü vardır. Bu Kürtler, Orta Tuna bölgesinde 1138, 1156 ve 1324 yılları vakalarında “Kurtu”, “Kürtü” ve “Kürt” biçiminde anılmışlardır. Tabgaç Türklerinin, aslı Türkçe olan Niebelungen Destanı (Atilla Mersiyesi), ayrıca Batı Hunlarda Sihirli Geyik Efsanesi, Kutlu Kılıç ve Kurt (Kürt) Efsaneleri vardır.

İsveç’te Nibelungen Destanı’na ait olayların tasvir edildiği taş

Göktürkler iki koldan batıya akmışlardır. Bunlardan Karadeniz’in güneyinden Iran ve Türkiye’ye gelen güney kolu Kurmançca (Türkçe, Arapça ve Farsça karışımı verna-küler bir dil) konuşurlar. Kurmançların iki ana kolundanbiri olan "Silivarı/Silifan”, Göktürklerde “şerefli” anlamında bir ünvan adıdır.

Silivan, Bohtlular (Zilan) yerine kullanılan bir toplayıcı addır. Halk arasında anlamı “ovalı, kışlalı” demektir. Diyarbakır’ın doğusundaki büyük kalesi ile meşhur Mafarıkin’in eski ismi Silivi veya Sifivli’dir. Doğu Anadolu’da Kotanlar olarak tanınan Kotan Oymağı Uygur Türklerindendir, Kotan, Uygur Türklerinde erkek adı olarak kullanılır. Oymağın adı da bu isimdeki bir şahıstan gelmektedir.

Kotan oymağı Karakeçiler’in dört ana kolundan biri olan Şıhan (Şıhlar) koluna bağlıdır. Şıhan (Şeyhan /ŞeyhlerŞeyhlu/Şıhlar); Milan (Beceneviler/ Peçenekliler) topluluğuna giren oymaklardandır. Miras yolu ile ayrılan bölümlerinden birinin başına geçen ve Şıhl Şeyh adını alan kimseye izafeten bu adı almıştır.

Şıhan/Şeyhan Oymağı, Milan (Beceneviler) topluluğu içinde bulunan Zırkan ve Karabaş oymakları ile birlikte llınıs, Karayazı ve Patnos’ta oturur. Bir bölümü de Ankara, İçel, Alanya ve Teke tarafına yerleşmiştir.

Şıhan Oymağı’nın Hınıs, Karayazı ve Patnos’ta oturanları Kurmancca konuşur. Ayrıca Milan (Beceneviler) topluluğunun Karakeçili Oymağı’nın günümüzde Çorum ve Manisa illerinde bulunanları Yörük, Diyarbakır ile Karacadağ’da oturanları ise Kurmanc (Kürt) olarak tanınır.

Miladi 627 tarihinde Doğu Anadolu’ya inen Hazar Türkleri; Ağaçeri, Salgur ve Büğdüzlerden meydana gelen önemli sayıda Türk oymağını Anadolu’ya iskan etmiştir. Hazar Türkleri arasında “Mem-i Alan Destanı” vardır.


Bu destanda, destan kahramanın atı denizden çıkan “Boz Rahvan” isimli efsanevi bir attır. Manzum bir eser olan “Mem-i Alan Destanı”, Azerbaycan, Suriye, İrak ve İran’daki Türkler arasında halen yaşayan bir destandır. Ahmed-i Hani isimli Hakkari’li Türk divan şairi, 1695 yılında, “Mem-i Alan” Destanı’ndan yararlanarak “Leyla ile Mecnun” tarzında ”Mem-ü Zin”in Azeri Türkleri arasındaki varyantlarını derlemiştir.

Bizans Devleti, Avar Türklerini Anadolu’nun muhtelif yerlerine iskan etmişlerdi. Bu yerleşim yerlerini bugün Türkiye de orijinal isimleri ile görmekteyiz. Bunlardan Avadan (Tarsus), Avadan (Eskişehir), Avaduri (Midyat), Avakent (Kulp-Diyarbakır), Aval (Eruh-Siirt), Avalama (Konya), Avan (Şirvan-Siirt), Avana (Borçka), Avanoğlu(Kırşehir), Avanuşağı (Pazarcık-K.Maraş), Ayara (Niksar- Tokat), Avarak (Van), Avarik (Eğin), Avas (Bakırköy-İstanbul), Avasorik (Erciş-Van), Avason (Manavgat), Avanos (Muradiye-Van), Kırşehir’in “Avanos” ilçesi el Karaman eyaletindeki “Ekrad” (Kürtler) taifesinden “Avanlı” (Avunlu) oymakları Avar iskanı ile ilgilidir.

Karluk Türkleri’ne izafeten bugün Doğu Anadolu ve Güney doğu Anadolu’da söylenen bazı tekerlemeler, deyimler, türküler dikkat çekicidir. Şubat ayının üçüncü cemresinde “Kürtoğlu kayada kaldı.” sözü havaların ısınmasına ve dağlarda yaşayabilme zamanının geldiğini anlatır.

Kürd’ün bir yanı dağ olmazsa yaşayamaz” tekerlemesi ile Kars ve Erzurum yöresinin halay türkülerindeki “Allah Kürd’ü yaratmış dağlar mahzun kalmasın.” mısrasında geçen “Kürt” sözü “Kürdün/Kürtün” “Kürt”, “Kürtlük”, gibi yaza kalmış deyimlerindeki sertleşmiş kar yığını anlamına gelir. Kürt kelimesinin yatık kar anlamına geldiği ve yatık karın da dağ yamaçlarında bulunduğu ve bazı Türk boylarının buralarda yaşadığı dikkate alınırsa sıfat ifade eden Kürt sözünün isim haline dönüştüğü söylenebilir.

Erzurum yöresinde dağ köylerinin yolları açılmadan, ilkbaharda karlar tamamen erimeden, köylere gitmek isteyen memurlara yerli halk: “Bey, bu mevsimde o yola araba gitmez, orası şimdilik kürtlüktür.” diyerek yolların henüz karla örtülü olduğunu belirtirler. Erzurum dağ köylerinin peyniri, “kürtlüğün peyniri” olarak bilinir. Ceylanpınar’da (Urfa), dağ köylerini terk ederek kasaba merkezine yerleşen vatandaşlar, eski köylerindeki yakınları için “Onlar hala dağdaki kürtlüktedir.” derler.

Kasabaya iniş, “kürtlükten çıkmak”, dağ köyünde oturuş ise “kürtlükte kalmak” anlamında kullanılır.

Köl-Irkin”, Karlık Türklerinin büyüklerine verilen isimdir. Barthold: “köl” kelimesinin “kür” olabileceğini ve“-kür” kelimesinin de yiğit anlamına geldiğini belirtir. Şerefname ise “Kürt” kelimesini; cesur, döğüşken, pervasız karşılığında kullanır. Buna göre “kür” kelimesi, zamanla “Kürt” kelimesine dönüşmüştür. Buradan Doğu’da özellikle aşiretlerimiz arasında “kal” veya “kalık” kelimeleri yaşlı,yaşı geçmiş anlamına gelmektedir. Bize göre Karlık Türklerinin lügatları daha sağlıklıdır.


Gazneli Sultanlığının esas bünyesini Khalaç/Halaç Türkleri teşkil eder. Halaçlar, Oğuzlar’ın Bozok kolunun Yıldızhan oğullarından olan “Kargın” ile Ayhan oğullarının “Yaparlı” boyundan teşekkül eder. Halaçlar, “Kürman” Kürtleri olarak da anılır. Malazgirt-Erciş arasında Halaç- Ovit denilen yerde yaşayan vatandaşlarımız, Halaç Türklerindendir. Halaç Türklerinin “Kiki” kolu Mardin, Diyarbakır ve Urfa ovasında yaşar.

Hive Hanı Ebulgazi Bahadır Han, 166l’de yazdığı “Secere-i Terakime” adlı kitabında, “Ulu Balkan ve Kiçi (Küçük) Balkan” adlı dağlar bölgesinde yaşayan Ersan Türkmenlerinin “Khızır-Eli” içinde bulunan bir “Kürt” boyunu tanıtır ve bu boyun Gur Türkleri olduğunu, Khalaç/Halaç ile birlikte göçtüklerini yazar.

Gur Türkleri; Guran, Zaza, Desiman, Çarekli, Dünbüli kollarına ayrılır. Bu kollar Türkmen’e Tırkmen, Kürt’e Kırt,Kurmanclar’a “Kırtasi/ Kırdasi” adını verir.

Arsaklılar idaresinde Anadolu’ya gelen Gur Türkleri; Bingöl, Tunceli ve Siverek’e yerleşti. Bunların Zaza kolu,Hunlar gibi sabahleyin doğan güneşe yükünürler. İbadetdilleri Türkçe’dir. “Homay/Omay” adını, Allah/Tanrı anlamında kullanırlar. Zaza Türkleri arasında, Göktanrı inanç sisteminin bir çok izi vardır.

Fatih Sultan Mehmed’in hocalarından Molla Güram Gur Türklerindendir. Gazneliler döneminde Anadolu’ya Horasan ordusu ile giren Gur Türkleri Tarsus, Misis, Ayn- Zorba, Adana, K. Maraş, Malatya, Amid, Ahlat, Malazgirt ve Kalikala şehirlerine yerleştirildiler.


Avşar geleneğinde Avşar ile Kürt kardeş sayılır. Aslanlı köyünde Avşarlar’dan Aşık Omar’ın ağıtında birçok Türk boyu ve beylerbeyi “Kürt yeğeni” olarak gösterilir. Bu ağıdın her dörtlüğü şu mısralarla biter: 
“Bektaşoğlu Kürtyeğeni değil mi?, 
“Mursaloğlu Kürt yeğeni değil mi?”, 
“Avşar Bey Kürt yeğeni değil mi?”, 
“Güccügalioğlu Kürtyeğeni değil mi?”, 
“Göveloğlu Kürt yeğeni değil mi?”. 
Nitekim Kayseri’nin Sarız ilçesine bağlı “Avşar Söbüçimen”köyü ile “Kürt Söbüçimen” köyü halkı akrabadır.


Bozoklar’ın Bayat boyuna mensup “Kürd-Mihmadlu Oymağı” iki asır kadar önce Aydın’ın Kuşadası kazasına yerleşmiş ve Türkmen mahallesi denilen mahalleyi kurmuştur. Kürd Mihmadlu oymağının bir bölümü de Köçeklü ve Gündeşlü oymakları ile beraber Afyon, Dinar ve Kütahya’ya yerleşmiştir.

Halep Türkmenlerinin çoğunluğunu Beğdililer teşkileder. 40 oba arasında Kürdler obası da bulunur. Beğdililerin bir kolu Boz-Ulus ve Yeni-il arasında yaşar. İç-İl bölgesinde de müstakil bir Beğdili kolu mevcuttur.

Konya’nın Cihanbeyli ilçesine ad vererek orada yerleşen Canbeklül Canbegan / Cihanbeğli / Canbeğli-Kurmanclanı Beğdili boyuna mensuptur. Bir bölümü Akşehir, bir bölümü de Haymana (Ankara)’da oturur. Urfa’nın Siverek kazasında oturan Türkan Aşireti, Beğdili boyundandır. Kurmancca konuşan bir Türk aşireti Süleyman Şah’ın dört oğlundan birinin soyundan gelir. Türkçe’yi Kerkük-Azeri ağzına yakın şekilde konuşurlar. 568 tarihli Ruha (Urfa) Sancağı defterinde “Cemaat-ı Ekrad-ı Döğerlü (Döğerli Kürtleri Cemaati) şeklinde yazılır.

Selçuklular devrinin destani şiir ve makamlardan başllarından Bayati denilen şiirler; Beyat-ı İsfahan, Beyat-ıAcem, Beyat-ı Kürdi, Beyat-ı Şiraz, Beyat-ı Raci, Beyat-ı Şikeste, Beyat-ı Aban, Beyat-ı Araban Kürdi vb. bu makamlar Türk boylarından Bayat boyuna aittir. Bu oymak, Salim Bey ailesine mensuptur.

Çok sevilen ve tutulan makamlardan biri de Türk makamı “Ayaz - Türk”tür. Bundan başka; Afşar-Gereyi, Şah Hatayi, Karadağlı, Türk Hicazı (Hicaz-ı Türk), Türk Katan (Katar-ı Türk, Katar-ı Kürd) makamları, yiğitlik havası taşıyan Uşşak, Neva ve Buselik makamları vardır. Kürdi makamlar; Rast Rürdi, Hüseyni Kürdi, Muhayler Kürdi, Tahir Kürdi, Saha Kürdi, Kürdi Aşiran’dır.

Harzemşahlar Devletinin kurucusu Kutb’ül-din Muhammed, Khalaç/Halaç (Kürman Kürtleri) boyundandır. Vardo bölgesine yerleşen Huvarzemiyen (Hormek) kabilesi, Harzem Türklerinden olup Oğuzlar’ın Uç-Ok koluna mensuptur. Anılan kabile; Hasali boyu, Alikanoymağı, Alidostoğullları (Hıran Aşireti), Koçgiri ve İzol Aşireti kollarına ayrılır.

Bu kabilenin Kars, Refahiye ve Kuruçay’da olanları Kurmancca (Kürtçe), Tunceli’de oturanları Zazaca konuşurlar. Varto ve Hınıs bölgesindeki bütün Türk oymaklarının ortak bir inancını simgeleyen Köşkar Baba, Oğuzların Uç-Ok kolundandır. Ağaçeri Türkleri veya Tahtacılar, Anadolu’nun eski Türk obalarıdırlar. Bunlar; Hatayi, Karabaği, Beğdili, Tilkü ve Şi’ri boylarına ayrılırlar. İlhanlı Hükümdarı Gazan Han, “Şu Türkmenler (Ağaçeri vediğerleri), Kürtler ve Karamanlılar olmazsa Moğol atlıları güneşin battığı yere kadar giderlerdi.” demiştir.

Akkoyunlular çağında, Kurmancların bütün Becenevi Peçenek kolundan gelen boy ve oymakları “Kara-Ulus” adıyla anılır. X. yüzyılda Erzincan, Tunceli ve Varto’ya gelen Lolanlılar, Akkoyunlu Türkmen grubunun Karabali Oymağı’na mensuptur. Türkistandaki Lolan kentinden gelmişlerdir.

Lur Türkleri; Doğu ve Güneydoğu Luristan’da Büyük Lur Atabeğliği’ni (1155-1423), başka bir Lur kabilesi de Kuzeybatı Luristan’da Türkmen Şumla’nın (1155-1186) desteğiyle Küçük Lur Atabeğliği’ni kurmuşlardır. (1187- 1597)

Akhunlar; Arap kaynaklarınca Kürd ve Ekrad-ı Balasagun, Harzemşahlar devrinde ise Mugan Kürtleri veya Mugan Türkmenleri olarak anılmışlardır. Tedescu, Hindistan’daki Türk boylarından Beluciler ile Kürtler arasında önemli yakınlıklar olduğunu belirtir.

Osmanlı İmparatorluğu kaynaklarında; Türkmen ile Kürt aynı manaya gelir. Bir devlet fermanında, “Tavayif-i Türkmen ve Ekraddan (Türkmen ve Kürt taifesinden) Receplü Avşan Cemaati”nden bahsedilir. Burada sözü edilen Kürtler, Adana’nın Kozan ilçesinde 5 köy halinde iskan edilmişlerdir. Bunlar Aslanlı, Hayyanlı, Hacılar, Usdut ve Hamam köyleridir. Buralarda yaşayan halk kendilerini Horasan’dan gelmiş Lek ve Kırıntı Kürtleri olarak isimlendirir. Bunlar Türkçe’den başka dil bilmezler.


Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu’nun belirttiği gibi Türkboy teşkilatlanmasında, Macar tarihçilerinin de açıkladığı gibi bir Kürt boyu var ise de Orta Doğu’da bugün var olan Kürt toplumunun izahını yaparken bu toplumun oluşumuna etkisi olmuş bazı diğer faktörleri de dikkate almak zarureti vardır.

Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Kürt unsurun özünde Türklüğünü kabul ederken Kürt kimliğinin zamanla oluşmasında bu toplumun çatısı altına Orta Doğu’nun bazı Arap ve Fars aşiretlerinin de dahil olmuş olabileceği üzerinde durmaktadır.


Prof. Dr. Mehmet Eröz, Kürtlerin Türklükleri gerçe-ğine katılırken Kürt kültürünün Doğu ve Güneydoğu’da Arap ve Fars kültür tesirleri altında oluşmuş Türk milli kültürünün bir alt kültür unsurları olduğunu belirtmektedir.


Prof. Dr .Orhan Türkdoğan’ın da katıldığı bir görüşe göre kültürel Kürtleşme konusu, kültürlerin tesiri ile Türk kültürünün de bünyesinde tezahür etmiş bir yerel kültürdür. Bu yaklaşımda inkar yoktur. Dışlama da yoktur. Bu yaklaşımda gerçeğin sağlıklı yorumu vardır.


Prof. Dr. Mehlika Aktok Kaşgarlı ise aynı teşhisi “sınır toplumları kültürü” tanımı ile yapmaktadır. Ona göre Kürt kültürü özgün ve bir kültür değildir. Sınır toplumlarında olağan bir tezahür şeklidir. Kürt kültürünün sınır bölgelerinin sık el değiştirmeleri sonucu bölgelerine göre Arap ve Fars kültürel değerlerini taşımaktadır.


Bu konuda özetle denebilir ki kapsamında Arap ve Fars aşiretlerinden mevzii katılmalar da olsa Kürt etnik kimliği Türk’tür. Kürt kültürüne gelince onu inkar etmenin manası yoktur. Ancak ona farklı, müstakil milli bir kimlik verilmesi ise gerçeğe aykırıdır. Kürt kültürel kimliği, Türk milli kültürel kimliğinin bölgesel tezahürüdür. İncelik, bukültürün Anadolu Türkünün milli kültürü ile Türk Milleti oluşumunu yıkma pahasına, Kürt millet oluşumuna seyirci kalınmasının seçimindedir. Dünyadaki milliyetçilik ve ayrılıkçılık fırtınası dinmedikçe, Doğu ve Güneydoğu’ya özgü sorunlar çözüme kavuşmadıkça, Kürt ve Kürtçülük sorunlarında oturmuş bir devlet politikası olmadıkça, Kürtçülük konusu komşu ülkelerin (SURİYE, IRAN, İRAK) ortak bir sorunu olmasına rağmen bu ülkeler ortak bir politika izleme yerine Kürt kozunu birbirlerinin aleyhine kullandıkça, Bazı batı ülkeleri bu sorunu kendi çıkarları doğrultusunda, sürekli olarak karıştırdıkça;

Türkiye’deki bölücü terör, alınan tedbirlerin etkinliğine bağlı olarak azala çoğala sürüp gidebilecektir.



YEDİNCİ BÖLÜM

KÜRT AŞİRET DÜZENİ NASIL OLUŞTU


Cumhuriyet tarihi yalancıları, Türkiye’nin bugün yaşadığı bütün sorunların olduğu gibi “Kürt Sorunu” diye adlandırılan “Ayrılıkçı Kürtçü Hareketin” de Kemalizm’in “yanlış politikalarından” kaynaklandığını ileri sürmektedirler. Onlara göre Atatürk eğer Türk Devrimi’ni gerçekleştirmeyip Türk Ulus Devleti’ni kurmasaydı Osmanlı’daki haliyle Kürtler asla sorun olmayacaklardı!

Bu güdük tez, bugün yobaz liboş ve tatlısu solcusu entellerin en çok rağbet ettikleri tezlerden biridir. Ama diğer tezleri gibi bu tezleri de temelsizdir, çürüktür, yanlıştır, yalandır.

Sorun onların iddia ettiklerinden çok ama çok başkadır.

“Kürt Sorunu” daha doğrusu “Ayrılıkçı Kürtçü Hareket”, Osmanlı’nın klasik çağı diye bilinen Yükselme Dönemi’nden yani 16. yüzyıldan beri devam eden bir sorundur. Çok daha önemlisi, Kürt aşiretlerini “sorun” haline getiren de bazı Osmanlı padişahlarının ve devlet adamlarının öngörüsüz ve yanlış politikalarıdır. “Atatürk Kurtuluş Savaşı sırasında Kürtlere özerklik sözü vermişti” diye yalan söyleyerek bugün Ayrılıkçı Kürtçü Harekete tarihsel dayanak arayan Cumhuriyet tarihi yalancılarına ben gerçek bir tarihsel dayanak vereyim. Alsınlar onu kullansınlar!


Osmanlı’nın Kürt Politikası

Kurtuluş Savaşı yıllarında Atatürk Kürtlere özerklik verdi.” diyerek bugün “özerk Kürdistan” planları yapan Kürtçülerin eline “tarihsel dipnotlar” vermeye çalışan cumhuriyet tarihi yalancıları, aslında Atatürk’ün ve genç cumhuriyetin değil ama bazı Osmanlı padişahlarının ve devlet adamlarının Kürtlere özerklik verdiklerini bildikleri için her fırsatta “Osmanlı seviciliği” yaparak cumhuriyete ve cumhuriyetin kurucusu Atatürk’e saldırmaktadırlar. 1514 Çaldıran Savaşı’nda İdris-i Bitlisi liderliğindeki Kürt aşiret reisleri, Şah İsmail’in liderliğindeki Safevilere karşı Osmanlı’ya destek olmuşlar, Osmanlı ordusuyla birlikte Safevi Türkmenlere karşı mücadele etmişlerdir. Dönemin Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim, Kürtlerin bu yardım larını ödüllendirmiş ve Güneydoğu Anadolu’daki Kürtaşiretlerine “bir tür özerklik” vermiştir.


(Yazarın Notu: Dikkat Sultan Selim Acemlerle değilyüzde yüz Türk olan ve Türkçe konuşmayı İran’da zorunlu kılan Şah İsmai’lin Türkmenlerden oluşan ordusunu yenerek şahlığın maalesef Türklerden Acemlere geçmesine yardım etmiş ve bir Türk devletini yıkmış ve Türkmenlere karşı Kürtlerden yardım almıştır.)

Bu arada üzerinde durulması gereken bir husus Anadolu Türkmenlerinin neden Şah İsmail'e meylettikleridir. Çoğu kişi yüzeysel düşünerek bunu Yavuz'un Sünni, Şah İsmail'in Alevi olmasına bağlar.


Halbuki doğuda Şah İsmail henüz yeni ortaya çıkmışken İstanbul'da BALIM SULTAN Bektaşiliğe yeni bir yön veriyor ve dönemin padişahı II. Bayezid bu tarikata giriyordu. Padişah aynı zamanda Hacı Bektaş'ın piri olduğuYeniçeri teşkilatının da 1 numaralı neferi sayılıyordu! Budurum Yavuz için de geçerli idi.

Diğer yandan Şah İsmail:

Gece gündüz hayaline dönerim
Bir gece rüyama gir Hacı Bektaş 
Günahkârım, günahımdan bezerim 
Özüm dâra çektim, sor Hacı Bektaş
diye şiirler yazıyordu. Yani hem BEKTAŞİ, hem de öz be öz TÜRK idi. HATAYÎ mahlaslı şiirleri hala Aleviler arasında okunur. Çünkü onun Türkçesi, Yavuz'unkinden daha sade daha Türkçedir.


Yani Çaldıran'da iki TÜRK ve BEKTAŞİ hükümdar karşıkarşıya gelmiş ve savaşmıştı! Öyleyse bu iki BEKTAŞİ TÜRK hükümdar çarpışırken Anadolu Türkmenleri neden Şah İsmail'e meyletmişlerdi?

Bu sorunun cevabını, Kürtler'in kurtuluşunu da TÜRKÇÜLÜK’te gören büyük düşünür ZİYA GÖKALP vermektedir: "Osmanlı Devleti, eski TÜRK federasyonunun bazı esaslarını muhafaza etmiş bir ümmetten ibarettir."

"Osmanlılar ümmet esasına dayanan bir devlet kurdukları için AŞİRET ve soylu sınıf teşkilâtlarını bozarak BOY BEYLERİ yerine ENDERUNdan çıkma sancak beylerini koydular. SAFEVİ DEVLETİ ise, tam tersine TÜRKMENLER'e eski AŞİRET ve soylu sınıf teşkilâtının muhafaza edileceğini vaad ederek (eski TÜRK) konfederasyon teşkilâtına döndü. Her aşiretin ırsî bir hanı bulunan bu teşkilâtta, ŞAH bir HANLAR HANI'ndan ibaret oldu."78


Çaldıran Savaşı’ndan sonra Yeniçerilerin huzursuzluğu artınca Amasya’ya dönen Yavuz Sultan Selim, Doğu Anadolu’da “düzenin sağlanması“ görevini İdris-i Bitlisi’ye vermiştir. İdris-i Bitlisi de 25 Kürt aşiretini bir araya getirerek onları “Kızılbaşların-Türkmenlerin kökünü kazımaya“ teşvik etmiştir. İdris-i Bitlisi, bu kararını Amasya’ya giderek Yavuz Sultan Selim’e bildirmiştir.


İdris-i Bitlisi’nin önerisi üzerine, Bıyıklı Mehmed Ağa, Diyarbakır bölgesi beylerbeyi yapılmıştır. Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, yayınladığı bir fermanla 33 Kürt beyine derebeylik hakkı vermiştir. Bu haksayesinde Kürt aşiret beyleri, bulundukları köyün veya kasabanın sahibi olmuşlardır. Minorsky bu durumu,“Osmanlı-Safevi mücadeleleri sırasında Kürtler arasında derebeylik hayatının inkişafına müsait bir muhit çıkmıştı.”diye ifade etmiştir.


İdris-i Bitlisi’nin “Selim Şahnamesi”nde yazdığına göre, “40 bin Kızılbaşın/Alevi Türkmenin başı kesilmiştir.“


(Yazarın not:; İşte birilerinin yüceltmeye çalıştığı gerçek Osmanlı budur ve Aslını inkar ederek yüzyıllarca Türkleri ve Türkmenleri katletmiş Türklere köpek muamelesi yaparken Arapları baş tacı etmiştir. Şimdi de öyle değil mi?)

İdris-i Bitlisi “Bir şafi ne kadar günahkar olursa olsun 7 Kızılbaş öldürürse cennete gider.“ diyecek kadar büyük bir Alevi düşmanıdır. Binlerce “Alevi-Türkmen“ İdris-i Bitlisi gibilerin katliamından kurtulmak için “Sünni-Şafi Kürt“ kılığına bürünmüştür.


Ziya Gökalp “Kürt Aşiretleri Hakkında İçtimai Tetkikler“ adlı incelemesinde Türklerin tarih içinde nasıl Kürtleştiklerini, Diyarbakır ve Silvan’daki Karakeçililerin Kürtleşmesi olayı üzerinden anlatmıştır.


Yavuz Sultan Selim’in “Kürtleri, Türkmenlere ve Alevilere karşı kullanma karşılığında” Kürtlere verdiği ayrıcalıkları oğlu Kanuni Sultan Süleyman da devam ettirmiştir.

Aşağıdaki ferman Kanuni Sultan Süleyman’a aittir:


“ (...) Yavuz Sultan Selim zamanında (...) Kızılbaşların yenilmesinde yararlılıklar gösteren Kürt beylerine gerek devlete karşı gösterdikleri öz kulluk ve dilaverlikleri karşılığı olarak ve gerekse kendilerinin vaki müracaatları göz önüne alınarak her birinin öteden beri ellerinde ve tasarruflarında bulunan eyalet ve kaleler, geçmiş zamandan beri yurtları ve ocakları olduğu gibi ayrı ayrı beratlarla ihsan edilen yerleri de kendilerine verilip mutasarrıf oldukları eyaletleri, kaleleri, şehirleri, köyleri ve mezraları bütün mahsulleriyle oğuldan oğula intikal etmek şartıyla kendilerine temlik (mülk) ihsan edilmiştir.
Bu münasebetle aralarında asla anlaşmazlık ve geçimsizlik çıkmamalı, dışarıdan müdahale ve taarruz edilmemelidir. Bu emri celileye (padişah buyruğuna) riayet edilecek, hiçbir surette üzerinde kalem oynatılmayacak, hiçbir yeri değiştirilmeyecektir.
Bey, öldüğünde eyalet kaldırılmayıp bütün sınırlarıyla padişah tapusu uyarınca oğlu bir ise ona kalacak eğer müteaddit ise istekleri üzerinde kale ve yerleri aralarında paylaşılacaktır. Uzlaşmazlarsa Kürdistan beyleri nasıl münasip görürlerse öyle yapacak ve mülkiyet yoluyla ebediyete kadar sürekli kullanıcısı olacaklardır.

Eğer bey, varissiz ve akrabasız ölmüşse o zaman eyalet hariçten ve yabancılardan hiçbir kimseye verilmeyecek, Kürdistan beyleriyle görüşülüp ve ittifak edilip onlar bölgenin beylerinden veya beyzadelerinden her kimi uygun görürlerse ona verilecektir.”
Cumhuriyet tarihini çarpıtmakla ün yapmış araştırmacı A. Tan ve onun gibilerin bugünkü “Özerk Kürdistan” yaklaşımının altında Yavuz Sultan Selim’in ve Süleyman’ın Kürt aşiret reislerine tanımış olduğu “haklar” ve “ayrıcalıklar” bulunmaktadır. A. Tan, bir kitabında Kürt-Osmanlı Özerklik Antlaşmasını şöyle anlatmıştır:


“Yavuz Sultan Selim, Çaldıran Savaşı’ndan sonra ordusuyla İstanbul’a dönerken Amasya’da konakladı. Savaşta kendisini destekleyen Kürt beyleri ile 1515 yılında Amasya’da buluşarak tarihi, Kürt-Osmanlı özerklik Antlaşması’nı karara bağladı. İdris-i Bitlisi’yi tam yetkili kıldı. Mühürleyip boş fermanları İdris-i Bitlisi’ye vererek istediği şekilde bu boş fermanları doldurabileceğini söyledi.
A. Tan kitabında, Yavuz Sultan Selim’in ve Kanuni Sultan Süleyman’ın Kürtlere verdiği “özerklik” konusunda da şunları yazmıştır:
“Kanuni Sultan Süleyman, babası Yavuz Sultan Selim zamanında Kızılbaşlara cephe alarak müspet ve hayırlı hizmetlerde bulunan ve şimdi de devlete doğrulukla hizmetler ifa eden, bilhassa (Serasker-i Sultan İbrahim Paşa’nın) budefaki İran seferine katılarak Kızılbaşların yenilmesinde yararlılıklar gösteren Kürt beylerine gerek devlete karşı gösterdikleri öz kulluk ve dilaverliklerin karşılığı olarak ve gerek kendilerinin vaki müracaat ve istirhamları göz önüne alınarak her birinin öteden beri ellerinde ve tasarruflarında bulunan eyalet ve kaleler, geçmiş zamandan beri yurtları ve ocakları olduğu gibi ayrı ayrı beratlarla ihsan edilen yerleri de kendilerine verilip mutasarrıf oldukları eyaletleri, kaleleri, şehirleri, köyleri ve mezraları bütün mahsulleriyle babadanoğula intikal etmek şartıyla kendilerine temlik ve ihsanedilmiştir.” Kürt beyleri ile Osmanlı sultanı Yavuz Sultan Selim arasında Amasya’da kabul edilen özerklik şartlarına göre Kürt emirleri, atalarından kendilerine intikal edentopraklarda bağımsız olarak geleneksel düzenlerini koruyacaklardır.

Bu emirlikler, eskiden olduğu gibi babadan oğula intikal edecektir. Osmanlılar, yabancı bir devletle savaştığında Kürtbeyleri kuşanmış silahlı süvarileriyle Osmanlı ordusuna katılarak savaşacaklar ve dışardan bir saldırı olursa ortak düşmana karşı koyacaklar aynı şekilde Osmanlılar da Kürtleri düşmanlarına karşı koruyacaklardır. Kürt emirler, Osmanlı Devleti’ne her yıl tespit edilecek bir vergi vereceklerdir.”
Televizyon ekranlarında ve gazete köşelerinde bağıra çağıra Atatürk’e ve Cumhuriyete “kin kusan” A. Tan’ın yukarıdaki cümleleri her şeyden önce “ağır faşizm” kokmaktadır.


A. Tan’ın, Kızılbaşlara karşı olmayı “müspet ve hayırlı hizmetlerde bulunmak“ diye değerlendirmesi, egemen Sünni görüşün klasik Alevi-Türkmen düşmanlığının bir yansımasıdır.

Görüldüğü gibi Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman ve babası Yavuz Sultan Selim döneminde “Kızılbaşların yenilmesinde yararlılıklar gösteren” Kürtlere, devlete gösterdikleri “özkulluk”ve “dilaverlikleri” karşılığında “eyaletler”, “şehirler”, “köyler”, “mezralar”, “kaleler” ve “topraklar” vermiştir.

Böylece Kürt aşiretlerinin “feodalleşme” süreci başlamıştır. Yani Kürt aşiretlerini feodalleştiren veya mevcut feodal yapıyı daha da güçlendiren Osmanlı padişahlarının “öngörüsüz” politikalarıdır.


Erdal Sarızeybek’in dediği gibi:
“İşte o gündür bugündür “ağalar” Doğu’da hep ağadır çünkü babadan oğula geçer. Tıpkı Zeydan gibi, tıpkı Geylani gibi. O gün bugündür “mir beyler” hep mir ve beydir çünkü babadan oğula geçer. Tıpkı Dengir Mir Mehmet Fırat gibi.
Bugün bize demokrasi, insan haklarından bahsedenler ortaya çıkıp da “Demokrasilerde ağalık, beylik olur mu?” hiç demez, diyemez. Çünkü kendileri de bu sistemin bir parçasıdır. Cumhuriyet kurulalı 100 yıl olmuş, ama hala ağalar ağa, beyler bey, mirler mir, şeyhler şeyhtir. Geri kalanlar ise köylüdür, köylü kalmış, işçi kalmış ve hiç “hak ve söz sahibi” olamamıştır. Şanlıurfalıların deyimiyle “maraba” kalmış yani ağanın yanında çalışan amele olmuştur.

Demokrasilerde söz hakkı olmayan insan olur mu hiç?

Terör olayları nedeniyle göç etmek zorunda kalan iki milyon insanı bir kenara koyunuz. Doğu’da halkımızın çoğunluğu toprak sahibi olmadığı için ve Altan Tan’ın deyimiyle bu halk kitlesinin söz hakkı olmadığına göre düşününüz böyle bir demokrasiyi, neredeyse hepimiz maraba olmuşuz ama haberimiz olmamış.

Göçlerle kırsaldan şehirlere gelenlerin çoğunluğunun sorunları çözülmediği için yaşam zorluklarıyla karşı karşıya kaldıklarından dolayı mağdur halk kitlesine dönüşüp PKK çizgisindeki bir siyasetin tabanı haline gelmiştir. Aslında bunun da marabalıktan hiçbir farkı yoktur. Gerçek buyken ülkemizde bu trajik gerçeğin adı “demokrasi” olmuştur,insan hakları olmuştur. Yazık.

Osmanlı’nın “Kürtleri kullanma” karşılığında Kürtlere verdiği “ayrıcalıklar” bitmek tükenmek bilmemiştir. Örneğin 1587 yılında padişah 3. Murat, Hakkari’deki Kürt beyine gönderdiği bir fermanda Kürtlerin Kızılbaşlara kılıç sallamaya devam etmelerini istemiştir.


Kürt emirleri, şimdiye kadar Kızılbaşlara kılıç sallayarak Allah yolunda gaza ve cihat ede gelmişlerdir. (…) Din uğrunda çalışıp Kürt emirlikleri arasında faydalı ve adla anılır olasız.” diyen 3. Murat’ın sadece Kürtleri değil “dini” de çok rahat bir şekilde kullandığı görülmektedir.

Belgelerden anlaşıldığına göre Osmanlı İmparatorluğu’nda “tımar sistemi” çerçevesinde hiçbir topluluğa verilmeyen “özel mülkiyet” hakkı sadece Kürt aşiretlerine verilmiş, bu da Kürtlerin merkezden koparak “feodalleşmeleri sürecini” hızlandırmıştır.

Maalesef Kürtleri olabildiği kadar “şımartan” Osmanlı İmparatorluğu, devletin “asli unsuru” Türkleri ise bir o kadar küstürmüştür. Osmanlı’nın özellikle 15. yüzyıldan itibaren Alevi- Kızılbaş Türklere-Türkmenlere yönelik saldırgan politikaları, Türklerin ezilmeleri, sindirilmeleri ve devlet kademelerinden dışlanmalarıyla sonuçlanmıştır.

Osmanlıyı baş tacı edenlere, Eğer Osmanlı devam etseydi şimdi o mecliste milletvekili değil zavallı bir maraba olacaktı. Osmanlı da “Türk” sözcüğü -hiç abartısız- 500 yıl boyunca “aşağılama sıfatı” olarak kullanılmıştır.


İmparatorluğu “dönme-devşirmelere” teslim eden Osmanlı, 15 yüzyıldan itibaren Türklere “Etrak-i bi-idrak”(akılsız/aptal Türkler) demeye başlamıştır. Ünlü Osmanlı tarihçisi Naima’ya göre Osmanlı Anadolu Türklerini şu sözlerle tanımlamıştır;
Nadan Türk (Çaresiz Türk),
Türk-i bed lika (Çirkin suratlı Türk),
Etrak-i bi idrak (Düşüncesiz Türk), 
Türk-ü sütürk (Çoban köpeği Türk), 
Hilekar Türk
Tekrar ediyorum; Osmanlı’da “Türk” sözcüğü -hiç abartısız- 500 yıl boyunca “aşağılama sıfatı” olarak kullanılmıştır.


Her gün ekranlarında “şişe gerine”, ballandıra ballandıra Osmanlı’dan söz eden günümüzün büyük tarihçileri (!) nedense bu gerçeklerden hiç söz etmezler!

Osmanlı döneminde yüzyıllarca “kimliksiz”, “kişiliksiz” bırakılan, merkezin “dönme” “devşirmelere” bırakılmasıyla merkezden çevreye itilen Türkler, 20. yüzyılın başlarında Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmasıyla uzun bir aradan sonra yeniden “kimliklerini” ve “kişiliklerini” kazanmışlar, yeniden “çevreden merkeze” taşınmışlardır.


Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Alevi Türkmenlere karşı Sünni Kürtlerin “kollanması ve kullanılması” bölgedeki Alevi Türkmenleri yeni arayışlara sürüklemiştir. Yaşam kaygısı içindeki bu Türk toplulukları, Kürt egemenliği altında hayatlarını sürdürmek zorunda kalmışlar. Bunun için de Kürtçe öğrenmişler, Kürt adetlerini benimsemişler ve sonuçta Kürtleşmişlerdir
Evet, Osmanlı’nın “klasik döneminde” -Kürt aşiretleri hariç- feodal(derebeylik) sistemin gelişmesine izin verilmemiştir. Ancak zaman içinde Batı, feodal sistemi yıkarak merkezileşmeye başlarken Osmanlı tam tersine zaman içindeki güç kaybına paralel merkezi otoritesini yitirmiş ve “feodalleşmeye” başlamıştır. Osmanlı’da 17.yüzyıldan sonra başlayan bu feodalleşmenin adı “Kürtçülük” ve “Ayanlık” tır.

Feodal sistemde üretim ilişkileri gereği “köylü” toprak ağasına bağımlıdır, köylü, toprak ağası için çalışmakla yükümlüdür. Kısaca köylünün kaderi ağanın iki dudağı arasındadır. Ağa, köylüyü kayıtsız şartsız kendisine “biat ettirebilmek” için bir taraftan köylünün aydın bağlantısını kesmenin yollarını arar.

Öyle bir aşamaya gelinir ki köylü ile devlet arasındaki ilişki tamamen kesilir. Artık feodal sistemdeki o köylü için “devlet” bağlı olduğu toprak ağası ve aşiretidir. İşte Osmanlı’nın güç kaybetmeye başladığı 17. yüzyıldan sonra Kürtlerin yoğun olduğu Güneydoğu Anadolu’da böyle bir süreç yaşanmıştır.

19. yüzyılda Osmanlı, Kürt bölgelerindeki bu feodalleşmeyi Kürtlere bazı ayrıcalıklar vererek önlemeye çalışmıştır. Örneğin, II. Abdülhamit’in “Kürt Hamidiye Alaylarını” ve “Kürt Aşiret Mekteplerini” kurması Kürtleri yeniden merkezi sistemin içine almaya yönelik başarısız girişimlerdir.

Ancak burada çok ilginç bir durum vardır, şöyle ki: Daha önce Yavuz Sultan Selim’den itibaren Osmanlı, “Kürtleri Türklere karşı kullanmak karşılığında” Kürtleri feodalleştirirken II. Abdülhamit’ten itibaren “Kürtleri Ermenilere karşı kullanmak karşılığında” Kürtleri merkeze bağlamak istemiştir.

“Osmanlı Devleti’nin bu aşiretlerin ilkel hayatına ve geri toplumsal yapısına müdahale etmekte zaaf içinde kalması bu geri toplumsal yapının kemikleşmesinin ana nedenini oluşturmuştur. Artık bu toplumsal yapının ana birimlerini aşiret reisleri, tarikat şeyhleri ve zamanla bunların elinde emperyalizm desteğiyle gelişecek olan Kürtçülük teşkil edecektir”

Feodal toplum aydınlanmamış, ekonomik özgürlüğüne sahip olmayan, güdümlü bir toplumdur. Bu nedenle yönlendirilmesi de çok kolaydır. Nitekim 19. yüzyıldan itibaren ayrılıkçı Kürt liderlerinin ve Kürtleri kullanmak isteyen emperyalizmin kışkırtmalarıyla çok sayıda Kürt isyanının çıkmış olması tesadüf değildir. Bir zamanlar Osmanlı’nın bazı tavizler karşılığında kullandığı Kürtleri, 19.yüzyıldan itibaren de Batı emperyalizmi bazı vaadler karşılığında kullanmaya başlamıştır.


Dünyada Fransız Devrimi’nden beri  gerçek “demokrasi”nin olmazsa olmazları “laiklik”, “özgür akıl” ve “özgür irade” dir. Birilerinin “kulu” olmaktan kurtulup “özgür birey” olmadıkça, “kör inançlar” yerine “aklını” kullanmadıkça, “ümmet” olmaktan kurtulup “ulus” olamadıkça bir ülkede demokrasinin varlığından söz edilemez.

Ancak nedendir bilinmez ağızlarından “demokrasi” sözünü eksik etmeyen “liberallerimiz” ve “siyasal İslamcılarımız” hiç bir zaman ülkemizde demokrasinin önündeki en büyük engelin “aşiret yapılanması”, “ağalık, şeyhlik düzeni” olduğunu dile getirmezler, getiremezler.

16. yüzyılda Şii İran’dan Sünni Osmanlı’ya yönelen Safevi tehlikesine karşı Sünni Kürtleri “yardımcı kuvvet” ve “kalkan” olarak kullanmak isteyen Yavuz Sultan Selim, Kürtlere “bir tür özerklik” vermiştir. Böylece 16. yüzyıldan sonra Güneydoğu Anadolu’daki Kürt aşiretleri “derebeyleşerek” merkezi otoritenin dışına çıkmaya başlamışlar, biranlamda devlet içinde devlet olmuşlardır.


“Osmanlı gücüne güç katarken Doğu ve Güneydoğu bölgesinde Kürt derebeylikleri de güçlendiler. Devlet içinde devlet oldular. Tıpkı PKK’nın günümüzdeki durumu gibi halktan vergi topladılar, halkı yönettiler, güçlerine güç kattılar. Osmanlı güçlüyken ve güçlerine güç katarken sorun yoktu. Ama ne zamanki Osmanlı güç kaybetmeye başladı güç kaybetmek istemeyen Kürtderebeyleri devlete karşı isyan ettiler. Kürt devleti kurmak için değil bölgelerinde Osmanlı’dan almış oldukları gücü ve kendi çıkarlarını korumak için. Bu süreç 1514 Çaldıran Savaşı’ndan 1839 Tanzimat Fermanı’na kadar süregeldi. Yaklaşık üç yüz yıl. Bu demektir ki Doğu’da üç asır süren Kürt derebeylikleri vardır ve ülkemizin bugün yaşadığı sorunlar da bu derebeylerinin çıkarmış olduğu sorunlardan kaynaklanmaktadır.”

Osmanlı Devleti’nin gerilemeye başlamasıyla birlikte “Kürt özerkliği” büyük sıkıntılara yol açmıştır. Özellikle Osmanlıyı parçalamak isteyen emperyalizmin bu başına buyruk Kürt aşiretlerini kullanmaya başlamasıyla birlikte Kürtler, 19. yüzyıldan itibaren Osmanlı için ciddi bir “sorun”olmaya başlamıştır. Ve maalesef Osmanlı bu sorunu çözmek için Kürt aşiretlerine yine “tavizler” vermiştir.

Batılı uzamanların yönlendirmesi sonucu 1839’da Tanzimat Fermanı’nı yayınlayan Mustafa Reşit Paşa, 1842 Vilayet Kanunnamesi’ne bir “Kürdistan Eyaleti” maddesi koydurmuştur. Kürdistan eyaleti, 1864 yılına kadar devam etmiştir. Bize tarih kitaplarında aydın ve kahraman olarak tanıtılan Aynı Mustafa Reşit Paşa bir de “Kürdistan Eyaleti Madalyası” çıkarmıştır. Kahraman mı hain mi siz karar verin!


Atatürk’ün önderliğindeki Türkiye Cumhuriyeti, “ulus devlet” anlayışı içinde Güneydoğu Anadolu’da 16. yüzyıldan beri süregelen Kürt derebeyliklerini yıkarak “şıha, şeyhe, ağaya” bağlı “eğitimsiz” bölge insanını eğitip “çağdaş” toplumun bir parçası yapmak için politikalar geliştirmiştir.

Cumhuriyet, emperyalizmin güdümündeki ağaların, şeyhlerin kulları, marabaları olan Kürtleri bu ağalardan, şeyhlerden kurtarıp “özgür bireyler” haline getirmek için çok önemli projeler geliştirmiştir.


Atatürk’ün birkaç kez meclis gündemine getirdiği “Toprak Reformu” bu projeler içinde çok özel bir yere sahiptir. Ancak cumhuriyetin “Kürt derebeyliklerini yıkarak Kürt halkını özgürleştirmeye çalışması” Kürt derebeylerinin (ağaların, şeyhlerin, aşiret reislerinin) büyük tepkisiyle karşılaşmıştır. Emperyalizmin de desteğini alan bu “Kürt derebeyleri” cumhuriyetin ilk yıllarında sık sık isyanlar çıkarmıştır.

İşte A. Tan ve onun gibilerin “Kürtçülerin” tarihi eğip bükerek Atatürk’e ve cumhuriyete saldırmalarının nedeni burada gizlidir. Onların “karın ağrılarının” nedeni Atatürk ve cumhuriyetin, Yavuz Sultan Selim’in, Kanuni Sultan Süleyman’ın, Mustafa Reşit Paşa’nın, kısaca Osmanlı’nın Kürt ağalarına, şeylerine, şıhlarına, Kürt derebeylerine verdiği ayrıcalıklara son verip Kürtleri Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yapmış olmasındandır.



SEKİZİNCİ BÖLÜM

DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU'DA KÜRTLEŞEN TÜRKMEN TOPLULUKLARI 79



Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu 1500-1600 yılları arasındaki Osmanlı tahrir kayıtlarına dayanarak bugün kendini Kürt olarak bilen bazı ailelerin 16. yüzyıl kayıtlarına göre Türkmen olduğunu bilimsel olarak ispat etmiştir.


Ancak bunun Kürtler yok demek olmadığını, Kürtleri reddetmediğini ve Kürtlerin tümünün Türkmen olduğunu söylemediğini, bunun Türkçülük yapmak veya Kürtleri inkar etmek anlamına gelmeyeceğini ifade etmesine rağmen bazısiyasi partilerin millet vekilleri, çeşitli örgütlerin mensupları ve köşe yazarları Halaçoğlu aleyhine adeta bir linç kampanyası başlatmış ve istifasını istemişlerdir.

Osmanlı arşiv belgelerindeki gerçeklerin kamuoyu ile paylaşılmasından tedirgin olan çevrelerin tutumunu anlamak mümkün değil. Halaçoğlu, aslında bir gerçeğe parmak basmıştır. Fakat o gerçek nedense pek dillendirilmek istenmiyor.

Bugün Kürt olarak bilinen bazı aşiret, kabile, aile veya şahısların geçmişi farklı bir orijine dayanıyorsa ve buna dair kanıtlar da mevcutsa bu gerçeği gizlemenin mantığı var mı?

Osmanlı kayıtları dışında yabancı bilim adamları hatta Kürt tarihçileri bile Kürtleşen Türkmenler gerçeğinden bahsetmektedirler.


Bitlisli Şeref Han "Şerefname" (Kürt Tarihi) adlı kitabında (1597) Tunceli ve yöresindeki beyliklerin soy bakımından Türkmen olup Selçuklu hükümdarı Melikşah’a dayandıklarına değinmektedir. Tunceli halkının yaşlı kuşağı da "Horasandan gelen Türkleriz." demektedir. Tunceli bölgesinde Kürtçe veya Zazaca konuşan Balaban, Sarı Saltık, Koçgiri, Koç Uşağı, Abbas Uşağı, Arslan Uşağı, Alan, Lolan, Hormek vb. aşiretlerin Türkmen kökenli oldukları çeşitli kaynaklarca ileri sürülmektedir.

Osmanlı döneminde Orta ve Batı Anadolu'dan Van, Erzurum, Diyarbakır, Maraş, Mardin, Urfa ve Antep yörelerine sürülen ve/veya yerleştirilen Beydili (Badılı), Karakeçili, Risvanli, Döger/Dögerli, Çakallı, Bazuki, Mukri, Gürkanlı, Gündeşli, Hamidlü, Danışmendlü, Cenbekli, Celali, Beritanlı, Hasananlı Zaferanlı, Akcakoyunlu, Karakoyunlu, Karahanlı, Karsanlı, Bozulus, Kılınçlu, Becenevi, Halacan, Bayat, Bayındır, Salur, Bügdüz, Yıva, Karkın, Milli, Tilki, Atmalı, Kızkapanlı, Bayrambeyli vb. yüzlerce aşiret ve kabilenin de keza Türkmen asıllı olup süreç içinde Kürtçe öğrendiği ve Kürtleştiği yönünde ciddi kaynaklar ve belgeler bulunmaktadır.


Evliya Çelebi'nin (17. yüzyıl) "Seyahatname"sinde Bingöl dağını anlatırken "Burada yaşayan Türkmen aşiretlerinin adını yazsak kitap olur." demesi çok çarpıcı bir belirlemedir.

Diyarbakırlı Ziya Gökalp, bölgedeki aşiretlere ilişkin yaptığı incelemeler sonucunda Kürtlerle beraber yaşayan Türkmen aşiretlerinin tedricen Kürtleştiklerini, Urfa ile Siverek arasındaki Döger nahiyesine yerleşenlerin Kürtçe öğrendiğini, Urfa ve Diyarbakır’daki Karakeçili aşiretinin Osmanlı'nın ecdadı olan Kayı boyundan ayrıldığını ve Kütahya yöresindeki Karakeçililerin amcazadeleri olup Kürtçe konuştuğunu, yine Diyarbakır'daki Türkan ve Mardin yöresindeki Kiki, Carıkan, Halacan adlı Türkmen aşiretlerinin de tamamen Kürtleştiklerini söylemektedir.


Kürtleşen Halacan (Halaçlar) aşireti ile TTK Başkanı Yusuf Halaçoğlu'nun mensubu olduğu Halaç Türkmenlerinin aynı kökten geldikleri anlaşılmaktadır. Osmanlı kayıtlarında Halaçlı, Halacan, Halacanlı, Khalac, Kalaç gibi Türkmen topluluklarından bahsedilmektedir.

Şu belge, Türkmenlerin zamanla nasıl Kürtleşebildiklerini belirtmesi bakımından ibret vericidir: 976(1568) Ruha (Urfa) Sancağı defterinde bir Oğuz (Türkmen) boyu olan Dögerler, "Cemaat-i Ekrâdı Dögerlü" (Dögerlü Kürtleri Topluluğu) şeklinde kaydedilmiştir. Kabilenin vergiye tâbi şahısları arasında Bayram, Gündoğmuş, Budak, Yağmur, Kaya, Sarı, Tanrıverdi, Durmuş, Dündar ve Satılmış gibi Türkçe adlar taşıyanlar görülmekte ve hatta Karkın gibi bazı Oğuz boyları adını almış kimselere bile tesadüf olunmaktadır.

Osmanlı paşası Mehmet Arif Bey'in 1876-1877 yıllarında Doğu Anadolu'ya yaptığı gezi ile ilgili olarak anılarını anlatırken "Oymak gördüm dede Türkçe konuşuyor, oğul Türkçe biliyor. Fakat torun hiç Türkçe bilmiyor, Kürtçe konuşuyordu." demesi de bir başka enteresan durumdur.


Araştırmacı yazar Rıza Zelyut'un DTP İstanbul milletvekili Sabahat Tuncel ile ilgili yazdıklarını aktarmakta da yarar görüyorum: "Sabahat Tuncel'in ailesi Balaban aşiretinden... Balabanlar, büyük bir aşiret olan Begdili aşiretine bağlıdır. 13. yüzyılda yaşayan büyük tarihçi Reşidüddin, Begdili Türkmenlerini Oğuz boylarından birisi olarak kabul etmektedir. Begdili Türkmenleri, KuzeySuriye'deki Türkmenlerin Bozok kolunu meydana getiren boylardan birisi idi.

Begdilililer Safevi devletinin kurulusuna da katılmışlardır. Bunlar 16. yüzyılın başında Osmanlı devletine karşı çıktılar ve (Alevilerin bugün bile çok önem verdikleri) Şahİsmail'in yanında yer aldılar. Bu durum, Begdili Türkmenlerinin tam Alevi olduklarını gösteren karşı konulmaz bir kanıttır. Kanuni Sultan Süleyman zamanında Begdili aşiretine bağlı olan boylar içinde Balabanlılardan 100 evin vergiye bağlandığı gösteriliyor. Begdili aşireti daha üst çatı olarak Şamlu Türk aşiretine bağlı idi. Şamlular, Alevi kimlikli Safevi devletinin kurulmasında rol alan birinci dereceden aşiret idi.
Ben yazmıyorum tarih yazıyor: Balabanlu aşiretinden olan Sabahat Tuncel, Kürt değil en has Türk'tür. Fakat Kürt aşiretlerinin baskısı sonucu onun aşireti dilini yitirince bunlar kendilerinin Kürt olduğunu sanmaya başlamışlardır.

Kaynaklar gösteriyor ki Güney Anadolu'daki Afşar boyuda Türk'tür ve Alevi kimliklidir. Çünkü bunlar da diğer Kızılbaş Türkmenler gibi İran'da devlet kuran Şah İsmail’e yardım etmişlerdir.80

Öyle anlaşılıyor ki, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bugün Kürtçe veya Zazaca konuşan birçok Türkmen orijinli aşiretin neden ve nasıl kimlik değiştirdiğini ortaya çıkarma konusunda akademisyenlere önemli görevler düşmektedir.


OĞUZ KÜRT (KURT) BOYLARI


Oğuz Han’ın 24 oğlunun olması dolayısı ile Türklerin de 24 ana boya ayrıldığı, Oğuz Han’ın torunlarından birinin adının KÜRT olduğu, Kürtlerin de onun adını taşıdığının yazılı olması Prf. Dr. De Groot'un Kürtler konusundaki bütün eserlere kaynaklık eden "Die Hunnen" adlı kitabında Kürtlerin kökenine dair belgenin yer alması çok önemlidir. Bu bölümde Oğuz boylarından olup Anadolu'da bir bölümü TÜRKÇE, bir bölümü KÜRTÇE konuşan aşiretlere değinmek istiyoruz. Aşağıda isimlerini sıralayacağımız bu Kürt Aşiretleri, aynı zamanda Türkçe konuşan boydaşları ile akraba olduklarını kabul etmekte ve amca oğlu olduklarını söylemektedirler.


Ancak Kürtçe konuşanlar önceden TÜRK iseler ne zaman KÜRTÇEYİ öğrendikleri yok eğer TÜRKÇE konuşanlar önceden KÜRT iseler ne zaman TÜRKÇEYİ öğrendikleri bir gizem olarak karşımızda durmaktadır.

Bazı tarihçiler Kürtçe konuşan bu Türk oymakların Kürtlerle birlikte yaşadıkları süre içerisinde asimile olduklarını ve sonradan Kürtçe'yi öğrendiklerini savunmaktadırlar. Bu görüşe göre Türk boylarının Kürtleşmesi için Kürtlerin bir dönem “baskın bir medeniyet” yaşamış olmaları lazımdır ki Türklerin asimile olmalarına neden olabilsinler.

Günümüzde Kürtlerin çoğu göçer olarak halen bozkır kültürü ile yaşamaktadırlar. İleri bir medeniyetleri olmamıştır. Birileri daha önceleri baskın bir medeniyet yaşamışlar fakat daha sonraları gerileme yaşamışlar diyebilir. Ancak bu görüş yanlış bir görüş olur. Çünkü medeniyetler ileriye doğru gelişir, gerileme olmaz. Bu durumda Kürtler Türkleri asimile etmediklerine göre Türkmen boyları Kürtçeyi nasıl öğrendiler acaba?


Oğuz boylarından bir boyu ele alıyoruz. Bir bölgede KÜRTÇE konuşanı var, diğer bir bölgede TÜRKÇE konuşanı vardır. Bilim adamları bu dil değişiminin ne zaman olduğunu kesin bilememektedirler. Komşularının tesirinde kalarakdil öğrendiklerini ileri sürmektedirler.

Bir görüşe göre Kürtçe konuşan Oğuz Kürt boyları sonradan Kürtçeyi öğrenmiş değiller. Konu Orta Asya'da bir zamanlar konuşulan (eski ana Türkçe) eski Oğuz-Uygur-Özbek dilinin bir tür lehçesini halen muhafaza etmiş olmalarından ibarettir. Kısaca Kürtçe zannedilen Guranice-Gurmançca lehçenin eski Türkçe olduğu yabancı kelimelerin dışında net kalan Kürtçe kelimelerin Anadolu Türklerince unutulan orijinal eski ana Türkçe olduğu düşünülmektedir.

Aşiret mensuplarına aşireti sorulduğunda, aşiretin adını Türkçe olarak size söylerler. "Siz Kürtsünüz ancak aşiretinizin adını Türkçe söylüyorsunuz. Bunun Kürtçe adı yok mudur?" diye sorduğunuzda biraz bocaladıktan sonra"Begim, aslında bizim aşiret Türkmendir.” demek durumunda kalırlar. İşte Oğuz Türkmen Ekradi (Türkmen Kürdü) veya Oğuz Kürt boyları denilen aşiretlerden örneklerler:

Döğer Kürdü:

Bu boy kaynaklarda Tukgur, Takar, Töker ve Döger olarak geçer. Urfa bölgesinde Kürtçe konuşan bu Aşiret aslında Oğuz’un 24 boyundan biri olan DÖĞERLÜ’den başkası değildir.

Şerefname "Kürt Döğer" isimli bir Kürt boyundan sözeder. 1568 tarihli Ruha (Urfa) Sancağı defterinde bu kabile "Cemaat-i Ekrad-ı Döğerlü"(Türkistanlı bir Türk Boyu Kürtler.) seklinde yazılmaktadır.82


Saka boyu Tokarlar, To-kharis ve Malatya’nın Tokharis Bucağı, Dağıstan’daki DİGOR(Digur) ve Kars ve Arpaçay’ın sağındaki DİGOR kazası bu boydan hatıradır. Faruk Sümer’e göre 17. yüzyılda bu bölgede (Urfa) yaşayan büyük oymaklardan biri de DÖĞERLÜ adını taşıyor.

Bu büyük oymak KÜRT olarak vasıflandırılmaktadır. Ancak bu oymağı meydana getirenler arasında Bayram, Gündoğmuş, Yağmur, Kaya, Tanrıvirdi, Durmuş, Dündar, Satılmış ve hatta Karkın gibi TÜRKÇE adları taşıyan şahıslar görülmektedir.83


Bayındır Kürdü:

Nizip ve Urfa'da BAYINDIR KÜRDÜ adında bir Aşiret vardır. Bayındır aynı zamanda Oğuz’un 24 boyundan birisidir. Barak bölgesinde Beydili Türkmenlerine bağlı KÜRDÜ-LÜ oymağının reisi Kürdülü Kerim, Bayındır Halid'in aynı babadan ayrı anadan olma kardeşidir. Burada Bayındır Kürdü ile Beydili Kürdülü Oymağının akraba olduklarını görüyoruz.



Badıllı Kürdü:

Urfa’da Badıllı olarak adlandırılan bu aşiret, Oğuz’un 24 boyundan BEGDİLİ ile akraba olduklarını kabul etmektedirler. BEYDİLİ adının KÜRTÇELEŞMİŞ şekli BADILLI’dır. Beydili boyu kırk oymaktan ibaretti. Birisinin adı “Kürtler Oymağı" idi.84

Beydili’nin Küçük Karacalu ve Büyük Karacalu obalarından sonra KÜRTLER OBASI geliyor ki bu obanın mühimbir kolunun da Boz-Ulus arasında bazı inançlar ile ilgili olarak Arap, Tatar, Kürd ve Çerkez gibi kavim adları erkek çocuklara konulmakta veya lakap olarak verilmekte idi.85

Oğuz’un 24 boyundan Bektili/Begdili veya Beydili'den (gelen) Siverek'teki BADILLI'lar Türkmen olduklarını bilirler.86


"Barak Türkmenleri" kitabında Beydili boyunun beyi Feriz Bey'in İran’a dönüşünü anlatırken "Feriz Bey, Muslu, Mukim ve KURT Beyleri de yanına alarak 37 bin hane ile çok öfkeli olarak yola koyulur. (s.39) "Kürt Beyleri" burada "Kurt Beyleri" olarak geçmektedir. KÜRTLER'e zamanla KURTLAR dendiğini anlıyoruz ve GUR-GURT-KURT-KÜRT-KURTÇA-KÜRTÇE tezimizin desteklendiğini bir daha görüyoruz.


Kürdülü Aşireti:

Barak Türkmenlerinin çoğunluğu Beydili boyuna mensupturlar. Beydili'nin 40 obasından birisinin de “Kürtler obası" olduğunu Faruk Sümer'den nakletmiştik. İşte bu obaya Barak Türkmenleri “KÜRDÜLÜ” diyorlar. “Oğuzeli  Elbeylilerinin (İlbaylı) küçük yaştaki beyinin adı KÜRDO’dur.87


Yukarıda konu ettiğimiz Kürt Aşiretlerinin Kesinlikle OĞUZ KÜRTMENLERİ (dolayısı ile Türkmen) oldukları tartışma götürmez durumdadır. Bunların ne zaman Kürtçe öğrendikleri henüz dilciler ve tarihçilerce kesin bilinmemektedir. Aslında Kürtlerin sonradan bir dil öğrenmediklerini zaten Türkçe konuştuklarını ispatlamaya çalışacağız.


Karakeçili Aşireti:

Urfa Siverek’te yaşayan bu aşiret, Siverek Kaymakamlığı’nın organizesi ile her yıl KARAKEÇİLİ nahiyesinde şölen yaparlar. Kürtçe konuşurlar fakat aşiretini sorduğunuzda Türkçe olarak KARAGEÇİLİ derler.


Eğer bu aşiret Türk olmasaydı aşiretin adı Kürtçe"Bızıné Raş"(Siyah Keçi) olmalı idi. Bu şölende erkekler ve kadınlar ve genç kızlar Göktürk, Türkmenistan ve Kerkük Türkmeninin bayrağının rengi olan GÖK MAVİSİ tülbentler ile başını kapatmaktadırlar.

Şölen günü her taraf mavi tülbent renginden MASMAVİ görünür. Eski Türkler sevinçlerde (bayram) ve üzüntülerinde (ölüm) gök (göv) mavisi baş örtüsüne bürünürlerdi.88

Kürtçe konuşan Siverek Karakeçilileri, Söğüt’teki KAYIBOYUNA bağlı KARAKEÇİLİ'lerin "Osmanlı Devletinin Kuruluş Şenlikleri”ne katılırlar. Söğüt’tekiler de Kürtçe bilmiyor. Siverek’tekilerin bir kısmı Türkçe-Kürtçe biliyor Ancak amcaoğlu olduklarını kabul ediyorlar. İkisi de aşiretinin isminin Türkçe Karakeçili olduğunu kabul etmektedirler.


Ko'vi, Kavi, (Kayı) Aşireti:

Adıyaman bölgesinde ve Suriye'de KAVİ olduklarını söyleyen Kürtler, KAYI diyemedikleri için kelimenin telaffuz farklılığından dolayı Oğuz Boyu olduklarını bilememektedirler. Adıyaman’da ve Suriye'de tanıştığımız KAVİ (Kovi) Aşireti mensuplarına KAVI kelimesinin aslının KAYI olduğunu, KAYI boyunun da Oğuzlar'ın 24 boyundan biri olduğunu, asıl Osmanlı İmparatorluğunun kurucularının kendileri olduklarını anlattığımız vakit bu görüşe itiraz etmediklerini gördük.


KOVİ-KAVİ ile KAYI'nın aynı bilemediklerinden bu konuda fikir yürütemiyorlar. Ancak biz bu açıklamayı yapınca hele Osmanlı İmparatorluğunun kurucuları olduklarını öğrenince, memnuniyetle kabullendiklerini gördük.




Çepni Aşireti:

Sivas ve Gaziantep’in Yavuzeli ilçesinde yasayan ÇEPNİler hem Kürtçe konuşmaktadırlar hem de Alevi- Bektaşi tarikatına mensupturlar. Bu Kürtçe konuşan Çepnilerin tahsil oranı yüksek oldukları için bir çoğu Oğuz-Türkmen Boyu olduklarını biliyorlar.


Mıl ve Zıl Aşiretleri:

Bazıları Kürtlerin MIL ve ZIL olarak ikiye ayrıldıklarınıifade etmektedirler. Bunu MIL olarak ele alanlardan Fahrettin Kırzioğlu, Aydın Taneri ve Mahmut Rişvanoğlu, MİLLİ kelimesi ile ilişkilendirmektedirler.

MIL ve ZIL diye iki guruba ayrılmaları Dicle Kürtleri arasında sonradan söz konusu olmuştur. Aşiretlerin coğrafik yaşayış şekillerine göre adlandırılmışlardır. Ovalardayarı yerleşik hayat yaşayanlara Kürtçe ova manasına ZIL boy olduğunu demişler. Farsça AN çoğul eki eklenince ZİLAN şeklini almıştır.


Sohbet ettiğimiz Van Çaldıran’ın Osmanlı köyünden yaşlı Muhyiddin ACARGÖL'e göre de ZIL Ova manasına gelmektedir. ATMALI Aşiretine göre ZIL ince süpürge çöpü anlamına geliyor. Ovalardaki kamış, diken ve her tür kuru otlara da ZIL derler. ZILAN sözü de bu çöp sözünden kaynaklanmış olabilir. İnce çöplerin temin edildiği ova mana-sında olabilir. Kamışlık gibi.

Dağlarda göçebe bir hayat yasayan Kürtlere MIL demişler ve AN eki de alınca MILAN olmuştur. Kürtçe devenin sivri olan hörgücüne, dağın sivri olan kesimine, insan omzunun sivrice kısmına MIL denilmektedir.

Dağların sivri kısmından dolayı dağda yaşayanlara MILAN denilmiştir. Buradaki MILAN ve ZILAN soy birliğinden ziyade bölgesel, coğrafi, içtimai yasayış tarzına göre yapılan bir tasniftir. Mutlaka akraba aşiretler elbette birlikte ortak bir hayat yaşadıkları için bu sınıflandırmada akrabalık bağlarına da rastlamak olağandır. Ancak bu iki kelime coğrafik yaşayış tarzlarına göre Kürt Aşiretlerini ovalılar (Zilan) ve dağlılar (Milan) olarak iki guruba ayrılmaktadır. Etnik bir anlamı yoktur.


Becn ve Bokhtan (Botan)

Şerefname’de adları Kürt olarak geçen BECN, BECENEKLER, BOKHTAN ise BÜĞDÜZ AMEN boylarıdırlar. Oğuzların 24 boyundan BECENEKLER ve BÜĞDÜZLERin Türk oldukları tartışma götürmez bir gerçektir. Beğduz, Dicle Kürtleri İlbeği olup Hz. Peygambere elçi giden 622-623 yılları arasında Medine’ye varan Boğduz-Aman Hanedanı temsilcisi ve Kürmançlar’ın iki ana kolundan Boğhlular/Botanlar’dır.89


Tapu tahrir defterlerine göre Şam ve Sivas yörelerinde yaşayan 1120 hanelik "Kürt Mehmedlü Cemaati” Dulkadirli Türkmenlerine bağlıdır.90

Elbistan'daki Yassıpınar yaylakları ile Diyarbakır’da yaşayan "Kürt Mehmedlü Cemaati" ise Bozulus Türkmenlerine bağlıdır.91

Maraş'ın Sarondi ve Engizek bölgelerinde yaşayan Kürt Atlu Cemaati Dulkadirli Türkmenlerinden Gözecilerdendir. 92

Urfa bölgesinde yaşayan "Döğerli Kürtleri Cemaati” 24 Oğuz boyundan Döğerli Türkleri'ne bağlıdır.93

Gökarmut mezraasında yaşayan "Kürt Cemaati" Bozoklara, Maraş- Elbistan yöresinde yaşayan "Kürt Kızıl Cemaati" 24 Oğuz boyundan biri olan Eymür Türklerine aittir.94

Adana Özerili'de yaşayan "Kürdaan Cemaati" Ahmetbin Özer gurubuna, Adana Kınık'da yaşayan "Kürtler Cemaati" ise Şah Meliklere bağlıdır..95

Öte yandan defterlerde, özellikle İçel ve Mut'ta bulunan ve Kürt ismi taşıyan aşiretlerin tümünün Türk boylarına bağlı olduğu belirtilmiştir. Prof. Dr. Laszlo Rasonyı'nın "Tarihte Türklük" kitabında "Türk asıllı Kürt oymağı” derken tarihi bir gerçeği işaret etmiştir.96

Ahmede Hani, Botan beyini methederken doğudaki Kürt vatandaşlarımızın asıl ve kökenleri hakkında da bir ipucu vermektedir.
“Ecnas-i milel muti' u minkad 
Nesle vi Ereb, emir-i ekrad.”
"Milletlerin çoğu ona itaat etmiş ve boyun eğmişti. Oaslı Arab, Kürtlerin emiriydi. Malumdur Emevi ırkçılığı ve zulmü zamanında Arabistan yarım adasından, seyyidlerden, Hz. Peygamber'in sülalesinden, Sahabeler'in çoğunluğunun torunları Doğu Anadolu'ya göç etmiş. Bu bölgeye yerleşmişlerdi. Bugün Doğu Anadolu'da Halit bin Velid, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin neslinden binlerce Kürt vatandaşımız vardır.”
Derken Doğu'nun sırf Kürtlerden ibaret vatandaşlarımızla meskun olmadığına işaret etmesi yani karşımıza Kürtleşmiş Arapların da çıkması, "Kürt" kelimesinin ayrı bir ırkı göstermediğinin delilidir.


Meşhur alim Tahir-ul-Mevlevi, Çelebi için arş hazinelerinin anahtarı, ferş yani yer definelerinin emini, zahiri vebatıni birçok fazilet sahibi, hakkın ve dinin keskin kılıcıdır. İsmi, Hasan bin Muhammed bin Hasan'dır. İbn-i ehi Türk denilmekle tanınmıştır, dedikten ve Konya'nın eşraf ve ayanından iken yalnızlığı ihtiyar eylemiş, Hz. Mevlana'ya intisab ederek on seneden fazla hizmet-i Mevlana'da bulunmuş, Mesnevi'yi yazmak vazifesiyle adının ebediyyen anılmasına muvaffak olmuştur. Hazret-i Pir'in kendisine fevkalade teveccüh ve muhabbeti vardı, diye de vasfettikten sonra gayri ihtiyari "Çelebi Hüsamüddin hazretleri aslen Kürddür yani Türk Irkındandır."şeklinde, vurucu bir cümle sarfetmekle farkında olmadan büyük bir hakikate parmak basmaktadır. Böylece "Kürt" kelimesinin ırk ismi olarak değil vasıf olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.98


Yazar Mehmet Niyazi bir anısını şöyle anlatmıştır: 
"BirKürtçü arkadaşım da Kazakistan'a gitmiş, orada üç gün kalmış. Döndükten sonra görüştüğümüz de bana şunları söyledi: “Senin söylediklerine inanmıyordum. Fakat Kazakistan'da geçirdiğim üç gün zarfında sizin kullanmadığınız bizim Kürtçe diye kullandığımız 221 kelimeyi Kazakların da kullandığını tespit ettim. Ne Kazaklar Kürdistan'a geldi ne de Kürtler Kazakistan'a gitti. Vallahi biz de Turani'yiz.”
Ayrıca "Bir süre önce hekim olan bir Kürt kardeşim bana geldi: ‘Son devirde yapılan çalışmalarla aslımızı Urartular'a bağlamak istiyorlar. Ben Ermeniler'le değil de Türklerle kardeş olmanın gururunu yaşamak istiyorum. Niçin tarihimizi araştırmıyor, aslımızı yazmıyorsunuz?' diye feryat etmesini" yazmıştır. Ve: "İdris-i Bitlisi Hazretleri’nden Alman Pr. Fritz'e kadar Kürtlerin menşelerine ait araştırmalar da Türkleri haklı göstermektedir diye hükme varmıştır.
Çince, Rusça, Türkçe, Arapça, Farsça ve bütün Batı dillerinden yararlanarak ilmi bir eser yazan Prof. Dr. DeGroot'un Kürtler konusundaki bütün eserlere kaynaklık eden "Die Hunnen" adlı kitabında Kürtlerin menşeine dair belgelerde yer almaktadır. Bu eserde Oğuz Han'ın yirmi dört torunu olması dolayısıyla Türklerin de 24 ana boya ayrıldığı, Oğuz Han'ın torunların dan birinin adının Kürt olduğu, Kürtlerin de onun adını taşıdığı yazılıdır.100

Yine bu kitapta Orhun Abideleri'nde kullanılıp da bugün Anadolu Türklerinin kullanmadığı ama Kürtçe'de bu kelimelerin 532'sinin yaşadığı belirtilmiştir. Yine bu eserde Yenisey Abideleri'nde Uygur hakanının: "Ey Kürt Beyleri” diye hitap ettiği belirtilmektedir.

Bugüne kadar kaydı yapılan 11 bin 769 aşiret arasında adında "Kürt" kelimesinin geçtiği 2920 haneden oluşan 92 aşiret tespit ettiklerini anlatan ve bu bilgilerden "Kürt"adının tümüyle farklı etnik bir grup olarak nitelendirilemeyecek bir şekilde karşılarına çıktığını bildiren Prof. Halaçoğlu, bu araştırmayla "Kürt" adının hem aşiret hem de isim olarak Türkler tarafından da sıkça kullanıldığını ortaya koymuştur.”102

Türklerle Kürtlerin aynı kökenden geldiğine ilişkin başka bir örnek: Van'da seneler önce yayımlanan mahalli İki nisan gazetesinin müdürü sayın Ali Laleci Bey ve diğer yaşlı kişilerle sohbet ediyorduk. Söz döndü, dolaştı Van halkının ve dolayısıyla Doğu ve Güneydoğu halkının kökeni üzerinde yoğunlaştı. Van'ın yaşlı başlı gün görmüş zevatından olan bu bilge kişiler, bir anılarıyla sözü bağladılar

"Efendim dediler, bundan yirmi yıl kadar önce Avrupa'dan Van'a bir araştırıcı gelmişti. Batılı ilim adamına sorduk: Anadolu insanının kökenleri hakkında ne dersiniz? Gezip gördüğünüz yerlerde kaç çeşit kavim ve kültürle karşılaştınız?" Batılı araştırıcı, bu sorumuza karşı daha da ciddileşerek ve kendinden gayet emin bir şekilde şöyle cevap verdi:

"Eskişehir'den buraya kadar, Anadolu'yu her yönüyle bilhassa halkiyat ve folklör bakımından tetkik edip araştırmak için köy köy gezip dolaşmadığım yer kalmadı. Her yerde aynı ziraat alet ve edevatıyla, aynı yiyip içme, aynı giyim kuşam, aynı oturup kalkma, aynı düğün dernek, aynı davul zurna, aynı horon tepme ve aynı inanç içinde, velhasıl ortak bir kültürle karşılaştığımı anladım. Yine anladım ki Anadolu da yaşayan halk, dış görünüşü itibariyle de iç yapısı bakımından da aynı milletin oraya buraya serpiştirilmiş birer uzantısından başka birşey değildir."

"Daha önce, Frechen'de Kürtçü ve komünist olarak bulunan bir öğretmenimizin -özellikle- Prof.Dr. De Groot’un 'Die Hunnen' adlı kitabını ve bunun gibi daha nicelerini okuyunca ilmi deliller karşısında gerçeği görerek 'Kürtlüğüm, Türklüğümün ispatıdır.' sözünü prensip edinmiştir.103



Sonuçta hepimiz Oğuz Han'ın torunlarıyız.





DOKUZUNCU BÖLÜM

Prof. Dr. YUSUF HALAÇOĞLU 

İLE SÖYLEŞİ104




Dr. Ali Nazmi ÇORA: Bir taraftan da ayrı bir tarih ve ayrı bir Kürt milleti laboratuvar ortamında yaratılmaya çalışılıyor. Olma-yan belgelerle bir takım tezler üretilmiş. AB politikaları da yıllarca buna hizmet etmiştir. Sizse “Eğer Kürdoloji enstitü- lerini Batılılar değil biz kursaydık çok daha farklı olurdu.” söylemini de kullanmıştınız.


Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu: Ben bu tezi TTK'dayken önemle savunmuştum. Eğer bir Kürdoloji enstütüsü kursaydık ve ben Kürdüm diyen bilim adamlarıyla beraber çalışsaydık bugün onların da düşünceleri çok farklı olacaktı. Araştıralım ve bütün tarihe bakalım.

Urartuların, Friglerin, Hititlerin, Anadolu'da yaşamış olan herkesin yazılı tabletleri var. Peki niye Kürtler ait bir yazılı tarih yok? Peki hangi mimari eser, yapı vardır? Varsa göstersinler. Neden yoktur? Niye Kürt tarihi olarak yazılmış Şerefname'nin dili Farsçadır? Neden Kürtçenin değişik diyalektleri birbirleriyle hiç anlaşamamaktadır? Neden Kürtçe, Farsça üzerine oturmuştur? Neden sayıları Farsçadır? 

Dr. Ali Nazmi ÇORA: Dilbilimcilerin araştırmaları da ancak üç yüz tane "Kürtçe" denebilecek kelimenin var olduğunu göstermektedir.

Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu: Dil bilimcilerin yerel ortamlarda yaptıkları araştırmalar da bu yöndedir. Yerel toplumlarda dil meselesi çok az kelimeyle anlaşılacak niteliktedir. Bu Kürtlerin olmadığı anlamına gelmez. Fakat Kürtlerin aslının ne olduğu, menşelerinin nereye dayandığı konusunda bile birçok farklı iddia vardır.

Şeref Han, Şerefname'de Kürt adının menşeini açıklarken Sasani hükümdarı Dahhak'a kadar dayandırmak zorunda kalmıştır. "Dağlara kaçanlara Kürt denildi." diyor. Dahhak bir hastalığa yakalanmıştır. Hekimler, bunun ağrılarının dinmesi için iki gencin beyinlerinin çıkarılıp yaraya sürülmesi tavsiyesinde bulunurlar. Bu uygulanır. Dahhak biraz da olsa şifa bulur. Fakat bu işle görevlendirilmiş kişiler, gençlere acırlar. Bir genci öldürür, diğerini dağlara kaçırırlar. Şerefname, dağlara çıkan bu kişilere Kürt adı verildiğini söylemektedir.

Birçok milletin böyle efsaneleri vardır. Fakat bu ne kadar doğrudur? Neden çok eskilere dönük bir varlık yoktur? O zaman nereden gelmektedir? Bunların da araştırılması gerekir.

Bir toplulukla bir millet olmak çok farklıdır. Millet olmak için bir medeniyete sahip olmak gerekir. Bir varlık göstermiş olmak lazımdır. Türkiye'de 20-25 milyonluk bir Kürt nüfusundan bahsedilmektedir ki bu rakam her yıl 5 milyon artırılmaktadır! Benim samimi düşüncem Türkiye’de "Ben Kürdüm." diyenlerin sayısının çok fazla olmadığı yönündedir. Var olduğu söylenenlerin birçoğunun da zaten Kürtleşmiş olanlardan meydana geldiği biliniyor.

Dersim'e makineli tüfekleri Fransızlar gönderdi.


Dr. Ali Nazmi ÇORA: Bugün maalesef vatandaşımız atasını suçlu görmemektedir. Birilerinin çıkıp Dersimlilerden, Ermeni-lerden özür dilemesini izledik. Fakat kimse çıkıp da aslında Dersim'de ayaklananların devletten özür dilemelerigerektiğini söylemedi.

Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu: Bunların kim olduğu da herkes tarafından bilinmektedir. Bunlar altı aşiretten ibarettir. Dersim'de herkes isyan etmedi. Diaspora Ermenileri ve Taşnaklar gelsinler ve Türkiye'de bir panel yapalım.


Desinler ki "Arkadaşlar biz yanlış yaptık, devletimize karşı çıktık. İhanet ettik, sivil insanları, kadınları çocukları, bebeleri öldürdük, hamile kadınların karınlarından ceninleri çıkarıp elimizde salladık." Bunlar Pastırmacıyan'ın kendi raporlarında var. Şöyle devam etsinler "Biz bu hataları yaptık ve Türk milletinden özür diliyoruz." Biz de o zaman diyelim ki "Biz sizin bu yaptıklarınıza karşılık olarak sizi sürgün ettik, savaş alanlarına çıkardık. Bunlar olurkenbaşınıza bir takım trajik olaylar geldi. Bu olanlar bizimelimizde olmayan şeylerdi. Eşkıyalar saldırdılar, gasp ettiler, öldürdüler, yağmaladılar. Sizler de yerinizden yurdunuzdan oldunuz. Biz de sizden özür dileriz" diyelim. Var mısınız?

Dr. Ali Nazmi ÇORA: Bu olayların sorumlusu da anlaşıldığı kadarıyla Kürtlerdir.

Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu: Büyük çapta karşılıklı bir öldürme gerçekleşti. Ama önce Ermeni çeteleri Osmanlı askeri elbiselerle Kürt köylerine saldırdı. Bu sebeple de karşılıklı öldürme gerçekleşti. Yabancı kaynaklarda da aynı yönde kayıtlar yer almaktadır. Bu durumu mecliste de ifade ettim. Ermenileri öldürenlerin Türkler mi Kürtler mi olduğunu yine bir açık veya kapalı oturumda tartışmayı Meclis'te BDP'lilere söyledim. Onlar Osmanlı devletinin bunu emrettiğini söylediler. Ben de o zaman bunu kanıtlamalarını istedim. O zaman Osmanlı yaptıysa da ortaya çıksın dedim. Var mısınız dedim, yine yoklar, Çünkü Osmanlı emretmedi aksine durdurdu. Bütün ABD ve Alman kayıtlarında der ki "Osmanlı ordusu olmasaydı, Kürtler Ermenilerin hepsini kesip bir tanesini bile bırakmazdı".

I. Dünya Savaşı sırasında hangi Kürt aşiretlerinin Ruslarla iş birliği yaptığını da mecliste BDP'lilere sordum. Buyrun, siz Çanakkale deyip duruyorsunuz dedim, bir oturum yapalım hangi Kürt aşiretleri Ruslarla işbirliği yapmışlardır açıklayın, dedim.

1920 Koçgiri, 1925 Şeyh Sait, 1926 Koçuşağı ardından da Dersim. Dersim'le ilgili olarak sizin yayınladığınız belgeler arasında var. 1935 yılında Kamışlı'da ve Halep'te Kürtlerle Ermenileri İtalyanlar bir araya getirmiştir. Dersim'e makineli tüfekleri gönderenler kimlerdir? Fransızlar.

Medeniyet Batıda yoktur Doğuda vardır.


Dr. Ali Nazmi ÇORA: Son olarak Türkiye'nin Türk Birliği ile ilgilifikirlerinizi sormak isterim. Türkiye, AB'ye benzer şekilde birTürk birliğini Türk cumhuriyetleriyle birlikte oluşturamazmı? Atatürk döneminde, Sadabad ve Bağdat Paktları gibi örneklerden biliyoruz, Türkiye'nin yüzünü doğuya döndüğünü görüyoruz.


Bugün ise tek umudumuz batıymış gibi hissettirilmeyi çalışılıyor. Türk kamuoyu da bununla oyalanıyor. Her şeyaslına rücu edermiş, güneşin doğudan yükseldiğini hatırlatmak gerekmiyor mu? Mesela, TBMM'de Kırgızistan Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev'in yaptığı konuşma, Nazarbayev'in Kazakistan'daki söylemleri hakkında neler düşünüyorsunuz? Türk cumhuriyetlerinin bu birliğe ihtiyacı olduğunun bir göstergesi değil midir? Türkiye bunu değerlendirebilir mi?


Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu: Türkiye kendi iradesiyle bir dış politika gerçekleştirecek olursa söylediklerinizi gerçekleştirebilir. Maalesef bugün bu yoktur. AB'nin on sene içinde dağılıp çökeceğini ben TTK başkanıyken de söylemiştim. Nitekim bu durum şu anda büyük oranda gerçekleşmiştir.

AB kendi içinde büyük bir ekonomik krize düşmüştür. Sadece Alman ekonomisi ayaktadır. Fransa bile sallantıdadır. Bütün birlik üyesi ülkelerin ekonomileri ciddi biçimde sarsılmıştır. Yunanistan, İspanya, İtalya, Polonya, Macaristan gibi ülkeler iflasın eşiğine gelmiştir. AB'nin eski fonksiyonu yoktur ve Türkiye'nin AB'ye grimesinin de hiç bir anlamı kalmamıştır.

Aslında yarından tezi yok, Türkiye'nin Gümrük Birliği'nden derhal çıkması lazımdır. Türkiye'de hükümet bundan bir buçuk yıl önce doğru bir siyaset takip ediyordu. Suriye ile vizeler kaldırıldı. İran'la aynı şekilde anlaşmalar yapıldı. Bunun üzerine Batı dünyasında hemen eksen kaymasından bahsedilmeye başlandı. Ben o sırada Halep’teydim. Eksen kayması konusunda televizyonların bana sorduğu soruya şöyle cevap vermiştim: "Türkiye kaymış olan eksenini doğruya oturtuyor”.


Dünya enerji merkezlerinin bulunduğu coğrafya, Türk cumhuriyetleri de dahil olmak üzere Ortadoğu coğrafyasıdır. Irak ve İran'ı da içine alarak Türk cumhuriyetlerinin bulunduğu bu coğrafya dünya petrollerinin % 60’ına sahiptir. Bütün Avrupa'yı besleyen doğalgaz da bu bölgeden çıkmaktadır. ABD, BOP ile Ortadoğu’nun bu büyük enerji merkezlerine hakim olmaya çalışmaktadır. Bölgeye yeniden şekil vermeye, parçalamaya çalışıyor. Böyle bir ortamda Türkiye’nin bu politikadan vazgeçip yüzünü doğuya döndürmesi lazım.

Medeniyet batıda yoktur. Medeniyet doğuda da vardır. Bu medeniyeti sadece teknoloji olarak düşünsek bile bugün Tayland'dan Kore'ye, Japonya'dan Çin'e, Hindistan'a kadar Doğuda müthiş bir teknoloji gelişmesi vardır. Eğer Türkiye akıllı davranarak Türk cumhuriyetleri ile beraber İran, Gürcistan hatta Rusya ile Baltık kıyılarından Kızıldeniz’e kadar uzanan bir coğrafyayı içine alan yeni bir birlik kurmanın adımlarını attığı zaman çok şey değişecektir. Engeller tabi ki çıkacaktır ama bunları aşmak mümkündür. Böylece dünyada söz sahibi olacak önce ekonomik ardındanda siyasi bir işbirliği doğacaktır.

ABD, bugün Çin'le mücadele edemeyecek bir pozisyona düşmüştür. Çin ekonomik gücüyle, nüfusuyla büyük bir güçtür. Şöyle düşünelim: 400 milyon insan 1,5 dolardan çalışsa 600 milyon dolar günlük geliri var demektir. Bu büyük ekonomiyle ABD'nin başa çıkması mümkün değildir.

Askeri anlamda da bu böyledir. Dolayısıyla ABD'nin Çin'i alt edebilmesinin tek yolu olarak Çin'in ihtiyacı olan enerji merkezlerine sahip olmak kalmaktadır. Bugün Ortadoğu’da meydana gelen tüm olayların temelinde de bu yatıyor. Halbuki biz akıllı olsak da bu coğrafyada işbirliği yaparak bir yerlere varsak zannediyorum ki o takdirde dünyada Türkiye'nin geleceği de garanti altına alınmış olacaktır.

Türk milleti emperyalist değildir.



Dr. Ali Nazmi ÇORA; Türk milletinin bu duruma gelmesi aynı zamanda dünya barışının da garantisi olabilir mi?

Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu: Türk milleti emperyalist değildir. Başkalarını sömürerek bir yere varmaya çalışan bir yapısı yoktur. Bu kadar imparatorluklar kurmuştur. Bunlardan hangi birisi içinde yaşanılan milleti kendi kültüründen, dilinden ve dininden uzaklaştırmıştır? Selçukluları düşünelim. Emirlerinde bulunan milletlerin arasında Ermeniler ve Gürcüler de vardı. Araplar, İranlılar ve Kürtler de vardı. Neden hiçbiri asimile olmamıştır? Karahanlılar, Akkoyunlular, Kara koyunlular, Gazneliler neden kimseyi asimile etmemiştir?

Hunlardan ve çok eski devirlerden değil daha yakın zamanlardan bahsediyorum. Mesela Avarlar Macaristan bölgesinde hüküm sürmüştü. Makedonya bölgesinde Kumanlar vardı. Bu devletler, milletler şimdi nerededir? Şuanda yoklar. Bu gün Makedonya'da Kumanova tarihen de sabit olarak hâlâ Kumanların yaşadığı yerdir. Bunlar birilerini asimile etmek yerine kendileri asimile olarak Slavlaşmışlardır. Halbuki çok güçlüydüler. Avarlar, bütün Avrupa'yı hakimiyetleri altına almışlardı. Bugün Macaristandadırlar ama asimile olmuşlardır. Gerçekte emperyalist olmadıkları için asimile olmuşlardır.

Cezayir'deki Türkler de bugün oradadırlar. Gittik ve gördük. Türkçe'yi unutmuşlardır. Yemen'deki Türkler nerede? Sana’da Türk mahallesi olarak bilinen yerde yaşıyorlar ama Türkçe bilmiyorlar. Mısır'daki Kölemen, Memluk, Ihşidiler, Tolunoğulları neredeler? Osmanlı Türkleri neredeler? Suriye'de 700 bin Türk var denilmektedir.

Aslında daha da fazladır. Onların hepsi bugün Arapça konuşmaktadır. Golan Tepeleri hep Türk köyleriydi ama Türkçe yazmasını bile unutmuşlardı. Ürdündekiler, Lübnandakiler nerede? Girit'ten gidip Lübnan'da, Suriye'de, Trablus'ta yaşayanlar neredeler? Gittik bunlarla da konuştuk.Daha dün olmasına rağmen ancak çat pat Türkçe konuşa biliyorlar ve "Bizi neden yalnız bıraktınız." diye bize soruyorlardı.

Biz ırkçı olsaydık bugün bunların hiçbirisi olmayacaktı belki ama o zaman da Türk milleti olmayacaktı. Türk’ün hoşgörüsü, vakur duruşu, insani yanı bunlar da olmayacaktı. O zaman da medeniyete yön veren, medeni ve insan olan bir Türk milleti olmayacaktı.


BAZI KÜRTLER GELIYOR, SOYUNA BAKIYORUZTÜRK ÇIKIYORLAR! 105

Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Yusuf Halaçoğlu’nun, “Araştırmalarımızda Kürt diye bildiğimiz insanların aslında yapısal olarak Türkmen asıllı olduğunu sözleri tartışma yarattı. Sözleri bazı kesimlerin tepkisini çeken Halaçoğlu, belgelere dayalı konuştuğunu vurguladı ve yıl sonunda yayımlanmasını hedeflediği 8 ciltlik araştırmada tüm verileri ortaya koyduğunu belirtti.


Benimki belgelere dayalı;

Kayseri’de düzenlenen “Türk tarihi ve kültüründe Avşarlar” konulu sempozyumdaki sözleri tepki çeken TTK Başkanı Prof. Halaçoğlu, VATAN’ın sorularını yanıtladı. Sözlerine yönelik eleştirileri “haksız” bulduğunu belirten Prof. Halaçoğlu şunları söyledi: “Dikkat ederseniz ben (bütün Kürtler Türk’tür) demiyorum. Ben, bir bilim adamı olarak belgelerle konuşuyorum. Yaptığım araştırmaların hepsi bilgilere, belgelere, kayıtlara dayalıdır. “Böyle belge bilmiyorum.” diyenler (Prof. Sait Öztürk’ü kastediyor) hiç araştırmışlar mı? Elimizde 1500’lü yıllara ait defterler, kayıtlar var. Zamanı geldiğinde bunların hepsi açıklanacaktır.

Demografisine bakıyoruz, ülkede bir araştırma yapıyoruz. Demografik yapı üzerine araştırma yapıyoruz. Bu çerçevede Ermeniler konusunda da çalışıyoruz. Ermeniler’in bir kısmı sürgün edildi, bir kısmı da Türkiye’de kaldı. Sürgünden kurtulan ve kendini Kürt Alevi olarak tanıtan pek çok Ermeni kaldı Türkiye’de. Ben bunlardan bahsettim. Bu konunun bilimsel olmadığını düşünenler iyi düşünsünler. Her söylediğimi belgelendirdiğimi bilsinler. Bu konuda kimse çalışmıyor. Kimsenin bilgisi yok. Bilimsel değildemeleri zaten onların bilimden uzak olduğunu gösterir.


Kürtlerin aile isimlerine bakıyoruz.

Kayseri’de yaptığı konuşmada bu defterlerden örneklerde verdiğini anlatan Prof. Halaçoğlu, “Bazıları (Kürtler) merak edip geliyor, bakıyoruz. Defterlerde aile isimlerinden. Defterlerde yer alan 24 Türk boyundan birine mensup çıkıyorlar.” dedi. Prof. Halaçoğlu kendilerine bu şekilde başvuranların kim olduğu sorulması üzerine ise, “Bu kişilerin isimlerini açıklamak durumunda değilim.” diye konuştu.

Türklerin 500 yıllık soyağacı çıkarıldı

Aşağıdakileri okurken kimlerin ne olduğunu daha iyi anlayacaksınız?


Tarihçi Dr. Mehmet Ali Kılıçbay: O lafları eğer o şekilde söylediyse A’dan Z’ye yanlış. Köken hissetme meselesidir. Kimse kökenini bilemez. Hele Türkiye’de 3-5 kişi bilebilir ama uzak geçmişi bilmek mümkün değil. Türkiye bir harman. Adam kendisini Kürt hissediyorsa Kürttür, Türk hissediyorsa Türktür. Kürdüm dedi diye öldürecek misin? Kalkıp sen Kürt değilsin demek kadar saçma birşey olamaz. Bunlar bir tarihçiye yakışmayacak laflar.


(Belgelere inanmayan, araştırmayan araştıranları da hor gören bir tarihçi ve bilim adamı, nasıl bir bilim adamıdıranlayan beri gelsin.)


Sosyolog Doç. Dr. Suavi Aydın (Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü Öğretim Üyesi): Anadolu’nun karma karışık bir yapısı vardır. Kürtler içinde Türkmenler’den gelip Kürtleşenler olduğu gibi, Türkler içinde de Kürtlerden gelip Türkleşenler olmuştur. Kökene bakarak etnisite hakkında karar veremiyiz. Bunlar 19. yüzyıl tarihçiliğinde kaldı. Artık vazgeçmeleri gerekir.


(Belgelere inanmayan, araştırmayan araştıranları da hor gören bilim adamı, nasıl bir bilim adamıdır anlayan berigelsin.)


Prof. Baskın Oran: Önce Adem ile Havva’nın, ardından da Lucy’nin Türk olduğunu ilan etmenin zamanı geldi.


(Yazarın Notu: 1974 yılında Fransız Maurice Taieb ile Amerikalı paleontolog Donald Johnson’un ekibinin Doğu Afrika’da Etiyopya’nın Hadar bölgesinde buldukları yaklaşık 4 milyon yıl yaşındaki 105 cm boyundaki Australopithecusafarensis fosiline Lucy adı verilmiştir.)

O zaman sorarlar adama; Fransız veya Alman milleti de mi yok onlar da kendilerini biz Alman değiliz, Fransız değiliz Aaaaa biz Lucy’mişiz mi diyecekler?

(Belgelere inanmayan, araştırmayan araştıranları dahor gören bilim adamı, nasıl bir bilim adamıdır anlayan berigelsin.)


Prof. Orhan Türkdoğan: Henüz eldeki mevcut araştırmalara bakarak yapılan bir değerlendirme ileride bizi sakıncalı sonuçlara götürebilse bile hiç değilse bin yıllık tarihi bir akış içinde Türkmenlerin Kürtleşmesi süreci karşısında Kürtlerin de köklü kültürel erozyona uğradıkları gerçeği rahatlıkla iddia edilebilir. Bu sebeple Türkmenlerin Kürtleşmesi veya Kürtlerin Türkmenleşmesi süreci aslında Türk-Kürt ilişkisinin makas noktasını teşkil eder.



ONUNCU BÖLÜM

TÜRK BOYLARININ KÜRTLEŞMESİNE BİR ÖRNEK “KARAKEÇİLİLER”106


Türkiye'nin birçok yerinde Karakeçililere rastlanır. Eskişehir, Bilecik, Bursa, Balıkesir ve kısmen Adapazarı illerinde.

Karakeçili Yörükleri kalabalık bir nüfus teşkil ederler. 80-90 yıl önce Bursa Valisi Ahmet Vefik Paşa tarafından mecburi iskâna tabi tutulmuşlar ve birçok köy meydana getirmişlerdir. Ertuğrul Gazi'nin mensup bulunduğu Kayı Boyu'ndan olduklarını söylerler.

Her yıl Eylül ayının ortasında, Ertuğrul Gazi'yi ziyarete giderler. Eskiden bu merasim günü çok muhteşem olur, ciritler oynanır, pehlivanlar güreşir, kurbanlar kesilir, yemekler yenir ve üç günlük ziyaret ve geleneğe dayanan yarış ve müsabakalar sonunda herkes obasına dönermiş. Bir yere kadar toplu halde başta sancaktarları olmak üzere en az beş-altı yüz atlı olarak gidilirmiş.

Şimdi bahsedeceğimiz Karakeçililer bunlar olmayıp Urfa bölgesinde, Türkçeden ayrı bir dil konuşan Karakeçililer'dir. Biraz önce bahsettiğimiz Bilecik (Bozöyük)Karakeçilileri, Urfada akrabaları olduğundan bahsetmişlerdi. Şimdi bahsedeceğimiz Urfa Karakeçilileri de diğer Karakeçilileri kendilerinin akrabası sayıyor ve Ertuğrul Gazi’nin torunu olduklarını söylüyorlar.

Ayrıca Gaziantep'te Türkçe konuşan Körkün, Barak veHacı bayram köyleri, Karakeçililer'in kurduğu köylerdir.

Haymana’nın (Ankara) Karakeçili Nahiyesi ve Bingöl’ün Simsor köyü halkı Karakeçili olup Türkçeden başka dille konuşmaktadırlar.

Siverek kazasında 60-70 kadar Karakeçili köyü vardır. Ayrıca kasabanın içinde bir Karakeçili mahallesi bulunmaktadır. Cumhuriyetten önce Karakeçili boyu, Suriye'de Raka'ya kadar uzanmakta idi. Siverek Karakeçililer'i dört ana kola ayrılır:
1. Şıhan (Şıhlar), .
2. Ceraban (Cerabîler),
3. Balekân (Balekîler),
4. Aminan (Amirliler).

1. ŞIHAN Oymakları
a) Hacan,
b) Musikân (Arapça «Bıçakçılar» manâsına geliyor),
c) Kubatan (Kubatoğulları da deniyor),
d) Şıhimam,
e) Kotan,
g) Şıhkân,
f) Davaran,
h) Bin kasım.
Türk göçebelerinde uruk, boy, oymak isimleri çok zaman o cemaatlerin başında bulunan veya atası durumunda olan bir şahsın adından alınır. Bu kuralı yukarıda sıraladığımız Şıhan oymaklarının ikisine tatbik edelim. Kubatan veya Kubatoğulları isimli oymak, adını «Kubat»isimli bir atadan veya oymak beyinden almış olmalıdır.

Nitekim, Danişmend Türkmenlerinden, «Büyük Selmanlu Cemaati»’nin kethüdasının (oymak beğinin) adı «Kubad Kethüda»dır.108

Karakoyunlu Devletinde de aynı isimle anılan kimselerin bulunduğu şu kayıttan anlaşılmaktadır: «Karakoyunlu hükümdarlarının Tatar Hatun adını taşıyan kardeşi, Ağaçeri Reisine verilmiştir ki bundan Ağaçeri Reisinin Hasan Beg adlı oğlu doğmuştur. Ağaçerilerden Hüseyin Beg ise İskender Mirza'nın en sadık emirlerinden olup onun Alıncak kalesinde katli üzerine oğlu Kubad'ı, kalede bulunan diğer beğlerle birlikte Karakoyunlu hükümdarı ilân etmişti»109

Bingöl'deki Beritanlı'lardan bir oymağın adı da “Kobatlıdır.”110

Kotan” oymağının adı da bu isimdeki bir şahıstan gelmedir. Uygur Türkleri arasında da «Kotan»ın erkek adı olduğunu biliyoruz.111
2. CERABAN OYMAKLARI 
a) Rezan,
b) Andarî,
c) Düpişik,
d) Torun,
e) Hacı halli,
f) Şahkolu, 
g) Berejek, 
h) Gökçe.
Bunlardan üçü üzerinde duralım. «Şahkolu» belki vaktiyle «Şahkulu» şeklinde olmuş olabilir ki Doğu'daki diğer bazı Türkmen aşiretlerinde olduğu gibi Şah İsmail'e olan bağı ifade eder. Bugün de İran'da «Şahseven» adı verilen Alevî bir «Türkmen» aşireti yaşamaktadır.

«Torun»a gelince bu kelime Türkmenler arasında bir nevi asalet, cemaat içindeki itibarlı, nüfuzlu bir zümreyi ifade eder. Göçebe yörüklerin eşkiyalıklarına engel olmak için yazılan 1146 tarihli bir padişah fermanında bu unvana rastlıyoruz: «Cerid, Tacirlü ve Afşar ve Kılıclu ve Bektaşlu boy beğlerine ve kethüdalarına ve san torunlarına hüküm ki… »112

Türkiye'nin çeşitli yerlerinde «torun» kelimesi ile anılan altı köyümüz vardır. Ayrıca Avşarların oymaklarından birinin adı da “Torun” dur ve en yiğit oymaklardan biri sayılır.113

Danişmendli Türkmenlerinin bir oymağının adı «Gökçelü»dür. Dinar taraflarına yerleşen «Horzum» yörüklerinin bir köyünün adıda «Gökçe»’dir. İran Azerbaycan'ında da «Gökçelü» ler vardır.
3. BALEKÂN (BALEKÎLER) OYMAKLARI
a) Hıdraşk,
b) Musikân,
c) Kadıyan (Kadılar),
d) Aliçepik,
e) Çaput.
Kadılar” adıyla anılan birçok köy ve işaret ismi bilinmektedir. “Çaput” ise Türkçe bir kelime olup bez parçası, paçavra anlamına gelir ve türbelere, keramet umulan ulu ağaçlara çaput bağlanır.

Kaşgarlı Mahmud'un Divan'ında da bu kelime, «çapgut» şeklinde geçmekte ve çaput, şilte anlamını vermektedir. “Balekîler”le “Balebekli”ler arasında ilgi bulunabilirse birincileri Yeni İl Türkmenlerinden saymak gerekecektir. Şöyle ki «konargöçer Yeni İl Türkmanından Ca'ber veBalebekli ve Çakallı ve bazı tavayifi Türkman cemaatleri»nden bahseden fermanda bu husus açıkça görülüyor.
4. AMİNAN OYMAKLARI
a) Meluyan,
b) Dodan,
c) Musikan, 
d) Ubik,
e) Habkân,
f) Bilisök,
g) Rutik.
Karakeçili boy beyleri, bugün Karakeçili adı verilen Mızar nahiyesinde oturmaktadırlar. Bunlara “Mirek” adı verilmektedir. Alişîr'in yetiştirdiği ünlü hattat ve ressamın adı “Mîrek Münşi” idi.116

İran'ın kuzey hududunda (Tuç'da) oturan ve İmirli veya Çandur Türkmenlerine bağlı oymaklardan üçünün adı, “Mîriş, Milliş ve Mireki” dir.117

Bu kelime belki “tirek” veya “direk”in bozulmuş bir şekli olabilir. Selçuklularda «kabile reislerine verilen Tirek(Direk) unvanı da alp ile birleşerek «Alptirek» veyahut «Alp-direk» şeklini alıyordu. «Harzemşahlar devrinde Cend hududunda yaşayan Türk kabile reislerinden birinin Alp-direk unvanı» taşıdığını biliyoruz.118

Karakeçili boyunun damgası «X» işaretidir. Yıllar önce göçebelik yaparlarken ovada bir kuyu görünce kuyunun taşı üzerine taşı kazımak suretiyle damgalarını vururlardı. Bu, o kuyunun artık onlara ait olduğunun alâmeti idi. Bu alâmete, damgaya «vesim» adını verirler.

Bu damga şekli, Yazıcıoğlu’nun listesine göre Avşar damgasıdır. Reşidüddin'in listesine göre Kızık damgasıdır, Mireklerin şahsî damgaları da Kaşgarlı Mahmud'un listesindeki Kayı damgasına, Reşidüddin'deki karkın damgasına yaklaşmaktadır.119 ve bu hal Urfa Karakeçililerinin Oğuz Türklerinden olduğuna dair diğer bir delil olmaktadır.

Karakeçililer, boynuzsuz koça «baran», boynuzlu koça «koç baran» derler. Diğer Kurmançlar arasında da aşağı yukarı aynen söylenir. Diyarbakır, Pazarcık'ta da böyle söylenir.

Cend emiri meşhur Şah Melik'e bir İranlı müellif “beranî” yahut “berranî” sıfatını vermektedir. Karakoyunlular'ın adını taşıdıkları boyuna özel bir önem verdikleri ve mezar taşları olarak koç heykelleri kullandıklarını biliyoruz. Karakoyunlu hanedanının Baranı yahut Baranlu (Koçlu) adını taşıması, mezar taşları olarak koç heykelleri yaptırması hususlarını, Prof. Faruk Sümer gibi tereddütle karşılamıyor, baranla koç arasında yukarıda gösterdiğimiz gibi yakın ilgi buluyoruz.

Prof. Z. V. Togan, İskitler arasında bir “Baran Kabilesi”nin olduğundan bahsettiği gibi Şahmelik'ten söz ederken “Baran” hakkında da şu dikkat çekici bilgiyi veriyor: «... bu rivayete göre, Şahmelik, kırk bin hane Oğuz'un hanı olan Ali Han'ın oğlu imiş. Bu «Ali Han» Ali Tegin midir, yahut da başkası mıdır bilemeyiz?

ABU'L-HASAN ALİ AL-BAYHAQİ bu Şahmelik'in ismini«Abu'l-Favaris Şahmelik b. Ali al-Baranî» ve lâkabını da «Horezmişah husam aldavla» şeklinde kaydeder. “Al-BaranîYAKUT'ta Buhara'dan beş fersah mesafede bir köy olarak zikredilen yeri keza TABARİ'de «al-Atrâk al-Barâ-niyin» yani Baran Türkleri kaydını hatırlıyor. Karakoyunlu hanedanının mensup olduğu boy da Baranlı’dır»121

Görülüyor ki Prof. Togan, zengin atıflarda bulunarak Baran Türklerinden, Baran Urfu'ndan, Baran kabilesinden bahsediyor. Bu açıklamalar ortaya koyuyor ki Kurmanç dili adı verilen ve Türkçe ile ilgisi bulunmadığı ileri sürülen bir lisan içinde, koçu ifade eden «baran» kelimesi çok eski Türk boyları ile ilgilidir ve Türkçedir ve yine Türkçe olan «koç» kelimesi ile birlikte kullanılmaktadır.

Gene bu açıklama gösterir ki diğer Kurmançlar gibi Karakeçililer de Karakoyunlu Türkleri ve diğer Türkleri ve diğer Türk uruk ve boyları ile akrabadırlar.

Meşhur Kürdolog Minorsky, «baran» kelimesinde kavmî rabıta yoluna gitmeyerek coğrafî bir ilişki bulur. Buhara ve Merv yakınlarındaki «Baran» köylerinden bahsederek tezini kuvvetlendirmeğe çalışır.122

Böyle köylerin olması kavmi bir bağın olmadığına delil teşkil etmez. Yukarıda Prof. Togan'ın ifadeleri ile açıkça görüldü ki «Baran Türkleri» vardır. Minorsky, Kürt kelimesini, Ksenofon'un Karduklarına bağlamaya çalışırken de aynı sakat yolu takip ediyordu.

Yukarıda en kuvvetli delillerle «Kürt» kelimesinin Türkçeden geldiğini ve «Kürt boyu»nun bir Türk boyu olduğunu ortaya koyduk. Bütün Türk dünyasında köy ve şehir adları, uruk boy ve oymak adları ile ilgilidir.123

Karakeçili beylerine «mirek» veya «beyler» dendiğini yukarıda söylemiştik. Mireklerden Mükrîm Beyin dayısı Bozan Bey, 1920-24 yıllarında Urfa Milletvekili olmuştur. Meclis albümündeki papaklı resminin altında -ki Karakeçililer de bu eski baş giyim vasıtasına, eski Türkçe şekliyle, aynen papak derler- «Suruç Aşireti Reisi Bozan Bey» kaydı bulunmaktadır. Demek o zaman Karakeçililere Suruç kasabasına izafeten bu isim verilmiştir. Bu noktada Karakeçililer ve Urfa'daki Kurmanç'lar arasında çok kullanılan Bozan ismi hakkında bilgi vermek iyi olacaktır.

Prof. Zeki Velidi Togan'ın kayıtlarından öğrendiğimize göre Afganistan, Özbek kabileleri arasındaki «Katagan uruğunun» üç oymağından biri olan Türt Ata'nın dört arasından biri olan Mârdad'ın üç tiresinden biri «Bozan»dır. Özbekleri «doksan iki boy Özbek» (Toksan iki bavlı Özbek) diye gösteren bir «Nesebnâme», Özbeklerin Altın Orda zamanındaki yani Mangıt-Nogay ve Kazakların ayrılmalarından önceki heyette bulunan kabileler arasında «Buzan» da vardır. Ayrıca Astarhan civarındaki bir yaylanın adı da Buzan Yaylası'dır. Sultan Melikşah'ın maiyetindeki Selçuklu Oğuz Beylerinden birinin adı «Bozan Beğ» veya «Emir Bozan»’dır.124

Siverek'e bağlı Karakeçili köylerinin bir kısmının isimleri şunlardır:

1.Ağören, 
2.Deliktaş, 
3.Karayük, (Karahöyükün bozulmuş şekli olmalı), 
4.Karadibek, 
5.Kurtini, 
6.Başıbüyük, 
7.Göllü, 
8.Mezra (Mezrea'dan gelme), 
9.Mizar, (yeni adı:Karakeçili), 
10.Karacaviran, 
11.Çabakçur (Bingöl'ün eski adı Çapakçur idi, buna dair açıklamayı aşağıda vereceğiz.), 
12.Azimülk, 
13.Karafirk, 
14.Keş, 
15.Beyan, 
16.Timeyti, 
17.Uzuncuk, 
18.Uzunziyaret, 
19.Üzümkar, (üzüm bağları var),
20.Zilfil, 
21. Kıliçek, 
22. Kızılali, 
23.Daşlı (Taşlı), 
24.Beyali,
25.Torunali, 
26.Kabik, 
27.Bozkuyu, 
28.Kabasırt, 
29.Kabahaydar, 
30.Celâbder(Tanrıverdi), 
31.Kapaklı,
32.Gelâ(Kale), 
33.Kazanî, 
34.Boğdük, ,
35.Kırbanî,
36.Mehmedihan, 
37.Şevek, 
38.Payamlı, 
39.Kantara,
40.Mehmetverin, 
41.Kurbağalı, (köy civarında bataklık var.)
42.Sülüklü, 
43.Sadıklı 
44.Salor, 
45.Cipini, 
46.Çandırkeş, 
47.Mezincik, 
48.Toru, 
49.Osmanbey, 
50.Saluca.
Yukarıda sıraladığımız köy isimleri, açıklamaya gerek göstermeyecek derecede Öztürkçedir. İçlerinden birkaçının manasını daha da derinleştirerek açıklamakta fayda vardır. Bilindiği gibi bütün Türk illerinde tepeciklere, insan eliyle yapılan toprak yığınlarına «höyük» denir.

Karayük (höyük) Türkiye'nin her tarafında «Karacaviran» isimli köyler mevcuttur. (Kars’tan Aydın ve Edirne'ye kadar) Türk boyları, Bizans Roma ve diğer eski kavimlerden kalma köy ve şehir yıkıntıları, harabeleri civarına gelip yerleştiklerinde bu harabelere «viran» veya «ören» adını vermişler ve toprağın rengine, çevrenin şartlarına göre buna bir (ak, kara, kızıl) sıfatını ekleyerek Karacaviran, Karacaören, Akören, Kızılcaören v.s. gibi köy isimleri türetmişlerdir.

Burada adı geçen Karacaviran köyü de bu kurala uymaktadır. Çabakçura gelince bu kelimenin tam karşılığını bilmemekle beraber «çabak» ve «çur» kelimelerini bilmekteyiz. Eğer bu kelime birleşik bir isimse o takdirde şuaçıklamayı yapabiliriz: Kaşgarlı Mahmud’un Divan'ında «çabak» kelimesinin, Orta Asya'da ufak bir göl balığının adı olduğu açıklanmaktadır.125

Eski Uygur Türkçesinde ise «çur», bir rütbe demektir.126 Eğer bu kelimenin aslı «çor» idiyse manası Eski Türkçede «sarılgan bitki» demektir.127

Yörükler, «çor» kelimesini «sakat, çürük» anlamında kullanıyor. Bulgar dağında bir Karakoyunlu obasında, yörük kadınlarının at sırtında yaylalara satmak için öteberi getiren bir satıcıdan alışveriş ederken «çorlu» diyerek sakat, kurt yeniği olan elmaları almak istemedikleri bilinir. Trakya'daki «Çorlu» kazasının adı da buradan gelmiş olsa gerektir. Gerek Siverek'in Çabakçur köyü, gerek Bingöl'ün eski adı olan Çapakçur, manalarını açıkladığımız kelimelerle ilgili olabilirler.

Keş” Kaşgarlı Divan'ından başka Orhun Kitabeleri’nde bile geçmektedir. Bu son kaynakta adı geçen kelime, «okluk, ok konulan şey, sadak» demek oluyor.128

Yörük ve Türkmenler, bir nevi çökeleğimsi peynire «keş» adını vermektedirler. Silifke ve Erdemli taraflarında konup göçen bugün ise Erdemli'ye yerleşmiş bulunan iki yörük oymağının adı «keş» kelimesinden meydana gelmiştir: Karakeşlî ve Keşlitürmenli.

Beyan, “beyler” Kazanî, “Kazanlı” demek olabilir. Payamlı, bademli demektir. Gerek bu bölgede gerek Batı Anadolu'da bademin adı payamdır. Denizli'nin Acıpayamkazası ismini buradan almıştır. «Payam»la söylenen birçok köyümüz vardır. Yörükler karışık şeye çandır derler. Çandırkeş bu duruma göre karışık peynir, demek oluyor. «Salor» ve «Cipini» ise «Salur» ve «Çepni»nin bozulmuş şekilleridir. Demek ki bu iki köy, Salur ve Çepni boylarına mensup ikioymağın, iki Oğuz göçebe obasının buralara yerleşmesi ile oluşmuştur.

KARAKEÇİLİLERDE MADDİ KÜLTÜR

Otuz kırk yıl önce göçebeliği terk ederek yerleşik ziraatkültürüne geçen Karakeçililer, çadırı da terk ederek köylerde yaptıkları evlerde oturmaktadırlar. Fakat yaz aylarında çadıra çıkanlar yine bulunmaktadır.

Karakeçili nahiyesinde muhteşem bir bey çadırı vardı. Onbeşi ortada, onbeşi bir tarafta, onbeşi de diğer tarafta olmak üzere kırk beş direkli, otuzbeş metre boyunda birkara çadır (konereş). Yörük çadırlarından biraz farklı olmakla beraber onları andırıyor. «Reş» kara, «kon» da «çadır» demek oluyor.

Bazı Yörük oymaklarında, obalarında, kolan ve çadır dokumak için kullanılan basit tezgâhlara, yörükler «kon tezgâhı» derler. Acaba buradaki kon, konmaktan mı geliyor? Kumançların çadır yerine kullandıkları «kon» da oradan mı doğmuştur? Kesin bir şey söylenemez. Fakat bir yakınlık göze çarpıyor.

Çadır önce haremlik, selâmlık olarak, «berdi»den yapılmış «çit»le ikiye bölünür. Harem kısmı da «argon» denen mutfak ve ocak ve «köz» adı verilen odacıklara ayrılır. Kamışı yan yana bağlarlar, üzerine renkli iplik sararlar ve halı, kilim gibi nakışlar meydana getirirler. Karşıdan bu kamış duvara bakınca insan dikine tutulmuş bir halı seyrediyor sanır. O kadar göz alıcı, zevk verici, sanatkâranedir.

Berdîden meydana gelen duvara «çit» dendiğini söylemiştik. Türk erkek isimleri arasında «Berdi» ismini de görüyoruz. Nitekim Altın Orda devletinde «Berdi Bek» tanınmış bir şahsiyetti. Aynı kelime bugün Türkiye'nin bir çokyerinde aşağı yukarı aynı anlamda kullanıldığı gibi Orhun Kitabeleri’nde de geçiyor ve «kamış vesaireden yapılan kulübe, çit, sınır» diye bahsediliyor
1-Kaşgarlı Divan'ında ise şu şekilde izah ediliyor:«Kamıştan veya dikenden yapılmış duvar veya hüğ, çardak. Üzerine alaca nakışlı Çin ipekllisi

2-Anlaşılıyor ki yabancı kuvvetlerin bizden koparmağa çalıştıkları insanlar, en eski mesken şekilleri olan çadırın bir parçasına «çifte» verdikleri ismi, Orta Asya'dan, bin beş yüz yıl öncesinden getirmişler, kaybettikleri birçok kelimeye rağmen bunu yaşatabilmişlerdir. Hem mutfağa, hem de ocağa «argon» diyorlar. Kelimenin menşe ve manasını bulamadık. Yalnız eski Türk kaynaklarında «argın» ve «argun» kelimeleri mevcuttur. Argın, Kıpçak grubundan bir uruktur (kabiledir)

3-Argın (Argun) kabilesi, üç büyük şubeye ayrılır: «Mumun, Kuvandık, Süyündük»

4-Ayrıca Babür'ün 913’te (1507/1508) Argunların daveti üzerine Kandahar’a doğru yola çıktığını biliyoruz.

5- Argun, «sıçan cinsinden yarım arşın uzunluğunda bir hayvan» adıdır.

6-Güneydoğu Azerbaycan'da, Maraga yakınında bir bölgenin adı «Arkun»dur.
Dokuma tezgâhında kulandıkları demir tarağa, «kerkit» adını veriyorlar. Yörükler buna «kirkit» derler. Yağ çıkarmak için tuluğu astıkları çapraz üç ağaca «çatme» derler. Yörüklerde bunun adı «çatma»dır.

Sayısız benzerlikler bulmuş durumdayız. Fakat bunların hepsini açıklamak geniş yer alacağından kısa kesiyoruz. Sadece deve isimlerine dair bir iki açıklama yaparak ve kadın kemerlerinden bahsederek Karakeçililer konusuna son vereceğiz. Onlardaki gelenekler, bazı kelimeleri, diğer boyları açıkladıktan sonra yeri gelince yine kısa olarak ele alacağız.

Karakeçililer, devenin üzerine konulan semerimsi şeye yörükler gibi «havut» derler. Havut üzerindeki bir çift ağaca,«katap» derler. Yörükler ise «hatap» der. Deveye «devey»derler. Dişi deveye «meye» derler. Yörükler buna «maya» adını verir. Bazı yerlerde kadın güzelliği bu sıfatla tarifedilir. “Maya” kelimesi bir deve ismi olarak Orkun Kitabeleri’nde bin beş yüz yıl öncesi Orta Asya Türklüğünün maddi kültürü olarak aynen geçmektedir.

Karakeçililer tefekküre dalmış gibi oturup geviş getirenbir deveyi «lök» kelimesi ile anarlar. Yörük ve Türkmen-lerde de kelime aynen ve aynı manada kullanılır. Ağırbaşlı, az konuşan insana «Lök gibi oturuyor, maşallah.» denmesi bundan ötürüdür ve eski Türk göçebe kültürünün halen kültürümüzde yaşamakta oluşunun delilidir.

Devenin hamuruna (deveye çiğ olarak verilen burçak hamuru) Karakeçililer «lök» derler. Hazmedilemiyen mideye oturan yemek için «Mideme lök gibi oturdu.» lafında Karakeçililerin deve hamurundan gelmedir.

Aşiret reisinin karısı için deve havudu üzerine yapılan, çıtadan, kenarları derdiden ve üstü örtülü yere «hanayi» adı verilir. Diğer kadınların deve üstünde yapılan mahfillerine “toğda” veya “toda” denir.

Kadınlar bellerine gümüşten, çok süslü, işlemeli, kıymetli «kember» denen kemerler bağlarlar. Aynı kemerleri farklı olarak ve gene gümüşten yapılmış şekilde Bilecik-Adapazarı-Eskişehir Karakeçili Yörük kadınları da kullanmaktadır. Bu giyim tarzı çok eski bir Türk geleneğidir.«Hemen hemen bütün Orta Asya'da ele geçen heykellerin birer kemeri ve bu kemerin yanlarından sarkan birer süs uçları olduğunu biliyoruz.

Kuray ve Kudırge'deki Göktürk buluntuları da, bu kemerlerin mevcudiyetini açık olarak ispat etmiştir. Kayışın üzerinde madenî plaklarla süslenirdi. Sarkan uçların hepsi aynı boyda idiler. Bu kemer şekli Turfan'da ve Avrupa Avarlarında çok yayılmıştı.

Altaylar'da bilhassa Tuva eyaletinde bulunan heykellerde, bu kemer uçlarına çok rastlanmıştır. Tuva heykellerinin bu kemer uçları çok mübalâğalı bir şekilde süslenmiş Kuray Kurganlarında bulunan bir kayış ucunda, Göktürk yazısı ile bir kitabe de vardır. Kemer için «kursak»deniyordu.129

Göktürkler devrinde kemere takılan ve içine çakmaktaşı ile «kav» konan, deriden veya kumaştan yapılmış bir çanta çok yayılmıştı. Bu çantalar, Altay, Tuva ve Orhun bölgesinde genellikle yuvarlak idiler. Kırgız ülkesindeki bazı heykellerin iki tane çantası vardı. Orhun Kitabeleri’nin yanında bulunan bir heykelin çantasının üstten bir kapağı da vardı. Kapak üzerinde bir sırım çantadaki delikten geçirerek kilitleniyordu. Tuyakta kurganlarında bu çantaların kumaşlardan yapılmış tiplerini görüyoruz. Çakmak taşı ve kavlara da Kudırga kurganında rastlanmıştı. Göktürk devrinin bu çantaları Volga Bulgarları kültür çevresinde daha çok yayılmıştır.130

Bu uzun girişten anlaşılacağı üzere Karakeçili yörükler ve Urfa Karakeçilileri kadınları, Eski Türklerdeki kemer kültürünü yaşatıyorlar. Yalnız o zaman bu kemerleri erkekler de takıyor. Bu gün ise gümüşlü kemerler kadınlar tarafından takılıyor. Deriden yapılan, kav çakmak konulan kemerler ise erkekler tarafından kullanılıyor.

Yörükler, Aydın, İzmir zeybekleri bu kemerleri kullanırdı. Dinar Türkmenlerinde de, meşin kemerler kullanılmakta idi. Rasonyi'nin kaydettiğine göre «Romalılar, Hun kemerlerini en değerli ganimet sayıyorlardı.131

Bu Hun kemerleri, yukarıdan beri anlatmağa ve bugün ki Türkiye'de yaşadığımız, kullanıldığını izaha çalıştığımız kemerlerden başka bir şey değildir. Bu kadar delil, Urfa Karakeçililerinin ve diğer Kurmançların Türk asıllı olduklarını açıklamaya yeter. Bununla beraber biz gene başka deliller bulacak, diğer boyları açıklarken bunları da izah edeceğiz.132



ONBİRİNCİ BÖLÜM

BAZI YAZARLARIMIZA GÖRE KÜRTLEŞEN TÜRK BOYLARI133


TÜRKİYE'NIN ETNİK YAPISI:

Araştırmacı Ali Tayyar Önder "Türkiye'nin Etnik Yapısı-Halkımızın Kökenleri ve Gerçekler" başlıklı kitabını yeniden düzenlemiş.


Okunması gereken ciddi bir bilimsel çalışma. Bu kitapta üzerinde düşünülmesi gereken bazı önemli tespitler var. Bazıları da tartışma yaratacak konular.

Önder "Benim tek amacım, yıllardır istismar edilen ve ülkemin ulusal bütünlüğüne karşı suni bir gerekçe olarak kullanılan Türkiye'nin etnik yapısıyla ilgili gerçekleri kamuoyuna duyurmak, en azından konunun bilimsel birtemelde tartışılıp değerlendirilmesini sağlamaktır." diyor.

Önder'in kitabında vurguladığı konular şöyle özetlenebilir:

a) Etnik kimlik kültürel bir olgudur. Bu nedenle de kültür değişimine bağlı olarak değişebilirdir. Etnik kimliktanımında bilimsel olarak tek geçerli ölçüt kişinin kendinebakışı, duyumsaması, kabulüdür. Kimlik olarak kişi kendini“ne, kim” olarak görüyorsa odur.

b) Kürt nüfus ne kadar? Türkiye'de etnik yapıyıetkileyecek oranda “anlamlı” nüfusa sahip tek grup, yaklaşık %7 oranı ile Kürtlerdir. Bu oranla bugün Türkiye'deki nüfus yaklaşık 5 milyondur.

c) Kürtler dışında nüfusları “yüzde” ile ifade edilebilen sadece iki grup mevcuttur. Bunlar; %1'erlik oranla Araplar ve Zazalardır. Tüm diğerlerinin nüfusları %1'in çokaltındadır. (Çerkezler %0.34, Lazlar %0.27, tüm diğerleri 0.41)

d) Türkiye'deki toplam etnik nüfus yaklaşık %10'dur. Türkiye’de halkın %90 gibi tamamına yakın çoğunluğu kendisini Türk hissetmekte, Türk olarak tanımlamaktadır.

TÜRKİYE MOZAİK DEĞİLDİR

a) Bilimsel ölçüt ve uluslararası kabulle bir ülkenin etnik yapısının 'mozaik' olarak tanımlanabilmesi için o ülkedeki etnik nüfusun, ülke oluşturması şarttır. Bu şart karşısın da toplam etnik nüfusu%10'u aşmayan Türkiye'yi etnik bir mozaik olarak tanımlamak hiçbir şekilde mümkün değildir.

b) Etnik mozaiklik, Türkiye'yi Sevr ile bölemeyen Batı'nın bu ülkeyi içten bölebilmek için bugünkü bölücü taleplerine meşru bir dayanak, gerekçe sağlamak üzere yıllarca ustaca empoze ettiği mesnetsiz ve maksatlı bir yakıştırmadır.

c) Anadolu Aleviliği bütünüyle bir Türkmen olgusudur ve Aleviler çoğunluğu Oğuz olmak üzere Horosan, Harzem Türkleridir.

d) Zazalar, Kürt değildir. Kürtlük etnik bir kimliktir ve Kürtçe bir dildir.

e) Ancak Kürtler bir Orta Asya kavmidir. “Asli” kimlik olarak Türktürler. Bu çok sayıda yerli ve yabancı bilim adamınca belgelerle ortaya konmuş bir gerçektir. (Örneğin nüfusunun %35’ini Yenisey Elegeş yazıtı, 830'lı yıllar Bizans arşivi, Prof. Rosanyi, Gyula Nemeth, Kont Zicy, F. Erechak’ın araştırmaları ve diğerleri...)
Ali Tayyar Önder, bu tespit ve değerlendirmelerini çok sayıda bilimsel veri ve belgeye dayandırmış, kaynak göstermiş. Kendisine bazı bilgilerin tartışma konusu olduğunu sorduğumuzda "Bugüne kadar ne kitabın içeriğine, ne de kitaptaki veri ve belgelere herhangi bir tekzip ya da itiraz gelmemiştir." diyor.

BİLİMSEL TEMELDE TARTIŞILSIN

Robert Kolej mezunu olan ve Gaziantep Üniversitesi'nde Dil Bölümü (İngilizce) başkanlığı yapan ve bu arada çeşitli bakanlıklarda çalışan Önder, konu üzerinde 1967'den beri çalışma yaptığı kitabının bugüne kadar 11 baskı yaptığını söylüyor. Kitapta geniş bir referans listesi de yer alıyor.

Kitaptaki bilgiler, Türkiye'nin etnik yapısı gibi önemli bir konunun bilimsel temelde değerlendirilip tartışılmasının gereğini ortaya koyuyor.


Gazeteci Macit Gürbüz, “Kürtleşen Türkler” isimli kitabında ilginç asimilasyon örneklerine yer veriyor. Yazar, asimilasyonun Türklüğün adeta kaderi olduğunu ileri sürüyor. Gürbüz’ün, “Kürtleşen Türkler” adlı araştırma kitabında, Selçuklulardan Türkiye Cumhuriyeti ́nin ilk yıllarına kadar birçok Türk boyunun mezhep çatışmaları ve iskan politikaları nedeniyle Kürtleştiği iddiaları yer alıyor. “Asimilasyon adeta Türklüğün kaderi olmuş.” diyen Gürbüz, kitabı ile ilgili yaptığı açıklamada 3 yıl süren araştırma sonucu 400’ü aşkın kaynaktan derlediği bilgilerle Türkiye’de bu alanda yapılan ilk çalışmayı gerçekleştirdiğini ifade etti.

Kaleme aldığı konunun çok hassas olduğunu ve kitabının bazı çevreler tarafından tepkiyle karşılanacağını anlatan Gürbüz, “Ben tarihi kaynaklara dayanarak bir gerçeği gözler önüne sermeye çalıştım.” diye konuştu.


KİTAPTAN BAZI ÖRNEKLER

Osmanlı-Safavi çekişmesinin Anadolu’da birçok Türk boyunun Kürtleşmesine neden olduğu anlatılan kitapta, Orta Çağın Türklere bıraktığı başlıca mirasın Kürtleşen milyonlarca Türk olduğu vurgulandı. Güney Doğu’da bulunan Zazalar’ın kendilerini Sümerler’in devamı saydıkları hatırlatılan kitapta, 120 aşiretten oluşturuldukları ileri sürelen Zazalar’ın çoğunun Beyler, Kubatlı, Pınarlı, Hörmekli, Karaballı gibi Türkçe adlar taşıdığına dikkat çekildi.

Yüzlerce aşirete sahip Karakeçili aşiretinin Anadolu’nun birçok yöresinde yaşadıklarını, batıdakilerin kendilerini Türk, doğudakilerin ise Kürt saydıkları ifade edilen kitapta aşiretin tarihi kaynaklarda “Ekrad-ı Aşiret-i Karakeçeli” olarak isimlendirildiğini ve “Bozuluş Türkmenlerindendir.” diye yer aldığı söyleniyor.

Gagauz Türklerinin bir bölümünün baskılar nedeniyle Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldığı ifade edilen kitapta,Gagauzların önce Trakya ́ya yerleştiklerini, daha sonra Talas’a göç ettikleri belirtilerek, buradan da Erzurum’un Hınıs ilçesine geldikleri kaydedildi. Hınıs ilçesinde Karaçoban beldesini kuran Gaguzların burada Kürtleştiği ileri sürüldü.

GAGAUZ TÜRKLERİ

16. yüzyılda Mardin Sancağı’nda yaşayan Türk kökenli aşiretlerin zaman içinde Kürtleştiğinin kaynaklarda yeraldığı belirtilen kitapta, Pinyanişi aşiretinin ilerigelenlerinden Ahmet Koç’un, Prof. Dr. Orhan Türkdoğan’aaşiretini anlatırken, “Aslımız Orta Asya’dan geliyor.”dediğine işaret edildi.

Kürt tarihi yazarı Bitlisli Şeref Han’ın Şerifname adlı eserinde Tunceli ve yöresinde hükümdar ve beyliklerin soy bakımından Türkmen olduklarını ve Turani ırkından geldiklerini ifade ettiği belirtilen kitapta, Şeyh Sait İsyanı’nın elebaşlarından Seyit Abdulkadir’in Diyarbakır’da kurulan mahkemenin üyelerinden Ali Saip Bey’in “Seyitlik nereden geliyor?” sorusuna “Abdulkadir Geylani ahfadındanım. Aslen Kürt değilim, Kürdistan’da yerleşmişim.” dediği aktarıldı.

OSMANLI KAYITLARI

Osmanlı arşivlerinde Hınıslu ve oymaklarının Kürt olduğunun kayıt altına alındığını fakat Hınıslu oymağının yerleşim adlarının Ayğut, Kara Güne, Deli Budak adlarının Divan-u Lügatit Türk’de yer aldığına dikkat çekilen kitapta, İran’ın Horasan bölgesindeki Kürtleştirilen Türklerin öyküsünü Müge Çetinkaya’nın kaleme aldığı hatırlatıldı.

YAŞAR KEMAL TÜRKMEN ASILLI İDDİASI

Ünlü romancı Yaşar Kemal’in Kürt olarak bilindiğini fakat Türkmen asıllı olduğu iddia edilen kitapta, Prof. Dr.Orhan Türkdoğan’ın saha araştırmaları sırasında elde ettiği bilgilere yer verildi. Yaşar Kemal’in ailesinin Osmanlı İmparatorluğu’nun doğduğu Söğüt’ten Van’ın Erciş ilçesine yerleştiği anlatılan kitapta, Türkdoğan’ın Orhan Kemal’in amcası Mehmet Kemal ile yaptığı söyleşinden de bir bölümyer almakta.



ONİKİNCİ BÖLÜM

DİYARBAKIR TARİH BOYUNCA SADECE TÜRK DEVLETLERİNE BAŞKENTLİK ETTİ 134


Diyarbakır, tarih boyunca iki Türk devletine İnaloğulları ve Akkoyunlular'a başkentlik etmişti. Diyarbakır, Dicle kenarında önemli ticaret ve ulaşım yolları kavşağındakurulmuştu. Bu yüzden tarih boyunca önemli bir şehir oldu. Diyarbakır, 639'da Halid bin Velid tarafından fethedilince şehirde müslüman hakimiyeti başladı. Büyük Selçuklu hükümdarı Melik Şah zamanında mayıs 1085'te Diyarbakır Türk hakimiyetine girdi.


İNALOĞULLARI'NIN BAŞKENTİ DİYARBAKIR

Anadolu'nun Türkleşmesi sürecinde Selçuklular'ın yanı sıra birçok Türkmen beyliği önemli roller üstlendiler. 11.yüzyılın sonu ve 12. yüzyılın başlarında Güneydoğu Anadolu bölgesinde, Hasankeyf ve Mardin merkezli Artukoğulları, Erzen ve Bitlis merkezli Dilmaç oğulları, Siirt ve çevresinde Kızıl Arslanoğulları ve Diyarbakır merkezli İnaloğulları (Yınaloğulları) kurulmuştu.

Bölgede 1095'ten 1183’e İnaloğulları Beyliği'nin başkenti Diyarbakır'dı. Türkiye'nin genç ve çalışkan Ortaçağ tarihçilerinden Dr. Adnan Çevik'in Yınaloğulları'nın Ortaçağ'da Diyarbakır üzerine önemli araştırmaları vardır. Selâhaddin Eyyubî 1183'te bölgeye hakim oldu. 1240'ta Türk Selçuklu Sultanı İkinci Gıyâseddin Keyhusrev Diyarbakır'ı zapt etti. Daha sonra Moğol hakimiyetine giren Diyarbakır, 14. yüzyılın ortalarında Celâyirlilerin eline geçti.

AKKOYUNLU TÜRKLERİNİN BAŞKENTİ

Nisan 1394’te Timur tarafından zapt edilerek yağmalanan Diyarbakır 1401'de Güneydoğu Anadolu’nun önemli Türkmen beylerinden Akkoyunlu Karayülük OsmanBey'e verildi. Akkoyunlular devletlerini kurduktan sonra Diyarbakır'ı kendilerine başkent yaptılar.

Bölgenin diğer güçlü Türkmen beyliklerinden Karakoyunlular Diyarbakır'ı birkaç defa kuşattılar fakat alamadılar. Akkoyunlular'ın en önemli hükümdarı Uzun Hasan Karakoyunlu ülkelerini tamamen fethedince Akkoyunlular'ın başkenti Tebriz'e nakledildi. Bununla beraber Diyarbakır, Akkoyunlular'ın önemli merkezlerinden biri olmaya devam etti.

İran ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da hüküm süren Akkoyunlu Devleti'ne son veren Safevi Türkmenleri bölgeyehakim oldular. Şah İsmail, 1507'de Diyarbakır'ı elegeçiripvaliliğini Ustaclu Muhammed Han'a verdi.

Osmanlılar, 23 Ağustos 1514'te Çaldıran Savaşı'nda Safevîleri mağlup ettikten sonra 1515'te Diyarbakır ve çevresi Osmanlı hakimiyetine girdi. Osmanlılar, Diyarbakır merkezli bir beylerbeyliği kurarak bölgeyi idare ettiler.

AKKOYUNLULAR

Osmanlılar gibi Oğuz Türkleri'nden olan Akkoyunlular,Bayındır boyuna mensuptular. İsimleri besledikleri koyun- lardan geliyordu ve yine besledikleri hayvanlardan aşiretle-rinin adını alan Karakoyunlular ile düşmandılar. Akkoyunlular Diyarbakır ve civarında yaşarlarken Karakoyunlular Muş bölgesinde hüküm sürüyorlardı.

Akkoyunlular, Moğol istilasından kaçarak 14. yüzyılın ilk yarısında Diyarbakır bölgesine gelip yerleşmişlerdi. 1402'de Ankara Muharebesi'nden sonra Doğu ve Güney Doğu Anadolu'ya hakim olup Akkoyunlu Devleti’ni kurdular. 1450'lerde en büyük hükümdarları olan Uzun Hasan tahta geçti. Doğu Anadolu'yu tamamen fetheden Uzun Hasan, ezeli düşmanları olan Karakoyunlular'ın üzerine yürüdü ve 1467'de Karakoyunlu hükümdarı Cihanşah'ı mağlup ederek Karakoyunlu Devleti'ni ortadan kaldırdı. Daha sonra Kirman ve Bağdad'ı ele geçirdi.

Osmanlılar, Doğu Anadolu'da yayılmaya başlayınca Uzun Hasan'la karşılaştılar. Uzun Hasan, 1473'te Otlukbeli Muharebesi'nde ilk defa bir mağlubiyete uğradı. Bu muharebe Akkoyunlu Devleti'nin sonunu hazırladı. 1478'te Uzun Hasan'ın ölümünden sonra taht kavgaları ve Safevi Türkleri ile mücadele bitmek bilmedi. 1500'de Akkoyunlu Devleti, Elvend ve Murad beyler arasında ikiye bölündü. Şah İsmail, 1501'de Elvend'i mağlup ederek, Tebriz'e girdi ve Safevi Devleti'ni kurdu. Daha sonra diğer Akkoyunlu hükümdarı Murad Bey üzerine yürüyen Şah İsmail, onu da yenerek Akkoyunlu Devleti'ni sona erdirdi.

DİYAR-I BEKR

Diyarbakır'ın ismi Diyar-ı Bekir'den gelir. Arapların bölgeyi fethinden sonra Rebîa Araplarının iki büyük kabilesinden biri olup Dicle kenarlarında yaşayan Bekir binVâil kabilesinin yayıldığı topraklara Diyâr-ı Bekr şeklinde ismini vermiştir. 8. yüzyıldan itibaren Diyâr-ı Bekr ismine rastlanır. Osmanlı döneminde Diyarbekir şeklini almış, 17. yüzyıldan sonra şehir için kullanılmaya başlanmıştır.1937'de ise Diyarbakır şekline çevrilmiştir.


ZİYA GÖKALP DİYARBAKIR'IN KÜRTLEŞMESİ 135


Diyarbakır’ın Kürtleşmesi Osmanlı ile birlikte olmuştur.

Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi Adlı kitabında, Çaldıran Savaşı’nı Şah İsmail yani Türkmenler kaybettiği için Doğu Anadolu Kürtleşti. Şah İsmail yani Safeviler kazansaydı Doğu Anadolu ve dolayısıyla Diyarbakır Türkleşirdi. Çünkü İdrisi Bitlisi aracılığı ile Kürt Ağaları, aşiret reisleri ve Kürt şeyhleri Osmanlı-Safevi Savaşı’nda Osmanlı’nın yanında yer aldılar. Karşılığında da Doğu Anadolu’yu adeta aldılar.136
 
Sosyolog Ziya Gökalp Kürt aşiretleri üstüne yaptığı araştırmasında Diyarbakır’ın Kürtleşmesi üstünde de duruyor. Diyor ki “Diyarbakır şehrinde oturan ahali ta Selçukiler, İnaloğulları ve Artukoğulları zamanından beri Türk’tür. Sonradan Harzem Türkleri, Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türkmenleri de gelerek bu Türklüğü artırmıştır.” 137

Gökalp bu yazdıklarının ardından şehirdeki tarihi eserler, camiler, kitabeler, şairlerin divanları, halkbilime aitmasallar, şarkılar, darbımeseller ve şehrin tarihi ile ilgilitüm veriler Diyarbakır’ın Türk kimliğini ele veriyor diyor. Arkasından da Diyarbakır’daki hars (Kültür) en zengin Türk harsıdır, diyor.

Diyarbakır’ın lisanı, ahlakı ve adatı da Türklüğünü gösterdiğini iddia ediyor.




Ziya Gökalp;

Bütün Karadeniz ahalisine Laz, bütün Suriyeliler’e ve Iraklılar’a Arap, bütün Rumeli halkına Arnavut dedikleri gibi, bizim gibi Vilayet-i Şarkiye ahalisinden bulunanlara da Kürt milliyetini izafe ettiklerini gördüm.” diye bir ön tesbit yaptıktan sonra “O zamana kadar kendimi hissen Türk sanıyordum.” Ama gerçeği görmek için Türklüğü de Kürtlüğü de inceledim.

Diyarbakır’da ana dil Türkçe olduğu halde her fert biraz Kürtçe de bilir. Dildeki bu ikili yapı nereden ileri gelebilir. Ya Diyarbakır’ın Türkçesi bir Kürt Türkçesiydi veya Diyarbakır’ın Kürtçesi bir Türk Kürtçesiydi. Dil üstüne yaptığım araştırmalar Diyarbakır’ın Türkçesi’nin Akkoyunlu, Karakoyunlu Türkleri’ne özgü Azeri lehçesi olduğunu gördüm, diyor. Bu dilde hiçbir yapaylık yok diyor. Bu Türkçe Kürtler’in bozduğu bir Türkçe değildir, sonucuna varınca Diyarbakırlılar’ın konuştuğu Kürtçe’nin suni olduğunu söylüyor. Bu şivenin Türk Kürtçesi olduğu tespitini yapıyor. Diyarbakırlılar’ın Türk olduğuna ilişkin en önemli delildildir diyor.138

Ayrıca Diyarbakırlıların bu dili Kürtlerle konuştuğunda kullandıklarını, kendi aralarında sadece Türkçe konuştuklarını yazıyor. Diyarbakırlı konuştuğu bu Kürtçe’deki boşlukları ise Türkçe ile doldurur diyor.

Gökalp, Diyarbakırlılar’ın Türk olduğuna ilişkin önemli bir bulgu olarak da mezhep meselesini görüyor. Diyor ki Diyarbakır’ın hakiki yerli halkı Hanefi’dir. Kürtler ise Şafiidir. Kürtlerden başka Şafii yoktur. Türkler’in ise çoğunluğu Hanefidir.

Sosyolog Gökalp bu tespitlerinden sonra şu sonuca varıyor:

Bu alametler bana Diyarbakır’ın Türk olduğunu gösterdiği gibi babamın iki dedesinin birkaç batın evvel Çermik’ten yani bir Türk muhitinden geldiklerine nazaren ırken de Türk neslinden olduğumu anladım.” diyor. Ama ardından milliyetin esas olarak alınan terbiyeye ilişkin olduğunu da sosyolojik incelemelerimle öğrendim, diye ekliyor.

Ziya Gökalp bizde Türkçülük tezinin önemli bir ismi hatta babası sayılır. Türk deyince “öcü” görmüş olanlar Ziya Gökalp’e pek itibar etmezler. O’nun sosyologluğunu da yok sayarlar.

Kürt Meselesi, Kürt Tezi vs denilince de bu kavram adeta Abdullah Öcalan ile özdeşleşmiştir. Ama Abdullah Öcalan’ın 1988-1989 yıllarında yazdıkları ile Ziya Gökalp’in 1920’li yıllarda bu kitaba yaptığım aktarmalara ne kadar benzediği görülebilinir.

İşte Abdullah Öcalan’ın konu ile ilgili yazdıkları: “Benim meselem bir Kürtçülük icat etmek değildir. Benim ana tarafım Türk. Benim anam Türk’ten çok Türkmen’e benzer. Dikkatli bir değerlendirmeci bunu anlar. Ama ben şunu tespit ettim ki ben çocuk yaşta diyordum: “Keşke Türk filan doğsaydım. Anam babam Kürt değil de Türk olsaydı.”  diyordum kendi kendime. Böyle anılarımı hatırlıyorum.”139 Burada Öcalan da Türk olma özlemi olduğunu öğreniyoruz.

Gökalp de kendi kimliğini nasıl keşfettiğini anlattıktan sonra;

Mamafih dedelerimin bir Kürt yahut Arap muhitinden geldiğini anlasaydım yine Türk olduğuma hüküm vermekte tereddüt etmeyecektim. Çünkü milliyet yalnız terbiyeye istinat ettiğini de içtimai tetkiklerimden anlamıştım.”diyor.140

Ziya Gökalp’in Diyarbakır ve yöresi ile ilişkin aşiretlerin Türk vurgusu bazı okuyucuları kaygılandırdığını düşünerek şimdi aynı konu ile ilgili olarak Abdullah Öcalan’dan yakalanmadan önce yazdığı kitaptan bazı bölümleri görelim:

Selçuklu tarihini inceleyin, Kürt ve Türk beylikleri iç içedir. Daha başka örnekler de verebilirim. Karakoyunlular, Akkoyunlular, Artukoğulları Kürt coğrafyası içerisindedir ve çoğu Kürt onu kendi beyi sanır ve bazı Kürt beylikleri de Türkmen boylarının beyidir. Bu kadar iç içelik vardır.”

Birçok Türk beyinin Mardin’de, Diyarbakır’da, Ahlat’ta, Erzurum’da kurduğu beylikler var. Hepsinin içinde Kürt-Türk karışmıştır ve işin ilginç yanı birçok Türk boyu Kürtleşmiştir.

Örneğin Karakeçililer, bugün Karacadağ eteklerinde yaşıyorlar. Hepsi de benden daha fazla Kürt ve hiç Türkçe bilmezler. Karakeçililer aslında bir Türkmen boyudur. Buna benzer birçok boy var.”

Abdullah Öcalan’ın bu yazdıklarının daha önce okuduğunuz Ziya Gökalp’in yazdıklarından bir farkı yoktur. Üstelik örnek verilen aşiret isimleri bile aynı. Yani Abdullah Öcalan da bu konuda Ziya Gökalp’in saptamalarını tekrarlamaktan başka bir şey yapmamış.

Kürtler konusunda araştırma denilince ilk akla gelenisimler den Dr. İsmail Beşikçi de Ziya Gökalp’i doğruluyor. Diyor ki “Uzun asırlar içerisinde Kürtler tarafından asimile edilmiş Türkler’in de varlığından” söz etmek gerekir.

Gelelim sonuca...


İdris-i Bitlisi’nin Selim Şahnamesi’nde yazdığına göre 40 bin Kızılbaşın / Türkmen’in başı kesildi.” Ve binlerce insan, Sünni Kürt kimliğine bürünerek katliamlardan kurtuldu. Bu nedenledir ki Nuri Dersimi, “Kürdistan Tarihinde Dersim” adlı kitabında İdris-i Bitlisi’yi “hain” olarak göstermektedir. Günümüzde İdris-i Bitlisi hala tartışılmaktadır. Amaç benzer tartışmaları yinelemek değildir.

Bakınız kişi kendini hangi kimlikte görüyorsa öyledir. Türk, Kürt, Yahudi, Ermeni, Rum, Çerkez, Laz, Gürcü, Sünni, Alevi hepsi Türkiye Cumhuriyeti’nin saygın vatandaşlarıdır. Ama Hiç kimse bu ülkeyi bölmeye cesaret edemez. Etmeye çalışırsa dersi verilir.

Bu kitabın yazılma amacı şudur:

Bazı Kürt aydınları sık sık TV’lerde yakın tarihten örnekler veriyor ve nasıl eziyetlerle karşılaştıklarını anlatıyor. Söylediklerinin bir kısmı doğru desek tarihi nereden başlatacağız? 500 yıl geriye gittiğinizde de Alevi Türkmenleri kesen, onlara “jenosid” uygulayan İdris-i Bitlisi’yi görürüz! Evet empati şart. Kardeşliğe mecburuz.

Salt yaşanan acılar üzerinden siyasal rant elde etmeye çalışarak yarını inşa edemeyiz. Sorunu kardeşlik temelinde çözülmesi isteniyor ise her türlü teröre övgüler düzmeye son vermek gerekiyor. Artık beyaz sayfa açmak şarttır. Bunu yapamazsak daha nice partiler kurulur ve kapatılır.


DİPNOTLAR


1 Dr. Ali Nazmi Çora, (2014), Ayrılıkçı Kürt Sorunu, Amazon.com Yayınları, Dr. Ali Nazmi Çora, (2014), Türk Birleşik Devletler, Amazon.com Yayınları, Dr. Ali Nazmi Çora, (2014), Tarih Türklerle Başlar, Amazon com Yayınları,
2 Dr. Ali Nazmi Çora, (2014), Türkçülüğün Esasları, Amazon com Yayınları,
3 *Abdulhalûk M. Çay, a. g. e., s. 265-267. *Rasonyi, L., a. g. e.
4 Dr. Ali Nazmi Çora,(2008), Çekiç Güç’ün Kürdistan Tuzağı, Toplumsal Dönüşüm yayınları, İstanbul
Dr. Ali Nazmi Çora,(2008), Çekiç Güç’ün Gizli Günlüğü, 2008, Toplumsal Dönüşüm yayınları, İstanbul
Dr. Ali Nazmi Çora,(2008), Tarihimizde Kara Leke Çekiç Güç, Toplumsal Dönüşüm yayınları, İstanbul
Dr. Ali Nazmi Çora,(2008), Türk Komutanın İzlenimleri ile Çekiç Güç, Toplumsal Dönüşüm yayınları, İstanbul
5 Dr. Ali Nazmi Çora, (2014), Çekiç Güç, Tarihimizdeki Kara Leke”, KDP Amazon com, USA
6 Dr. Ali Nazmi Çora, age
7 Dr.Ali Nazmi Çora, TAVİSTOCK, Dünyayı Yöneten Örgüt”, KDP 2015, Amazon
Dr.Ali Nazmi Çora, “ÖRTÜLÜ SAVAŞ”, 2015, Amazon com
Dr.Ali Nazmi Çora, “Sessiz Savaş ABD ve AVRUPA Sivil Toplum Örgütlerini (NGO) Kullanarak Bağımsız Ülkeleri Nasıl Yönetiyor”, 2015, KDP Amazon com
8 *Dr. Ali Nazmi Çora, “Ayrılıkçı Kürt Sorunu”, 2015,
*Dr. Ali Nazmi Çora, “TAVİSTOCK, Dünyayı Yöneten Örgüt”, 2015, Amazon com
*Dr. Ali Nazmi Çora, “ÖRTÜLÜ SAVAŞ”, 2015, Amazon com
*Dr. Ali Nazmi Çora, “Sessiz Savaş ABD ve AVRUPA Sivil Toplum Örgütlerini(NGO) Kullanarak Bağımsız Ülkeleri Nasıl Yönetiyor”, 2015, KDP Amazon com
9 Dr. Ali Nazmi Çora, (2014), Tarih Türklerle Başlar, KDP Amazon com, USA
10 *Bu bölümde yararlanılan Kaynaklar;
* http://www.turk.org.au
* Makale, Kutay Sedat Özkan- Gazi Üniversitesi
* Makale, Feyzullah Budak
* Dr. Ali Nazmi Çora. “AYRILIKÇI KÜRT SORUNU”, 2015, Amazon com.
11 Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları III, TDK, İstanbul 1940, s.180
12 Laszlo Rasonyı, Tarihte Türklük, TKAE, Ankara 1993, s.114, 121, 128. İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Boğaziçi Yay., İstanbul 1989, s.165- 66
13 Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, s.266
14 Kaşgarlı Mahmut, Divan-I Lügati’t-Türk, (Besim Atalay)
15 Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, s.273-74.
16 İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.218
17 Çay, s.279-81
18 Mehmet Eröz, Kürtlerin Menşei Ve Türkmenlerin Kürtleşmesi, İstanbul 1966, s.19-20
19 Yeni Ülke Gazetesi, 1992 sayı 28, Yavuz, Edip; aynı eser.
20 Kafaoğlu, A. Başer -Yücel, Müslim; “Kurtarıcı mı, Masal mı?”
Özgür Gündem Gazetesi, 27.7.1992 günlü sayısı
21 Dr. Ali Nazmi Çora, “Ayrılıkçı Kürt Sorunu”, 2015, *Dr. Ali Nazmi Çora, “TAVİSTOCK, Dünyayı Yöneten Örgüt”, 2015, Dr. Ali Nazmi Çora, “ÖRTÜLÜ SAVAŞ”, 2015, Dr. Ali Nazmi Çora, “Sessiz Savaş ABD ve AVRUPA Sivil Toplum Örgütlerini (NGO) Kullanarak Bağımsız Ülkeleri Nasıl Yönetiyor”, 2015, KDP Amazon com
22 Prof Dr. Fahrettin Kızıroğlu, 1995 İstanbul Tarih, Dil, Antropoloji,Etnograf ya, Etnoloji, Milli Destanlar, Gelenekler ve Folklor bakımından incelemeler konf. KÜRTLERİN TÜRKLÜĞÜ (http://ahmetdursun374.blogcu.com /kurtlerin- turklugu
23 Prof. Dr. Firudun Ağasıoğlu (Celilov) Islama Kadar Türk Tarihi, Cilt. 2,sayfa 342
24 Prof. Dr. Gıyaseddin Geybullayev, Ermenistan ve Eski Türkler, s. 73
25 Prof. Dr. Ekrem Memiş, “Eski Çağ Türkiye Tarihi” sf.34.
26 Dr. Ali Nazmi Çora, (2013), “İstiklal harbi Sırasında Atatürk’ün Nutkuna ve Diğer Resmi Belgelere Göre Azınlıkların Faaliyetleri, Bunlara Karşı alınan Tedbirler”, Amazon com.com
27 Ksenophon, Anabasis- Onbinlerin Dönüşü, Hürriyet Yayınları, s. 111, İstanbul, 1974
28 Abdulhalûk M. Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, s.33, İstanbul, 1993.
29 Bazil Nikitin, Kürtler Sosyolojik ve tarihi İnceleme, Deng Yayınları, s. 23–24, İstanbul, 1994.
30 Mehmet Niyazi, (2005) Millet ve Türk Milliyetçiliği, Ötüken Neşriyat, s. 151–152
31 Aşağıdaki eserler bakınız;
Rasonyi, L., Tarihte Türklük, Ankara, 1996.
Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler, 1992.
Mehmet Eröz. Doğu Anadolu’nun Türklüğü, İstanbul, 1982.
Fritz, Kürtlerin Tarihi (Çev. S. Şanlıer), Hasat Yayınları, İstanbul, 1992.Şerefhan, Şerefname (Kürt Tarihi), (Çev. M.E. Bozarslan), Hasat Yayınları, İstanbul, 1990. (Söz konusu eser Bitlis Beylerinden Şeref Han tarafından Farsca olarak kaleme alınmış ve 1597 de tamamlamıştır.)
Ahmet Özer, Doğu Anadolu’da Aşiret Düzeni, Boyut Yayınları, İstanbul, 1990.
İsmail Beşikçi, Doğu Anadolu’da Değişim ve Yapısal Sorunlar-Göçebe AlikanAşireti-, Ankara, 1969.
32 www.mustafaaksoy.com
33 Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler, 1992.
34 Aras, A., "Doğu’da Feodalite Var mı?", Ant Dergisi, 138. Sayı, 1968.
35 Mümtaz’er Türköne, "Özel Mülakat", http://www.turktime.com, (22 Kasım 2007).
36 Yaşar Kalafat, Türk Kültürlü Halklarda Halk İnançları- Türk Halk İrfanında Kurt -1-, Ankara, 2007
37 Mümtaz’er Türköne, "Bizim Kürtler", Zaman Gazetesi, 13.11.2007.
38 Aşağıdaki kaynaklara bakınız;
Welate Tori, Birlikte Olduğumuz Halklar, Koral yayınları, İstanbul, 1991.Welate Tori ve Nergıza Tori, Kürt Kökeni ve Büyük Boyları, Koral Yayınları, İstanbul, 1991.
Ekrem Cemil Paşa, Kürdistan Kısa Tarihi, Doz Yayınları, İstanbul, 1998. Egon Von Eickstedt, İlk Çağlardan Günümüze Türkler, Kürtler, İranlılar (Çev. H. Işık), Fırat Yayınları, İstanbul, 1993.
M. E. Zeki, Kürtistan Tarihi, Beybun Yayınları, İstanbul, 1992.Faik Bulut, Horasan Kimin Yurdu, Berfin yayınları, İstanbul, 1998.
M. S. Lazarev ve Ş. X. Mıhoyan, Kürdistan Tarihi (İ. Kale), Avesta yayınları,2001.
M Kalman, Batı-Ermenistan (Kürt İlişkileri) ve Jenosid, Zel Yayıncılık, İstanbul, 1994.
Bazil Nikitin., a. g. e.
39 H. Küçük, http://www.alevileriz.biz/showthread.php?t=1499 (7.12.2007).
40 McDowall, D., Kürtler, Avesta Yayınları, 2000
41 Kaynak: Abdulhalûk M. Çay, a. g. e., s. 265-267. Rasonyi, L., a. g. e.
42 Abdulhalûk M. Çay, a. g. e., s. 265-267.
43 Firdevsi, Şehname, (Çev., M. Lugal), C. I, s. 101-102, 104-108, İstanbul, 1992
44 Firdevsi, Şehname, a. g. e., s. 154-155
45 Firdevsi, Şehname, a. g. e., s. 125-131
46 Şerefhan, a.g. e., s. 17-19
47 Şerefhan, a. g. e., s., 19
48 Şerefhan, a. g. e., s., 19
49 Şerefhan, a. g. e., s.19-23
50 Şerefhan, a. g. e., s. 24-25
51 Şerefhan, a. g. e., s. 25 (Bozarslan’ın notu).
52 Abdulhalûk M. Çay, a. g. e., s. 42-45
53 Doğan Güreş, Milliyet Gazetesi, F. Bila’ya verdiği mülakat, 4.11. 2007
54 Mr. Hohler’den Mr. C. Kerr’e, 27 Ağustos 1919). Erol Ulubelen, (2005), İngiliz Belgelerinde Türkiye, Cumhuriyet Kitapları, s.188, İstanbul
55 Mr. Kidson’dan Sir E. Crow’a 28 Kasım 1919 Erol Ulubelen, a. g. e., s. 197.
56 Amiral Sir F. De Robeck’ten Lord Curzon’a, 9 Aralık 1919Erol Ulubelen, a. g. e., s. 198
57 Erol Ulubelen, a.g.e., s.199 (Türk Meselesi Hakkında İkinci Toplantı 22 Aralık 1919)
58 Mr. Vansittart’tan Lord Curzon’a, 11 Ocak 1920. Erol Ulubelen, a. g. e., s. 202
59 M. Kalman, a.g. e., s., 8.
60 Erol Ulubelen, a. g. e., s. 225.
61 Erol Ulubelen, a. g. e., s. 257
62 Doğan Güreş, Milliyet Gazetesi, (F. Bila’ya verdiği mülakat) 4.11.2007
63 Ahmet Özer, a.g. e.
64 Bu konuda geniş bilgi ve fotoğraflar için bakınız: www. Mustafaaksoy.com
65 Prof. Dr. F. Kırzıoğlu, Kürtlerin Türklüğü, sf. 29
66 Muharrem Günay SIDDIKOĞLU
67 Muharrem Günay SIDDIKOĞLU
68 Muharrem Günay SIDDIKOĞLU
69 Muharrem Günay SIDDIKOĞLU
70 Türkay, Başbakanlık Arşivi Belgelerine Göre Osmanlı İmparatorluğu’ndaOymak Aşiret ve Cemaatler, İst. 1979, s. 15-18
71 Doç. Dr. Ali Tayyar Önder, Türkiye’nin Etnik Yapısı S. 136
72 Baki öz Aleviler’in Etnik Kimliği, s. 143
73 Terbiyenin sosyal ve kültürel temelleri sayfa 23
74 Belleten Sayı 43, 1947
75 Dr. Mehmet Şükrü Sekban, Kürt Meselesi, sayfa:38-39, Ankara 1979
76 Ziya Gökalp, Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri, 227
77 Z. Gökalp, Küçük Mecmua s.162 1. sayı Diyarbakır.
78 Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri sf. 59-60) Taha AKYOL http://www.milliyet.com.tr /1998/05/10/yazar/akyol.html
79 Muhsin Bozkurt Emekli Öğretim Görevlisi
80 Güneş gazetesi, 21/08/2007
81 muhsin bozkurt.net
82 Aydın Taneri. s.16
83 Faruk Sümer, Oğuzlar.s.199
84 Aydın Taneri.s.16
85 Faruk Sümer.Oğuzlar.s.225.
86 F. Kırzioğlu. age.s.102
87 Barak Türkmenleri.s.39
88 F. Kırzioglu. Kürtlerin Türklüğü.s.116-132
89 Mehmet Demir ATMALI. Gaziantep Kuvva-i Milliye Derneği 2. Başk.
90 Halide Tayyar, Ortadoğu, 2 Ağustos 1996
91 Halide Tayyar, Ortadoğu, 2 Ağustos 1996
92 Halide Tayyar, Ortadoğu, 2 Ağustos 1996 Halide Tayyar, Ortadoğu, 2 Ağustos 1996
93 Halide Tayyar, Ortadoğu, 2 Ağustos 1996
94 Halide Tayyar, Ortadoğu, 2 Ağustos 1996
95 Halide Tayyar, Ortadoğu, 2 Ağustos 1996
96 Prof. Dr. Laszlo Rasonyı, Tarihte Türklük (Üçüncü Baskı) Ankara-1993
97 Ercan Adak, Nubihar ve Ahmede Hani(2), Zaman, 1 Şubat 1996, s.2
98 Mevlana Celalüddin-i Rumi, Mesnevi Cilt: 1-2, Terceme ve Şerheden: Tahir-ul-Mevlevi, (İkinci Baskı), İstanbul-(Tarihsiz),s. 43-46
99 Mehmet Niyazi, Tercüman, 6 Eylül 1993, s.8
100 Dr. Mehmet Niyazi Bey'e gönderilen bir mektuptan nakleden, Prof. Dr. İsmet Miroğlu, Türkiye, 14 Eylül 1996
101 Dr. Mehmet Niyazi Bey'e gönderilen bir mektuptan nakleden, Prof. Dr. İsmet Miroğlu, Türkiye, 14 Eylül 1996
102 Prof. Dr. İsmet Miroğlu, Bu Oyun Mutlaka Bozulacaktır, Türkiye
103 Prof. Dr. İsmet Miroğlu, age
104 Sinan Sungur, 29 Ağustos 2007, Söyleşi, Türksolu
105 Kaynaklar: 
*http://www9.gazetevatan.com/haberdetay.a...http://www9.gazetevatan.com/haberdetay.asp?tarih=15.05.2006&Newsid=133200&Ca
*Aleviler Kürt mü Türk mü? Cemal Şener http://www.turkdirlik.com/Bilgimece/Turk...http://www.turkdirlik.com/B ilgimece/Turkoloji/Tarih/CSen
106 Alıntı Kaynak: http://www.elitte.8m.com/karakecililer.htm
107 Türk İçtimaî Teşkilâtı Hakkında Görüşler» Töre, Ekim, Aralık 1971
108 Ahmet Refik, Anadolu'da Türk Aşiretleri, s. 104.
109 Prof. Dr. Faruk Sümer, Kara-Koyunlular, Ankara, 1967, c. l, s. 30.
110 Cemil İsbir, «Bingöl'ün Tarih ve Coğrafyası», Altan, s. 36-38, Mart-Mayıs1938, s. 42.
111 Prof. Dr. A. Caferoğlu, Eski Uygur Türkçesi.
112 A. Refik, aynı eser, s. 191
113 A. Refik, aynı eser, s. 130
114 Prof. F. Sümer, Oğuzlar, s. 279, 300. Sözlüğü, İstan bul, 1968, s. 183
115 A. Refik, aynı eser, s. 129.
116 Togan, Türkistan Tarihi, sf. 188.
117 H. N. Orkun, Yeryüzünde Türkler, İstanbul, 1944, sf. 46-47).
118 Bk. İlig Maddesi», İslâm Ansiklopedisi, c. V, (II), s. 973.
119 Prof. Dr. F. Sümer, «Oğuzlar» kitabındaki listelere bk.
120 Prof. Dr. F. Sümer, Kara-Koyunlular, s. 16-17.
121 Prof. Dr. Z .V. Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, s. 46, 181.
122 V. Minorsky, «The Clan of The Qara-Qoyunlu Rulers», Köprülü Armağanı,s. 84-395.
123 Makale «Ege Bölgesinde Yer (Köy ve Şehir) Adlan», Reşid Rahmeti Aratiçin, Ankara, 1966, s. 176-188.
124 Makale «Ege Bölgesinde Yer (Köy ve Şehir) Adlan», Reşid Rahmeti Aratiçin, Ankara, 1966, s. 176-188.
125 Kaşgarlı Mahmut Divan, I, 381
126 Caferoğlu Sözlüğü, sf. 66.
127 Kaşgarlı Mahmut Divan, III, 121, 122).
128 H. Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, III, 163.
129 Bk. Eski Türk Yazıtları, II, 85-86.
130 Doç. Dr. Bahaeddin öğe, islâmiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, Ankara
131 L. Rasonyi, Tarihte Türklük, Ankara, 1971, s, 74
132 Alıntı Kaynak: http://www.elitte.8m.com/karakecililer.htm
133 http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/5331462.asp?m=1
Kürtleşen Türkmenler Teorisihttp://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%BCrtle...http://tr.wikipedia.org/wiki/ K%C3%BCrtle%C5%9Fen_T%C3%BCrkmenl
134 Kaynaklar
*http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/6081... *http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/60812-diyarbakir-tarih-boyunca- sadece-turk-devletlerine-baskentlik-etti-mak
*KORAY ELBEYLİ'DEN DİYARBAKIR YAZILARI (I),(II),(III)
*DİYARBAKIRLI TÜRKMEN'İN İSYANI* *http://fazlikoksal.blogspot.com/2009/10/...http://fazlikoksal.blogspot.co m/2009/10/diyarbakirli-turkmenin-i
*Diyarbakır Merkezli Dört Devlet Kuran Türk(men)ler, Atlantis UygarlığıGibi Yok mu Oldu? http://fazlikoksal.blogspot.com/2009/10/...http://fazlikoksal.blogspot.com /2009/10/koray-elbeyliden-diyarbakir-yazilari
135 Kaynaklar:
* İsmail Beşikçi, Kürtlerin Mecburi İskanı, sh. 143, İstanbul, 1977. 
* Cemal Şener - Karacaahmet Sultan Derneği
* http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=7359
136 Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, c. s. 2401.
137 Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Üzerine Sosyolojik Tetkikler, s. 124
138 Ziya Gökalp, a.g.e, s. 124.
139 Abdullah Öcalan, Kürt-Türk İlişkileri Üzerine Barış ve Demokrasi Konuşmaları (1988-1999) İstanbul, 1999, Aram Yayınları, s. 102, 105, 128
140 Kaynak: Ziya Gökalp, a.g.e, s. 124.
141 Abdullah Öcalan, a.g.e.


KAYNAKLAR

*Dr. Ali Nazmi Çora, “Ayrılıkçı Kürt Sorunu” 2015, Amazon comYayınları
*Dr. Ali Nazmi Çora, “Çekiç Güç, Operation Provide Comfort, Huzur harekatı, Düzeltil miş ikinci baskı” 2013, Amazon com Yayınları
*Dr. Ali Nazmi Çora, “ÖRTÜLÜ SAVAŞ” 2015, Amazon com Yayınları
*Dr. Ali Nazmi Çora, ABD ve AVRUPA Sivil Toplum Örgütlerini (NGO) Kullanarak Bağım sız Ülkeleri Nasıl Yönetiyor” 2015, Amazon com Yayınları
*Dr. Ali Nazmi Çora,” İçimizdeki şeytanlar”, 2008, Toplumsal Dönüş yayınları
*Dr. Ali Nazmi Çora, Uluslararası terorizm ve failleri”, 2008, Toplumsal Dönüşüm yayınları
*Dr. Ali Nazmi Çora, İrtica ve Terör”, 2008, Toplumsal Dönüşüm yayınları
*Dr. Ali Nazmi Çora, Kürt Sorununun Geleceği”, 2004, Q Matris yayınları
*Muzaffer Ercan Yılmaz, Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Etnik Çatışmalar, Ankara, Nobel Yay., 2007, syf. 7-43.
*Erol Kurubaş, “Etnik Sorunlar: Ulus-Devlet ve Etnik GruplarArasındaki Varoluşsal İlişki
*Nurcan Özgür, “Balkanlar Devletlerinin Dış Politika Uygulamalarında Etnik Sorunların Rolü (1989-1997)”
*Faruk Sönmezoğlu Uluslararası Politikada Yeni Alanlar Bakışlar,Der., İstanbul, Der Yay., 1998, syf. 201
*Ayşe Betül Çelik and Bahar Rumelili, “Necessary but not Sufficient: The Role of EU in Resolving Turkey’s Kurdish Question and Greek-TurkishConflicts”, European Foreign Affairs Review, 11 (2006), syf.203
*Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk I, Ankara, Turhan Kitabevi,1993, syf 9-10.
*Erol Kurubaş, Kürt Sorununun Uluslararası Boyutu ve Türkiye, C. 2 (1960’lardan 2000’lere), Ankara, Nobel Yay., 2004, syf.59-93
*2008’de Paris Kürt Enstitüsü International Herald Tribune (20 Mayıs), Le Monde (21 Mayıs), Frankfurter Allgemeine (26 Mayıs), The New York Times (4 Haziran) gazetelerinde uluslararası topluluğu çözüm için harekete geçmeye ve arabulucu atamaya çağıran 1000 imzalı bir bildiri yayınlatmıştır.
*Erol Kurubaş, Kürt Sorununun Uluslararası..., op.cit., syf. 221-272, 136-171, 241-272, 310-347
*Kemal Kirişçi, Gareth M. Winrow, Kürt Sorunu: Kökeni ve Gelişimi, Çev. Ahmet Fethi,
*Kemal Kirişçi, Gareth M. Winrow, Kürt Sorunu: Kökeni ve Gelişimi, Çev. Ahmet Fethi, istanbul, Tarih Vakfı Yurt Yay., 1997, syf.175-185.
*Haluk Özdemir, “Identity and Ontological Security of Europe”,Journal of Modern Science, Vol 1, No. 3 (2006), syf. 241-272.
*Paul A. Kowert, “Ulusal Kimlik: İçsel ve Dışsal”, Uluslararası İlişkilerin Psikolojisi, Der. Erol Göka, Işık Kuşçu, Ankara, ASAM Yay., 2002
*Ahmet İçduygu, David Romano and İbrahim Sirkeci, “The Ethnic Question in an environment of security: the Kurds in Turkey”, Ethnic andRacial Studies, Vol. 22, No. 6 (Nov. 1999), syf. 992.
*Erol Kurubaş, Kürt Sorununun Uluslararası Boyutu ve Türkiye, C. 2 (1960’lardan 2000’lere), Ankara, Nobel Yay., 2004,syf.54-93.
*Avrupa’nın ontolojik güvenlik anlayışına ilişkin bkz. Haluk Özdemir, “Identity and Ontological Security of Europe”, Journal of Modern Science, Vol 1, No. 3 (2006), *William Park, “Turkey, Northern Iraq and the Kurdish Problem”, Regional in/security: Redefining Threats and Responses, Eds. M.Aydın, Ç.Erhan, S.Açıkmeşe, Ankara, Ankara Üniversitesi Basımevi, 2007,syf. 213.
*Pınar Tank, “The Effects of the Iraq War on the Kurdish Issue in Turkey”, Conflict, Security & Development, Vol 5, No. 1 (April 2005), syf. 70
*Barzani 26 Şubat 2007’de, "İran ve Türkiye, Kürtlerin bağımsız bir devlete sahip olma hakkı olduğu fikrine alışmalı" ifadesini kullanarakTürkiye'deki Kürt sorununun PKK'dan ibaret olmadığını, bu soru- nunsadece siyasi ve barışçıl yöntemlerle çözebile ceğini söylemiş; 1 Mart 2007’de “Türkiye’deki Kürtlerin de kendi kaderlerini belirleyeceklerini, Türkiye’nin askeri yöntemlerle bu sorunu çözemeyeceğini ve siyasal çözüm bulması gerektiğini” belirtmiştir.
*”Barzani; Türkiye’deki Kürt Sorununun Askeri Çözümü Yok”, Milliyet,1 Mart 2005
*“Barzani: Ne PKK'ya dokunurum, ne sınır ötesi operasyonu kabul ederim”, Radikal, 27 Şubat 2007,
*Ramazan Gözen, “Türk Dış Politikasında Vizyon ve Revizyon”, Demokrasi Platformu, No. 4 (Güz 2005), syf. 43-47
*Baskın Oran, “Türk Dış Politikasının Teori ve Pratiği”, Türk Dış Politikası C. I (1919-1980), Ed. Baskın Oran, 2.b., İstanbul, İletişim Yay.,2003, syf. 85-88
*Ümit Özdağ, Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri: Jeopolitik İnceleme,Ankara, ASAM, 2002, s. 56. Park, op.cit., syf. 213
*Erol Kurubaş “Pan-Kürdist Hayaller ve Gerçekler”, Stratejik Analiz, C. 8, S. 92 (Aralık 2007), syf. 69-75
*Cengiz Çandar, “Turkish Foreign Policy and the War on Iraq”, Eds.L.G. Martin and D. Keridis,
*Erol Kurubaş, “Türkiye-Suriye-İran Arasındaki İşbirliği Çabalarının Analizi ve Ortadoğu daki Güç Dengelerine Etkisi”, Avrasya Dosyası, C.9, S.4, (Kış 2003), syf. 204-219.
*Türkiye’nin Türkmen politikasının da birtakım riskler içerdiğisöylenmelidir. Türkiye nin Türkmen politikasına ilişkin bkz. Tank, op.cit.,, ss.80-82; Lundgren, op.cit.,, ss. 91-95;
*Gökhan Çetinsaya, Irak Dosyası: Irak’ta Yeni Dönem, Ortadoğu ve Türkiye, Ankara, SETA, 2006, syf. 48-50.
*Sabri Sayari, “Turkish Foreign Policy in the Post Cold War Era: The Challenge of Multi- Regionalism”, Journal of International Affairs, Vol. 54,No.1 (Fall 2000), syf. 171-172. *Kemal Kirişçi, “Between Europe and the Middle East: The Transformation of Turkish Policy”,
*Türk dış politikasının temel ilkeleri için bkz. Oran, op.cit., s. 46-53.
*Baskın Oran, Kalkık Horoz: Çekiç Güç ve Kürt Devleti, 2.b., Ankara, Bilgi Yay., 1998, s. 280
*F. Stephen Larrabee, Ian O. Lesser, Türk Dış Politikası Belirsizlik Döneminde, Çev. M. Yıldırım, Ankara, Ötüken Yay, 2002, syf. 177
*İsrail’in G. Lübnan’a yönelik operasyonları, Türk kamuoyunda da bazen çok yanlış olarak Türkiye’nin haklılığı İsrail’in bu türden eylemleriyle gerekçelendirilmeye çalışılmaktadır.
*Erol Kurubaş, Uluslararası Alanda Azınlık Sorunları ve Avrupa Yaklaşımı, 2. B., Anka ra, Asil Yay., 2006, ss. 74-84
*“Neşe Düzel, Ümit Fırat Söyleşisi”, Radikal Gazetesi, 10 Nisan 2006.
*Nevzat Böligiray, Özal Döneminde Bölücü Terör (1983-1991), TekinYayınevi, Ankara, 1992
*Nur Batur, “Türkiye’nin Yeni Kürt Politikası”, 10 Aralık 1991, MilliyetGazetesi.
*Onur Kumbaracıbaşı, İnönü’lü Günler, Detay Yayıncılık, 2007
*Oral Çalışlar, Öcalan ve Burkay’la Kürt Sorunu, PencereYayınları,1993
*Osman Pamukoğlu, Unutulanlar Dışında Yeni Bir şey Yok, İnkılap Yayınevi, 2004 *Oya Çitci, Yerel Seçimler Panoraması, 1963-1999, TODAİE Yayını, 2001
*Ömer Vehbi Hatipoğlu, Kürt Sorununda Ezber Bozmak, ESAMYayınları, 2008
*Ömer Vehbi Hatipoğlu, “Terör ve Güneydoğu Sorunu-Ekonomik Boyut,” İntermedya Ekonomi Dergisi Ek, Ekim 1996.
*Rafet Ballı, Kürt Dosyası, Cem Yayınevi, 1992 *Reşat Hallı, Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar (1924-1938), Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı, 1972.
*Rıfat N. Bali, 1934 Olayları, İletişim yayınları, 2009 *Ruşen Çakır, “Refah Güneydoğu’da Solcu”, Milliyet Gazetesi, 27.08.1994
*Ruşen Çakır, “Murat Karayılan’a 9 Soru”, Vatan Gazetesi, 26.05.2009. “ÖcalanNeden Ümit Vermiyor?”, 23.07.2009, “PKK Ateşkesi Uzatmaya Mecburdu, Fena da Olmadı,” Vatan Gazetesi, 02.06.2009
*Ruşen Çakır, “Refah Partisi”, CDTA, C. 15, 1996, s. 1264-1267.“RP’denAKP’yeKürt Sorunu 1, 2, 3,” 27, 28, 29 Aralık 2007
*Ruşen Çakır, Kürt Sorunu, Metis Yayıncılık, İstanbul, 2004
*Saygı Öztürk, İsmet Paşa’nın Kürt Raporu, Doğan Kitap, 2007
*Sedat Yurttaş, İnsanlar, Düşünceler, Kavgalar, Öteki Yayınevi,Ankara, 1996.
*Serap Taş Umumi Müfettişlikler, (Yayımlanmamış Yüksek LisansTezi) Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir, 1997
*Soner Gürel, Namık Durukan, Ertuğrul Pirinççioğlu, “Demirel-İnönü Güneydoğu” Milliyet Gazetesi, syf. 16
*Sosyal Demokrasi Açısından Kürt Sorunu, TÜSES Vakfı Yayını, 1992
*Şevket Kazan, Refah Gerçeği 2, Ankara
*Taha Akyol Milliyet Gazetesi, ,“DTP’yi Kapatın!”, 27.10.2008. “Türkler ve Kürtler”, 13.10.2008.“Kürt Sorununda Yeni Gündem”,17.05.2008
*Taha Akyol Kürt Sorunu, Aydınlarımız Ne Düşünüyor? Cem Yayınevi, 1992 *Taha Özhan-Hatem Ete, Kürt Meselesi, Problemler ve Çözüm Önerileri, SETA, 2008.
*Taha Özhan, “PKK Silahları Nereye Bıraksın”, Anlayış Dergisi, Kasım2009.
*Tanıl Bora, “MÇP/MHP”, CDTA C. 15, İletişim yayınları, 1996
*Tarık Ziya Ekinci, Vatandaşlık Açısından Kürt Sorunu ve Bir Çözüm Önerisi, Küyerel Yayınları, 1997
*Tuba Ekmekçi-Muazzez Pervan, Doğu Sorunu Necmeddin Sahir Sılan Raporları 1939-1953, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2010
*TBMM, Türk Parlamento Tarihi, 1919-1923, I, II, TBMM Vakfı Yayını,1994
*TÜSES Seçmen Eğilimleri Araştırması, 1994-2002, TÜSES Yayınları, İstanbul.
*Uğur Mumcu, Kürt Dosyası, Tekin Yayınevi, 1993 *Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması, 21. baskı, Um:AG Yayını, 1996
*Ümit Özdağ, Pusu ve Katliamların Kronolojisi, Kripto Yayınları,Ankara, 2009
*Ümit Özdağ, Türkiye Kuzey Irak ve PKK, Asam Yayınları, Ankara,1999
*Vecihi Timuroğlu, Dersim Tarihi, Yurt Yayınları, 1991
*Yalçın Akdoğan, Demokratik Açılım Sürecinde Yaşananlar, Meydan Yayınları, 2010. *Yalçın Akdoğan, , Star,“Sorunun değil çözümün parçası olmak”, 13.07.2009, “Kürt Açılımı Pakette Değil Süreçte”, 27.07.2009 “BDP ve Öcalan Uyarıları”, 08.02.2010, “Ne ‘Ver Kurtul’ Ne Vur Kurtul’ Çözüm Demokraside”, 12.07.2010
*Yalçın Küçük, Kürt Bahçesinde Sözleşi, Başak Yayınları, 1993
*Yalçın Küçük, Gizli Tarih, Salyangoz Yayınları, 2006
*Yeni Yüzyıl Gazetesi Kitaplığı, Türkiye ve Güneydoğu, İstanbul. Yüzleşmekten Çekinmeyeceğiz, 27 Temmuz 2007
*Z. Tuba Kor, Köy Koruculuğu ve Korucular, Anlayış Dergisi, Haziran 2009, sayı 73
*Zafer Toprak, “Toplumsal Mühendislik ve Necmeddin Sahir Sılan”, DOĞU SORUNU, Necmeddin Sahir Sılan Raporları, 2010, Tarih Vakfı Yurt Yayınları
*Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler, Kaynak Yayınları, 2009, *Şeref Han, Şerefname (Kürt Tarihi), Arapça'dan Çev. M.Emin Bozarslan, Ant Yayınevi, İstanbul 1971.
*Evliya Çelebi, Seyahatname, Danışman Yayınevi, İstanbul 1969.
*Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilatı- Destanları, İstanbul 1980.
*Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler, Sosyal Yayınlar, İstanbul 1992.
*Mehmet Eröz, Kürtlerin Menşei ve Türkmenlerin Kürtleşmesi, Fakülteler Matbaası, İstanbul 1966.
*Cevdet Türkay, Başbakanlık Arşivi Belgelerine Göre Osmanlı İmparatorluğu'nda Oymak, Aşiret ve Cemaatler, İstanbul 1979.
*Mehmet Arif Bey, Başımıza Gelenler, İrfan Yayınevi, İstanbul 1973.
*Macit Gürbüz, Kürtleşen Türkler, Selenge Yayınları, İstanbul 2007.
*Eröz, Mehmet; Kürtlerin Menşei ve Türkmenlerin Kürtleşmesi, Türkiye Harsî ve İçtimaî Araştırmalar Derneği, İstanbul 1966.
*Parmaksızoğlu, İsmet; Tarih Boyunca Türkkürtleri ve Türkmenler,Ankara 1983.
*Seferoğlu, Ş., Kaya ve H. Kemal Türközü; 101 Soruda Türklerin Kürtboyu, Ankara 1982. (13.04.2006 12:16)
*Taneri, Aydın; Türkistanlı Bir Türk Boyu: Kürtler; Kürtlerin Kökeni, Siyasî, Sosyal ve Kültürel Hayatları, 2. Baskı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara 1983.
*Başbuğ, Hayri; Kürt Türkleri ve Fanatik Ermeni Faaliyetleri, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara 1984.
*Eröz, Mehmet; Kürtlerin Menşei ve Türkmenlerin Kürtleşmesi, Türkiye Harsî ve İçtimaî Araştırmalar Derneği, İstanbul 1966.
*Parmaksızoğlu, İsmet; Tarih Boyunca Türkkürtleri ve Türkmenler, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara 1983
*Seferoğlu, Ş., Kaya ve H. Kemal Türközü; 101 Soruda Türklerin Kürt boyu, türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara 1982
*Mehmet Eröz "Kürtlerin Menşei ve Türkmenlerin Kürtleş mesi, İktisat Fakültesi Sosyoloji Konferansları 28. Sayı,
*Ahsen Batur'un "Kürdoloji Yalanları, Selenge Yayınları 2011 İstanbul *Bilal Şimşir'in Kürtçülük (1787-1923) C.1 ve Cilt 2 Ankara 2007*Orhan Türkdoğan'ın Etnik Sosyoloji, Timaş Yayınları,
*Ali Tayyar Önder'in Türkiye'nin Etnik Yapısı,
*Prof. Dr. Ümit Özdağ'ın yayınlarını
*Yağmur Tunalı Kavga Günleri: 1968-1990
*H. Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, İstanbul, 1940, c. l, 170,174.
*Kaşgarlı Mahmud, Divan Lügat-it-Turk, l, 120, l, 320, III, 120.
*Prof. Z, V. Togan, Türkilİ (Türkistan) Tarihi, s. 29.
*Prof. Abdülkadir inan, Makaleler ve incelemeler, Ankara, 1968, s. 4.
*Babür, Vekayi, Ankara, 1946, c. II, s. 665.
*Halide Tayyar, Ortadoğu, 2 Ağustos 1996
*Prof. Dr. Laszlo Rasonyı, Tarihte Türklük Ankara-1993, s. 128
*Ercan Adak, Nubihar ve Ahmede Hani,
*Zaman, 1 Şubat 1996, s.2
*Mevlana Celalüddin-i Rumi, Mesnevi Cilt: 1-2, Terceme ve Şerheden:Tahir-ul-Mevlevi, (İkinci Baskı), İstanbul-(Tarihsiz),
*Mehmet Niyazi, Tercüman, 6 Eylül 1993, s.8
*Dr. Mehmet Niyazi Bey'e gönderilen bir mektuptan nakleden, Prof. Dr. İsmet Miroğlu, Türkiye, 14 Eylül 1996
*Halide Tayyar, Türkiye'nin aşiret haritası çıkarılıyor, Kürtler, Türkler'den ayrı "Etnik Grup" değil, Ortadoğu, 2 Ağustos 1996
*Prof. Dr. İsmet Miroğlu, Bu Oyun Mutlaka Bozulacaktır, Türkiye, 14 Eylül 1996
*Ksenophon, Anabasis- Onbinlerin Dönüşü, Hürriyet Yayınları, s. 111, İstanbul, 1974
*Abdulhalûk M. Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, s. 33, İstanbul, 1993.
*Bazil Nikitin, Kürtler Sosyolojik ve tarihi İnceleme, Deng Yayınları, s.23–24, İstanbul, 1994.
*Fikret Bila, Milliyet gazetesi, 3.11.2007.
*Fikret Bila, Milliyet gazetesi, 11.11.1973.
*Mehmet Niyazi, Millet ve Türk Milliyetçiliği, Ötüken Neşriyat, s. 151–152, 2005.
*Rasonyi, L., Tarihte Türklük, Ankara, 1996.
*Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler, 1992. *Mehmet Eröz. Doğu Anadolu’nun Türklüğü, İstanbul, 1982.
*Fritz, Kürtlerin Tarihi (Çev. S. Şanlıer), Hasat Yayınları, İstanbul,1992.
*Şerefhan, Şerefname (Kürt Tarihi), (Çev. M.E. Bozarslan), Hasat Yayınları, İstanbul, 1990. (Söz konusu eser Bitlis Beylerinden Şeref Hantarafından Farsca olarak kaleme alınmış ve 1597 de tamamlamıştır.)
*Ahmet Özer, Doğu Anadolu’da Aşiret Düzeni, Boyut Yayınları, İstanbul, 1990.
*İsmail Beşikçi, Doğu Anadolu’da Değişim ve Yapısal Sorunlar-Göçebe Alikan Aşireti-, Ankara, 1969.
*Mustafa Aksoy, Doğu Anadolu Kültürü Üzerine Bir İnceleme, Yeni İnsan Yayınları, İstanbul, 2007.
*İsmail Beşikçi, a. g. e.
*Aras, A., "Doğu’da Feodalite Var mı?", Ant Dergisi, 138. Sayı, 1968.
*Mümtaz’er Türköne, "Özel Mülakat", http://www.turktime. com, (22 Kasım 2007).
*Yaşar Kalafat, Türk Kültürlü Halklarda Halk İnançları- Türk Halk İrfanında Kurt -1-, Ankara, 2007.
*Mümtaz’er Türköne, "Bizim Kürtler", Zaman Gazetesi, 13.11.2007.
*Welate Tori, Birlikte Olduğumuz Halklar, Koral yayınları, İstanbul,1991.
*Welate Tori ve Nergıza Tori, Kürt Kökeni ve Büyük Boyları, Koral Yayınları, İstanbul, 1991.
*Ekrem Cemil Paşa, Kürdistan Kısa Tarihi, Doz Yayınları, İstanbul,1998.
*Egon Von Eickstedt, İlk Çağlardan Günümüze Türkler, Kürtler, İranlılar (Çev. H. Işık), Fırat Yayınları, İstanbul, 1993.
*M. E. Zeki, Kürtistan Tarihi, Beybun Yayınları, İstanbul, 1992. *Faik Bulut, Horasan Kimin Yurdu, Berfin yayınları, İstanbul, 1998.
*M. S. Lazarev ve Ş. X. Mıhoyan, Kürdistan Tarihi (İ. Kale), Avesta yayınları, 2001.
*M Kalman, Batı-Ermenistan (Kürt İlişkileri) ve Jenosid, Zel Yayıncılık, İstanbul, 1994.
*H. Küçük, http://www.alevileriz.biz /showthread. php?t =1499 7.12.2007
*McDowall, D., Kürtler, Avesta Yayınları, 2000.
19. Firdevsi, Şehname, (Çev., M. Lugal), C. I, s.17-19.101-102, 104-125- 131. 154-155.108, İstanbul, 1992.
*Doğan Güreş, Milliyet Gazetesi, (F. Bila’ya verdiği mülakat),4.11.2007.
*Erol Ulubelen, İngiliz Belgelerinde Türkiye, Cumhuriyet Kitapları, s. 188,197,198,199,202,225,257, İstanbul, 2005.
*Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik: Türkiye’nin Uluslararası Konumu, İstanbul, Küre Yay., 2001, syf. 43


Yorum Gönder

0 Yorumlar