DERİN DEVLETLER,GİZLİ PROJELER VE KİRLİ GERÇEKLER
Zihin Kontrolünden, Gizli Bilime Psikolojik Savaştan, Biyolojik Savaşa
Doç. Dr. Ümit Sayın
Doğan Öz’e,
Çetin Emeç’e,
Abdi İpekçi’ye,
Turan Dursun’a,
Muammer Aksoy’a,
Bahriye Üçok’a,
Uğur Mumcu’ya,
A. Taner Kışlalı’ya,
Em. Binb. İhsan Güven’e,
Metin Aydoğan’a,
Necip Hablemitoğlu’na,
Danıştay Hakimi Mustafa Yücel Özbilgin’e,
şehit edilen tüm komutanlarımıza, subaylarımıza ve erlerimize, Atatürkçü, laik ve demokratik Cumhuriyeti korumak için mücadele veren Mustafa
Kemal’in tüm meçhul askerlerine ithaf olunur!
YENİÇAĞ GAZETESİNİN ...., MAYIS 2006 TARİHLİ HABERİNDEN ALINTIDIR ! C. B.’nin Haberi
BU CİNAYETLERİN FAİLLERİ HALA ARAMIZDA DOLAŞIYOR!..
Hepsi O’nun döneminde
Türkiye, X.’in Y. Bakanlığı yaptığı dönemlerde kanlı suikastlerle sarsıldı. Muammer Aksoy’un öldürülmesiyle başlayan zincirin son halkası kanlı Danıştay baskını oldu!
Hazırlayan: C. B.
Son Danıştay saldırısından sonda eleştirilen isimlerden birisi de Y. Bakanı X Ancak “Kanlı Tesadüf”olarak nitelenebilecek olaylar zinciri, Y. Bakanı X’in yakasını bırakmıyor. X’in, Y. Bakanı olduğu her dönemde Türkiye’de önemli suikastler ve cinayetler birbirini takip etti.
19XX.’de Bakan...
İlk olarak ...’ıncı Hükümette yani 2’inci filanca . Hükümeti’nde 31 Mart 19xx günü Y. Bakanlığı görevinegetirilen X., daha sonra 9 Kasım 19xx tarihinde Y. A. Başbakanlığı’nda kurulan .....’inci Hükümetin de Y.Bakanı oldu. X.’in bu ikinci döneminde görevine başlamasının üzerinden çok geçmeden Türkiye bir suikastle sarsıldı. 31 Ocak 1990 tarihinde Atatürkçü Düşünce Derneği kurucusu Prof. Dr. Muammer Aksoy evinin önünde uğradığı bir suikastle hayatını kaybetti.
Arkası kesilmiyor.
Bu suikastın kanı bile kurumadan 1,5 ay sonra 7 Mart 1990’da bir başka suikast daha yapıldı. Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç, 7 Mart 1990’da İstanbul’da arabasının içinde öldürüldü. 1990 yılı bir bakıma suikastler yılı oldu. Sırasıyla 6 Eylül 1990 tarihinde Turan Dursun, 26 Eylül 1990 tarihinde MİT Müsteşar Yardımcılığı da yapmış olan Hiram Abbas, 10 gün sonra 6 Ekim 1990’da İlahiyatçı Bahriye Üçok öldürüldü.
Askerler de hedefte
X’in Y. Bakanlığı koltuğuna oturduğu dönemlerde sadece aydınlar öldürülmedi, bir çok asker de terör örgütlerinin uzantısı olduğu tahmin edilen hainlerin kurşunlarına hedef oldu. İşte kanlı cinayetlerin kronolojisi:
9 Ocak 1991 tarihinde Emekli Yarbay Ata Burcu, uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Olayı TİKKO üstlendi.
Emekli Korgeneral Hulusi Sayın, 30 Ocak 1991 tarihinde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti.
7 Nisan 1991 tarihinde Emekli Tümgeneral Memduh Ünlütürk, İstanbul Üsküdar’daki evine gelen kimliği belirsiz kişiler tarafından şehit edildi.
Emekli Korgeneral İsmail Selen 23 Mayıs 1991 tarihinde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti.
Aynı gün Adana Bölge Jandarma Komutanı Tuğgeneral Temel Cingöz, makam otosunda saldırıya uğradı. Hastaneye kaldırılan Tuğgeneral Cingöz, tüm müdahalelere rağmen 27 Mayıs 1991 tarihinde şehit oldu.
1978 yılında MİT Müsteşarlığı yapan Emekli Orgeneral Adnan Ersöz, 13 Ekim 1991 tarihindeİstanbul’daki evinde teröristlerin silahlı saldırısına maruz kalarak hayatını kaybetti.
Yine X. döneminde dönemin SHP Milletvekili Erol Güngör’ün oğlu Mustafa Güngör öldürüldü.
Hablemitoğlu’yla başladı
X’in ikinci dönemi de bir suikastle başladı. 2002 yılında K partisi iktidara gelip, A. Başbakanlığı’ndaki ...’inci Hükümet kurulunca Y. Bakanlığı görevini X üstlendi.
X’in bakanlığa başlamasından tam bir buçuk ay sonra, 18 Aralık 2002 tarihinde, yaptığı araştırmalarla Batılı güçlerin tepkisini çeken Dr. Necip Hablemitoğlu evinin önünde uğradığı bir silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. X., suikastin ardından Meclis Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, “Kim ya da kimler tarafından, hangi maksatla işlendiği konusunda bir şey söylemek için henüz çok erken” dedi. X., olayı şiddet ve nefretle kınarken, olayla ilgili soruşturmanın çok yönlü olarak, bütün boyutlarıyla devam ettiğini ifade etti. Ama katil yakalanamadı. Mayıs 2004 tarihinde de Emekli Binbaşı İhsan Güven Tuzla’daki evinde karısıyla birlikte 82 yaşında öldürüldü.
Tantan X’i eleştirdi !
Yurt Partisi Genel Başkanı Sadettin Tantan, X’in görev yaptığı dönemlerde Türkiye’nin güvenlik zaafiyetiyle karşı karşıya kaldığını söyledi. Danıştay’a saldırının arkasında Türkiye’yi istikrarsızlaştırmaya çalışan küresel güçler olduğunu vurgulayan Tantan şunları söyledi:
“Bu saldırıyı, AKP’yi iktidara getiren güçler yapmıştır. Amaçları siyasette kamplaşmayı arttırıp, olası bir erken seçimde kendi güdümlerinde bir hükümet yaratmaktır. Bu saldırıyla siyasette darbe yapıyorlar. Burada adrese teslim bir operasyon yürütüldüğü ortada. Kullanılan aktörlerin isimleri değişiyor ama Türkiye’nin hassas olduğu kırılma noktaları olarak bilinen hassas değerler tahrip edilirken, halk geriliyor, ayrıştırılıyor ve büyük bir güvensizlik ortamı yaratılıyor.”
Tantan, X’in Y. Bakanı olduğu dönemlerde siyasi suikastlerdeki artışı da “Demek ki bir güvenlik zafiyeti söz konusu” şeklinde yorumladı. Buolayları Şemdinli, Mersin, Trabzon ve başka yerlerdeki olaylarla bağlantısız düşünülemeyeceğini dekaydeden Tantan, siyasi iktidarın Türk Milleti’ne ve asırlık kurumlara karşı saldırı yürüttüğünü kaydetti.
ARKA KAPAK SPOTLARI
Derin Devletler ve Gizli Örgütler Nedir?
Türkiye’de Ulusalcı Derin Devlet var mı?
Derin Devletlerin Gizli Projeleri Nelerdir?
Gizli Projeler Hakkındaki Gerçekler Nelerdir?
Küresel Emperyalist Elit, Dünyadaki Ulus Devletleri Yok Edebilecek mi?
ZİHİN KONTROLÜ Nedir? Zihin Kontrolü Yapılabilir mi?
Zihin Kontrolü Hakkında Gerçek Nedir? Fantezi ve Bilimdışı İddialar Nelerdir?
2001-2006 Yılları Arasında Türkiye’de Zihin Kontrolü ve Psikolojik Savaş Operasyonlarında Bir Yolculuk.
Dünya’daki ve Türkiye’deki Zihin Kontrolü Operasyonları.
KARA BİLİM ve Gizli Bilim Nedir?
Derin Devletlerin Kara Bilim Operasyonları.
Binbaşı İhsan Güven ve Muammer Aksoy Neden Öldürüldü?
Psikolojik Savaş ve Türkiye’ye Karşı Yapılan Psikolojik Savaş Operasyonları.
Cinsellik, Zihin Kontrolü ve Psikolojik Savaş.
Biyolojik ve Kimyasal Savaş.
Türkiye’ye Karşı Biyolojik Savaş Yapıldı mı? H5N1 Kuş Gribi Nedir?
Genetik Silahlar.
CIA ve Yabancı Derin Devletler Türkiye’deki Tarikatlar ve Cemaatlerde Nasıl Zihin Kontrolü Yapıyor?
Mançurya Kobayları (Manchurian Candidate).
İÇİNDEKİLER
1) GİRİŞ VE İLK MOTİVASYONLAR
2) ZİHİN KONTROLÜNE VE PSİKOLOJİK SAVAŞA ‘DUR!’ DİYORUZ!
3) TARİKATLARDA, CEMAATLERDE, KÜLTLERDE VE SATANİZM’DE SOSYAL ZİHİN KONTROLÜ
4) CIA, İSTİHBARAT ÖRGÜTLERİ VE ZİHİN KONTROLÜ
5) KARA BİLİM
6) GİZLİ HÜKÜMETLER, GİZLİ PROJELER VE KARA BİLİM
7) DÜNYA’DA GİZLİ ÖRGÜTLER, DERİN DEVLETLER VE İSTİHBARATIN YAPISI 8) KARA BİLİMİN ACIMASIZ YÖNTEMİ: KİMYASAL VE BİYOLOJİK SAVAŞ
9) PSİKOLOJİK SAVAŞ KAVRAMINA GİRİŞ: TEMEL BİLGİLER
10) EKLER
Prof. Dr. Ümit Sayın’ın anısına saygıyla...
ÖNSÖZ:
Elinizde tutmakta olduğunuz bu kitap benim son 12 yılda yapmış olduğum bazı medikal ve paramedikal araştırmalar sonucunda yayınladığım makalelerden ve bu konulardaki yeni bilgilerden yola çıkılarak yazılmıştır. Bu kitabın temel konusu sizleri, Türkiye’de hiç bilinmeyen Zihin Kontrolü, Kara Bilim, Psikolojik Savaş, Biyolojik Savaş, Derin Devletlerin Gizli Projeleri konusunda bilgilendirmek, ilk tanımları yapmaktır. Daha detaylı ve sistematik bir çalışma ‘Zihin Kontrolü ve Kara Bilim’ isimli kitabımda yayınlanacaktır.
1991 yılında Dünyayı Yöneten Gizli Örgütleri ve Sistemin Kuklacılarını araştırmaya başladığımda henüz uzmanlığımı yeni bitirmekteydim. İstanbul Bizans Üniversitesindeki Masonik entrika sistemi, uyuşturucu bağımlılığını araştırdığım bir dönemde beni OHAL bölgesine, Diyarbakır’a sürdü. Bir anda maaşımı kesen masonik odaklarla bağlantılı rektör C. ekibi, Türkiye’de bana ve benim gibi sistemi sorgulayan kişilere akademi yolunu tıkamaktan dolayı büyük bir gurur duyuyordu. 1993 yılında ilişkim kesilen İstanbul Üniversitesinden ayrılıp, Nörobilim konusunda doktora sonrası eğitim yapmak üzere, Amerika Birleşik Devletlerine, Wisconsin’a gittim. 2002’ye kadar Nöroloji bölümünde çeşitli araştırmalar yaptıktan sonra, Türkiye’de ölmekten daha fazla mutluluk duyacağım ve Türkiye’ye hizmet etmek istediğim için, temelli olarak Türkiye’ye dönmeye karar verdim. Prof. Kemal Alemdaroğlu yönetimindeki İstanbul Üniversitesi beni tekrar kabul etti. Ama tarih tekerrürden ibaret olduğu için Ulusalcı, Atatürkçü ve vatansever çizgideki uzun soluklu mücadelem, Olayı, İstanbul Üniversitesinin yeni yönetimi tarafından ‘Üniversiteden Atılmak’ üzere hakkımda soruşturma açılma aşamasına kadar getirmiştir. Detaylarını farklı kitaplarda yazıyorum. Devletin Üniversiteleri kimsenin kişisel malı değildir ve Üniversite yönetimine gelen yöneticiler Üniversiteleri kişisel malları veya şirketleri olarak kullanma hakkını kendilerinde göremezler! Üniversiteleri Engizisyon mahkemelerinden beter hale getiren yönetimler, kendi kurdukları mahkemelerde yargılanmaya mahkumdurlar! İnsanlık tarihi, gücü eline geçirdiği zaman ‘Tanrı Kompleksine’ giren herkesi yoketmiştir! İnsanların, yöneticilerin, başbakanların veyarektörlerin ‘Tanrıyı oynamaya hakları yoktur!’. Tanrıyı oynamaya kalkanlar er ya da geç, Tanrı tarafından cezalandırılırlar!
Dünyayı Yöneten Gizli Örgütleri ve Küresel Eliti araştırırken kaçınılmaz olarak karşıma çıkan olgulardan bir tanesi Zihin Kontrolü, Psikolojik Savaş ve Beyin Yıkama olduğu için, bu konulardaki ilk makaleleri 1996’dayken Amerika’da yazdım. İlk çalışmalar Bilim ve Ütopya Dergisinde yayınlanmıştı. Amerika’da bu konularda deneyler yapmış veya deneylerden geçirilmiş insanlarla tanıştım. Wisconsin Üniversitesi de bu merkezlerden birisiydi. Gizli Örgütleri araştırırken, Derin Devletlerin gizli projeleriyle karşı karşı karşıya geldim. Bahsedilen gizli projeler hakkında bugün bildiklerimiz gerçekte varolanın % 1’inden azdır. Çalıştığım yabancı ülkelerde hem Yahudi, hem de Anglo Sakson kültürlerini, onların gizli örgütlerini detaylı araştırma şansı buldum. Ayrıca bu kitabın konusu hakkındaki araştırmalarımın da büyük çoğunluğu yurt dışındayken yapılmıştır, henüz pek çok gerçek yayınlanmamıştır!.
Türkiye’de Psikolojik Savaş, Zihin Kontrolü gibi konular ne yazık ki, cahil ve bu konuda uzman olmayan gazeteciler tarafından yazılan kitaplar yüzünden yanlış tanınmaktadır. Bu konular hakkındaki dezinformasyon çok fazladır. Elinizdeki kitap Türkiye’de gerçek ve bilimsel yönü çok az bilinen Zihin Kontrolü ve Derin Devletlerin Gizli Projeleri hakkında size yeni bir kapı aralayacaktır. Bu ve bundan sonraki kitapları kaleme alma nedenlerinden bir tanesi de Türkiye’nin Ulusal Güveliğini korumakla görevli kurumları, Türk Silahlı Kuvvetlerini ve ilgili istihbarat birimlerini bilgilendirmek ve bu kurumların gereken önlemleri almalarını sağlamaktır.
Türkiye Cumhuriyeti, üzerinde çalıştığım Gizli Örgütlerin ve Emperyalist devletlerin faaliyetleri neticesinde yok edilme ve Sevr tehlikesiyle karşı karşıyadır. En önemli görevimiz ülkemizin parçalanmasını ve ülkemizin elimizden kayarak küreselleşme sürecinde köleselleşmesini engellemektir. ’Gizli Örgütler, 11 Eylül ve Büyük Ortadoğu Projesi’ isimli kitabımda küresel elitin ve emperyalist ülkelerin entrikalarını büyük ölçüde deşifre etmeye çalıştım. Bu deşifrasyon yaşadığım müddetçe sürecektir.
Bağımsız Türkiye ve Türkler için mücadelem de devam edecektir. Türk Silahlı Kuvvetleri ile birlikte, Türkiye’nin demokratik, laik, sosyal eşitlikçi, devletçi, anti-emperyalist,Cumhuriyetçi yapısını korumak ve bu uğurda can vermek hepimizin görevidir. Ya bu ülke içine düşmüş olduğu ciddi kaostan çıkacaktır, ya da biz atalarımızın kanlarıyla sulanmış topraklarda kendi kanımızı dökerek bu ülkeyi kurtaracağız. Bizi de düşmanla işbirliği içindeki politikacılar veya yöneticiler, ruhunu fahişeleştirmiş liboşlar ve iç vatan hainleriengelleyemeyeceklerdir; çünkü biz DİP DALGASIYIZ ve her gün güçlenerek ulusalcı bir fırtınaya dönüşerek geliyoruz!
Ne Mutlu Türküm Diyene!
Doç. Dr. Ümit Sayın, Kızıltoprak / İstanbul
Haziran 2006
ZİHİN KONTROLÜ, GİZLİ ÖRGÜTLER, 11 EYLÜL, KÜRESEL ELİT VE KARABİLİM KONULARINDA YAPMIŞ OLDUĞUM TELEVİZYON PROGRAMLARI
Konu: Yeni Dünya Düzeni, Gizli Örgütler ve Zihin Kontrolü
Tarih: 25 Ağustos ve 2 Eylül 2002 (iki program)
Yer: Flash Televizyonu, İstanbul. Gölgenin Ötesi Programı, sunucu: Yılmaz Tunca.
Konu: Zihin Kontrolü
Tarih: Mart 2003
Yer: STV Televizyonu, İstanbul. Kara Kutu Programı, sunucu: Aydoğan Vatandaş.
Konu: Zihin Kontrolü
Tarih: Nisan 2003
Yer: Meltem ve Mesaj Televizyonu, İstanbul. Diyalog Programı, sunucu: Muharrem Bayraktar. Diğer katılımcılar: Nevzat Tarhan, Ahmet Maranki
Konu: Alt Kültürler ve Psikolojik Savaş
Tarih: Mayıs 2003
Yer: STV Televizyonu, İstanbul. Kara Kutu Programı, sunucu: Aydoğan Vatandaş. Diğer katılımcılar: Alev Alatlı
Konu: Toplumsal Zihin Kontrolü ve Medyayla Beyin Yıkama
Tarih: Mayıs 2003
Yer: Meltem ve Mesaj Televizyonu, İstanbul. Diyalog Programı, sunucu: Muharrem Bayraktar. Diğer Katılımcılar: Nevzat Tarhan, Aytunç Altındal
Konu: Yeni Dünya Düzeni, Gizli Örgütler ve Zihin Kontrolü
Tarih: 25 Haziran 2003
Yer: Ulusal Kanal, İstanbul. Halk Üniversitesi, sunucu: Rıfat Yücel.
Konu: Zihin Kontrolü ve Psikolojik Savaş
Tarih: 15 Ekim 2003
Yer: Habertürk televizyonu, İstanbul. Aynanın Arkası Programı, sunucu: Erol Mütercimler.
Konu: Amerikanın Yalanları, 11 Eylül ve Medyayla Psikolojik Savaş
Tarih: 29 Mayıs 2004
Yer: Meltem ve Mesaj Televizyonu, İstanbul. Diyalog Programı, sunucu: Muharrem Bayraktar. Diğer katılımcılar: Mahir Kaynak, Veysel Gani, Ömer Özkaya
Konu: Türkiye’de Oynanmakta Olan Oyunlar, Gizli Örgütler ve Büyük İsrail Projesi
Tarih: 25 Haziran 2004
Yer: KayTV, Kayseri. Yüzyüze Programı.
Konu: 11 Eylül 2001 Saldırısının İncelenmesi, Bölüm:1.
Tarih: 1 Aralık 2004
Yer: Habertürk televizyonu, İstanbul. Aynanın Arkası Programı, sunucu: Erol Mütercimler.
Konu: 11 Eylül 2001 Saldırısının Ulusal Güvenlik Açısından Bilimsel Olarak İrdelenmesi, Bölüm: 2.
Tarih: 30 Aralık 2004
Yer: Habertürk televizyonu, İstanbul. Aynanın Arkası Programı, sunucu: Erol Mütercimler.
Konu: 11 Eylül 2001 Saldırısının Ulusal Güvenlik Açısından Bilimsel Olarak İrdelenmesi ve Son Gelişmelerle Kıyaslanması, Bölüm: 3.
Tarih: 23 Şubat 2005
Yer: Habertürk televizyonu, İstanbul. Aynanın Arkası Programı, sunucu: Erol Mütercimler.
Konu: Gizli Örgütler ve Büyük Ortadoğu Projesi
Tarih: Nisan 2005 (çeşitli tarihlerde banttan tekrarlanan yayın)
Yer: Avrasya TV (ART), Ankara, AB Ekseni Programı, sunucu: Özlem Düdükçü
Konu: 11 Eylül Saldırılarının Türkiye’nin Ulusal Güvenliği Açısından İrdelenmesi
Tarih: Nisan-Mayıs 2005. (çeşitli tarihlerde banttan tekrarlanan yayın) Toplam 3 program.Yer: Avrasya TV (ART), Ankara, AB Ekseni Programı, sunucu: Özlem Düdükçü
Konu: Kara Bilim
Tarih: 19 Aralık 2005
Yer: Meltem-Mesaj televizyonu, İstanbul. Diyalog Programı, sunucu: Muharrem Bayraktar.
Konu: Kuş Gribi ve Biyolojik Savaş
Tarih: 28 Ocak 2006
Yer: Meltem-Mesaj televizyonu, İstanbul. Diyalog Programı, sunucu: Muharrem
Konu: Bilim, Zihin Kontrolü ve Psikolojik Savaş
Tarih: 24 Şubat 2006
Yer: Kayseri Atatürkçü Düşünce Derneği’nin davetlisi olarak, Kayseri.
Konu: Türkiye’yi Bekleyen Tehlikeler, 11 Eylül
Tarih: 30 Nisan 2006
Yer: Mesaj Televizyonu, Pazar Sohbeti: 11:30, Sunucu: Abdullah Ağar
*: Programların bir kısmının kaydı CD vey VHS olarak elimizde mevcuttur.
1GİRİŞ VE İLK MOTİVASYONLAR
2005 yılının Kasım-Aralık aylarında bu kitabı eski makalelerimden -yeni bazıbilgileri de- ekleyerek derlemeye karar verdiğim zaman, bu kitabın acilen yayınlanarak bazı çevrelere yanıt vermesi gerektiğini ve Türkiye’de az bilinen kara bilim, gizli örgütler, derin devletler, zihin kontrolü, farklı bilinç halleri vb. gibi konuların topluma yanlış lanse edilmiş yönlerini düzeltmeyi düşünüyordum; çünkü artık ‘şeriatçı eskisi’‘örgüt kumandanları’ bile ‘Telegram: Zihin Kontrolü’ gibi uçuk mu uçuk kitaplar yazmaya başlamışlar; bu konu bahane edilerek cinayetler işlenmeye başlanmıştı.
Telegram isimli bir aleti kullanarak insanları uzaktan ‘Elektromanyetik Dalgalarla’ etkilediği iddia edilen Dost Tarikatı (-eğer böyle bir tarikat varsa tabii!-) lideri İhsan Güven, Telegram kitabının piyasaya çıkışından bir süre sonra eşiyle birlikte Tuzla’da kaldıkları evde Mayıs 2004’te öldürüldü. Ama ABD’nin psikolojik savaş makinesinin bir fantezisi olan uzaktan kontrollü TELEGRAM aslında hiç bir zaman var olmamıştı!
Zihin kontrolü (Mind Control) konusunda ABD’de kaldığım süre boyunca gözlemlerim veya okuduklarım sonucunda ilk makaleleri 1996’larda Bilim ve Ütopya Dergisi için kaleme aldım. ABD’de bu konuda deneyimleri olmuş, onlarca kişiyle konuşma ve bizzat bu operasyonlarda yer almış kişileri de tanıma şansı buldum. Zihin Kontrolü konusunu ve Skulls and Bones Society (Kuru Kafa ve Kemikler Örgütü) ve Bohemian Grove (Bohem Klübü) gibi örgütleri ilk kez Türk okuruna tanıttığımda, bazı solcu dostlarım hortlaklardandan bahsettiğimi söyleyip, benimle alay etmişlerdi 1. Ama o yıllardan çok daha önceleri gerek ABD’de, gerekse Türkiye’de (ve de pek çok ülkede) bazı nörokimyasallarla zihin kontrolü ve beyin yıkama operasyonları yapıldığını, yabancı derin devletlerin bilimi bizim aleyhimize kullandıklarını biliyordum, ama 1996’larda makalelerimin yayınlanmasından sonra bu konuda Türkiye’de bilimi ayaklar altına alarak yazılan kitaplarda gördüğüm kadarıyla işin bilim kurgu boyutu bile aşılarak, psikoz noktasına giriliyordu! Bu konuda Türkiye’de ilk makaleleri yazdığım halde, 1999’dan sonra tıpla, psikofarmakolojiyle, psikoloji ve psikiyatriyle, nörobilimle ilgisi olmayan sahip bazı gazetecilerin, mühendislerin, emekli subayların veya psikolojik dengesi iyice bozulmuş kişilerin Zihin Kontrolü hakkında bırakın makale yazmayı ordan burdan aşırdıkları, internetepsikolojik savaş amacıyla konulmuş bilgilerle kitaplar yazdığını ve zaten bilgi kirlenmesine uğramış kafaları daha karıştırarak bilimsel gerçekleri alt üst ettiklerini gördüm. Kendi kafaları da karışmış bu yazarlardan bazıları ‘cinlerle istihbarat toplanabileceğini, cinlerle zihin kontrolü yapılabileceğini’ iddia edebilecek kadar saçmalıyordu; bazıları da Türk Genelkurmayının DEV-SOL hücrelerini, özel CİN seksiyonlarından sokaklara salınan cinler sayesinde saptadıklarını iddia edebilecek kadar kafayı üşütmüşlerdi! 2002-2004 yılları arasında çıktığım televizyon programlarında dinci çizgileri ile bilinen bazı psikiyatrlar bile bana karşı cinlerin varlığını veya elektromanyetik dalgalarla zihin kontrolünün mümkün olduğunu savunacaktı. Yani ABD ve emperyalist ülkeler tüm savaşı artık beynimizde de kazanmışlar ve kaçacak delik bırakmamışlardı! Amerikalı ve Avrupalı psikolojik savaş makinelerinden çıkan bu saçma sapan fikirlere tek bir bilim insanı bile karşı durup, yanıt vermiyordu.
1 Ümit Sayın. Büyük Ağabey’in Emrindeki Bilim ve Teknoloji. Bilim ve Ütopya, 3 (21):43-45; Mart 1996;Ümit Sayın. CIA, İstihbarat Örgütleri ve Zihin Kontrolü. Bilim ve Ütopya, 4 (32):28-30; Şubat 1997; Ümit Sayın. Kara Bilim. Bilim ve Ütopya, 4 (38): 24-26; Ağustos 1997; Ümit Sayın. Gizli Hükümetler, Gizli
Amerikan emperyalizminin bir parçası olan ‘Zihin Kontrolü’ teorilerine göre, Kadir-i Mutlak ABD’nin istihbarat örgütleri artık uzaydan beynimizi denetliyor, düşüncelerimizi okuyor, beynimize komutlar gönderiyor, rüyalarımızı kontrol ediyor, korteksimizin (beyin kabuğu) tüm fonksiyonları üzerine birer Amerikan bayrağı dikiyordu. Türkiye’yi kuşatma, parçalama ve esir alma projesinin bir parçası olarak Pentagon’da, Langley’de (CIA) veya NSA’de (National Security Agency- Ulusal Güvenlik Teşkilatı) üretilen bu fikirler sözüm ona gerçek CIA belgeleriyle Türk okurunun gözleri önüne sunuluyordu, Allen Dulles’ın 1950’lerde başlatmış olduğu MOCKINGBIRD 2 (başka kuşların ötüşlerini taklit eden küçük bir kuş türü) projesinin bir devamı olarak! Böylece beyninizin her faaliyeti kontrol altına alınabilecek, uzaktan chiplerle veya elektromanyetik dalgalarla robotlaştırılarak her aktiviteniz bloke edilebilecek; en önemlisi Türk Silahlı Kuvvetlerinin değerli subayları istenildiği zaman etkisiz hale getirilebilecekti ! Amerikalıların kafalarını kızdırdığınızda ise uzaydan bir kaç sinyalle ülkenizde deprem oluşturabileceklerdi ! Bu iddialar N.ci gazetecilerin sunduğu X-TV (!) programlarında defalarca tekrarlandı. ABD öylesine güçlüydü ki, Zeus kompleksine girmişti! Tabii ki gerçekte ABD, içine su alarak büyüyüp düşmanlarını kaçıran bir tatlı su balığına benziyordu ve bu iddiaların hiç birisi bilimsel ve gerçek değildi. Amerikanın psikolojik savaşına hizmet eden N.ci ve dinci tüm gazeteciler ve sunucular aslında etki ajanlığı görevlerini tamamlıyor, iddialarını Ceviz Kabuğu programına taşıyorlardı. Telefonla katıldığım Ceviz Kabuğu programında karşımda bilimsel düşünceyle ilgisi olmayan ve Amerikan psikolojik harbinin yerli temsilcisi bir cemaat buluyordum. Bu cemaat, elektromanyetik dalgalarla zihin kontrolünden tutun da, parapsikolojik pek çok yetenekle uzaktan insanları etkilemeyi Türk halkına anlatıyorlardı; tabii Cinler ve Periler de programda eksik değildi ! Uygun yerlerini alıp bir Wodoo Büyücüsü tarafından tef çalınarak çağırılmayı bekliyorlardı.
Projeler ve Kara Bilim. Bilim ve Ütopya, 5 (45):60-63; Mart 1998.
2 Alex Constantine. Virtual Government, ‘The birth of operation Mockingbird, the takeover of the corporate press and programming the public opinion’. California: Feral House, 1997, sayfa:35-66.
NECİP HABLEMİTOĞLU
Değerli dostum rahmetli Necip Hablemitoğlu’nun ve ‘N.cileri’ araştıran pek çok kişinin saptamış olduğu üzere aslında N.ci yetiştirme/ devşirme merkezleri olan N. Evlerinde uzun süre kalanların küçük bir azınlığı halüsinasyonlar (sanrılar) görmeye başlıyorlardı. Uzun süre anlamadan Risale-i Nur okumaktan kafası tek bir yöne kanalize olan kişilerin gördükleri mistik veya mistik olmayan halüsinasyonları veya hezeyanları hiç de göz ardı etmemeliydik; halüsiyonlar varsa orada üç şey olabilir, ya kişi psikoza girmiştir, ya bazı içsel deneyimlerin sonucunda farklı bilinç halleri (FBH) yaratıp bunları görüyordur, ya da en kolay ve uyarlanabilir seçenek bilerek veya bilmeyerek psikoaktif halüsinojen bir madde kullanmıştır veya kullandırılmıştır. Büyük olasılıkla CIA uzun süredir N. Evlerindeki operasyonlarında güçlü mistik hezeyan ve halüsinasyon gördürücü psikoaktif maddeleri deniyordu, bu konuda kesin olarak emin olmamız ne yazık ki imkansızdır! Devletin gerekli kurumlarını bilgilendirdiysek de hiç bir sonuç alamadık.
Türkiye’ye 2002’de döndüğümden beri, bu konuların Türk basınında ve yayın ortamında kötüye kullanıldığını ve bilimdışı gerçeklerin savunulduğunu gördüm; bu çarpıklıkla mücadele etmeye çalıştım. Zihin Kontrolü konularında ilk makaleleri yazmış birisi olarak, bu tip ulusal güvenlikle ilgili hususların Türkiye’de TSK tarafından daha iyi araştırılması gerektiğini savundum. Ama bu konularda yaptığım tüm çalışmalar engellendiği gibi, İstanbul Üniversitesinde ‘Zihin Kontrolü’ konusunda tez yaptırmam bloke edildi. Son olarak da 10 Nisan 2006’da Kara Kuvvetleri Komutanlığı EDOK İstihbarat Okulunda ulusal güvenliğimizle ilgili ‘kimyasal zihin kontrolü’ konusunda bir seminer vermem için istenen bir günlük Ankara’ya gitmem bizzat İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü ve yönetim tarafından engellendi! ! İstanbul Üniversitesinin bu günleri yakın gelecekte yazılacak, kitaplaştırılacak ve milliyetçi, vatansever, Atatürkçü bizleri bastırmaya ya da yok etmeye çalışanlar Türk tarihine detaylı birer not olarak, tüm eylemleriyle birlikte düşülecektir; yapılanların çetelesini yakın bir gelecekte farklıkalemlerden okuma şansı bulacaksınız !
NECİP HABLEMİTOĞLU VE İHSAN GÜVEN
Dr. Necip Hablemitoğlu ile 2001 yılında telefonda ABD’den konuşurken, Müdafaa-i Hukuk dergisinde yayınlanan bir makalemin son bölümünü okumuş ve hüzünlü bir sesle ‘Ümit, bu son bölümü okurken çok hüzünlendim, gözlerimden yaşlar süzüldü !’ demişti. Bu bölüm şeriatçının ABD’deki uzantıları olan burslu öğrencileri anlatıyordu, başlığı ‘ ABD’de Çarşaflı Demokrasi’ idi 3 ve şöyle bitiyordu:
3 Ümit Sayın. Müdafaa-i Hukuk. 28 Şubat 2001, sayı 31, sayfa: 29-33.
‘.... Hedef açıktır: altımızı oymaktadırlar milim milim. Önce bürokrasiyi işgal ettiler, sonra Emniyet Teşkilatını ve istihbarat örgütlerini, yargıyı ve yakında da tüm Üniversiteleri Medreseye çevirecekler! Tüm Üniversiteler skolastik ortaçağ medreselerine dönünceye kadar da işgal etmeyi sürdürecekler ve bir yandan bizleri, Abdi İpekçileri, Muammer Aksoyları, Uğur Mumcuları, Turan Dursunları, A. Taner Kışlalıları, Bahriye Üçokları ve yüzlerce aydını katledecekler; karşılarına kim gelirse yok edecekler. Sinsice işgal ediyorlar her yeri,uluslararası planların ve dev sermayenin, yabancı istihbarat örgütlerinin, karanlık güçlerin gölgesinde! Evet Ey Halkım Ülke yok edilmekte! Yirmibirinci yüzyılın Türk Medreselerine SELAMÜN ALEYKÜM! Ya örgütleneceğiz orta çağ karanlığına karşı: ya da bir kurşun sıkılacak beynimize bir köşede ve sadece Uğur Mumcu’nun sözlerini hatırlayacağız ölürken:VURULDUK EY HALKIM UNUTMA BİZİ!’
Sevgili Necip Hablemitoğlu bu yazıyı okuduktan yaklaşık 10 ay sonra karanlık bir köşede beynine bir kurşun sıkılarak hunharca katledildi ! Katiller halen bulunamadı. Sadece vatan sevgisiyle, sevecenlikle ve dostlukla doluydu; çok dürüsttü. Onu kimse korumadı! Çünkü emperyalist istihbarat örgütleri ve yabancı ülkelerin Derin Devletleri heryanımıza sızmıştı, bizim örgütlerimizin ta tepesindeydiler, Necip’in KÖSTEBEK isimli kitabında yazdığı gibi 4 ! ‘Vurulduk Sevgili Necip ama seni unutmadık, umarım halkımız da bizi unutmaz!’ Bu nedenle bu kitabı rahmetli Necip Hablemitoğlu’nun, öldürülen diğer Atatürkçü aydınlarımızın ve Mustafa Kemal’in tüm meçhul askerlerinin anısına yazıyorum.
4 Necip Hablemitoğlu. Köstebek. İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 2003.
H. GAZETESİNDE SANSÜR
Necip Hablemitoğlu cinayeti çözülmedi, çözülmeyecek de! Bağımsızlaşmadığımız ve Türkiye’de şu anda sürmekte olan işgal ve yarı yarıya gerçekleşmiş Sevr koşullarını kaldıramadığımız sürece daha faili meçhul çok cinayet işlenecek, son Danıştay saldırısında olduğu gibi! Cinayeti kimin işlediğini herkes tahmin edebiliyor: ABD’li ve İsrailli istihbarat örgütleri, yabancı Devletlerin Derin yapıları veya Gladyo uzantıları ve Küresel Sermaye ve onların yerli işbirlikçileri; taşeron olarak başkalarını da kullanmış olabilirler ! Necip Hablemitoğlu da öldürülmeden önce aynı odakları işaret ediyordu; tıpkı Uğur Mumcu gibi! Şeriatçı, seçimlerle ve uluslararası bir operasyonla başa geçtikten sonra Necip Hablemitoğlu katledildi! Arkasından 2004 yılında İhsan Güven isimli bir emekli binbaşı eşiyle birlikte Tuzla’da öldürüldü. Necip Hablemitoğlu ve İhsan Güven birbirleriyle bilgi alışverişinde bulunuyorlardı. Her ikisinin de ortak yönü şeriatçı yapılanmanın ve gerisindeki sermayenin gizlerini çözmüş olmalarıydı, ayrıca İhsan Güven Türkiye’de petrol konusunu araştırıyordu, iddiasına göre Güney Doğu Anadolu bir petrol okyanusu üzerinde yüzmekteydi. İhsan Güven adına yapılmış olan web sitesinde bu konuda çok detaylı bilgi mevcuttu 5. Atatürkçü Düşünce Derneğinin (ADD’nin) kurucularından Prof. Muammer Aksoy da öldürülmeden önce Türkiye’de petrol konusunu araştırıyordu. Ama medyada dezinforme edildiği kadarıyla İhsan Güven, TELEGRAM isimli bir Zihin Kontrol aletini yöneten Dost Tarikatının lideriydi ve İBDA-C’nin hapishanedeki lideri Kumandan’a uygulanan Zihin Kontrolü operasyonunu da yönetiyordu 6 ; yani hezeyan hat safhadaydı ! İBDA-C tarafından işlenmiş gibi görünen bu cinayetin arkasında büyük olasılıkla yine ABD’li ve İsrailli (Almanya da eklenebilir) istihbarat örgütleri ve Derin Devletleri vardı! İhsan Güven’in öldürülmesi de, tıpkı Habletmitoğlu’nun öldürülmesi gibi yabancı bir Derin Devletingizli bir projesi, örtülü (kovert) bir operasyonuydu! Benimle böyle bir zihin kontrolünün olup olmayacağı hakkında konuşmaya gelen hiç bir gazeteciye Tek Kanatlı Psikolojik Savaş Merkezi haline gelen Mütareke basını bu söyleşileri yazmaya izin vermiyordu. Örneğin yüksek tirajlı H. Gazetesine verdiğim bilgiyi güzel bir haber yapan A. G.’nin haberi tepeden blokajla kesiliyor, A. Gazetesinin muhabiri Y. R.’nin haberi de tepeden inme bir emirle yasaklanıyordu. Her iki haber de Türk basınının ne kadar bağımsız (!) olduğunu kanıtlayan birer özgür basın abidesi olarak zamanın karanlıklarına karışıyordu, Türk basını Amerikalı ve Batılı istihbarat örgütlerinin psikolojik harp makinalarına çoktan dönüşmüştü ve Türk halkı üzerinde dezinformasyon, yalan bilgi yayma ve propaganda ile zaten zihin kontrolü yapıyordu:
5 http://www.gercek.biz/petrol/cevap/cevapkapak.html (son erişim Ocak 2005)
6 Salih Mirzabeyoğlu. Telegram: Zihin Kontrolü. İstanbul:İBDA Yayınları, 2003, sayfa:13-49.
Hedef Saptırılıyor
(A.G.’nin 6 Mayıs 2004, Perşembe günlü H. Gazetesinde sansüre takılan haberi)
DOST Tarikatı Lideri İhsan Güven ile eşinin öldürüldüğü Tuzla’daki evde, 2002 yılında suikasta kurban giden. Dr. Necip Hablemitoğlu’nun 2003’te çıkan kitabı “Şeriatçı Terörün ve Batının Kıskacı’ndaki Ülke:Türkiye” isimli kitabının müsveddelerin bulunması olayın seyrini değiştirdi. Necip Hablemitoğlu’yla ortak çalışmalar yapan İ.Ü. Adli Tıp Enstitüsü’nde görevli Zihin Kontrolü konusunda çalışan Doç. Dr. Ümit Sayın ise ilginç iddialarda bulundu. Zihin Kontrolüyle ilgili birçok makalesi yayınlanan Sayın, “İhsan Güven’le, Necip Hablemitoğlu aracılığıyla tanışmıştık. N.cilerle ilgili çalışma yapıyorlardı. 2000 veya 2001 yılında ABD’de çalışırken, ABD’deki Vakıflar’la ilgili bilgi istemişti. Geçen iki ay içinde bana da İBDA imzalı ölüm mektupları geldi. Ancak bunların İBDA/C tarafından yapıldığına inanmıyorum.
Tuzla’da yaşanan vahşetin ardından Vatan Gazetesi’ne gönderilen e-maille olay İBDA/C tarafından üstlenilmişti. Terör örgütünün lideri Salih İzzet Erdiş’in (Salih Mirzabeyoğu) 2003 yılında yazdığı Telegram-Zihin Kontrolü isimli kitapta Dost Tarikatı ile İhsan Güven’i hedef gösterdiğinin ortaya çıkması şüpheleri tamamen örgüte yönlendirdi. Ancak Güven’inevinde, 2002 yılında suikasta uğrayan Dr. Necip Hablemitoğlu’nun ölümünden sonra yayınlanan kitabının müsveddelerinin bulunması soruşturmada yeni bir kapı açtı. Polis Hablemitoğlu’nun kitabını İhsan Güven’in redakte edip etmediğini araştırmaya başladı. İhsan Güven’in notları ve bilgisayar kayıtlarında yapılan incelemelerde ise, Hablemitoğlu’nun kitaplarında ki gibi tarikatlar, aşiretler, yabancı istihbarat örgütleri, vakıflar ve masonlarla ilgili araştırma yaptığının ortaya çıkması iki cinayet arasındaki bağı güçlendirdi. NecipHablemitoğlu ve İhsan Güven’le ABD’de çalışmalar yaparken tanıştığını belirten Doç.Dr. Ümit Sayın, şaşırtıcı iddialarda bulundu. Ümit Sayın şunları söyledi:
“Dost tarikatı ve İhsan Güven’in zihin kontrolüyle ilgili olduğunu sanmıyorum. NecipHablemitoğlu, N.ciler ve diğer şeriatçı örgütler konusunda incelemeler yapıyordu. N. evlerinde,gençlere bir çeşit beyin yıkama operasyonu yapıldığını belirlemişti. Bu evlerde halüsinojen maddeler müritler üzerinde kullanıyor olabilirdi’
Ümit Sayın 9 Şubat 2004 tarihinde Cerrahpaşa postanesi’nden, 18 Mart 2004 tarihinde ise Kızıltoprak Postanesi’nden Adli Tıp Enstitüsüne adına gönderilen IBDA imzalı ölüm tehtidi içeren mektupları gösterdi. Bu saldırı ve tehditlerin IBDA-C tarafından yapılmadığına inanan Ümit Sayın, Türkiye’deki irticai örgütlenmelerin, başta ABD, Almanya ve Israil olmak üzere yabancı ülkeler tarafından kontrol edildiğini ileri sürdü.
Necip Hablemitoğlu, N.ciler ve Hizbullah gibi örgütlerin mali kaynakları ve Türk Istihbarat birimleri içinde ki yapılanmalarına dair önemli bilgilere ulaşmıştı. Bir örgütü çökertmek için temeline inmek gerekir. Bütün deliller İBDA/C’yi gösteriyor ama bence bulmacanın, bulunması istenen parçaları ortaya konulmuş. Hedef saptırılıyor. (İSTANBUL,A.G.)
Konu hakkındaki gerçekleri daha iyi irdeleyebilmek için İhsan Güven’in uğraştığı konulara gözatmakta yarar var. Bu nedenle ekler kısmında EK-1’i okuduktan sonra bu bölüme devam ediniz. 7 İsterseniz bir de Telegram isimli şimdilerde hiç kimsenin ulaşamadığı esrarengiz kitabın sayfalarını aralayalım. Bu kitap başlı başına bir zihin kontrolü kitabıdır, aslında; daha doğrusu bazı kişileri cinayete azmettirmek için yazıldığı polis tarafından söylenmektedir, bir grubu cinayete azmettirmekten daha iyi bir zihin kontrolü olabilir mi! Gerçek nedir hala meçhul ! Bu kitap yabancı bir Derin Devlet operasyonu da olabilir! Kitap detaylı incelendiğinde, farklı bölümlerin farklı kişiler tarafından yazıldığı intibası alınacaktır. Bu kitap ile bazı insanların nasıl aktive edildiği bir zihin kontrolü örneği olarak sunulmaktadır; bu kitabın yayınlanmasından çok kısa bir süre sonra İhsan Güven Tuzla’daki evinde başına sıkılan kurşunlarla eşiyle birlikte öldürülmüştür. Bu cinayeti İBDA-C’nin üstlenmesine karşın, cinayetin ‘gerçek’ İBDA-C tarafından işlenmiş olma ihtimali düşüktür.
7 EK-1 kısmında İhsan Güven’in kendi web sitesinde çalıştığı konuların detayları; Türkiye’de petrolün var olduğunu kanıtlamak için sarfettiği emek ve önemli mevkilere yazdığı mektuplar yer almakta. Yazdıkları içinde Türkiye’de petrol bulunduğuna dair çok ciddi kanıtlar mevcut. Yazmadığı yer kalmamış, ama hiç bir sonuç alamamış!
TELEGRAM MI? HOLOGRAM MI?
İBDA-C Telegram’da Ne Yazmıştı
Kumandan Salih Mirzabeyoğlu (eğer gerçekten hapishanedeki hücresinden o yazdıysa) bakın neler diyordu emekli Binbaşı İhsan Güven için 8:
8 Salih Mirzabeyoğlu. Telegram: Zihin Kontrolü. İstanbul: İBDA Yayınları, 2003, sayfa:13-20.
Sayfa 13:
‘.... 80 yaşlarında parkinson hastası bir manyak; ama öyle alalade soydan değil de, kitabi yönü zengin zannedilen, muhteşem bir manyak. Üstadım’ın Şeyh Bedreddin hakkında gibi, ‘İlmi nisbetinde cahil, cehli nisbetinde cesur’, tehlikeli bir zır deli. Ama bütün örgütüyle –belki de- talihsizliği belasını bulmak üzere bana çatmış olması (bakın burada ölüm emri verilmeye başlanıyor, Ü.S.). Belkisi de olmayan bir kat’iyetle söyliyeyim, benim şahsımda ‘bizimkilere’ de uzanan aşağıların en aşağısı dili, gösterileri, animasyonları. Bizimkiler; ‘kirli dedeler, pis şeyhler, zavallılar’ vesaire, vesaire.Sefillerin en sefili ve adilerin en rezili olan bu adam bana uygulanan Telegramişkencesinin manada ve belki de fiili olarak başı ve insan ruhunu tahrib ederek teslim almaişinde zümresiyle beraber akla hayale gelmedik cinsi sapıklıkların şahıdır. Onları zümre ve metodlarıyla birlikte çökerten, Allahın izniyle benim, veya vesile olan benim.....’
Sayfa 14:
‘.... Dost Tarikatı?Başlarında emekli Binbaşı İ.G. Kısmeti ayağına gelmiş bir avcı gibi, onu isim bakımından televizyondan tanıyordum. Tanıdım.Kendisinden 40-45 yaş küçük eşi, ondan boşandıktan sonra, bestelerinin peşine düşmüştü. Söylediğine göre, kamuoyuna ‘Atatürkçülük tarikatı’ olarak yansıyan grubun lideri yani İ.G. kendi bestelerini sadık bendelerinden pop şarkıcısı Ç.E.’ye verdiriyor, Ç. E. de onları şahsi bestesi olarak sunup çalıyordu. A.E. hanım, şimdi o bestelerin kendisine ait olduğunun isbatı çabasında idi ve bu çerçevede bir takım perdelerin kaldırılmasına vesile oluyordu. Bu arada, grubun toplu seks yaptığına ve içlerine girenler buna zorlandığına dair haberler de, benim için sürpriz olmayan bir hadise olarak ortalığa dökülüyordu....’
Sayfa 16:
‘....Bana uygulanan Telegram faslı ile ilgili olarak, ilgisine ve bilgisine, hemen şimdi yahut yarınlarda başvuracağımız kişilerden biri, Genelkurmay Psikolojik Harb Dairesinden Kurmay Albay Doktor N. T. dir. Memory Centers of America Nöropsikiyatri Merkezleri Türkiye Yöneticisi. N.T. şöyle diyor:- Beyine yerleştirilen çiplerle, hareketler değiştirilebilir. Bu yolla insanların resmi ideoloji dışı ideolojilerinden, kötü alışkanlıklarına kadar bir çok şeyi değiştirmek mümkün. İnsanların şuur altındaki olumsuz düşünceler silinerek tekrar programlanabilir. (Not: Burada Prof. Dr.Nevzat Tarhan’dan bahsediliyor. GATA Psikiyatride çalıştığı ve Psikolojik Savaş isimli bir kitap yazmış olduğu için, Genelkurmay Psikolojik Savaş Dairesinden olduğu söyleniyor. Ü.S.)Boğaziçi Üniversitesi Elektronik Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi ve aynı zamanda Genelkurmaya danışmanlık yapan Profesör doktor S.Ş.? (Burada da Prof. Selim Şeker’den bahsediliyor. Ü.S. )
Sayfa: 21
‘... Nitekim Kartal Cezaevinde Adalet Bakanlığından oradaki gardiyanlara, Genelkurmay başkanı’ndan oradaki askerlere, Mafya bozuntularından adi-adli mahkumlara ve giderek Mahkeme kadrolarına kadar zengin bir sürüyle, icazet yoluyla veya bilfiil rol alarak oynanan oyunlar da , ilham kaynakları ‘Tilki Günlüğü’ olmuştur (‘Tilki Günlüğü’ İBDA külliyatının önemli bir kaç kitabı, Ü.S.)Telegram’da, JİTEM’den Binbaşı K.’nın sesiyle ‘ilahtan’ peygamber olmaya kadar yüceliklerini ilan eden serseri, kendini Mustafa Kemal’in yarattığını ilan eden demlerde, elbette Mehdiliği ıskalayamazdı:Ben, Mustafa Kemal’in yarattığı, Türk Ordusunun en şerefli subayıyım. Bütün insanlık, Mustafa Kemal tarafından yaratıldı; ondan geldik, ona dönüyoruz! Ben Mehdiyim ulan, Mustafa Kemal’in mehdisiyim!’Bir: Yıldırım, Şimşek... Bi’r: Kuyu (Cefr:Kuyu. Cifr:Ebced)... Birr: İHSAN. Tilki eniği. Fare. Gönül, kalb. Koyunu sevketmek. Takva.Ken’: Tilki eniği. Cem etmek toplanmak. Yakın olmak. Ken’an: Filistin. Hazret-i Yakub’unmemleketi.Kendini İlahlıktan peygamberliğe kadar her yücelikle vasıflandıran İ.G. bunların neticesi olarak ‘Güzeller güzeli’ diye niteleniyor. Kuru böbürlenme sanılan ve dalkavuk tab’ına ait diye bakılan bu husus da, neticede ve aslıyla öyle olsa da, zanla murad edilen arasında epey mesafe var. Tanımaya devam edelim:Güzeller güzeli İ. G. Adanalı Nakşibendi Şeyhi İ. E.’nin öğrencisiSağ kolu T. T.’ye danışmadan bir adım bile atmayan, ihtiyatlı bir lider.... GERÇEKLEME isimli tarikat kitabında üç büyük dinden Budizme, Upanishad’dan Kehfe, tarihe malolmuş her türlü inanışa ve kitaba dair alıntılar ve yorumların yanı sıra, mistik örtülü psikolojiden kuantum fiziğine, bilumum müsbet ilim dalları da yer alıyor. Güven’in Kanada ve Amerika’dan gelen misafirleri ile müridlerine çektiği nutuklar, ağırlıklı olarak, her türlü dini ve inanışı aşağılama ve müridlerin tarikattan soğutabilecek her unsurdan tecrit etmeye yönelik’Şu İ.E.: Akla hayale gelmezlerle beraber olağanların da kullanıldığı TELEGRAM’daki seks materyelleri ve mekanları arasında, hayali Adana batakhanelerinin özel bir yeri var. Animasyonlar, sözlü tasvirler, tarot üsülü ‘zihne’ ve ‘gözönüne’ resim yollamalar; pek zengin bir kolleksiyon. Bunu mor dost ve güzeller güzeli İ.E. vesilesiyle söylemiş olayım. İ.E. asker kökenli değil; ama İ.G.’nin nasıl H.H.I.’nın Kuleli Lisesinden talebesi olduğunu sanıyorsam, asker kökenli olsaydı o da öyledir derdim. Parantez içinde belirteyeyim: H.H.I. kimyacı ve eczacıydı. Abdülhakim Arvasi Hazretleri vesilesiyle Üstadım’ın anlattıklarından biliyoruz. Buadam T...T TV pavyonunun sahibi E.Ö.’nün kayınbiraderidir. ‘İnsanları kendi çıkarlarımız için hizmetçi yapacağız’ diyen bu Yahudi localarının yalakası damada, benim 1998 operasyonunda yakalandığımı daha ilk gün müjdeleyen ve ona yalktaklanmaya çalışan da, İslam’la Mücadele Şubesi İmam Hatip Okulu kökenli bir.
Sayfa 23:
‘.... Rezillerin en rezili insanların, aşağılığın en bayağısı tertiblerle ve benzerleri arasında da gerçekten sefillerin en sefili düşünceleri aşureleri adına beni yok etmek veya ‘mankurt adam yapmak’ istemeleri, aslında benim şahsımda davama duyulan korkudan, -1999 Metris ve Bandırma destanlarındaki gerçeklemelerden, ve söylemeliyim; lisan-ı hal ile tersinden gösterdikleri hayranlıktandır. Necib Fazıl’la beraber Efendi Hazretlerini de tanıdıklarını sanan ve kendi rezilliklerine uygun şekilde Telegram yoluyla onları bana kötülemeye çalışan bu salaklar ordusu, bana niye ille de Atatürk hakkında kitap yazdırmak istesinler ve DGM’de ille de ‘Atatürkçüyüm’ demem için çalışsınlar. Hikayesi B-7 koğuşunda.Emekli Albay Profesör Doktor N.T. yakın bildik sıfatıyla, sözkonusu illegal oluşumu şöyle tarif ediyor:-‘Psikolojik savaş her zaman vardır. Psikolojik savaş üreten derin odaklar var. Bunlar asker değil, sivil değil. Devlet için, devlete rağmen bir odak. Bunlar, aynı tarikat sistemi ile çalışıyorlar, manevi bağlarla birbirlerine bağlılar. Şimdi bunlar oturuyorlar, bilgi topluyorlar, daha sonra fikir geliştiriyorlar ve strateji uyguluyorlar.Devlet için, devlete rağmen... T.C.’nin İsraille yakınlaşmasını da hatırlatarakbelirtmeliyim ki, yahudi mistisizmi ve okültizmi içinde şekillenenen ve ‘rejimi ne olursa olsun aslolan devlettir; İsrail devleti sonsuza dek yaşayacaktır ve bunun için gereken herşey yapılır’ diyen yapılanmalarının bir aplikesi olan sözkonusu odaklar, işbirliği hususunda da onlarla sonderece içiçedir; ‘terörle mücadelede işbirliği’ adı altında, İsrail’de eğitildiler ki, işin bu kısmı zaten resmidir. Bu hususu bilhassa İstanbul Emniyet Müdürlüğünden sonra terfien yükseldiği basamaklar ve nihayet DYP’nin İçişleri Bakanlığını yapan M. A. İşin içinde olarak pek iyi bilir. ‘Bütün insanlar Yahudilere hizmet etmek için yaratılmıştır’ dini anlayışları yerine, ‘bütün insanlar, Türk’ten geldi, Türkler de Atatürkten; bütün insanlar hakimiyetimize girecek’ anlayışı; bahsettiğimiz rastgele katıştırmalardan meydana gelmiş alt yapı aşuresinde, yahudi okültizmi yanında , alevi mistisizmi ve ‘alevlerden alevi’ dedikleri zerdüşt motifler ve Orta Asya Şaman unsurlar esaslı bir yer tutarken, iflah olmaz bir İslam düşmanlığı asıldır. Lafta Türk ve Türkçü, sebeb ve netice halinde Yahudi uşağı bir yapılanma!İ.G. riyazi bir katiyetle (!) söylüyor:- Musevilerin 10’da dokuzu Türktür ilmi olarak. Arthur Koestler die bir adam, güzel bir kitap yazmış. Eşkanaziler var ya, çoğu Türk!....
SALİH MİRZABEYOĞLU ADLİ TIP ENSTİTÜSÜNE BAŞVURMAK İSTEDİ Mİ ?
‘Telegram: Zihin Kontrolü’ isimli kitap Eylül 2003 tarihinde çıkıyor. Baskıya muhtemelen Haziran-Temmuz 2003 civarı verilmiş; yazımının çok daha öncelerde bittiğini ama kitabın Emniyette bekletildiğini daha sonra görüştüğüm bazı kişilerden öğreniyorum. Televizyonlarda, basında ve çeşitli ortamlarda hararetli bir şekilde zihin kontrolü tartışmalarının yaşandığı aylar ise Mart-Nisan-Mayıs 2003. Ceviz Kabuğunda konu arka arkaya iki hafta Mayıs 2003’te işleniyor. Bu tartışmaların alevlendiği sıralarda İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsünde yüksek lisans yapmakta olan bir tez öğrencim, V. gazetesinde çalışan B. Mutlu, telefonda birgün asparagos bir haber iletiyor. Salih Mirzabeyoğlu sözüm ona benimle zihin kontrolü konusunda görüşmek istiyormuş, bu bilgiyi hapiste olmayan İBDA-C militanlarından birisi kendisine iletmiş. Bir kaç hafta sonra devletin istihbaratıyla ilgili farklı birimlerden görevliler bana Salih Mirzabeyoğlu’nun Zihin Kontrolü ile ilgili bir kitap yazdığını, beni televizyondan bu konuları tartışırken izlediklerini, bu şahısla cezaevinde görüşüp görüşemeyeceğimi soruyorlar; aylardan Haziran 2003. Çok garip bazı şeyler dönmekte olduğunu hissediyorum ve öğrencim B. Mutlu’nun bu haberi teyid etmesini istiyorum. Sözde teyid ediyor, fakat ben İBDA-C ile görüşmek istemiyorum. Bu sıralarda bir öğrencim, Zihin Kontrolü üzerine bir tez yapmak istiyor. Kabul ediyorum ve tez çalışmalarına koyulmasını, bu konularda kitaplar, makaleler okumasını söylüyorum. Fakat aşağıdaki olayların gelişmesinden sonra bu öğrencinin Nörokimyasal Zihin Kontrolü hakkında tez yapması engelleniyor; Türkiye’ye Amerika’dan yeni dönmüşüm, Türk Üniversitelerinde kurulan Etik Kurulların temel hedefinin entrika çevirmek, insanlara bilimsel çalışma yapmayı engellemek olduğunu yeni anlıyorum, Türkiye’yi ve akademi ortamındaki ikiyüzlülükleri, entrikaları, ayak oyunlarını ve Bizansı çabuk unutmuşum. Öğrenci çok istediği halde Zihin Kontrolü hakkında yüksek lisans tezi yapamıyor; eğer yapsa Cezaevinde Salih Mirzabeyoğlu ile de görüşülecek ve bazı şeyler açığa çıkacak, birileri konunun kapanmasını istiyor!Adli Tıp Enstitüsü yönetiminiyle temasa geçen bir güç veya yöneticilerin ürkekliği bu konuda tez yapılmasını engelliyor!
BASINDA ZİHİN KONTROLÜ
Basında ve televizyonlarda Zihin Kontrolü hakkındaki zırvalar ve palavralar gırla gidiyor. Her mikrofonu alan telepatiyle, elektromanyetik dalgalarla, falanca- dalgalarla, HAARP projesiyle ve daha bir çok yöntemle Amerikalıların zihin kontrolü yaptıklarını söyleyip duruyor. Bir tek Bakırköy Akıl Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Arif Verimli ve ben bu zırvaların karşısında sesimizi çıkartıyoruz ve direniyoruz, bilim dünyasından her zaman olduğu gibi ses yok! Türk Bilim dünyasının densizliğini ve atıllığını 1998’de bir dinci grup ile Evrim Kuramı üzerine başlayan uzun mücadelemiz döneminden biliyorum; Türk bilim adamı, bilimi savunmak için parmağını oynatmaz ! Ayrıca Türk Aydını (!) Türk Aydınının KURDUDUR! Ağustos 2003’te M. Gazetesinden Ö. Y. benimle bağlantı kurup, işin aslını araştırmak istediklerini söylüyor. Ben de kendisini Emniyetten de birisinin bulunduğu ve şahit olduğu bir ortamda kabul ediyorum ve bu konuda detaylı bilgi veriyorum. Bu sırada İBDA-C’ninde benimle görüşmek istediği çok kısa bir dipnot olarak geçiyor. Ö. Y. aramızdaki köprüleri atmak pahasına da olsa kendine biçilmiş olan kukla rolü oynuyor ve büyükbir samimiyetsizlikle 13 Ağustos 2003 tarihli M. gazetesinde tüm etik ilkeleri çiğneyerek kendi kafasına göre büyük bir haber ilk sayfada patlatıyor ve İBDA-C’yi ön plana çıkarıyor:
BEYNİMLE OYNANDI TERÖRİST OLDUM:İBDA-C’NİN BEYNİNE BEYİN KONTROLÜ. Aşırı dinci örgütün lideri Salih Mirzabeyoğlu, işlediği bütün suçları kendisine beyin kontrolü, yapılmasına bağlayıp Adli Tıp Enstitüsünden yardım istedi.
Ö.Y.’ın yazdığı haberin yüzde 80’i uydurulmuş, hiç söylemediğim şeyler söylenmiş gibi yazılmış, söylediğim ve anlatmak istediğim hiçbirşey yazılmamış; yani basın tarafından bir anda İBDA-C’ye hedef durumuna düşürülüyorum. Aynı gün televizyon kanalları Adli Tıp Enstitüsünü arıyor. Hiç birisiyle görüşmüyorum. SadeceA.. TV’de haberin yanlışlığını söylemek ve tekzip etmek için A. K.’nın sunduğu haberlerde birkaç dakikalık açıklama yapıyorum. Bir iki gün içinde İBDA-C’nin cezaevi dışındaki beyinlerinden biri olan B.Ç. beni işyerinden arıyor. Haberlerin doğru olmadığını ve tekzip edeceğimi söylüyorum, İBDA’cılar seviniyorlar! Emniyetle konuşuyorum, ‘kendinize dikkat edin, ama sizi koruyamayacağız’ diyorlar. İBDA-C, bir nezaket gösterisi olarak noter tekzip ücretlerini bana ödeyeceğini ama bir de dergileri Beklenen Nizam için benimle söyleşi yapmak istediklerini söylüyor. Karşımda söylenene göre İstanbul’da 50’den fazla silahlı adamı ve 20-30’a yakın (?) hücresiyle bekleyen bir örgüt ve D. Medyası tarafından bir yem gibi önlerine konmuşum; Beklenen Nizam’la mülakatı kabul ediyorum. İBDA’cılar da çevrilmekte olan entrikanın farkındalar ve çok kibar, aklı başında davranıyorlar ve güzel sorularsoruyorlar! Karşımda sanki Türkiye’nin tehlikeli örgütlerinden birisi yokmuş gibi, gayet sakin mülakatı yapıyoruz, mülakatı yapanlar aklı başında kişiler gibi görünüyor! Salih Mirzabeyoğlu ile görüşüp, beyin kontrolü iddialarını araştırmamı isteyen gizemli istihbaratçıları arıyorum, görüşmekte ve mülakat yapmakta bir sorun olmayacağını, herşeyin kontrol altında (!) olduğunu söylüyorlar: Ne demekse? Beklenen Nizam’aironik bir biçimde kapak oluyorum.
BEKLENEN NİZAM, Eylül-Ekim 2003
İBDA-C İLE MÜLAKAT
Doç. Dr. Ümit Sayın’la M.... gazetesi ve A.... kanalının düzmece haberi üzerine Röportaj: B.Ç.
Beklenen Nizâm: Sayın Salih Mirzabeyoğlu hakkında geçtiğimiz günlerde A. kanalı M. ve P. gazetelerinde sizin sözlerinize de yer verilen düzmece bir haber yayınlandı. Kartal Özel Tip Cezaevinde kendisine “zihin kontrolü” operasyonu yapıldığı doğru. Ancak beyninin incelenmesi talebiyle avukatları aracılığıyla Adli Tıp’a başvurduğu, hele hele “zihin kontrolüyle kendisine suç işlettirildiği” tarzında ona isnad edilen ifadeler yalan. İbda Mimarı, devrimci mütefekkir portresiyle, eserleriyle ve aksiyonuyla ne yaptığı da ne yapmadığı da ortada olan bir şahsiyet. Bu haberin, ona karşı girişilen sistematik bir komplonun ilk aşaması olduğu tarafımızca mâlûmdur. Ön görüşmemizde bahsettiklerinizden anladığım kadarıyla bu komploya sözleriniz çarpıtılarak verilmek suretiyle bilmeyerek de olsa siz de alet edildiniz. Ne dersiniz?
Ümit Sayın: Ben M.’teki habere çok şaşırdım. Bir daha demeçlerimi basına yazılı olarak vermeyi düşünüyorum. Çünkü korkunç bir distorsiyon var, çarpıtma var haberde. Benim söylediklerim yazılmadı. Küçük bir dipnottu Salih Mirzabeyoğlu konusu. Bir kanalla bana iletilmişti. Yani kendisinin görüşme talebi bana bir kanalla iletilmişti. Ve pat diye...
Beklenen Nizâm: Ben A. kanalında seyrettim konuşmanızı…
Ümit Sayın: Ben seyretmedim.
Beklenen Nizâm: Orada “bir adamları vasıtasıyla bana başvurdular” filan gibi bir ifadeniz var.
Ümit Sayın: İşte o kanal, bir tek kanal var... Sözde iletilmiş bana... Bana sistematik ve resmî olarak gelen bir talep yok. Fakat M. Gazetesi inanılmaz derecede çarpıtmış olayı. Yani ortada bir talep olmadığı halde sanki avukatları aracılığıyla enstitüye ulaşılmış imajı veriliyor. Böyle bir şey yok. Bunu net olarak yazabilirsiniz. Zihin kontrolüyle ilgili çok fazla çarpıtma, bilgiler var televizyonlarda, basında. Ben bu konuyla ilgili bir çok makaleler yazdım. Ona paralel olarak, o bağlamda bazı açıklamalar yapmak istedim. Salih Mirzabeyoğlu hakkında bir cümlelik bir konu geçti, bir dipnot... Bu dipnottan sonra adamlar bütün yazıyı kesmişler, (yanındaki öğrencisini göstererek) -hatta öğrencim de oradaydı- sonra dipnotu ana temaymış gibi işlemişler, pat diye gazeteye manşet atmışlar. Yani olayda tamamen çarpıtma var. Bu birkomplo olabilir tabii; bilmiyorum. Artık M.’in mi, başkasının mı, bir komplosu olabilir. Yani ben tabii olayın ne olduğunu sizden öğreniyorum. Direkt bir bağlantı kurulacaktı onu biliyorum. Ama o sistematik bağlantıyı bloke etmek de amaçlanmış olabilir. Burada bir komplo olduğu ve olayın çarpıtıldığı ortada. Şimdi avukatlar eğer Adli Tıp Enstitüsüne başvuruyorsa ortada başvuru formu olur, üstelik böyle bir başvuru da mümkün değil! O formu görmeden ben nasıl böyle bir şey söyleyebilirim. Ortada çok ciddi bir çarpıtma ve komplo olduğu açık. Yani belkikullanmaya çalıştılar beni, dediğiniz gibi. Belki direkt olarak bana da yönelik bir şey. Çünkü D.medyası grubu ulusalcılarla arası pek iyi olan bir medya değil. Tekzip edilecek.
Beklenen Nizâm: Bugüne kadar zihin kontrolüyle ilgili birçok televizyon programına katıldınız. Farmakolog olduğunuz için konuyu tabiî olarak kendi branşınızın kıstasları içinde değerlendirdiniz. Ben bu programların birçoğunu seyrettim. Türkiye kamuoyu zihin kontrolü projesinden Sayın Salih Mirzabeyoğlu sayesinde haberdar olmuşken dikkatimi çeken şey, bugüne kadar yapılan hiçbir programda onun adının zikredilmeyişiydi...
Ümit Sayın: Ben M. bahsedene kadar o kitaptan haberdar değildim... (Telegram-ZihinKontrolü kitabını kastediyor)
Beklenen Nizâm: Sözü oraya getireceğim zaten... Bu düzmece haberin zamanlaması oldukça dikkat çekici. Salih Mirzabeyoğlu’nun “Telegram-Zihin Kontrolü” adıyla kaleme aldığı ve projenin perde arkasında kimlerin bulunduğunu ifşâ ettiği kitabı tam da baskı aşamasındayken böyle bir dezenformasyon bombardımanıyla ortalık bulandırılmaya çalışılıyor. Ön görüşmemizde, bu olayın arkasında hangi istihbarat örgütünün olabileceğine dair birtakım şeyler söylemiştiniz. MİT’i mi kastediyorsunuz?
Ümit Sayın: MİT’in olup olmayacağını bilmek zor. Çünkü ortada delil yok ki. Programlarda Salih Mirzabeyoğlu’ndan bahsedilmeyişinin sebebi; Türkiye’de adı geçen hiç kimseden bahsedilmedi. Çünkü bana haber getirilene kadar ben bilmiyordum böyle bir iddia olduğunu. Bu iddia bana dolaylı olarak iletildi...
Beklenen Nizâm: (Timaş Yayınları’ndan çıkan A. V.’ın kitabı) Agharta’yı okumadınız mı?
Ümit Sayın: Agharta’yı okumadım.
Beklenen Nizâm: Ö. Ö.’nün kitabını okumadınız mı? (IQ Yayınlarından çıkan CIA Belgeleriyle Zihin Kontrol Operasyonları adlı kitap)
Ümit Sayın: Ö. Ö.’nün kitabını okudum da, orada Salih Mirzabeyoğlu’ndan bahsediyormu?
Beklenen Nizâm: Elbette.
Ümit Sayın: Ö. Ö.’nün kitabını okudum da çok ciddiye almadım.
Beklenen Nizâm: Ciddiye alınacak kitaplar değil zaten. Kitaplardaki malzemelerin bir kısmı Mirzabeyoğlu’nun avukatı Harun Yüksel beyin internet sitesinden alınma tercümeler. Söylemek istediğim, Mirzabeyoğlu’nun isminin zikredilip edilmemesi değil, kendisinin bu konuda yazdığı kitabın haberi bir takım çevrelere ulaştıktan sonra, bir yerlerden düğmeye basılmışçasına bir dezenformasyon bombardımanına başlanması. Üzerinde durduğum nokta bunun arkasında kimlerin olduğu. Açıklamalarınız onu gösteriyor ki bilmeden bu duruma aletedildiniz.
Ümit Sayın: Alet edildiğimi derginizde belirtirseniz sevinirim. Çünkü ortada benim işin içinde olduğum bir durum yok. Bana geldiler “zihin kontrolünü konuşacağız” diye. Zihin kontrolünü konuşurken konuyu onlar açtı; yani Salih Mirzabeyoğlu’nun adı geçti. Bir cümlelik bir şey. Sonra pat diye manşet yaptılar.
Beklenen Nizâm: “Adli Tıp’a başvurdu” diye bir şey söylediler mi? Veya “Adli Tıp’a başvurdu mu” tarzında bir soru yönelttiler mi?
Ümit Sayın: Yok söylemediler. Öyle bir şey kesinlikle konuşulmadı. Kendileri uydurup yazmışlar. Buna benim tekzip yollamam gerekiyor, çünkü böyle bir şey benim için de ciddi bir sorun teşkil ediyor. O yüzden M.’ten Ö. beye (soyadı Y. veya B.) bir tekzip yollayacağım. Böyle bir başvuru olsa zaten başvuru belgesini göstermek lâzım. Kesinlikle böyle bir şey yok. Bunun arkasında kimler olduğu konusuna gelince, onu bilemiyorum.
Beklenen Nizâm: Biliyorsunuz artık yerli yabancı ayrımı da pek kalmadı. Hani diyorlar ya, “dünya globalleşti”! Meselâ daha geçenlerde ABD Dış İlişkiler Konseyi (CFR) üyelerinin Türkiye’ye gelip kapalı kapılar ardında görüşme yapmaları, İsrail’le gizli ve açıktan yapılan askerî anlaşmalar filan... Neyse, olay açıklığa kavuştu sayılır. Teşekkür ederim.
Ümit Sayın: Rica ederim.
Olayların temelinde ne olduğunu o zaman anlıyamıyorum. Bu olgulardan 7-8 ay sonraİhsan Güven, karısıyla birlikte öldürülüyor. İhsan Güven’in öldürülmesinin OLASI gerçek nedenleri kitabın sonundaki EK-1’de ele alınmıştır.
ENTRİKALAR BAŞLIYOR
Bu olaylar gelişirken gazeteci ve televizyoncu takımından pek çok kişi beni arıyor, bazıları ile görüşüyorum. Medyanın ne kadar sahtekar, yalancı ve rant peşinde olduğunu anlamamak için bayağı kendimi zorluyorum ki halen bir medya kuruluşunun bazı gerçekleri yazabileceği konusunda umudumu yitirmemişim. Bu sırada başka birgazeteci kendini son derece iyi tanıtarak ve her istediğimi yazacağını söyleyerek yanıma yaklaşıyor: yüksek tirajlı haftalık A... dergisinden D. E. Sözüm ona haberin yapılıp yapılmamasına ben karar vereceğim, istemediğim hiç bir şey yazılmayacak, basılmadan önce bana haber e-posta ile yollanacak, onaylamadığım ve istemediğim taktirde haber çıkartılacak ve daha bir sürü palavra! Bu sözler verildikten sonra Ağustos 2003’te mülakatı yapıyoruz, D. E.’ye bu konudaki makalelerimi veriyorum. Yaklaşık % 90’nı gerçek dışı olan ve söylemediğim pek çok yalanı içeren haber 10Eylül 2003 tarihli A...’de çıkıyor, aynı gün tekzip ediyorum, fakat A... tekzipi hiç bir zaman basmıyor:
ECEVİT’İN BEYNİNİ KONTROL ETTİLER
Haberde ballandıra ballandıra yine İBDA-C’nin benden nasıl yardım istediği ve bu konuda bir sürü çalışmalar yaptığımdan dem vuruluyor. Üstelik benim haberim olmadan MİT ve Genelkurmay da benimle ilişki kurup bu konuyu araştırıyorlarmış! Üstelik ben Genelkurmay’la gizli bazı çalışmalar yapıyormuşum (böyle bir şey hiç olmadı Ü.S.). Bu haber sonucunda A...’ dergisine ve D. E. isimli etik ilkelerden yoksun, gazeteciyle birbirimize giriyoruz. DSP ve Ecevitlerden hiç bir ses gelmemesine rağmen, haklı olarak kızan T. N. E. ile de aram süresiz olarak bozuluyor. Halbuki adı bir kez geçmiş ve onun da zihin kontrolü konusunda kitap yazmakta olduğunu söylemişim. Zihin kontrolü hakkında kitap yazıyor dediğim kişi A...medyasında birden bire zihin kontrolü yapılan mağdur durumuna düşüyor. Ecevit hakkında da hiç bir şey söylemediğim halde, A...’in kapağına geçiyor ‘Ecevit’in beyni kontrol mü edildi?’. Bu kadar yalanı uydurabilecek kadar sahtekar bir medyamızın olmasına şaşırıyorum. Bu haberden sonra yaklaşık bir yıl hiç bir medya kuruluşu ile görüşmüyorum. Yanlız öğrencim B. Mutlu yardımcı oluyor ve Yeni Harman isimli haftalık dergi tekzibimi ve bu konudaki bilgilendirici haberimi basmayı Kabul ediyor. Fakat tekzibin basılması daha sonra engellendiği gibi, sadece haberin bir kısmı kısaltılıp orta sayfada basılıyor. 9 Ekim 2003 Perşembe tarihli bu Yeni Harmanhaberi bir ölçüde anlatmak istediklerime mütercim oluyor:
Türk Halkına Karşı Psikolojik Savaş Var.
Sanki bir psikolojik savaş merkezi Zihin Kontrolü konusundaki bilgileri sulandırmak ve bazı kişileri sağlıksız komplo teorileri kuran kişiler olarak lanseetmek için yarışıyor. Avrupa Birlikçi ve yabancı Devletlerin uzantısı haline gelmiş olan boyalı medya pek çok kanaldan konuyu çarpıtıyor.
YENİ HARMANIN HABERİ: TÜRK HALKINA KARŞI PSİKOLOJİK SAVAŞVAR (9 Ekim 2003)
Yeni Harman: M. gazetesi ve A... dergisinde tekzip ettiğiniz ve son günlerde çok gündemde olan ‘zihin kontrolü’ ile ilgili haberlerin aslı nadir?
Ü. Sayın: Aslında her iki yayın organına da son günlerde gündemde olan zihin kontrolü konusunun detaylı işlenmesi için bilgi verdim. Konu daha ziyade zihin kontrolünün gerçek ve bilimsel kriterlerle ele alınmasıydı. Fakat her iki yayın organı da verdiğim bilgileri son derece çarpıtarak ve etik kuralları tamamen çiğneyerek çok farklı manşetler attılar. Her iki haberi de tekzip ettim. Bunlardan henüz hiçbirisi yayınlanmadı. A...’e gönderdiğim tekzipi tekrar basmanız için size de verdim işte. Bu basın organlarında hiç söylemediğim şeyler sanki söylemişim gibi yazılmış ve sözler bana mal edilmiş, yada bir kişiyle konuşmaları için referans vermişim gidip o kişiyle konuşmamışlar; ama tamamen uyduruk bazı haberleri bahsi geçen kişi hakkında ben söylemişim gibi yazmışlar. Tamamen uydurma haberler ve utanmadan ben söylemişim gibi sunuluyor. Örneğin Salih Mirzabeyoğlu’nun resmi başvuru yaptığı imajı veriliyor, halbuki öyle bir şey yok! İndirekt bazı duyumlar olduğundan kısaca bahsediyorum; arkasından bu duyumlar en önemli habermiş ve gerçekmiş gibi manşetten veriliyor!
Yeni Harman: Peki Zihin Kontrolü nedir?
Ü. Sayın: Zihin kontolü, psikolojik teknikleri çok iyi kullanabilen kültlerin, tarikatların, veya istihbarat örgütlerinin uyguladığı bir yöntem. Temelinde kişinin veya insan grubunun davranışını kontrol etmek veya değiştirmek için isteği ve bilgisi dışında uygulanan tüm yöntemler. Diğer bir tanımla, beyin yıkama -zihin kontrolü-bireyin farkında olmadan davranışlarının kontrol edilmesi ve değiştirilmesine girişimde bulunmak ve bu amaçla herhangi bir yöntemi uygulamaktır. Psikolojik Savaş ise çeşitli zihin kontrolü tekniklerini de içine alan daha geniş bir kavramdır. Psikolojik savaş, insanların beyninde ve toplumsal psikoloji üzerinde sürdürülen savaştır, hedefi reel olmayan bir takım yanlış bilgileri propaganda, zihin kontrolü, medyanın kontrolü, toplu telkin ve beyin yıkama ile gerçekmiş gibi göstermektir. Böylece düşmanın veya karşıt güçlerin beynin ve psikolojik tabanında da savaşın kazanılabilmesi hedeflenmektedir.
Yeni Harman: Bunun yolu nedir?
Ü. Sayın: Çeşitli propaganda faaliyetleridir bunlar...Bazı başlıklar halinde söyliyeyim: Kendini farklı gösterme, demoralizasyon yaratma ve psikolojik kamuflaj teknikleri. Toplumsal zihin kontrolü. Bireysel zihin kontrolü. İleri tekniklerle mançurya kobayı (robotlaşmış suikastçi gibi) oluşturma. Toplumlarda veya bireylerde ideoloji değiştirme, toplum mühendisliği veya toplumu tamamen kendi yönünde devşirme yöntemleri. Medyanın ve beyinleri etkileyen tüm araçların kayıtsız şartsız kontrolü. Dezinformasyon yayma ve bilgi kirlenmesine yol açma. İfade ettiğim teknikler içerisinde en çok kullanılan psikolojik faaliyet, propaganda, bireysel ve toplumsal zihin kontrolü, kimyasal maddeler yardımıyla kişinin düşüncelerinin etki altına alınmasıdır.
Yeni Harman: Toplumsal zihin kontrolü ile hedeflenen ne olabilir?
Ü. Sayın: Toplumsal zihin kontrolü toplumu istenilen doğrultuya yöneltmek, o toplumun kültürünü distorsiyona uğratarak çökertmek veya toplumu istenilen amaçlar doğrultusuna çekebilme amacıyla tüm topluma yapılmaktadır. Toplumsal zihin kontrolüne en güzel örnek Hitlerdir. Hitler’in hitabet sanatını ve diğer teknikleri çok iyi bir şekilde kullanarak kitleleri arkasında takması toplumsal zihin kontrolü olarak tanımlanabilir. Toplumsal zihin kontrolü amacıyla televizyondan, basına, reklamlardan filimlere kadar her şey kullanılabilmektedir. Hedeflenen unsur pek çok motifin toplumun kafasına işlenmesi ve toplumsal düşünme biçimini istenilen doğrultuda biçimlendirebilmektir.
Yeni Harman: Ya bireye indirgendiğinde
Ü. Sayın: Bireysel zihin kontrolü, bir insanın belirli bir ortamda beyin elektrofizyolojisini ve kimyasını etkileyerek, kişiliği ve davranış biçimlerini istenen amaç doğrultusunda yeniden şekillenmesidir. İstihbarat örgütleri için çalışan bilim adamları, yıllarca insan zihnini kontrol etmek amacıyla çeşitli maddeleri kullanmışlardır. Bu maddelerin çoğu, nörotransmitterleri çok sistematik bir şekilde değiştiren halüsinojenler, amfetaminler ve türevleridir.
Yeni Harman: Nörotransmitter?
Ü. Sayın: Nörotransmitter, beyinde nöron adı verilen sinir hücreleri arasındaki biyoelektriksel iletimi sağlayabilen maddelerdirr; bu mekanizma sayesinde beyinde farklı yerlerde farklı özelliklere sahip nöronlar birbirleriyle iletişim kurarak, duygu, düşünce, bilinç, his, saldırganlık, zeka, uyanıklık, yaratıcılık gibi fonksiyonları belirlerler. Örneğin esrar (THC), sodyum pentotal gibi birçok madde bireysel zihin kontrolü amacıyla kullanılmıştır. THC’nin etkisinde bilinç dışına ait çeşitli bastırılmış motifler, imajlar ortaya çıkar. Güçlü halüsinojenler olan LSD, MDA, STP, Meskalin, PCP, İbogain algılanmakta olan herşeyin distorsiyona uğramasına, renklerin, seslerin veya bilinç dışından gelen her türlü düşüncenin değişmesine yol açar. Bu gibi ve diğer ilaçlarla bir kült içinde insanı trans haline sokmak ve istenilen amaçlar doğrultusunda kullanmak mümkündür. Sodyum pentotal, kemo-hipnoz yapmaktadır ve bunu insanları konuşturmak için kullanmışlardır. Gerçekten kimyasal ajanlar kullanılarak, yapay anksiyete, hipnoz, rüya görme hali, ağrıya duyarlılığın artması veya azalması, hafıza kaybı veya hatırlatma, sersemlik, psikoz, yaratıcı düşünce veyaşırı duyarlılık oluşturulabilir.
Yeni Harman: Ya ideoloji kontrolünde nasıl bir metod izleniyor?
Ü. Sayın: Beyin yıkama ve ideoloji kontrolünde genellikle anılan teknikler; telkine yatkınlık. Gerek hipnoz gerekse tekrarlanan, ritüelik eylemler uygulanır. Hemen hemn tüm tarikatlar ve kültler bu teknikleri kullanır.
Mevcut tüm psikolojik akardengeyi (homeostasis) yıkma. Var olan inanç ve bilinç yapısı sarsılır ve kişi kendi oluşturduğu psikolojik savunma mekanizmalarından mahrum kalarak, yeni bir travmaya ve telkine açık hale gelir. Bunu arabaşlıklarla anlatalım. Detayları yazdığım kitaplarda ele alınacak.
Egoyu zayıflatma...
Cinsellik…: Pek çok tarikat ve kült cinselliği, libidoyu had safhada kullanarak insandaki haz-ödüllendirme mekanizmalarını harekete geçirir. Bu sırada bazı ilaçların, MDMA-MDA gibi, etkilerinden de yararlanılır. Gizemcilik, parapsikoloji ve mistisizm hemen hemen her tarikatın ve kültün temel parametre olarak kullandığı unsurdur. Bu yeteneklere ulaşma, gizemcilik, parapsikoloji, ve mistisizm hemen hemen her tarikatın ve kültün temel parametre olarak kullandığı bir unsurdur. Bu yeteneklere ulaşma konusunda bazen ilaçlar veya başka psikolojik teknikler de kullanılır- Vecd yöntemleri, meditasyon gibi-.
Eşikaltı algının ve kollektif bilinç dışının, arketipal öğelerin çok sistemli olarak kullanılması...: Burada müzik, ses, görüntü, duyma veya görme eşiğinin dışındaki stimülan etkiler, fikirler, filim görüntüleri, klişeleşmiş yapılar ve moda gibi unsurlar kullanılmaktadır. Kimyasal maddelerle beynin normal akardengesinin -hemeostasis-yıkılması ve yepyeni bir yapı oluşması. Tabii bunlar sadece bir iki örnek, yöntemler çok çeşitli ve tüm yöntemlerin açık açık söylenmesi tıbbi olarak etik değil, bunları ancak devletin ulusal güvenliği ile ilgili ortamlarda açıklayabilirim.
Yeni Harman: Bu konuda son zamanlarda gündemi oluşturan iddialar hakkında ne diyeceksiniz?
Ü. Sayın: Son zamanlarda çok fazla gerçekdışı ve bilimsel olmayan konu basında ve televizyonda öne sürüldü: bu iddiaların yüzde 90’nı palavra, gerçekle ilgisi yok. Türk halkına karşı ciddi bir psikolojik savaş yapılıyor. Öyle ki: ABD veya diğer ulusların istihbarat örgütleri inanılmaz güçlü ve alt edilmez gösteriliyor. Uzaktan, uydulardan insanların beyinlerinin elektromanyetik dalgalarla etkilenebileceği, düşüncelerinin kontrol altına alınabileceği-okunabileceği gibi saçma sapan şeylerden bahsediliyor. Böylece bir ulusu ve subaylarını teslim almak mümkün. Bu yayınların, medya haberlerinin ve kitapların tek amacı var: varolmayan şeyleri gerçekmiş gibi gösterip, teknoloji ile insan beyninin kontrol altına alınabileceği imajını verip, insanların tüm dirençlerini yıkmak! Halbuki bu iddiaların ve yöntemlerin hepsi palavra! Kesinlikle teknoloji bu kadar ileri seviyede değil. Ayrıca varolmayan cin veya peri gibi yaratıklarla ya da başka parapsikolojik yöntemlerle zihin kontrolü veya telepati ile zihin kontrolü yapıldığı palavraları da sıklıkla tekrarlanıyor.
Yeni Harman: Nasıl?
Ü. Sayın: Parapsikolojik olayların bilimsel olarak ispatlandığı ve telepati, clairvoyance (uzagörü), telekinezi gibi olayların gerçekleştirildiği ve istihbarat örgütleri tarafından kullanıldığı yalanları var mesela; parapsikolojik yöntemlerle insanlarda davranış değiştirme ve zihin kontrolü yapıldığı yalanları...
Suni olarak deprem oluşturulabileceği yalanları...
Elektromanyetik dalgalarla insanlarda zihin kontrolü yapılabileceği ve davranışların değiştirilebileceği yalanları.
Cinlerin varolduğu ve cinlerle istihbarat toplanabileceği yalanları. ABD’nin ve Rusya’nın elinde çok gelişmiş ve toplumları etkileyebilecek psikolojik travma silahları, PSİKOTRONİK silahlar olduğu yalanları.... ABD’de sofistike bilim ortamlarında 8 yıla yakın nörobilim konusunda araştırma yaptım, YOK BÖYLE BİR ŞEY! Hedef ABD’yi yenilmez ve güçlü göstermek. Mikroçiplerle veya nanoteknoloji ile insanların robotlaştırılabileceği ve istenilen amaçlar doğrultusunda kullanılabileceği, bu teknolojinin var olduğu yalanı....
Bu yalanlar ve palavralar böyle devam edip gidiyor. Ama sonuçta topluma zarar veriyor. En önemli sorun bu konuda subayların ve askerlerin kafalarının da karışmış olması. Bir subay elektromanyetik dalgalarla veya parapsikolojiyle, cinlerlebeynin kontrol edilebileceğine inanıyorsa işi bitmiş demektir; onda çok kolay paranoya ve yılgınlık, kendini teslim etme, gerçekleşebilir. Bu programların son zamanlarda özellikle ABD ile çelişkiler yaşadığımız dönemde gelişmesi de enteresandır. ABD Türkiye’yi işgale hazırlanıyor; burada asker konuşlamak istiyor, birdenbire psikolojik harp makinaları ABD’nin beyin kontrolü konusundaki gücünü her kanalde ve yayın organında telaffuz etmeye başlıyor.
Yeni Harman: Zihninin kontrol edildiğini düşünen ve iddia eden birisi size başvuruyor. Ne yapılmalı? Bu konuda inceleme mi yapılmalı, yoksa psikiyatristemi havale edilmeli?
Ü. Sayın: Bu konuda iddiası olan bir kişi kesinlikle psikiyatriste sevk edilmelidir, çünkü medyadaki haberler ve bu konudaki bilim dışı kitaplar insanları inanılmaz biçimde çıldırttı. Pek çok şizofren veya paranoyak kendisinin beyninin uzaktan kontrol edildiğini falan sanmaya başladı. Bir peygamber enflasyonu yaşanıyor. Bu teknikler ancak stratejik noktadaki insanlara yapılmış olabilir. Bu konuda uyarılarımız da, bu insanlara yönelik. Devletin stratejik noktalarındaki kişilerin bu gibi teknik veya yöntemler hakkında kesinlikle bilgi sahibi olmalı. Özellikle ileri düzeydeki yönetici konumundaki subaylar yurt dışına giderlerse onlara yönelik.
2ZİHİN KONTROLÜNE VE PSİKOLOJİK SAVAŞA ‘DUR!’ DİYORUZ!
Yeni Harman yayınından sonra olaylar biraz duruluyor. 15 Ekim 2003 tarihinde HABERTÜRK kanalında Erol Mütercimler’le konuyu işliyoruz, Aynanın Arkası programında. Yeni Harman’da yazdığım herşeyi tekrarlıyorum daha detaylı bir yansı gösteriminde. Program ilgi çekiyor....
Aslında Ağustos-Eylül 2002 ayına dönersek iki hafta üstüste yaptığım ‘Gizli Örgütler ve Psikolojik Savaş’ isimli TV Flash kanalındaki televizyon programındaki etkinin bir benzerine, Erol Mütercimler’in usta sunuculuğu ile HABERTÜRK’te ulaşabiliyoruz! Yılmaz Tunca ile Flash TV’de yaptığımız bu program da ilgi çekmişti. Ayrıca Muharrem Bayraktar ile Meltem ve Mesaj’da 2003-2005 yılları arasında daprogramlar yapmıştık. Erol Mütercimler’le 15 Ekim 2003 tarihinde yaptığımız program daha önce zihin kontrolünü ruhlar, cinler ve elektromanyetik radyasyon bazında ele alan tüm programlara yönelik yapılan bir karşı çıkıştı9. 2002’deki Flash TV’deki programda asıl hedeflediğim Yeni Dünya Düzeni ve Küreselleşmenin gizli örgütlerini deşifre etmekti. Çünkü ne gizli örgütler ve global elitler psikolojik savaş ve zihin kontrolünden ayrılabilirdi, ne de bu örgütler, istihbarat teşkilatlarının en büyük hayali olan beyin yıkama ve ideoloji değiştirme konusundan. Bu arada psikolojik savaşın bir parçası olarak zihin kontrolüne de bir ölçüde değinilmişti. Bu programdan sonra bazı dergiler benimle bağlantı kurmuştu. Örneğin 2023 dergisi biraz sonrasunacağım söyleşiyi yapmıştı. Benzer bir program dizisini Haziran 2003’te Ulusal Kanalda eski dostum Dr. A.Y. ile yapmaya kalktığımızda ilk programın başarılı olmasına karşın, o zamanki genel yayın yönetmeni A. A. tarafından program gerekçe göstermeden yayından kaldırılacaktı. Dizinin adı ‘Gizli Örgütler, Bireysel ve Toplumsal Zihin Kontrolü’ idi.
9 Daha sonra Genelkurmay İstihbaratı Psikolojik Harp Dairesinin bu konuları araştırdığını 1.5 yıl sonra öğrendim; bahsi geçen programın bir kopyası istenmiş ve bant çözümü yapılıp, rapor halinde sunulmuştu.
İsterseniz Derin Devletlerin Gizli Projelerini ve Zihin Kontrolünü açmadan önce 2023 dergisiyle yapılan röportajı da tazeleyelim ki, bir zamanlar bu konunun Türkiye’de neden bu kadar çok merak edildiğini daha iyi anlaşılsın.
İSTİHBARAT ÖRGÜTLERİNİN BÜYÜK HAYALİ : ZİHİN KONTROLÜ 2023 DERGİSİ MÜLAKAT (EKİM 2002)10
2023: İnsan beyninin fonksiyonları tanımlandı mı? Mekanizmaları biliniyormu?
Ü. Sayın : İnsan beyninin fonksiyonları ve mekanizmaları tam anlamıyla tanımlanmış değil. Örneğin 2000’de Nobel ödülü kazanan Eric Kendal, bir yumuşakçada LTP (Long term potentiation) adındaki mekanizmanın elektrofizyolojik ilkelerini ortaya koydu, bu mekanizma sadece akut hafızanın elektrofizyolojik olarak nasıl oluştuğunu anlatıyor. Bu başarısıyla da Nobel ödülü aldı, halbuki daha çok başlangıçta. Yani hafızanın eletrofizyolojik yapısını bile tam olarak bilmiyoruz. Beyindeki ağ sistemini bilmiyoruz. Beynin hangi bölgesinin ne yaptığını detayı ile bilmiyoruz. Beyinde her gün yeni reseptörler ve yeni nörotransmitterler bulunuyor, onların ne işe yaradığını bilemiyoruz. Her gün yeni alt gruplar bulunuyor ve bunlar literatüre yeni bilgiler olarak ekleniyor. Korkunç bir bilgi birikimi var. Fakat buna rağmen insan beyninin çeşitli bölgelerinin fonksiyonları konusunda bilinenler oldukça sınırlı.
10 Ümit Sayın (Mülakat). İstihbarat Örgütlerinin Büyük Hayali: Zihin Kontrolü. 2023 Dergisi. Ekim 2002, Cilt 2 (18): 36-43.
Aslında nörobilim son 20 yılda büyük bir atak yaptı. Örneğin bazı çok önemli reseptörler –mesela beyinde bir nörotransmitter olarak çok fazla bulunan glutamat ki bunun reseptörleri üç tanedir: NMDA, AMPA ve metabotropik- bunlar bile tam olarak bitirilemedi, tanımlanamadı. Bunun bile korteste (beyin kabuğunda), limbik sistemde (limbik sistem içgüdülerin gelişiminde sorumlu merkez) etkileri bilinmiyor. Kendal öğrenme sırasında LTP’nin (long term potention, uzun süreli güçlendirme) arttığını buldu, bunun biyokimsayal bileşenlerini açıkladı. Bu bile büyük bir buluş olarak nitelendi. Şimdi bunun kimyasal mekanizmalarını araştırıyorlar. Kimyasal mekanizmaların içinde, öğrenmenin temelinde elektrofizyolojik ve biyokimyasal olaylar, DNA modülasyonu rol oynuyor. Kısa süreli hafızada sadece elektrofizyolojik olaylar sözkonusu ki bu glutamat reseptörleri ile yapılıyor. Uzun süreli hafızada ise protein sentezi sözkonusu. Yani bir ışık uyarısının hafızada kısa sürede nasıl saklandığını bile henüz bilmiyoruz.
Nörobilim’de nöronların nasıl ilişki kurduğunu öğrendik. 1950’li yıllarda ilk defa aksiyon potansiyeli denilen bir olgu tanımlandı. Aksiyon potansiyeli, beyin hücrelerinin (Nöronların) biririyle yaptıkları elektrokimyasal iletidir, süresi 0.8 ms’dir,yani bir milisaniyeden küçük.
Beyni araştıran temel bilimler, elektrofizyoloji, nörofarmakoloji, nöroanatomi dallarıdır. Bu dallarda çalışmalar yoğun olarak devam etmektedir. Korteksin, limbik sistemin, fonksiyonları araştırılıyor. Biyokimyasal olaylar, elektrofizyolojik olaylar çözülmüş değil. Her ay yeni bir reseptörün alt grubu bulunuyor. Ben ABD’deyken potasyum reseptörünün hücre zarında altı tane alt grubu vardı, şimdi 10’a çıktı ! Sodyum reseptörünün alt grubu on ikiye çıktı11. Sonuç itibariyle insan beyninin fonksiyonları tam olarak bilinmiyor, ama bu konuda çok yoğun bir çalışma yapılmaktadır.
11 Bu sayılar ve bu konulardaki bilimsel görüşler 2006 yılında (4 yıl içinde) çok değişmiştir.
2023: Kimyasalların kullanılması ne gibi değişiklikler meydana getirdi?
Ü. Sayın: İnsan beynine girilmesi ancak 1950’lerden sonra başladı. Bundan önce şizofreni bile lobotomi ile tedavi ediliyordu. Yani tedavi ön lobu beyne birleştiren yolakları kesmekle mümkündü. Antipsikotik ilaçların devreye girmesi ile psikiyatrik hastalıkların tedavisinde biyolojik psikiyatri dönemi açıldı. Biyolojik psikiyatrinin temelinde, beyni vücuttan, biyolojik olaylardan ya da biyokimyasal olaylardan farklı bir yapı olarak görmeyip nöronlarla, vücudun fonksiyonlarıyla, karaciğerle, pankreasla bir bütün halinde ele alan bir görüş bulunmaktadır. Dolayısı ile yeni nörotransmitterler bulundukça, elektrofizyoloji geliştikçe, beyin hakkında bilinenler de, beyin hakkındaki görüşler de tamamen değişti. Psikanalitik teori çöktü. Psikanalizle psikoz veya şizofreni tedavi edilmesinden vazgeçildi. Tamamen psikiyatrik ilaçlar devreye girdi.
Bu ilaçların devreye girmesi ile iktidarların ve gizli hükümetlerin üstünde her zaman hassasiyetle durdukları insan beynini kontrol çalışmaları da hızlandı. Özellikle soğuk savaş döneminde başta CIA olmak üzere istihbarat örgütlerinin en önemli fantezisi olan zihin kontrolü çalışmalarına bu dönemde büyük bütçeler ayrıldı. Etkilerinin tam olarak ne olduğu bilinmeyen antipsikotik ilaçlar kullanılarak başlayan bu çalışmaların hızlı olduğu dönemlerde, üzerinde en çok durulan madde bir halüsinojenolan LSD’dir. Bu dönemlerde serbest olan LSD, 1960’lı yıllarda ‘çiçek çocukları’ olarak bilinen kuşağı da yaratmıştır.
Nörobilimin geleceği çok büyük. İnsan beyninin düşünme mekanizmaları bir yüz yıl içinde çözülecek ve beynin hangi bölgelerinin ne işe yaradığı, nasıl bir ağa sahip olduğu netleşecek. Fakat günümüzde bu bilinmemektedir. Sadece hipokampüs üzerine bir milyonun üzerinde araştırma yapıldığını internete girdiğinizde görebilirsiniz.
2023: Beyin kontrolü çalışmalarından bahsedersek, bu çalışmalar ilk kez ne zaman gerçekleşmiştir. ve bu çalışmalarda nelerden bahsedilmekteydi?
Ü. Sayın: Bahsettiğim gibi bu konu istihbarat örgütlerinin her zaman ilgisini çekmiştir. İlk olarak Almanya’da başlayan bu çalışmalardaki hedef askerlerin daha iyi çalışmalarını sağlamak ve korku duymadan, yorgunluk bilmeden verilen emirleriyerine getirmelerini temin etmekti. İkinci Dünya savaşında Alman askerleri amfetamin grubu psikostimülanları kullanarak, 48 saat uykusuz kalabiliyorlardı. Bunu keşfeden ABD, Normandiya çıkartmasında 200 milyona yakın amfetamin tableti tüketti.Almanlar sadece amfetamin kullanmadılar. O zamanlar bilinen pek çok halüsinojen maddeyi insanlar üzerinde denediler. Beyin kontrol amaçlı olarak halüsinojen meskalini savaş esirleri üzerinde test ettiler.
1938 yılında İsviçreli bilim adamı Albert Hoffman laboratuarda ergot bileşikleri üzerine çalışırken, LSD’yi tesadüfen elde etti. Çok etkili bir halüsinojen olan LSD ilk kez 1943 yılında kullanılmaya başlandı. LSD’nin insan algılarını 8 saat süreyle değiştiriyor olması, onu CIA tarafından soğuk savaş döneminde en çok araştırma yapılan konu haline getirmiştir. Bu araştırmalar sonucunda da, halüsinojen etki yapan LSD benzeri yüzlerce madde sentezlenmiş ve hepsi zihin kontrolü çalışmalarında kullanılmıştır. ABD’nin yanı sıra Çin ve Rusya da bu çalışmalara büyük önem vermiştir. Zaten zihin kontrolü çalışmalarında bir dönüm noktası olan Mançurya Kobayı (Manchurian Candidate, tam çevirisi Mançurya Adayı) ismi Çin’in bu konudaki çalışmalarından çıkmıştır.
2023: Mançurya Kobayı ne demektir? Bunun için başlatılan projelerdeamaçlanan nedir?
Ü. Sayın: Mançurya Kobayı (Manchurian Candidate-Mançurya Adayı), kendi iradesi dışında birtakım beyin yıkama seansları, ilaçlar ve hipnozun etkisiyle başkasının istediği eylemleri yapanlara verilen genel isimdir. Bilimsel yöntemlerle ideal Mançurya Kobayı yaratma arayışı, soğuk savaş döneminden sonra KGB ve CIA arasında yapılan çalışmalarda hız kazanmıştır. Bu amaçla klinik psikoloji, psikiyatri, nörofarmakoloji, elektrofizyoloji dallarından yararlanılmıştır. Bu anlamda yapılan çalışmalardan ilki 1950’de CIA direktörü Rosce Hillenkoetter’in imzalamış olduğu Bluebird (Mavikuş) projesidir. Bluebird projesi daha sonra farklı isimlerle devam ettirilmiştir.
Solomon Asch’in yaptığı sosyal psikoloji deneylerinde, denekler sadece ‘beyaz gömlekler’ giymiş, doktor görünüşlü, deneyi yöneten birisi ‘devam et’ dedi diye birbirlerine elektroşoklar vermeyi sürdürmüşlerdir. Bariz öldücü şiddetlere ulaşılması ve şok edilen deneyin çığlıkları, şoku veren deneği hiç etkilememiştir. Milgram’ınyaptığı bir dizi klinik psikoloji deneyine göre, zaten hepimizin içinde bir Mançurya kobayı yatmaktadır ve istenirse ortaya çıkarılabilir.
Yani gerek kimyasal, gerekse başka araçlarla hedeflenen şey, insanın normal algı düzeyini değiştirerek, ona Farklı Bilinç Halleri (FBH- Altered States of Consciousness)12 yaşatmak ve bu durumda yapılan telkinlerle onu bilinçdışı eylemlere yöneltebilmektir. Bu konunun anlaşılabilmesi için önce normal bilinç halinin ne olduğunu ve nasıl işlediğini ve FBH’nin nasıl oluştuğu ve işlediği bilinmelidir.
12 Ümit Sayın. Farklı Bilinç Halleri. Bilim ve Ütopya, 5 (51):14-22; Eylül 1998. Ümit Sayın. Zihin Kontrolüve Kara Bilim, İstanbul: Neden Yayınları, 2006 (baskıda), Zihin Kontrolü ve Farklı Bilinç Halleri, isimli bölüme bakınız.
2023: Peki normal bilinç hali ile farklı bilinç halleri nedir?
Ü. Sayın: Normal bilinç, EEG’nin alfa ve beta ritminde bulunduğu, tüm algıların dengelenmiş ve korteksin filtresinden geçirilmiş olduğu bilinç halidir. Beyin belli biranda temelde beş tip algıyı değerlendirebilir (Detaylı bilgi için Farklı Bilinç Halleri konusna bakınız):
1) Dışarıdan gelen uyarılar. Yani ses, renk ve beş duyu organı ile ilgili olanlar.
2) Proprioseptif duyu. Yani vücut postürü ile ilgili olarak eklemlerden yadakaslardan gelen motor stimulus ve bunlara verilen kas cevapları. Kaslarda oluşan kuvvet veya gerginlik artışı veya azalışı gibi.
3) Somato-sensoriyel stimulus (uyaran). Yani vücudun kendi içinden gelen uyarılar. Örneğin bir diş ağrısı veya kaşıntı gibi.
4) Bilinçli iç uyaran. Yani beynin ayırdında olduğu ve düşüncenin içinden gelen uyarılar.
5) Bilinçsiz iç uyaran. Yani emosyonel (duygusal) ve psikolojik stimulus. Buhem korteksten, hem içgüdülerin merkezi olan limbik sistemden, hem de bilinç dışından gelen algıların vektöryel olarak toplamından oluşmaktadır.
Beyin bu algıları bir filtre mekanizmasından geçirerek toplam bir vektöryel algı düzeyi çıkarır. Bu algıların altında kalan uyarılar bilince intikal etmez.
MDMA
Farklı Bilinç Halleri (FBH) aslında bizlerin uzak olmadığı bir durumdur. Rüya görme hali, hipnotik bilinç hali, ekstazi, meditasyon ve yoga ile varılan bilinç halleri, anestetik maddelerle varılan bilinç halleri (pentotal, fenobarbital, halotan), duyusal yoksunlukla ulaşılan bilinç halleri, halüsinojenlerle varılan bilinç halleri (LSD-25, meskalin, PCP, MDMA vb) ve keşfedilmemiş tüm bilinç hallerini kapsayan çok genişbir terimdir.
FBH, dışarıdan gelen uyarıların azaldığı yada beyin ve vücut kimyasının değiştiği koşullarda oluşur.
Dışarıdan gelen uyarıların azaldığı durumlarda, uzun süreli bir yere kapatılma durumunda, uyku bozukluklarında, uzun süreli uykusuzlukta ve duyusal yoksunluk deneylerinde FBH’ne geçilmektedir.
Duyusal yoksunluk deneyleri, dış uyarının minimuma indiği en ideal deneysel FBH koşuludur. Denek isotonik (kanla aynı osmotik basınca sahip) su içceren birtanka girer. EKG (kalpten, elektrokardiyografi), EMG (kastan, elektromyografi), EEG (beyinden elektroensephalografi), kayıtlarıyla dış dünyaya bağlanır. Vücut bu tank içinde karanlıkta, hiç bir ses, uyarı ve görüntü olmadan yüzer. Süre en fazla 8 ile 48 saat arasında değişir. Bu deney bir sure sonra halüsinasyonlara neden olur.
Farklı Bilinç Halleri (FBH), beyin ve vücut kimyası değişimine bağlı olarak uyarıcı maddeler, halüsinojenler, psikedelik maddeler, uyuşturucular, anestezikler, alkol veya uyku ilaçları ile de oluşturulabilir.
FBH’de konsantrasyon, dikkat, yakın ve uzun süreli bellek, yargılama, yaratıcılık, çağrışım, problem çözme yeteneği değişir. Ancak aynı uyarıcılarla aynı neticeyi elde etmek her zaman mümkün olmaz. Mesela amfetamin gibi kimi kimyasallar (10-30 mg) alındığında bilinç çok berrak hale gelir. Herhangi bir gerçeklikten kopuş ve neden sonuç ilişkisi bozukluğu yaşanmaz. Problem çözme ve öğrenme yeteneği hızlanır. Doz artınca (50-70 mg) biraz paranoya başlar, kişinin alt yapısında psikoz varsa o tetiklenir. 100 mg civarında ise bu uyarıcı bir halüsinojene dönüşür, halüsinasyonlar görülmeye başlanır.
Kimyasal savaş için sentezlenmiş olan MDMA isimli uyarıcı, insana barış ve uyum hissi verdiğinden istihbarat örgütleri tarafından düşman askerlerinin yiyeceklerine katılmak suretiyle kullanılmıştır. Bu ilaç daha sonra depresyon tedavisinde de etkili olmuştur.
En çok bilinen halüsinojenlerin başında LSD gelir ve 1960’lı yıllarda kullanımı serbest tutulmuştur. Ünlü ressam Salvador Dali’nin halüsinojen bazı maddeleri kullandığı bilinmektedir. Dali’nin çizdiği resimlerdeki insan figürlerindeki değişimleri gözlemek ve bunların FBH ürünü olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca Dali fiziği ve rölativiteyi de resimlerinde başarıyla kullanmıştır13.
13 Ümit Sayın. Modern Sanat ve Bilim, Bilim ve Ütopya, 4 (41): 58-64; Kasım 1997.
2023: İnsanlar kimyasallar aracılığı ile FBH’ne itilerek ne yapılmak istenmektedirler? Bu metodla insan beyninin kontrolü mümkün müdür?
Ü.Sayın: İnsan beyninin kontrolü çok yönlü olarak tanımlanmış bir şey değil. Ayrıca çok geniş bir kapsamı var. Aslında insan beyni sürekli olarak kontrol ediliyor. Kontrol edilmediği dönem yok. Beyin dışından ve içinden gelen stimuluslara ve algılara çok açık. Dışarıdan gelen algılarla beyni kontrol etmek mümkün. Zaten toplumsal beyin kontrolü her zaman var. En güzel örneği Hitler. Sadece konuşmakla insanların beyinlerini kontrol etti. Ayrıca bugün Psikiyatristlerin de yaptığı budur! Yani insan beyninin kontrolü. Bireysel zihin kontrolünden kasıt, bir insanın belirli bir ortamda beyin elektrofizyolojisini ve kimyasını etkileyerek, kişiyi farklı bir insan haline getirmektir. Bunu ilaçlarla, algıları değiştirerek yapmaya çalışmışlar, duyusal yoksunlukla, hipnozla yapmaya çalışmışlar. Bazı insanlarda başarılı olmuşlar ki bunun örneklerini görüyoruz. Bu amaçla kullanılan maddelerin sınırını bilmiyoruz. Bu maddeleri kullanan, uygulayan insanlar çoğu akademisyen değil. CIA veya diğer istihbarat örgütleri içinde çalışan bir takım doktorlar. Bu insanlar ellerine geçen her maddeyi delice denemişler. Bu maddelerin çoğu, nörotransmitter düzeylerini çok sistematik bir biçimde değiştiren halüsinojenler, amfetaminler ve türevleri. Örneğin esrar (THC) gibi, sodyum pentotal gibi bir çok maddeyi kullanmışlar. Sodyumpentotal kemohipnoz yapar, o sebeple insanları konuşturmaya çalışmışlar bu madde ile.
FBH’de insanlara istenen her türlü telkini vermek, beyin yıkamak, ideoloji değiştirmek, dünya görüşlerini baştan şekillemek kısmen mümkün. FBH ile toplumsal bütün değer yargılarımız, programlandığımız bütün kavramlar, değerler ve önyargılar önemini yitirebilir, bir kenara atılabilir, yerlerine yenisi oluşabilir. FBH bir çeşit programdan arındırma ve yeniden programlamadır.
LSD kullanan kişilerde en tipik örnek zaman algısında yaşanan değişimlerdir. Bazen bir saat bir saniye gibi algılanabileceği gibi, bazen de bir saniye aylar gibi algılanabilir. Hipnozla da zaman algısı değiştirilebilr.
FBH oluşturma çalışmalarında genellikle şunlar hedeflenir:
1) Düşmanın ne yaptığını ve onun aktivite ve planlarını ona belli etmeden öğrenmek.
2) Düşmanın yada hedef kitlenin düşüncesini, ideolojisini, dünya görüşünü, gerek kimyasal gerekse diğer beyin yıkama yöntemleriyle kontrol altına almak; istenilen ideolojinin hedeflenen kitle tarafından körü körüne kabul edilmesini sağlamak.
2023: Hipnoz yolu ile insanlara istemedikleri şeyleri yaptırtmak mümkün müdür? Bildiğimiz kadarıyla böyle bir şeyin söz konusu olmadığını ifade ediyorlar!
Ü. Sayın: Hipnoz yolu ile kişi telkine açık hale gelir ve son derece mantıksız hareket etmesi sağlanabilir. Bu durumlarda bilincin kontrolü pek yoktur. Hipnozla insanlara istemedikleri şeyleri yaptırabilecekleri sözü de geçerli değildir. Hipnoz durumunda, insana, içinde bulunduğu durum öyle bir biçimde anlatılır ki, kişi belirli bir işaretle istenilen zamanda verilen görevi kayıtsız şartsız yapabilir. Bunda tabi kişinin hipnoza yatkınlığı önemli bir etkendir.
Candy Jones isimli mankenin yaklaşık on yıl boyunca CIA tarafından çift kişilikli olarak yaşatıldığına dair kitaplar yazılmıştır. Çift kişilikli olarak uzun süre hayatına devam eden mankene CIA tarafından neler yaptırıldığı ise meçhuldür. Nasıl FBH’de kişiler telkine açık duruma gelirler, illüzyonlar görürler ve bunların gerçek olduğuna, kendilerinin seçilmiş olduğuna, bu dünyada bir misyonlarının olduğuna varıncaya kadar bir dizi şeye inandırılabilirlerse, normal bilinç halinde yapamayacakları birçok şey de bu haldeyken onlara yaptırılabilir. Cinayet, işkence veya hırsızlık gibi eylemler hipnozla sağlanabilir. Bu durum, telkinin derinliği ve deneğin hipnoza açıklığı ile yakından ilgilidir.
Daha önce farklı bilinç haline hazırlıklı olmayan kişilerde beklenmedik bir bilinç hali yaratarak, bilincin kontrolünü zayıflatmak ve bilinç dışının açığa çıkmasını sağlamak mümkündür. Böylece hiç iz bırakmadan, hatta kendisinin bile farkında olmadığı şekilde insanlardan bilgi alabilmek olasıdır. İstihbarat örgütleri, karşı tarafı etki altına almak dışında, kendi elemanlarının beyinsel fonksiyonlarını tanımak ve geliştirmek, bununla birlikte sorgulara karşı eğitmek için bu yöntemleri kullanmaktadır.
2023- Beyin kontrol çalışmalarına örnek verebilir misiniz?
Ü.Sayın: Kemo-hipnoz, ağrıya duyarlılığın arttırılması ya da azaltılması, hafıza kaybı ya da hafıza arttırma, sersemlik, psikoz, yaratıcı düşünme yeteneği, aşırı duyarlılık hali gibi durumlar, ilaçlar sayesinde artık sağlanabilmektedir. Beyin yıkamalar artık daha yaygın hale gelmiş ve insanlar artık telkine daha açık duruma getirilmiştir.
Askerlerin daha saldırgan olmasını sağlayan BZ isimli bir ilaç, ABD tarafından Vietnam’da denenmiştir. Bu ilacın, askerlerin zincirlerinden boşanarak birbirlerini öldürmelerine yol açtığı gözlenmiştir. Çok kuvvetli bir halüsinojen olan BZ’nin etkisi altındaki askerlerin yaşadıklarının anlatıldığı “Jacob’s Ladder” isimli film hala hafızalardadır (Türkiye’de Dehşetin Nefesi adıyla oynadı).
Ayrıca, bir CIA ajanı olan Jim Jones’un, 18 Kasım 1978’de Halkın Tapınağı isimli mezhebe üye 911 kişinin, siyanür içerek intihar etmesi de zihin kontrolü çalışmalarına örnek olarak verilebilir. Jones’un emri ile mantıklı bir neden olmadan, önlerine konan zehri içen bu insanların, ne gibi bir zihin yönlendirmesinin kurbanı oldukları halen meçhuldür. Jim Jones onları birer zombi, birer yaşayan ölü ve kayıtsız şartsız söz dinleyen birer köle haline getirmeyi başarabilmişti. Jim Jones daha sonra beynine sıkılmış bir kurşunla ölü olarak bulundu. Guyana’da toplumdan soyutlanmış bir şekilde yaşayan bu insanların üstünde, türlü zihin kontrolü operasyonlarının yapıldığı tahmin edilmektedir.
Birer ölüm kültü olan onlarca tarikat, bugün ABD’de ve birçok ülkede faaliyet göstermektedir. Yine aynı şekilde, 1997 yılında Cennetin Kapısı (Heaven’s Gate)tarikatına mensup 39 üyenin, siyah “Nike” ayakkabılar giyerek ölüme yatmaları da son derece ilginçtir. Üç aşamalı olarak intihar eden bu insanlar, Hale-Bopp kuyrukluyıldızının dünyaya en yakın olduğu günde, onun arkasından geçmekte olan dev uzay gemisine “oto-stop” yapmanın tek yolunun, etten kemikten yapılmış kapları terk etmek olduğuna inandırmışlardı. İntihar ederek bu bedenlerden kurtulacak ve uzaylılara dahil olacaklardı.
2023- Bu çalışmalar size göre neden önemli?
Ü.Sayın: Bu çalışmalar sayesinde istihbarat elde etmenin yanı sıra, önemli yerlere gelmiş insanlara verilecek belirli dozda kimyasallar ile veya benim “uyuyan ajan” olarak tanımladığım insanlar aracılığı ile toplumsal yapıyı değiştirmek ve ülkelerin geleceğini etkiyecek kararlar alınmasını sağlamak mümkündür. Belirli bir işaretle ya da belirli bir zaman içinde harekete geçmek üzere kodlanmış bir insan, ülkenin stratejik öneme sahip bir yerinde bulunuyorsa, onun aracılığıyla, o ülkede istikrarsızlık yaratılabilir.
İnsanlarda, kısa süreli geçici veya kalıcı hafıza kaybı yaratmak ya dayaşadıkları pek çok şeyi unutturmak mümkündür, Kanada’da Allen Memorial hastanesinde uzun süreli elektroşok ve bazı ilaçlar denenen hastalarda uzun süreli hafızada kayıplar görülmüştür. Bir insanın geçmişte yaşadığı herhangi bir anı,bilincinde tekrar yaşatmak mümkündür. Mesela uzun yıllar yurtdışında kalan birisine, böyle bir müdahale ile unuttuğu ana dilini hatırlatmak mümkündür. Bu insan hiç oradan ayrılmamış, gibi hareket edebilir.
Hafızası bir ölçüde silinmiş insanlara, hipnoz, kimyasal maddeler ya dapsikocerrahi yolu ile yepyeni ama reel olmayan bir hafıza oluşturulabilir. İnsanlarda farklı bilinç halleri yaratıp istenen amaçlara uygun olarak şekillendirmek, bilinçlerini ve hafızalarını yönlendirmek mümkün olabilir.
Stereotaksik psikocerrahi sayesinde, beynin belli bölgelerine elektrotlar yerleştirerek geçmiş ve şu andaki hafızayı bloke etmek, beyin fonksiyonlarının bazılarını uzaktan etkilemek ya da kontrol etmek mümkündür. Bu yöntemler için elektromanyetik dalgalar değil, çok basit teknikler kullanılabilir.
İstihbarat örgütlerinin yoğun olarak çalıştığı zihin kontrolü operasyonlarında bir ülkenin geleceği tehdit edilebilir. Türkiye'de bu konuda çalışma yapılıyor mu bilmiyorum, ama özellikle Genelkurmay ve MiT'in bu konularda çalışması gerektiğini düşünüyorum. Neden? Çünkü kendi elemanlarını sistematik olarak bu konuda eğitmesi lazım. Beyin kontrolü konusunda yurtdışında ya da Türkiye'de nelerle karşılaşacaklarını bilmeleri lazım. Bu yöntemler Türk askerleri ve subayları üzerine büyük bir ihtimalle uygulanmış olabilir. Bu nedenle ulusal güvenlik açısından, Genelkurmay Başkanlığı’nın ve istihbarat birimlerinin, beyin kontrolü ile ilgili araştırmalar yapan ve dünyadaki gelişmeleri tarayan birimleri kurması gereklidir. Sentezlendiği tahmin edilen 2000'e yakın halüsinojen var, binlerce draje ilaç var, bu ilaçların ne gibi fonksiyonları olduğunun, insanlarda ne gibi etkiler yaptığının araştırılması gerekir. Zira insanlar beyin kontrolü yöntemleriyle çok kolayca ulusal güvenliği tehdit eder hale getirilebilir. Özellikle ABD ile ilişkilerimizin çok kritik olduğu bir dönemde, Irak'ta bir Kürt devletinin kurulma girişimlerinin başladığı bir dönemde, PKK canlı bombalarının her yerde cirit attığı yerde, bunun mutlaka gündeme getirilmesi lazım. Aksi taktirde belli noktalardaki kişilerin kim için çalıştığının kontrol edilmesi imkansız hale gelebilir.
Ayrıca bireysel beyin kontrolünün yanı sıra, toplumsal beyin kontrolü de yapılabilir. Toplumsal beyin kontrolünde medya reklamları ve televizyon programlarını görüyoruz. Bunun için insanın algı sistemini çok iyi araştırmış olmak ve insanın eşik altı algı sınırlarını bilmek gerekiyor. Toplumsal zihin kontrolü, eşik altı algılara ya da içgüdülere hitap ederek ve insanlarda çeşitli şartlanmalar oluşturarak mümkün kılınabilir. Sosyal psikoloji bunları araştırmış ve bu bulgulardan bazılarını üniversiteler, bazılarını da reklam şirketleri geliştirmiştir.
Hitler'in kitleleri hitabetle arkasına takması toplumsal zihin kontrolü olarak tanımlanabilir. Özellikle TV programları ile insanları yönlendirebilmek mümkündür. Bu olguyu ABD'de gördüm. Orada insanların apolitizasyonu, çevresinde gelişenleri sorgulamaması bu yöntemlerle sağlanmış. Bu tekniğin kötü örneğini komünist sistemlerde gördük. Komünist sistemlerde temel amaçlardan birisi insanların beyin kontrolünü sağlamaktır; böylece totaliter system insanların şikayeti olmaksızın baştaki bürokrat zümre tarafından uygulanabilir. Bugün emperyalist ve koyu kapitalist sistemlerde de benzer örneklere rastlıyoruz.
Bugün insan beyni ve zihin kontrolü çalışmalarında gelinen noktalar bilinmemektedir. Çalışmaların neredeyse tamamı büyük bir gizlilik içerisinde yürütülmektedir. Hipnoz, kemokontrol, beyin yıkama ve şartlandırma gibi yöntemlerin hangi düzeye geldiği meçhuldür.
Örneğin insan beyni, parasempatik ve sempatik sistemlerin kontrolü altında bulunduğu, üç farklı algılama düzeyinde olabilir. Bunlar üç dönem, tamamen alıcı olduğu, geçiş halinde olduğu ve dış uyanlara, telkinlere kapalı olduğu dönemlerdir. Bu dönemler çevrimsel olarak bir ritimle, aynı sinüs eğrisinde olduğu gibi, siklus çizerek insan bilincine hakim olur. Bu eğrinin ritim periyodu 1-3 dakikadır ve günlük olarak birkaç saatte bir değişir. İnsanın alıcı olduğu dönemlerde parasempatik sistem hakimdir, bu dönem belli ilaçlarla uzatılabilir. Bir olayı veya telkini izleyen kişinin ne zaman alıcı periyotta olduğu bilimsel olarak saptanabilir. Beyin yıkama amacıyla bu yöntem kullanılmaktadır. İnsanlara, onlar farkında olmadan, bir film seyrederlerken veya konuşma sırasında çok kolay olarak telkin yapılabilir.
2023- Bu alanda yayınlanan birçok kitap var. Bu kitapları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ü. Sayın: Beyin kontrolü konusunda yapılan çalışmalarda birçok mantıksız fikirler ileri sürülüyor. T. yayınlarından çıkan “Beyin Kontrolü” isimli kitap bunlardan birisi.
Bu kitaptan bir bölüm okuyayım size:
“Öyle görülüyor ki, elektromanyetik teknolojinin avantajlarından yararlanmak suretiyle, ilginç ve korkunç kullanım sahaları ve projeler gerçekleştirmişlerdir. Örneğin NASA düşmanın beyin dalgalarını uzaktan etki altına alacak teknolojiler geliştirmek konusuna yoğun bir ilgi göstermektedir. Zira böyle bir teknoloji geliştirildiğinde, yani hedefteki düşmanın beyin dalgalarnını yapısı çözülebildiğinde, ilgili ajan, düşmanın düşüncelerini kolayca okumakla kalmayıp düşüncelerini etkileyecek, onun karar verme sürecine de uzaktan müdahale edecektir."
Bunu yazan kişi ne EEG'den anlıyor, ne beyinden, ne de Zihin Kontrolünden. Zira beyin dalgası diye bir dalga yok. Beyin kafatasının dışına dalgalar yollamıyor. EEG, beynin bütün fonksiyonlarının kafatasına yansıyan ve son derece zor ölçülebilen bir elektrofizyolojik ölçütüdür. EEG'de ancak belli bölgelerde oluşan çok ciddi değişiklikleri görebilirsiniz. Mesela sara hastalığındaki büyük değişimler gibi. Yoksa hastalığın haricinde, EEG'den belli bir kelimeyi anlamak mümkün değildir. Buna benzer palavralar birçok kitapta yer almaktadır. Uzaktan elektromanyetik dalgalarla beyin kontrol edilemez. Mikrodalgalarla insanlarda rahatsızlık oluşturmak mümkündür, ama belli bir amaca yönelik olarak insan beynini dışarıdan kontrol etmek mümkün değildir. İnternette bu konu ile ilgili olarak korkunç bir bilgi kirlenmesi var (Detay için EK-3’e bakınız). Bunun nedeni de özellikle istihbarat örgütlerinin kendilerini çok güçlü göstermek istiyor olmaları. Onun için de bir takım yönlendirmelere girişiyorlar ve bilgi kirlenmesine yol açıyorlar.
İnternetten indirilerek çevrilen birçok kitap da bu kapsamda değerlendirilebilir. Ayrıca bu kitaplar hiçbir referans içermiyorlar. Bu konularda referanssız kitap yazmak bilgi kaosuna yol açıyor. Bu da istihbarat örgütlerinin kendilerini yenilmez göstermelerine, "artık her şey sonuçlandı, sizi tamamen kontrol ediyoruz, ister beyninizi ister ordularınızı kontrol ederiz” şeklinde propaganda yapmalarına hizmet ediyor. Tamam, birçok çalışma yapılıyor, ama bunlar yine de sınırlı ve belirli maddeler kullanılarak yapılıyor.
Bu konuda yazılan kitaplara inanmamak gerekiyor. Beyin kontrolü çalışmaları henüz beynin bütün mekanizmalarını çözebilmiş vaziyette değil. Pek çok şizofren hasta bu kitapları okuyup inanarak zihin kontrolüne maruz kaldığına ikna olmuş durumdadır. Bu ise onların tedavi edilemez duruma gelmelerine yol açmaktadır. Bu konu son derece ciddidir ve bütün şizofrenler ile psikotikleri, otomatik olarak işin içine almaktadır. Yani herkeste kontrol ediliyoruz korkusu oluşuyor. Bu da insanlarda bir hezeyan zinciri yaratıyor.
Sonuç itibariyle şunu söyleyebiliriz: 1950’li yıllardan itibaren özellikle istihbarat örgütlerinin üzerinde çalıştığı beyin kontrol mekanizmaları ve beynin işlevleri bütün detaylarıyla bilinememektedir. Ancak birtakım kimyasallar, duyusal yoksunluk ve hipnozla, beyin kontrolü yapılabileceği ve insanların telkine açık hale getirilerek belirli şekillerde yönlendirilebileceği anlaşılmaktadır. Bu tamamen bilimsel bir çalışmanın ilgi alanıdır ve ulusal güvenliği de yakından ilgilendiren bir konudur. Bu konuda bilimsel çalışmaların yapılması ve dünyada hangi noktalara gelinmiş olduğunun araştırılması gerekmektedir. Ama kitlesel anlamda televizyon, film gibi bilinen zihin yönlendirme çalışmalarının dışında, kimyasallar ya da elektromanyetik dalgalarla insan beynini kontrol altına almak mümkün değildir.
Bu ve benzer makalelerim veya televizyon programlarındaki süreğen atışmalar ve tartışmalar devam ederken , 2002 Ekim’inden başlayarak 2006 yılbaşına kadar bu tip tartışmalar sürüyor. Bunlara bir de ‘Kurtlar İmparatorluğu’, ‘Baykuş İmparatorluğu’ gibi zihin kontrolü konularını içeren başka kitaplar da ekleniyor ve tartışmalar alevleniyor. Kurtlar İmparatorluğu filmi de çevriliyor ve özel bir radyoaktif oksijen solutularak farklı kişilik kazandırılan bir Türk kızı ve mafya bağlantılı gizli Türk örgütü Ergenekon, zihin kontrolü masalları ile Fransız kültürü içine Jean-Cristophe Grange tarafından sokuluyor. Baykuş İmparatorluğu (Trance Formation in America) ise filmi çekilemeyecek kadar pornografik! Zihin Kontrolü konusunda 2000-2006 arasında dünya basınında ve sinemasında başka fantezilere de yer veriliyor! Öyle kiartık her dergi ve gazete bu konuya fikse oluyor; bu konularda saçmalayan çok fazla, ayrıca konu basında iyice sulandırılıyor. Birileri bir takım bilgileri farklı vermek istiyor! Sadece bizim basında değil, ‘Da Vinci’nin Şifresi’ ile birlikte tüm dünya medyasında gizli örgütlere ve onun paralelinde de Zihin Kontrolüne karşı ilgi artıyor ve tonlarca dezinformasyon gerek internet, gerek psikolojik savaş aracı Hollywood ve diğer film şirketleri tarafından yayılıyor! Ben de bu konularda gerçekleri ve fantezileri birbirinden ayırarak, nelerin yapılabileceğini, nelerin ise yapılamayacağını farklı dergilerde dile getiriyorum, hedefim D. ve diğer mütareke medyasının çarpttığı ve rezil ettiği sözlerimi düzeltmek ve bilimsel gerçekleri anlatabilmek:
MAX DERGİSİ ZİHİN KONTROLÜ14
“Zihin Kontrolü (Mind Control)” ve “Beyin Yıkama (Brain Washing)” gerçekten mümkün müdür yoksa bir fantezi veya aldatmaca mıdır? Yoksa Psikolojik Savaş’ın bir parçası mıdır? Günümüzde bu sorular sıkça tartışılmakta ve bu sorulara bir yanıt bulunmaya çalışılmakta. Ancak unutulan bir husus var ki zihin kontrolü konusu yıllardır gündemde. Geçmişte birçok zihin kontrolü ve psikolojik savaş tekniği çeşitli amaçlar için kullanılmış ve günümüzde hala kullanılmakta. Zaten son 30 yıldır pek çok istihbarat örgütünün ana hedefi insan beyninin kontrol altına alınması olmuştur. Bu amaç için milyonlarca dolar gizli laboratuvar çalışmalarına ayrılmıştır. Kitaplar tarihte zihin kontrolü ve beyin yıkama operasyonlarına maruz kalmış ve bu konuda ünlü olmuş çeşitli isimler ve olaylarla doludur. Basında son zamanlarda iddia edildiği üzere Türkiye’deki bazı teröristlerin yaratılmasında acaba zihin kontrolü teknikleri mi yatmaktadır?
14 Ümit Sayın ve İpek Kahya, Zihin Kontrolü Mümkün mü?, MAX Dergisi, Ekim 2003, 5 (10): 102-107. Erol Mütercimler’in ‘Komplo Teorileri’ (İstanbul: Alfa, 2005) isimli kitabında benim iznimle bu bölüm yayınlanmıştır.
“Zihin kontrolü” psikolojik teknikleri çok iyi kullanan kültlerin, tarikatların veya istihbarat örgütlerinin uyguladığı bir yöntemdir. Temelinde zihin kontrolü bir kişinin veya insan grubunun davranışını kontrol etmek veya değiştirmek için isteği ve bilgisi dışında uygulanan tüm yöntemlere verilen addır. Diğer bir tanımla, Beyin Yıkama (Zihin kontrolü), bireyin farkında olmadan davranışlarının kontrol edilmesi ve değiştirilmesine girişimde bulunmak ve bu amaçla herhangi bir yöntemi uygulamaktır. Psikolojik Savaş ise çeşitli zihin kontrolü tekniklerini de içine alan daha geniş bir kavramdır. Psikolojik Savaş, insanların beyninde ve toplumsal psikoloji üzerinde sürdürülen savaştır, hedefi “reel olmayan” bir takım yanlış bilgileri propaganda, zihin kontrolü, medyanın kontrolü, toplu telkin ve beyin yıkama ile "gerçekmiş gibi” göstermektir. Böylece düşmanın veya karşıt güçlerin beyninde ve psikolojik tabanında da savaşın kazanılması hedeflenmektedir.
Psikolojik savaşın bazı yönleri şunlardır:
Çeşitli propaganda faaliyetleri.Kendini farklı gösterme, demoralizasyon yaratma ve psikolojik kamuflaj teknikleri.Toplumsal zihin kontrolü.Bireysel zihin kontrolü.İleri tekniklerle Mançurya kobayları (Manchurian Candidate) oluşturma.Toplumlarda veya bireylerde ideoloji değiştirme, toplum mühendisliği veya toplumu tamamen kendi yönünde devşirme yöntemleri.Medyanın ve beyinleri etkileyen tüm araçların kayıtsız şartsız kontrolü.Dezinformasyon yayma ve bilgi kirlenmesine yol açma.
Yukarıda ifade edilen teknikler içerisinde en çok uygulanan psikolojik faaliyet: Propaganda, bireysel ve toplumsal zihin kontrolü, kimyasal maddeler yardımıyla kişinin düşüncelerinin etki altına alınmasıdır.
Toplumsal zihin kontrolü toplumu istenilen doğrultuya yöneltmek, o toplumun kültürünü distorsiyona uğratarak çökertmek veya toplumu istenilen amaçlar doğrultusuna çekebilme amacıyla tüm topluma yapılmaktadır. Toplumsal zihin kontrolüne en güzel örnek Hitler’dir. Hitler’in hitabet sanatını ve diğer teknikleri çok iyi bir şekilde kullanarak kitleleri arkasına takması toplumsal zihin kontrolü olarak tanımlanabilir. Toplumsal zihin kontrolü amacıyla televizyondan, basına, reklamlardan filimlere kadar herşey kullanılabilmektedir. Hedeflenen unsur pek çok motifin toplumun kafasına işlenmesi ve toplumsal düşünme biçimini istenilen doğrultuda biçimlendirmektir.
Bireysel zihin kontrolünden anlatılmak istenen, bir insanın belirli bir ortamda beyin elektrofizyolojisini ve kimyasını etkileyerek, kişiliği ve davranış biçimleri istenen amaç doğrultusında yeniden şekillemektir. İstihbarat örgütleri ve istihbarat örgütleri için çalışan bilim adamları yıllarca insan zihnini kontrol etmek amacıyla çeşitli maddeleri kullanmışlardır. Bu maddelerin çoğu, nörotransmitterleri çok sistematik bir şekilde değiştiren halüsinojenler, amfetaminler ve türevleridir15.
15 Nörotransmitter: Beyinde nöron adı verilen sinir hücreleri arasındaki biyoelektriksel iletimi sağlayabilen mekanizma; bu mekanizma sayesinde beyinde farklı yerlerde farklı özelliklere sahip nöronlar birbirleriyle nörotransmitterler aracılığıyla iletişim kurarak, duygu, düşünce, bilinç, his, saldırganlık, zeka, uyanıklık, yaratıcılık gibi fonksiyonları belirlerler.
Örneğin esrar (THC), sodyum pentotal gibi birçok madde bireysel zihin kontrolü amacıyla kullanılmıştır. THC’nin etkisinde bilinç dışına ait çeşitli bastırılmış motifler, imajlar ortaya çıkar. Güçlü halüsinojenler olan LSD, MDA, STP, Meskalin, PCP, İbogain algılanmakta olna herşeyin distorsiyona uğramasına, renklerin, seslerin veya bilinç dışından gelen her türlü düşüncenin değişmesine yol açarlar. Bu ilaçlarla bir kült içinde insanları transa sokmak ve istenilen amaçlar doğrultusunda kullanmak mümkündür. Sodyum pentotal kemo – hipnoz yapmaktadır ve bunu insanları konuşturmak için kullanmışlardır. Gerçekten kimyasal ajanlar kullanılarak yapay anksiyete, hipnoz, rüya görme hali, ağrıya duyarlılığın artırılması ve azaltılması, hafıza kaybı veya hatırlatma, sersemlik, psikoz, yaratıcı düşünce, aşırı duyarlılık oluşturulabilir.
Beyin yıkama ve ideoloji kontrolünde genellikle şu teknikler kullanılmaktadır:
1. Telkin ve telkine yatkınlık. Gerek hipnoz, gerekse tekrarlanan, ritüelik eylemler uygulanır. Hemen hemen tüm tarikatlar ve kültler bu teknikleri kullanır.
2. Mevcut tüm psikolojik akardengeyi yıkma. Var olan inanç ve bilinç yapısı sarsılır ve kişi kendi oluşturduğu psikolojik savunma mekanizmalarından mahrum kalarak, yeni bir travmaya ve telkine açık hale gelir.
3. Egoyu zayıflatma.
4. Cinsellik. Pek çok tarikat ve kült cinselliği, libidoyu had safhada kullanarak insandaki haz-ödüllendirme mekanizmalarını harekete geçirir. Bu sırada bazı ilaçların (Ekstazi, MDA vb) etkilerinden de yararlanılır.
5. Gizemcilik ve üstün güçlere ulaşma. Gizemcilik, parapsikoloji ve mistisizm hemen hemen her tarikatın ve kültün temel parametre olarak kullandığı unsurdur. Bu yeteneklere ulaşma konusunda bazen ilaçlar veya başka psikolojik teknikler de kullanılır (vecd, meditasyon vb).
6. Eşikaltı algının ve kollektif bilinç dışının, arketipal öğelerin çok sistemli kullanılması. Burada ses, müzik, görüntü, duyma veya görme eşiğinin dışındaki stimülan etkiler, fikirler, filim görüntüleri, klişeleşmiş yapılar ve moda gibi unsurlar kullanılmaktadır.
7. Kimyasal maddelerle beynin normal akardengesinin (hemostasis) yıkılması ve yepyeni bir yapı kurulması.
Mançurya Kobayı (Mançurya Adayı-Manchurian Canditate) ise kendiiradesi dışında, birtakım beyin yıkama seansları, ilaçlar veya hipnozun etkisiyle başkasının istediği eylemleri yapanlara verilen genel isimdir. Mançurya kobayı teriminden hedeflenen; robotlaştırılmış ve her istenileni yapabilen bireyler elde edebilmektir.
OLGULAR:
Tarihte Zihin Kontrolü operasyonlarına maruz kalmış olabileceği iddia edilen olguların bazıları:
John F. Kennedy cinayetinin faili olan Lee Harvey Oswald’ın bir zihin kontrolü operasyonuna maruz kaldığı düşünülmektedir. Lee Oswald’ın MK- ULTRA isimli zihin kontrol projesinde Mançurya Kobayı haline getirildiği iddia edilmektedir. Bilindiği gibi John F. Kennedy cinayeti hiç çözülememiş; cinayetin tüm delilleri ise Amerikan Derin Devleti tarafından yok edilmişti. JFK’in öldürülme projesi, bir Amerikan Derin Devlet projesi olarak kalmıştı, üstelik 5 yıl sonra kardeşi Robert Kennedy de başkanlığa adaylığını koyunca öldürülecekti.
Bir zamanların efsanevi sarışını, filim yıldızı Marilyn Monroe’nun ölümündeki sır perdesi yıllarca kaldırılamadı. Bazı kişiler onun intihar ettiğini bazı kişiler, kitaplar ise bir ABD Derin Devlet Projesi ya da bildiği sırlar nedeniyle bir zihin kontrolü projesi sonucu öldürüldüğünü iddia etti. Ayrıca Marilyn Monroe’nun Cathy O’BRİEN gibi MONARCH projesinde kullanıldığı yapılan iddialar arasındaydı16.
16 MONARCH projesi gerçektir ve var olduğu bilinmektedir. Ama Cahty O’brien’in o projeye dahil edilip edilmediği bilinmemektedir. Baykuş İmparatorluğu bir dezinformasyon kitabına benzemektedir.
Ünlü Manken Candy Jones’un CIA tarafından hipnozla çoğul kişilik oluşturularak yıllarca çift kişilikle yaşatıldığı iddia edilmektedir. “The Control Of Candy Jones” isimli kitapta belirtildiği üzere Candy JONES isimli manken CIA’de (Morse Allen’ın projesi) hipnoz seanslarıyla Mançurya Kobayı deneylerine tabii tutuldu ve çoğul kişilikle yaşatıldı.
Kennedy kardeşlerden biri olan Robert F. Kennedy’nin katili Sirhan Bishara Sirhan’ın da bir zihin kontrolü operasyonundan geçirildiği iddia edilmişti, Sirhan konuşamadan ve iz bırakılmadan öldürüldü.
Jim Jones’un kurduğu Halkın Tapınağı Kült’ünün 910 üyesi 1978’de topluca intihar etti. Jonestown Olayı’nın CIA’in toplumsal bir beyin yıkama olayı olduğu iddia edildi. 910 kişinin biraraya gelerek, siyanür içip intihar etmelerinin hiçbir mantıksal açıklaması olamazdı.
Hare Krishna ve diğer okkült dinsel yapılar bu kültlerin daha az ekstrem olanlarına verilebilecek başka bir örnektir.
1981’de öldürülen John Lennon’un katili Mark David Chapman’ın bir ruhhastası olmasının yanısıra bir MK-ULTRA projesi kurbanı olduğu iddia edilmiştir. David Chapman kendisini John Lennon sanıyordu ve onu öldürürken söylediği sözler ise şunlar:
“ Kanımda hiçbir duygu yoktu. Hiçbir öfke yoktu. Hiçbir şey yoktu. Beynimde ölü bir sessizlik hakimdi. Ölüm, soğuk sessizlik, kalıp yürüyene kadar devam etti. O bana baktı....Beni geçerek ilerledi ve sonra kafamda onu duydum.
O bana tekrar ve tekrar “onu yap, onu yap, onu yap” diye tekrar etti. Mark David Chapman (John Lennon’un katili).
Mark Philips ve Cathy O’brien tarafından yazılan Baykuş İmparatorluğu (Trance Formation of America): Bir CIA Zihin Kontrolü Kölesinin Gerçek Yaşam Öyküsü adlı kitapta Cathy O’brien kendi ağzından yaşadıklarını anlatmaktadır17:
17 Cathy O’brien ve Mark Philips, Baykuş İmparatorluğu, İstanbul: Aykırı Yayınları, 2003. Bu kitap Trance Formation of America isimli kitabın çevirisidir. Kitapta yazılanların gerçek olduğuna inanmak çok zordur. Bu kitabın CIA tarafından psikolojik savaş amacıyla yazdırılmış olma olasılığı da vardır. Psikolojik harpkısmında bir örnek olarak bu kitap da ele alınacaktır. Ayrıca yazmakta olduğum ‘Zihin Kontrolü ve Kara Bilim’ isimli kitapta bu konuya çok geniş yer verilecek ve pornografinin, cinselliğin nasıl Zihin Kontrolü ve Psikolojik Savaş amacıyla kullandığı ele alınacaktır.
“ ...MK – ULTRA Projesi psikolojik travmayı ve çeşitli teknikleri kullanan bir zihin kontrolü projesiydi. Zihin kontrolü altında, kendi özgür irademi, düşüncelerimi denetleme yeteneğimi kaybettim. Ne soru sormayı, ne çıkarsama yapmayı, ne de bilinçli olarak kavramayı becerebiliyordum; sadece bana söylenilenleri yapıyordum.... Katılmak zorunda kaldığım pornografi, daha fazla şiddetlenerek, sado-mazohizmin işkencelerine dönüşmüştü.. Fiziksel ve/veya psikolojik travmalar; uyku, yemek ve su mahrumiyeti; yüksek voltajlı elektrik şoku; ve belirli hafıza bölümlerinin/kişiliklerinin hipnotik ve /veya diğer yöntemlerle programlanması bu projede uygulandı. Projede pek çok halüsinojen ve uyarıcı madde üzerimde denendi....Seks tacirim bütün programlama sürecimi izliyor, kırbacı ve çakısıyla sürekli bana işkence yapıyordu. “Eğer birisine gidip, olanları anlatsan bile, hiç kimse senin gibi birisiyle işim olacağını düşünmez, bu yüzden kaçacak hiçbir yerin yok” diyordu. Beni sık sık “atılabilir” olmamla tehdit ediyordu, çünkü ne de olsa, “İlk Monarch modeli olan Marilyn Monroe bütün insanların gözü önünde öldürülmüş ve hiç kimse ne olduğunu anlamamıştı.”... Birçok ünlü politikacıya, ajana ve daha birçok kişiye fahişelik yapmaya zorlandım. Onlara daha iyi hizmet verebilmek için birçok seks filimi çekildi. Ayrıca uyuşturucu kuryeliğinde beni kullandılar. Kendim de uyuşturucu, uyarıcı ve halüsinojen kullanmak zorunda kaldım. Uyuşturucuların kullanıldığı Satanist ritüellere katılmak zorunda kaldım. Bohem Klübünde üçgen şeklinde bir cam fanusa, içlerinde yılanların da olduğu eğitilmiş hayvanlarla birlikte defalarca kapatılmıştım.”
‘Trance Formation in America’ hakkındaki tartışmalar ben Amerika’dayken 1990’ların sonunda başlamıştı, çünkü kitapta Dick Cheney, Bill Clinton, Bush, Rumsfeld ve diğer NEOCON’lara ait korkuç ve inanılması güç dezinformasyonlar vesapkın (parafilik) cinsel fantazilerle içiçe geçmiş türlü sapışlar ve işkence, insanöldürme ritüelleri (homocide) anlatılmaktadır. Bu kitap büyük olasılıkla CIA tarafından yazdırılmıştır ve içindekilerin gerçeklerle ilgisi yoktur; hedef komplo teorisyenlerininnasıl saçmaladığını göstermek ve komplo teorileriyle uğraşanları ‘hasta’ olarak nitelemektir. Ne yazık ki, Gizli Örgütleri araştıran Talat Turhan gibi bazı ünlü araştırıcılar ve psikolojik harp uzmanları bile bu hataya düşmekte ve yazdıkları kitaplarda bu konuda hiç bir kuşku duymadan, Bohem Klübü ile ilgili olarak bağlantı kurdukları Cathy O’brien’ın hasta parafilik fantezilerine inanmakta, bu anlatılanların gerçek olduğunu düşünmektedirler18. Cathy O’brien ve kocası büyük olasılıkla usta birer CIA elemanıdır. Hedefleri ise dezinformasyondur, kitaplarında anlattıkları büyük olasılıkla berbat bir dille yazmış oldukları aslı olmayan bir hikayedir.
18 Talat Turhan, Faik Kurtulan, Küresel Sermayenin Tapınağı: Bohemian Club, İleri Yayınları, İstanbul: 2006, sayfa: 50-82.
Cem Ersever’in öldükten sonra kanında saptanan halüsinojen maddeler ölmeden önce onun zihninin kontrol edilmeye çalışıldığını mı gösteriyor?
Mehmet Ali Ağca kimin emriyle ve hangi unsurların etkisiyle Papa’ya suikast düzenledi? Mehmet Ali Ağca acaba bir Zihin Kontrolü operasyonundan geçirildi mi?
PKK, Tunceli ve Sivas’ta adeta canlı bombaya dönüşen ve patlayan, Diyarbakır’da patlamadan yakalanan PKK militanlarının beyinleri ilaçlarla mı kontrol ediliyor? Bu konuda askeri istihbarattaki pek çok yetkili, PKK teröristlerinin ilaçlanmış olabileceğinden bahsetti. Ayrıca PKK ile sıcak çatışmaya girenlerin özellikle gece çatışmalarında hiç uyumadıklarından ve süreğen bir biçimde mücadele edebildiğinden bahsettiler, bu şunu gösterir, PKK’yı kuran Alman dostları ve yıllarca destekleyen Amerikalı dostları ve CIA, PKK’ya metamfetamin gibi uyarıcılar sunmuş olabilir, bu da bireysel olarak PKK’lıların uzun süre uyumadan ve dirençli olarak terörist gerillasavaşı yapmalarını sağlayabilir. Ayrıca askeri istihbaratçılar, çok net olarak yakalanan bazı canlı bombaların zihinlerinin çok yerinde olmadığını, farklı bir bilinç halinde olduğunu vurgulamışlardır. Yani Amerika bu insanları ilaçlayıp ve kimyasal zihinkontrolüne tabii tutup bizim saflarımıza yollamakta olabilir!
Bu nedenle, kimyasal vediğer yöntemlerle yapılan zihin kontrolünün araştırılması ULUSAL GÜVENLİK AÇISINDAN çok önemli bir konudur!
İBDA-C örgütünün lideri Salih Mirzabeyoğlu’nun (Salih İzzet Erdiş) avukatı H. Y.n’in web sitesinde açıkladığı iddialar değişik, ama çok uçuk :
“Mirzabeyoğlu NSA (Amerikan Ulusal Güvenlik Teşkilatı) tarafından birtakım gelişmiş teknikler sayesinde kontrol altına alınmış”. Mirzabeyoğlu’nun yeni yayınlanan Telegram: Zihin Kontrolü isimli kitapta böyle benzeri yöntemlerle zihninin kontrol edildiği belirtilmekte. Acaba Mirzabeyoğlu gerçekten de yabancı istihbarat örgütleri tarafından çeşitli yöntemlerle kontrol altına alındı mı?
Şeriatçı bazı tarikat ve organizasyonlar beyin kontrolü tekniklerini kullanıyorlar mı? Gerçekten de eldeki veriler pekçok şeriatçı tarikatın ve terör örgütünün zihin kontrolü tekniklerini kullandığını kanıtlıyor.
SONUÇ:
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz, bilim adamları ve istihbarat örgütleri tarafından yıllardır üzerinde çalışılan beynin işlevleri ve beynin kontrol mekanizmaları halen bütün detaylarıyla bilinmemektedir. Ancak birtakım kimyasallar, duyusal yoksunluk yöntemleri, psikolojik travma ve davranış değiştirme yöntemleri, hipnoz vb.ile beyin kontrolü bir ölçüde yapılabilmekte ve insanlar telkine açık hale getirilerek belirli şekillerde yönlendirilebilmektedir. Bu tamamen bilimsel bir çalışma alanıdır. Fakat konu çok detaylı araştırılmak ve incelenmek zorundadır, çünkü stratejik noktalardaki bazı görevlilere benzer etkilerin yapılması her zaman mümkündür. Ancak kitlesel olarak televizyon, filim gibi bilinen zihin yönlendirme çalışmalarının dışında kamuoyunda birtakım kişiler ve gruplarca ısrarla ifade edilebildiği gibi elektromanyetik dalgalarla, cinlerle, parapsikolojik yöntemlerle ve dinsel birtakım bedensiz varlıklarla insan beyninin kontrol altına alınması mümkün değildir, bu iddiaların bilimsel hiç bir tabanı yoktur. Bu fikirleri savunan kişiler bizzat yabancı istihbarat birimlerinin kontrolü altında uluslararası bir psikolojik savaşın parçası olarak bu iddiaları sürdürmektedirler. Ayrıca bu iddiaların büyük çoğunluğu ciddi bir psikiyatrik rahatsızlığın da bir belirtisidir (örn. Paranoya, şizofreni, psikoz, paranoid reaksiyon vb.)
N’CİLER NEDEN BU KONUYLA ÇOK İLGİLENDİLER?N. EVLERİNDE CIA ZİHİN KONTROLÜ OPERASYONLARI
Şeriatçı N’cilerin bazılarına N. Evlerinde, CIA, DIA ve NSA kökenli Zihin Kontrolü operasyonları yapılmış olma ihtimalini bildikleri ve konunun boyutları konusunda emin olamadıkları için bu konularla çok ilgilendiler; çünkü uzaktan böyle bir zihin kontrolü mekanizmasının olup olmadığı bu gruplar tarafından en çok sorulan soruydu. Aslında bazı N.ciler başlarına o evlerde birşeyler geldiğinin bilincindeydiler, ama adını telaffuz edemiyorlardı. N. Evlerinde N.cilere yabancı istihbarat birimleri tarafından sanrı gördürücü maddeler verilmiş olma olasılığı sanırım hepsini korkutmaktadır ve araştırmacı yazar Aytunç Altındal, Dr. Necip Hablemitoğlu’nun ve diğer istihbaratçıların söylediği gibi bu evlerde yabancı istihbarat örgütleri Zihin Kontrolü operasyonları yapmıştı.
Bu konuda ilk saptamaları yapan değerli araştırıcı, yazar Aytunç Altındal19 ve rahmetli Dr. Necip Hablemitoğlu’dur. N.cilerin evlerinde CIA kökenli halüsinojenlerin ve olası diğer tekniklerin deneklerden ve müritlerden habersiz, gizlice operasyonal amaçlarla kullanılmış olma ihtimalini benimle Amerika’dayken haberleşen Necip Hablemitoğlu ile 1999’da birlikte düşünmüştük. Bu kanıya o deneyimlerden geçen bazı kişilerle konuştuktan sonra varmıştık. Ayrıca kimyasal yöntemlerin haricinde başka yöntemler de kullanılmış olabilirdi. Ama bu evlerden geçenlerin bir kısmının sağlıklı bir psikolojide olduğunu söylemek zordur. Konu Adli Tıp yapılarına intikal edip de bu operasyonlar günün birinde açığa çıktığında, bu evlerden geçmiş kişilerin yönetici olmalarının yasaklanıp, yasaklanmayacağı gündeme gelebilir.
19 Aytunç Altındal’ın bu kitap için bana anlattığına göre, bu operasyonların ilk kez farkına varan Osman Nuri Koçtürk isimli bir bilim adamıdır ve 1972-1973 yılında ilk zihin kontrolü operasyonlarından bahsettikten sonra Üniversiteden uzaklaştırılmıştır. Bu dönemde Phoenix operasyonu adı altında bir operasyonu ortaya çıkaran Aytunç Altındal, güney Doğu Anadolu’da yakalanan iki Amerikalı’nın üzerinde bulunan LSD ve hapların ne olduğunun tespit edilememesi, bu kişilerin bırakılmasına yol açmıştır. Aytunç Altındal,Türkiye’de Zihin Kontrolü operasyonu yapıldığını ve bu operayonların 1960’li, 1970’li yıllarda başlayıp, bu güne kadar özellikle şeriatçı bazı tarikatlarda ve N. Evlerinde sürmekte olduğunu teyid etmiştir.
1956-2006 arasında tam kırk yıl boyunca CIA’in bu tip operasyonları Türkiye’de ve diğer ülkelerde sürdürmüş olma ihtimali vardır. Uzun süre kendine hasdini külliyatlarını okuyan kişilerden bazıları bir gece ansızın, ermektedirler (!). Yani bir gece içeceklerine veya veya kutsal bir yiyeceğe FBH oluşturucu bir madde katılmış olabilir (bu herkes veya her N. Evi için geçerli değildir!); ya da bu kişiler bir psikoz geçirmektedirler.
Bahsedilen etkileri rahmetli Necip Hablemitoğlu ile birlikte tartışmıştık. Bu operasyonlarda bilinen veya hiç bilinmeyen ve mistik hezeyanlara, psikoza yol açıcı psikotomimetik (psikoz oluşturucu) maddeler olabileceği konusunu konuşmuştuk; bilmediğimiz başka yöntemler de uygulanıyor olabilirdi! Etkilerin bir kısmı Cumhuriyet Gazetesinin ilk sayfasında bile çıkmış, bir mistik psikozu andıran ifadeler, N. evlerinde yaşayan kişiler tarafından anlatılmıştı. Öyle ki, ‘tavanın aniden açılması, bir merdiven sarkması, Melekleri görmek, birden erdiğine inanmak, kutsal yaratıklarla irtibata geçmek, Allah ile konuşmak!’
Bu konuda bilgisi olan, deneyim yaşamış kişiler ve itirafta bulunmak isteyen bizlerle temas kurabilir.
Daha sonra konuyu detaylı araştırınca benzer operasyonların başka ülkelerde de yapılmış olabileceğini gördük. Bu kimyasal zihin kontrolü operasyonlarında mistik bir takım deneyimler yaşayan kişilerin temelde hissettikleri aşağıdaki gibi sıralanabilir:
Zaman algısının değişmesi (LSD, THC, İbogain vb. veya psikoz)
Güçlü bir mistik deneyim (LSD, Psilosibin, Meskalin vb. veya mistik psikoz)Melekler ve Allah, Saidi Kürd-i veya Şeyh ile konuşmak (LSD, psilosibin vb. veya psikoz)Cisimlerin boyutlarında değişiklik (LSD veya diğer halüsinojenler veya psikoz)Ses duymak (psikoz veya temporal bölgede etkisi güçlü halüsinojenler veyapsikoz, şizofreniform reaksiyon, psikozda ve şizofrenide en sık görülen ses duymadır.)Ortamın aydınlanması, farklı ışıkların görülmesi, yazıların veya duvardaki resimlerin canlanması (LSD veya psilosibin veya psikoz)Kendini çok yetkin hissetmek, Görevi olduğunu ve Tanrı tarafından bir görevle görevlendirildiğini düşünmek (yüksek doz metamfetamin, LSD, DOM, Psilosibin, Meskalin vb.veya Psikoz)Kendini ermiş hissetmek (LSD, ibogain vb. veya psikoz)Geçmişe gitmek, geçmişteki olguları veya olayları hatırlamak (LSD,ibogain, THC, bu etki pek psikozda görülmez)
Daha sonra bu eğitimlerden geçmiş bazı kişiler benzer deneyimler anlattılar. Bazıları yukarıdaki kadar keskin belirtiler vermeseler de, daha hafif, orta derecede farklı bilinç halleri yaşayan ve tüm hayatı değişiyor, tarikata tamamen bağlanıyorlardı. Ayrıca N.’cilerin en büyük özellikleri Amerikancı olmalarıydı. Amerika’dan vazgeçemiyorlardı. İlerdeki çalışmalarda bu olayların detaylarına fazlasıyla değineceğiz.
Araştırmacı, yazar ve gizli örgüt uzmanı Aytunç Altındal ile Şeriatçı Cemaatlerin Birer CIA Operasyonu Olduğuna Dair Söyleşi20:
20 Bu söyleşi Haziran 2006 tarihinde Aytunç Altındal ile Maçka-İstanbul’da yapılmıştır. Bu bilgiler Aytunç Altındal’ın izniyle yayınlanmaktadır. Değerli hocam Aytunç Altındal’a yardımları ve verdiği bilgiler için teşekkür ederim.
Soru: Dinci Cemaatlerde ve Türkiye’de kimyasal veya başka yöntemlerle Zihin Kontrolü operasyonları yapılıp yapılmadığı konusunda ne düşünüyorsunuz?
Aytunç Altındal: Konuyu 1970’li yıllardan beri izleyen bir araştırıcı olarak Türkiye’debu operasyoların yapıldığını söylebilirim. Özellikle bahsettiğiniz N. Evlerinde bu operasyonların yapıldığını ve X. Efendiye bile bazı drogların gizlice verilmiş olabileceğini düşünüyorum.
Soru: Bu konudaki bilgileri nasıl elde ettiniz?
Aytunç Altındal: 1992 veya 1993 yılında hükümetin başbakanının başdanışmanı K.Y. beni aramıştı bir tarikatın lideri X. Efendiyle görüşür müsün diye? Bir kaç kez reddetmeme rağmen sonunda başbakanın talebi üzerine kabul ettim. Bu kişiyle görüştüm. Bu konudaki tibbi deneyime sahip kişilerle de konuştuğum üzere, bu şahısa sürekli drog verilmiş olma ihtimali çok muhtemeldi. Adama ‘nasılsın?’ diyince,‘saatin ne güzel!’ diyince bile başlıyordu ağlamaya, ya bu adam psikiyatrik bir vak’a dedim, ya da birileri bunu ilaçlıyor. Normal bir psikoloji değildi bu! Kendisiyle normalbir diyalog kurmak bile mümkün değildi. Bu cemaati daha sonra incelediğimizde, N. Evleri dediğiniz evlerde benzeri kimyasal ve diğer zihin kontrolü operasyonları yapılmış olma ihtimalinin kuvvetle muhtemal olduğunu düşünüyorum.
Soru: Sizce Türkiye’de CIA’in Zihin Kontrolü Operasyonları yapıldı mı hiç?
Aytunç Altındal: 1968-1970’lerde Phoenix operasyonu adı altındaki bir operasyonu zaten keşfetmiştik. Bu konuda iki Amerikalı yakalanmıştı, üzerlerinde LSD ve diğer bazı haplar vardı. Hiç birşey yapılmadan serbest bırakıldılar, Türkiye bu maddelerin ne olduğunu çözemedi. Çözseydi de bir şey yapmazlardı. O dönemlerde başlamışlardı Türkiye’de kimyasal veya diğer yöntemlerle zihin kontrolü operasyonları yapmaya.
Soru: Sizce N. Evlerinde ve dinci bazı tarikatlarda insanlarda zihin kontrolü operasyonları yapmak maksadıyla, halüsinojenler ve diğer maddeler kullanılmış olabilir mi?
Aytunç Altındal: Evet, ben N. Evlerinde ve bu tip yabancı istihbarat birimleri tarafından kontrol edilen ve Türkiye’nin düşmanı haline getirilmiş olan bazı tarikat ve cemaatlerde bu tip maddelerin ve tekniklerin denenmiş olduğunu düşünüyorum!
3TARİKATLARDA, CEMAATLERDE,KÜLTLERDE VE SATANİZM’DE SOSYAL ZİHİN KONTROLÜ
TARİKATLAR VE KÜLTLER
Sosyal zihin kontrolü operasyonlarına en iyi örnek CIA ve Derin Devletler tarafından oluşturulmuş olan bazı tarikat ve kültlerin teşkil eder. Bu tarikatların ve kültlerin temel yapıları incelendiğinde bazı katı ve ana özellikler görülür:
. Bireyler (müritler) katı bir biçimde kültün ve tarikatın felsefesine ve dünya görüşüne inanırlar.. Bireyler sanki birer robot gibi guruların veya liderlerin emrettiklerini yaparlar. Örneğin metroya sarin gazı atmak, toplu intihar etmek veya bir satanik törende Sharon Tate’ı öldürmek gibi. Kayıtsızl şartsız o kült veya cemaat için çalışmak, malını oraya bağışlamak, gerektiğinde Danıştay gibi kurumlara saldırıp, cinayet işlemek gibi.. Bireyler bu kült veya tarikat içinde pek çok savunma mekanizmalarını tatminederler, sevgi, dostluk, bütünleşme ve huzur bulurlar. Tüm gelirlerini bu organizasyona vermeye hazırlardır.. Bireyler bu kült veya tarikatta bulunmakla bazı parapsikolojik ve doğa ötesi özelliklere kavuştuklarını savunurlar. Örneğin uzaylılarla temas etmek gibi, mistik birtakım bağlantılar gibi, mistik psikoz yaşayan da çoktur.. Bireylerin çoğu aslında paylaşılmış, kontrollü bir psikozu yaşamaktadırlar. Dolayısı ile bu kültlerin yapısının ve insanları böylesine robotlaştıran mekanizmaların yapısımutlaka incelenmelidir. Bu koşulları oluşturan sistem büyük olasılıkla istihbarat örgütlerinin bir deney alanına girmektedir.. Bireyler guru, şeyh ve cemaat lideri veya liderler için herşeylerini feda etmeye hazırdırlar. Buna hayatları da dahildir. Satanist kültlerde cinsellik ve bu konuda kullanılma daha ön planda gelir.. Bireyler tam bir kabul etme, kendini bırakma, telkin ve bundan mutlu olma bilinç hali içindedirler. Bu etkilerin insan bilincinde, üstelik bilim eğitimi görmüş insanlarda bile (Aum tarikatında olduğu gibi) nasıl oluşturulabildiği çok meçhuldur. Bu konu psikiyatri veya nörobilim tarafından çözülmüş değildir.
Yukarıdaki koşulları bir sosyal kapalı sistemin bireyleri üzerinde sadece yazılı veya sözel ideoloji ile oluşturmak mümkün olamaz. Beyin yıkama, telkin mutlaka etkilidir, ama henüz açıklanmamış ve bilinmeyen sosyal zihin kontrolü mekanizmalarının da var olma ihtimali vardır. Bu konularda araştırma yapan psikiyatrist, psikolog veya nörobilimciler zaten istihbarat örgütleri adına çalıştıkları için hiç bir bulguyu yayınlamazlar ve bu bilgiler, sonuçlar gizli bilimin birer bulgusu olarak sınıflanmış (classified) arşivlerde kalır. İsterseniz tarikatların veya satnistlerin ne kadar psikoza kayarak, patolojik bir ruh yapısına gelebileceklerini ve sosyal olarak tamamen kontrol edilebilen bir kitleye nasıl dönüşebileceklerini örnekleriyle görelim.
Heaven’s Gate ve Beyni Yıkanmış Ölüm Kültleri
22 Mart 1997, Cumartesi gecesi “Heaven’s Gate” (Cennetin Kapısı) kültünün 39 üyesi siyah spor takımlarını ve siyah Nike spor ayakkabılarını giyerek ölüme yattılar. “İntihar Projesi” üç safhada gerçekleştirildi: önce 15 kişi yüksek doz fenobarbital ve vodka içerek intihar etti, sonra arkadaşları onların yüzlerini ve vücutlarını kaplayacak bir biçimde mor bir örtüyle örttüler (mor New Age’de farklı bir boyuta geçenlerin sembolik rengidir ), sonra 15 kişi sonra da geri kalanlar aynı yöntemle intihar etti21. Gün astrolojik olarak ideale yakın seçilmişti, bir kere İsa’nın göğe yükselmesinin kutlandığı Easter’a az kalmıştı, Hale-Bopp kuyruklu yıldızının dünyaya en yakın olduğu gündü, üstelik dolunay vardı ve Amerika’da kısmı ay tutulması olmaktaydı. Hale-Bopp kuyruklu yıldızının arkasından gizlice geçmekte olan dev bir uzay gemisindeki uzaylılara “oto-stop yapmanın” tek yolu da bu dünyadaki etten kemikten yapılmış “container”ları (kapları) geride bırakmaktı. Hem kültün lideri Marshal Herff Applewhite, müritlerine karaciğer kanseri olduğunu, yakında öleceği yalanını söylemişti.
21 “Inside the Web of Death Cult” , Time Magazine, April 7, 1997, s: 28-36; “The Web of Death, The NextLevel”, Newsweek, April 7, 1997, s: 28-43
1970'ler de New Age (Yeni Çağ) akımıyla başlayan “Heaven’s Gate” kültüne 1000'ne yakın taraftar değişik zamanlarda katılmış ve ayrılmıştı. Geri kalan 26 yaşla 72 yaş arasındaki 39 kişinin (21 kadın, 18 erkek) çoğu yaklaşık 20 yıldır kültün içindelerdi. Sonuçta kültün tüm üyeleri, kurdukları Internet Web Sitesinde de söyledikleri gibi APOKALIPS’in (Apocalypse:dünyanın sonu) veya ARMAGEDDON’un (iyi ile kötü arasındaki son savaş) yakında geleceğinden bahsediyorlar, hazır UFO’lar da dünyaya yakın geçmekteyken, bir “sıçrayışla” “YÜKSEK BOYUTLARA” atlıyorlar; SIRIUS gezegenindeki ebedi vücutlarına geçiyorlardı. Üstelik giderlerken çektikleri video filimlerinde çok mutlu olduklarından bahsediyorlar, birbirlerine mutluluk gülücükleri dağıtıyorlardı. Erkek üyelerden 7’si Applewhite gibi uzun süre önce kastre edilmişti. Aslında homoseksüel eğilimleri yüzünden 1970'lerde Marshall Applewhite’in başı belaya girmişti, cinsel frustrasyonunu sonunda kendini kastre ederek yok etmeye çalışan Applewhite, tüm müritlerinin de “yüksek boyutlara” çıkarken cinsellikten arınmasını istiyordu. Müritleri ona bir Tanrı gibi tapıyorlardı, onsuz yaşamaktansa ölmeyi seçecek kadar hipnotize olmuşlardı. Onun ikinci İsa olduğu inancı tümgrupta hakimdi. Neydi bunca insanı bu kadar tutarsız ve şaçma düşüncelere inandıran?
2000 yılından sonra Marshall Applewhite’ın grubunun bir CIA deneyi olduğu ortaya çıkıncaya kadar insanlar Marshall Applewhite’I insanları etkilemiş bir guru veya karizmatik bir lider olarak tanıdı. Ama aynı Jonestown olayında olduğu gibi ‘Heaven’s Gate’ de tarihe CIA operasyonlarından biri olarak geçecekti. Öyle ki, tarikatlar, satanik kültler ve benzeri organizasyonlar kuran istihbarat örgütleri bazı New Age (Yeni Çağ) akımlarında yaptıkları gibi insanlardaki telkine yatkınlık ve sosyal psikoloji deneylerini gerçekleştirmek için MK-ULTRA’nın veya Pandora projesinin devamını sergilemek için böylesi bir operasyona girişiyor ve deney bitince kişileri mutlu bir şekilde intihara sürüklüyordu. Öncelikle Amerika’da kontrollü ilaç olan fenobarbitali bu yaşlı insanların nasıl bulduklarını kimse sorgulamıyordu.
İşin garip ilginç yönlerinden birisi, ömür boyu hapse mahkum ünlü kült lideri, katil Charles Manson, Heaven’s Gate üyeleri intihar ettiğinden bir gün sonra affedilmesi için mahkemeye başvuruyor; ertesi gün de televizyonlara çıkıp, Internette WEB sayfası açtığını açıklıyordu. Heaven’s Gate’in niye intihar ettiği sorusuna da “Bu ermişler bizim zamanımızın çok ötesindeler, siz onları anlayamazsınız” diyordu; acaba, UFO’lardan bir mesaj da Charles Manson’a mı gelmişti? Yoksa benzer çizgide Satanist bir tarikat kurarak 5 kadına Sharen Tate’i öldürten Manson da mı benzeri zihin kontrolü operasyonlarının bir parçasıydı?
Aslında uzun süredir internette Hale-Bopp kuyruklu yıldızının arkasında bir şeyler görüldüğü yazılmaktaydı. Ama astro fizikçiler Hubble teleskobundan elde ettikleri görüntülerle bunun sadece başka bir yıldız olduğunu söylüyorlardı. Ama şu bir gerçek ki Amerika’da en az bir kaç milyon insan, UFO’ların sürekli geldiğine, Hale-Bopp’un arkasında UFO olduğuna ve “Heaven’s Gate”in üyelerinin bu UFO aracılığıyla başka bir boyuta gittiğine inanıyor. Bunun nedenlerinden birisi hemen her kanalda sürekli UFO’larla ilgili dizilerin, filimlerin ve yayınların var olması. Artık bu kanallar sıradan insanları UFO’ların varlığına inandırmış durumda.
UFO’lar Amerikan hükümetinin 1950'lerde başlayan ARTHICHOKE projesi gibi bir “ZİHİN KONTOLÜ” projesinin bir parçası olmasın? UFO’ların varlığını reddeden tek kanal bilimsel “Discovery Kanalı”, bu kanala göre UFO olgularının çoğu insan uydurması, yanılgısı, illüzyonu veya halüsinasyonu. Tespit edilen gerçek UFO vakaları da aslında Amerikan hükümeti, istihbarat örgütleri ve NASA tarafından kontrol ediliyor. Yani aslında UFO’lar özel kovert operasyonlar için geliştirilmiş uçan disk biçimindeki cisimler. UFOloji de yaratılan bu tarikatlardan birisi haline gelmiş durumda!
Amerika’da hristiyanların ve Protestanların gücünü bir ölçüde yitirmesinden sonra mantar gibi New Age dinleri, ve UFO hikayeleri bir alternatif olarak birileri tarafından sunuluyor ve insanlara ölüm sonrası ile ilgili umutlar veriyor. UFO’lar ve uzaylılara ait bilgiler o kadar günlük hayatın içinde ki saf, inanmaya yatkın bir insan çok kolay bu kültlerden birinin içinde bulup kendini yitirebilir. Bir yanda Amerikan Kapitalizminin getirdiği katı materyalizm ve acımasız koşullar, yalnızlık, bir yanda da bu kültlerin sunduğu geleceğe hatta ölümden sonraya ait umutlar vaad eden ve sıcak ortam. Bazı New Age dinlerinin ve Ufolarla ilgili tarikatların da devlet tarafından desteklendiği, hatta oluşturulduğu biliniyor.
2001’li yıllara yaklaşırken bir çok apokalips masalı anlatılıyordu, fakat 2001 yılında dünyanın sonu gelmedi. Şimdi dünyanın sonu 2012’ye ‘Marduk’la Randevüye’ ertelendi. Bu masalların tümü aslında insanların belli bir inanç ve hedef doğrultusunda yönlendirilmesidir.
Yakında daha pek çok “Apokalips”çi kült intihar edecek. Örneğin, 1994'ten beri “The Order of the Solar Temple” (Güneş Tapınağı Düzeni) isimli New Age (Yeni Çağ) kültüne ait 74 kişi Kanada, İsviçre ve Fransa’da intihar etti. Yine gerekçe dünyanın sonunun gelmek üzere olmasıydı. New Age peygamberleri yaklaşık bir 20 yıldır, 2000 yılının ilkbaharında dünyanın ekseninde değişim olacağından ve büyük dogal felaketlerin insanları beklediğinden bahsetmekteydiler, ama felaketi emperyalist güçler getirdi, doğanın kendisi değil! 11 Eylül 2001 saldırısı halen hafızalarımızda22! Amerikan TV’lerinde UFO’lar tarafından kaçırıldıklarını söyleyen insanlar 1990’lı yıllardan beri uzaylıların onları kaçırıp, uyardıklarını, Orta Amerika’ya (Puerto Rico’ya) dev bir göktaşının düşeceğini ve Amerika’yı seller basacağını söylemekteler. Hiç derinlemesine düşündünüz mü, birer psikolojik savaş ve zihin kontrolü projesinin parçası olan yeni ‘Apokalips Kültlerinin’ neden derin devletler tarafından sürekli topluma pompalandığını? Ya da bu iddiaların veya bilgilerin kimlere hizmet ettiğini?
22 Ümit Sayın, Gizli Örgütler, 11 Eylül ve Büyük Ortadoğu Projesi, İstanbul: Neden Yayınları, 2006.
Son olarak MARDUK’çular türedi, bazı popülist ve meşhur olma meraklısı yazarlar Marduk isimli bir gezegenin 2012’de Dünya’ya çarpacağından bahsedip, gizli-ezoterik bir tarzla bunu eski yazıtlara bağlamaya çalıştılar. Aslında 1995’te de Amerika’da bu tipte televizyon programları izlemiştim, UFO’lar gelip Meksikalılara bir göktaşının orta Amerika’ya çarpacağından bahsediyorlardı. Sözde UFO’ların görüldüğü bu bölgeler hemen turistik ziyaret bölgesi haline getiriliyordu. Yeni Mardukçular, bir zamanlar 1999 veya 2001 olarak belirlenen dünyanın sonunu, şimdi 2012’lere taşımışlardır. Bu yöntemle psikolojik savaş yapanMOSSAD, CIA veya diğer istihbarat örgütleri , aslında her şeyi yapmaya hazır ve yakın gelecekte dünya yok olacağı için, her türlü yeni, ekstrem düşünceye açık insanlarprogramlayabilmektedir.
18 Kasım 1978'de Jim Jones, Guyana’da kurmuş olduğu Halkın Tapınağı isimli mezhepten 911 kişiye siyanür içerek intihar etmeleri emrini verdi, onlar da bu emri yerine getirdiler. 911 kişi hiç bir mantıklı neden olmadan, önlerine konan zehiri itirazsız içtiler veintihar ettiler (daha sonra kimsenin aslında siyanür içmediği, ama toplu bir katliam yapılmış olduğu söylendi!). Jim Jones onları birer zombi, yaşayan ölü ve kayıtsız şartsız köle haline getirmeyi başarabilmişti. Jim Jones da sonra beyninde bir kurşunla ölü bulundu. Jim Jones hem Lenin’in hem de Manson gibi İsa’nın ruhunu taşıdığını iddia ediyordu. Jim Jones’un CIA hesabına çalıştığı ve Jonestown’ın CIA’in bir zihin kontrolü projesi olduğu yıllarca iddia edildi bu konuda kitaplar yazıldı23 . Evet ne olmuştu da 911 kişi böylesine koordine olarak intihar etmişti veya bu insanlar Guyana’da bir ormanın içinde başka sosyal deneylere mi tabii tutulmuşlardı da, zamanı gelince yok edilmeleri gerekmişti?!
23 Deickman John, Editor, Beyond Jonestown: sensitivity training and the cult of mind control, Torrence-California: Noontide Press, 1981; Kilduff Marshal and Ron Javers, The Suicide Cult, Bantam Books, 1978, N.Y. ; Tim Reiterman, The Untold Story of Reverend Jones and his People, N.Y.: E.P. Dutton Books, 1982.
Yapı bakımından “Heaven’s Gate” ve “The Order of Solar Temple” ile Jonestown birbirine çok benzemekte; ilk önce bu benzerlik açığa çıkmamıştı, ama 2000’li yıllardan sonra bu toplu intihar vakalarının aslında bir kaç benzer projenin devamı olduğu iddia edildi. Eğer bunlar MK-ULTRA ve devamındaki MK-NAOMI, Pandora, ARTHICHOKE projelerinin devamı iseler CIA ve diğer istihbarat örgütleri hedeflerine büyük ölçüde ulaşmışlar demeklerdir. Eğer bu intiharlar toplu katliam veya veya başka biçimde gerçekleşmiyorsa! Jonestown çok detaylı incelenmesi gereken sosyal deneylerden birisidir.
Bu KIYAMET GÜNÜ kültlerinin hepsinin ortak savunusu, dünyanın sonunun hazin bir biçimde yakında geleceği; ama neden ölmek istiyorlarsa, kıyamet gününü bekleyip de ölmedikleri, intiharı seçtikleri pek kendi kaynaklarında bile açıklanmış değil!
Benzer bir deneyin “Aum Shinrikyo” tarikatının kurucusu SHOKO ASAHARA tarafından 1994-1995'te Japonya’da tekrarlandığına şahit oluyoruz. Çoğunluğunu bilim adamlarının ve üniversite öğretim üyelerinin oluşturduğu bir tarikat kuran yarı kör, Hitler hayranı, Budist Shoko Asahara 30 bin kişiyi arkasından sürükleyecekti24 . Asahara yine aynı “ARMAGEDDON” saçmalıklarını savunuyordu; dünyanın sonunun yakında geleceğinden, büyük savaşların olacağından bahsediyor; buna önlem olarak da kurduğu mezhepteki insanlara tonlarca sarin gazı imal ettiriyordu. 1995'te Tokya’daki metrodagerçekleşen sarin gazı saldırısı büyük ihtimalle, olayı yakından izleyen başka istihbarat örgütleri tarafından kültün bazı üyelerine düzenlettirildi ve ASAHARA’yı ortaya çıkarmayı hedefliyordu.
Sarin gazı; 1 - 10 dak. içinde etki eder ve 15 dak. içinde kesin ölüme yol açar. Yaklaşık bir litrelik sıvılaştırılmış Sarin gazı içeren bir şişe ortama bırakılırsa binlerce kişi ölebilir. Havadan serpilirse bu sayı milyonları geçebilir, ayrıca etkisi ortamda çok uzun süre kalabilir. Tokyo’da metroya atılan Sarin gazı 12 insanın ölümüne, 5 500 kişinin yaralanmasına yol açmıştır. Aum Shinrikyo tarikatını kuran Shoko Asahara, üyelerine tonlarca Sarin ve diğer kitle imha araçları imal ettirmiştir, fakat metroya atılan Sarin gazının saflık derecesinin yetersiz olduğu ispatlanmıştır. Eğer gerçek Sarin gazı atılmış olsaydı ortamdaki 50 bin kişinin 15 - 30 dakika içinde ölebileceği tahmin edilmektedir. 1994 ve 1995 yıllarında ise tarihin en ciddi kimyasal terör vakaları meydana gelmiştir. Aum Shinrikyo tarikatınca 1994 yılının Haziran ayında Japonya’nın Matsumato Kasabası’nda ve 1995 yılının Mart ayında ise Japonya da metroda sarin gazı saldırısında bulunulmuştur. Toplamda 18 kişi ölmüş ve 6000’den fazla kişi yaralanmıştır Aum’un 50 tonluk fosfor triklorid, birçok 55 galonlukisopropil alkol ve biraz da 10 tonluk sodyum florid’e sahip olduğu iddia edilmiştir. Bunlar kimyasal endüstride kolayca satın alınabilen maddelerdir. Bunlar kullanılmış olsaydı metro saldırısından 10 kat daha fazla zarar verebilme kapasitesine sahip olunabilirdi şeklinde değerlendirme yapılmıştır25 . Yüzlerce Japon bilim adamını yarı kör ve Hitler hayranı bir deli nasıl Sarin gazı ve nükleer silah imal etmek için Budist felsefeyi kullanarak ikna etmiştir? Yoksa bu olayların arkasında başka sosyal deneyler ve başka istihbarat örgütleri mi vardır? Bahsettiğimiz olayların arkasında ciddi planlı bir Zihin Kontrolü ve Kara Bilim projesi olduğu kesindir! Bu olgular ve oluşturulan tarikatların geldikleri noktalar, insanlara yaptırılanlar bize zihin kontrolü konusunda sosyal deneylerde bayağı bir yol katedilmiş olduğunu göstermektedir.
25 Eric Croody. Chemical and Biological Warfare: A Comprehensive Survey for the Concerned Citizen, New York, Copernicus Books, Springer-Verlag, 2002.
Aum Shinrikyo da Halkın Tapınağı Mançurya Kobayı (Manchurian Canditate) yetiştiren bir külttü.
Reverend Sun Myung Moon’un kurmuş olduğu Unification Church (Birleştirici Klise) de 1970'ler de benzer bir kült oluşturmuştu ve yaklaşık bir kaç yüzbin kişiyi etrafına toplamıştı. Moonielerin amacı dinleri birleştirmekti, Reverand Moon ikinci İsa olduğunu iddia ediyordu. Ama çok geçmeden bu mezhebin bir CIA projesi olduğu anlaşılacaktı26. Dinleri birleştirmeyi hedefleyen Unification Church de bir Amerikan sosyal deneyi olarak ortaya çıktı. Moonieler Türkiye dahil pek çok ülkede aktiftirler, ve binlerce üyesi vardır. Bu kültün üyeleri sadece Moonieler ile evlenebilirler ve eşleri Reverend Moon seçer, her yıl 500-800 çiftin evlendiği dev nikah törenleri yapılır. Her yıl dünyanın bir yerinde insanları bedava ağarlayıp, bir dizi konferanslar verirler, konferanslara her dinden insanlar katılır. N.cilerin İslamı hristiyanlaştırma ve Ilımlı bir İslam yaratma faaliyetinin bir benzerini yaparlar. Amaç sözüm ona dinleri birleştirmek ve yeni müritler kazanmaktır. Gerçek amaç ise tamamen misyonerliktir. Fakat bu konferanslarda “değirmenin suyunun nereden geldiği” meçhuldür. Moonistler de derin devlet kontrollü bir tarikat ve kült oluşturmuşlar ve sistematik bir zihin kontrolü ve sosyal psikolojik savaş ve kitleleri şartlandırma faaliyetinde bulunmuşlardır.
26 Mustafa Yıldırım. Sivil Örümceğin Ağında, İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 2004.s:500-584.
Moonculuk, Moon Tarikatı ya da Birleştirme Kilisesi (Unification Church), 1954yılında Protestanlık ile Uzakdoğu inanç ve felsefelerinin bir karışımı olarak Güney Kore’de kurulan ve daha sonra merkezi Amerika’ya nakledilen bir dinsel akımdır ve Kerimoğlu’na göre, bu akımın Yeni Dünya Düzenini kurma konusunda ABD ile aynı hedefleri taşıdığı dikkati çekmektedir. Akımın temel ilkesi, kutsal kitap “İlahi İlke’de” (Divine Principle) vurgulandığı şekilde bütün insanlığı kapsayan tek dil ve tek halka dayalı tek kültürlü bir dünyanın kurulmasıdır. Güney Koreli Rahip Sun Myung Moon27 liderliğindeki hareket dünya genelinde yürüttüğü faaliyetleri ve sahip olduğu kültürel ve ekonomik kaynaklarıyla bu amacı gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Dünyanın en zengin ve güçlü tarikatlarından biri olarak bilinmektedir.
27 Barış Kerimoğlu, Zehirli Sarmaşık: Misyonerler, İstanbul: Ulus Yayınları 2005.
Bu Kültler ve Cemaatler Nasıl Var Oldular?
Bu kültlerin, tarikatların ve cemaatlerin çoğu yabancı Derin Devletlerin birer gizli projesidir Bu kültlerin kuran liderlerin büyük çoğunluğu ruh hastası, psikopat, türlü hezeyanları olan ve kendilerini peygamber sanan psikotik insanlar. Zihin Kontrolü Operasyonlarında kontrollü psikoz yaratılmış kişiler de olabilirler.. Benzer biçimde kültlere katılanlar da arayış içinde, mistik eğilimleri olan, bilimsel düşünemeyen, hezeyanlı ve psikotik, umutsuz, bunalımlı, hayatları boyunca çeşitli frustrasyonlara uğramış , toplu telkine müsait, Mançurya Kobayı haline getirilmeye uygun kişiler. Ama Batı toplumları ve Batı toplumlarını yönetenler ateismden, insanların ruhlara veya bir dinsel mistik sisteme bağlı olmamasından çok korkuyorlar. Mistisizm formu ne olursa olsun toplum içine pompalanıyor ve insanlar dinsel inançlar veya UFO-Uzaylı masalları ile uyuşturuluyor. Üstelik dinsel aktivitelerle uğraşınca Amerika’da o kurumlar vergiden muaf tutuluyorlar. Örneğin, benzer bir beyin yıkama kültüolan ve Almanya’da yasaklanan Scientology gibi skandallar yaratan bir kült bile 20 yıl mücadelesi sonucunda klise olduğunu ve dinle uğraştığını ve IRS’e (Internal Revenue Service) açtığı davayı kazanarak vergiden muaf kaldı. Bu tip kültleri ve dinsel kurumlarıAmerika’da devlet bir anlamda destekliyor.
Amerika’da II. Dünya Savaşından sonra dine eğilim iyice azaldı. Katolik klisenin veya Protestanların İncilinde yazılanlara insanları inandırmak iyice zorlaştı. Tek Tanrılı dinler tüm protestan Anglo Sakson kültürlerde zor duruma düştü. Derken 1950-60'larda batıdaa New Age (Yeni Çağ) jenerasyonu ile birlikte, Tanrı kavramının yerini “Kozmik Bilinç” ve Uzaylı gelişmiş beyinler kavramları almaya başladı. Böylece, paganist, WICCA (Cadı) grupları, Budist mezhepler ve kültler, New Age kültleri akın akın türedi. Batıdaki Devlet bunların bazılarını resmi olarak bazen destekledi, ama geri kalanları da engellemedi. “İNANMAYA” yönelten herşeyi Amerikan hükümeti korumak fikrine yöneldi. Çünkü CIA teorisyenlerine ve hükümete göre, inanmak ideoloji ve zihin kontrolü için, özellikle de komünizme karşı son derece önemliydi. Hatta bazı kültleri CIA kendi kurdu (Unification Church/Moonistler,Children of God, Jonestown vb.) İnsanların ‘kendilerini bırakıp bir grupla bütünleşme, kendilerine yeni-güvenli bir aile arama istekleri ve ihtiyaçları’ bu kültler tarafından sömürüldü.
CIA Sosyal Kontrol Modeli Olarak Heaven’s Gate’in Felsefesi
Internetteki yayınlarından anlaşıldığı üzere Marshall Applewhite, ya da uzaylı ismiyla “DO”, İsa’nın vaad ettiği gibi müritlerine ‘Gökyüzü Krallığına Uçmak İçin’ birer uzay gemisi bileti sunuyordu. DO’nun felsefesi İncildeki Kıyamet lakırdıları ile New Age ve bilim kurgunun içiçe geçtiği bir ‘uzaylı çorbası’ idi. DO’nun dini kitabı 1970’lerde yazılmaya başlanmış ve son 25 yılda evrimleşerek son halini almıştı. Children of God (Tanrının Çocukları) kültünün belirtiği gibi, dünyanın sonunun yaklaşmasına az kalmıştı. DO (Marshall Applewhite) ise İsa’nın New Age kültüründe yerini almış reenkarnasyonuydu. İsa’nın ikinci kez görünmesine az kalmıştı. Burada Evangelistlerin ve George W. Bush’un inançlarının bu inançlarla çakıştığına ve 1997’lerde benzer kültleri medyaya toplu intihar haberlerini aylarca pompalayarak Evangelistlerin ve Yahudilerin ne kadar ideoloji reklamı yapmış olduklarına dikkatinizi çekerim. Bush da 2006’da dünyanın sonunun yaklaştığını, son savaşın Müslümanlar ve Hristiyanlar arasında gerçekleşeceğini, kendisine Tanrı’nın kutsal bazı görevler verdiğini söylemekte. Bu gerçekler ele alınınca sosyal zihin kontrolü operasyonlarının ve olası etkilerinin önemi ciddi biçimde ortaya çıkmaktadır. George W. Bush ise ciddi bir Mançurya kobayı operasyonunun ve bireysel zihin kontrolü operasyonlarının başarılı olduğunun çok net bir kanıtı olarak bir ‘hürriyetsizlik abidesi’ olarak durmaktadır.
DO, ya da “Peygamber Applewhite”, şöyle diyordu kısa dini kitabında:
“ Bir zamanlar Tanrılar, fiziksel dünyada Gökyüzü Krallığını (Kingdom of Heaven/İsa’nın sözüdür) yarattılar. Tanrılardan aldıkları emirlere göre, Krallığın görevlileri, insanı bir deney olarak dünyaya ektiler. Aslında benzer deney pek çok hayat olan gezegene yapıldı, dünya da bunlardan birisiydi. Arada bir bu deneyi gözlemlemek için elçiler yolladılar. Bu elçiler, özel bir teknikle çocukken veya ana karnındayken insanların beynine kondular; bu elçilerin görevi, insanlara mesajlar vermek, onları “insanın üstündeki seviyeye” ulaştırmak, evrimleştirmekti. Hasat zamanı gelince, elçi bazı seçilmiş insanları alıp, intergalaktik cennete götürecekti. Bu planın bir parçasıydı. 2000 yıl önce gönderilen elçi İsa idi, uzaylı ruhu, İsa 30 yaşında iken, vaftiz sırasında onun beynine girdi. Şimdi de bu görev için seçilen kişi Marshall Applewhite’tı ve DO, Marshal Applewhite’ın beynine girip “Cennetin Kapısı” kültünükurdurdu. DO, 2000 yıl önce söz verilen tekrar geri dönüşün taa kendisiydi”.
İşaret geldiğinde, Hale-Bopp kuyruklu yıldızıın arkasındaki dünyanın üç katı büyüklüğündeki dev uzay gemisiyle, seçilmiş kişileri ebedi cennete götürdü. DO’ya göre organize dinlerin bazıları, Şeytanın kontrolü altındaydı, özellikle İslam ve cami, onların tüm kurumları Lucifer’ın (Şeytanın) emrine girmişti. Bu noktada medeniyetler çatışmasının New Age akımlarının temel felsefelerinde de işlendiğini görmektesiniz. Aslında İsa’yı gerçekten kimse anlamamıştı. DO İsa’yı tekrar anlatmak için geri gelmişti, ama İsa adına yapılan herşey yanlıştı. O nedenle “container”ları (vücutlara –container- kaplar deniyor) terk edip, herşeyi burada bırakıp DO ile bağımsızlığa kavuşmaktan başka yol yoktu. DO kesin bir kıyametten bahsetmiyordu, ama yakında bu gezegenin tekrar çevrime (recyle’a) gireceğini söylüyordu. Bu hipotezlerin çok benzerleri, Scientology tarikatını kuran L. Ron Hubbard’ın hayal ürünü felsefesinde de mevcut. Ama dikkat edilirse Bilim-Kurgusal öğeler her şeye hakim ve anlatılanlar dini kitaplarda yazılan masallardan çok daha inandırıcı, akla yakın ve bilimsel gibi gözüküyor. Bu tarikatların ve çeşitli yeni dinlerin nasıl bir misyon yüklendiği ve kimlere hizmet etmekte olduğu ve nasıl bir sosyal zihin kontrolü operasyonu oldukları açığa çıkmaktadır.
Diğer Tehlikeli Bazı Kültler
The Order of Solar Temple (Güneş Tapınağı Düzeni, Avrupa ve Kanada): 1970'lerde NewAge felsefesiyle kurulmuş, esoterik ve çok gizli bir kült. Dünyanın sonunun yakında geleceğini söylüyor. 1994'ten beri Kanada, İsviçre ve Fransa’da bu külte ait yaklaşık 74 kişi intihar etti. Bu külte ait intiharların süreceğine kesin gözüyle bakılıyor.
Children of God (Tanrının Çocukları, tüm dünyaya yaygın): 1970'lerde hristiyanlığın ilkelerine göre kuruldu. Dünya’nın sonunun yakında geleceğinden ve İsa’nın yakında tekrar görüneceğinden bahsediyorlardı. Tüm dünyaya yayılan ve dağıttıkları minik broşürlerle tanınan bu kült Hindistan’da işledikleri cinayetler nedeniyle yasaklandı. Bu grup İstanbul’da da 1970'lerde oldukça aktifti ve masum, masum dolaşıp minik el broşürleri dağıtırdı.
Scientology (tüm Amerika): DO’nun söylediklerine benzer, yaratılış teorileri vardı. Amerika’da pek çok skandala yol açıp, mahkemelik oldular. Kendilerinin İsa’nın gerçek temsilcisi olduklarını iddia ediyorlar. Onların hipotezlerinde de UFO, Uzaylı, ölümden sonra hayat, parapsikoloji, bilimsel görünme hevesi mevcut.
The Church of Universal and Triumphant (Evrensel Zafer Klisesi, Corwin Springs, Colorado): Kültün kurucusu Elizabeth Clare, bir kaç bin müridi ile apokalipse (kıyamete) hazırlanıyor. Kültün sloganı “Kemerlerinizi bağlayın bombalar geliyor”. Yakında büyük savaşların olacağından ve tüm dünyanın bombalarla yok edileceğinden bahsediyor.
The Brotherhood ( Kardeşlik, Eugene/Oregone): Eski ahiti yorumlayan çok gizli bir kült, Jim Roberts isimli, eski bir denizci subayı kurmuştu. Dünyanın çok yozlaştığını ve yakında felaketlerin geleceğini iddia etmekte. Bu külte ait hiç bir erkekle kadın, liderlerinin izni olmadan birbirleriyle konuşamıyor. Kültte Roberts’ın İsa olduğuna inanılıyor. Cinsellik yasak. Paraya kirli gözüyle bakıyorlar.
La Porte Church of Christ (La, Porte, Colorado): Klisenin lideri, Pastor Pete Peters’a göre Irklar arası bir savaş kapıda, Sadece bu kültün üyeleri yaşayacak. Bölgedeki bir sürü sivil gerilla grubu bu külte üye, hepsi silahlı ve sürekli savaş eğitimi yapıyorlar. Applewhite ile Peters’ın ortak yönlerinden birisi hükümetin kesinlikle güvenilmez olduğunu iddia etmeleri.
The House of YAHWEH (Abilene, Texas): Bu Şehir 150 kliseden oluşmuş bir yer. Klisenin lideri Yisrael Hawkins’in mesajı dünyanın sonunun geldiği, ve son iki şahitten birisinin kendisinin olduğu, İncile göre, dünyanın sonu gelince iki şahit dünyayı kısmen yok etme gücüne erişecekler. Bir kaç bin müridi var, müridler Hawkins’in her dediğini yapmaya hazırlar. Bu kült baştan sona silahlı, ve sürekli gerilla eğitimleri yapıyor.
Witnesses of Jehovah (Yehova’nın Şahitleri, ABD, Kanada, Avrupa ve Türkiye): Çok tehlikeli ve çok gizli bir kült, dünyanın her yanına yayılmış; işledikleri gizli cinayetlerle meşhurlar. İstanbul’da da aktif, Feneryolu/ Kadıköy’de merkezleri var. Ev ev dolaşıp İsa’nın öğretilerini yeni yorumlarla anlatan broşürler dağıtıyorlar. Bu kültte cinsellik oldukça baskılı, kan alıp vermek, organ transplantasyonu yasak. Onlar da dünyanın sonunun yakında geleceğini ve sadece gerçek hristiyanların (Yehovanın Şahitlerinin) cennete gidebileceklerini iddia ediyorlar. Cennetteki yerlerin sınırlı olduğunu ve Jehova’ya hizmetle burada bir yer ayırtalabileceğini söylüyorlar.
Bunlar haricinde INTERNATIONAL CHURCHES OF CHRIST (Los Angeles/ California), THE WAY INTERNATIONAL (New Knoxville/ Ohio), THE NATION OF YAHWEH (Miami/ Florida) gibi yüzlerce irili ufaklı mezhep ve kült, “gerçek hristiyanlık” (!) ve New Age vaazları veriyor. Bu kültlerin çoğu insanlardaki “psikotik olmaya yönelik” eğilimleri ustalıkla kullanıyorlar.
ZİHİN KONTROLÜ OPERASYONLARI, SATANİZM, UYUŞTURUCU VE CİNSELLİK
Satanizm ve ilgili farklı tarikatların pek çoğu cinselliği, uyuşturucuyu ve zihin kontrolü projelerini içermişlerdir. Bu kültlerin ve satanik tarikatların bazılarının aslında Emperyalist ülkelerdeki istihbarat örgütleri tarafından kurulduğunu iddia edenler de vardır. Bu konularda çok fazla bilgi yayınlanmıştır. Satanist kültler bugün çocuk pornografisi, erişkin pornografisi, uyuşturucu ve uyarıcı ticareti işindedirler. Aslında bu kültlerin, tarikatların ve Satanist tarikatların büyük çoğunluğu birer sosyal deneydir ve hedef insan beynini ve davranışlarını istenen doğrultuda kontrol altına almaktır. Burada uyuşturucu ve uyarıcılarla oluşturulan Farklı Bilinç Halleri ise zihin kontrolü projelerinin doğal bir parçasıdır. Satanist kültler çok gizlidir ve üyeleri herşeyi yapmaya hazırdırlar. Buna cinayetler, illegal pek çok aktivite ve tecavüzler bile dahildir. Yukarıda bahsedilen kültler gibi, Satanist tarikatların bir çoğu da aslında birer Derin Devlet projesi ve istihbarat örgütü operasyonudur.
Satanizm kök olarak “Satan” kelimesinden türetilmiştir. Fransızca bir kelime olan “Satan’ın” Türkçe’deki karşılığı şeytandır ve Akmaral’a28 göre Satanizm içerik olarak Hıristiyanlığın kurallarının değiştirilmesi ve yeni kurallar eklenmesiyle oluşturulan, satanist düşünceyi benimseyen kişiler tarafından şekillendirilen zamana ve mekana göre değişen felsefi bir anlayıştır. Satanizm’e; şeytana, yani Yahudilik veya Hıristiyanlık inancında Tanrı’nın karşısındaki mutlak kötülüğe veya prensibe ibadet etmek olarak bakıldığında ise Satanizm’in şeytan’a Tanrı diye tapınma faaliyeti adı altında Yahudilik veya Hıristiyanlık inancına, Yahudilik veya Hıristiyanlık dini tahakkümüne ve özellikle de Hıristiyanlığa karşı başlatılan bir başkaldırı olarak da görülebileceğini ifade etmektedir. Aslında Satanizmin kökenleri eski Paganizme, Şamanizme ve Wicca’ya (Witchcraft-Cadılık tarikatları) kadar dayanmaktadır. Paganizmin ve Wicca’nın daha ilerisi ise Doğadan ziyade şeytana veya kötülüğün temelini oluşturan bazı değerlere tapınmadır! Paganizm’de ve Wicca’da tapınılan ve kutsal olan doğa ve fiziki dünyada algılanan olaylar iken, Satanizm’de insanın kollektif bilinç altında yer alan bazı öğelerin de işin içine girmesiyle, insan-hayvan arası Lucifer, Baphomet, Satan, isimli keçi ayaklı (mitoslardaki yarı tanrı Pan’a benzeyen), boynuzlu,vücudunun yarısı erkek, yarısı kadın, keçi sakallı, kuyruklu bir yaratığa tapınma almıştır. Büyük olasılıkla bu figürün ortaya çıkışında eski mitosların ve insanın kollektif bilinç dışındaki öğelerin ve faktörlerin rolü büyüktür29. Satanizm temelde dinlerin felsefi sistemleri neöğretiyorsa, onun tersini yapar ve farklı bir değerler sistemi olan, hedonist bir felsefeyle içiçe bambaşka bir sistem kurar. Dinsel bir düşünce olarak ileri sürüldüğü ilk dönemlerden bu güne pek çok değişikliğe uğramıştır. Geçmiş dönemlerde doğa üstü güçlerle ilişki kurma ve büyüyü kullanma özelliği ön plana çıkan Satanizm günümüzde fiziki, ahlaki ve ruhi bütün günahların temsil edildiği önce garip bir felsefe sisteme dönüşmüş; ardından bu felsefe sapmış bazı düşüncelerin öncelik verildiği bir akım halini almıştır.
28 Kemal Akmaral. Satanizm, Uyuşturucu-Seks-Şiddet, Şeytan Üçgeni, İstanbul, Bilge Karınca yayınları, 2004, sayfa: 17-30.
29 Carl G. Jung, Man and His Symbols, New York: Dell Books, 1964.
Satanizm’in tarihi İlkçağlara kadar götürülmektedir, ancak 1930’lu yıllardan sonra ortaya çıkan Modern Satanizm günümüzdeki Satanizmin temelini oluşturmaktadır. Bunların içinde tabii ki en önemlileri Golden Dawn, Temple of Set, Satanik Klisedir.
Satanizm’in bugünkü şeklini alması (Modern Satanizm) için ilk adım 1966 yılında ABD’de halen faaliyet gösteren “Şeytan kilisesi’nin” Anton Szndor Lavey tarafından kurulmasıyla başlamıştır. Bunun yanında Lavey’den çok daha önce 1900’lerin başında yaşayan 33. Derecede Mason olan Aleister Crowley günümüzdeki Satanizmin temellerini atmıştır30. Bu kanıtlar şekilde Şeytan Kilisesi’nin temel öğretileri, Aleister Crowley “TheBook of Law” adlı kitabındaki öğretilerle birebir uyuşmaktadır. Batıda özellikle Protestan ülkelerde ortaya çıkan ve yayılan Satanizm, bugün her ülkede farklı farklı kiliseler oluşturmuştur. Anton La Vey tarafından kurulmuş olan Şeytan Kilisesi’nden başka Michael Aquino tarafından kurulmuş olan “Temple of Set” isimli kilise de önde gelen Satanik kiliselerdendir31 . Her iki klisenin de Amerika’daki istihbarat örgütleri tarafından kurdurulduğu iddia edilmektedir. Özellik La Vey’in iyi arkadaşı olan Michael Aquino’nun askeri istihbarata çalışan bir albay olduğu bilinmektedir. İçindeki olayların gerçek olup olmadığı tartışmalı‘Trance Formation in America’ (Baykuş İmparatorluğu) isimli kitaba göre Aquino Monarch isimli bir zihin kontrolü projesinde çalışmış ve çocuk pornografisi, uyuşturucu işleri ile de uğraşmıştır32. Kitapta Aquiono’nun nasıl satanik ritüeller ve beyin yıkama seansları ile Cathy O’brien ve kız çocuğu üzerinde bir takım davranış değiştirme deneyleri yaptığını anlatmaktadır. Bunların içinde pedofili, sadomazohizm ve her çeşit sapmış ilişki de vardır. Bukitabın anlattıklarının gerçek olup olmadığı ise tartışmalıdır.
30 Aleister Crowley, Magick, in Theory and Practice, London: Castler Pub., 1991.
31 Cooper, William. Behold a Pale Horse, Arizona, Light Technology Publishing, 1991
32 Mark Philips, Cathy O’brien, Baykuş İmparatorluğu: Bir CIA Zihin Kontrolü Kölesinin Gerçek Yaşam Öyküsü(Trance Formation in America), Çev: Uğur Alkapar, İstanbul: Aykırı Yayınları, 2002. Altıncı Bölüm, ABD, NASA,Zihin Kontrolü Eğitimi, s:140-142.
Lavey önceleri Hıristiyanlığa karşı çıkan “Magic Circle” (Büyü Dairesi) isimli bir grup oluşturmuştur. Bu bağlamda ABD’de sapkın inançlar ile birlikte değerlendirilmiş ancak diğerleri gibi herhangi bir yaptırımla karşılaşmamış ve kilise 1966 yılında kurulmuş ve hızla dünyadaki pek çok ülkeye yayılmıştır. Şeytan kiliseleri kuruluşundan günümüze kadar yapay yeraltı odalarında organize edilmiştir. “Baphomet” adı verilen bir keçi kafası ve tılsım olarak kullanılan ters çevrilmiş haç ve beş köşeli yıldız sembol olarak seçilmiştir. Bunların yanında Satanizm kısa sürede bir çok hareketi ve tarikatı doğurmuştur. En önemlileri: Dabbler’ler, Gnostikler, Promethean gnostikler, Karanlık gnostikler, İkincil satanistler, Cehennem kulüpleri, Romantik/promethean satanistler, Sol el yolu paganları, Luciferciler, Paladistler, Satanizm Destructive Task Force gibileridir ve bu gizli örgütlenmeler dünyanın her yerinde gizli hücresel faaliyet gösteren kovenlerde çalışmalar yapar. Yeni Satanik kültlerin arasında Rasyonel Satanizm, Okkültik- geleneksel Satanizm, Lüciferizm, Acid Satanizmi, Psikotik Satanizm,Kriminal psödo-satanizm isimleriyle de bilimsel olarak sınıflandırılan akımlar vardır.
Yukarıdaki kolları gibi Satanizm pek çok ayin çeşidine de sahiptir. Bunların en önemlileri, Şeytana tapınma ayini (black mass), Kabul ayini, Büyü ayinidir . Satanistlerin kendi aralarında geliştirdikleri özellikler ve davranışlardan bazıları ise aşağıda sıralanmıştır:
. Kedi veya insan kanı içmek,. İbadet ve dini inanışlarla alay etmek,. Kutsal nesneleri aşağılamak. Kurban seçilen insanlara işkence ve tecavüz etmek,. Kara büyü ve büyü ayinleri yapmak,. Siyah giymek, saç uzatmak, temizliğe önem vermemek, karanlık ortamlarda bulunmak ve gürültülü müzikler dinlemek,. Ters haç işareti çizmek, şeytana dua etmek, şeytana kurban verilen kişinin veya canlının kanını içmek,. Bakire olan bir kızı şeytana kurban etmek.. Cinselliği çok abartılı ve hat safhada, ekstremlerde yaşamak.. Sadomazohist eylemlerde bulunmak.. Farklı uyuşturucu veya uyarıcıları ayinlerde bazen veya her zaman kullanmak. Çoğunlukla ayinlerde kan yerine kırmızı şarap da içilebilir.
Satanizmi’i insanlara tanıtırken kullanılan Satanizm’in temel (9) bildirisi ise şunlardır:
. Satanizm istediğini yapma özgürlüğü verir,. Satanizm ruhsal boş umutlar hayaller yerine hayatı ve var oluşu sunar,. Satanizm kendini aldatmak yerine lekesiz tertemiz aklı sunar,. Satanizm boş yere harcanan sevgi yerine hak edenler ile sevgini paylaşma imkanı sunar,. Satanizm vurana öbür yanağını dönmektense intikamını alacak gücü sunar,. Satanizm uğraşman gereken gerçek sorumluluklar verir,. İnsan diğer bütün hayvanlardan ayırt edebilen yeteneği sayesinde daha vahşi olabilir,. Günah diye bir şey yoktur,. Şeytan kilisenin en iyi dostudur 33 .
33 Kemal Akmaral. Satanizm, Uyuşturucu-Seks-Şiddet, Şeytan Üçgeni, İstanbul, Bilge Karınca yayınları, 2004,sayfa: 90-110.
Satanizmde Cinsellik
Satanizmde en önemli noktalardan birisi cinselliktir. Cinsellik aşırı derecede serbest yaşanır. Öyle ki bu cinsellik her türlü sapmış cinselliği ve sadomazohizmi deneme, ritüellerde bunları uygulama, genç kızları kurban etme ve diğer aşırı faaliyetlere kadar gider. Satanizmde kovene (gruba) üye olan kızların veya erkeklerin cinsellik konusunda herhangi bir talebi reddetme gibi bir seçenekleri yoktur. Zaten yeterli beyin yıkama ve satanik felsefenin aşılanmasıyla bu konuda yeterli şartlandırma ve programlama yapılır. Dolayısı ile Batı’da Satanik kültlerde yaşanan pek çok cinsel olgu çok ekstrem cinsel davranışları içermektedir. Çocuk yaşta pek çok genç bu kültlerde her türlü cinsel aktiviteyi yaşamakta ve bunlar filimlere alınmaktadır. Çocuk veya genç pornografisinin çoğunda insanlar bu şekilde ele geçirilmiş, bir tarikata üye yapılmış, yeminler etmiş ve şantaj yapılan kişilerden oluşmaktadır. Dolayısı ile satanik kültler ve tarikatlar pornografi ve kadın ticareti için çok fırsatlar içeren bir medya oluşturmaktadır. Bu tuzaklara düşen kadınlar kolay kolay çıkamazlar, ayrıca uyuşturucu veya uyarıcı da işin içinde olduğu için, pek çoğu bağımlı hale de getirilebilirler. Satanik kültler sadece pornografi için değil aynı zamanda, kadın ticareti için de verimli ve etkili bir ortam oluşturmaktadır. Bu nedenle mafya ve istihbarat örgütleri de bu tarikatların direkt olarak içindedirler. Özellikle pornografi, uyuşturucu, kadın ticareti içinde olan mafya bu tip kültleri bizzat kendi kurmakta, desteklemekte, internette reklamını yapmakta ve insanları teşvik etmektedir. Satanizm konusunda detaylı araştırma yaptığım dönemlerde, web siteleri satın alan şirketlerin ve bağlantıların izini sürmüştüm; bu siteler, isimler, şirketler ve bağlantılar (başka bir kitapta detaylı olarak ele alınacaktır) sadomazohist pornografiye, çocuk pornografisine, uyuşturucu ticaretine ve sapkın her türlü cinsel eyleme çıkıyordu. Örneğin bir satanist siteyi uzun süre inceleyip, Los Angeles’tan yayın yaptığını saptayıp, bağlantılarını ve haberleşme grubundaki insanları izledim. Sonunda bulduğum bir eyaletteki Narkotik departmanda çalışan ve kokain ticaretine bulaşmış bazı polisler ve komiserlerdi, tesadüfen bu insanlar başka bir kitapta deşifre edilince resimlerinden ve isimlerinden kendilerini tanıma fırsatı buldum. Dolayısıyla satanik kültlere veya dini tarikatlara giren pek çok kişi aynı zamanda güçlü mevkilerde ve polis teşkilatında, istihbarat teşkilatındadırlar. CIA’in özellikle bu tip cemaat ve tarikatları desteklediğine dair pek çok kanıt vardır.
Satanizmin ve Paganizmin, Wicca’nın temel felsefesinde cinsellik önemli bir yer tutar çünkü evrensel güçlerle veya Şeytanla ancak ölüm anında veya aşırı haz, ekstaz, orgazm anlarında bütünleşilebileceğine inanılır. Bu nedenle bu tip akımlar cinselliği en bağımsız biçimde yaşamayı yeğlerler. Ayrıca bu tarikatlarda ve özellikle satanik kovenlerde grup seksi de çok yaygındır. Böylece kadınlar için özellikle her partnerle kolayca birlikte olmak özendirilir ki, aşk, sevgi, bağlılık gibi bazı öğeler ortadan kaldırılsın. Böylece bu kadınlar bir süre sonra cinselliği çok rahat yaşamaya ve pornografiye ya da satılmaya da yöneltilebilirler. Ayrıca sadomazohist öğeler içerdiği için pek çok satanist kültte yaşanan cinsellik aslında yeni giren elemanlar arasında birer cinsel köle sistemini de oluşturur ki, bu sistem içinde kovenin üst düzeydeki yöneticilerin her türlü cinsel isteklerini ve emirlerini yapmak kaçınılmaz hale gelir. Bunların içinde her türlü sapmış ve ekstrem pornografik filmlerde rol almak da gelmektedir. Bu tip ekstrem ve sapmış pornografik filmler ise dünya piyasasında çok geniş bir kitleye ulaşmakta, kendilerine dev bir Pazar bulmaktadırlar34. Örneğin internette aşırı ekstrem cinsellik yaşayan insanların sergilendiği pornografi sitelerinde en çok kullanılan semboller satanik sembollerdir, ayrıca bu sitelerin adreslerini ve kaynaklarını araştırdığınız zaman ulaştığınız yerler Los Angeles, Amsterdam, New York gibi mafya merkezlerindeki uyuşturucu destekli mafya şirketleridir. Bu şirketler ululslararası kadın köle ticareti ve cinsel köle ticareti de yapmaktadırlar.
34 Zihin Kontrolü ve cinsellik konularını uzun süredir araştırıyorum, birbirleriyle sanıldığından daha ilişkili iki konudurbunlar.. Bkz. Ümit Sayın, ‘Cinselliğin Farklı Boyutları’, İstanbul: YOL Yayınları, 1993. Ümit Sayın, ‘Eğitimli Türk Kadınında Cinsel Davranış: 2300 Türk Kadının Cinsel Profili’, 2007 (hazırlanıyor). Ayrıca Türk Kadın Dergilerinde de 1993, 2003 yıllarında 2300 kadında cinselliği ve benzeri konuları araştırdım. Ayrıca Kültler ve Aberran (Sapmış) Davranışlar da araştırdığım konular arasındaydı. Zihin Kontrolünün, Cinselliğin ve aberran davranışların bu konularla inanılmaz derecede ilişkili olduğunu gördüm. Pek çok Batılı kült cinselliği beyin yıkama ve insan devşirme aracı olarak kullanıyordu. İnternette yaptığım detaylı çalışmalar sonucu bazı Sadomazohist pornografi filiminin adresinin uyuşturucu ticareti ve Satanik alt kültürlerle uğraşan, bunları yöneten mafya ile içiçe olduğunu saptadım, bu hepsi için geçerli değildi, ama arada enterasan bağlantılar vardı. Dolayısı ile satanizm-ekstrem pornografi-cinsellik-uyuşturucu dörtgeninin içinde uluslararası uyuşturucu ve pornografi mafya zincirinin mevcut olduğunu söylemek zor değildir.
Satanizmin Sembolleri:
Satanizmin en çok kullanılan sembolleri arasında aşağıda sıralanan semboller ve malzemeler gelmektedir. Bu semboller gerek satanizme ilgi duyan kişilerin bulundukları ortamlarda, gerekse vücutlarında veya dövmelerinde bulunmaktadır.
- Pentagram (Beş köşeli yıldız).
- Buhurdanlık. Büyü amaçlı yakılan çeşitli tütsüler.
- Havan. Büyü malzemeleri. Paganik ritüellerde kullanılan tipte malzemeler.
- Kuru kafa ve insan kemikleri.
- Mumyalanmış hayvanlar.
- Mum. Siyah mum.
- Su, ateş, hava, toprağı sembolize edecek materyeller.
- Gümüş eşya ve gümüş kadehler.
- Anthem (Büyücü hançeri).
- Siyah renk. Siyah elbiseler, Siyah cübbeler, siyah renkte eşyalar.
- Ters Haç.
- Ters Hilal.
- Lucifer’in ve Baphomet’in sembolik resimleri. Şeytana ait veya kötülüğe ait resimler. Kötüğün kutsanmasına ait resimler ve semboller.
- Sadomazohist öğeler içeren resim veya semboller.
Satanik Takvim35:
35 Satanist sitelerden ve kitaplardan derlenmiştir.
Aşağıdaki satanik takvimi okuyunca Satanizmin sapmış zihniyeti, çalışma sistemi ve prensipleri hakkında daha detaylı bilgi sahibi olunabilir. Satanizmin cinsel sapışları ve aberran davranışları hakkında detaylı bilgi aşağıdaki takvimdeki eylemlerden edinilebilir.
- 7 Ocak: Kan kutlaması.
- 17 Ocak: Oral, vajinal seks kutlaması.
- 25 Ocak: Seks orjileri, çocuk ve kadınların kurban edilmesi (5 +1).
- 2 Şubat: Hayvan ve insan kurban edilmesi (7-17 yaş)
- 1 Mart: Hayvan ve insan kanı içme.
- 24 Mart: 16 yaşındaki kızların Lucifer ile düğünü.
- 30 Nisan: Lucifer’ın doğum günü, 1-15 yaş arası kızlar kurban edilir.
- 21 Haziran: Bestialite ve sodomi.
- 1 Temmuz: Lucifer’e bakire sunumu.
- 1 Ağustos: İnsan ve hayvan kurbanı.
- 3 Ağustos: 1-17 yaş arası kızların cinsel istismarı.
- 30 Ekim: Tüm kutsal sıvıların içilmesi ve tüketilmesi.
- 21 Aralık: Hayvan ve insan kurban edilmesi.
- 24 Aralık: Şeytanın gecesi.
Bunca sapmış ve hasta eylemi gerçekleştirebilmek ve bu aktivitelerin içinde yer alabilmek için insan zihninin ne kadar kontrol altına alınmış olması gerektiğini artık siz düşünün!
Zihin Kontrolü, Beyin Yıkama ve Satanizm
Satanik kültler ve yapılar, kovenlerinin içindeki üyelerine istediklerini yaptırabilmek için çok çeşitli zihin kontrolü ve beyin yıkama yöntemleri uygulamaktadırlar. Bunların en temelinde derin ve metafizik bir felsefenin insan beynine kazınması gelmektedir. Batı toplumlarında Protestan kültürünün bir sonucu olarak inançları azalmış bireyler pragmatik vepratik bazı öğeler içeren, cinselliği aşırı serbest yaşayabilecekleri farklı topluluklara yönelmektedirler. Adolasan dönemde psikoza eğilimli bireyler özellikle Satanizm gibi hastafelsefelere yönelebilirler. Bu topluluklar ve tarikatlar genellikle Kapitalist batı toplumunda yanlızlaşmakta olan insanın zayıf yönlerini kullanırlar.
Bu satanist veya aşırı kültlerin bazıları istihbarat örgütleri tarafından yönetilmekte olduğu için aslında pek çoğu zihin kontrolü ve beyin yıkama, davranış değiştirme için birer sosyal deney ortamı oluşturmaktadır. Yani bu tarikatların bir kısmının arkasına bizzat polis teşkilatları, derin devletler ve istihbarat örgütleri vardır. Amerika’da bunun örneklerin görmekteyiz, mesela halen çözülememiş olan Sharon Tate cinayetini işleyen Charles Manson Satanist çetesindeki 5 kadına bu cinayeti nasıl planlatmıştır, ne tip halüsinojenler kullanılmıştır. Bu meçhuldur. Beyin yıkama ve cinselliği hat safhada kullanabilme faaliyetleri açısından Satanist tarikatlar çok tehlikelidirler. Satanist tarikatlar insanlara cinayet dahil hertürlü eylemi yaptırabilecekleri için, çok tehlikelidirler.
SONUÇ
Türkiye’de sadece İstanbul’da bazı özel okul öğrencileri arasında bir zamanlar gördüğümüz Satanizm, Protestan ülkelerde son 40 yılda inanılmaz yaygınlaşmıştır. Bunun nedenlerinden birisi de dine karşı duyulan güvenin zayıflaması ve 2. dünya savaşından sonra dinlere karşı geliştirilen tepkidir. Satanizm ve Satanist kültler, tarikatlar Batıdaki ülkelerde gençleri yoz bazı davranışlara sevk etmek için kullanılmaktadır. Bu toplumlardaki genç kuşakları ve aile kurumunu çökertmeye yönelik de bir saldırıdır. Daha ileri giden ve Satanizmi mafyöz amaçlarına hizmet ettirmek için çalışan uluslararası suç örgütleri, Satanist grupların içindeki genç kız ve erkekleri insan ticareti, pornografi, ekstrem cinsel aktiviteler veuyuşturucu ticareti, hatta cinayet işletmek amacıyla kullanabilmektedir. Bu faaliyetlerin içinde istihbarat örgütleri de vardır ve Satanist kültlerde çeşitli zihin kontrolü ve beyin yıkama yöntemlerini kullanmaktadırlar.
CIA’IN VE İSTİHBARAT ÖRGÜTLERİNİN İSLAMCI TARİKATLARA VE CEMAATLERE İLGİSİ
Vahhabiliği ve Bahaizmi veya İslam içinde pek çok başka tarikatı, cemaati, gizli yapıyı kuran İngiliz istihbaratı, Amerikan istihbaratı ile birlikte, yanlarına Alman ve İsrail istihbaratını alarak İslami örgütler cemaatler ve yapılar içinde çok sistemli ve örgütlü çalışmalar yapmaya son 100 yıldır devam etmektedirler. İslam içindeki pek çok cemaat ve tarikat aslında Batılı Derin Devletlerin birer gizli projesidir.
Öncelikle Said-i Kurdi’nin İngiliz istihbaratına çalıştığı, Şeyh Sait ayaklanmasından, diğer pek çok Kürt ayaklanmasına kadar Türklere karşı geliştirilen pek çok ayaklanmada işin içinde Anglo Sakson istihbarat örgütlerinin ve Batılı Derin Devletlerin olduğu bilinmektedir. Yer yer MOSSAD da içeri sızmaktadır. Fakat yukarıdaki Satanistyapıları planlayan kafayla, İslam içine entegre olup, Ilımlı İslamı yaratmaya çalışan, hatta İslam içinde Hristiyanlık tohumlarını veya İsa’nın tekrar geleceğini iddia ederek Evangelizmtohumlarını atmak isteyen şeytani beyin aynıdır. Bu konuda konuştuğum Aytunç Altındal da bu konudaki düşüncelerimi ve bilgilerimi teyid etmişdir.
Bazı İslamcı tarikatlar İsa’nın geleceğini ve sonun yaklaştığını söyleyen kitaplar çıkartmaktadırlar.
Ne zaman İsa inecektir?Armageddon’dan hemen sonra!Armageddon nedir?İyi (Anglo Sakson ve Yahudiler) ile kötü (dünyanın geri kalanı) arasındaki son savaş!Savaşı kim kazanacaktır?Yahudiler!O zaman ne olacaktır?Büyük İsrail Kurulacaktır!36Büyük İsrail kurulduktan sonra Evangelistlere göre ne olacaktır?İsa Mesih tekrar çarmıhtan inip, insanlara son mutluluğu veya dünyanın sonunu veya ebediyeti getirecektir.Bu saçmalıkları kim yaymaktadır?Tabii ki ABD, CIA, MOSSAD ve Radikal Yahudiler, Siyonistler!Peki o zaman İsa’nın gökten tekrar ineceği hakkında bir sürü kitap yayınlayan İslamcı cemaatler kime hizmet etmektedir?Tabii ki Yahudilere!Peki, Kur’anı Kerimin içine İncil’den ve Tevrattan bölümler yerleştiren Ilımlı İslamcılar kime hizmet etmektedirler?Tabii ki, Yahudilere !
37 Bu makale ilk kez, Ümit Sayın. CIA, İstihbarat Örgütleri ve Zihin Kontrolü. Bilim ve Ütopya,4 (32):28-30; Şubat 1997 referansıyla yayınlanmış, daha sonra pek çok kaynakta refere edilmiştir. Bu bölüm bu kitap için baştan yazılıp, geliştirilmiştir.
4CIA, İSTİHBARAT ÖRGÜTLERİ VEZİHİN KONTROLÜ37
Tarihte gerçek bir Mançurya Kobayı (Manchurian Candidate-Mançurya adayı) yaratılabildi mi veya yaratılabilecek mi? J. F. Kennedy’nin katili olduğu iddia edilen Lee Oswald bir Mançurya Kobayı mıydı? Gorbaçov KGB’ye yerleştirilmiş bir Mançurya adayı veya uyuyan ajan mıydı? Oklahoma bombacısı Timoty Mc Veigh kimin emriyle bir kamyon bombayı patlattı, deri altına implante edildiği iddia edilen transmitter chip gerçekten var mıydı? Halkın Tapınağı’nın yaratıcısı Jim Jones bir deli miydi, yoksa CIA hesabına mı çalışıyordu, Jonestown bir CIA sosyal zihin kontrolü deneyi miydi? “Dinleri birleştireceğini” iddia eden Moon tarikatı hangi istihbarat örgütleri hesabına çalışıyor? Mehmet Ali Ağca kimin emriyle, niye Papa’ya suikast düzenledi; bu aslında “Vatikan Papalık Mafyası” ile uluslararası mafyanın ve protestan gizli örgütlerinin bir çatışması mıydı? Cem Ersever’in öldükten sonra kanında saptanan halüsinojen maddeler (skopolamin) onun da ölmeden önce “zihninin kontrol edilmeye çalışıldığını mı” gösteriyor? Eşref Bitlis’in ölümünde Cem Ersever’in rolü var mı? Gerçek ilacı (Truth Serum) elde edilebildi mi, kullanılıyor mu? İnsan beyni istenen ideolojiye göre kontrol altına alınabilir mi? CIA bu konuya her yıl ayırdığı milyonlarca dolarla bir noktaya ulaşabildi mi?
Bu soruları ilk kez 1996 yılında yazmış olduğum makalelerde sormuştum. Daha sonra Amerika’da gerek bilim ortamlarında, gerekse halk içinde bu soruların cevaplarını araştırmaya çalıştım. Aslında araştırmakta olduğum konu Gizli Örgütler ve bu gizli örgütlerin küresel elitle ilişkisi idi. Gizli Örgütleri 1990 yılından beri araştırmaktayım, halen pek çok soruyu veya pek çok noktayı yanıtlayabilmiş değilim! Araştırmalarım sürüyor38. Zihin kontrolü, psikolojik savaş ve beyin yıkama araştırmakta olduğum Gizli Örgütler konusunun bir yan konusu olarak ortaya çıkmıştır, çünkü 25 bin- 50 bin civarında küresel elitin 6.5 milyar insanı Küreselleşme adı altındaki sapkın bir ideoloji ile kandırıp sömürebilmesi için kitlelerin beyinlerini yönetmesi ve ‘demokrasi’ adı altındaki uyguladığı hile dolu sosyal sistemi bu insanlara yutturabilmesi gerekiyordu! Vahşi Kapitalist bir dünyada, Batı ülkelerinde, hele hele Amerika’da demokrasinin olup olmadığı derin bir tartışma getiren detaylı bir kitabın konusudur. Amerika’yı ve Anglo Sakson ülkeleri ele alırsak, ben bu ülkelerde demokrasinin bir aldatmaca olduğuna inanıyorum. Demokrasi Projelerinin de nasıl aldatmaca olduğu gördük39. ‘Aldatmaca bir demokrasiyle’ insanları yönetmek için de, psikolojik savaş, propaganda, beyin yıkama ve zihin kontrolü tekniklerini çok iyi bilmek ve uygulamak gerekmektedir. Batı medeniyetinin tüm gizli örgütleri ve istihbarat teşkilatları bu nedenle zihin kontrolü ve psikolojik savaş konularıyla detaylı olarak ilgilenmişlerdir! Beyin yıkama yöntemleri çok eskiye dayanmakta ve masonik gizli örgütlenmelerden gelmektedir.
38 Ümit Sayın, ‘Gizli Örgütler, 11 Eylül ve Büyük Ortadoğu Projesi’, İstanbul: , Neden Yayınları, 2006. ve Ümit Sayın ‘Zihin Kontrolü ve Kara Bilim’, İstanbul:, Neden Yayınları, 2006 (baskıda).
39 Mustafa Yıldırım, ‘ Sivil Örümceğin Ağında’, İstanbul:, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 2004.
Örneğin 11 Eylül 2001’de televizyonlarda ve basında ne söylendiyse, halk ona inanmış, olayın boyutlarını ve sistematiğini detaylı düşünememiştir. Ortaya çıkmıştır ki, ikiz kulelere çarpan uçakların içindeki fuel oilin oluşturduğu yangın bu binaların patlayarak ve pulverize olarak çökertmesine neden olamaz! Binalar daha önce yerleştirilen patlayıcılar sayesinde, kontrollü patlamayla çökertilmişlerdir. Ayrıca Pentagon’a çarptığı iddia edilen uçak ortada yoktur. Pentagon ve Amerikan Savunma Bakanlığı Mayıs 2006’da bazı hareketli görüntüler yayınlamıştır, bu görüntüleri incelediğimizde hareket eden cismin hızının 800-900 metre/sn olduğunu görmekteyiz, halbuki bir Boeing’in hızı 160 metre/sndir. Yani Pentagon’un bir füze ile vurulduğunu artık Pentagon bile yayınladığı filimlerle kabul etmekte ama dile getirememektedir. Fakatinsanlar öylesine uyutulmuşlar ve kendilerine TV ekranlarından gösterilen herşeyin doğru olduğuna öylesine şartlanmışlardır ki! Hiç bir şeyi sorgulamamaktadırlar. 11 Eylül insanlık tarihindeki en büyük komplo ve zihin kontrolü, psikolojik savaştır40.
40 Bu konuda Erol Mütercimlerle, Habertürk kanalında Aynanın Arkası, isimli programda yaptığımız programlarda Aralık-Şubat 2005’te olguları detaylı ele alıp, 11 Eylül 2001’de gerçekte ne olduğunu gösterdik.Pentagon’un yayınladığı görüntülere detaylı yanıtlarımı Ümit Sayın, ‘Gizli Örgütler, 11 Eylül ve Büyük Ortadoğu Projesi’, İstanbul: : Neden Yayınları, 2006, isimli kitabın genişletilmiş dördüncü baskısında ele alacağım.
Daha ilerideki çalışmalarımda ele alacağım gibi ABD’de zihin kontrolü operasyonlarından geçirilmiş bir çok insan tanıdım. Bunların çoğu Vietnam savaşında veya orduda çalışırken bu operasyonlara maruz kalmışlardı. Çalıştığım Nöroloji bölümü ve Tıp Fakültesi de bizzat bir zamanlar bu operasyonlar hakkında bilimsel çalışma yapan yerlerden birisiydi, Türkiye’ye (özellikle Diyarbakır’a) sürekli giden emekli bir Nöroloji profesörü ile bu konuları ve ‘Gerçek İlacı Araştırmalarını’ uzun uzun konuştuk.
Yale üniversitesinde çalışırken evde kaldığı CIA elemanı erkek arkadaşı tarafından sürekli PCP (Angel Dust, melek tozu, fensiklidin, bir NMDA antagonisti) olduğunu sandığı bir ilaç ile yüklenen bir kadınla tanışmam, bu konuda üzerinde deney yapılan kişilere götürdü beni, ‘Mind Control Anonymous’ (zihin kontrolü grup tedavisi) grupları ile karşılaştım. Bu deneylerin çoğunluğu, 1960’lı, 1970’li yıllarda yapılmıştı. Konuştuğum bazı zihin kontrolü denekleri bu deneylerden sonra psikiyatrik tedavi görmek zorunda kalmışlardı. Wisconsin ve Chicago’da bu konuda eğitimden geçmiş emekli istihbarat elemanları ile tanışma imkanına da sahip oldum. Çoğu LSD’yi denemiş ve denetmişti. Halüsinojenler bu işin temel mekanizmasıydı! Bu nedenle Amerika’da kaldığım sürece epilepsi, hücresel elektrofizyoloji, öğrenme, gelişim nörolojisi gibi konularını araştırırken, aynı zamanda halüsinojenleri de araştırdım. CIA (CentralIntelligence Agency, Merkezi Haberalma Teşkilatı), NSA (Ulusal Güvenlik Teşkilatı) ve DIA (Savunma Bakanlığı Askeri İstihbarat Teşkilatı), 2000 civarında henüz bilinmeyen halüsinojen sentezlemişti. Bunlar sadece numaralarla adlandırılmış ve şişelerin içinde kullanılacakları günü bekliyorlardı. Beyin’de bir damlanın onda biri kadar LSD ile oluşturabileceğiniz etki öylesine büyüktü ve öylesine inanılmaz sonuçlara sahipti ki, gerekli ortamı sağladığınızda, ön koşullanmayı verdiğinizde, LSD veya diğer halüsinojenler aracılığı ile insanlara istediğiniz şartlanmaları yapabiliyordunuz, bilinç dışını istediğiniz gibi deşifre edebiliyordunuz.
Amerika’ya 1994 yılında gittiğimde glutamat41 reseptörleri üzerine çalışıyordum. Daha sonra glutamat reseptörleri üzerine elektrofizyolojik çalışmalarım sürdü. Türkiye’de 1992’de Glutamat reseptörlerinin bağımlılığın mekanizmasında rol aldığını saptamıştık. Glutamat reseptör antagonistleri (NMDA antagonistleri) fizyolojik bağımlılığı birdendurduruyordu, İbogainin de fizyolojik bağımlılığı (eroin bağımlılığını) durdurma mekanizmalarından birisi buydu. MK-801 isimli bir NMDA antagonistinin morfin (eroin) fizyolojik bağımlılığını durdurduğunu, yoksunluk etkilerini azalttığını yayınlamıştık. Amerika’da MK’ takısının ne anlama geldiği öğrendim. MK, Almanca’dan geçen Mind Kontrolle (Mind Control, zihin kontrolü) kelimelerinin kısaltmasıydı. Ünlü MK-ULTRA (Ultra Mind Control, en üst düzeyde zihin kontrolü) projesi de burdan geliyordu. Bu ilaç insanlara verildiğinde tam bir delirium oluşturuyordu, CIA, MK-801’i insanlarda denemişti, sonuçlar tam bir felaketti! Bu sadece MK serisinin 801 nolu ilacıydı; tıpkı LSD-25’in, liserjik asit serisinin 25 nolu şişesi olması gibi. Benim sıçanlarda denediğim bu maddeyi, Anglo Sakson istihbarat örgütleri çoktan insanlarda test etmişti. Etkileri BZ’nin, (Quinuclidynl Benzilate) etkilerine çok benziyordu: uzun süreli bir delirium, konfüzyon ve tüm öğrenmenin, hafızanın ortadan kalkması! NMDA reseptörlerinin öğrenme üzerindeki etkilerini 1989’da Kanada’da Memorial University of Newfoundland’de Psikoloji bölümünde araştırmaya başlamıştım, o zaman MK-801 yeni bulunan bir deney maddesiydi (CIA işini ilaçla çoktan bitirdikten sonra!). NMDA (N-Metil D-Aspartat) reseptörlerinin güçlü bir biçimde bloke edilmesi tüm akut öğrenmeyi ve öğrenmenin temel elektrofizyolojik mekanizması olan LTP’yi (Long Term Potention) bloke edip, durduruyordu. Nöropsikofarmakoloji çok tehlikeli bir silahtı.
41 Glutamat, beyinde en çok bulunan eksitatör yani uyarıcı nörotransmitterdir. Üç tip reseptörü vardır, AMPA, NMDA ve Metabotropik Glutamat reseptörleri. Bu reseptörler nöromodülasyonda büyük rol oynarlar.
Amerika’da pek çok grup içine girip çıktım. Eski Beatnikler, Hippiler, Protestan misyonerler, New Age (Yeni Çağ dini) grupları, Zenciler, Kızılderililer, Şamanlar, Zen Budistler, uçuk bilim adamları, CIA, FBI ve NSA’de çalışmış emekli elemanlar, daha bir sürüsü; zihin kontrolü yapılanlar veya yapanlar (örneğin halen görüştüğüm ve kitaplarını refere ettiğim Gaylon Ross eski bir NSA kritoloji uzmanıydı!). Hepsi aynı potada kuklacılarının verdikleri rolleri yapmışlardı. Ben ise kuklacıları araştırıyordum, zihin kontrolü, psikolojik savaş veya beyin yıkama kuklacıların yöntemlerinden birisiydi. Acaba kuklacılar ve gizli örgütler bizim bilim camiasında bildiklerimizden daha fazla şey biliyorlar mıydı? Örneğin Antony Sutton’ın dediği gibi soğuk füzyon çoktan bulunmuşmuydu? Beyin, Neuroscience (Nörobilim) dergilerinde yazılan makalelerden daha fazla mı araştırılmıştı? Bunların yanıtlarının bir kısmını ‘Zihin Kontrolü ve Kara Bilim’ isimli kitabımda vereceğim. Bu başlangıç kitabının hedefi, temel kavramları ortaya koymak ve okuyucuya gerçek ile fantezi arasındaki farkları tanıtmak.
Bahsettiğim kitapta Türkiye’de bu konuya giren ve hiç bir akademik veya tıbbi eğitimi olmadığı halde, saçma ve bilim dışı bir çok olguyu gerçek diye Türk halkına yutturmaya çalışan kişilere ağır eleştiriler getireceğim. Zihin Kontrolü konusunda Türkiye’de yayınlanan kitapların büyük çoğunluğu gerçekleri yansıtmamakta ve insanları hastalığa, paranoyaya itmektedir (bkz. EK-3’te örnekleri verilmiştir! ). Bu kitapları okuyarak hastalanan bir çok insan vardır, bu kitaplar psikiyatristlerin hastalarını çoğaltmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Tıp, Nörobilim, psikofarmakoloji veya bilim deneyimi olmayan popülist ve ünlü olmaya meraklı bazı gazeteciler veya yazarlar oturupordan burdan, internetten hasta ve tutarsız bilgileri derleyerek, sadece yabancı istihbarat örgütlerinin yapmakta olduğu savaşa hizmet etmektedirler.
Öncelikle şunu belirtmeliyim, son yıllarda gizli örgütlerle ve zihin kontrolüyle ilgili Türkiye’de yayınlanan kitaplar artmıştır. Her iki konu da pek çok araştırma ve fazla okuma gerektiren, çok referansa ihtiyaç duyulan konulardır, ayrıca yabancı literatür karıştırma ihtiyacı da fazladır. Örneğin bu konuların üstadı, Türkiye’deki en yetkin gizliörgüt uzmanlarından birisi olan Aytunç Altındal pek çok dil (Latince, İngilizce, İtalyanca, Almanca, Fransızca vb.) bildiği için çok değerli eserler verebilmektedir, dayandığı kaynaklar ve bilgiler çok değerli ve çok çeşitlidir. Fakat her önüne gelen veüstelik yabancı kaynakları tarama yetisi olmayan ve dil bilmeyen onlarca kişi ‘Gizli Örgüt’ kitabı yazmaya kalkmaktadırlar. Bu konuda en yetkin araştırmacılardan birisi olan Aytunç Altındal bile bazı konularda dikkatli konuşup, yazarken, bizim yeni türeyen Gizli Örgütçülerimiz onlarca kitap üretmeye çalışmaktadırlar. Bu kitapların çoğu dezinformasyona ve bilgi karmaşasına yol açmaktadır. Zihin kontrolü ise gizli örgütlerden daha karmaşık ve tıp, nöroloji, psikiyatri ve nörobilim bilgisi gerektiren bir konudur. Bir nöronun (sinir hücresi) nasıl çalıştığı hakkında en ufak bilgisi olmayan insanlar Türkiye’de zihin kontrolü uzmanı kesilmişler, zihin kontrolü ile ilgili kitaplar yazmışlardır.
Gizli örgütler konusunda araştırma yapan iki değerli arkadaşımın nasıl yoğun çalıştıklarını biliyorum, örneğin Atilla Akar’ın ‘Derin Dünya Devleti’ isimli çalışması, bu konuda Türkiye’de yapılmış en iyi çalışmalardan birisidir. Benzer şekilde değerli dostum Suat Parlar’ın ‘Osmanlıdan Günümüze Gizli Devlet’, ‘Kirli İşler İmparatorluğu’ ve ‘ Kontr Gerilla Kıskacında Türkiye’, ‘Barbalığın Kaynağı: PETROL’ isimli kitapları türlerinin en iyi örneklerindendirler. Murat Çulcu’nun, Metin Aydoğan’ın ve Erol Mütercimler’in de Kemalist çizgideki kitapları benzer şekilde büyük bir emek ürünüdür! Bu kişilerin nasıl bilimsel bir referanslandırma yaptıklarını ve nasıl günde 8-10 saat durmaksınızın çalıştıklarını biliyorum42. Ama bu değerli araştırmacıların yanısıra, herkes Gizli Örgüt kitabı yazmak zorundaymış gibi, bir sürü yeni yetme gazetecinin veya meraklının ordan burdan aşırarak, ‘çal ordan-burdan-internetten-kopyala yapıştır-referans kullanma-anlaşılmasın tekniğiyle’ bir sürü kitabı patates üretir gibi yazdığına da şahit oluyoruz!
42 Bkz. Atilla Akar, ‘Derin Dünya Devleti’, İstanbul: Timaş Yay. 2003; Suat Parlar, ‘Osmanlıdan Günümüze Gizli Devlet, İstanbul: Bibliotek Yay. 1986; Suat Parlar, Kontr-Gerilla Kıskacında Türkiye,İstanbul: Mephisto Yay., 5. baskı, 2006; Suat Parlar, Kirli İşler İmparatorluğu, İstanbul:, Bibliotek Yay.1987. Suat Parlar, Barbarlığın Kaynağı: PETROL, İstanbul: Anka, 2003.
Zihin kontrolüne tekrar dönersek, Türkiye’de bu konuda ciddi bir bilgi kirlenmesi olduğunu söylemeliyiz. İlk iki konuda medyanın nasıl bu konuları sulandırdığını ve bir iki haber satabilmek için nasıl tüm etik kuralları ayaklar altına aldığını gördük.
Amerika’da CIA’nın kirli çamaşırlarını ortaya çıkarmakla ünlü Covert Action ve Unclassified gibi dergiler ben bu konularda ilk makaleleri yazmaya başladığımzamanlarda 1996-1997’de bazı sayılarını gizli istihbarat örgütlerinin “Beyin Kontrolü” ile ilgili çalışmalarına ayırmışlardı43, aslında 1985-1996 arasında bu konularda sürekli yazılar ve kitaplar çıkmaktaydı. Özellikle 1975’te CIA MK-ULTRA dokümanlarını halka açtıktan sonra bir sürü kitap yazılmaya başlanmıştı. Bunların en önemlisi John Marks’ınyazmış olduğu, ‘Search for Manchurian Canditate’ idi 44.
43 Big Brother Goes High-Tech, Covert Action Quarterly, Spring 1996, No: 56, s:7-14; Daniel Brandt, Mind Control and the Secret State, Unclassified, Spring 1996, No:36, s:12-18.
44 John Marks, Search for Manchurian Candidate, N.Y. Norton and Norton, 1979.
Kurulduğundan beri başta CIA olmak üzere, pek çok istihbarat örgütünün ana hedefi insan beynini kontrol altına almaktı. Bu konuda milyarlarca dolar gizli laboratuvar çalışmalarına ayrıldı; sonunda gelinen nokta gerçekten de korkutucu mu acaba? Bunu bilemiyoruz. Zihin kontrolü çalışmaları Naziler tarafından başlatıldıktan sonra, Gehlen tarafından Project Paperclip olarak CIA’de devam edilirken korkunç deneyler yapıldığını tahmin edebiliyoruz. CIA, Nazileri hem savaş sonrasında saklamış, hem de bildikleri tüm bilgileri kullanıp, Nazi savaş suçlularını bu amaçla kullanıp, Nazilerin zihin kontrolü çalışmalarına devam etmiştir.
1996’da CIA’nın, parapsikoloji çalışmalarına ve medyumlara yaklaşık yılda 20 milyon dolar ayırdığı (üstelik de son 25 yıldır) ABD televizyonlarında yayınlandığında bayağı alaya alınmıştı. CIA’nın hedeflerinden birisi trans haline geçen bazı medyumları, sözüm ona başka yerlere gönderip, belli bir raftan bir kitabı veya çekmecedeki dosyayı açıp okuma yeteneği kazandırmaktı. Bilim çevrelerinde ve aydınlar arasında CIA’ya ayrılan paranın azaltılması ve abuk subuk araştırmalara para verilmemesi için bir sürü yazı yazıldı. Fakat hiç kimse “bu şarlatan medyumlara” ayrılan paranın çok daha fazlasının “beyin kimyasını kontrol amacıyla” ayrıldığının ve bu araştırmalarla gelinen noktanın farkında değildi...
Bilindiği üzere beyin serebrospinal sıvıda (beyin-omurilik sıvısında) yüzmekte olan bir yağ kütlesidir. Nörobilimin (Neuroscience) son 30 yılda beyin hakkında öğrendikleri akıllara şaşkınlık verecek düzeydedir. Beynin en küçük birimleri olan nöronlar, binlerce başka nöronla “sinaps” adı verilen bağlantıları kurar. Beyinde 10’üzeri 13 (10’un yanında 13 tane sıfır) nöron olduğu düşünülürse bu nöronların kurabilecekleri korkunç ağ hakkında bir fikir sahibi olunabilir.
Nöronlar birbiriyle “aksiyon potansiyeli“ adı verilen elektriksel mesajlar aracılığıyla haberleşir, elektriksel ileti, bir nörondan diğer nörona önceki nöronlardan iletilen “milivolt” düzeyindeki elektrik akımı ile geçebileceği gibi, nörotransmitterlerin (sinir sistemindekikimyasal aracı maddeler) yardımı ile de geçebilir. Nörotransmitterler, ya salındıktan sonraki nörona gidip kendilerine has reseptörlere (alıcılara) bağlanır ve bir dizi iyonik-elektrofizyolojik olay başlatır ya da reseptör aracılığıyla hücre içindeki biyokimyasal bazıolaylara neden olurlar. Bir nöronu uyaran “uyarıcı nörotransmitterler“ olabildiği gibi, uyarılmış bir nörondaki uyarılmayı azaltıcı “inhibitör (etkiyi azaltan) nörotransmitterler“de var olabilir. Beyindeki en aktif nörotransmitterler glutamat, asetil kolin, noradrenalin, dopamin, serotonin (5-HT), nikotin, GABA, enkefalin, endorfin ve endojen opiat benzeri maddeler, testesteron, östrojen gibi hormonlar ve daha bir sürü başka maddedir. Bu nörotransmitterleri üreten ve kullanan özel ve beynin belli yerlerinde spesifikleşmiş nöronlar mevcuttur ve bu nöronlar beyindeki farklı yerlerde farklı özellikteki nöronlarla iletişim kurarak duygu, düşünce, bilinç, his, saldırganlık, zekâ, uyanıklılık, yaratıcılık gibifonksiyonları belirlerler.
Örneğin dopamin maddesinin beynin belli yerlerindeki miktarının ve dopamin reseptörlerinde duyarlılığının artışı psikotik (ruhsal bozukluk) tarzda davranışlara neden olabilir. Ya da spesifik bölgelerde aşırı dopamin ve noradrenalin salınması manik atak, paranoya, hiperseksüalite gibi davranışlara neden olur. Bazı bölgelerde serotoninin azalması depresyona neden olduğu için, bazı depresif hastalıklarda ilaçlarla serotoninin arttırılması depresyonu tedavi edebilir. Ya da, panik reaksiyon beyin sapında locus ceruleus denen toplu iğne başı kadar bir yerdeki noradrenalin salgılayan nöronlardaki aşın aktivite, ve aşın noradrenalin salgılanması sonucunda gerçekleşir, tedavisi adrenerjik (adrenalin ve noradrenalin gibi nörotransmitterleri içeren sistem) beta-1 blokeri olan propanolol isimli bir ilacın verilmesidir (propanolol adrenerjik reseptörlere bağlanarak beyindeki bazı hedef nöronlardaki noradrenalinin etkisini ortadan kaldırır). Ya da anksiyetenin (iç sıkıntısı, kaygı) oluşumu veya anksiyöz (iç sıkıntısı ile ilgili) bilinç halleri, beyindeki GABA ve benzodiazepin reseptörleri uyarılıp, inhibitör mekanizmalar devreye sokularak, ortadan kaldırılabilirr. İnsanlarda bilinç hali kimyasal olarak değiştirilebilir, bilinen pek çok bilinç durumu yapay olarak sağlanabilir, (paranoya, anksiyete, telkine eğilim, mutluluk ve mutsuzluk vb.)
Varmak istediğim nokta, düşünceden, saldırganlığa, duygulanmadan, yaratıcılığa kadar her insansı beyin fonksiyonunun karşılık geldiği mutlaka nöroanatomik (sinir sisteminin anatomisi) ve nörokimyasal (sinir sisteminin kimyası) bir durumun olduğu45 .Ve yapay olarak kimyasal ajanlarla anksiyete, hipnoz, rüya görme hali, ağrıya duyarlılığın artması veya azalması, hafıza kaybı veya hatırlama, sersemlik, psikoz, yaratıcı düşünce, aşın duyarlılık hali, hatta “deha” oluşturulabilir. Özellikle son yirmi yılda geliştirilmiş, bilinen veya basına açıklanmamış yüzbinlerce psikoaktif madde ile insan beyninde istenen ruh hali (mood) yaratılabilir, insanlar telkine ve beyin yıkamaya dahayatkın hale getirilebilir, istenirse yapay psikoz oluşturulabilir. CIA kontrollü psikozu zihin kontrolü operasyonlarında detaylı denemiştir.
45 Alan Hobson, Chemistry of Conscious States, N.Y. Little Brown Co., 1994.
New York Times’ın 1996’daki haberlerinden birisi de, American Scientists Association (ABD Bilim İnsanları Demeği) isimli kuruluşun CIA’nın gizli ödeneklerinin ortaya çıkarılması için mahkemeye başvurduğudur. Bilim insanları artık CIA’nın tüm gizli araştırmalarının ve bunun bütçesinin açıklanmasını istemektedirler.
Dr. Ewen Cameron, Allen Memorial Institute’de yaptığı klinik deney çalışmalarını, 1964’de San Antonia’daki bir konferansta şöyle özetlemiştir46
1) Benim duyusal yoksunluk ile ilgili, noktürnal delirium konusundaki çalışmalarım .2) İlk duyusal yoksunluk çalışmalarının devamı.3) Serenyl (PCP/Angel Dust veya phencylidine) ile yapılan çalışmalar4) Uzay-zaman bilincini ve imajını kırmak amacıyla elektroşok yaparak beyin yıkama yöntemleri.5) LSD-25 kullanarak yaptığımız deneyler.6) Farklı bilinç halleri oluşturan diğer ilaçlarla yaptığımız çalışmalar. Bu çalışmalar 1950’lerin sonunda başlamış; 1970’lere kadar sürmüştür!
MK-ULTRA isimli CIA projesi, orta ‘ ya çıkan zihin kontrolü projelerinden’ sadece birisidir. 1953 yılında, CIA direktörü Allen Dulles tarafından uygulamaya konmuş, TSS’de çalışan Sidney Gottlieb tarafından yürütülmüştür. Projenin hedefleri; bilincin ve hafızanın kontrol edilmesi, beyin yıkama, insanları telkinle konuşturma, bir fikri aşılama, Mançurya kobayı oluşturma, ideal adam öldürme yöntemleri keşfetme, psikolojik vefizyolojik bağımlılık yapıcı yeni yöntemler bulma olmuştur. Habersiz Amerikan vatandaşları üzerinde deney yapıldığı için CIA mahkemelik olmuştur.
46 Harvey Weinstein, Psyciatry and the CIA: Victims of Mind Control, N.Y. American Psychiatric Association Pub., s: 222-225, 1994.
CIA’nın çalışmalarının gerçekleştiği, yerlerden birisi, Lexington-Kentucky’deki U.S. Public Health Service bağlı Addiction Research Center (Bağımlılık Araştırma Merkezi) idi. Bu ilaç çalışmalarının çoğunu Dr. Hurris İsbel yönetti. Deneklerin çoğunluğu zenci idi. Çalışmaların bazılarında LSD 75 gün süreyle sürekli artırılarak, fil dozlarına çıkarılıp veriliyordu. Bu çalışmalarda BZ de kullanılmıştır. Gizli laboratuvarlarda sentezlenen pek çok halüsinojenin yanı sıra, BZ kod adlı madde 40 saat ile 4 gün arasında saat etkili, insanda delirium yaratan bir drogtur. BZ kullanan kişi, çevresinde tamamen izole olur, bir zombi gibi dolaşıp söyleneni yapar. Aşırı saldırganlık, paranoya, süreğen psikoz bu ilacın etkileri arasındadır. Bu ilaç Saigon’da habersiz pek çok ABD asker arasında kullanılmıştır. Yan etkileri haftalarca sürer.
Bu halüsinojenlerin güzel bir örneğini, Amerikan Sağlık Teşkilatı (NIH) tarafından da bağımlılığı durdurucu etkileri kanıtlanmış İbogain verir. İbogain insan beyninde yaklaşık 2 gün süren psikedelik (bilinci değiştirip, genişleten) bir yolculuk yaşatan çok güçlü bir halüsinojendir ve eroin, kokain bağımlılığında kullanılmaktadır. İbogain kişide çok farklı bilinç halleri yarattığı, geçmişe ait tüm anıları bir film şeridi gibi hatırlattığı, bilinçli rüya görme hali sağladığı için psikiyatrların, nörobilimcilerin ve kaçınılmaz olarak da istihbarat örgütlerinin ilgisini, aynı LSD gibi çekmiş bir ilaçtır. Bu tip bilinmeyen dahabinlerce ilaç vardır ve bu ilaçlar üzerine yapılmakta olan gizli çalışmalar sürmektedir.
ASKERLER ÜZERİNDE KULLANILAN KİMYASALLAR
Enerjiyi arttıran Metamfetaminler gibi stimülanlar (uyarıcılar)!, ve 2. Dünya Savaşı’nda askerlerde yaygın olarak kullanılmıştı. Halüsinojen maddeler de (örneğin meskalin) savaş esirlerinde kullanılmıştır. Örneğin normal insanlara yüksek dozantipsikotik ilacın (ruhsal bozukluklarda kullanılan ilaç) verilmesi, aşırı sersemlik ve huzursuzluk yaratabilir veya bazı NMDA reseptör antagonistleri (antagonist: etkisini ortadan kaldıran, yavaşlatan, öm. Dizocilpine veya MK-801) insanlarda deliriumlar (delirme hali) oluşturabilir ve tıp bu tip maddeleri istihbarat örgütlerinin emrine “hipokrat yeminini çiğneyerek “ sunmaktadır.
Yüksek doz atropin (kolinerjik reseptör antagonisti) unutkanlık yapabildiği gibi, uzun süreli hafıza kaybı yapan daha güçlü bazı maddeler de mevcuttur, bu ilaçların “sıcak ve soğuk savaşlarda” kullanıldığına dair pek çok delil vardır47. Sadece deney sıçanlarında kullanılan benzeri bazı ilaçlar istihbarat örgütleri tarafından “zihin kontrolü” amacıyla kullanılmıştır. Örneğin ibotonik asit veya kainik asit, beynin hafıza ve üç boyutlu uzay algısından sorumlu hipokampus denen bölgesinde veya limbik sistemde geri dönüşsüz nöron ölümüne, aşırı unutkanlığa, psikoza ve sara nöbetlerine neden olabilir. “İnsanlara kendi beyinlerini cehennem olarak algılatmak“, bugün bazı kimyasal madderle mümkündür ve bu kimyasal maddelerin çoğu aslında deneysel amaçlarla hayvanlarda kullanılmaktadır, büyük olasılıkla böyle maddeler istihbarat örgütleri tarafından araştırılmakta ve “geri dönüşümsüz etkilerine rağmen” insanlar üzerinde de “CIA’in cellat psikiyatrları” tarafından denenmektedir! Bu konuda çok güzel bir örnek “Jacob’s Ladder “ (Jacob’un Merdiveni) isimli filmde verilmektedir. Film gerçek bir hayat hikayesinden alınmıştır, filmin konusu Vietnam’a gönderilen bazı Amerikalı askerlerde saldırganlık oluşturması için, BZ kod adlı halüsinojen bir maddenin verilmesidir. Filmde Amerikalı askerler ani bir delirium ile birbirlerine saldırıp, birbirlerini öldürürler. Bu tip stimülan-halüsinojenler, Vietnam, Kore savaşlarında denenmiştir.
47 Alex Constantine, Psychic Dictatorship in USA, N.Y. Feral House Book, 1995; Jay Stevens, LSD and the American Dream: Storming Heaven, San Fransisco: Perennial Library, 1988; John Marks, The Search for Manchurian Candidate, N.Y. Norton and Norton, 1979; Martin Lee, Bruce Shlain, The Complete History of LSD, N.Y. Grove-Weidenfield, 1992.
İnsanları kimyasal ajanlarla etkileyip, onlara iradelerinin dışında işler yaptırtmak çok eskiden beri mevcut olan ve araştırılan bir yöntemdir. Örneğin Batıni mezhebinin kurucusu Hasan Sabbah gözlerden ırak Alamut kalesindeki üssünde, bazı müritlerine “afyon tentürü” (morfin içerir) ve doğal bazı halüsinojenleri (cannabis, psilosibin vb) vererek veya nargilelerine koyarak (solunum yoluyla), onları uyuşturur, onlara cenneti gösterir ve cennete gitmenin yollarını öğretirdi; bu yolların en kestirmelerinden birisi de mutlaka Hasan Sabbah’ın karar verdiği kişileri öldürmekti. Hasan Sabbah’ın afyon tentürü kullandığı iddia edilirse de bitkilerden çıkarılan “cadı keşfi” başka halüsinojenleride kullandığı büyük olasılıktı. Ama yarattığı “Assasin’ler (Assasin İngilizce suikastçı demektir ve kelime Hashishin kelimesinden ve o devirlerden kalmıştır) morfine de fizyolojik olarak bağımlıydılar ve büyük olasılıkla tarihteki ilk KanctmrianKntayt idiler. CIA, Hasan Sabbah’ın bilgilerini ve yöntemlerini çok ustaca kullandı!…
MANÇURYA KOBAYI
Mançurya Kobayı (Manchurian Candidate) kendi iradesi dışında, bir takım beyin yıkama seanslarının, ilaçların veya hipnozun etkisiyle başkalarının istediği bazı eylemleri yapanlara verilen isimdir. Kelime Mançurya’dan ve Kore savaşından gelmektedir. Kore savaşı sırasında Amerikalı askerlere Çinliler tarafından bir dizi beyin yıkama deneyi ve işkencesi yapıldığı bilinmektedir. Bu terim Frank Sinatra’nın ünlü Manchurian Candidate filmine konu olmuştur. Filmi CIA finanse edip çektirtmiştir. Hedef tehlikeyi büyük gösterip devletten bu konuda fonlar alabilmektir. Filmde robotlaştırılan bir Amerikan subayının nasıl ulusal güvenliğe zarar verdiği anlatılmaktadır. Halen Mançurya Kobayı konusu tartışmalıdır ve başarılı olunup olunmadığı meçhuldür.
Bilimsel yöntemlerle ideal bir Mançurya Kobayı yaratma arayışı, Nazilerden beri süre gelimiştir Soğuk savaşla birlikte, bu konuda KGB ve ABD’li istihbarat örgütleri içindeki araştırmalar hız kazanmıştır. Klinik psikoloji, psikiyatri, nörofarmakoloji,elektrofizyoloji ve parapsikoloji bu hedefe uluşmak için kullanılmıştır.
Bilimsel istihbarat seksiyonlarının ilk başlattığı projelerden birisi, 20 Nisan 1950’de CIA bölüm direktörü Roscoe Hillenkoetter’in imzalamış olduğu Bluebird (Mavi Kuş) projesidir. Bluebird ilk “davranış değiştirme, beyin yıkama “ çalışmalarına Kore Savaşında başlamıştır. Meşhur “yalan makinasının’ yaygın olarak kullanılışı da bu dönemlere rastlar. CIA yalan makinasını, o dönemden sonra sürekli kendi adamları ve düşmanlar üzerinde kullanmıştır. Fakat “yalan makinesine” yalan söylemek çok kolaydır, basit bir bio-feedback eğitimiyle bu sağlanabilir. Yalan makinasımn dayandığı prensip ani heyecanlanmalar sırasında adrenerjik boşalıma ait kan basıncının artması, kalp ritminin şiddetlenmesi, deri direncininin değişmesi gibi fizyolojik yanıtlan poligrafla (bir tür kayıt cihazı) kayıt etmektir ve “yalan söyleyen herkesin hafif de olsa heyecanlanacağı hipotezi” sınanmaktadır. O nedenle diğer istihbarat örgütleri -örneğin FBI- yalan makinasımn bilimselliğini kabul etmemektedir. Bunun en guzel örneğine Aldrich Amesgibi CIA aleyhine çalışan köstebeklerin yalan makinesinden başarıyla geçmesi gösterilir.
1952’den sonra Bluebird projesi, Arthichoke’a (Enginar) döndürülmüştür . Bu projelerin başında ana hedef, insanları konuşturacak bir “gerçeklik serumunun” keşfidir. Bunun için ilk bilinen halüsinojenler (meskalin, sihirli mantarlar vb.), uyku ilaçları (fenobarbital, pentobarbital vb) etil alkol, hipnoz kullanılmıştır. Hipnoz aslında sanıldığından daha tehlikeli bir yöntemdir; her ne kadar bilimsel kitaplarda, hipnozla insanın iradesi dışında bir amaca yönelik bir şey yaptırılmayacağı iddia edilmekteyse de son yıllarda bunun doğru olmadığı görülmüştür; yani bir insana hipnozla isteklerinin dışında bir eylem yaptırılabileceği -örneğin cinayet işletmek- iddia edilmektedir.
CIA, “efsanevi ilaç LSD-25 “ (liserjik asit di-etil amid) ile, Albert Hofmann bu ilacı sentezledikten 8-10 yıl sonra tanışmış (1950’lerin başında) ve bu ilacı araştırmaya bir 35 yıl devam etmiştir. 1951-1956 arasında, CIA’a bağlı TSS’in (Techical Services Staff) Kimya bölümünün başına getirilen Sidney Gottlieb zamanında, LSD araştırmaları iyice hız kazanmıştır. LSD insanlarda farklı bir bilinç hali yaratan psikedelik bir madde olduğu için, CIA bu madde hakkında yapılan araştırmaları sürekli denetleme, yayınlattırmama, gizli dosyalarda saklama fikrine yönelmiştir. 1950-1975 arasında CIA’da binlerce ajan, sistematik olarak LSD testlerinden geçirilmiş ve LSD’den yola çıkarak, pek çok yeni halüsinojen sentezlenmiş ve insanlar üzerinde zihin kontrolü, propaganda, beyin yıkama amacıyla kullanılmıştır.
MK-ULTRA PROJESİ VE HEDEFLERİ
1953 yılında CIA direktörü Allen Dulles, temel konusunu LSD ve kimyasal ajanlarla beynin kontrolü teşkil eden MK-ULTRA projesini başlatacak ve ilk sermayesini 300 000 dolar olarak belirleyecekti. Daha sonra Sidney Gottlieb’in , “gizli projeler” adı altında bir sürü çalışmasına da finans ayrılmıştır. Amerikalılar o tarihlerde Rusların LSD’yi onlardan çok daha önce kullanabileceğinden korkmaktadılar; halbuki Ruslardan önce Çekostovakyalılar etkilerin önemine varacaklar ve Stanislaw Grof Çekostovakya’da 1950’ler ve 1960’larda yaklaşık 5000 kişi üzerinde LSD’yi deneyecekti. MK-ULTRA projesinin ilk hedeflerinden bazıları yazılı olarak Allen Dulles‘a sunulduğu üzere şöyleydi48 :
a) Hafızanın kontrol altına alınabilmesi, hafızanın yok edilebilmesi, unutulan olayların hatırlatılabilmesi, hafızanın kısa süreli geçici kaybı.b) İnsanlarda anormal, beklenmeyen davranışlar yaratarak gülünç, kötü duruma düşürmek [örneğin çayına 200 mikrogram LSD damlatılan birisi, bu maddeyi tanımıyorsa verdiği bir konferans sırasında, kahkahalarla gülmeye başlayabilir ya da sıvı THC (tetrahidro cannabinol) benzer “uyumsuz sayılabilecek” davranışlara yol açabilir]c) Cinsel davranışlarda değişiklik ve aberran (değişik, sapmış) bir yapı oluşturmak, bu amaçla yüksek doz metamfetamin (80-100 mg) insanlara gizlice verilerek, afrodizyak etkileri incelenmiştir. Metamfetamin beyinde dopamin ve norepinefrini arttırarak, limbik sistemde korkunç bir cinsel fırtına yaratabilir. Aberran davranışlara eğilimli kişilerde bu davranışlan ortaya çıkarır. CIA bu davranıştan -örneğin homoseksüelite, sadomazohizm vb- filme kaydedip, şantaj yapmak amacıyla kullanmıştır.d) İnsanlardan bilgi almayı kolaylaştır mak (LSD bu amaçla uzun süre başarıylakullanılabildiyse de, buna karşı gerek ilaç toleransı çok hızlı gelişebilir, gerekse LSD’ye karşı insan çok iyi eğitilip, sorgulayanı kandırabilir.)e) İnsanları telkine yatkın hale getirmek. Beyin yıkamaya müsait bir bilinç hali oluşturmak.f) “Fizyolojik ve psikolojik bağımlılık yaratan “ yeni yöntemler ve ilaçlar bulmak MKULTRA’nın en temel amaçlarından birisi bir 40 yıl boyunca bu olmuştur. Özellikle eroin ve daha güçlü bağımlılık yapıcı opiatlar bu amaçla gizli laboratuarlarda sentezlenmiştir. Fizyolojik bağımlılığın mekanizmasının bilinmiyor olması, CIA’nın işine gelmiştir; fizyolojik bağımlılığın mckanizmasının çözülmesi ile ilgili çalışmalar bazen çıkmazlara sokulmuştur.g) İdeal adam öldürme yöntemleri keşfetmek. Bunun için farmakoloji ve mikro biyoloji konusunda milyonlarca dolar harcanmıştır. En etkili medde Shell-fish toksin’dir, bir kaç saniyede insanı öldürür. Ayrıca botulismus toxini, encephalomyelit vürüsü, Ebola virüsü bu amaçla kullanılmıştır. LSD ve benzeri maddeler bu amaçlarla kullanılmamıştır, çünkü LSD’nin henüz öldürücü dozuna pek rastlanamamıştır; LSD’nin kullanıldığı bilinen en yüksek dozu 5 mg’dır (normal kullanım dozunun yaklaşık 2000 katı), bu dozda öldürücü değildir49.
Nembutal (pentobarbital) ve barbitüratlar intihar süsü vermek amacıyla kullanılmışlardır; barbitüratlar yüksek dozlarda, solunum merkezinde solunum depresyonu yaparak, solunumu durdururlar. J. F. Kennedy’nin metresi Marilyn Monroe’nun intihar etmediği, yüksek doz Nembütal ile öldürüldüğü iddia edilmiştir, Monroe’nun yanında boş Nembutal kutusu bulunmuştur.
48 John Marks, The Search for Manchurian Candidate, N.Y. Norton and Norton, 1979
49 Jay Stevens, LSD and the American Dream: Storming Heaven, San Fransisco: Perennial Library, 1988; Peter Stafford, Psychedelics Encyclopedia, Berkeley: Ronnin Publishing, 1992. s:34-101.
Solomon Asch’in sosyal psikoloji üzerine yaptığı deneylerde bazı görüşlerin, sosyal baskılarla kabul ettirilebileceği, deneklere bariz görünen gerçeklerin daha farklı algılatılabileceği ispatlanmıştır; yani insanlann büyük çoğunluğu zaten bilimsel düşünemez ve beyin yıkamaya, gerçekleri farklı algılamaya ve illüzyonlar görmeye çok müsaittir. Stanley Milgram’ın yaptığı sosyal psikoloji deneylerinde, denekler sadece “beyaz gömlek giymiş, doktor görünüşlü, deneyi yöneten birisi “, “Devam et! “ dedi diye, birbirlerine elektrik şokları vermeyi sürdürmüşlerdir, bariz öldürücü dozlara ulaşılması ve şoku alan deneğin çığlıkları, şoku veren deneği hiç etkilememiştir50 . Milgram’ın yaptığı bir dizi klinik psikoloji deneyine göre, zaten hepimizin içinde bir Mançurya Kobayı yatmakladır ve bu istenirse ortaya çıkarılabilir.
Zamanın CIA direktörü Allen Dulles daha önceki bölümlerde de söylediğimiz Princeton Üniverstesinde 1953’te gibi şöyle bir konuşma yapmıştır:
‘Hedef ‘insan zihnindeki savaşı” da kazanmaktır. Bu savaşın ilk cephesi propaganda, depolitizasyon ve sansür ile kitlesel sindirmeyi sağlamaktır. İkinci cephe ise bireyin beyninde kazanılacaktır; hedef beyin yıkama, zihin kontrolü, ideolojiyi değiştirme ve gerektiğinde birçok Mançurya Kobayı (Manchurian Candidate) yaratabilmektir!’
ABD gençliğinin genel yapısına bakacak olursanız, Dulles’in bahsettiği birinci cephe kazanılmıştır, yani, okullardaki eğitim, TV’nin beyin yıkaması, sansür ve yanlış bilgilendirme, koşullandırma sayesinde son derece yüzeysel düşünen, paraya tapan, cahil, bilimsel düşünemeyen, yoz ve depolitize bir Amerikan gençliği yaratılmıştır.
İkinci cephenin ne kadarının kazanılmış olduğu ise halen meçhuldür. Fakat CIA, nörobilimin bulgularını ve beynin işleyiş mekanizmalannı açıklayan yeni buluşları takip etmesinin yanısıra kendisi de bazı üniversitelerle kolkola bir sürü çalışma yapmaktadır.
Özetlemek gerekirse Amerikan Derin Devletinin (başka bir tabirle Derin Şirket-Devletinin) Zihin Kontrolü ve psikolojik savaş hakkında yapmış olduğu gizli projelerden bazıları şunlardır:
. Project PAPERCLIP (Nazilerin Zihin Kontrolü projesi, 1949-??). Bluebird (1950-1955, Mavi Kuş, Zihin Kontrolü projesi). ARTİCHOKE (1952-??, Enginar, Zihin Kontrolü projesi). MK-ULTRA (1953-1973, Mind Kontrolle Ultra, Zihin Kontrolü projesi). MK-DELTA (1950-1960’lar, Zihin Kontrolü projesi). CHATTER (Gevezelik, insanları konuşturma projesi). MK-SEARCH (MK-Ultra’nın yerine, MK-Araştırma, Zihin Kontrolü projesi). MK-NAOMİ (1950-1960’lar). Project Pandora (1956-1990, Gizli silahlar ve beyin kontolü projesi). Project MONARCH (1950-1980’ler, Zihin Kontrolü ve Mançurya Kobayı projesi). MOCKINGBIRD (1950’ler- halen sürüyor, psikolojik savaş projesi)
HİPNOZ
Artichoke projesinin en önemli araştırma yöntemlerinden birisi de hipnozdu. CIA’nın ilk davranış araştırmacılarından Morse Allen, hipnozu teşkilata sokmuştur. Hipnoz gerçek bir Mançurya Kobayı yaratabilmek için çok uzun bir süre kullanılmıştır ve hâlâ kullanılmaktadır. Hipnozun kişiye istemediği işlevleri yaptırıp, yaptıramayacağı, çift kişilik oluşturup oluşturamayacağı veya ender rastlanan çoğul-kişilik (multiple persona- lity) vakalarını ortaya çıkarıp çıkarmayacağı hala bir sırdır ve CIA’nın hangi noktaya geldiği bilinmemektedir. Fakal hipnoz fenomeninde görülen bir gerçek vardır ki, kişi normal bilincinde hatırlamadığı ve kontrolün bir başkasına geçtiği bambaşka, telkine açık bir bilinç haline girmektedir. Özellikle hipnozdan önce veya sonra verilebilecek bazı kimyasal maddeler hipnozun etkisini arttırabilir.
Pearl Harbour baskısından hemen sonra, Colgate Üniversitesi Psikoloji bölümü direktörü ve hipnoz uzmanı George Estabrooks, Washington’a çağrılmış ve hipnozun savaş amacıyla nasıl kullanabileceği hakkında bir brifing vermesi istenmiştir. Estabrooks bu anılarını ve yöntemleri bir kitapta toplamıştır, ona göre insanların yaklaşık beşte biri hiç hatırlayamayacakları derin bir trans haline sokulabilir. Bu görüşe hipnozla uğraşan diğer bilim adamları karşı çıkmışlardır. Onlara göre insana istemediği hiçbir şey hipnoz etkisinde yaptırtılamaz; fakat bu hipotez hipnoza olan korkuyu azaltmak ve hipnozun gerçek etkilerini gizlemek için anlatılan boş bir hikayeye benzemektedir.
Hipnoz altında yaptırılan eylem kişiye öyle empoze edilebilir ki, kişi kendini bir kahraman olarak görebilir ve islenen görevleri harfiyen yerine getirebilir, özellikle ilaçlanırsa. 1976’da Donald Bain tarafından yazılan “Candy Jones’un Kontrolü” isimli kitapta belirtildiğine göre Candy Jones isimli manken 12 yıl boyunca CIA tarafından hipnotize edilerek çift kişilikle kontrol edilmiştir. İkinci kişilik, Candy Jones, New York radyo programı yapan Long John Nebel isimli amatör hipnozcu ile evlendiğinde ortaya çıkmış ve o zaman Candy Jones yıllar önce CIA merkezinde yapılan hipnoz seanslarını hatırlamıştır51 . Basının baskılan üzerine CIA, Candy Jones ile ilgili deneyleri kabul etmek zorunda kalmıştır.
51 Daniel Brandt, Mind Control and the Secret State, Unclassified, Spring 1996, No:36, s:12-18.
DUYUSAL YOKSUNLUK DENEYLERİ
1953’te John Lilly, Amerikan Sağlık Teşkilatında (NIH) maymunların beyinlerindeki belirli yerlerin fonksiyonel haritalarını çıkartmak için deneyler yapmaktaydı. Beyin içine soktuğu ince elektrodlar aracılığıyla ağn, korku, anksiyete, kızgınlık oluşturan belli alanlar buldu. Ayrıca ereksiyon, ejakülasyon (ereksiyon sonrası spermin boşalması durumu) ve orgazm oluşturan merkezleri de tanımladı. Örneğin maymunlardan biri sitalamusundaki haz merkezlerine implante edilen bir elektrod ve buraya elektrik akımı veren bir düğme ile başbaşa bırakıldığında her üç dakikada bir bu düğmeye basmış ve 16 saat boyunca orgazm olmayı sürdürmüştür. Çalışmaları izleyen CIA Lily’nin beyin haritaları ile çok ilgilenmeye başladı52 . Ama CIA her yeni bilginin kendilerinde kalması ve “sınıflanmış” olarak gizli arşivlerinde bulunmasını ve yayınlanmamasını istiyordu.CIA’nin istediği aslında maymunlardan yola çıkarak benzer elektrod implantasyonlarını insanlarda da gerçekleştirmekti. Lilly, CIA ile çalışmayı reddetti, bu konuda çalışmayı da geçici bir süre için bıraktı.
52 John Marks, The Search for Manchurian Candidate, N.Y. Norton and Norton, 1979. s:151-154, 224.
Lilly, 1954’te farklı bilinç hallerini ve bilinci araştırmak için “Duyusaİ Yoksunluk” (Sensory Deprivation) deneylerini keşfetti. Bu izotonik sıvı içiren küvetlerde kişiyi her türlü 5 duyudan soyutlayarak, aynı anne kamında olduğu gibi yüzmeye bırakmak fikrine dayanıyordu53. O zamanlara kadar savunulan görüşe göre beynin düşünebilmesi ve bilincin var olabilmesi için dış uyarana gereksinim vardı. Lilly’nin oluşturmuş olduğu ve kendinde denediği bu tehlikeli modelde, tüm dış uyaranlar minimuma indiriliyor ve beyin kendi kendi ile kalmaya bırakılıyordu54. Bu durumda bile insan zihni düşünmeye devam ediyor, önceden bilinenlerin aksine ve ünlü nörobilimci HEBB’in dediği gibi beyin nörotransmitter fonksiyonlarını sürdürmeye devam ediyordu. Bir uyku haline değirilmiyor, aksine 10-15 saat kadar sonra bilinç halüsinasyonlar görmeye başlıyordu. Bu konuda ve psikofarmakoloji konusunda çok şey bilinmektedir, ama 1950’ler bu buluş bir deneysel psikolojide bir devrim niteliğindeydi. Daha önce varsayılan pek çok görüşü çürütüyordu.
53 John Lilly, The Center of the Cyclone: An autobiography of Inner Space, N.Y: Bantam Books, 1972; John Lilly, Programming and Metaprogramming of the Human Biocomputer, N.Y.: Bantam Books, 1974.
54 Detay için, Ümit Sayın, Zihin Kontrolü ve Kara Bilim, İstanbul:: Neden Yay., 2006 (baskıda), Zihin Kontrolü ve Farklı Bilinç Halleri isimli bölüm.
Lilly ilk çalışmalarını yayınladığında, yine CIA bu bulgularla ideal bir “işkence odası veya bir konuşturma odası” dizayn etmek amacıyla Lilly’nin kapısını çaldı. Çünkü bu deneylerde kişilerde uzun süren duyusal yoksunluk sonunda, halüsinasyonlann ve bazı ilaçlarla erişilen durumların oluştuğu rapor edilmişti. Lilly CIA hesabına ve insanlığın kötülüğü yönünde çalışmayı yine reddetti ve çalışma alanını başka taraflara yöneltti. Fakat psikocerrahi (beynin belirli yerlerine uzaktan kumandalı elekrotlar saplayarak, davranışları yönetme) ve duyusal yoksunluk çalışmaları CIA’nı gizli laboratuarlarında ve Artichoke projesinin bir parçası olarak uygulanmaya devam edildi; 50 yılda gelinen nokta ise meçhul!
PARAPSİKOLOJİ ÇALIŞMALARI55
Hiç tartışmaya gerek yok ki CIA’nın ortaya çıkan bu çalışmaları “gerçek bilim adamları” ve düşünebilen medya tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Amerikan gençliğinin büyük kısmının beyninin yıkanmış olmasına rağmen, doğru düşünen, vicdanlı bir azınlık halen vardır. Örneğin Amerikan Bilimler Akademisi gibi etkin kurumlar CIA’in bilimi kendigizli ve ne olduğu belirsiz amaçlan için kullanmasına karşıdırlar, Senato’ya baskı yapmaktadırlar. Son 50 yıldır CIA o kadar çok fiyaskoya neden olmuştur ki, Senato CIA’ya ayrılan paralardan her yıl kesinti yapmaktadır. Ama Bush rejimi ile bu eğilim tamamen değişmiştir. Örneğin insan öldürücü zehirli iğneler atan havalı tabanca 1985’te kongrede tartışmalara, tepkilere neden olmuştur. Oliver Stone’un çevirmiş olduğu JFK isimli film sonucunda Yüce Divan ve Senato J. F. Kennedy ile ilgili CIA’daki belgelerin halka açılmasına karar vermiştir.
55 Bu konudaki dezinformasyonlar için bu bölümden sonra EK-3’e bakınız.
CIA son yıllarda parapsikogların da yardımıyla “öldürücü olmayan tekniklere” (Non-lethal weapons) yönelmiştir. Bunlardan birisi “uzaktan kontrol ve gözlem”dir. Öldürücü olmayan teknikleri araştıran kurumlar Oak Ridge National Lab., Sandia National Lab., Science Applications International Corporation, Mitre Corporation, Los Alamos National Lab. gibidir. 1996’da kongre “Öldürücü olmayan teknikleri” araştırmaya 37.2 milyon dolarlık bir para ayırmıştır56.
56 Daniel Brandt, Mind Control and the Secret State, Unclassified, Spring 1996, No:36, s:12-18.57 Alex Constantine, Psychic Dictatorship in USA, N.Y. Feral House Book, 1995
Bunlardan birisi mikrodalgaların insan vücudunda ne etkilere yol açlığının araştırılmasıdır. 1960’larda Moskova’daki ABD konsolosluğunun bilim adamları konsolosluk içinde düşük enerjili mikro-dalga radyasyonu saptamıştır, önce bunun konsolosluğa gizlice yerleştirilen dinleme cihazlarının aktive edilmesi amacıyla gönderildiğini düşünmüşler, ama konsolostaki görevlilerin birçoğunun aşırı baş ağrısı, mide bulantısı, sürekli sersemlik gibi şikayetlerle başvurmaları üzerine konunun üzerine gitmişlerdir. Bu nedenle elektromanyetik dalgaların, milimetre ışıklarının, mikrodalgalann etkileri yakın tarihe kadar yoğun araştırılmıştır ve bu enerji dalgaları sanıldıktan kadar masum değildirler (2, 3).
CIA, ESP’ye (Extra sensory perception: duyular dışı idrak) sahip kişileri artık gazete reklamları ile aramaktadır. Amaç bu kişilerdeki -sözde- medyumluk güçlerini geliştirmektir. NSA’e (National Security Agency) ait binlerce yeri gözetleyen uydu yetmemektedir ve CIA bu medyumların “astral bedenlerini “ düşman hatlarına gönderip, bilgi toplamayı düşünmektedir! UFO’ları da (uçan daire) CIA tarafından yaratılmış ve “zihin kontrolü” projesinin bir parçası olduğu iddia edilmektedir. Bu hipoteze göre aslında UFO’lar CIA ve NASA tarafından yapılmış, jet motorlu uçan disklerdir ve “kovert operasyonlar” (çok gizli operasyonlar) için kullanılmaktadır; uzaylıların yeryüzüne geldikleri fantezisi de bu uçan disklerin ne yaptığının gizlenmesini sağlayan bir kılıftır.
Benzer şekilde bazı satanist (şeytana tapan) kültler, “Children of God “ isimli Hıristiyan mezhebi ve Jim Jones’un kurduğu ‘Halkın Tapinağının’ da CIA tarafından yaratıldığı ortaya çıkarılmıştır57. Bilindiği üzere halkın tapınağının yaklaşık 910 müridi 1970’li yıllarda toplu intihar etmişti. “Children of God “ isimli Hıristiyan grubu ise işledikleri suçlardan dolayı Hindistan’da yasaklanmıştır; ama görünürde Children Of God, minik barışçı, el broşürleri dağıtan İsa’nın söylediklerine yeni ve çağdaş bir bakış açısı getiren bir mezheptir. MK-ULTRA projesi “zihin kontrolü” konusunda sadece ilaçları, hipnozu, işkenceleri kullanmamış, aynı zamanda İnsan beyninin kendi psikoza eğilimli yeteneklerini de araştırmış ve kullanmıştır. Bu nedenle birçok alt kültür, kült, mezhep yaratılmış ve finanse edilmiştir (önceki ilgili bölüme bakınız).
Yeni yaratılan dinlerden birisi de 2. İsa olduğunu iddia eden “Reverend Moon”isimli Koreli kişinin yarattığı Moon dinidir. Moon dini sayesinde ‘’dinleri birleştireceğini iddia eden Reverand Moon, CIA hesabına çalışan bir uluslararası “deli-ajan “dır. Moonistler her yıl dünyanın bir yerinde toplanmakta ve binlerce farklı dine mensup kişiyi “bedava” ağırlayıp bir dizi konferans vermektedirler. Amaç dinleri “sözüm ona birleştirmektir “. Bu dinde, örneğin evlenmek Reverand Moon’un izni olmadan yapılamaz ve kimin kimle evleneceğine Moon karar verir, diyelim ki devletin güvenliği ile ilgili bir işte çalışıyorsunuz ve Moonie’siniz! Canınız evlenmek istedi, “Reverand Moon” babaya danıştınız, o da size Havvaili bir güzel Moonie seçti! Sadece onunla evlenmek zorundasınız, ama evlendikten sonra, önce bir veya iki yıl ayrı kalmak zorundasınız; bu iki yıl boyunca Hawaili güzelin nerede “eğitim göreceğinden” tabii ki haberiniz olmayacak! Tabii bu saçmalıkları kılıfına uyduracak açıklamaları da “ilahi bir biçimde” Moon’un dini kitaplarında bulacaksınız. İşte size bir mezhep dolusu Mançurya Kobayı . Binlerce adamın evleneceği kadının seçimini, kendini 2. İsa sanan bir deliye bırakmasından daha iyi Mançurya Kobaylığı olabilir mi? Türkiye’de de Moon tarikatı etkilerini sürdürmektedir ve birçok Moonie mevcuttur. Kendini 2. İsa sanan ve İsa’nın tekrar geleceğini iddia eden deliler Türkiye’deki bazı cemaatlerde de vardır. Bucemaatlerin veya yabancı cemaatlerin pek çoğu yabancı Derin Devletler ve onların gizli projeleri tarafından kontrol edilmektedir.
Benzer biçimde satanist bazı kültler de CIA tarafından özellikle adam öldürtmek için kullanılmıştır. CIA pek çok psikotiği böyle kültler kurmak için desteklemiştir. Bundakiana hedef insanlardaki telkine, psikoza, cinayet işlemeye, toplu kendinden geçişe ve transa girmeye yönelik eğilimleri araştırmaktır. Yani CIA bu kültleri kurmak için desteklemiştir. Bundaki ana hedef insanlardaki telkine, psikoza, cinayet işlemeye, toplu kendinden geçişe ve transa girmeye yönelik eğilimleri araştırmaktır. Yani bu kültlerin, cemaatlerin ve tarikatların çoğunluğu aslında sosyolojik bir deney tüpüdür. Bu şekilde bir “Muz Cumhuriyetinde” olası CIA amaçlarına hizmet edebilecek, ama CIA’ye hizmet ettiğinin bilincinde olmayan birçok mezhep, alt kültür ve Mançurya Kobayı yaratılabilir. CIA’nın Wodoo törenleri ve Kara Büyü ile ilgilenmesinin nedenlerinden biriside budur. Çünkü kara büyü ve Wodoo törenleri sayesinde cinayet işlemeye hazır Mançurya Kobayları yaratmak çok kolaydır. Bu törenlerde, kullanılan cadı iksirlerinin çoğunun da halüsinojen olduğu ve uygun koşullarda psikotik olmaya yatkın insanlardapsikoz yaratacağı unutulmamalı!
CIA Bilim İnsanlarını Nasıl Tavlar ?
CIA’nın, Amerika’daki her üniversitede anlaşmalı öğretim üyeleri vardır. Bunlar, ulaşılması gereken kişiyle önce dostluk kurarlar. Bazı konularda yardım ederler. Amerika’daki üniversitelerde araştırma yapabilmek için, NIH (Amerikan Sağlık Teşkilatı) gibi kurumlardan grantler (araştırma parası) alınması gerekir; yoksa bilim insanları üniversitelerde kalıcı pozisyon bulamazlar. CIA, “bu bilim insanlarının grant almasına ve kalıcı pozisyon bulmasına’ yardımcı olur. Bu yolla kazanamadığı bazı kişileri ise tehdit ve şantajla elde etmeye çalışır. Bu konuda Dr. Harvey Weinstein’in yazdığı “Psikiyatri ve CIA” isimli kitap58; bu kişilerin CIA’ya nasıl devşirildiklerini ayrıntılı olarak anlatmaktadır. Ayrıca John Marks, ünlü ‘Mançurya Adayını Arayış” isimli kitabında (John Marks, TheSearch for Manchurian Candidatate, Norton, 1979) OSS’den bu yana, bilim adamlarının hangi yemlerle tavlandıklarını detaylı anlatmaktadır.
58 Harvey Weinstein, Psyciatry and the CIA: Victims of Mind Control, N.Y. American Psychiatric Association Pub., s: 112-215, 1994.
Her şeyden önce bu bilim insanlarına garantili, kalıcı pozisyon ve grant parası verilir. Aynca, CIA ile ilgili yaptıkları işlerden de özel uzmanlık ücreti alırlar. CIA ile birlikte çalışan bir bilim insanının kolay kolay sırtı yere gelmez. Yani biraz daha fazla refah ve güven için bu bilim adamları tavlanır; çok kritik işlerde çalışanlar ise daha sıkı kontrol edilmek için skandala yol açacak bilgi veya şantaj olguları karşılığında veya durumlarla sürekli tehdit altında tutulurlar. Bu bilim insanları, her zaman CIA’ya çalıştıklarını bilmezler. Devletin güvenliği ile ilgili bir iş için çalıştıklarını sanırlar.
Fakat son 30 yıllık gelişmelerden sonra, bilim insanları arasında CIA’ya karşı yaygın bir güvensizlik başlamıştır. Üstelik çok yarışmacı bir ortamda bulunan bu bilim insanları, CIA tarafından korundukları için hak etmedikleri yere gelen pek çok yeteneksiz kişiye şahit olmuşlardır. CIA ile işbirliği yapan birisi, gerektiğinde yalan söylemek, yalan yayın yapmak, bildiklerini açıklamamak veya mesleki yemini bozmak zorundadır. Bu nedenle Amerikan Bilimler Akademisi ve Bilim Adamları Topluluğu, CIA’ya şüphe ile bakmakta, yanlarına pek yaklaştırmamaktadır. Çünkü bilmektedirler ki, ulaştıkları bilgilerin yapısını ve yayınlanmasını, eğer işin içindeyse CIA kontrol edecektir. örneğin, uyuşturucu bağımlılığını tedavi eden bir ilacın ve etki mekanizmasının yayınlanmasını,CIA, işine gelmiyorsa istemeyebilir.
CIA, ABD vatandaşları üzerinde de neyler yaptığı ve kara bilimi kullandığı gibi, yabancı müttefik ülkelerde de bazı ilaçların ön denemelerini yapmış ve bu ilaçları kullanmıştır. Bunların içinde Güney Amerika ülkelerin hemen hepsi, İtalya, Hindistan, bazı Afrika ülkeleri ve Türkiye vardır. Bunun için önce, CIA’yı o ülkede temsil eden paravan şirket devreye girip böyle bir araştırma merkezinin kurulmasına, o ülkedeki bazı bilim insanlarının yardımı ile önayak olur. Üçüncü Dünya Ülkelerindeki bu bilim insanlarını tavlamak daha kolaydır. Kısa süreli Amerika burslarıyla, ya da ülkelerindeki istihbarat örgütleri sayesinde edinilen pozisyonlarla ve ABD’nin, o bölgeye akmakta olankara parasının sayesinde, bu doktorlar veya araştırıcılar ihya edilir. Daha sonra CIA bağlantılı birkaç doktor da bu araştırma grubuna “gözlemci” olarak katiler. Bazı ilaçların biyokimyasal etkileri, nörofizyolojik etkileri incelenir. Fakir ülkelerde denek bulmak kolaydır. Bazı ilaçların ilk yan etkileri böyle saptanır.
John Lilly, CIA’nın 1950’lerde ayartmaya çalıştığı doktorlardan birisidir. Beynin belli bölgelerini elektrodlarla uyarmış ve psikolojik etkiye haiz önemli alanları saptamıştır; duyusal yoksunluk deneylerini de John Lilly geliştirmiştir. John Lily, ünlü kitabı “Center of the Cyclone”da (Fırtınanın Merkezi) hem duyusal yoksunluk için isotonik su içeren deney tankını, hem de LSD-25’i birlikte kendi üzerinde deneyip bilinç halini yazmıştır. Yunusların dili ve hayatları üzerine de araştırmalar yapan Lilly’i CIA, kendi amaçları için kullanmak istemiş ama fazla başaramamıştır, ama Lilly’nin yerine pek çok başka psikiyatrı devşirmiştir. Beyin içine yerleştirilen elektrodlarla insanlarda davranış modifikasyonu, duyusal yoksunluk deneyleri ile insanlara işkence yapmak, LSD ile insanların, kendi amaçlarına yönelik, beyinlerini yıkamak hep CIA’nın fantezisi olmuştur. Ama CIA ile çalışan bilim insanlarının, bilimden uzaklaşacağını, yayınlarının ve bulgularının “classified” (sınıflanmış ve gizli) olarak, ne olduğu meçhul bir “ulusal güvenlik” için saklanacağını bilen ve elini verirse kolunu kaptıracağını bilen Lilly gibi bazı akademisyenler, CIA ile çalışmayı reddedip, NIH’teki veya Üniversitedeki görevini bırakmışlardır.
CIA’nın Office of Resarch and Development (ORD) isimli seksiyonunun 1962’de ki başkanı Mc Cone, davranış değiştime çabalarının haricinde pek çok tıp konusuna yönelmiştir. ORD’un temel amaçlarından birisi de, 1980’Ii yıllarda genlerle oynamak olmuştur. İnsan genom projesi, ORD’un gizli kontrolünde gelişmiştir. ORD ayrıca parapsikolji, telapati, uzaktaki bir yere insanın astral bedenini (!) yollayıp haber alabilme, clairvoyance, geleceği bilme konularında bir sürü çalışmaya para ayırmıştır. Şunu unutmamalı ki, parapsikoloji çalışmalarının çoğu başka çalışmalar için birer kılıftır. CIA de parapsikoloji diye bir şeyin var olmadığını bilmektedir. ORD’un, özellikle insan klonlama ve genetik üzerine yaptığı çalışmalar sürmektedir.
NOKTA DERGİSİNDEN ZİHİN KONTROLÜNE BİR BAKIŞ:SUİKASTÇİ , ŞANTAJCI VE KATİLLER ÇOCUKLUKTAN YETİŞTİRİLİYOR59
59 İlkin Sungu, İstihbarat Örgütleri Beynimizi Denetliyor ve Beyin Kontrolü Kurbanları, Nokta Dergisi,Nisan 1998. Bu yazılarda abartı çoktur, çoğu referansı olmayan, internet bilgisine dayanmaktadır. Ama yinede EK-3’teki bilim dışı iddialarla ve diğer yazarların kitaplarıyla kıyaslanınca fantezi ve gerçek dışı yönü daha azdır, söylenenler gerçeğe daha yakındır. Bu yazıların bir kısmını CIA’in Türk basınında çocuklar üzerindeki deneylerini ele alan ilk yazılar olduğu için bu bölüme koyuyoruz. Burada yazılanların hepsi doğru olmasa da, bu kadar abartılı deneyler yapılmış olmasa da, anlatılanlarda küçük bir gerçek payı vardır: ‘ O da Amerikan Derin Devletinin kendi halkı, askerleri ve çocuklar üzerine deneylerin etki şiddeti veya bıraktığıhasar ne olursa olsun, deney yaptığıdır!’
İstihbarat Örgütleri Gerçekten İnsan Beynini Denetliyor mu?
Kısa bir bölümünü bu konuya ekleyeceğimiz Nokta dergisine ait bu yazılar Türkiye’de ilk kez çıkmış yazılara örnektir (1998), çocuklara yapılan deneyleri anlattığı için önemlidir. Bu yazıları okuyan başka gazeteciler ise daha sonra hem basında yazdıkları yazılarda, hem de kitaplarında olayı ve konuyu iyice sulandırmışlardır. Aşağıda okuyacağınız bölümde de bazı abartılar vardır, ama Türk kamuoyuna yansımış ve çocuklara yönelik şiddete veya zihin kontrolüne ait bir yazı olduğu için almayı uygun gördüm. Şu akıldan çıkarılmamalıdır, konu sonuna kadar okuyacağınız bu bölüm internet dezinformasyonu da olabilir, fakat çocuklara deney yapıldığı konusunda Başkanlık Komisyonlarına yapılan duyumlar ve şikayetler mevcuttur. MK-Ultra’nın çocukları da araştırmış olduğu bilinmektedir60.
60 Alex Constantine, Psychic Dictatorship in USA, N.Y. Feral House Book, 1995, s:131-148 ; Jim Keith,Mind Control, World Control, Monarch, s:293-310; John Marks, The Search for Manchurian Candidate, N.Y. Norton and Norton, 1979.
İstihbarat örgütlerinin dünya çapındaki yasadışı eylemleri uzun süredir dünya kamuoyunun gündeminde. Gelişmekte olan ülkelerin politikalarını yönlendirmek içinyapılan darbeler, liderlere düzenlenen suikastlar, halka karşı özel timlerin örgütlenip eğitilmesi gibi olayların perde arkası bir bir aralanyor. Olayların tümünün derinine inildiğinde ortaya çkan korkunç gerçek ise “beyin kontrolü” çalışmaları. Başta CIA olmak üzere istihbarat örgütleri yarım yüzyıldır insan beyni üzerinde deneyler yapyor. Çoğu çocukluğundan itibaren bu deneylere kurban olan kişiler birer suikastçı, şantajcı ve katil olarak yetiştiriliyor. Gerçeklerin aralanması üzerine ABD Bakanlık Danışma Konseyiönünde ifade veren kurbanların yaşadıklar ise inanılmaz.İnsanlar alıyorlar, zihinlerini etkileyip, istedikleri bireyi yaratıyorlar. Yetişkinler psikolojik olarak bozukluklar yaşadığından, çocukları kullanyorlar. Çünkü çocuklar daha esnek ve beyinlerindeki bilgileri ve bilinci şekillemek çok daha kolay. İnsanlara bilgisayar gibi numaralar veriyorlar. Örneğin; ‘alt - kişilik 134’ gibi. Zaten bu insanları adeta bir makinaya çeviriyorlar...‘Projeler çeşitli aşamalardan oluşuyordu. Aynı zamanda Güney Amerika ve Meksika’dan getirilen denek çocuklar da vardı. Bunlar en kaba beyin yıkama tekniklerine ve diğerlerine maruz bırakıldılar. Bunlar deneyin ilk ayayığdı ve daha sonra kullanlacakteknikler ilk olarak bu Güney Amerikalı ve Meksikalı çocuklar üzerinde deneniyordu. İkinci aşamada Amerika’nn en parlak ve iyi çocuklar seçiliyordu. Bunlar ileride toplumun önemli mevkilerinde yer olacak çocuklar olduklarından, toplumu böylece daha iyi kontrol edebileceklerdi.’
2000’li yıllara ait bir bilimkurgu filmi veya kaba bir korku romanından alınmış gibi gözüken bu sözler çok yalın bir gerçeği anlatıyor, istihbarat örgütlerinin yaklaşık yarım yüzyıldır insanlar, özellikle çocuklar üzerinde gerçekleştirdikleri beyin kontrolü çalışmalarını. CIA, NSA, DIA ve FBI, 2. Dünya Savaşından itibaren insan beynini kontrol etmek için bir çok gizli proje yürüttü. Yüzlerce ilaç insan beyni üzerinde denendi. Sonuçlar hala bir sır olmakla birlikte, inanılmaz noktalara ulaşmış olduklarını tahminetmek güç değil.
İstihbarat örgütlerinin kendi dokümanları bu çalışmaların amaçlarını; düşmanın aktivitelerini gizlice, o farketmeden öğrenerek kontrol altna alabilmek; düşmanın veya hedeflenen kitlenin CIA tarafından tamamen kontrol edilebilmesini sağlamak olduğu belirtiliyor. LSD veya diğer halüsinojenler gibi zihin bozucu maddelerle düşmanın saf dışı bırakabileceğini de bu çalışmalar içinde farkediyor. LSD’den öylesine büyüleniyor ki, 1953’de dünyada ne kadar varsa hepsini satın almaya kalkıyor. ClA’in yllar boyunca, ABD’deki yasal ya da yasa dışı LSD’nin en önemli kaynağı olduğu belirleniyor. İlk çalışmalar çiçek cocuklarında ve Hippilerde yapılıyor. Sonunda güvenilmez olarak ve üzerinde kontrollü deney yapılamaz diye değerlendirilen LSD’nin artık deneylerden çıkarıldığı anlatılıyor (gerçekten bu çalışmalara son verilip, verilmediği belirsiz). CIA, o zamana kadar LSD’yi kendi ajanları da dahil sayısız insan üzerinde rızalarını almadan deniyor. CIA denetçileri, 1960’larda bu durumu ortaya çıkardıklarında, MK-ULTRA programına sözde son veriliyor. Gerçekte, adı sadece MK-SEARCH diye değiştiriliyor. CIA beyin kontrolünün işkenceye dayanklı kurye ve programlanan suikastçi yaratrnanın bir yolu olduğunu da görüyor. Senatör Robert Kennedy suikastinin yıkıldığı Sirhan Sirhan’ın CIA bağlantlı bir beyin yıkayıcı tarafından eğitildiği yolunda kanıtlar var. Los Angeles Adli Tıbbının raporu, Robert Kennedy’nin arkadan açılan yaylım ateşle öldürüldüğünü belirliyor. Oysa, suikastla suçlanan Sirhan Sirhan’ın Kennedy’nin en az birbuçuk metre önünde olduğunda herkes hemfikir. Cinayeti ClA’in planladığına dair çok sayıda kanıt bulunuyor. Bu olayla LSD veya diğer maddeler sayesinde Mançurya Kobayı oluşturulup oluşturulamayacağı tekrar gündeme geliyor; çünkü Sirhan Sirhan Kennedy’nin önünde olduğu halde cinayeti işlediğini kabul ediyor.61
61 İlkin Sungu, İstihbarat Örgütleri Beynimizi Denetliyor, NOKTA Dergisi, 5-11 Nisan, 1998 ve İlkin Sungu, Beyin Kontrolü Kurbanları, NOKTA Dergisi, 12-18 Nisan 1998, tarihli yazılardan derlenmiş, yazıların bir kısmı düzeltilerek kullanılmıştır.
1978’de Guyana’nın Jonestown kentinde meydana gelen Halkın Tapınağı tarikat üyelerinin ölümü, ClA’nn davranış kontrolü deneylerinin doruk noktasına ulaşmış olduğuna dair bir kanıt sunduğu söyleniyor. Jonestown’daki toplu ölümlerin, o zamanlar bildirildiği gibi tarikat üyelerinin toplu intihar değil, bir kitle katliamı olduğu iddia ediliyor. Guyana adli tabibinin raporu, 913 kurbanın siyanürlü içkiden içmediğini, cesetlerde siyanür izine rastlanmadığını ortaya koyan haberler de mevcut. Kurbanların yüzde 80-90’na öldürücü ilaçlar enjekte edildiği iddia edildi. Tarikatın lideri Jim Jones’un uzun zamandan beri CIA bağlantısı olduğu biliniyordu. Bu bağlantı CIA’nın ünlü işkence uzmanı Dan Mitrione ile çocukluk arkadaşı olduğu döneme kadar uzanıyor. Mitrione işkenceyi bir sanat dalı olarak görüyor. Brezilya ve Uruguay’da güvenlik güçlerini eğitirken, uygulamalı işkence dersleri için dilencileri kaçırıyor. Bilindiği üzere CIA ve Amerikan ordusu, içinde Güney Amerika ülkelerinin ve Türkiye’nin elemanlarının da olduğu bir çok polise ve istihbaratçıya, ‘School of Americas’ (Amerika Okulları) denen okulda işkence dersi verdiği açığa çıkmıştı. Jonestown’a, MK-ULTRA programında kullanılan zihin bulandırıcı maddelerden ve halüsinojenlerden en az 200 bin kişilik bir kenti bağımlı yapmaya yeterli miktarda bulunduğu belirleniyor. Bu gerçekler Kongre’de ClA’nın örtülü operasyonlarına şiddetle karşı Cumhuriyetçi Leo Ryan olayı araştırmak için Jonestown’a gidince ortaya çıkıyor. Ancak, Senatör de Jones’un müritlerince saldırıya uğruyor. CIA, tüm davranış kontrolü operasyonlarının 1973’de Helms’in döneminde sona erdiğini açıklamasına rağmen, bu çalışmaların durdurulmadığı herkes tarafından biliniyor.
MK-SEARCH, MK-OFTEN, MK-CHATTER ve MK-CHICKWIT programlan CIA ve DoD (Savunma Departman) tarafından ortaklaşa yürütüldü. Çoğul kişilik uzmanı psikiatrist Dr. Colin Ross bir konuşmasnda. “En çok MKULTRA ile ilgili bilgi mevcut. Kanada ve ABD’de yaklaşıkk 80 ayrı araştırma kurulu ile 149 anlaşma yapılmış. MK- NAOMİ, MK-ULTRA, ve MK-SEARCH’de üç ana zihin kontrol araştırması tipi var. MK- ULTRA’daki projelerin yarısına yakını , halüsinojen, biolojik silahlar için bakteri ve virüsler veya beyin kontrolü için gerekli diğer kimyasalların üretimi ve kullanması ile ilgili’.
Örneğin 1953’de MKULTRA’nın alt projelerinden biri Eli Lilly’e LSD üretimi için 400 bin dolar veriyor. Yani Kuzey Amerika’da LSD’nin ilk büyük üreticisi Eli Lilly ilaç şirketi, bilindiği gibi LSD’yi ilk sentezleyen ve üreten şirket SANDOZ. En çok bilinen LSD olmakla birlikte Amerikan Ordusu ve CIA araştırmalarda kullanılan 130 ilacın isminiaçıkladı 1975’de. 1970’lerin ortalarnda sadece LSD’nin 3500 kişi üzerinde denendiği açıklandı. 130 ilacı düşünürseniz bu tüm ordu demektir. Bu durumda gerek ordu içindeki, gerekse halkın büyük bir çoğunluğundaki yüzbinlerce insanda bu ilaçların kesin etkileri bilinmeden denendiği ortaya çıkıyor62.
62 Amerika’da kaldığım sürece, üzerinde 1960’lar ve 1970’lerde ilaç denendiğini iddia eden bazı ordu mensupları ile karşılaşma şansım oldu. Halktan bazı kişilerle de görüştüm. Bu konuda tanıdığım insanların sayısı 1994-2000 arasında en az 20-25’i bulmuştur (yazarın notu). Bu insanların bir kısmı psikiyatrik sorunları olan kişiler olabilirdi; ama CIA hakkında yapılan çalışmalar ve kişilerin verdikleri bilgiler birbirinidestekler nitelikteydi.
Hipnoz ve Çoğul Kişilik
Hipnoz ilaçların dışında en çok kullanılan yöntem. Hipnozun babası olarak kabul edilen Dr. Estabrooks Nisan 1971’de Science Digest’de askeri istihbarat amacıyla hipnoz ve çoğul kişilik yarattığını açıkladı:
“Savaşta iletişim çok önemlidir. Kodlar kırılabilir . Profesyonel bir casus satın alınabilir veya alınamaz. Kendi adamnın inanılmaz derecede sadık olabilir ama yarglanıp sorgulanabilir. Hipnotik kuryeler tam çözümdür. 2. Dünya savaşı boyunca bir çok kişinin bu duruma hazırlanmadırılmasıyla ilgilendim”
sözleriyle başlayan yazısında hipnotize edilerek ikinci kişilik verilen subayların farkında olmadan kullanıldıklarını anlatıyordu. Bu insanların görevleri ortaya çıkmaması için korkunç cezalar aldıkları oluyor, hafıza engelleri kullanılarak insanların bir binaya gidip, belli dokümanlar alması ve sonra hiç bir şey hatırlamaması sağlanıyordu. Soğuk savaş ve Kore savaşı beyin kontrolü araştırmalarında patlama yarattı. CIA araştırmaları güya komünistlerin beyin kontrolündeki gelişmelerine karşı yürütülüyordu. Hipnoz, ilaçlar, psiko cerrahi, elektroşok ayrı ayrı veya birlikte kullanldı. Yaratılan süper ajanların işkence altnda bile konuşmaları sözde mümkün değildi. LSD, Ketamine, ve Psilosibin gibi ilaçlar, Lobotomi ve elektrod yerleştirme gibi metodlar uygulandı. LSD ile birlikte elektroşok, izolasyon, kişiye kulaklıklardan sürekli kendi sesini dinletme gibi yöntemler, Architochoke Projesi çerçevesinde psiko-cerrahi (beynin baz yerlerine uzaktan kumandalı elektrotlar implante ederek davranışları yönetme) ve duyusal yoksunluk çalışmaları yapıldı.
“Ülkemin Kutsal Çıkarları İçin’
Başkanlık Danışma Komitesi’nde ifade veren beyin kontrolü deneyleri kurbanlarından olduğunu iddia eden Claudia Mullen’in ifadesi şöyleydi:
“1957-1984 yılları arasında hükümetin amaçları doğrultusunda uygulanan beyin kontrlül ve mükemmel ajanlar yaratma projelerinde tam bir kuklaya çevrildim. Bu programın ana amacı beyin kontrolü ve radyasyon, kimyasal maddeler, uyuşturucu vehipnoz yoluyla mükemmel casusu yaratmaktı. Bütün kimyasal, radyoaktif uygulamalara, hipnoza, haplara, duyum yoksunluğu deneylerine, beyin yıkama ve fiziksel şiddete ve cinsel tacize maruz bırakıldım. Bana yapılan açıklama ülkemin kutsal çıklaraları uğruna komünizmle mücadelede yer almaktı. Kısacası yedi yaşındayken beni aldılar ve acıları ömür boyu sürecek deneylere maruz bıraktılar. En üzüldüğüm şey ise yanlız olmadığımı bilmemdir. Benim durumumda sayısız çocuk vardı ve bize yardım edebilecek kimse yoktu. Dr. Brown çocuklarla çalışmanın çok eğlenceli ve ucuz olduğunu söylemişti. 1958 yılında test edileceğimi ve insan ekolojisi topluluğundan doktorların geleceğini (bu yapı CIA’in yan kuruluşu), işbirliği yapmam ve sorulara yanıt vermem söylendi. O çocuk yaşımda testlerin canımı acıtabileceği, bazı ışınlara ve elektrik akımlarına maruz kalabileceğim söylendi. Bu çok gizli bir proje olduğunda insanların yüzlerine bakmamam ve isimleri unutmam gerekiyordu. Cesur olmam gerektiği, vatanım için çalıştığım ve bir kahraman olduğum sürekli vurgulanıyordu. Ama bütün çocukların yaptığını yapmadım ve isimleri aklımda tutmaya çalıştım. İlk cinsel tacize ve işkencelere maruz kaldığımda dokuz yaşındaydım. ‘
Pşisik deneylerin tibbi arka planı CIA’in beyin kontrol uzmanlarından olan Louis Joylylon West tarafından sağlanıyordu. Dr. West nörobiyoloji ve çoğul kişilik üzerine yoğunlaşmıştı. Deney konularından birisi çocuk yaştaki kişilerde (6-10 yaş arası) yapılan bazı koşullandırma, ilaç verme şartlarında çoğul kişilik yaratılıp yaratılamayacağı idi. Bu deneylere gönüllü olan D.S. hayatı boyunca sürecek psikiyatrik bozuklukların ve işkencenin içinde olduğunu söyledi. Rüya çalışmalarının başarılı olduğunu iddia eden D.S. kabus oluşturma konusunda veya olayları rüyalarda hatırlatma konusunda kendisine deneyler yapıldığını belirtti.
1945’den itibaren binlerce Amerikalı ve Kanadalı çoğu kadın denek fiziksel vecinsel tacize, elektroşoka ve cinsel işkenceye maruz kaldılar, sadistçe ve çok kaba birbiçimde beyinleri yıkanmaya çalışıldı. Bazılarının anne ve babaları komünizme karşı mücadele için çocuklarını elleriyle teslim ettiler. Bu projelerin çok gizli olacağı ve hiç kimseye açıklanmayacağı konusunda kanunlar vardı ve ailelerle protokoller imzalandı. Bu olaylar 1990’larda tamamen ortaya çıkmaya başladı. Artık Amerika’da psikiyatrlar‘Akıl hastası deyip geçme, aklını devlet ulusal güvenlik adına almış olabilir ‘ diye espriyapıyorlar.
Beyin Kontrolü Kurbanları63
1970’lerde MK-ULTRA’nın ortaya çıkması sonucu Kongre bu çalışmaların durdurulması için karar verdi. Çalışmaların dokümanlarının bizzat CIA eski direktörü Allen Dulles tarafından imha edildiği söylendi.
63 İlkin Sungu, İstihbarat Örgütleri Beynimizi Denetliyor, NOKTA Dergisi, 5-11 Nisan, 1998 ve İlkin Sungu, Beyin Kontrolü Kurbanları, NOKTA Dergisi, 12-18 Nisan 1998, tarihli yazılardan derlenmiş, yazıların bir kısmı düzeltilerek kullanılmıştır.
Fakat hiç bir zaman çalışmalara son verilmedi. SR Nöropsikoloji Araştırma Laboratuarı yöneticisi Dr. Karl Pribram;
‘ Bir çocuğun arka hipotalamusuna bir elektrod implante ederek çocuğu kesinlikle istediğim doğrultuda eğitebilirim. Böylece davranışlarını büyük oranda değiştirebilirim’ diyordu.
Kurbanlar ve raporlar:
1970’lerde Ordu Teftiş Kurulu Başkanı CIA ve DoD’un (Savunma Bakanlığı) davranış değiştirme üzerine hapishanelerde, akıl hastanelerinde ve üniversitelerde deneyler yaptırdıklarını itiraf ederek, açıkladı. 1950-1970 arasında 44 laboratuarda gizli beyin araştırmaları üzerine çalışılıyordu. Listenin başında American Research Institute gibi CIA bağlantılı merkezler yer alıyordu. Kimyasal ve kontrollü psikoz, stres oluşturma, uyku çalışmaları, kimyasal veya cerrahi lobotomi, mikrodalga silahları ile sersemlik ve konfüzyon yaratma gibi yöntemler sürekli kullanıldı. Araştırmaların sonucunda bu projelerin kurbanlarının çoğunun ruhsal bazı hastalıklara yakalandığı ortaya çıktı. Biyolojik ve psikolojik etkileriinin çok geniş olduğu mikrodalga radyasyonu silahları ilgili araştırmalar CIA ve DoD (Departmant of Defense, Savunma Bakanlığı) tarafından 1950’lerdeki PANDORA projesinden beri yürütülüyordu.
Psikiyatrist Dr. Colin Ross 1996’da yapmış olduğu bir konuşmada,
‘Bu bir komplo teorisi değil, Hepsi gerçek, hepsi belgelenmiş, Kültürümüzde ve ruhsal alanlarımızda gizli bir şeyler yapılıyor. Son yüzyılın yarısında CIA ve Gizli Devlet tarafından desteklenen bu zihin kontrolü deneyleriyle NIH ve psikiyatristlerin pek çoğu da bağlantılı! Özellikle çoğul kişilik çalışmaları çok tehlikeli, kişi bir kaç kişilikle yaşıyor, ama diğerlerinin tetiklenebileceğinden haberdar değil. Sadece bazen rüyasında görüyor. Ama diğer kişilikler tetiklendiği zaman bambaşka birisi oluyor! ‘
Psikiyatrist Dr. Colin Ross’a göre beyin kontrolü araştırmalarına 1973’de son verilmedi. Araştırmalara katılanlar arasında Amerikan Psikoloji Topluluğu, Butler hastanesi, Salk merkezi, Uluslararası çocuk yaz kampı, Columbia, Cornell, Denver, Emory, Florida, George Washington, Harvard, Houston, İllinois, Indiana, Minnesota,Pennsylvania Üniversiteleri, Ulusal Felsefe Derneği, Amerikan Psikiyatri Topluluğu ve FBI, DEA, NSA, DIA, DoD, CIA gibi teşkilatlar vardı. Araştırmaların büyük kısmı zenciler, mahkümlar, azınlıklar, kızılderililer, hispanikler, gelir düzeyi düşük insanlar ve sokakta yaşayan kimsesizler üzerine yapıldı. Çocuklar üzerine yapılan çalışmalarda uluslararası yaz kampına gelen çocuklar veya kaçırılan çocuklar kullanıldı. Ama bu çocukların daha sonra aile yanında yetişmeleri istendiğinde aile ile gizli Derin Devlet anlaşmaları yapıldı. Çocuklar üzerine yapılmış olan çalışmalar en meçhülde kalan çalışmalardır.64
64 İlkin Sungu, İstihbarat Örgütleri Beynimizi Denetliyor, NOKTA Dergisi, 5-11 Nisan, 1998 ve İlkin Sungu, Beyin Kontrolü Kurbanları, NOKTA Dergisi, 12-18 Nisan 1998, tarihli yazılardan derlenmiş, yazıların bir kısmı düzeltilerek kullanılmıştır.
MK-ULTRA’nın dört alt projesi çocuklar üzerineydi ve araştırıcılar CIA parası kullandıklarını bilmiyorlardı. Amaç zararsız görünüyordu. MK-ULTRA alt projesi No-103 Maine’de çocukların yaz tatilini geçirmek için ve lisan öğrenmek için geldikleri bir uluslararası bir yaz kampında uygulandı. Araştırmanın amacı çocukların ortak dil kullanmadan nasıl iletişim kurduklarını ve problemlerini nasıl çözdüklerini araştırmaktı. CIA’in gizli amacı ise Afrika, Asya, Güney Amerika ülkeleri gibi ülkelerde (bunlara Türkiye de dahildir!) açacağı misyoner veya insan devşirme okullarında 11 yaş altı ve 11 yaş üstü çocuklara nasıl en iyi yaklaşabileceği, hangi etnik grupta ve hangi kültürdeki çocuklarla nasıl temas kurması gerektiğine ait bilgiler edinmekti.
Mikrodalga radyasyonu, kimyasal zihin kontrolü, travma ve hipnoz deneylerinde kullandıkları çocuklar için Dr. Wolf: ‘ Bu konuda bildiğim akıl ve hafızaları iyi olan çocukları seçtikleridir. Çocukların çoğu asker ailesinden gelmekteydi. Çocuklar zekalarına ve hafızalarına göre anaokullarındaki CIA bağlantılı hocalar tarafından seçiliyor sonra aileyle temas kuruluyordu. Temel hedef komünizmle mücadele için yeni tekniklerin araştırılması olarak tanıtılıyordu. Çocukların büyük çoğunluğu CIA tarafından travma tekniklerini araştırmak için ve cinsel tacize de maruz bırakıldıkları için daha sonra ciddi psikiyatrik sorunlar geliştirmişlerdir. Bu çocukların yetişkin olduklarında anlattıklarına pek fazla kimse, ya da psikiyatrları inanmamıştır. Ama 1995’ten olayların sıklığı artınca, psikiyatrlar da böyle deneylerin olduğunu kabul etmek zorunda kalmışlardır. ‘
‘Büyüdükçe direnmeye başladım’
Başkanlık Danışma Komisyonuna ifade veren deneklerden Chris De Nicola’nın açıklamaları işe şöyleydi:
‘1966-1976 yılları arasında Dr. Greene olarak tanıdığım adam tarafından yapılan deneyleri hatırlıyorum. Annem ile babam 1966 yılında boşandılar, babam Donald Richard Ebner, Dr. Greene ile araştırmalara katıldı. Deneyler Tucson Arizona’da yapıldı. Uyuşturucu, halüsinojenler ve elektroşok kullanıldı. Söyledikleri beni casus ve suikastçi yapmaya çalıştıkları idi, ama başarılı olamadılar. Laboratuar benzeri bir yerdeydim, başka çocuklar da vardı. Hatırladığım ilk anım, Kansas City Üniversitesindeydi. Çıplaktım, bir masaya yatırılmıştım. Elektroşok verilmesi için elektrotlar bağlanmıştı. Ayrıca bazı görüntüler de yansıtılıyordu. Bir ilaç yaptılar. Gerisini çok iyi hatırlamıyorum. Beni sık sık CIA ve Ordu Personeli ile ilgili kayıt ve belgelerin bulunduğu bir odaya kapatırlardı, orada belgelerin içinde alt projeler, kod numaralı çalışmalar ve garip pek çok araştırma materyali ile karşılaştım’
5KARA BİLİM65
65 Bu makale ilk kez ‘Ümit Sayın. Kara Bilim. Bilim ve Ütopya, 4 (38): 24-26; Ağustos 1997’ referansıyla yayınlanmış ve başka kitaplarda refere edilmiştir. Kara Bilim kavramının Türkçe’de ilk kez kullanıldığı ve tanımlandığı makaledir. Bu makale bu kitap için baştan detaylı olarak ele alınıp, geliştirilmiş ve ilavelerle yeniden yazılmıştır. Beşinci ve altınca bölümlerdeki makaleler temel tanımları yapmaktadır. Detaylı bilgi Zihin Kontrolü ve Kara Bilim isimli kitapta verilmektedir. Ayrıca EK-2’ye bakınız.
Kara Bilim (Black Science) veya Kara Tıp (Black Medicine) bilimin ve tıbbın insanların kötülüğü mutsuzluğu ve zararı için kullanılması anlamına gelmektedir. Gerçekten de bugün emperyalist devletler, Batılı Derin Devletler, bilimin gücünü kendi çıkarları ve hedefleri için kullanmaktadırlar. Son yıllarda bu konudaki bulgular CIA’de çalışan eski görevliler tarafından herkesin okuyabileceği kitaplar haline de dönüştürülmüştür (EK-2’de bu konuda yapılmış olan bazı çalışmaların kronolojisi verilmiştir):
• Kara Bilim, bir toplum üzerinde hakimiyet kurmanın geliştirilmesi için bilimin kullanılmasıdır. Buna ekonomik hakimiyet, ekolojik veya tarımın hakimiyeti, tüm üretim malzemelerini hakimiyeti de girmektedir.• Kara Bilim, toplumların, insan gruplarının ve doğanın yok edilmesi için bilimin kullanılmasıdır. Bu konuda özellikle gizli örgütlerin ve Round Table, Skulls and Bones Society gibi faşist kurumların çok büyük etkinliği vardır.• Kara Bilim, insanlara veya doğaya biyolojik-kimyasal vb. savaş yapılması için bilimin kullanılmasıdır. Savaş teknolojisi, insanları yok etme, sakat bırakma, işkence yapma, onlara zarar verme teknolojisi bugün Derin Devletlerin gizli birer projesi olarak kullanılmaktadır.• Kara Bilim, insanların beyinlerinin, hafızalarının, iradelerinin denetilmesini de öngörmektedir; temel hedef sosyal sistemleri eğitim, propaganda, psikolojik savaş ve sosyal şartlama ile istenildiği şekilde kanalize, istenildiği ideolojiye doğru yöneltebilmektir. Bu nedenle emperyalist Batılı Derin Devletler, yaptıkları gizli projelerle Zihin Kontrolü, Psikolojik Savaş, Beyin Yıkama metodlarını çok detaylı olarak geliştirmişlerdir.
Gizli Örgütler, Gizli Bilim ve Kara Bilim:
Kara Bilim, bilim adamlarının yetenek ve bilgilerini kullanarak, son 70-100 yılda akıl almaz boyutlara varmıştır. Bilincimizin bile yavaş yavaş Kara Bilim sayesinde istihbarat örgütlerinin iradesine girme tehlikesi yaşanmaktadır. Aslında Kara Bilim yeni bulunmuş bir konu değil aksine Bilimin temel koşullarının oluşmasından çok daha önceleri var olan bir sistemdir. Bunu en iyi uygulayan veya bilen ise gizli örgütlenmelerdir. Örneğin Vatikan ve Vatikan gizli örgütleri yaklaşık 1500 yıllık bir tecrübe ile zehirler ve insanı iz bırakmadan insan öldürme konusunda inanılmaz yetenekler geliştirmişlerdir. Bu gibi gizli örgütler bu yöntemleri uzun yıllar boyu geliştirmiş, kullanmışlardır. Tapınak Şovalyeleri, İlluminati, Gül Haç, Thule Cemiyeti, Ordo Templi Orientis, Skulls and Bones Society (Kuru Kafa ve Kemikler Cemiyeti), Bohem Klübü (Bohemian Grove), Round Table bu cemiyetlere örnektir. Yüzyıllarca bu cemiyetler simya ve ölüm teknikleri ile uğraşmışlardır66 ! Değerli yazar Aytunç Altındal bahsedilen gizli örgütlerin bu tip Kara Bilim çalışmaları olduğunu, kendi araştırmalarıyla da teyid etmiştir.
Pek çok ünlü bilim adamı, sanatçı ve yazar da bu tip gizli cemiyetlerin iç yapısından gelmektedir67:
Galieo Galiei, Nostradamus, Isaac Newton, Boyle, Leonardo Da Vinci, Debussy, Einstein, Heisenberg, Niels Bohr, Madam Balavatsky.
66 Aytunç Altındal, Gül ve Haç Kardeşliği: Avrupa Birliğinin Gizli Masonik Kimliği, Ankara, Yeni AvrasyaYayınları, 2003; Aytunç Altındal, Vatikan ve Tapınak Şovalyeleri, Ankara, Yeni Avrasya Yayınları, 2002; Aytunç Altındal, Bilinmeyen Hitler, Ankara, Yeni Avrasya Yayınları, 2002.
67 Bu yazarların bir kısmı Kutsal Kan, Kutsal Kase isimli kitapta eski yazıtlara dayanarak refere edilmişler, bir kısmı ise internetteki onlarla ilgili bilgi sayfalarında bu konudaki çalışmaları ve üyelikleri refere edilmiştir. Söz konusu gizli örgütler ve gizli bilim olunca kaç kişinin ne zaman bu gizli yapılara üye olduğunu bilmek zordur. Bkz. Aytunç Altındal’ın yukarıdaki çalışmaları ve Baigent Michael, Leigh Richard, Lincoln Henry. Holly Blood, Holly Grail. New York: a Dell Book, 1983.; Barret David, Secret Societies, New York: Blanford, 1999; Marrs Jim, Rule by Secrecy, NewYork: Harper Collins, 2000.
Aslında bilimin bir kısmının Kara Bilim’den veya Gizli Örgütlerin gizli biliminden doğduğunu söyleyebiliriz. Aşağıda sıralanan örnekler pek çok bilginin ve bilimsel teorinin aslında savaş teknolojisi araştırılırken bulunduğuna dair örneklerdir; insanlığın ömrünün yaklaşık % 80’i savaşmakla, geri kalan % 20’si de barışla değil (!), savaşa hazırlanmakla geçmiştir:
1) Simyadan yola çıkarak kimyanın ve kuantum fiziğinin bulunması:
Simya kurşundan altın elde edilmesini hedeflemiş ve gizli örgütler tarafından yüzyıllarca kullanılmıştı. Simya 17-18. yüzyılda kimya bilimini doğurdu. 20. yüzyılda da atomun ve elektronun keşfi ile kuantum fiziği doğdu. Lazerden, bilgisayarlara, atom bombasından, enerjiye kadar hepsi aslında kuantum fiziğinin bir uygulamasıydı. Kabbala ve Simya yüzyıllar boyunca gizli ilimler olarak ele alınıp gizli örgütlerin jargonuna ve felsefesine nüfuz ettiler. Rönesansta bilimin kuruluşuna öncülük etmiş pek çok bilim adamı simya ile uğraştı, Kabbalayı İbranice veya Arapça çevirisinden okudu. Kabbala, Tapınak şovalyelerinden ve Gül Haç’tan, Teozofi cemiyetine kadar pek çok cemiyette gizliyi bulma kitaplarından birisi oldu! Kabbala’nın nerden Yahudi literatürüne girdiği bilinmemektedir ! Kabbala yıllarca büyü kitaplarının da temelini oluşturdu! Yahudi gizemciliğinde büyü önemli bir yer teşkil eder, her ne kadar bilim bugün büyüyü reddetse de!
2) Astroloji ve uzay gözlemlerinden yola çıkılarak modern astronomi bilimi, uzaya yolculuk.
Gizli örgütlerin ilk uğraşılarından birisi uzay, yıldızlar ve galaksilerin tanımıydı. Astroloji ve maji (büyü) ile içiçe geçmişti. Astroloji ve maji daha sonra bilimsel sistemiçinde astronomi ve uzay bilimlerine dönüştü. Uzaya yolculuk ilk önce astrologların, sonra astronomların gözlemleriyle başladı.
3) İnsan öldürme yöntemlerini ve ölümsüzlüğü araştırmak için yola çıkılarak Anatomi ve Fizyoloji, Modern Tıp:
Hipokrat, Paracelsus, Leonardo Da Vinci insanı araştırırken aynı zamanda insanın nasıl alt edilebileceğini ve yaşam mekanizmalarını araştırdılar. Bu merak önce anatominin, sonra da fizyolojinin bilinmesine yol açtı. Da Vinci savaş araçları üzerine çok çalıştı, ilk uçağı-tankı tasvir etti. Tıp insanı iyileştirip, ölümsüzlüğü ararken, insanı öldürme yöntemlerini yüzyıllardır araştırdı. Vatikan ve gizli örgütler zehirler ve sessizce öldürme konusunda bir uzmandı.
4) Savaş teknolojisinin araştırılması sonucu buhar makinelerinin keşfi. Endüstriyel Devrim.
Buhar makinaları savaş teknolojisinin araştırılması sırasında bulundu. Termodinamiğin kurucularından Boyle, Gül-Haç üyesiydi. Endüstriyel devrim savaşteknolojisi ve buhar makinesinin devreye girmesiyle başladı. Hedef hep düşmanı kontrol etmek ve daha fazla tüketim malzemesine sahip olmaktı !
5) Savaş teknolojisinin geliştirilmesi için barut ve topların, hareketin araştırılarak fiziğin keşfi:
Modern fiziğin temeli F=m.a formülü ve Calculus (yüksek matematik) ileatıldı. Bunları bulan Sir Isaac Newton, Gül Haç üyesiydi. Bir zamanlar hareketi araştıran ve güneş sistemini bulan Galieo da Gül Haç üyesiydi. Newton fiziği düşen cisimleri ve dünyadaki hareketi formülüze etti !
E=m.c2 formülünü bulan Einstein Yahudiydi, koyu siyonistti (bkz. 1931, Siyonizm Hakkında, isimli kitabı) ve gizemli bilgilerle uğraşan Teosofi cemiyeti gibi gizli yapılarla ilişkisi vardı. Heisenberg veya Niels Bohr’un gizli örgütlere girdiği söylentileri vardır (kesin bir kaynak olmasa bile!). Einstein fiziği uzaydaki hareketi, geometriyi ve ışık hızına yakın cisimlerin hareketini formülüze etti.
Füzeleri ve savaş teknolojisini oluşturan pek çok Alman bilim adamları (Von Braun gibi) gizli Thule cemiyetinin üyesi olduğu iddia edilmiştir. Aya indiği iddia edilenilk Astronot Armstrong ise bu yolculuktan önce Bohem Klübü (Bohemian Grove) üyesi yapıldı. Bu klübe üye olmak evrensel sırları da saklamak anlamına geliyordu !
Nicolai Tesla, manyetik alan, elektromanyetik dalgalar, elektrik motoru, alternatif akımın endüstride kullanılması gibi konularda devrim yaratan bir dahiydi. Esrarengiz biryaşamı ve gizli bilimler, örgütler ile içiçe olan bir yaşam tarzı vardı. İyonesferden kablosuz bedava enerji üretimini başardığı ama bunun petrol şirketleri tarafından engellendiği iddia edilmektedir. Tesla esrarengiz bir şekilde 1943’de öldü.
6) Savaş teknolojisinde elektroniğin geliştirilerek bilgisayar ve internetin keşfi:
İnternet aslında NSA’in (Ulusal Güvenlik Teşkilatı) 1970’lerdeki intranet teknolojisinin halka uyarlanmış haliydi. Tüm bilgisayar ve elektronik haberleşme teknolojisinin temeli soğuk savaşdaki yarış ve devletlerin birbirini alt etme çabasıydı. Tehditler azalınca bu buluşlar kara dönüştürüldü. Bugün teknoloji bilinenden bir 10-20 yıl öndedir!
7) Haberleşme ve elektronik savaştan yola çıkıp, elektromanyetik dalgaların, televizyonun keşfi.
Haberleşme ve elektronik tamamen savaş teknolojisinin bir yan ürünüdür. Amerika savaş teknolojisi ile dünyaya hakim olmuştur. NSA, Echelon sistemiile tüm dünyayı dinlemeyi başarmıştır! Özel uydular İntelsatlar 24 saat dünyayı dinlerler !
8) Maddeye hükmetmek ve insanları, doğayı kontrol etmenin son aşaması:
Moleküler tıp ve NANOTEKNOLOJİ. Maddeye hükmetmek konusunda en songelinen aşama moleküler biyolojidir. Gen tedavisi, Genom projesi birer bilim kurgufilmi gibidirler! Önümüzdeki 10 yıl içinde Nanoteknoloji sayesinde molekül düzeyindeki robotlarla çok daha büyük atılımlar ve biyolojik yapıların kontrolü gerçekleştirilecektir!
GERÇEK İLE FANTEZİ VE BİLİM DIŞI BİRBİRİNDEN AYRILMAK ZORUNDA
Bu konularla ilgili araştırmalar yaparken gerçek ile fantezinin ve gerçek dışının çok fazla birbirine girdiğini ve bu konularda bilinçli veya bilinçsiz çok fazla dezinformasyon yapıldığını görmekteyiz. Kara Bilim konusunda EK-2’de anlatılanların çoğu FOIA (İnformation Act-Bilgilendirme) yasasına göre elde edilmiş veya bazı kaynaklara göre teyid edilmiş bilgilerdir. Ama EK-3’te izleyebileceğiniz dezinformasyona ne yazık ki, Zihin Kontrolü ile ilgili her kitapta rastlayabiliyoruz. Sanırım Türkçe’de bu dezinformasyonlara karşı yazılmış ilk kitaplardan birisi elinizde tutmakta olduğunuz kitaptır! Bu konudaki tutarsız ve bilim dışı iddialar, konuya bilimsel gözle bakmak ve gerçekleri anlamak isteyen bilim insanlarının veya araştırmacıların da yanlış gözlerle, ‘problemli komplo teorisyeni’ olarak ele alınmasına yol açmaktadır. Bu tip gerçek dışı dezinformasyonlar aslında Türk toplumuna ve gerçekleri araştırmak isteyen araştırıcılara ciddibir darbe vurmaktadır; çünkü bu kitapları ve makaleleri okuyan kişiler, Zihin Kontrolü deyince telepati, parapsikoloji, elektromanyetik dalgalarla zihnin kontrol edilmesi, olağanüstü yetenekler, psikotronik silahlar vb. bir sürü bilim dışı fanteziyi gerçek sanmaktadırlar. Bu kitapları yazan kişilerin hepsi kötü niyetli olmayabilirler, ama bilgilerinin ve uzmanlıklarının dışındaki bir alana çıkıp, ilgileri olmayan bir konu hakkında Türk toplumuna zarar vermektedirler. Zihin Kontrolü ve Kara Bilim ile ilgili dezinformasyondan kendinizi sakınmanız için bu konuda her yazılanı okumamanızı sağlık veriririm. İngilizce yazılmış tonlarca kitapta bile bilgi hatası ve haylidezinformasyon vardır. Örneğin suni olarak deprem yaptırabileceği iddiası gerçek dışıdır ve aslında Amerika’nın yaptığı bir psikolojik savaş yalanıdır, ama bizim zihin kontrolü kitaplarında bu konularda benzeri inanılmaz bilim dışı dezinformasyonlar vardır68.
68 Kara Bilim ve Zihin Kontrolü konusunda yazılmış ve bilimdışı bilgi içeren kitaplardan bazıları gelecekte detaylı olarak ele alınıp, eleştirilecektir.
ELEKTRONİK SAVAŞ
Artık günlük hayatta kullandığımız tüm elektronik aletlerden, bilmediğiniz binlerce alete kadar herşey istihbarat örgütlerinin sızdığı bir alan haline gelebilir. Elektronik savaş inanılmaz boyutlardadır.
Örneğin hemen hemen tüm uluslararası konsolosluklara Xerox firmasının imal edip saltığı fotokopi makinelerinde özel bir fotoğraf makinesinin var olduğu ve tüm çekilen sayfaların ayrıca bir fotoğrafının da “ulusal güvenlik” İçin çekildiği ve saklandığı ortaya çıkmıştır Nisan 1997 tarihli Discover Dergisinde yayınlandığı zaman olay yaratmıştı. Bu projeye 1970’lerde başlanmıştır. Bugünün elektronik teknolojisi koşullarında elektromanyetik vericiler aracılığıyla bu bilgiyi anında çekip, yakındaki bir kuvvetlendirici sayesinde sinyallerin uyduya gönderilmesi zor değildir. Yani, Washington başkonsolosluğumuzda fotokopisi çekilen gizli damgalı her şeyin aynı anda, Langley’de Virginia CIA merkezinde Türkiye masası tarafından da okunacağı akıldan çıkarılmamalıdır. Bu bilgilerin kimin kişisel çıkarları için kullanılacağı ise hiçbir zaman bilinemez. Benzer biçimde Ankara-Yenimahalle MİT merkezinde Xerox firmasının (veya başka firmaların) satmış olduğu fotokopi makinelerinin içindeki elektronik ajan aletler sayesinde fotokopisi çekilen herşey anında Ankara ABD konsolosluğu tarafından algılanıyor olabilir. Teknoloji bugün bu seviyededir.
Fotokopi makinesinin yanı sıra, bilgisayar içinde kayıtlı bilgilerin de bilgisayar içine yerleştirilen ve hard diski paralel olarak tarayan bazı kartlar veya chipler aracılığıyla internete bağlanmadan bile alınabileceği unutulmamalıdır; internete bağlanan bir hard diskin içindeki bilgilerin ise amatör bilgisayar uzmanları tarafından bile gönderilen e-posta programları sayesinde alınabileceği aşikardır. Dünyadaki bilgisayarların ana kartını üreten İntel firmasının NSA (National Security Agency-Ulusal Güvenlik Teşkilatı) ile ortak çalıştığı bilinmektedir. Yalnız dışarıya elektromanyetik yayın yapabilen böyle cihazları yine kontr-casusluk cihazları ile saplamak mümkündür. Bu konuda alınabilecek önlemlerden birisi hard diske hiçbir kayıt yapmamak, bilgileri sadece özel programlarla kodlamak veya bu konuda hard diske özel şifre ile girilen programları kullanmaktır. İnternete bağlı olan bilgisayarınızdaki her bilginin Microsoft veya onlarla bağlantılı kurumlar tarafından çekilebileceğini aklınızdan çıkarmayın. Son anlatılan teknolojiye göre, sadece elektrik hatlarını kullanarak bile, bilgisayardaki radyasyondan yararlanılarak bilgi çekilebilmektedir69.
HABERLEŞMENİN KONTROLÜ69
II. Dünya savaşında sonra İngilizce konuşan Amerika, İngiltere, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda bir araya gelerek UKUSA (aslında UKUSA önce , İngiltere ve Amerika arasında yapıldı, United Kingdom ve USA) altında bir proje başlattılar, sonra bu proje ECHELON’a dönüştürüldü. Bu projelerin hedefleri, dünya etrafındaki uydular sayesinde dünyada yapılmakta olan tümteleks, telsiz, telefon, faks, email! (elektronik posta) haberleşmelerinin istendiği anda kontrol edilebilmisiydi.
Üstelik kullanılan cihazlar Amerika’dan getirtilmiştir ve bu konuşmaların, kayıtlarının istendiği -atımını-Amerika’dan dinlenip dinlenmediğini de kimse garanti edemez. Kara bilimin insanı getirdiği komünikasyon (iletişim) çağındaki, “komünikasyonsuz yaşamın en güvenli” olduğu durum, tüm insanlık uygarlığı adına utanılacak bir durumdur. Büyük Ağabey’in demokrasisinden de zaten başka bir şey beklenemez. Görünüşe göre en garantili ve güvenli haberleşme biçimi artık güvercinler aracılığıyla haberleşmektir!
69 Nick Hager, Exposing the Global Surveillance System, Covert Actionı Quarterly, Winter 1996- 97, No: 59; s. 12- 17; Richelson, The US Intelligence Community, Westview Press, Oxford, 1995; Nedret Ersanel, Siber İstihbarat,İstanbul:, Hayy Kitap, 2005. Uğur Dolgun, İşte Büyük Birader, İstanbul:, Hayy Kitap, 2005. Nedret Ersanel, De-Şifre,İstanbul:, Hayy Kitap, 2005.
ÇOK ETKİLİ SİLAHLAR YAPABİLME
Teknoloji artık savaşmayı ve yok etmeyi bir oyuncak ve adeta bir video maçı haline getirmiştir. Dev kitle imha silahları olan atom ve hidrojen bombalarından sonra şehirleri geride bırakıp sadece insanları öldüren bir de nötron bombası yapılmıştır. Ama bu bombalar artık “öldürme sanatı” için çok kaba kalmaktadır.
Bugün hiç kuşkusuz ki kitle imha silahı olarak en etkili araç uçaktır. Körfez savaşını hava üstünlüğü kazanmıştır. Lockheed’in F-117A isimli durdurulamaz silahı körfez savaşının yıldızı olmuş, “tüm dünyaya şeytan olarak lanse edilen” Saddam Hüseyin’in binlerce askeri ve sivil Irak halkı katledilmiştir. Simsiyah renge boyanmış F-117A gece durduralamayan bir uçaktı; ama artık Lockheed gündüz görülemeyen ve radarlar tarafından algılanması zor olan gri renkli B-2 Stealth Bomber’ı geçenlerde imal etmiştir70.
70 Dougles S., Swcetman B. Hiding in Plane Sight, Popular Science, May 1997, s.54-59.
Kara bilimin son 50 yılda geliştirdiği savaş teknolojisi korkunçtur. Bu amaçla harcanan para tıp araştırmalarına veya insanların yararına yönelik kullanılabilseydi; pek çok hastalığın mekanizması çözülmüş insanlığın önemli problemleri halledilmiş olurdu. Bu konuda vermekteolduğumuz örnekleri daha ilerideki çalışmalarımda detaylı ele alacağım.
İNSAN ÖLDÜRME YÖNTEMLERİ
Emperyalist Derin Devletlerin ve İstihbarat örgütlerinin hasta zihniyeti, insan öldürme yöntemleri için de türlü bilimsel bilgiyi amaçlarına yönelik kullanmıştır. Soğuk savaştan sonra eski istihbarat görevlileri kendilerine bir zamanlar öğretilen yöntemleri kitaplara dönüştürerek para kazanmaktadırlar.
Örneğin John Minnary’in yazmış olduğu “Zevk Almadan Öldür” (Kill Without Joy) isimli kitapta yüzlerce insan öldürme tekniği öğretilmekledir. Bu kitap CIA ajanlarına dağıtılan öldürmekle, bomba imaliyle, bubi tuzağı ile ilgili yüzlerce kitaptan sadece birisidir. Kitabın ismi “Zevk Almadan Öldür’dür, çünkü kitapta tarif edilen öldürme işlemleri birer görevmiş, öldürüleninsanlar sanki birer ”fareymiş” gibi tanımlanmaktadır. Ama hiç kuşkusuz ki bu kitabın uygulamasını yapanlar “zevk alarak’ da adam öldürmektedirler ve aşırı düzeyde ruh hastasidırlar. Benzer kitaplardan bazıları şunlardır71:
71 Bu kitaplara Desert Publications veya Loompanics Publications içinde kolaylıkla rastlayabilirsiniz. Bu kitaplar bazı Gladyo operasyonlarında da kullanılmış olabilirler.
İnsan İdam Etme Teknikleri (Execution Tools and Techniques) yazarı: Bari Rommel. Kitaptaki konular şunlardır: Asma; elektrik vererek öldürme; kafa kesme, yakın alışla adam öldürme; gaz vererek adam öldürme teknikleri; öldürücü enjeksiyonlar, yakarak, suda boğarak adanı öldürme; işkence yupuruk adam öldürme teknikleri.
Eski İnsan Boğma Teknikleri (The Ancient Art of Strangulation), yazan: Dr. HahıaLung. Eski ve yeni adam boğma tekniklerinin şemalarla sanki bir bilimmiş gibi anlatıldığı garip bir kitap.
Fizyolojik İşkence Teknikleri (The Physical Interrogation Techniques), yazarı: Richard W. Krousner: Adım adım işkence yapmayı, kime hangi amaçla hangi İşkence yönteminin seçileceğini anlatan “aşırı hasta” bir kitaptır. Kitaptaki konular şunlardır: Aşağılama teknikleri; bağlama ve hareketsiz bırakma teknikleri; duyusal yoksunlukyöntemleri; dövme teknikleri; yakma ve elektirik verme teknikleri; sakat bırakma yöntemleri.
Kitapta siz kahve molası verdiğinizde işkencenin sürmesi ve işkence yapılan kişinin sizin yokluğunuzda bile otomatik olarak her harekeli ile kendi kendine işkence yapmasının nasıl mümkün olacağı anlatılmaktadır. Bu kitap gibi psikopat, hasta kitaplar gerçeklen de bazı istihbarat örgütleri tarafından kullanılmıştır. Özellikle School of Americas isimli işkence ve konuşturma okulundan pek çok Türk elemanı da geçmiştir. Bu okul Güney Amerikalı darbecileri eğiten bir okuldu.
CIA’in Geliştirilmiş Sabotaj Teknikleri (CIA İmprovised Sabotage Devices): CIA tarafından basit malzeme ile yapılabilen sabotaj aletlerini anlatmaktadır. Bu metodların CIA tarafından çeşitli ülkelerde uygulandığına ve hangisininne kadar başarılı olduğuna değinilmekledir.
CIA, Patlayıcılar ve Sabotaj El Kitabı (CIA Explosives for Sabotage Manual): Bilinen ve heryerde bulunabilen maddelerle nasıl plastik patlayıcılar imal edilebileceğinive basil temlerle nasıl detonatörler yapılacağını anlatan bir kitaptır.
Sessiz Ölüm (Silent Death), yazarı: Uncle Fester: Kimyasal maddeler, zehirlerlerle nasıl insan öldürüleceğini anlatmakladır. Sarin, tabun ve soman gazlarının nasıl imaledilecekleri de kitabın konuları arasındadır.
Bubi tuzaklarının Kara Kitabı (The Black Book of Boobytraps), yazarı: Lyle Whitney: İstihbarat örgütleri tara fından adam Öldürmek amacıyla kullanılan daha çok bomba ile ilgili bubi teknikleri anlatılmaktadır.
Kara Tıp Trilojisi (The Black Medicine Trilogy), yazarı: N. Masliro, : Bu üç kitap öldürme yöntemlerini en ufak ayrıntılarına girerek tasvir etmekte; günlük hayatta rastlanan bazı aletlerin nasıl adam öldürme amacıyla kullanılabileceğini anlatmaktadır.
Geliştirilmiş ve Yeni C-4 Teknikleri (New and Improved C-4), yazan: Ragnar Benson: Mutlakta, her yerden bulunabilecek temel malzemeleri kullanarak C-4 imalatını anlatmaktadır.
İŞKENCE YÖNTEMLERİ
Kara bilim ve kara tıp, insanlığın en büyük ayıbı ve günahı olan işkenceyi, Nazilerden beri daha da geliştirilmiş olarak istihbarat örgütlerinin hizmetine sunmuştur. İşkence hem uluslararası yasalara, hem İnsan Haklan Evrensel beyannamesine, hem de Türk Anayasasına aykırıdır. Ama bugün dünyadaki pek cok istihbarat ve emniyet örgütü işkenceyi onaylamakta ve yapmaktadır; çünkü bu yasaları yapanlar da, uygulayanlar da, emperyalist Derin Devletlerdir. Ayrıca her ülkeden seçilen bazı kişiler ClA’in belirlediği yerlerde School of Americas gibi yerlerde bu konuda özel eğitimlerden geçmekledirler. CIA’nın ve diğer istihbarat örgütlerinin işkenceyi bir yöntem olarak uyguladığı artık bilinmekledir. Bu konudaki duyumlar CIA’nin bütçesine büyük darbeler vurmasına karşılık, işkenceyi engellememiştir. İşkencenin var olduğu bir yerde nehukuk devletinden, ne de demokrasiden bahsedilir. Tek bir işkence vakası varsa bile, iş bitmiştir; o ülkede hukuk ve demokrasi unutulmuş demektir. Yeryüzünden işkence kaldırılmadan ve Kara bilimin ona hizmet etmesi durdurulmadan, insan uygarlığının gelişmişliğinden bahsedilmez;doğada kendi türüne işkence yapan ve bundan zevk alan tek canlı varlık “Homo sapiens”dir. İstihbarat örgütleri işkence yöntemlerini kullanmaktan ve bunları zihin kontrolü projelerinde uygulamaya sokmaktan çekinmemektedirler; çünkü bazı Zihin Kontrolü projelerinde (Monarch) gibi, psikolojik travma teknikleri aslında farklı işkence yöntemlerinden ibarettir.
İşkence insanlarda geri dönüşsüz psikolojik, fizyolojik ve nöroanatomik etkilere neden olur. Ama istihbarat örgütleri daha ziyade akut dönemde iz bırakmayan ve kronik etkileri olan yöntemleri seçerler. Ama bilim, işkencenin biyokimyasal ve nörofizyolojik etkilerini geç de olsa saplayabilecek durumdadır. Örneğin travma sonrası stres rahatsızlığı (post traymatic stress disorder) denen durum hem savaşan askerlerde hem de işkence gören insanlarda görülür. Vietnam’daki Amerikan komandolarında yapılan nöroradyolojik ölçümler göstermiştir ki, buinsanların strese maruz kalma süresi ile beynin temporal (yan) bölgesindeki hippokampüs denen yerde volüm (hacim) azalması (dolayısıyla nöron kaybına) doğru orantılıdır. Yani komandolar ne kadar cephede kalırlarsa beyinlerindeki geri dönüşsüz değişimler o kadar artmıştır. İşkence ise savaş halinden çok daha ağır stres yaratmaktadır. Stres İnsanlarda HPA ekseni (hipotalamus-hipofiz-adrenal ekseni) denen bölgelerin aklivasyonu aracılığıyla aşırı CRF (corticotrophin releasing factor) ACTH ve kortizol salınmasına yol açar. Bu etki ise beyinde pek çok geri dönüşsüz nöron ölümüne, apoptozise (nöronların hızla dejenere olup ölmesi) neden olur.Bellek, üç boyutlu algı, düşünebilme yeteneği körelir. Ayrıca işkence gören insanların tüm psikiyatrik bozukluklara girme olasılığı artar (kronik depresyon, hafıza kaybı, paranoya, psikoz). CRF zaten aşırı salgılandığında depresyon yaratan bir hormondur. İşkencenin tipine göre geri dönüşsüz kardiyovasküler, üriner sistemle ilgili, biyokimyasal ve nörolojik bozukluklar gelişir. Örneğin genital organlara elektrik verilmesi, geri dönüşsüz kısırlık, frijidite (cinsel soğukluk),impotans (iktidarsızlık) oluşturur.
ZİHİN KONTROLÜ YÖNTEMLERİ
Önceki bölümde detaylı anlatmaya çalışmıştık, burada zihin kontrolü için yapılmakta olanlara girmeye gerek yok. Ama Kara bilim çok acımasız bir biçimde kullanılarak bilincimize, beynimize ve sinir sistemimize nüfuz etmektedir.
Burada eklenmesi gereken en önemli noktalardan biri şudur:
Beynin nörofizyolojik ve nörofarrnakolojik pek çok özelliği gizli laboratuvar deneyleri ile ortaya çıkarılmıştır. Bu bilgilerin çoğu uluslararası dergilerde yayınlanmamıştır. Hipnoz, kemo-kontrol, beyin yıkama, şartlandırma gibi yöntemlerin hangi düzeye geldiği meçhuldür. Örneğin insan beyni parasempatik ve sempatik sistemin kontrolü altına girdiği üç farklı algılama evresinde olabilir. Bunlar tamamen alıcı olduğu, geçiş halinde olduğu ve dış uyaranlara veya telkine kapalı olduğu dönemlerdir. Bu dönemler çevrimsel olarak, bir ritmle, aynı bir sinüs eğrisinde olduğu gibi siklus çizerek insan bilincine hakim olur. Bu ritm peryodu 1-3 dakikadan 10-30 dakikaya kadar değişik olabilen (bazen bu süreler de değişebilir) ve günlük olarak bir kaç saatte bir değişen bir kaç siklusda gerçekleşir72. İnsanın alıcı olduğu dönemlerde parasempatik sistem hakimiyeti mevcuttur; bu dönem belli ilaçlarla uzatılabilir. Bir olayı veya telkini izleyen insanın ne zamanlar alıcı olduğu bilimsel olarak saptanabilir. Beyin yıkama amacıyla bu yöntem kullanılmaktadır. Dolayısıyla insanlarda belirli telkin yapılabilmesinin veya etki yapılabilmesinin temel prensipleri ortaya konmuştur. Bunların bir kısmı reklam firmaları tarafından zaten kullanılmaktadır.
72 B. Wolman , M. Ullman, Handbook of States of Consciousness, N.Y., Van Nostarnd Company,1986. s: 85-213.
Bir insana farkında olmadan bir film seyrettirilirken veya bir konuşma sırasında çok kolay telkin yapılabilir. Dikkati, bilinci ve algıları araştırmak yıllarca istihbarat örgütlerinin baş uğraşısıolmuştur. Bu konuda bilinenler halen bir sırdır. Bilinci ve farklı bilinç hallerini araştırma insan zihnini kontrol etmek açısından en tehlikeli araştırmalardan birisidir. Örneğin sesi yuvarlama(voice rolling technique) denen bir teknikle konuşma ritmi ve konuşma ritmindeki vurgular dakikada 70-90 civarında (kalp ritmiyle aynı) kullanılınca daha iyi telkin oluşturduğu söylenmektedir. Bu konudaki pek çok bilgi bir sır olarak saklanmaktadır. Son 60 yılda istihbarat örgütlerinin Zihin Kontrolü konusunda nereye gelmiş oldukları belirsizdir.
KİMYASAL SAVAŞ
Kimyasal savaş ve biyolojik savaşla ilgili bölümde detaylı anlatılmaktadır. Kimya vemadde sentezi 20. yüzyılda korkunç gelişmiştir. Hergün yüzlerce yeni organik madde sentezlenmektedir. Kimya silah olarak alındığında çok tehlikeli bir güçtür. İnsan öldürme konusunda son 50 yılda binlerce madde sentezlenmiştir. Bu madddeler insanları kitle halinde öldürebildiği gibi (tabun, sarin, soman gibi), tek tek, sinsice, yavaş yavaş da öldürebilir.Farmakoloji ve toksikoloji bilimi insanların yararına kullanılmasının belki de bir kaç misli oranında insanı ortadan kaldırmak amacıyla kullanılmıştır. Artık istihbarat örgütlerinin ve orduların elinde çok güçlü kimyasal maddeler vardır. Bu konuda Türkiye’de NBC okulunun haricinde çok detyalı bu konuları savunma amaçlı bile olsa inceleyebilen bir yer yoktur. Türkiye’de bırakın bunları incelemeyi, bilim adamlarının Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları ile yanyan görülmesi veya işbirliği yapması bile artık son (Şubat-Haziran 2006) gelişmelerden sonra ÇETE KURMAK kavramıyla adlandırılabileceği için, yabancı istihbarat örgütlerinin istediği üzere, Türk Silahlı Kuvvetleri aydınlardan, bilim insanlarından ve akademisyenlerden kopartılmak istenmektedir.
Bu maddeler insanlarda şu etkilere neden olabilir:
1) İnsanı aniden bir kaç saniyede iz bırakmadan öldürebilirler (ClA’in kullanıldığı ünlü shell fish toksin veya botulismus toksin gibi).2) İnsanda aniden kalp yetmezliği oluşturabilirler.3) İnsanı yavaş yavaş bir kaç günde öldürürler. Örneğin Phosgene sadece heryerde bulunabilinen sülfür trioksit ve karbon tetraklorür karışımı ile elde edilir ve yeterli miktarda phosgene soluyan bir insan bir iki gün içinde akciğer ödemi geçirerek ölür.4) Kalp kasında kalıcı hasar yapıp, yavaş yavaş gelişen kalp yetmezliği ve kardiyomyopati oluştururlar.5) İnsanda kanser, akciğer hastalıkla rı veya siroz gibi ölümcül hastalıklar oluştururlar.6) Kısa süreli, uzun süreli, geçici veya kalıcı hafıza kaybı yapabilirler.7) Beyinde kalıcı hasarlar oluşturabilir; psikoz, alzheimer, parkinson, epilepsi (sara), depresyon, mani gibi sinir veruh hastalıkları oluşturabilirler.8) İnsanda ölüm benzeri bir durum oluşturabilirlar (örneğin tetradotoksin bu amaçla kullanılmıştır, üzerine deneyler yapılmıştır.), ama insan ölmediği halde ölmüş sanılabilir.9) İnsanı yaşayan bir ölüye benzeten (zombİIeştiren) maddeler sentezlenmiştir. BZ kodadıyla Vietnam’da denenen “Quinucylidinyl Benzilate” isimli bir madde 80-100 saat boyuncainsanı sadece söyleneni yapan, saldırgan, psikotik ve çevresinden izole bir hale koyar.Skopolamin gibi bazı halüsinojenlerin de benzer etkileri vardır.
Kimya sadece böyle maddeleri sentezlemek için değil çok etkili patlayıcılar, detonatörler sentezlemek için de istihbarat örgütleri tarafından kullanılmıştır. Hedef hasta bir mentalite ileinsanı kayıtsız şartsız yoketmek, ona zarar vermektir. Şu unutulmamalıdır ki, istihbarat örgütü deyince, “gizlice veya saldırarak adam öldürmek, acı çektirmek, bir insanın hayatını mahvetmek, suikast yapmak, işkence yapmak” artık normal ve sıradan hale gelir; istihbarat örgütlerince adam öldürme son derece “legal”dir; örneklerini insanlığın yakın tarihinden bilmekteyiz; çünkü istihbarat örütlerinin büyük çoğunluğu sadece Derin Şirket Devletlerin gizli projelerine hizmet ederler. Hedef kayıtsız şartsız, hakim olmak ve gerektiğinde yok etmektir!
BİYOLOJİK SAVAŞ73
Kimyasal savaşın bir devamı olarak biyolojik savaş da orduların ve istihbarat örgütlerinin gizli laboratuvarlarında sürdürülmekledir. Rekombinant DNA teknolojisi sayesinde, virüslerin ve bakterilerin genetik yapıları ile oynamak artık çocuk oyuncağıdır. Ebola virüsünün böyle bir biyolojik savaş ürünü olduğu iddia edilmektedir. Benzeri pek çok virüs laboratuvar tüplerinde veya buzdolaplarında doğaya salınıp, aktive olacakları anı beklemektedir. AIDS virüsünün de Kimyasal ve Biyolojik Savaş bölümünde değineceğimiz gibi laboratuarda sentezlenmiş olma olasılığı vardır74.
73 K. Krajick, The Floating Zoo, Discover.February 1997. s.67-73. Bioterror, Edited by Ellen Ray and William H. Schaap, Australia: Ocean Press, 2003;
74 Erol Mütercimler, Komplo Teorileri, İstanbul: Alfa Yayınları, sayfa: 241-253.
GENETİK SAVAŞ VE GENOM PROJESİ
Genom projesi, NIH (Amerikan Sağlık Teşkilatı) tarafından başlatılan ve insanın gen haritasını ortaya çıkarmayı amaçlayan bir projedir. Ve genom projesi 1990’ların ortalarında çözülmüş ve bitirilmiştir. Yani artık insanın DNA’sındaki tüm genetik kod ve harita bilinmektedir. Bu bilginin hepsi yayınlanmamıştır. Yine “ulusal güvenlik” nedenleri ile büyük kısmı gizli tutulmaktadır. Son olarak 2000’de tüm genom projesinin çözüldüğü ve insanın laboratuar faresinden sadece 30 bin gen daha farklı olduğu bildirilmiştir. DNA’mızın Gorille benzerliği % 99, Şempanzeyle benzerliği ise % 97 çıkmıştır. Nanoteknoloji ile genom projesi birleştiğinde Kara Bilim ve insanları yoketme konusundaki hedef mükemmelleşecek ve popülasyonu azaltma çalışmaları, Round Table (Yuvarlak Masa) ve Skulls and Bones (Kuru Kafa ve Kemikler) gibi gizli örgütlerin Global ideolojisinde yer aldığı üzere gerçekleşebilecektir. İnsanlığı çok karanlık günler beklemektedir, çünkü bilim ve teknoloji KÖTÜ’nün elindedir. Genom projesi aslında hep DerinDevletlerin gizli bir projesi olarak kalmıştır, bilinenlerin pek çoğu halen gizlidir.
BAĞIMLILIK OLUŞTURMA VE UYUŞTURUCU TİCARETİ
Uyuşturucu ticareti başta CIA olmak üzere tüm istihbarat örgütlerinin ana gelir kaynağı olmuştur75. Bugün bir istihbarat Örgütünün uyuşturucu ve silah kaçakçılığına girmemesi düşünülemez76. Çünkü bu en kârlı iştir; en az enerji ile en fazla gelir, uyuşturucu kaçakçılığından elde edilir. Dünyada dönmekle olan uyuşturucu, mafyaya yaklaşık 1-1.5 trilyon dolar paragetirmektedir. Bugün Dünya Bankası dahil pek çok uluslararası banka uyuşturucudan gelen kara para aklama işindedirler77.
75 Alfred McCoy, The Polilics of Heroin, CIA Complicity in Global Drug Trade, N.Y., Lawrence Hill Books, 1991. Paul Stares .; The Global Habit , Brookings Instituıion, 1996; Alexander Cockburn, Jeffrey Clair, WHITEOUT: The CIA, Drugs and the Press, N.Y. Verso Pub., 1999, s:215-277.
76 Ümit Sayın, Gizli Örgütler, 11 Eylül ve Büyük Ortadoğu Projesi. İstanbul: Neden Kitap, 2006, s: 108-120.
77 Lyndon La Rouche, How to Hide 200 billion dollars” Chapter III, How the Empire Works. in The Dope Incorporated, Excutive Intelligence Review, 1992, s:166-181.
Bu nedenle yeni uyuşturucu ve uyarıcılar sentezlenmiştir. Örneğin kokainden elde edilencrack ve diğer güçlü psikolojik bağımlılık yapan uyarıcılar böyle sentezlenmişlerdir. Bu maddelerinsanlarda güçlü psikolojik bağımlılık yapmaktadır, bazıları ise fizyolojik bağımlılık da yapar. Amaşu sırada insanlarda çok daha güçlü fizyolojik bağımlık yapan maddeler üzerine çalışılmaktadır; bu maddeler 21, yüzyılda piyasaya sürülecektir. Her zaman pazar yaratmak amacıyla CIA vediğer istihbarat örgütleri, eroin gibi fizyolojik bağımlık yaratan maddeleri insanların arasına yaymışlardır. Hiçbir zaman İnsanları uyuşturucu bağımlılığından kurtarmak ve uyuşturucularla savaşmak istihbarat örgütlerinin bir amacı olmamış; bu konuda yapılan çalışmaları genelliklebaltalamışlardır. Ülkelerin pek çoğunda uyuşturucu ticaretini bizzat o ülkenin polisi ve istihbarat örgütü ortaklaşa yapmış, insanları uyuşturuculara alıştırmışlardır. İnsanların uyuşturucuya bağlı hale gelmesi, uyuşturucunun gençler arasında yaygınlaşması bazı durumlarda Derin Devletlerin gizli projeleri olarak devam etmiştir.
EKONOMİLERİN BİLİMSEL KONTROLÜ
Kara bilimin el attığı konulardan birisi de ülkelerin ekonomilerini kayıtsız şartsız ele geçirmek ve kontrol altına almaktır. Ekonomi konusunda bu amaçla türlü entrikalar ve yöntemler geliştirilmiştir. Kara bilim ve istihbarat örgütleri, bunun için uluslararası bankaları, Dünya Bankası’nı ve IMF’yi kullanmaktadır. Ayrıca IMF ve Dünya Bankasının bazı raporlardauluslararası mafyayı ve uyuşturucu ticaretini koruduğu ve büyüttüğü söylenmektedir; bunu söyleyen Fidel Castro değil, bizzat Birleşmiş Milletler Araştırma Komisyonlarıdır78. CIA veDünya Bankası, IMF bu hedefler için ortak çalışmaktadır. Dünya Bankası ‘nda Türkiye’yi nasıldaha iyi cendereye alabileceğinin hesaplanın yapan “sözde bilim adamı” bir sürü Türk de çalışmaktadır. Bunlardan bir tanesinin Türkiye’de politikaya yaptıkları, siyasi tutarsızlıkları veTürk ekonomisine verdiği zararlar detaylı olarak son yıllarda izlenmiştir79.
78 Ne Kadar Borç O Kadar Uyuşturucu”, Aydınlık Dergisi, 6 Nisan 1997, s.26. ve ‘BM Raporu, IMF mafyayı büyütüyor, Aydınlık Dergisi, 5 Ocak 1997, s:22.
79 Bkz. Mahmut Çetin, Dededen Toruna Genetik İhanet: Kemal Derviş. İstanbul:, Emre Yay., 2006.
6GİZLİ HÜKÜMETLER, GİZLİ PROJELER VE KARA BİLİM80
80 Bu makale ilk kez Ümit Sayın. Gizli Hükümetler, Gizli Projeler ve Kara Bilim. Bilim ve Ütopya, 5(45):60-63; Mart 1998, olarak yayınlanmıştır. Bu künye ile çeşitli kitaplarda refere edilmiştir. Gizli projelerden bazılarını, Skulls and Bones Society (Kuru Kafa ve Kemikler Örgütünü), Bohemian Grove’u (Bohem Klübünü) ilk kez Türk okuruna tanıtan makalelerden birisidir. Makale, kitap için tekrar ele alınmış, baştan yazılmış ve geliştirilmiştir.
Son 15-20 yılda iyice anlaşılmıştır ki ABD’de kimsenin bilmediği gizli bir hükümet vardır81.Bu sanal hükümet pek çok istihbarat örgütü tarafından bilinmemektedir. JFK cinayetinden, JimJones-Reverand Moon gibi delilerin kurduğu kültlere, Nazi altınlarından, Star Wars’a ve UFO’lara kadar pek çok olayın içinde bu gizli hükümet yer almıştır. Bu gizli hükümetin kim tarafından, nasıl yönetildiği meçhuldür. Ama bu hükümet yer yer CIA ile, yer yer NSA (National Security Agency) ve DIA (Defense Intelligence Agency), yer yer FBI ile, yer yer adı hiç duyulmamış başka istihbarat örgütleri ile, yer yer dev şirketlerle yer yer de mafya ile iç içedir. Bu gizli hükümetin başında küresel elitin ve çok zengin silah, kimya, enerji (petrol vb.) patronlarının olduğundan kuşku yoktur. 2006 itibarıyla da Amerika’yı gölge bir hükümet yönetmektedir. Bu gölge hükümetin başındakilerden birisi Dick Cheney’dir. Bahsedilen komisyonun içinde David Rockefeller, J.P. Morgan Hanedanlığının yeni üyeleri, Rothschids hanedanlığının yeni üyeleri, Rhode Cecil ailesinin genç üyeleri, Round Table’ın ABD veya İngiltere’deki uzantıları, CFR-RIIA gibi gizli örgütlerin üyeleri, Zbigniew Brezezinski, Henry Kissenger, George Soros, Rumsfeld, Wolfowitz, Perle gibi Neoconların oluşturduğu bir konsey üyeleri mevcuttur. Adlarını aşağıda yazacağımız ve çoğunun hem CFR, hem Round Table, hem Bilderberg, hem de Trilateral Komisyon üyesi olduğu bazı kişiler de bu gizli hükümetin içinde yer almaktadırlar82:
Paul Arthur Allaire: Xerox şirketi direktörü, CFR direktörü.
Graham T. Allison: Ulusal Politika Merkezi üyesi, eski CFR Direktörü.
D. Orville Andreas: Archer Daniels Şirketi Başkanı.
R. Leroy Bartley: Ünlü Wall Street Journal Editörü.
C. Fred Bergsten: Ünlü Brookings Institition Yöneticisi.
Robert R. Bowie: Kıtalararası Geliştirme Merkezi üyesi.
John Bredemas: Texaco şirketi direktörü, eski senatör.
Zbigniew Brzezinski: Ulusal güvenlik danışmanı, Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü
.John H. Chafe: Senatör, Fin. Sel. Intellig. Direktör.
Bill Clinton: Eski Başkan, Arkansas Valisi.
Richard N. Cooper: Harvard’da Prof. CFR direktörü, Devlet Bakanlığı, Ekonomik işler.
Gerald Corrigan: CFR direktörü, Federal Merkez Bankası. Eski direktörü, Goldman Sachs.
Lynn E. Davis: Devlet Bakanı, Uluslararası Güvenlik Sekreteri.
John Mark Deutch: CIA direktörü, Savunma Bakanlığı.
Martin S. Friedman: Prof. (Harvard) Ekonomik Araştırmalar Ulusal Bürosu.
Stephan J. Friedman: Goldman Sachs Şirketi.
Thomas L. Friedman: New York Times gazetesi, köşe yazarı.
David. L. Gergen: US News ve World Report Direktör ve Clinton’ın danışmanı.
Louis Gerstner: IBM Şirketi sahibi ve Başkanı.
Kathrine Graham: Washington Post gazetesi, köşe yazarı ve Brookings Inst.
Maurice Greenberg: CFR direktörü, Am. Int. Group Inc. Başkan Yardımcısı.
Lee Herbert Hesburgh: Senatör, Indiana uluslararası ilişkiler.
W. Alexander Hewitt: Jamaica Büyükelçisi.
James F. Hoge: CFR’nin yayın organı Foreign Affairs’ın direktörü.
Richard Holbrooke: ABD Büyükelçisi, B. M. üyesi Credit S. First Boston Corp.Vernon E. Jordan: Aikin, Huer and Feld Şirketi, RJR Nabisco yöneticisi.Henry A. Kissenger: Nıxon ve Carter dönemi Dışişleri Bakanlığı .Winston Lord: Dışişleri bakanlığı yardımcısı, Doğu Pasifik ve Asya İlişkileri.Jessica T. Mathews: Uluslararası barış için Carnegie Vakfı Başkanı (CIA ve DIA).Winston P. McCracken: Michigan Üniversitesi Profesör. Round Table bağlantılı.Robert Strange Mc Namara: Dünya Bankası Başkanı, Eski Savunma Bakanı, Brookings Inst.(CIA bağlantılı).Walter F. Mondale: ABD BüyükelçisiJ. Benjamin Nye: Hazine Bakanı ve etkin başkanı.Joseph S. Nye: Ulusal İstihbarat Konseyi Başkanı, Harvard DekanıRozanne L. Ridgway: Atlantik Konsül, RJR Nab Direktörü.Charles W. Robinson: Kıtalararası Geliştirme Konsülü, Brookings Inst. (CIA bağlantılı).David Rockefeller: Chase Manhattan Bankası başkanı, Rockefeller Şirketi Başkanı, CFR başkanı, Trilateral Komisyon başkanı. Bahsedilen tüm örgütlerin başındaki çekirdeğin yöneticisi.Brent Snowcroft: Ulusal Güvenlik Konseyi Başkan yardımcısı, CFR eski başkanı.Helmut Sonnefeldt: Brookings ve Carnagie Endowment (CIA bağlantılı).George Soros: Soros Fund Başkanı, Open Society Institute, Açık Toplum Enstitüsü veNED-CIAbağlantılı.Laura D. Tyson: Prof, Harvard, Ekonomik danışmanlık Komisyonu başkanı.Paul A. Volcker: Federal Reserve System (Merkez Bankası) Başkanı.John C. Whitehead: Brookings Institution başkanı (CIA yan kuruluşu) NYC, AEA yatırımcısı.Paul D. Wolfowitz: John Hopkins Ünv Dekanı, İleri Uluslararası İlişkiler (CIA).Robert B. Zoellick: Stratejik ve Uluslararası İlişkiler Merkezi başkanı.M. Benjamin Mortimer: US News, World Reports, NY Daily News, Atlantic Montly Başkanı ve yöneticisi, pek çok medyayı kontrol etmekte.
81 David Banisar, Big Brother Goes High Tec, Covert Action Quarterly, Spring 1996, s.7-14; Daniel Brandt. Mind Control and the Secret State, Unclassified, Spring 1996, s.12-18. 3, Jonathan Kwitny, The Crimes of Patriotst true tale of dope, dirty money and the CIA. N.Y. W. Norton Company, 1987. AIex Constantine. Virtual Government, Venice-CA, Feral House, 1997. James Bamford, The Puzzle Palace, Penguin Books, 1985; William Domhof. Bohemian Grove, N.Y., Harper Colophone, 1975. William Domhoff, Who Rules America Now?, California: Mayfield Publications, 2000, Sayfa: 33-115; David C. Korten, When Corporations Rule the World, California, Berret Kohler and Kumarin Press, 1996, sayfa: 119-173; Fred L. Block, The Vampire State, N.Y.: The New Press, 1996, sayfa: 22-46.
82 Gaylon Ross, Who is Who of the Elite? Spicewood-Texas, RIE Press, 2000; Jim Marrs, Rule by Secrecy, NewYork: Harper Collins, 2000
GİZLİ HÜKÜMETLER
Amerikan devlet başkanları ve görünen ekipleri sadece birer kukladan ibarettir. Bunun en güzel örneği, 1982’ye kadar hiç bilinmeyen ve hiçbir diğer ABD istihbarat örgütüne varlığı açıklanmayan NSA’dir (National Security Agency-Ulusal Güvenlik Teşkiları). NSA 1952’de başkan Truman tarafından kurulduğu halde onun varlığından.pek çok ABD başkanı, CIA veyaFBI haberdar olamamıştır. Şimdi bile Amerikan halkının yüzde 80’inin haberi yoktur. 1982’de ikiNSA görevlisinin Rusya’ya iltica etmesi sonucunda ABD hükümeti bu örgütün varlığını kabul etmek zorunda kalmıştır. NSA gibi daha adı duyulmamış bir sürü gizli istihbarat örgütü mevcuttur. CIA, ABD’ye akmakta olan yabancı bilginin sadece yüzde 10-15’ini toplar. Diğer bilgilerin çoğu, ya NSA ya da diğer örgütler tarafından toplanmaktadır. Örneğin DIA (Defense Intelligence Agency), farklı bir örgüttür, CIA’dan daha güçlüdür. Şu anda da CIA’in başına uzun yıllar NSA’in başında çalışmış orgeneral Michael V. Hayden getirilmiştir.
İnsanın aklına “Bunca bilgiyi, parayı, gücü ve örgütü, görünürdeki hükümet yönetmiyorsa kim yönetiyor” biçiminde bir soru gelebilir. Bazılarına göre bu güç büyük sermayenin ve dev şirketlerin başındaki kişilerdir. Bazılarına göre ise hiç kimsenin ulaşamadığı bir zenginler topluluğudur. Böyle türlü zengin kulüpleri ve örgütler, Amerika, ingiltere, Kanada, Avustralya, Almanya ve İskandinav ülkelerinde mevcuttur ve temelde protestan kültürünün emperyalizmini yaymak için bir araya gelmişlerdir. Kesinlikle ırkçıdırlar, hedef kayıtsız şartsız ekonomik vebilimsel teknolojik tahakkümdür. Bundan sonraki konuda açıklayacağımız gibi bu aslında eski masonik örgütler ve aile hanedanlıkları zamanından gelen bir güçtür ve bilimi kontrol edebildikleri için çok etkilidirler. Bilimi ve silah endüstrisi, orduları ve istihbarat örgütlerini kontrol altına almışlardır. Bu tip klüpler mevcuttur, zaten gerek Yahudi medeniyeti, gerekse Anglo Sakson medeniyeti gizli cemiyetler ve gizli klüpler üzerine inşaa edilmiştir.
Aslında tüm başkanlara icazet veren, istihbarat örgütlerinin ve önemli şirketlerin başındaki kişilerin üye olduğu böyle çok gizli bir örgüt vardır. 1880’Ierde kurulmuş, Bohemian Grove (Bohem Klübü) ismindeki bu örgüte girmek için çok zengin olmak, seçilmek ve örgütün gizli törenlerine katılmak şarttır83. Bu örgütün merkezi Kaliforniya’dadır, ama her eyalette alt şubeleri mevcuttur. Sembolü baykuştur. Masonların törenlerine benzeyen törenlere ye yöntemlere sahip olan Bohemian Grove’a (Bohem Klübü) kabul edilebilmek oldukça zordur. Bir zamanlar filmlere konu olan Insider’lar gerçekten de vardır ve bunların bir kısmı Bohemian Grove örgütünün içinde yer alırlar. Bu örgütün başka gizli örgütlerden de kol aldığını bilmekte fayda vardır, özellikle Round Table, Skulls and Bones Society (Kuru Kafa ve Kemikler Örgütü) gibi!
Benzer bir diğer örgüt, George Bush’un üyesi olduğu ve merkezi Yale’de olan Skulls and Bones Society’dir (SBS-Kuru Kafa ve Kemikler Cemiyeti). Bu örgüt çok gizli törenlerinden bu ismi alır. Bu grup oldukça faşist yöntemlere ve ilkelere sahiptir. Yeni Dünya Düzeni ideolojisininmimarlarından birisi de bu topluluktur.
Baba ve oğul George Bush’un üyesi olduğu SBS, merkezi Connecticut Yale Üniversitesi’nde olan çok gizli bir cemiyettir84. Her yıl sadece bu örgüte 15 kişi girebilir, ama bu 15 kişi daha sonra ABD’de en kilit noktalara getirilir, ayrıca akrabaları ve dostları da bu elitizmden paylarını alırlar. Sayıları az olmasına rağmen etkileri fazladır ve bir çember içindeki merkez usulüyle çalışırlar, yani bir çemberdeki çeşitli noktaların kontrolü bir SBS üyesinde ise,onlar için sorun çözülmüştür, bu nedenle üyelerini yönetici ve etkin çemberlerin merkezine koyarlar. Tabii ki İLLUMİNATİ, Rose Croix (Gül Haç), Trilateral Komisyon ve CFR ile ile direkt ilişkileri vardır. 1832’de Yale Üniversitesinde General William Russel tarafından Skulls and Bones Society (SBS) olarak kurulduğu rivayet edilmektedir 85.
83 William Domhof. Bohemian Grove, N.Y., Harper Colophone, 1975. William Domhoff, Who Rules America Now?, California: Mayfield Publications, 2000, Sayfa: 33-115
84 Adam Ironhouse , Bushların Gizli Tarihi. Çeviren: Kemal Okuyan, Ankara:Kim Yayınları, 2002;
85 Antony Sutton, America's Secret Establishment, Montana:Liberty House Press. 1986; Texe Mars. Circle of Intrigue. Texas: Rivercrest Publishing. 2001
Her ikisinin de gizli Rose Croix (Gül Haç) ve Round Table (Yuvarlak Masa) örgütü ile ilişkisi vardır. Alphonso Taft daha sonra ABD başkanı ve SBS üyesi olan William Howard Taft’ın da babasıdır. SBS’nin son 150 yılda 2500’den fazla üyesi olmuştur. SBS Yeni Dünya Düzeni’nin temel ideologlarından biridir (Bohemian Grove ve CFR ile birlikte). Elimizdeki ilk kayıtlar Haziran 1882’ye aittir.
Bu gizli cemiyete girebilmek ancak davetle mümkündür ve inisiasyon töreni masonlarınkine çok benzer. Fakat tüm ritüeller ve yapılanlar gizlidir, kimse dışarıya bilgi sızdıramaz. İnisiasyon törenlerinde denekler çırılçıplak soyunup bir tabuta girerler, bu tabuttan çıktıklarında yeniden doğmuş sayılırlar. Birbirlerini özel tanıma yöntemleri vardır. Son yüz yılda SBS üyeleri ABD’de en kilit noktalara gelmişlerdir ve özellikle belirli ailelerden seçilen kişiler özenle bu gruba alınır. Bu cemiyete girebilmek için temel özellik WASP olmaktır (White:Beyaz;Anglo Sakson ve Protestan). Başka ırka veya geçmişe mensup başka dinden olanlar bu yapıyagiremez.
SBS ABD’de pek çok kilit noktaya gelmiş insanın yer aldığı bir cemiyet olmuştur. 6-7 kuşak öncesinden Anglo Sakson ve protestan olmasına çok dikkat edilir. SBS’nin temelinde bir çelik çekirdek iç hücre, etrafında daha büyük bir çember, onun etrafında da daha dış bir yapılanma vardır. Chapter 322 ismi ile de anılan iç merkezin direkt olarak merkezde olmak koşuluyla Trilateral Komisyon, CFR, Bilderberg, Atlantik Konsül (Bir ‘round table’ masonik grubu), Bohemian Grove (veya Bohem Klübü), Pilgrem Society, ve SBS’nin dış gölge örgütleri (yani üye almak için havuz oluşturdukları yan klüpler vardır) 86.
86 Texe Marrs. Circle of Intrigue. Texas: Rivercrest Publishing. 2001; Jim Marrs, Rule by Secrecy, NewYork: Harper Collins, 2000; Antony Sutton, America's Secret Establishment, Montana:Liberty House Press. 1986; Antony Sutton,The Secret Cult of the Order, Montana: Liberty House Press, 1990; Antony Sutton, Trilaterals over Washington, Montana:Liberty House Press, 1988.
ABD’ye yerleşen ve pek çok tüketim aracını kontrol altından tutan ve etkin ailelerden SBS’ye üye verenlerden bazıları şunlardır (çok uzun süredir bu ailelerin mutlaka bir kaç ferdi SBS üyesidir):
Whitney Ailesi ( yerleşim 1635, Watertown, Massachusets),Perkins Ailesi ( yerleşim 1631, Boston Mass.),Stimson Ailesi (yerleşim 1635, Watertown, Mass.),Taft Ailesi (y. 1679, Braintree, Mass),Wasdworth Ailesi (y. 1632, Newtown, Mass.),Gilman Ailesi (y. 1638, Hingham, Mass.)Payne Ailesi (Standard Petrolün sahibi),Davison Ailesi (J. P. Morgan ve şirketinin sahibi, her iki dünya şavaşında da etkili olmuşlar ve büyük paralar kazanmışlardır),Pillsburr Ailesi (Un ticareti),Sloane Ailesi (Ticaret ve parekende satışıın dev ismi),Weyerhauser Ailesi (Kereste ve orman ürünleri tröstü),Harriman Ailesi (Demiryolu Kralları),Rockefeller Ailesi (Standard petrol, Chase Manhatten Bank ve binlerce şirketin sahibi CFR, Trilateral Komisyon ve Bilderbergin başındaki aile),Lord Ailesi (y. 1635, Cambridge, Mass.),Bundy Ailesi (y. 1635, Boston, Mass.),Phelps Ailesi (y. 1630 Dorchester, Mass.),Bush aileleri (Baba Bush CIA ve ABD başkanı, oğul Bush bu örgütlerin bir entrikasıyla ABD başkanlığına getirildi, her ikisi de SBS üyesi).
SBS toplumdaki hemen her yapıya girmiştir. Bunların içinde Beyaz Saray, Yüce Divan, Medya, İş ve Endüstri, Federal Banka sistemi, Kanun yapıcı kurullar, Mahkemeler vb. vardır. SBS’nin temel ideolojisi Anglo Sakson ve Protestan beyazların dünyadaki hakimiyetini sağlamaktır, ideolojisi oldukça faşistir ve her iki dünya savaşında da bu cemiyet çok önemli rolleroynamıştır. Bohemian Grove ve CFR ile birlikte Skulls and Bones Society Yeni Dünya Düzeni’nin yaratıcısıdır. Temel ideolojinin bir kısmı bundan sonraki bölümde anlatılacağı üzere Round Table ve İngiliz stratejistlerinden gelmektedir.
Örgütün adı ne olursa olsun, ABD’de tüm gelirin yüzde 80’ini sadece 25-30 bin kişi elinde tutmaktadır ve güç onlardadır. Bu gücü elinde tutanların da kaçınılmaz olarak birbirlerini tanıyacakları gizli örgütler kurması olasıdır. Bu güç çeşitli gizli projelerle, savaş teknolojisi ve kara bilimle desteklenerek son 60 yılda korkunç bir boyuta ulaşmıştır. Bu gizli projelerin bir kısmı, örgütlerden ayrılan ajanların veya karşı yönde çalışan istihbarat örgütlerin yardımıyla ortaya çıkmıştır. Bu yazıda dile getirilen gizli projeler, bilinen ve halka dolaylı olarak açıklanmış projelerin binde birinden daha azdır. Küresel elit Amerika’daki sayısıyla 25-30 bin civarındadır, tüm dünya ele alınca bu sayı 50-60 bine çıkmaktadır. 6.5 milyar insan bu elitin çıkarlarını ve rahatını korumak için, onları daha zengin etmek için yaşamaktadır.
Küresel elit kara bilimi ve bilimi, teknolojiyi çok üst düzeye getirmek için büyük emek harcamıştır. Bu amaçla pek çok gizli proje desteklenmiştir. Zihin kontrolü projeleri, savaş projeleri, nükleer silah projeleri, psikolojik savaş projeleri, kimyasal ve biyolojik silah projeleri hep bu elitin çıkarlarına hizmet etmek için geliştirilmiştir. Bu bölümde çok kısa olarak bazılarına değineceğimiz bu projeler, aşağıda şematize edilen gizli örgütler aracılığı ile dünyayı yönetmeye çalışan küresel elitin yapmış olduğu gizli araştırmaların bazılarını içermektedir.
HAARP PROJESİ TESLA’NIN HAYALLERİ GERÇEKLEŞİYOR MU?
İsterseniz gizli projelerin çok meşhur olanlarına geçmeden önce ünlü fizikçi NikolaiTesla’dan kalan bazı bilgileri hatırlayalım. Nikolai Tesla belki de 20. yüzyılın en önemli fizikçilerinden birisidir; dinamoyu, elektrik motorunu ve alternatif akımı, daha kontrol edilebilir hale getirmiş ama kapitalist işadamlarının işine yarayamayacağı için en önemli projesini bir türlü gerçekleştirememiştir. Bu proje iyonosferden bedava elektrik enerjisi üretimi ve tel kullanmadan havadan yüksek miktarlarda elektrik enerjisinin transferidir. Round Table’ın ileri gelenlerinden Rothschild bu projeyi engellemiştir. 1997’de benzer bir projeye ABD hükümeti başlamış ve Alaska’da dev antenler inşaa etmeye koyulmuştur: HAARP High Frequency Active Auroral Research Program, ‘Yüksek Frekanslı Atmosfer Araştırma Programı’ anlamına gelmektedir. Bazılarına göre de bu proje çok tehlikelidir ve iyonosfere büyük zararlar verecek, dev delikler açacaktır. Bittiğinde HAARP Projesi 180 dev anten içerecek, 23 acre’lik bir alana yayılacaktır. Toplam transmitter gücü 3600 kilowat olacaktır. Hükümet bunun gizli bir proje olmadığını, hiçbir şeye zarar vermeyeceğini, bazı bilim insanları ise bu işin aslında zararları olduğunu ve atmosferde etkisi olacağını, projenin başka gizli amaçlarının olduğunu söylemektedirler. Bu projeye katılan üniversiteler şunlardır: Alaska, Penn State Univ., Boston College, UCLA, Cornell Univ. MİT, Stanford Univ., Univ. of Tulsa. HAARP hakkındaki tartışmalar halen sürmektedir. Bazı yazarların iddia ettiği gibi HAARP projesinin deprem oluşturmakla veya Zihin Kontrolü ile hiç bir ilgisi yoktur, fakat pek çok bilim insanı bu proje hakkında insanların yeterince bilgilendirilmediğini söylemektedir.
CASSİNİ PROJESİ
1997’de başlanan bir diğer proje de NASA’nın 15 Ekim’de, Venüs’e ve Satürne gitmesiiçin fırlattığı 35 kilo plütonyum taşıyan gemidir. Gemi, Venüs’e gidecek ve 1999’da dünyaya geri dönecekti. Cassini dünyaya çok yakın uçarsa ve bir kaza olursa, plütonyum tüm dünyaya yayılabilir. Ayrıca halka açıklanmadan, Cassini Projesi’ne benzer nükleer güçte pek çok proje sürdürülmekte, uzaya bir sürü deney amaçlı nükleer aktif madde içeren cisim atılmaktadır. Buproje hakkında ne olduğu konusunda bir bilgi alınamamıştır. Bu proje gizliliğini korumasın karşın Satürn’ün etrafındaki bir yörüngeye bahsedilen projeye ait gemi 14 Ocak 2005 tarihinde yerleşmiştir (http://www.space.irfu.se/cassini/).
MOCKINBIRD PROJESİ
Mockinbird Projesi, geçmişi 1955’lere dayanan, CIA ve direktörü Allen Dulles tarafından başlatılmış olan, global olarak medyada bir beyin yıkama, ideoloji değiştirme projesidir. CIA’nın bir uzantısı olan USIA (United States of Information Agency) tarafından tüm dünyaya pazarlanır. Reader’s Digest isimli dergiden, Hollyvvood’a kadar uzanan komünikasyon mekanizmalarının tümü bu çarkın içindedir. Doruğa çıkılan nokta, 1991 ‘de Körfez Savaşı’nı bir film dizisi gibi dünyaya yayın yapan CNN’dir. Bu projenin hedefi global olarak ideoloji değiştirme, beyin yıkama, casusluk ve kontr-casusluktur.
Ayrıca Microsoft Corporation da bu ağa ve benzeri projelere dahil olabilir. Microsoft DOS 1985’de ilk çıktığında herkesin onu kullanarak program yazabileceği bir durumdaydı, bu nedenle bir sürü şirket bağımsız olarak DOS veya hem DOS hem de Windows’un altında çalışan bir sürü program yazdılar. Bu gün Windows XP tüm programlarda tekelleşmeye ve bilgisayar teknolojisinin kayıtsız şartsız Microsoft’un kontrolü altına girmesine yol açmıştır. Bill Gates ve Microsoft son derece tehlikeli bir güce sahiptir. Windows XPn’in çok güçlü bir casus programı olduğu da akıldan çıkarılmamalıdır. İnternete bağlı olan bir bilgisayarın içindeki her türlü bilgi istenilen kodlu mesajlar sayesinde Windows XP tarafından Microsoft’a bildirilmektedir. Tüm dünya IBM’le uyumlu bilgisayar kullanmakta, kaçınılmaz olarak da Windows XP’ye yönelmektedir. Halbuki beynimizin bir uzantısı haline gelen bilgisayarların tümünün software programları, merkezi ABD’de olan tek bir firma tarafından, ana kartları da bu firma ile anlaşmış ve NSA île ortak olan INTEL firması tarafından üretilmektedir. Sonuçta ABD, son 10 yıldır tüm dünyaya bilgisayar teknolojisini yaymıştır ama, milyonlarca Truva Atı’m da kilit şirketlerimizin, bankalarımızın, istihbarat örgütlerimizin ve odalarımızın içine yerleştirmiştir. Modern TruvaAtı’nın askerleri ise sadece oradan oraya hareket etmekte lan elektronlardır...
Daha önceki bir yazımda belirttiğim gibi, bilgisayar teknolojisi, fotokopi teknolojisi, kontrolü kayıtsız şartsız sağlanmadan odalarımıza konmamıştır. Örneğin Microsoft Word’ün Windows XP için yazılan versiyonu, başka hiçbir yazılım programını bilinçli olarak okuyamamakta, tüm insanları Microsoft Word kullanmaya ve öğrenmeye yöneltmektedir. Fikirlerin ifade edildiği yazı programının ne önemi var diyeceksiniz. Ama internete bağlıyken, anakartınızdan yayın yapan microchip-transmitterler yardımıyla tüm hard-diskinizde yazılanların Microsoft Corporation tarafından okunabilecek olması, onlar kadar gizli işler yapmıyor bile olsanız, rahatsız edici bir duygudur.
PANDORA PROJESİ
Pandora Projesi; CIA’nın öldürücü olmayan silahlar arayışı sonucunda ortaya çıkmış, mikrodalga ve radyasyonla ilgili projelerinden bazılarına verilen genel isimdir. Bu konuda ilk çalışmalar, ABD Moskova Konsolosluğunda 1960’lann başında çalışan memurlarda görülen migren, başağrısı, mide bulantısı gibi şikayetler üzerinde başlatılmıştır. Araştırmacılar, odalardaki dinleme cihazlarının aktive olabilmesi için mikrodalgaların kullanıldığını düşünmüşler, mikrodalgaların insanlarda bu etkilere yol açtığını iddia etmişlerdir. Rusların o sıralardamikrodalgaların biyolojik yapılar üzerine etkilerini araştırmaları, bu hipotezi güçlendirmiştir. Bu nedenle mikrodalgalarm ve ses dalgalarının insanlar üzerindeki etkileri yıllarca Pandora Projesi çerçevesinde araştırılmıştır87.
Gelinen ilginç noktalar şunlardır:
a)Mikrodalgalar savaş amacıyla kulla nılabilir.b)Mikrodalgalar insanın psikolojik ve biyolojik yapısını olumsuz etkileyebilecek şekilde kullanılabilir.c)Mikrodalgalar uzaktan bazı aletleri aktive etmek, açıp kapatmak için kullanılabilir.d)Ses dalgaları ve duyulmayan eşik altı sesler insanlarda strese, anksiyeteye, psikolojikrahatsızlıklara yol açabilir. Sesin yorumuyla ilgili temporal korteks direkt olarak içgüdülerden sorumlu limbik sistemle çok fazla bağlantı yaptığı için duyma fizyolojisinin araştırılması, insan psikolojisi hakkında bilgi edinilmesi konusunda pek çok gerçeği ortaya koyabilir
UKUSA VE ECHELON PROJELERİ
Yaklaşık 50 yıldır, Yeni Zelanda’nın en büyük gizli istihbarat örgütü GCSB (Government Communications Security Bureau-Devlet Haberleşme Güvenlik Bürosu) Pasifik’te Büyük Ağabey için bilgi toplamakla uğraşmaktadır. Temelde NSA tarafından ilk projeleri yapılan ve GCSB ile ortak sürdürülen Echelon88 isimli sistem, tüm sıradan e-mail (elektronik mektup), faks, teleks, telefon konuşmalarını izleyip kayıt etmeyi, belli anahtar kelimelere göre geri çağırmayı hedeflemektedir. Bu örgütlerin kullandıkları veri tabanları akıl almayacak kadar güçlü ve halkın hizmetine sunulmuş bilgisayarlarda olmadığı kadar hızlıdır. Bu proje yaklaşık 20 yıl önce başlamış ve Büyük Ağabey’in (Küresel Elitin) hakimiyetini sürdürdüğü bazı ülkelerin de katılımıyla gerçekleşmiştir. Echelon Projesi’nde yer alan diğer gizli örgütler İngiliz GCHO (Government Communications Headquarters - Devlet Haberleşme Merkezi), Kanadalı CSE(Communications Security Establishment - Haberleşme Güvenlik Kuruluşu), Avustralyalı DSD (Defense Signals Directorate - Savunma Sinyal Direktörlüğü)’dir. Hedef NSA ve bu istihbarat.örgütlerince, bilinen kodlar ve bilgisayar programlan sayesinde, dünyanın her yerinde yapılan telefon konuşmalarının, faks, teleks ve teknolojik haberleşmenin dinlenebilmesi, kayıt edilebilmesidir. Echelon Projesi‘nin dinleyemeyeceği tek telefon 1930’Iardan kalma, müzelerdeki manyetolu ve telli telefonlardır!
87 Daniel Brandt. Mind Control and the Secret State, Unclassified, Spring 1996, s.12-18.
88 Patrick Radden Keefe, ECHELON: Dünyayı Dinleyen İstihbarat Örgütleri, Çev. Sinem Gül, İstanbul: Defne Yay., 2006.
Amerika, İngiltere, Yeni Zelanda, Avustralya ve Kanada’nın bu istihbarat ittifakı II. Dünya Savaşı’ndan sonra başlamıştır. 1948’de Ukusa Antlaşması denen bir antlaşmayla Rusya’ya karşı birleşme, istihbarat ve teknoloji işbirliği hedeflenmiştir. Ukusa Antlaşması’nın bir devamı olan Echelon Projesi’ne ait pek çok uydu, beş ülkenin istihbarat örgütlerine (Amerika-NSA,İngiliz-GCHQ, Kanadalı CSE. Avustralyalı DSD, Yeni Zelandalı-GCSB) bilgi sağlamak amacıyla, uluslararası telefon şirketlerinin INTELSAT (International Telecommunication Satellites- Uluslararası Telekomünikasyon Uyduları) uydularını “gözetlemekte ve dinlemektedir. İngiliz GCHQ istasyonu Cornwall’daki Morwenslow’un yüksek tepelerindedir. Kendisiyle ilgili uydulardan gelen, Atlantik, Avrupa, Hint Okyanusu ile ilgili bilgileri analiz eder. Washington DC’nin 250 km. güneydoğusundaki Sugar Grove’daki NSA istasyonu Güney ve Kuzey Amerika’daki INTELSAT’lan kontrol eder. Batı sahilinde bulunan Seattle’daki başka bir NSA istasyonu Pasifik’i kontrol eder. Yeni Zelanda’da Waihopai ve Batı Avustralya’daki Geraldton istasyonları ise NSA’nın göremediği INTELSAT’ları gözetler. Bu beş istihbarat örgütü tarafından izlenmeden uluslararası haberleşme yapmak mümkün değildir. Her banka, şirket, örgüt bu Echelon Projesi’nin kontrolü altındadır.
İlginç noktalardan birisi de, elektronik, bilgisayar teknolojisi, haberleşme gibi konularda halka ve pazarlamaya sunulan teknolojinin, aslında gizli devletlerin ve Batı ülkelerinin 25-30 yıl önce sahip olduğu teknoloji olmasıdır. İstihbarat örgütleri tarafından “katı kontrol” sağlanamadan, teknoloji dünyaya sunulmamış, insanlara ulaştırılmamıştır. Örneğin kişisel bilgisayarlar 1985’ten sonra yaygınlaşmış ve odalarımıza girmeye başlamıştır. Oysa onları yapıp odalarımıza yerleştirebilecek teknoloji daha 1970’lerde mevcuttu. Telefonlar, e-postalar ve diğer haberleşme araçları da Ukusa Antlaşması’nı belirleyen ülkelerin kayıtsız şartsız kontrolü olmadan insanların hizmetine geçirilmemiştir.
INTELSAT’ları izleyen Ukusa İstasyonlarının yanı sıra, Rus uydularını ve diğer ülkelereait uyduları izleyen beş Echelon istasyonu daha vardır. Bunlar, Kuzey İngiltere’de Menwith Hillİstasyonu, Kuzey Avustralya’da Darwin’e yakın Shoal Bay İstasyonu, Kanada-Ottowa’da Leitrim İstasyonu, Almanya’da Aibling İstasyonu, Japonya’da Misawa İstasyonu’dur. Bu istasyonların yanı sıra Echelon’ün radyo ve TV yayınlarını, halka yönelik yayınları, şirketlerin haberleşmelerini, hükümet elemanlarının ve diğer ulusların istihbarat örgütlerinin, ordularının haberleşmelerini sürekli izleyen ve farklı ülkelere yayılmış küçüklü büyüklü pek çok istasyon mevcuttur. Bu istasyonların onayı ve haberi olmadan kuş uçması bile mümkün değildir. Uyuşturucu ticareti için tonlarca eroin taşıyan gemilerin salına salına okyanuslarda dolaşması ise hiç mümkün değildir!
ZİHİN KONTROLÜ OPERASYONLARI VE DİĞER GİZLİ PROJELER
Bluebird Projesi 20 Nisan 1950’de CIA direktörü Roscoe Hillenkoetter’in imzalamış olduğu ilk beyin yıkama davranış değiştirme çalışmasıdır. Bluebird Projesi 1952’de Arthichoke’a dönüştürülmüştür. 13 Nisan 1953’te CIA direktörü bu projeyi MK-ULTRA olarak belirlemiş ve ilk bütçesi olan 300 bin doları projeye ayırmıştır. Bu projenin Bluebird’den sonraki bürokratik gizli isimlerinden birisi de MK-DELTA olmuştur. Bu dönemde (1952) TSS (Technical.Services Staff) Özel Operasyon Bölümü (SOD) ile ilginç bir projeye daha başlamıştır. Bu projenin konusu mikrobiyolojik savaştır ve daha sonra MK-NAOMI olarak isimlendirilecektir. 1964’e ise MK-ULTRA’mn adı MK-SEARCH’e dönüştürülecektir. Bir süre sonra MK’ler öylesine fazlalaşacaktır ki, neden aynı projeye yeni isimler verildiğini anlayabilmek iyice zorlaşacaktır.
Ama MK-ULTRA ve MK-NAOMI sadece ilk tanımlandıkları biçimde kalmamışlar, farklıalanlara da kanalize olmuşlarlardır. Örneğin MK-ULTRA’nın 143 no’Iu alt projesi şöyledir: Houston Üniversinden Dr. Edward Bennett’e, petrol ürünlerinin içine konduğu zaman bu petrol ürünlerinin içinde yaşayan ama petrol ürünlerinin kimyasal yapısını değiştiren bir bakteri üzerinde çalışması için 20 bin dolar verilmiştir. Bennett öyle bir madde elde etmiştir ki, benzin ile karışıp motorun içine girdiği zaman motoru çalışmaz hale getirmiştir. 1967’de CIA bu tekniği Küba’nın ekonomisini baltalamak için başarıyla kullanmıştır89.
89 John Marks, The Search for Manchurian Candidate, N.Y.: Norton and Norton, 1979. s:212-213.
MK-ULTRA’nın beyin kontrolü konusunda yazılan eserleri çok azdı ama Dr. Ewen Cameron, Allan Memorial Institute’de yaptığı klinik deney çalışmalarını 1964’le San Antonia’daki bir konferansta tüm ayrıntılarıyla açıklamıştır. Söylediğine göre insanlar üzerinde;
a)Duyusal yoksunluk deneyleri ve nokturnal delirium,b)Serenyl PCP/ Angel Dust veya phencylidine ile yapılan çalışmalar,c)Uzay-zaman bilincini ve imajını kırmak amacıyla elektroşok yaparak beyin yıkama yöntemleri,d)LSD-25 ve diğer halüsinojenler denenmiştir. Bu çalışmalar 1950’lerin sonunda başlamış, 1970’lere kadar sürmüştür.
MK-ULTRA isimli CIA projesi ortaya çıkan “zihin kontrolü projelerinden” sadece birisidir. 1953 yılında CIA direktörü Allen Dulles tarafından uygulamaya konmuş, TSS’de (Technical Services) çalışan Sidney Gottlieb tarafından yürütülmüştür. Projenin hedefleri bilincin vehafızanın kontrol edilmesi, beyin yıkama, insanları telkinle konuşturma, bir fikri aşılama, “gerçeklik serumunu” bulma, Mançurya kobayı oluşturma, ideal adam öldürme yöntemleri keşfetme, psikolojik ve fizyolojik bağımlılık yapıcı yeni yöntemler bulma olrrruştur. Habersiz Amerikan vatandaşları üzerinde deney yapıldığı için CIA mahkemelik olmuştur.
Örneğin University of Rochester’da Psikoloji Bölümü’nün kürsü başkanı G. Richard Wendt, deniz kuvvetleri için de çalışmıştır. Deniz kuvvetlerinin amacı Chatter ismi verilen veinsanın iradesini, bilincini zayıflatan ve insanları kolaylıkla konuşturan yöntemler keşfetmeye yönelik projeye, bilimsel destek sağlamaktır. Daha önceki çalışmalarıyla Dr. Wendt. deniz tutmasına karşı metodlar geliştirmişti. Chatter Projesi de sözde deniz tutması mekanizmasını araştırmaya yönelik bir proje olarak gösterildi. Dr. Wendt, 1950’de, 300 bin dolarlık kontratla işe başladığında ilk denediği ilaçlar, barbituratlar, amfetaminler, alkol, esrar, eroin ve morfin oldu. Sonra deniz kuvvetleri bu operasyonda son denemelerin yapılacağı insan denek bulunamadığı için, CIA’dan yardım istemiş, CIA da sonra adına Castigate Operasyonu denilen biroperasyonla Almanya’da insanlar üzerinde bazı maddelerin denenmesini sağlamıştır. Bu dönemlerde Artichoke ve MK-ULTRA’nın bir sonucu olarak LSD-25 daha yeni yeni devreyegiriyordu. Daha sonra LSD’ye meskalin, psilosibin ve gizli deneyler sonucunda sentezlenen binlerce başka halüsinojen ve stimülan madde eklenecektir. Bu maddeler hem konudan habersizAmerikalılar üzerinde, hem de yabancılar, azınlıklar, askerler ve üçüncü Dünya insanları üzerinde yaklaşık 30-40 yıl denenmiştir.
MK-ULTRA’nın diğer Derin Devlet gizli projelerinin geldiklerini iddia ettikleri noktalar şunlardır, tabii bunların hepsi bilimsel olarak ispatlanmış değildir 90:
90 Aşağıdaki konuların detayına ve yöntemlerine Zihin Kontrolü ve Kara Bilim isimli çalışmamda girdim.
1)Bazı maddelerle insanı birkaç saniyede iz bırakmadan öldürmek mümkündür.2)Bazı maddelerle insanlarda ani kalp yetmezliği oluşturmak ve ani kardiak arrest (anikalp durması) süsü vermek mümkündür. Bu bazıilaçlarla yapılabildiği gibi, mikrodalgalarla, doğru akımla veya başka farklı yöntemlerle de yapılabilir.3)İnsanlarda yavaş yavaş gelişen kalp hastalıkları, karaciğer, böbrek veya akciğer hastalıkları oluşturabilmek, bazı maddelerin ve radyasyonun yardımıyla mümkündür.4)İnsanda kanser, siroz gibi ölümcül hastalıklar oluşturmak, radyasyon veya bazı kimyasal maddelerle mümkündür.5)Beyinde kalıcı hasarlar oluşturmak ve insanın beynini çökertmek bazı maddelerle mümkündür. Örneğin insanda psikoz, alzheimer, parkinson, epilepsi (sara), depresyon, mani,delirium kısa süreli veya uzun süreli oluşturulabilir.6)İnsanda ölüm benzeri durumlar oluşturmak mümkündür. İnsan bu maddelerin etkisialtında ölmüş sanilabilir ama ölmez.7)İnsanı yaşayan bir ölüye benzeten, zombileştiren ilaçlar ya da yöntemler mevcuttur.Lobotomi bunlardan birisidir ve CIA, primatlar üzerinde uzun süre lobotomi deneyleri yapmıştır. Bu konuda kullanılabilecek pek çok ilaç Kara Bilim için sentezlenmiştir.8)İnsanlarda çok güçlü fizyolojik ve psikolojik bağımlılık oluşturan henüz açıklanmamış bazı ilaçlar mevcuttur. Bu konuda bilinenler oldukça gizli tutulmaktadır.9)İnsanlarda hipnozla istenen pek çok şeyi yaptırmak ve hatta insanlarda çoğul kişilikyaratmak (multiple personality) mümkündür. Bu her insanda yapılamasa bile CIA’in çalışmalarına göre insanların % 20’sinde bunun gerçekleştirilmesi ve derin bir hipnoz hali sağlanması mümkün olabilir.10)İnsanlarda kimyasal, alt kültürel, hipnotik yöntemlerle istenen Mançurya kobayı oluşturmak büyük olasılıkla mümkündür. Bu konuda hangi aşamaya gelindiği bilinmemektedir.11)Bir insanda geçici, kısa süreli veya kalıcı hafıza kaybı yapmak ya da o insana yaşadığı pekçok şeyi unutturmak mümkündür. Bu etkiye sahip ilaçlar olduğu gibi bazı hipnoz ve psikoterapi yöntemleri de bu amaçla kullanılabilir.12)Bir insanın geçmişte yaşadığı her hangi bir anı tekrar bilincinde yaratmak ve insanı o ana götürmek, hatta tüm yaşantısını bir film şeridi gibi gözünün önünden geçirmek mümkündür. Örneğin LSD, THC ve İbogain bu etkileri bazı insanlarda oluşturmaya yetkin ilaçlardır.13)İnsanlarda iradeyi tamamen yok etmek veya bilincin beden, ve zihin üzerindeki kontrolünü ortadan kaldırmak mümkündür. İradenin yok edilmesi üzerine CIA ve Derin Devletler çok çalışmışlardır.14)İnsan (veya primat) klonlamak, insanın gen haritasıyla oynamak ve genlerle oynayarak insanlarda birtakım tıbbi sorunlar yaratmak veya olan hastalıkları düzeltmek büyük olasılıkla artık mümkündür. Gen tedavisi beraberinde çok tehlikeli sonuçlar da doğuracaktır.15)CIA son zamanlarda non-invasif (fazla saldırgan olmayan), non-lethal (öldürücü olmayan) tekniklere, kongrenin baskılarıyla yönelmiştir. Bu amaçla çalışan merkezler. Oak Ridge National Lab., Sandia National Lab, Science Applications International Corporation, MITRECorporation, Lawrence Livermore National Lab ve Los Alamos National Lab.’dır. Non-lethalteknolojilere 1996’da kongre 37.2 milyon dolar ayırmıştır. Bunların içinde parapsikoloji çalışmaları da vardır. Zaten son 30 yıldır CIA’nın parapsikoloji çalışmala rına yılda 20 milyon dolar ayırdığı TV’de bile yayınlanmış bir gerçektir. Telepati, telekinezi, astral seyahat yapıldığı iddia edilmektedir, ama bunların hiçbir bilimsel tabanı yoktur. CIA bu konudaki çalışmaları başka çalışmaları gizlemek, perdelemek için yapmaktadır.16)CIA, uzun süredir UFO’lar ve extraterrestrial zekayla temas kurduğunu iddia etmektedir, bunu dolaylı olarak yapay filmlerle yaymaktadır. Ama UFO’lar büyük ihtimalle CIA’nın gizli (kovert) operasyonlarını gizlemek için uydurmuş olduğu bir kılıftır ve UFO’lar NASA ile istihbarat örgütlerinin ortak projesidir. Yani UFO’lar bir şekilde jet motorları veya başka bir teknikle uçabilen disk şeklindeki insan yapısı objelerdir.17)Stereotaksik psikocerrahi sayesinde, beynin belli bölgelerine elektrot yerleştirerek geçmiş hafızasını ve şu anki hafızasını bloke etmek, beyin fonksiyonlarının bazılarını, yerleştirilmiş mikro- elektrotlar sayesinde uzaktan etkilemek, değiştirmek, mümkündür.18)Amnestik (hafıza kaybı) yapılmış insanlarda hipnoz, kimyasal maddeler veya psikocerrahi yöntemleri ile istenen yep yeni ama reel olmayan yapay bir hafıza yaratmak mümkündür.19)İnsanlarda farklı bilinç halleri yaratıp, istenen amaçlara uygun olarak insanları şekillemek, bilinçlerini, hafızalarını yönelmek mümkün hale gelmiş olabilir.20)İnsanlardan her türlü bilgiyi kolaylıkla almak, işkence yapmadan kendisine söylettirmek, hatta kendi saflarına karşı o insanı düşman haline getirmek mümkündür.21)Duyusal yoksunluk deneyleri ile meçhul noktalara varılmıştır. Bazı ilaçlarla duyusal yoksunluk birleştirildiğinde insanların bilincini, hafızasını, iradesini, bilgisini etkilemek mümkündür.22)Bir grup insana, bir alt kültüre veya bir topluma bir ideolojiyi enjekte etmek, onlarınideolojilerini değiştirmek, yeni ideolojiler yaratmak, bilimsel sosyo-psikolojik yöntemler sayesinde mümkündür. Bunun bir örneği Ilımlı İslam’ın ve Atatürk düşmanlığının yayıldığı Türkiye toplumudur. İnsanların illüzyon ve halüsinasyon görmeye müsait beyinleri kolayca bu amaçlar doğrultusunda kullanılabilir. Amerikan istihbarat örgütleri beyin yıkama konusunda son 50 yılda büyük tecrübe ve bilgi kazanmışlardır.23)Bilinci etkileme amacıyla ilaçla duyusal yoksunluk deneyleri, hipnoz, kullanılmasına karşın, henüz halka açıllanmamış elektronik teknolojisini ve insanlardaki algı yapısını, kusurlarını kullanan başka yöntemler de büyük olasılık mevcuttur.
7DÜNYA’DA GİZLİ ÖRGÜTLER, DERİN DEVLETLER VE İSTİHBARATIN YAPISI
DÜNYADA İSTİHBARATÇILIK VE DERİN DEVLET
Bilindiği üzere Batıdaki tüm emperyalist ülkelerin birer DERİN DEVLET yapısı mevcuttur. Bu yapı temelde istihbarat örgütleri, istihbarat ve gizli örgüt yapılanmalarına dayanmaktadır. Bu Derin Devletin gizli bir anayasası ve gizli teorileri, ulusal ve global hedefleri vardır. Hangi hükümet gelirse gelsin bu ülkelerde hazırlanmış olan 50-100 yıllık planları değiştiremez, sadece icraatının uygulanma sistemini biraz yavaşlatıp, hızlandırabilir. Gelen bir hükümet ise temel rejimi, anayasayı kesinlikle değiştirip çiğneyemez. Değiştirmeyi teklif dahi edemez, ettiği anda oto kontrol mekanizmaları devreye girer ve bu hükümeti bertaraf eder. Yani Derin Devlet geleneği olan ülkelerde istihbarat örgütleri ve Derin Devlet Başbakana veya seçilen hükümete bağlı değildir. Aksine seçilen hükümet önüne konulan, yıllardır planlanmakta olan projeleri yapmak zorundadır. Demokrasi ve seçimler ise halkı kandırmak ve uyutmak için kurulmuş bir panayır tiyatrosunun bir parçasıdır; halk Romalılar zamanındaki sirk oyunlarına benzer birbiçimde top-pop-böcek-çiçek-seks-uyuşturucu-alkol-nikotin-prozac-kokain-psikiyatrikilaçlar ile uyutulurken bir yandan da yöneticilerini seçiyormuş özgürlüğünü tadıp, beyinlerinde bir‘demokrasi illüzyonu’ yaşarlar. Gerçek demokrasi bugün ne Avrupa ülkelerinde, neAmerika’da, ne de Asya’da mevcuttur. Eski totaliter rejimlerin transformasyona uğramış, yumuşatılmış biçimleri tüm ülkelerde stratejileri ve politikaları şekiller. Örneğin ABD’de Cumhuriyetçi Parti veya Demokrat Parti’den gelenlerin hepsi birbirinin aynıdır ve ABD Derin Devlet yapılarından birisi olan CFR üyesidirler. ABD’deki seçim sistemini incelediğiniz zaman var olan elektronik seçme ve senatör olma ya da başkanı seçme sistemine tamamen parası olan dev kapitallerin girebileceğini; halktan birisinin bu sistemin içinde zaten var olamayacağını görürsünüz. Amerika’da senatörlerin hemen hepsi zengindir ve bir zenginler klübüne üyedir. Ayrıca Amerika’da her başkan çok zengin ve elit bir aileden gelmektedir. Amerika’da ulusalcı bir yapı da yoktur. Amerikan Derin Devletinin Ulusalcı olduğundan pek bahsedilemez, çünkü ABD’de bir ULUS-Devlet’ten ziyade Şirket-Devlet vardır ve ABD Derin Devleti tarafından Devletin ve halkın Ulusal Güvenliği değil, zengin küresel elitin ve ailelerin güvenliğinin korunmasıesastır. 91
91 William Blum, The Rogue State: A Guide to the World’s Only Superpower, Maine: Common Courage Press, 2000. Sayfa 29-87; James Petras, Henry Weltmeyer, Maskesi Düşürülen Küreselleşme, Çev. Özkan Akpınar, İstanbul: Mephisto, 2006; Suat Parlar, Barbarlığın Kaynağı: PETROL, İstanbul: Anka Yay. 2003, Sayfa: 11-45; William Domhoff, Who Rules America Now?, California: Mayfield Publications, 2000, Sayfa: 33-115; David C. Korten, When Corporations Rule the World, California, Berret Kohler and Kumarin Press, 1996, sayfa: 119-173; Fred L. Block, The Vampire State, N.Y.: The New Press, 1996, sayfa: 22-46.
Dünyadaki anti-demokratik durum ve küresel elitlerin hakimiyeti aslında bir ölçüde İngiliz Derin Devletinin bir elemanı olan George Orwell tarafından (Mason ve MI6 elemanı) ve dahaönceleri de Franz Kafka tarafından dile getirilmiştir. Orwell’in 1984 isimli romanı hem totaliter komünist rejimler, hem de demokrasiyle yönetildiğini iddia eden veya sanan Batı ülkelerinde gerçekleşmek üzeredir. İnformasyon teknolojisi, moleküler biyoloji ve nanoteknolojinin gelişmesiyle ve küresel elit tarafından kullanılmasıyla yeni bir Firavunlar dönemine girilmektedir.
Bir ULUS olunabilmesi için, Ulusalcı bir Derin Devlet olması şarttır, çünkü devletlerin güvenliği ile ilgili herşey halka veya basına açıklanamaz. Bazı bilgilerin ve aksiyomların, ilkeleringizli işlenmesi gereklidir. Ayrıca devlet işlerinde tecrübeli ve yetişmesi çok güç bazı elemanların sistemin içinde yerlerini ve bürokrasideki saflarını almaları şarttır, özellikle bir hukuk devleti için bu çok gereklidir. Bunun içinde vatansever ve çok namuslu, kendileri için çalışmayan sadece o ulusun geleceğini düşünen kişilerin oluşturmuş olduğu yapılar gereklidir. Bu bürokratik, bilimsel sistem ise kendi yüzlerini sadece televizyonlarda göstermiş olan ve halkın basit parametrelerle seçmiş olduğu temsilcilerle sağlanamaz. Örneğin halk Yüksek Askeri Şuradaki 15 Orgeneralin adını dahi bilmez, yüzünü bir kez görmemiştir, ama ülkenin savunma kaderini oluşturacak olan kararlar bu Orgeneraller tarafından verilmektedir. Fakat kapitalist ülkelerin büyük kısmında Derin Devletler sadece kapitalist zenginlerin mal varlığını ve oluşturdukları sistemi korumak için kurulmuştur. Yani bir ulus bilincinden ziyade geri planda olan çok zengin iş adamlarının finansının ve uluslararası çıkarlarının korunmasıdır. Ancak 18.,19. yüzyıl ve 20. yüzyıl başında doğan ULUS bilincindeki devletlerde ulusçuluk ilkesi vardır ve bu çok tehlikeli bir ilkedir. Çünkü kapitalist tek kutuplu hakimiyetin yerini ulus için çalışan ve ulus bilincindeki yapının alma olasılığıve kapitalist sistemin isteklerine yer yer itiraz etme olasılığı vardır. Kemalizm ve Türkiye Cumhuriyeti pek çok ulusa önder olmuş böyle bir yapıya sahiptir, bu nedenle Amerika, Avrupa Birliği Kemalizmin yok edilmesi gerektiğini savunmaktadırlar, çünkü Türkiye Batı emperyalizminin ve vahşi kapitalizmin önünde bir engel teşkil etmektedir. Küresel elit bugün dünyada Ulus-Devlet değil, yönetebileceği 2000-3000 civarında küçük etnik ilkelere göre kurulmuş kanton devlet istemektedir, bu küçük ülkelerde ulus bilinci ve direnci olmayacağı için emperyalizmin önünde daha iyi bir yem olacaklardır.
Gerek Fransa’da ve Almanya’da olduğu gibi bir ULUS bilinciyle kurulmuş olsun, gerekse Amerika ve İngiltere’de olduğu gibi emperyalist ve kapitalist idealleri gerçekleştirmek amacıyla kurulmuş olsun bir Derin Devlet yapısı mevcuttur. Bu Derin Devletler Batı ülkelerinde (empeyalist olsun veya olmasın) temelde ya Şirket-Devlet, Hanedan-Devlet yapısına hizmet ederler veya var olan ulusun gizli bir biçimde korunması, uluslararası platformda çıkarlarının korunması konusunda hizmet verirler. O nedenle o ulusun çıkarlarını veya şirket-devletin çıkarlarını korumak için kendi ülkelerinde belli bir ideoloji doğrultusunda sistematik olarak çalışırlarken, bir yandan da uluslararası platformda ve başka ülkelerde yaptıkları operasyonlar veya müdahalelerle o Derin Devlete bağlı ülkenin veya o ülkedeki kendilerinin çıkarlarını korurlar. Yani temel aldıkları emperyalist ideoloji veya ulusçu ideoloji hükümete göre, duruma göre veya zamana göre değişmez. Var olan iç ve dış politikanın sürekliliği esastır. Devlet olmak için de bu gereklidir, bu yapının olabilmesi için de gizli bir Derin Devlet yapısının bulunması şarttır. Aksi taktirde Devlet olunamaz. Türkiye’de ise bu sistem yoktur, her hükümet veya cumhurbaşkanı değiştiğinde Devletin iç ve dış politikasında ciddi dalgalanmalar olmaktadır. O nedenle Türkiye’de bir Derin Devlet yoktur veya Ulusalcı Derin Devlet yoktur. Türkiye’de sadece başka Derin Devletlere hizmet eden ve istihbarat yapılarıyla içiçe girmiş yabancı devletlerin uzantıları olan derin çeteler vardır. Bu çeteler kendilerini Derin Devlet gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Halbuki bu çeteler Gladyo’nun, NATO’nun, Amerikan, İsrail, Alman, Fransız, İngiliz Derin Devletinin emrindeki devşirme yapılardır. Bu yapıların çoğunluğu kendi hesaplarına çalışırlar, basit çıkarlar için basit işler yaparlar ve Ulusalcı, gizli, derin bir ideal yoktur92. Böyle çetelerin özellikle Emniyet Teşkilatı içinde son yıllarda odaklandıkları iddiaları mevcuttur93.
92 Ganser Danielle , Natonun Gizli Orduları. İstanbul: Güncel Yayıncılık, 2005; Suat Parlar, Kontr-GerillaKıskacında Türkiye, İstanbul: Bibliotek Yayınevi, 1997; Suat Parlar, Kirli İşler İmparatorluğu, 1986, BibliotekYayınları. Halid Özkul, Gizli Ordular, RT, CFR, BG-TC. , İstanbul: Sorun Yayınları, 2006. Bu konuda hazırlamakta olduğum ‘Gizli Örgütler ve Derin Devletlerin Anatomisi’ isimli kitaba bakınız.
93 Olayları detaylı anlamak için bkz. Aydınlık Dergisi, Danıştay Tertibinin Başı Emniyet İstihbarat Daire Başkanı,Kapak Yazısı, 28 Mayıs 2006, Sayı: 984, s: 4-10.; Aydınlık Dergisi, Devletin Psikolojik Savunma OrganlarındaTasfiye, Kapak Yazısı, 11 Haziran 2006, sayı: 986, s:4-7.; Aydınlık Dergisi, Emniyetteki Örgütün Adı F-Tipi (SerdarSaçanla söyleşi), 28 Mayıs 2006, sayı: 984, s: 20-23; Aydınlık Dergisi, Fethullahçılar İstanbul Emniyetini Ele Geçirdi, Emcet Olcaytu (Serdar Saçanla söyleşi), sayı: 11 Haziran 2006, s: 10-12. Ayrıca bkz. Adil Serdar Saçan,Akbabalar Örgütü, İstanbul:: Bir Harf Yay., 2005; Adil Serdar Saçan, Küresel ve Yerel Mafya Kıskacında SonKALE, İstanbul: Bir Harf Yay., 2006.
Temelde Derin Devletin özellikleri şunlardır:
1) Gizlidir. Gizli kanunları, anayasaları ve talimnameleri vardır. Burada görüşülen hiç bir şey basında, medyada veya televizyonlarda yer alamaz. Herşey şifreli ve sınıflandırılmıştır (klasifiyedir). Halk, hukuk sistemi veya sokaktaki insan buradaki toplantılar ve kararlar hakkında hiç bir şey bilemez. Bunun uluslararası platformadaki bir yansıma alanı BİLDERBERG ve TRİLATERAL KOMİSYON toplantılarıdır. Buralarda dünyanın veya ülkelerin geleceği ile ilgili kararlar alınır ve daha sonra uygulamaya sokulur.
2) Detaylı bir ideolojisi vardır, geçmiş planı veya gelecek planı mevcuttur. Bu planın büyük kısmı bilinemez. Örneğin Amerika’da bu ideoloji vahşi kapitalizm ve emperyalizmdir. Amerikan ve İngiliz Derin Devletinin temel hedefi dünya popülasyonunu azaltmak ve dünyayı, dünyadaki ekonomik sistemleri kayıtsız şartsızAnglo Saksonların ve Yahudilerin kontrolüne almaktır. Rusya’da bu ideoloji bir zamanlar Maksizmdi, ama önemli olan KGB’nin (şimdi SVR) Rusya’da Derin Devlet olmasıdır, tüm yöneticiler Polit Büro ve KGB’den çıkardı. Rusyayı bu yapı yıkılmaktan kurtarmıştır. Şu anda Rusya’da bir ULUS devlet sistemi KGB-SVR sayesinde oluşmaktadır.
3) Derin Devletler (veya İngilizcedeki ismi Secret Governmet-Gizli Hükümet, Shadow- Government-Gölge Hükümet) pek çok alt birimden oluşurlar. Bunların bazıları şöyledir:
. Güçlü bir açık ANAYASA, bunun yanısıra gizli bir Derin Devlet Anayasası (veya Derin Devlet Talimnamesi). Bilinen kanunların yanısıra bilinmeyen gizli bazı kanunlar, talimnameler ve tüzükler. Bu görünür veya görünmeyen, gizli Anayasalar ve kanunlar ile ilgili gizli yapılar, onları hazırlayan üzerlerinde çalışan teşkilatlar.. Güçlü ve gizli istihbarat örgütleri (İstihbarat örgütlerinin sayısı ihtiyaca ve duruma göre her ülkede değişmektedir).. Güçlü hukuk sistemleri (bir kısmı gizli çalışan, bir kısmı ise hukuk yapısını yöneten sistemlerdir bunlar). Milli Güvenlik Konseyleri ve ulusal güvenlikle ilgili diğer üst düzey gizlikonseyler, yapılar.. Ordular ve askeri istihbarat yapıları.. Orduların üst düzey komutanlarının yer aldığı gizli yapılar ve konseyler.. Yurt dışında çalışan espionaj ve yurt içinde çalışan kontr-espionaj yapıları, adı bile olmayan istihbarat örgütleri.. Eski krallığın yerini almış olan başkanlık veya cumhurbaşkanlığı makamları, bu makamın gizli alt yapıları ve bunlara bağlı istihbarat yapıları.. Yedek veya arkadaki gölge hükümetler (bunları kimse bilmez ve telaffuz etmez, gerçekte ülkeleri bu hükümetler yönetir, seçilenler sadece halkı kandırmak ve demokrasi, özgür iradeyle seçilenler olduğuna ikna etmek içindir; çünkü en tehlikelisi 1987 Fransız İhtilalinde, 1917 Rus Devriminde,1923 Kemalist Devrimde olduğu gibi halkın bu Derin yapıları işgal etmesi ve halkın egemenliğini kurmasıdır, ki bu sosyal eşitlikçi sistemler, karma ekonomiler doğurur, kapitalist sistemi yıkabilir. Eğer Derin Devlet ABD-İngiltere’de olduğu gibi Şirket-Hanedan-aile Derin Devletiyse buna karşı hazırlıklı olmak ve insanlara ‘Demokrasi İllüzyonunu’ yaşatmak şarttır).. Bahsedilen istihbarat örgütleri ve bürokrasiyi istenen amaçlara göre örmek için insan faktörü çok önemlidir, bu insan faktörünün sağlanabileceği bir havuz yapı (örneğin Round Table veya CFR’de olduğu gibi masonik teşkilatlar), bu havuz yapıyı sağlamak için gizli teşkilatlar, gizli örgütler. Bu örgütlerin hepsi Derin Devletlerin istihbarat yapıları ve temel iç sistemi ile bağlantı içindedir.. Akademisyenler, Hukukçuların, Bilim insanları, Teorisyenlerin oluşturduğu bir havuz yapı. Think thank kuruluşları. Bilimin geliştirildiği ve Derin Devlet tarafından bu sonuçların kullanıldığı sistematik bir Bilim İnsanı Elit Grubu. İllegal bazı faaliyetlerin koordine edileceği bir mafya, özellikle kapitalist sistem mafya ahlakı ve mafya felsefesi üzerine kurulduğu için, kapitalist ülkelerdemafya Derin Devletlerin kaçınılmaz bir parçasıdır. Pek çok kirli işler mafya ile birlikte, mafyanın koordinasyonunda yapılır.. Yabancı ülkelerde ulusal veya şirket çıkarlarını kollayabilecek gölge yapılar, gölge istihbarat teşkilatları (süperNato veya Stay Behind grupları, Gladyo Diğer (başka yapılar her ülkeye göre, her koşula göre değişik biçimlerde oluşmaktadır)
4) Derin Devletlerin yukarıda belirtildiği gibi gizli ve operasyonal yapıları mevcuttur. Yurt dışında bir operasyon veya örtülü operasyon (kovert operasyon) yapmaya bu yapılarkarar verir ve bunu halkın ruhu bile duymaz. Bu alınan kararlar demokrasiye ve gibi). uluslararası yasalara veya insan haklarına aykırı da olabilir. Ama Derin Devlet yapıları savaş veya hücum kararı aldıktan sonra bu uygulanır. Örneğin Büyük Ortadoğu Projesinde, onunla bağlantılı 11 Eylül olayında görüldüğü ve Afganistanın, Irak’ın işgal edilişi gibi.
5) Derin Devletlerin tahmin edemeyeceğimiz veya bilemeyeceğimiz daha gizli ve derin yapıları.
Bu yapıların oluşumu yüzyıllar içinde evrimleşmiştir ve halen evrimleşmektedir. Osmanlı’da böyle bir yapı yoktu, eğer olsaydı Osmanlı çökmezdi; Bektaşilikle içiçe olan Yeniçeri sistemi bu yapının küçük bir benzerini oluştumaktaydı. Bu tip bir yapının benzerini Teşkilat-ı Mahsusa kurmak istemiştir, sonucunda Türkiye Cumhuriyeti doğmuştur. Ama Türkiye Cumhuriyetinin doğmuş olması da önemli konjonktürlerde ve tarihsel süreç içinde gelişmiştir. Örneğin Çanakkale Savaşında Türkler başarılı olmasalardı ve düşman boğazlardan geçip Karadeniz’e çıksaydı, Çarlık yıkılıp, yerine 1917 Devrimi ile Bolşevikler gelemeyebilirdi. 1917 Rus Devrimi olmasaydı ve Lenin Güney sınırlarda emperyalistleden arınmış bir yapı olmasını istemeseydi, Rusya İSTIKLAL Savaşında Türklere yardım etmezdi. Dolayısı ile tüm olaylar birbirine bağlantılı olarak gelişmiştir. İstiklal Savaşında arkamızda bize maddi destek ve silah desteği sağlayan yeni kurulmuş bir Rusya mevcuttu. Çarlık çökmemiş olsaydı, İstiklal Savaşı mücadelesi çok daha zor verilirdi. Gerek Rus Devrimi ve gerekse Kemalist Devrim çok kan dökülerek kurulmuş devrimlerdir.
Kanlı devrimlerle kurulmuş olan temel sistemler ise kayıtsız şartsız bu devletlerde korunur. Kemalist Devrim de Fransız, Rus veya Amerikan Devrimi gibi kanlı bir devrimle kurulmuş, bunun için bir dev İSTİKLAL Mücadelesi verilmiştir. 1789 Fransız Devrimiyle kurulmuş olan Fransız Cumhuriyetine başbakan veya bakanlar kurulu krallığı getirmek isterse, gizli bir teşkilat tarafından yok edilirler veya tasviye edilirler. Ama İngiltere’de krallık olmasına rağmen, o da semboliktir, İngiltere Krallığı ve asilzadeleri de içine alıpkullanabilen bir Derin Devlet yapısını yüzyıllara dayanan felsefe, birikim, kanunlar, teoriler ile sağlamıştır. İngiltere’deki Derin Devletin yapısı ve evrimi, Almanya’dakinden veya Fransa’dakinden daha farklıdır. Bugün sistematik bir Derin Devlet yapısı olan ülkelerden bazıları şunlardır:
. İngiltere. Eski İngiliz Sömürgeleri (Kanada, Avusturalya, Yeni Zelanda). Almanya. İskandinav Ülkeleri (Isveç, Norveç, Finlandiya, Danimarka). Hollanda. Fransa. Amerika Birleşik Devletleri. Rusya. Çin. Japonya. Vatikan. İtalya (İtalya’da NATO ve ABD Derin Devleti bu ülkenin içine girmiş, Gladyo isimli teşkilatla bu ülkeyi uzun yıllar kontrol altında tutmuştur).
Bu ülkelerden sadece Almanya, Fransa, İskandinav Ülkeleri, Rusya, Çin ve Japonya’da gerçek bir Ulus-Devlet yapısına rastlandığını söylemek bir abartı olmaz. İspanya, Portekiz ve Güney Amerika gibi katolik ülkelerde çoğunlukla gizli yapı ve derin devlet yüzyıllarca Vatikan olmuştur. Halen Vatikan’ın bu ülkelerdeki etkinliği büyüktür.
Bu Derin Devletlerin temel merkezi aslında Üniversitelerdir. İngiltere’de Oxford, Cambridge ve Londra Üniversiteleri yüzyıllara dayanan birikimleriyle bu alt yapıyı teşkil etmekteydiler. Amerika’da ise en eski Üniversitelerden olan YALE, Stanford, Harvard gibi Üniversiteler bu yapıların temelini oluşturan birikimi sağlamışlardır. Örneğin Amerikan Derin Devletinde çok etkili bir yapı olan Skulls and Bones Society (Kuru Kafa ve Kemikler Örgütü) Yale’de ortaya çıkmıştır. Benzer biçimde Almanya’da ve Fransa’da da Üniversiteler ve Akademisyenlerin bu Derin Devlet yapılarındaki etkinliği büyüktür, çünkü felsefe ve teori, bilim o Üniversitelerde üretilir. Bu nedenle Üniversite geleneği olmayan bir devlet yapısının kalıcı olması mümkün değildir.
Oxford Üniversitesinde çalışırken, 700 ve 800’lü yıllara ait üniversite binaları gördüm, türlü gizli örgüt işaretleri ile bezenmişlerdi; hayretle içlerinde dolaştım, o zamanlar yapılan dersleri, okutulan kitapları inceledim; Radclyffe (ki Gül Haç Gizli örgütünün Büyük Üstadıdır) kütüphanesinde el yazması o devirlere ait eski İngilizce ile kaleme alınmış türlü kitaplar gördüm. Herşey bir gizem, gizli geçmiş ve meçhul tarih kokuyordu. Ayrıca 13-15. yıllara ait binalarda ise sayısız masonik işaret ve sembol vardı. Cecil Rhodes tarafından da zaten Round Table isimligizli örgüt bu şehirde, bu birikime dayanarak kurulmuştur. Round Table İngiliz Derin Devletinive İngiliz CFR’si olan Royal Institute for International Affairs isimli teşkilatı kuran yapıdır94.
94 Jim Marrs, Rule by Secrecy, N.Y.: Harper Collins, 2000, sayfa: 82-91; Atilla Akar, Derin Dünya Devleti, İstanbul:: Timaş Yayınları, 2003, sayfa: 269-273.
ROUND TABLE95
Round Table geçmişini John Birch society, Tapınak Şovalyeleri, Malta Şovalyeleri ve ‘Belmont Kardeşliği’ (Belmont Brotherhood) gibi örgütlerden alan çok gizli bir cemiyettir. İlk ismini Kral Arthur’un esfanevi Yuvarlak Masa (Round Table) şovalyelerinden almaktadır. Round Table bugün pek çok ülkeye dağılmış ve diğer gizli cemiyetlerle işbirliği içindeki çok gizli bir cemiyettir.
RECEP TAYYİP ERDOĞAN YAHUDİ CESARET MADALYASI ALIRKEN
Çok zengin İngiliz yahudisi Cecil Rhodes (1853-1902) ve Alfred Milner (1854-1925)tarafından temeli atılmıştır. Cecil Rhodes Güney Afrika’da elmas ve maden ticareti ile zengin olmuş bir küresel elittir. Round Table’ın temel felsefesi Malthus doktirinine ve dünyadaki popülasyonun artış hızı ile tüketim maddelerinin artış hızının aynı olmaması sonucunda, bu dünyada fakir ulusların ortadan kaldırılması ve Eugenics (üstün ırk teorisi) ile üstün bir ırk yaratılması prensibine dayanmaktadır. Bu nedenle de tüm üretim malzemelerini ve tüm finans sektörünü ve de bilimi ele geçirmek gereklidir. İdeoloji, sosyal Darwinizm’den, John Ruskin’den (1819-1900), Oscar Wilde (1854-1900), H.G. Wells (1866-1946), Jean-Jacques Rousseau’dan (1712-1778) ve Plato’nun DEVLET’inden, daha pek çok farklı felsefeci, bilim insanı ve akademisyenden gelmektedir. Hedef polis devletiyle yönetilen bir yapı kurarak bu yapının üstün ırkı hakim kılması ve dünyadaki diğer ırkları yokederek, kalanları da köleleştirerek tek dünya devletini ve hükümetini elde etmesidir96. Bu ideoloji aslında Yahudi gizli cemiyetlerinde, CFR’de, Bilderberg’de, Trilateral Komisyonda ve diğer yapılarda da vardır. Bu cemiyetlerin hepsi masoniktir ve masonlarla içiçedir97.
95 http://watch.pair.com/roundtable.html. Halid Özkul, Gizli Ordular, RT, CFR, BG-TC. , İstanbul: Sorun Yayınları,2006. s: 151-167.
96 Bu konudaki detaylı bilgi için Kimyasal ve Biyolojik Savaşla ilgili bölüme bakınız.
97 Jim Marrs, Rule by Secrecy, N.Y.: Harper Collins, 2000, sayfa: 82-91
Cecil Rhodes (1853-1902) zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldikten sonra Oxford’da Apollo Universite 357 olu locasında 17 Nisan 1877’de tekris (inisiye) edildi. Aynı locada üstad mason oldu. Yine Oxford’da 4-33 arasındaki derecelere sahip Skoç Ritinde 30. derece Rose Croix (Gül Haç) Prensi derecesine erişti.
Cecil Rhodes 1877’de temel hedeflerini yazdığı bir kitapta ilk hedefinin çok gizli bircemiyet kurmak olduğunu söyler. Temeli İngiliz masonluğuna ve İlluminati’nin o zamanki kalıntıbilgilerine dayanan bir cemiyet kurar. Mal varlığının çoğunu da Lord Nathan Rothschild (1840- 1915, ) isimli başka bir masona bırakır, bu kişi Lordlar kamarasının ilk Yahudi üyesidir. Bu ünlü Rothschild hanedanlığını devam ettiren ve yeni pek çok gizli yapının kurucularındandır. Lionel Walter (1868-1937), Charlotte (1873-1937), Charles Rothschild (1877-1923) isimli çocukları hanedanlığı devam ettireceklerdir. Bu aile bankacılık işi uğraşıp, çok zengin olacaklar ve şirketlerini küresel düzlemde genişleteceklerdir.
Skulls and Bones nasıl WASP (beyaz, Anglosakson ve Protestan) ırkçılığına dayanıyorsa, Round Table da tamamen İngiliz ve Anglo Sakson ırkçılığına dayanır. Hedef tüm dünyayı Anglo Saksonların hakimiyetine almaktır. Toynbee Salonu isimli özel bir inisiasyonyerinde Alfred Milner (1854-1925), Rudyard Kipling (1865-1936), Arthur Balfour (1848-1930,33. İngiliz başbakanı ve 1917 Balfour Deklerasyonu ile Yahudilere toprak ve yeni ülke sözüveren ilk küresel elit98) , Lord Rothschild (1840-1915) ve ‘Milner Kindergarten’ grubu adındaki Oxford mezunu bazı masonları da içine alan bir gizli cemiyet kurulur. Cecil Rhodes öldükten 7 yıl sonra bu gizli cemiyet 1909 yılında ROUND TABLE adını alarak faaliyete başlar. Skulls and Bones Society’den 77 yıl, İlluminati’den 123 yıl sonra kurulan bu cemiyetten 3 yıl sonra da Almanya’da Hitler’in de üye olduğu Thule cemiyeti kurulacaktır. Round Table İngiliz istihbaratının temelini teşkil eden çatının ve Büyük Britanya İmparatorluğunun emperyalizminin başarılabilmesi için çok gizli ve dev bir istihbarat sistemi kurulması için çalışır. Milner’s Kindergarten (Milner’in çocuk bahçesi) denen Oxfordlu grup şu çekirdek isimlerden oluşmaktaydı:
98 Balfour Deklerasyonu 2 Kasım , 1917 tarihinde İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour, SiyonistFederasyonun başkanı Lord Rothschild (Walter Rothschild, 2. Baron Rothschild) tarafından verildi. Ekim 1917’de İngiliz kabinesi Filistinde Yahudilere yeni bir ülke verilmesi planını onayladı.
.Sir Patrick Duncan - South Africa Valisi, 1937-1943.Philip Henry Kerr, 11th Marquess of Lothian –Amerika’daki İngiliz Büyükelçisi 1939-1940.Robert Henry Brand, 1st Baron Brand - Lazard Brothers şirketinin yöneticisi 1944’e kadar..Lionel Curtis - Royal Institute of International Affairs (RIIA) kurucusu..Richard " Dick" Feetham – Avukat, Union of South Africa (Güney Afrika) baş Hakimi, Yüce Divan Hakimi,.George Geoffrey Dawson - Times Dergisi Direktörü ve Editörü, 1912-1917.John Buchan, 1st Baron Tweedsmuir – Romancı ve Kanda’nın 1935-1940 arasındaki Valisi
Gerek Skulls and Bones Society’nin ve gerekse Round Table’ın çalışmaları üç önemli oluşumu yaratacaktır99:
99 Bu üç örgüt Dünyadaki Devletlerin veya Derin Devletlerin temel çekirdeğini ve iskeletini teşkil eder. Daha detaylı olarak başka çalışmalarda incelenecektir. Bkz. Halid Özkul, Gizli Ordular, RT, CFR, BG-TC, İstanbul: SorunYayınları, 2006. Atilla Akar, Derin Dünya Devleti, İstanbul:: Timaş Yayınları, 2003, sayfa:95-129; Ümit Sayın, ‘Gizli Örgütler, 11 Eylül ve Büyük Ortadoğu Projesi’, İstanbul:, Neden Yay., 2006, s: 43-91.
1) The Royal Institute for International Affairs-RIIA (Kraliyet Dış İlişkiler Enstitüsü). 1919. Bu CFR’nin İngiliz versiyonudur.
Bu yapı CFR’nin İngiliz versiyonudur. Kökenini yukarıda bahsettiğimiz Masonik örgütlerden, Round Table’dan ve Uluslararası gizli örgütlerden alır. Kurulduğu merkez olan Chatham House olarak da isimlendirilir. RIIA’nın temelini Milner’ın Oxford’lu dostları oluşturur100. Milner’ın Oxford’dan dostları Arthur Glazebrook, George Parkin ve Güney Afrika’daki ‘Milner Kindergarten’ (Milner Çocuk Bahçesi) grubunun diğer üyeleri Patrick Duncan, Sir Dougal Malcolm, Lord James Meston, Lord Malcolm Hailey, Parkins Lionel Curtis gibi isimlerdir. Enstitü Hotel Majestic’te 30 Mayıs 1919’da kurulmuştur. J.P. Morgan da bu yapının kurulmasında öncülük yapmıştır. Bu gizli örgüt veya enstitü gerek Pacific Council, gerekse Atlantic Council gibi gizli başka yapıların ortaya çıkmasını da sağlayacaktır.
100 Halid Özkul, Gizli Ordular, RT, CFR, BG-TC. , İstanbul: Sorun Yayınları, 2006, s: 163-165.
2) CFR (Council on Foreign Relations-Dış İlişkiler Konseyi) 1921’te Rockefeller ve J.P. Morgan ve diğer ailelerin eşliğinde New York’ta kurulur.
Globalizasyon ideolojisinin Bohemian Grove (Bohem Klübü) ve Skulls and Bones Society gibi masonik örgütlerden daha az gizli bir branşı olan CFR 21 Temmuz 1921’de New York’ta kurulmuştur101. Globalizmin gizlilikten çıkıp dünyaya ilanı CFR’nin kuruluşu ile başlamıştır. 1917’de Başkan Wilson savaş sonrasında yüze yakın elit adamını toplamış ve global barış (!) planları yapmışlar ve Wilson’ın bilinen on dört nokta teorisini 8 Ocak 1918’de kongreye sunmuşlardır. Bu plan özünde tüm ekonomik sınırları kaldırmayı amaçlayan ve ABD sermayesini tüm dünyaya hakim kılmaya yarayan bir plandı. CFR için ilk para John D. Rockefeller, Bernard Baruch, Walter Lipmann, Jacob Schiff, Otto Kahn, Paul Warburg gibi milyonerlerden geldi. Bugün CFR için finans şu kuruluşlardan gelir: Xerox, General Motors, Bristol-Myers-Squip, Texaco, Alman Marshal Fund, McKnight Vakfı, Ford Vakfı, Andrew Mellon Vakfı, Rockefeller kardeşler vakfı, Starr Vakfı vb. CFR yönetim üyeleri bugün dünyadaki her işe karışan ve ekonomik kontrolü amaçlayan kurum, vakıf, enstitü ve gizli örgüt ile içiçedir.
101 Gaylon Ross, Who is Who of the Elite? Spicewood-Texas, RIE Press, 2000; Jim Marrs, Rule by Secrecy, NewYork: Harper Collins, 2000
Normal koşullarda CFR’nin anayasaya bile aykırı olduğu iddia edilmişse de bunu yargılayacak olan Anayasa Mahkemesi veya Yüce Divan üyelerinin büyük çoğunluğu da CFR üyesidir. J.P. Morgan ve Rockefeller gibi devler CFR’ye büyük paralar yatırırlar. 1988’den beri 14 devlet bakanı, 14 hazine bakanı, 11 Savunma bakanı ve bir sürü federal büroya ait görevli CFR üyeleri arasından seçilmiştir. Dullestan beri her CIA direktörü, örneğinRichard Helms, William Colby, George Bush, William Webster, James Woolsey, John Deutsch, ve William Casey hep CFR üyeleri arasından seçilmişlerdir. Başkanların seçiminde de aynı yol izlenmektedir, seçmenler bir CFR üyesi ile öteki arasında tercih yapmak zorunda bırakılmaktadırlar, zaten Demokrat Parti ile Cumhuriyetçi Parti birbirinden çok farklı değildir ki! CFR’ın gizli raporlarından ve konferanslarından birinde şöyle denilmektedir102 :
“Silahsızlanma, Amerika’nın bağımsızlığı ve bu bağımsızlığın tek dünya hükümetine dönüşmesi CFR’nin 1551 üyesinin yüzde 95’ine 1975’te açıklanmıştır. CFR’nin üyelerin yüzde 75’ine açıklanmamış ve yazılmamış iki gizli amacı daha vardır. Bu oluşumun hedefleri size biraz garip gelebilir, bunları biraz tartışalım. Bu inancımızın temelinde yatan, tek kutuplu kapitalizmin dünyanın her yerindeki farklı para birimlerini, banka sistemlerini kredi ve üretim sistemlerini, temel kaynaklarını tek hükümetle kontrol edilebilir hale getirmek ve aydınlatılmış dünya sistemindeki üstünlüğümüzü kendi dünya ordumuzla temin etmektir.”
Burada detaylı olarak temel emperyalist ideoloji anlatılmaktadır. CFR, bugün Amerikan Derin Devletinin en temel çerçeve ve çekirdek yapılarından birisidir. Bu yapı dünyayı tek kutuplu kapitalizmin hizmetine sokmak ve küreselleşme adıyla tamamen işgal etmekistemektedir. Bu konuda ise İngiliz gizli örgütleri Round Table, RIIA, IPR ve Bilderberg, Trilateral Komisyon gibi yapıları kullanmak kaçınılmaz olacaktır.
102 Gaylon Ross, Who is Who of the Elite? Spicewood-Texas, RIE Press, 2000, sayfa: 7-9; Jim Marrs, Rule by Secrecy, NewYork: Harper Collins, 2000.
3) Institute of Pacific Relations (IPR). 1925’te kurulmuştur ve Pasifikle bağlantılı 25 ülkeyi içerir. 1927’de Pacific Council’ dönüşmüştür103.
Bu yapının kurulmasında temel kişi J.P. Morgan ve Rockefellerlar tarafındandesteklenen aynı zamanda CFR üyesi Jerome D. Greene idi. Pacific Council her zamanİngiliz Derin Devleti ve RIIA tarafından kontrol altında tutuldu. Enstitüye dahil olan ülkeler arasında, ABD, Çin, Rusya, Britanya, Fransa, Hollanda, Hindistan, Pakistan, Japonya, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Filipinler vardı. Bu ülkelerin hemen hepsinde enstitünün şubeleri mevcuttur. Adı 1927’de Pacific Council olan yapının 1930’larda 17 çekirdek üyesinin en az beşi Milner’ın Oxford’daki grubundandı. Jerome D. Greene (ABD), F. W. Eggleston (Avusturalya), N. W. Rowell (Kanada), D.Z.T. Yui (Çin), Lionel Curtis (Britanya), I. Nitabo (Japonya), Sir James Allen (Yeni Zelanda) farklı ülkelerden gelen üyeleri oluşturuyordu. Buyapı genellikle İngiliz istihbaratı MI6 ile ve CIA ile ve Britanya Derin Devletinin bir uzantısı olarak çalıştı, ama 2. Dünya savaşından sonra CFR’nin bir uzantısı olmayı sürdürdü. Açık toplum enstitüsü veya George Soros’un ‘yeni sömürgecilik’ anlayaşının temel mimarlarından birisi bu yapıdır, George Soros’la ve RIIA ile ve diğer Yahudi gizli yapılarıyla içiçe çalışır.
103 Halid Özkul, Gizli Ordular, RT, CFR, BG-TC. , İstanbul: Sorun Yayınları, 2006, s: 165-167.
Masonik örgütler ve Round Table bu yapıların temel özünü ve Anglo Sakson emperyalizminin temelin oluşturacaktır. H. G. Wells (1866-1946) isimli ünlü yazar da Round Table üyesi olacak ve dünyayı yönetecek olan dev bir masonik gizli örgüt stratejisinin temel ideolojisinin oluşturulmakta olduğundan bahsedecektir. H. G. Wells’e İngiliz Derin Devletinin ve İstihbarat çarkının oluşumunda ve felsefesinde yardımcı olacak çok fazla yazar vardır. Aldous Huxley’den (1894-1963), Adam Smith (1723-1790) ve George Orwell’a (1903-1950), Lewis Carroll’dan (1832-1898) , Karl Popper (1902-1994, George Soros bu kişinin öğrencisidir, Açık Toplum felsefesinin temellerini atmıştır), Bertrand Russell (1872-1970) ve Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831) gibi felsefecilere kadar pek çok yazar gerek romanları, araştırmaları ve felsefeleri ile gerekse bu teşkilatların içinde yaptıkları faaliyetlerle dev bir birikim oluşturmuşlardır. Yani İngiliz, Amerikan ve Fransız Derin Devletleri çok kolay kurulmamıştır. Batı’nın Derin Devletleri bilim adamlarından, felsefecilerine, kimyacısından, istihbaratçısına ve romancısına kadar kollektif bir çalışmanın ürünüdür. Sosyal sistemlerin sistematiği, insanın detaylı incelenmesi, sosyal yapıların ve insanların irdelenmesi, türlü sosyal deneyler ve bilimsel binlerce veri bu Derin Devletlerin oluşmasında rol oynamıştır. Özellikle temel teoriler, felsefenin, biyolojinin, fiziğin ve tıbbın gelişmesiyle birlikte ve gizli bilimlerin de işin içine katılmasıyla birlikte bir gelişme göstermiştir. Örneğin Eugenics (üstün ırk üretme) teorisinin temelini biyoloji ve evrim teorisindeki yeni buluşlar atmıştır. Bu teoriden Almanlar, Naziler ve Hitler de çok etkilenmiştir. Üstün ırk yaratma ve üstün ırk peşinde olan pek çok bilim insanı çıkmış ve halen bu gizli ideoloji emperyalist ülkelerin derin ideolojileri içinde yer almaktadır.
Daha sonra Amerika’da da örgütlenen bu Round Table’a üye olanlar arasında Morgan, Rockefeller ve Carnegie. Col. House, Paul Warburg and Benjamin Strong da kurucu üye olarak eklenecektir. Princeton Enstitüsündeki Institute for Advanced Study de Round Table’ın bir parçası haline gelecektir. Diğer Amerikan üyeleri arasında Thomas W. Lamont (J.P. Morgan), George Louis Beer, Walter Lippmann, Frank Aydelotte, Whitney Shepardson and Jerome D. Greene gibi ünlü isimler bulunmaktadır. Ama bu cemiyet için önce masonik eğitimden geçmek ve mason olmak esastır. Tabii bu cemiyetler içinde birbirleriyle kesişim içinde olanlar da mevcuttur. Yani hem CFR ve RIIA üyesi olup hem de Bilderberg veyaSkulls and Bones üyesi olan vardır104. Bu örgüterin en tepesinde ise Siyonist gizliyapılanmalar vardır, zaten bahsedilen kişilerin büyük çoğunluğu da Yahudidir. Bu gizli örgütlerde adı geçen herkes istihbarat örgütleri ile de piramitsel ağın içinde bağlıdır. Bu piramitsel ağ 1600’ler ile 2000 arasındaki 400 yıllık dönemde, eski uygarlık ve medeniyet üzerineoluşturulmuştur. Tabii ki bu medeniyet ve birikimin içinde Yahudi felsefesi ve katkısı korkunç fazladır.
104 Baigent Michael, Leigh Richard, Lincoln Henry. Holly Blood, Holly Grail. New York: a Dell Book, 1983. Barret David, Secret Societies, New York: Blanford, 1999; Antony Sutton, America's Secret Establishment, Montana:Liberty House Press. 1986; Antony Sutton, The Secret Cult of the Order, Montana: Liberty House Press, 1990; Antony Sutton, Trilaterals over Washington, Montana:Liberty House Press, 1988.
İNGİLİZ DERİN DEVLETİ
İngiliz Derin Devleti uzun yüzyılların deneyimine, bilimine, yazılı kanunlarına, gizli talimnamelerine, gizli yöntemlerine dayanmaktadır105. Örneğin bir zamanlar üzerinde güneş batmayan Britanya İmparatorluğunda istihbarat geleneği temelde iki alt kültüre dayanır, bunlardan birisi Fransa ve Vatikandan 13. yüzyılda kaçarak İngiltere’ye yerleşmiş Tapınak Şovalyelerinin kurmuş olduğu gizli masonik ritlere, bir diğeri ise Yahudilerin o dönemlerde Katolik zülmünden kaçarak Britanya’da oluşturdukları ve yer yer Skoç riti isimli masonik teşkilatlarla içiçe girmiş olan gizli yapılara. İngiltere’de mason teşkilatları ve locaları sonra gizli polise, Scotland Yarda ve de MI5 (Military Intelligence 5-iç istihbarat) ve MI6 (Military Intelligence-6-dış istihbarat) isimli teşkilatlara dönüşeceklerdir. MI5 ve MI6 daha isimleri veya varlıkları yeni kabul edilen teşkilatlardır. Yıllarca varoldukları bile reddedilmiştir. Şunu unutmayınız ki, Gizli Örgüt yapılanması olmadan, bir istihbarat örgütü teşekkül ettirilemez. Hemen hemen tüm Anglo Sakson ve Yahudi istihbarat örgütlerinin temel teorisinde, yöntemlerinde ve talimnamelerinde bir gizli örgüt yapılanması vardır. MI5, MI6’te veya adını bilmediğimiz istihbarat örgütlerinde yüksek noktalara gelenler gizliliği çok iyi kullanan kişilerdir ve çoğu Üst düzey masondurlar. Round Table bu ilişkinin temel birleştirici gücü olmuştur. Bu çark aşağıda ifade edildiği gibi çalışır. Bu figürde piramitsel yapıların hangi noktalarına hangi örgüt veya teşkilatlardan gelenlerin etki ettiğine farklı okları takip ederek bakınız. Tabii bu teşkilatlarda yer alanların hepsi mason olmayabilir, fakat masonik gizli cemiyetler (Tapınak Şovalyeleri, Gül Haç, Skulls and Bones, B’nai B’rith, Bohemian Grove, Pacific Council, Atlantic Council vb.) bu Derin Devlet yapılarının çatısını oluşturmuştur. Zaten küresel elitler yaşantılarının bir döneminde bu masonik yapılara üye olurlar ve sistemin içinden geçerler.
105 Yukarıda adı geçen eserlere bakınız. Ayrıca bkz. Talat Turhan, ÇETELEŞME, İstanbul: Akyüz Yayıncılık, 2000.
İngiliz istihbaratı için geçerli olanlar Fransız istihbaratı ve tarihin en güçlü istihbarat teşkilatlarından Alman İstihbaratı için de geçerlidir. Alman İstihbaratı İlluminati’nin (kuruluş1776) bir devamı olan Thule cemiyetinin (kuruluş 1912) SS’lere dönüşmüş halinin bir devamıdır ve CIA’in kuruluşunu çok etkilemiş ve şekillemiştir.
Amerikan istihbarat örgütleri ise kökeni 1600’lü yılllara dayanan Yahudilerin ve Anglosaksonların içiçe yer de aldıkları bazı gizli cemiyetlerden ve ailesel yapılanmalardan kökenini alır ki, bunlardan en önemlileri Masonik Ritler, Skulls and Bones Society, Scroll andKey, Atlantic Council, Bohemian Grove (Bohem Klübü), Amerikan Round Table’ı, çeşitli Fraternity Klüpleri ve adı bilinmeyen başka gizli teşkilatlardır. Bunlar 1921’de CFR isimli Yahudilerin kurduğu bir teşkilat oluşturunca, CFR de önce OSS (Office of Strategic Services) ve daha sonra FBI, CIA ve NSA’i kuracak ve bununla kalmayacak bir 30 civarında adı bilinen veya bilinmeyen istihbarat örgütünü bunlara ekleyecektir.
Bu örgütlerin hepsinde derin bir gizli örgüt ve masonik ilke tarihi veya ideolojisi bulunur ve Round Table’daki ‘popülasyonu azaltma’ ve ‘dünyaya kayıtsız şartsız hakim olma’ fikri bunların hepsinde mevcuttur. O nedenle emperyalist ve vahşi kapitalist bir dünya görüşleri vardır, Yahudilerin ve Anglo-Saksonların dışındaki dünya nüfusunu pek de umursamazlar. Budevletlerin Derin Devletlerinin Gizli talimnamelerinde yer alan temel fikirler tamamen faşist ve sömürgecidir. Dünyadaki ülkeler ve sömürdükleri ülkeler üzerine yaptıkları planların bir sistematiği vardır. Planlar uzun süreli (50-100 yıl için) yapılırlar. Ayrıca kendi içlerinde gizli Anayasalar, Kanun Hükmünde kararnameler (executive orders) ve tonlarca gizli talimnameleri vardır. Türkiye’de bir zamanlar MGK’da var olan gizli anayasa KIRMIZI KITAP gibi pek çok talimnameye sahiptirler. 2003’ten sonra Türkiye’deki hükümet ve yabancı Derin Devletler bizim Kırmızı Kitabımızdaki tüm ilkeleri ve KIRMIZI ÇİZGİLERİMİZİ yerle bir etmişlerdir, MGK istihbarat şemsiyesi olma etkisini yitirmiştir. Bu Derin Devlet yapılarının kesin bazı kararları vardır, bu kararlara uyulmazsa çok farklı yöntemlerle bu kararlara uymayanlar ortadan kaldırılabilirler. Yani piramitin o düzeyinde artık hukuk veya uluslararası yasalar veya insan hakları gibi kavramların bir anlamı kalmaz.
Bilimi ve kara bilimi106 bu istihbarat örgütleri ve Derin Devletler çok mükemmel biçimde kullanabilmişlerdir. Bunun örneğini Prenses Diana’nın ölümünde gördük, Mısırlı zengin bir müslüman olan Dodi Fayad’ dan hamile kalan kraliyet soylusu Prenses Diana’nın bu çocuğu doğurmasına İngiliz Derin Devleti izin vermemiş, kocasını aldatmasının ve gayri meşru hamileliğinin cezasını hayatıyla ödemiştir ve siyah mercedes büyük olasılıkla uzaktan freni kilitlenerek kaza yapmıştır (bu bilgileri doğrulayan pek çok iddia, internette sunulan kanıt ve kitap vardır). Sonuçta çok usta bir suikastle, İngiliz gizli Derin Devlet ilkelerine aykırı hareket edenPrenses Diana yok edilmiştir. Aynı şekilde JFK de, Amerikan Derin Devleti ile çelişince iki keskin nişancının önlü arkalı ateşine maruz kalmış ve konuyla ilgisi olmayan Lee Harvey Oswald yakalanıp halka katil diye tanıtılmış, ama tam soruşturma günü o da öldürülmüştür, sonra onu öldüren de ortadan kaldırılmıştır.
Derin Devletlerin ilkeleri ve değiştirilemeyecek aksiyomları çok katıdır ve Derin Devletlerin istihbarat örgütleri veya oto-kontrol mekanizmaları tarafından korunurlar. Örneğin bazı Alman yöneticiler, Alman kimliğini bir alt kimliğe indirgemeye çalışıp, yerine ALMANYALILIĞI getirmeye çalışsalardı, kaderleri Anayasayı her halikarda korumak için kurulmuş olan BND tarafından JFK’ye benzetilirdi. Ceza bu kadar ağır olmasa da, en azından tasviye edilirlerdi. Türk devletinin ve rejiminin değiştirilmesine yönelik faaliyetler engellenemiyorsa, Cumhuriyet Devrimleri ve Atatürkçülük karşıtları, hep suç işleyenler, yolsuzluk yapanlar baş tacı edilip, hep hortumcular ve mafyayla uyum içinde yaşayanlar yükselip, varlıklarını sürdüryorlarsa107 Türkiye’de Ulusalcı bir Derin Devlet olmadığı sonucunu zaten çıkarıyoruz. Ama Almanya’da, İngiltere’de, Amerika’da, Fransa’da, İskandinav Ülkelerinde ve diğer pek çok gelişmiş ülkede nasyonalist bir Derin Devlet mevcuttur, hatta bu nasyonalist Derin Devlet Türkiye gibi Ülkelerin içine nüfuz eder ve onların da ‘sözde Derin Devletlerinin’ bir parçası haline gelir. Türkiye’de Derin Devlet olarak isimlendirilen mafyöz yapının içinde Amerikan, İngiliz, İsrail, Alman, Fransız Derin Devletlerinin, gizli örgütlerinin ve istihbarat yapılanmalarının mutlaka bir uzantısı mevcuttur. Masonik teşkilatların tümü böyle uzantıların bir farklı transformasyonu ve oluşumu olduğu için mutlaka yabancı Derin Devletlere hizmet ederler. Bu nedenle Mustafa Kemal Atatürk mason teşkilatını 10 Ekim 1935’te kapatmıştır.
106 Ümit Sayın. Kara Bilim. Bilim ve Ütopya, 4 (38): 24-26; Ağustos 1997.; Ümit Sayın. Gizli Hükümetler, Gizli Projeler ve Kara Bilim. Bilim ve Ütopya, 5 (45):60-63; Mart 1998
107 Adil Serdar Saçan, Akbabalar Örgütü, İstanbul:: Bir Harf Yay., 2005; Adil Serdar Saçan, Küresel ve Yerel Mafya Kıskacında Son KALE, İstanbul: Bir Harf Yay., 2006.
TÜRKİYE’DE ULUSALCI BİR DERİN DEVLET VAR MIDIR?
Türkiye’deki sosyal, politik ve stratejik olayları ele aldığımızda Türkiye’de istihbarat sistemlerinin çok mükemmel çalışmadığı görülecektir. Askeri istihbaratın ve MİT’in haricinde ULUSAL GÜVENLİĞİMİZ için çalışmakta olan bir istihbarat sisteminin olduğunu ve doğru çalıştığını ve Türkiye Cumhuriyeti veya Türkler için çalıştığını kabul etmek biraz iyimserlik olur. Çünkü gelinen noktada Türkiye bir ÖN-SEVR ve parçalanma dönemine girmiştir, ulusal güvenliği tehtid altındadır, laik, demokratik, sosyal devlet yapısı ve rejimi değiştirilmek istenmektedir. Türkiye’de istihbaratın bugünkü durumuna göz atmadan, dünyadaki istihbarat sistemleri ve bunların yüzyıllar içinde oluşmasını sağlayan gizli örgütlerin yapılarına bakmakta fayda vardır.
Türkiye’de gizli örgütlere bağlı bir istihbarat yapısı Osmanlı zamanında vardı. Zaten Türkiye Cumhuriyetini bu yapı, 30 bin subay ve sivilden oluşan Teşkilat-ı Mahsusa kurmuştur. Osmanlıda gizli bir Devlet vardır ve İttihat ve Terakki hareketiyle birlikte gelişmiş, Türkçülük de bu dönemde ortaya çıkmıştır108. İlginç olan şudur: CIA ve NATO gladyo ve gayri nizamı harp yapılanmasını araştırırken tamamen Teşkilatı Mahsusayı örnek almış ve bunu bize karşı kullanmıştır, üstelik Teşkilatı Mahsusa’dan Eşref Kuşçubaşı hakkında Princeton üniversitesinde tezler bile yaptırılmıştır109. Bizim kurduğumuz istihbari, özel harp sistemi biziyok etmek için ABD ve Batı ülkeleri tarafından iyice incelenmiş ve kullanılmıştır110. Bunun nedeni Sabetaycı Masonik örgütlenmenin Atatürk’ün ölümünden sonra Ulusalcı olmaya çalışan Türkçü Derin Devleti yok etmeye çalışmasıdır. Çünkü Türkçü ve Milliyetçi bir Derin Devlet her zaman için bugünkü İsrail’in ve yakında kurulacak olan Büyük İsrail’in kurulmasına izinvermezdi. Masonlar ve Sabetaycılar (bu kurumlar içiçe geçmişlerdir, aslınca Sabetaycı Masonik Örgütlenme demek daha doğru olur!) sadece Siyonizme hizmet ettikleri içindir ki, böyle bir yapılanmaya izin vermemişler, sinsi biçimde devletin içine sızmışlar ve istihbari yapılanmaların bu amaçlar için çalışmalarını engellemişlerdir. Bugün MİT’in içinde Galatasaray Liseli ve Mason pek çok istihbaratçı vardır! Türkiye, Türk Silahlı Kuvvetleri bir önlem almazsa, bu gidişle 4-15 yıl içinde parçalanacaktır. Bizden sonraki kuşağa bırakmamız gereken ise masonlarınkinden daha güçlü bir Türkçü ve Ulusalcı Derin Devletin teorisi, temel ilkeleri, hususları, talimnameleri ve temel anayasaları, aksiyomatik sistemi ve tüzükleri olmalıdır. Bunu Atatürk döneminde yapamadığımız için veya yapılan yok edildiği için bugün bu kadar kötü durumdayız.
108 Suat Parlar, Osmanlıdan Günümüze Gizli Devlet, İstanbul: Mephisto Yay., 2006
109 Philip H. Stoddard, Teşkilat-ı Mahsusa, Çev. Tansel Demirel, İstanbul:: Arma Yay., 2003
110 Orhan Gökdemir, PİKE: Bir Polis Şefinin Kısa Tarihi, İstanbul:: Çivi Yayınları, 2002. sayfa: 13-45.
Bababım babası Habip bey’in Teşkilatı Mahsusa’daki Makedonyadaki maceralarını ve Balkan savaşında nasıl yaralandığını, sonra nasıl gelip göçmen olarak Adana’ya yerleştiğini babamdan ve amcamdan çocukken dinlerdim; Habip bey akciğerinde yıllarca taşıdığı ve o günkü tıp şartlarında ameliyatla çıkarılamayan kurşun yüzünden babam çocukken vefat etmişti.
Tesadüfen aynı ismi taşıyan annemin dedesi ise Albay rütbesindeyken Balkan Savaşında şehit düşmüştü. Annemin babası Jandarma Albayı Sadrettin Özkan ise 1. Dünya Savaşında ve İstiklal Savaşında savaşmıştı, Kurtuluş Savaşı madalyası taşıyordu. Annemin dayılarından birisi Ermeniler tarafından yüzbaşıyken vurulmuş, diğer dayısı Muharrem İhsan Kızıloğlu ise yıllarca Genelkurmay İstihbaratında çalışmıştı Tümgeneral Muharrem İhsan Kızıloğlu, 1960 darbesinden sonra İçişleri bakanlığı yapmış, ama 1965’te Vatikan’daki Büyükelçilik görevindeyken vefat etmişti, ölüm nedenine kalp krizi denmişti ! Topçu albayı olan dayım Muzaffer Özkan ise Kore savaşına katılmıştı. İki kuşak geriye gittiğimde ailemde 1. Dünya savaşı, Balkan Savaşı, Kurtuluş Savaşı ve Kore Savaşına ait en az 6-7 kişinin emek harcadığını ve/veya şehit olduğunu görüyorum. Etrafımdaki arkadaşlarıma veya gerçek Türk kökenli dostlarıma sorduğumda bu sayı daha az değil, muhtemelen daha fazladır. Yani bizim kültürümüzde de her ailede bu İstiklal mücadelesi için verilen emeğe, gizli yapılanmalara ve eski örgütlere ait izler, kollektif bilinç dışına ait nüveler mutlaka vardır.
Biz Çılgın Türklerin en önemli özelliği egemenliğimize çok düşkün olmamızdır, bizler birer BOZKURTUZ veya Steplerin KURDUYUZ111. Her Türk ailesinde bu vatanı kurmak için böyle şehitler veya subaylar, askerler mevcuttur. Bu vatan, kolay kurtulmadı, kolay kurulmadı ! Böyle bir yakın tarihe sahip bizler, bu ülkeyi Kürtçülere, İngiliz, İsrail, Avrupa Birliği ve ABD uşaklarına bırakmamalıyız, bırakmayacağız!
Gizli örgüt ve istihbarat teşkilatı geleneği olmadan Osmanlı’nın yerine yepyeni bir sistematiği olan bir devlet kurulamazdı. Gerek Bektaşi ve Yeniçeri, gerek alevi geleneğinde, gerekse Mevlevilikte, gerekse Türklerin reforme ettikleri İslam geleneklerinde benzer gizli örgüt yapılanmaları vardır; bu topraklardaki gizli örgüt yapılanmalarını taa Hasan Sabbah’ın Batıniler grubuna kadar götürebiliriz.
Teşkilatı Mahususa daha sonra Mim Mim teşkilatına, sonra da MAH’a dönüştü. Daha sonra da CIA’in ve MOSSAD’ın verdiği teknik ve ekonomik destekle MİT 1965 yılında kuruldu112.Halen buraya kadar bizim istihbarat örgütlerimiz sağlam ve Türkçüydü. Üstelik Türk Silahlı Kuvvetleri de her zaman Kemalist özelliğini koruyordu ve Ulusalcı çizgide Türkiye için bir sigortaydı. Türkçü Derin Devletin aşağıdaki unsurlardan oluşması beklenirdi, eğer aşağıdaki sistem olsaydı, mafyaya veya Abdullah Çatlılara veya benzeri çetelerle ilişkilere hiç ihtiyaç kalmazdı. Çünkü o çetelerin içine yabancı Derin Devletler ve istihbarat örgütleri sızmışlardır. Bu kısır döngü NATO’ya girmekle başlamış ve daha sonra güçlenerek artmıştır. NATO tüm üyeleri arasında STAY BEHIND (veya SuperNATO, Gladyo) isimi gölge ve gizli örgütlerle infiltre olmuş ve kara para ile korkunç operasyonlar yapmıştır 113. Yapılan yüzlerce ikili gizli anlaşma TSK’yı ve Türk İstihbaratını NATO’ya ve NATO’nun gizli örgütlerine bağlamıştır. Danıştaya 17 Mayıs 2006’da yapılan saldırının Gladyo adını da taşıyan bu yapı tarafından planmış olma ihtimali vardır, ya da bu saldırı şeriatçı örgütler tarafından planlanmıştır.
111 STEP KURDU. Herman Hesse’nin bir romanından alıntı bir kavramdır. Step Kurdu’nun bazı özellikleri vardır, yanlızdır, bağımsızlığına düşkündür, vahşidir, boyunduruk altına girmez. Bozkurtlar gibi. Ama Türkiye’de ciddi bir MANKURTLAŞMA sürecini de birlikte yaşamaktayız. Bkz. Sinan Aygün, Avrupa Birliği Sürecinde Mankurtlaşan Türkiye, İstanbul: Bilgi Yay., 2006.
112 Detay için, bkz. Tuncay Özkan, Mit’in Gizli Tarihi, İstanbul: Alfa yayınları, 2003.
113 Ganser Danielle , Natonun Gizli Orduları. İstanbul: Güncel Yayıncılık, 2005; Suat Parlar, Kontr-GerillaKıskacında Türkiye, İstanbul: Bibliotek Yayınevi, 1997; Suat Parlar, Kirli İşler İmparatorluğu, 1986, Bibliotek Yayınları.
Burada değinilmesi gereken bu örgütler nasıl olup da böylesine etkin olmuşlardır, Derin Devletler nasıl bir anatomik yapıya ve nasıl teşkilatlanmalara sahiptirler? Amerika, Almanya ve İngiltere’deki yapıları temel alarak biraz spekülasyon yaparsak, Türkiye’deki istihbarat sorununu ve neden istihbaratın yeterli olmadığını anlarız.
Emperyal Derin Devletlerin yapılarından yola çıkarak bizim de ideal bir Türkçü ve Ulusalcı Derin Devletimiz olsaydı nasıl olmalıydı dersek, ve kısaca bu Derin Devletin ilkelerini, alt teşkilatlarını sıralarsak kısaca şöyle bir yapıdan bahsedebiliriz. Burada bahsedilen diğer Batılı emperyalist ülkelerindeki mevcut Derin Devlet mekanizmalarında yer alan sistemler ele alınarak düşünülmüştür, aşağıdaki sadece bir spekülasyondur, sadece böyle bir spekülasyonun nasıl yapılması gerektiği konusunda bir beyin fırtınasıdır:
1) Gizli ve bilinmeyen güçlü bir istihbarat teşkilatı, en tepeden herşeyi gözleyen bir teşkilat olarak (Amerika’daki NSA gibi). Bu Ulusal Güvenlik Teşkilatı olarak % 60-70’isubaylardan, % 30-40’i ise sivillerden oluşmalıydı. Bu teşkilat hem istihbari, hemoperasyonel olmalıydı.2) Ulusalcı ve rejimi, anayasayı kayıtsız şartsız koruyan bir Milli İstihbarat Teşkilatı. Sadece dış istihbarat toplamak hedefinde olan, CIA benzeri. Yurt içinde sadece istihbari.Ama yurt dışında istihbari ve operasyonel. Ayrıca MİT’in başbakanlığa bağlı olması ciddi sorunlar doğurmaktadır. Türkiye gibi bir ülkede MİT kesinlikle bir konseye karşı sorumlu olmalıdır. Ayrıca pek çok yapının başında da konsey sistemleri olmalıdır.3) Türk Silahlı Kuvvetleri. Hem İstihbari, hem Operasyonel.4) Askeri istihbarat (JİT, Kuvvet İstihbaratı, Genelkurmay İstihbaratı). Hem istihbari, hem operasyonel olmalıydı.5) Diğer istihbarat örgütlerinin altında olmayan bağımsız ama bir konseye karşı sorumlu gizli bir Kontr-Espionaj teşkilatı. Türkiye üzerine oynanan tüm Sivil Toplum Örgütlerinin oyunlarını, Sevr oyunlarını, espionaj faaliyetlerini çözebilecek ve engelleyebilecek bir yapıya kavuşturulmalıydı. Bilimsel ve ekonomik istihbarata karşı koyabilecek bir yapıya büründürülmeliydi. Hem istihbari, hem operasyonel !6) Yönetmekte olan siyasi iradenin etkisinde olmayan ve bağımsız bir polis gücü ve bağımsız ve lokal konularla ilgilenen bir Emniyet İstihbaratı. Bu teşkilat bir konseyekarşı sorumlu olmalı ve bağımsız bir Adalet Bakanlığına veya Ulusal Güvenlik Teşkilatına bağlı olmalıydı ve hiç bir hükümet bu yapı içinde kişisel veya siyasi amaçlara göre kadrolaşamamalıydı.7) Yaptırım gücüne ve operasyonel bir istihbarat örgütüne sahip ANAYASA MAHKEMESİ.8) Tamamen hükümetlerden ve politikadan bağımsız bir ADALET BAKANLIĞI9) Adalet Bakanlığına bağlı Amerika’daki FBI benzeri bir iç istihbarat örgütü; KamuGüvenliği Teşkilatı (KGT). Adli Tıp Kurumları ve sistemleri de buna bağlanmalıydı. Operasyonel ve istihbari.10) Hükümetlerden bağımsız bir YARGITAY, DANIŞTAY ve SAYIŞTAY.11) Bilim ve Teknoloji istihbarat teşkilatı ve politikalardan etkilenmeyen bir BİLİM Bakanlığı. Bilim insanlarını en optimize ve en ulusal çıkarlara yararlı kullanabilmeyi amaçlayan bu teşkilatın hedefi bilimi, savunma endüstrisini, teknolojiyi TÜBİTAK gibi ona bağlı kurumlarla birlikte geliştirmek olmalıydı. TÜBİTAK’ın Başbakanlığa bağlı olması yanlıştır.12) Yukarıdaki ilişkileri koordine eden ve hükümetten ve politikacılardan tamamen bağımsızbir Milli Güvenlik Kurulu (MGK). MGK askeri üyeler tarafından yönetilmeli ve dev bir düşünce kuruluşu (think thank) niteliğinde olmalıydı. MGK’da konularda uzman pek çok danışman, subay, bilim insanı ve istihbaratçı bulunmalıydı. Hedefi pek çok kurumdan gelen istihbarat şemsiyesi rolünü üstlenmek ve hükümete tavsiyelerde bulunmak olmalıydı. Yaptırım gücü ve etkisi de bulunmalıydı.13) Yukarıdaki tüm kuruluşlara yardımcı olan ve yabancılardan finans almayan ve de Devlet tarafından desteklenen Sivil Toplum Kuruluşları, Enstitüler ve Düşünce Kuruluşları.14) Yukarıdaki tüm yapılardan oluşacak konseyleri içinde barındıran ve kendisi de bir kişinin yönettiği bir mevki olmayan Cumhurbaşkanlığı Konseyi. Yani Cumhurbaşkanlığı en az 3kişilik bir konseyden oluşmalı ve Cumhurbaşkanlığı makamı yukarıdaki tüm kurumlara ait, oralarda çalışmış ve oralarla bağlantılı kişiler tarafından kurulan başka konseylerle içiçe çalışmalıydı. Bugün bir tek genel sekreter bile tüm Cumhurbaşkanlığındaki her işikontrol altına alabilmektedir. Hiç bir oto kontrolü olmayan sistemde, bu kadar kritik karar verme mercii olan bir sistem bir kişinin emrine ve otoritesine bırakılamaz!15) En önemlisi KIRMIZI KİTAP gibi gizli bir ANAYASA ve gizli bir TÜRKÇÜ ve ULUSALCI DERİN DEVLET TALİMNAMESİ, TÜZÜĞÜ, İLKELERİ.16) Yukarıdaki gruplara insanlar yetiştiren gizli bazı yöntemleri olan, masonlar gibi çalışan ama Türkçü ve hedefi Türk Birleşik Cumhuriyetlerini kurmak olan dernekler, vakıflar ve gizli örgütler zinciri ve havuz teşkilatları.
Şimdi Türkiye’deki istihbarat ve Adalet yapısını irdelersek ve bir de puanlarsak.
Şöyle diyelim. 0: hiç yok. 1: orta 2: iyi 3: çok iyi. -1: Türkiye’nin aleyhine çalışıyor. Bu modele göre gerçek bir Ulusalcı ve Türkçü Derin Devletiniz olması için 48 tam puan almanız gerekirdi.
1) Ulusal Güvenlik Teşkilatı gibi bir teşkilat yoktur. Bugün hayalini bile kurmak mümkün değildir, çünkü süperNato veya Gladyo gibi yapılar, yabancı Derin Devletler buna müsaade etmezler. Yoktur. Puan 0.2) Milli İstihbarat Teşkilatından askerler ayrıldıktan sonra bu sistem eski etkinliğini yitirmiştir. Bu teşkilatın içine MOSSAD, BND ve CIA sızmıştır. Yani teşkilat enfektedir. Bilgileryabancılar için toplanmakta ve dışarı gitmektedir. MIT’in ancak % 35-40 gibi bir kesimininulusalcı olduğunu kabul edersek, geri kalanlar zaten umutsuz ve mutsuzdur. Son aylarda MİT’ten ayrılmalar doruğa çıkmış ve son bir yılda MİT’ten 800’e yakın kişinin ayrıldığı rivayetleri dolaşmaya başlamıştır. Bu koşullara göre bile MİT’in çalışma performansı veyetkinliği, yurtseverliği beklenenden çok daha iyidir Puan 2.3) Türk Silahlı Kuvvetleri. Hem İstihbari, hem Operasyonel. Varlığını sürdürmektedir. Ama NATO’nun emrinde olduğu sürece NATO’nun istekleri doğrultusunda karar vermek zorunda kalmaktadır. Yüzlerce gizli ikili anlaşma ile NATO’ya bağlanmış durumdayız. Ama bir tehdit anında TSK Atatürkçü ve Ulusalcı çizgiye gelir, gerekirse NATO ile karşı karşıya da gelebilir. Puan 3.4) Askeri istihbarat (JİT, Kuvvet İstihbaratı, Genelkurmay İstihbaratı). Hem istihbari, hemoperasyonel olmalıydı. Genelkurmay İstihbaratı ve Jandarma istihbaratı ve MIT’in bir bölümü olmasaydı zaten bu ülke çoktan çökmüştü. Ülkenin ve rejimin varlığının en önemli güvencesi Jandarma istihbaratıdır. Ama Emniyet İstihbaratı sanki düşmanmış gibiJandarma istihbaratıyla sürekli ters düşmektedir. Puan 3.5) Gizli bir Kontr-Espionaj Teşkilatı. Mevcut değildir. Puan 0.6) Yönetmekte olan siyasi iradenin etkisinde olmayan ve bağımsız bir polis gücü ve bağımsız ve lokal konularla ilgilenen bir Emniyet İstihbaratı. Baştan rafine edilmeleri ve Ulusal Güvenlik Teşkilatı veya Kamu Güvenliği Teşkilatı gibi bir üst kuruma bağlanmaları gerekir. Şu andaki emniyet istihbaratı ve polis teşkilatı siyasetin ve politikacıların baskısı ve emri altındadır. Emniyet İstihbaratının ise Fettullahçıların denetimi altında olduğu söylenmektedir. Şeriatçı Tarikatların ve Cemaatlerin üyelerinin polis teşkilatında olduğu iyi bilinmektedir. Puan:17) Yaptırım gücüne ve operasyonel bir istihbarat örgütüne (Ulusal Güvenlik Teşkilatı veya Kamu Güvenliği Teşkilatı ile koordine çalışan) sahip ANAYASA MAHKEMESİ.Anayasa mahkemesinin pek bir yaptırım gücü mevcut değildir. İptal ettiği kararlar ne yazık ki hükümetler tarafından uygulanmamaktadır. Puan: 2.8) Tamamen hükümetlerden ve politikadan bağımsız bir ADALET BAKANLIĞI. Adaletbakanlığı tamamen hükümetin etkisindedir ve yargı bağımsız değildir. Yargı bağımsız hale gelmedikçe, bağımsız bir Hukuk Devletinden bahsedilemez. Puan: 19) Adalet Bakanlığına bağlı Amerika’daki FBI benzeri bir iç istihbarat örgütü; KamuGüvenliği Teşkilatı (KGT). Adli Tıp Kurumları ve sistemleri de buna bağlanmalıydı.Operasyonel ve istihbari. Yoktur. Puan: 010)Hükümetlerden bağımsız bir YARGITAY, DANIŞTAY ve SAYIŞTAY. Vardır ve iyi çalışmaktadırlar, ama oralarda da politik kadrolaşma mevcuttur. Bu yazı hazırlanırken, Devletin en önemli kurumu olan Danıştay 2. Dairesine şeriatçı bir manyak silahla girip, birhakimi öldürüp, dört hakimi yaralayarak, Türk Devletinin içinde kapanması mümkün olmayan ve tarihte görülmeyen bir yara açmıştır. Puan: 211) Bilim ve Teknoloji istihbarat teşkilatı ve politikalardan etkilenmeyen bir BİLİM Bakanlığı.Yoktur. Puan: 0. Bir zamanlar güçlü olan TÜBİTAK tamamen kadrolaşma fırtınasına katılmıştır.12) Yukarıdaki ilişkileri koordine eden ve hükümetten ve politikacılardan tamamen bağımsızbir Milli Güvenlik Kurulu (MGK). Tüm yetkileri kısıtlanmıştır. Siviller tarafından yönetilmektedir. Bu yanlıştır. Yeterli çalışamamaktadır. Puan:213) Yukarıdaki tüm kuruluşlara yardımcı olan ve yabancılardan finans almayan ve de Devlettarafından desteklenen Sivil Toplum Kuruluşları, Enstitüler ve Düşünce Kuruluşları. Bırakın destek olmayı bu ülkeyi çökertmek üzere çalışan Soros, NED destekli vatan haini bir sürü Sivil Toplum Kuruluşu mevcuttur. Puan: -114) Cumhurbaşkanlığı Konseyi yoktur: Ama Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer rejimi ve Anayasayı korumak için elinden geleni yapmaktadır. Puan: 215) En önemlisi KIRMIZI KİTAP gibi gizli bir ANAYASA ve gizli bir TÜRKÇÜ ve ULUSALCI DERİN DEVLET TALİMNAMESİ, TÜZÜĞÜ. Bu gibi sistemleri kuran MGK ile birlikteçalışan gizli bir Düşünce Kuruluşu. Böyle bir şey artık yoktur. Siyaset Belgelerinin bile neredeyse pek hükmü kalmamıştır. Uzlaşmazlıklar vardır. Puan: 016) Yukarıdaki gruplara insanlar yetiştiren gizli bazı yöntemleri olan, masonlar gibi çalışan ama Türkçü ve hedefi Birleşik Türk Cumhuriyetleri Birliğini kurmak olan dernekler, vakıflar ve gizli örgütler zinciri ve havuz teşkilatları. Yoktur. Puan : 0
Türk Derin Devleti olması gereken yapı 48 tam puan üzerinden sadece 17 puan alabilmektedir; 100 üzerinden sadece 35 puan. Yukarıdaki unsurları ele alırken hem Alman, hem İngiliz, hem de Amerikan Derin Devletlerinde olan mekanizmaları üstelik de daha da azaltarakele alarak fareziye bir sistemin spekülasyonunu yaptım. Ama herkes bir hayaletten bahseder gibibir Derin Devletten bahsetmektedir. Nedir Derin Devlet? Bu yazıda Derin Devletin Batıdaki altyapısını ve Türkiye’de olması gereken olası sistemi ortaya koymaya çalıştım. Ama ne yazık ki Türkiye’de oto-kontrol, sigorta sistemleri olan Ulusalcı bir Derin Devlet yoktur!Bu teşkilatların henüz anatomisidir! Henüz çalışma verimliliğine, çalışma sistemine ve fizyolojisine geçmedik ya da bu aktiviteyi puanlamadık. Yani anatomik olarak Ulusalcı ve Oto Kontrolü Olan Türk Derin Devleti eksiktir veya yoktur. Ya da bir gulyabaniye benzemektedir. Olması gereken temel mekanizmaların % 65’i yoktur. Kolları, bacakları, gözleri, burnu, kulakları olmadan sadece gövde olarak doğmuş bir bebeğe benzemektedir. Türk istihbaratı ise sadece JİT’in, ve de kısmen MİT’in başarısıyla ayakta durabilmekte, ama tüm istihbarat sistemi AIDS olmuş bir hastaya benzemektedir. Çünkü aynı AIDS virüsünde olduğu gibi yabancı organizmalar veya antijenler vücuda girmişler, vücudu çökertmeye çalışmaktadırlar. Ama bunlara karşı önlemalabilecek bir antikor sistemi veya oto savunma sistemi aktive olamamamaktadır, her türlü ajan her yerde cirit attığı halde engellenememektedirler, PKK terörü sürekli azdığı halde bitirilememektedir. GAP bölgesine Yahudiler Büyük İsrail planları için toprak satın almaktadırlar, binlerce İsrailli kadın gelip Urfa, Gaziantep, Hatay gibi illerde çocuk doğurmuşlar ve çocuklarını Türk nüfusuna kayıt ettirmişlerdir, ama ortada hiç bir hareket yoktur. Aksine mayınlı arazilerimizin (2 Kıbrıs büyüklüğünde) İsrail firmalarına 49 yıllığına kiralanması gündeme gelmektedir. Hatay’da Suriyelilere satılan toprak miktarı % 0.5’i aşmıştır; pek çok şehirimizde yabancılara toprak ve gayrımenkül satışı inanılmaz düzeyde artmıştır. Eski bir aşiret reisi burnumuzun dibinde bir Kürdistan Devleti kurmuştur, Kuzey Kurdistan’ın kurulması da yakındır. Türkiye’yi işgal etmeye veya parçalamaya yönelik faaliyetler her geçen gün artmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti AIDS olmuş bir hasta gibi bağışıklık sistemi olmadığı için ya kansere yakalanacak, ya da basit enfeksiyondan yaşamını yitirecektir. Çok kalmamıştır, bilemediniz 4 yıl, şansı varsa15 yıl! Bizim hedefimiz yeni kurulacak veya 2. Kurtuluş şavaşı ile yıkılmaktan kurtulacak yenidevletin temel kurumlarını, ilkelerini, hedeflerini, temel niteliklerini, anayasalarını, tüzüklerini, talimnamelerini ve aksiyomlarını oluşturmaktır. Yani dev bir düşünsel, bilimsel, felsefi, hukuki bir sisteme ve külliyata ihtiyacımız vardır!Yeni Türkçü ve Ulusalcı Derin Devlet Talimnamemizin temeli ise Türk Birleşik Devletlerini kurmak olmalıdır. Atatürk’ün Misak-ı Milli tanımı doğru biçimde anlaşılmalıdır. Misak-ı Milli sınırları diye Lozan’da belirlenmiş sınırların dışına çıkamayacağız diye, soydaşlarımız dünyanın herbir yanında katledilmektedirler. Bizce artık Misak-ı Milli, Atatürk’ün Nutuk’ta dile getirmeye çalışmış olduğu gibi ‘Türk ayağının bastığı her toprak parçası’, ‘Türk Birleşik Devletlerinin her vatandaşı Dünyanın neresinde olursa olsun Türkçe konuşan, Türklük bilincinde olan ve Türklüğünü hisseden herkesdir’. Artık gerekiyorsa biz de en az Batılı emperyalistler kadar emperyalist olmak zorundayız, çünkü karşımızdaki emperyalist güç bizi yoketmek ve Küçük Asya’dan atmak istemektedir; Türklerin Anadolu’dan başka gidebilecekleri toprakları da yoktur! Ulusalcı bir Derin Devletimiz yok ama, Ulusalcı bir Derin Milletimiz vardır! Öntürkleri de sayarsanız 10 bin yıldır farklı medeniyetler kurulmasına aracı olmuş bu Türk Medeniyeti, Ulusalcı Derin Milletinin içinden bir Ulusalcı ve Türkçü Derin Devleti de zamanı geldiğinde çıkartmasını bilir!
George Soros’un finansmanını yaptığı bir üniversitenin bir yöneticisi Şöyle demektedir:
“ Ne Türkçülüğü ve Türklerden bahsediyorsunuz? Bir yirmi beş yıl sonra bu İstanbul’da ne Türk, ne de Türkiye kalacaktır’ ....Bu üniversitede Ermeni yanlısı toplantılar yapılabilmekte ve bu ülkenin yöneticileri o toplantıların yapılabilmesi için her türlü hukuki desteği verebilmektedirler. Yeni Türkiye kurulduğunda bu kişiler ve işbirlikçileri de kendilerine yeni bir vatan aramalıdırlar! Ve yeni Türkiye, biz Türkler yok olmak istemiyorsak kurulmak zorundadır. Bunun için de Ulusalcı ve Türkçü bir Türk Derin Devleti oluşturulması, bu çalışmaya bir yerden başlanması şarttır. Türkiye’den yabancı Devletlerin ve mafyanın uzantısı olan Derin Çeteleri kovup, yerine Türk Derin Devletini, bu milletin içinden inşaa etmeliyiz. Ama bizim inşaa edeceğimiz Derin Devlet, ULUS Devlet amacını pekiştirmek için kurulduğu için, bu kitapta tasvir edilen kapitalist Derin Devletlerin kirli işlerine girmeyecektir...
8KARA BİLİMİN ACIMASIZ YÖNTEMİ:KİMYASAL VE BİYOLOJİK SAVAŞ
KİMYASAL SAVAŞ 114
Derin Devletlerin en gizli ve tehlikeli projerinden birisi de Kimyasal ve Biyolojik, Genetik silahlar üzerine yapmış oldukları çalışmalardır. Bu kara bilim araştırmalarıyla bazı etnik gruplara yönelik biyolojik silahlar geliştirmeye çalıştıklarını biliyoruz. Bu projelerin tümü çok büyük bir gizlilik içinde karanlık ve ıssız laboratuarlarda gerçekleştirilmektedir. Hedef ‘Daha iyi nasıl insan öldürürüz?’ veya ‘Daha iyi insanları nasıl köleleştiririz’ sorularının yanıtlarını bulmaktır. Bu bölümde 20. yüzyılda ne kadar acımasız ve insafsız kimyasal silahların ve biyolojik ajanların sentezlendiğine bir göz atıp, bu çalışmaları yapanların ‘demokraside, insan hakları evrensel beyannamesinden, insan haklarından, etikten, insana ve doğaya sevgiden’ bir şey anlayıp anlamadığını sorgulayabiliriz. Ama şunu unutmamak gereklidir: O ‘sözde demokrasiyi de, küreselleşmeyi de, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini, uluslararası hukuku ’ yazanlar da hep bu silahların sentezlenmesi için emir veren beyinlerdir, onlar sadece kendilerinin ve küresel elitin çıkarlarını düşünen bir avuç insandır.
114 Bu konuda en temel alınan kitap, FM 3-11.9, MCRP 3-37.1B, NTRP 3-11.32, AFTTP(1) 3-2.55. Potential Military Chemical/Biological Agents and Compounds, Army, Marine Corps, Navy, Air Force, January 2005.http://www.us.army.mil..
İnsan beyninde sadece KÖTÜLÜK evrimleşmiştir ve insan vahşi kapitalist sistemlerin içinde sadece diğer ulusları yoketmeye çalışmaktadır. 21. yüzyılda geldiğimiz medeniyet hiç de, bu düzeydeki bilim ve teknolojiyi sindirebilecek bir medeniyet değildir. Bu küresel elitin hedefigizli cemiyetlerin yönettiği, gizli DERİN DEVLETLER sayesinde pek çok gizli proje yapıp, insanlığın büyük bir kısmını yok etmektir. Bugün dünyadaki 6.5 milyar insandan sadece bir kaç milyonu rahat yaşayabilmekte, tüm dünyayı ise 25-50 bin arasındaki Firavunlaşmış elitler yönetmektedir.
Birleşmiş Milletler 1969’da kimyasal savaş maddelerini şöyle tanımlamıştır115 ‘ insan, hayvan veya bitkilerin biyolojik bütünlüğüne zarar vererek toksik olan gaz, sıvı veya katı maddeler’ Bu maddelerin çoğunluğu bırakıldığı yerde uzun süre kalırlar ve etkilerini sürdürmeye devam ederler. Etkiler ortamın sıcaklığı, kimyasal yapısına, neme, bulundukları ortamın Ph’sına göre değişir. Temelde tanımlanan kimyasal savaş maddelerinin sınıflaması şöyledir:
115 http://sis.nlm.nih.gov/Tox/ChemWar.html
Sinir Gazları
Bunlar organofosfor bileşikleri ve benzer kimyasal ajanlardır. Temel etkilerini asetil kolin isimli maddeyi parçalayan asetilkolinestraz isimli enzimi bloke ederek (inhibe ederek) gösterirler. Asetil kolin özellikle kaslarda kasılma işlevinde rol alan bir nörotransmitterdir. Presinaptikalandan salındıktan hemen sonra parçalanmazsa gerek kas gerekse ilgili nörona etkiyi sürdürmeye devam eder. Asetilkolin etkisini gösterdikten bir kaç mili saniye içinde parçalanır. Onu parçalayan enzim Asetil kolinestaraza geri dönüşsüz olarak bağlanan sinir gazları tüm sinir sisteminde ve sinir kas sonlanmalarında asetilkolinin hızla çoğalmasına yol açar. Bu da hızla solunum kaslarını felç eder.
Tabun, sarin ve soman 1-10 dk içinde etki eder ve 15 dk içinde kesin ölüme yol açar. VX ise 4-42 saat içinde ölüme yol açar. Bu gazlar asetilkolinesteraza geri dönüşşüz bağlandıkları ve enzimi inhibe ettikleri için hiç akut tedavi yöntemi yoktur.
Bu gazlar: TABUN, SARİN, SOMAN, GF, VX, GE, VE, VG, VM, Arsine, Phospine gibi gazlardır.
Bül oluşturucu ve irrite edici maddeler
Bu maddeler genellikle deride büller oluşturur, gözlere, mukoz membranlara zararlar verir, solunum sisteminde lezyonlar oluşturur. Hardal gazları hücre içindeki çeşitli yapıları etkiler. Hardal gazları için ilk etkiler 12-24 saat sonra ortaya çıkar. Ölüm akciğerde gelişen komplikasyonlardan gelir.
Bu maddelerden bazıları: Lewisite, Hardal-Lewisiste, nitrojen-hardal gazları, Phosgene oxime, Sülfürlü hardal gazlarıdır.
Kandan etkili maddeler
Bu maddeler hızla buharlaşırlar, oksijenle kana bulaştıklarında sara nöbetlerine, solunum yetmezliğine, kardiak arreste neden olurlar.
Örnekleri: Cyanogen Klorür (CK), Hidrojen Siyanür (AC)
Akciğer ajanları
Bu ajanlar gaz haline gelebilen sıvılardan oluşur. Solunum yoluna girdiklerinde 4 saat içinde ağır akciğer ödemi, oluştururlar. Ölüm bir kaç saat ile bir gün içinde kaçınılmazdır.
Örnekleri: Chlorine, Chlorpicrin, Diphosgene, Phosgene’dir.
İsterseniz biraz bu maddeleri ve sentezlerini açalım. Şu unutulmamalıdır ki bu maddeler bir amatör kimyacı tarafından bile gerekli güvenlik önlemleri altından sentezlenebilirler ve tehlike 21. yüzyılda büyüktür, çünkü artık Yeni Dünya Düzenine karşı bir anarşi ve terör çağı başlamıştır, insanlar kendi hayatlarını bile feda etmekten çekinmemektedirler.
İsterseniz biraz bu gazların marifetlerinden bahsedilim, Tokya’da metroya atılan saringazı 12 insanın ölümüne, 5500 kişinin yaralanmasına yol açmıştı. Aum Shinrikyo tarikatınıkuran Shoko Asahara, barış ve güçlü bir gelecek için üyelerine tonlarca sarin gazı ve diğer kitle imha araçları imal ettirmişti. Fakat metroya atılan sarin gazının saflığının yetersiz olduğu kanıtlandı, eğer gerçek sarin gazı atılsaydı bunun ortamdaki 50 bin kişiyi 15-30 dakika içinde öldüreceği tahmin ediliyor. Örneğin benzer bir saldırı bir kaç litre sarinle Taksim meydanına yapıldığında ortamda canlı kalması mümkün değil.
Diğer bir gaz olan Phosgene (Fosgen) 1. Dünya savaşında diğer hiç bir gazın neden olmadığı ölüme neden oldu. Önemli olan phosgene’e maruz kalan insan bu etkiye maruzkaldığının farkında olmaz ve bir, iki gün içinde ölür. Phosgene carbonyl chloride veya carbon oxychloride (COCl2) isimli 8 derecede buharlaşan bir gazdır. Havada 100 000 parçacıktan biriphosgene molekülü ise ve insan buna 30 dk maruz kalırsa sonuç ölümcüldür. 1-2 gün içinde akciğer ödemi gelişir ve insan solunum yetmezliği nedeniyle ölür. Basınçla sıvılaştırılabilen phosgene bir binanın havalandırma sistemine bırakılırsa, havayı soluyan pek çok kişi şarbondan çok daha etkili bir biçimde ölebilir. Phosgene’in garip bir tütün yanığı kokusuvardır, ayrıca değdiği metalleri paslandırır. Phogene’nin elde edilmesi ise çok basittir, sulfurtrioksid (SO3) ve Karbon Tetraklorür (CCl4) gibi her yerde bulunabilecek maddelerden elde edilir.
Arsine (AsH3, arseniuretted hydrogen) de phogene gibi öldürücü bir gazdır, 100 000 hava molekülünden birinde arsine bulunması bir kaç saat içinde insanı öldürür. Arsine’in bulunduğu yerde sarmısak kokusuna benzer bir koku alınır. Arsine’i alan kişi önce semptomları pek anlamaz, bir süre sonra kusmaya başlar, alyuvarlarda parçalanma ve böbreklerde yetmezlik kendini gösterir, ölüm akciğer veya kalp sorunları ile birlikte gelir. Arsinide bir laboratuarda sentezlemek mümkündür, ana maddeleri çinko, hidroklorik asit, As2O3(Arsenik trioksit) dir.
Phosphine (PH3) de çok kolay şartlarda imal edinebilecek çok tehlikeli bir gazdır, vücutta Arsine’e benzer etkilere neden olup ölüme yol açar. Renksizdir, kokmuş balıktan çıkan balığa benzer bir kokusu vardır. Havadaki 5000 parçacıktan biri phosphine olduğu zaman öldürücü konsantrasyona erişilir.
Sarin, soman ve tabun gazları kıyaslandığında Sarin Tabundan 10 kez güçlü, Somanise Sarinden 3 kez güçlüdür. V gazları ise sarinden yaklaşık 10 kez güçlüdür. Bu gazların hepsi kalıcı ve uzun süre canlı organizmalarda etki bırakıcı bir yapıya sahiptir. Hepsikolinesteraza bağlanıp akut ölüm geliştirirler. Yaklaşık bir litrelik sıvılaştırılmış sarin gazıiçeren bir şişe ortama bırakıldığında binlerce kişiyi öldürebilir. Ama havadan serpildiğinde bu sayı milyonları geçebilir, ayrıca etki o bölgede çok uzun süre kalabilir. Burada sayılamayacak kadar çok biyolojik ve kimyasal silah geliştirilmiştir.
Bu silahların en büyük üreticileri ABD, Japonya, İsrail, Almanya, İngiltere ve Fransadır. Bunun haricinde şu ülkeler de biyolojik ve kimyasal silahlara sahiptirler: İran,Irak, Libya, Suriye, Kuzey Kore, Taiwan, Israşl, Mısır, Vietnam, Laos, Küba, Bulgaristan, Hindistan, Güney Kore, Güney Afrika, Çin ve Rusya.
Orjinal sinir gazları ilk olarak 1930’larda böcek ilacı olarak Alman bilim adamları tarafından geliştirilmiştir, daha sonra Nazilerce kimyasal silah olarak geliştirilmiştir116 Tetraetilpirofosfat (TEPP) isimli toksisitesi yüksek ilk sinir gazının sentezi 1850’lerde Fransa’da yapılmıştır. Ancak bu grup maddelerin toksisiteleri 1930’lara kadar fark edilememiştir.
116 Marshall Brain. “How Biological and Chemical Warfare Works”, 25.12.2005.http://www.howstuffworks.com/biochem-war.htm
Organofosfatlı bir bileşiğin toksisitesine dair ilk gözlem Almanlar tarafından 1932’de yapılmıştır.
1936’da Tabun, 1938’de Sarin, 1944’de Soman sinir gazı “G sinir gazları” adı ile üretilmiştir.
Sinir gazlarının ilk belirtisi myozisdir (göz bebeklerinin küçülmesi)117 .
Sebepsiz burun akması, Göğüsün sıkışması, Görüşün zayıflaması, Göz kızarıklığı ve gözbebeklerinin küçülmesi, Aşırı terleme, Adalelerin kasılması, Mide bulantısı ve kusma, Nefesalmada güçlük, kalp çarpıntısı, İç kanama, Sendeleme, Şaşkınlık, Uyuşukluk, Çırpınma, Koma,Boğazda hırıltı, İstem dışı idrar ve dışkı boşalması, Ölümün meydana gelmesi.
117 WHO (World Health Organization). “Annex 1: Chemical Agents”, Public Health Response to Biological and Chemical Weapons: WHO Guidance, 2004, 143-213. http://www.who.int/csr/delibepidemics/en/annex1.pdf
Sinir gazlarının özel antidotu ATROPİN’dir.118
Tabun (GA)
Renksizden kahverengiye kadar renkleri olabilen sıvılar halinde olup, renksiz bir buhar verir. 1930’ların ortalarında G. Schrader adlı bir Alman Kimyacı tarafından keşfedilmiş ve ikinci dünya savaşında gizli olarak kullanılmıştır. Pek çok böcek ilacı gibi bir organofosfat olan Tabun, sanayileşmemiş ülkelerde bile üretilmesi en kolay sinir gazlarından biri olarakbilinmektedir, sentezi temel bazı kimyasaları içerir. Hafif meyvemsi kokusunda, göz ve cilde etkisi çok yüksek, etkileme süresi çok hızlı, nefes kesici ve öldürücü bir gazdır. Fosgenden 30 kat daha zehirlidir. Vücuda genellikle solunarak girer. Vücuda deri ve sindirim sistemi ile girdiğinde çok daha tehlikelidir. Sarinden 20 kat daha kalıcı fakat depolamada onun kadar dayanıklı değildir. Etkileri Sarin gazı ile aynıdır. 1 - 10 dak. içinde etki eder ve 15 dak. içinde kesin ölüme yol açar. Korunma ve tedavi yolları Sarin ile aynıdır.119
118 Atropin; tükürük, göz yaşarması, idrar, dışkı ve terleme gibi artan vücut salgılarını azaltır.
119 Emergency Preparedness and Response”, http://www.bt.cdc.gov/Agent/agentlistchem.asp, 25 March, 2005.
Sarin (GB)
Renksiz bir sıvı olup, buharları da renksizdir. Renksiz ve saf halindeyken kokusuz olup, tetkik edilmesi zordur. Göz ve cilde etkisi çok yüksek, etkileme hızı çok yüksek, nefes kesici ve öldürücü bir gazdır. ABD, Rusya ve Irak tarafından üretilmiş olan Sarin, pek çok modern böcek ilacı gibi kimyasal organofosfat ailesinin bir üyesidir. Bu maddeyi düzgün ve güvenli karıştırmak zordur120. Diğer gazların aksine vücudu örtmek sıvı haldeki gazın etkisini azaltmaz, üstelik kıyafetlerin buharlaşmayı geciktirmesi dolayısı ile gazın deri üzerinde etki süresi ve dozu artış gösterir121. 1980’lerde İran-Irak Savaşı’nda ve 1994 – 1995 yıllarında Japonya’da terörist saldırılarda kullanılmıştır.
120 CURA, Halil. “Kimyasal Silahlar”, 25.12.2005. http://www.kimyaokulu.com
121 FM 3-11.9, MCRP 3-37.1B, NTRP 3-11.32, AFTTP(1) 3-2.55. Potential Military Chemical/Biological Agents and Compounds, Army, Marine Corps, Navy, Air Force, January 2005. http://www.us.army.mil sayfa: 2-19.
Sarin gazının buhar haline maruz kalma sonucunda etkileri birkaç dakika içinde ortaya çıkar. Sıvı haline maruz kalmalarda ise birkaç dakika ile 18 saat arasında değişen bir sürede etkilerini gösterir. Sarin gazının hafif veya orta dereceli dozlarda insanlar üzerindeki etkileri şöyledir:122
Burun akması, göz sulanması ve yanması, MYOZİS (Göz bebeklerinde küçülme), gözlerde bulanıklık, ağız sulanması ve aşırı terleme, göğüs sıkışması, öksürük, hızlı nefes, ishal, artan idrar, şaşkınlık, uyuklamalar, güçsüzlük, baş ağrısı, kusma, mide bulantısı, karın ağrısı,düşük veya yüksek kalp atımı, düşük veya yüksek kan basıncı.
Yüksek dozlara maruz kalmada ise; bilinç kaybı, çırpınmalar, felç ve solunum çöküntüsü ile gelen ölüm görülebilir.
Sarin gazı; 1 - 10 dak. içinde etki eder ve 15 dak. içinde kesin ölüme yol açar. Yaklaşık bir litrelik sıvılaştırılmış Sarin gazı içeren bir şişe ortama bırakılırsa binlerce kişi ölebilir. Havadan serpilirse bu sayı milyonları geçebilir, ayrıca etkisi ortamda çok uzun süre kalabilir. Tokyo’da metroya atılan Sarin gazı 12 insanın ölümüne, 5 500 kişinin yaralanmasına yol açmıştır. Aum Shinrikyo tarikatını kuran Shoko Asahara, üyelerine tonlarca Sarin ve diğer kitle imha araçları imal ettirmiştir, fakat metroya atılan Sarin gazının saflık derecesinin yetersiz olduğu ispatlanmıştır. Eğer gerçek Sarin gazı atılmış olsaydı ortamdaki 50 bin kişinin 15 - 30 dakikaiçinde ölebileceği tahmin edilmektedir. Sarin gazına maruz kalındığında süratle ortam terkedilerek temiz havaya çıkılmalıdır. Kıyafetler ve tüm vücut temizlenmeli, gözler 10 - 15 dakika iyice yıkanmalıdır.123
Soman (GD)
Renksiz bir buhar veren renksiz bir sıvıdır. Solunum yoluyla etki eden uçucu birmaddedir. Meyve kokusunda (saf halde kokusuz), göz ve cilde etkisi çok yüksek, nefes kesici ve öldürücü bir gazdır. Merkezi sinir sistemine kolayca sızabilir. Bu nedenle GD sinir gazlarının en tehlikelisidir. Soman, harp maddesi koyulaştırıcıların eklenmesi ile daha kalıcı ve tehlikeli olmaktadır. GD (Soman) nin koyulaştırılmış genel biçimi TGD olarak tanımlanır. Soman yabancı maddeler ile karıştırıldığında, Kafur kokusu salar .
Etkileri Sarin gazı ile aynıdır. Tedavi ve korunma yolları Sarin ile aynıdır.124
V Sinir Gazları (Kalıcı Grup)
1950’lerde İngiltere tarafından geliştirilen V sinir gazları daha kalıcı bileşiklerdir. Deriden geçişleri G sinir gazlarına göre daha hızlıdır. Toksisiteleri sarine göre 100 kat daha yüksektir. Renkleri ve kokuları yoktur. Çabuk buharlaşmazlar ve donmazlar. Suya dayanıklıdırlar. Bu özelliklerinden dolayı yerde günlerce, soğuk havalarda haftalarca kalabilirler. Cilt üzerine küçük bir halinde bulaşması bile, saatler sonra terleme, kusma ve ishal gibi belirtilerle kendini gösterir. Bu belirtilerin ortaya çıkışı temastan 18 saat sonrasına kadar gecikebilir. V gazlarının aşırıkonsantrasyonları ile 1 - 30 dakikalık bir periyottan sonra ani bir bilinç kaybı, solunum durması ve ölüm gelişir. Bugüne kadar sentez edilen en toksik bileşiklerden kabul edilirler. V sinir gazları aynı zamanda solunum, sindirim ve deriden emilmek suretiyle zaiyata sebep olmak amacıyla aerosol şeklinde de atılabilirler. Sıvı ve aerosol şeklinde olan V sinir gazları, G sinir gazlarının tesir ettiği şekilde vücuda etki ederler Uzun süre kalıcı, kokusuz, kehribar renkli, motor yağına benzeyen bir sıvıdır. G maddelerinden çok daha kalıcı olduğu halde, etkileri ve etki etme biçimi bakımından GB’ye (sarin) çok benzer. VX, ABD tarafından 1961’in Nisan ayında üretilmeye başlanmış, fakat bu maddenin içeriği çok uzun bir süre öğrenilememiştir. En küçük damlaları bile öldürücüdür. VX düşük uçucu olduğu için, ciltteki damlacıklar hızla buharlaşmaz ve bu yüzden emmeyi yükseltir. Cilt yoluyla VX’in sarinden 100 kez, solunum yoluyla ise 2 kat daha zehirli olduğu bilinmektedir.Bu nedenle bugüne kadar sentez edilen en zehirli bileşikler arasında sayılır. Cilt ve solunum yoluyla absorbsiyonu çok hızlıdır. Sıvı ve buhar halinde normal kumaştan kolaylıkla geçer. Meteorolojik faktörlerden en az etkilenen gazdır. Soğuk havalarda arazide haftalarca kalabilirKorunma ve tedavi yolları Sarin ile aynıdır.125
122 Emergency Preparedness and Response”, http://www.bt.cdc.gov/Agent/agentlistchem.asp, 25 March, 2005.
123 Emergency Preparedness and Response”, http://www.bt.cdc.gov/Agent/agentlistchem.asp, 25 March, 2005.
124 Emergency Preparedness and Response”, http://www.bt.cdc.gov/Agent/agentlistchem.asp, 25 March, 2005.
125 Emergency Preparedness and Response”, http://www.bt.cdc.gov/Agent/agentlistchem.asp, 25 March, 2005.
Yakıcı Gazlar
Bu maddelere kabarcık gazları denilmekte olup, cildi, solunum organlarını, sindirim sistemini, gözleri ve akciğeri etkiler. Genelde sıvı olarak kullanılır. Gaz halde de bulunabilir. Busıvılar ile temas veya buharları cildi, gözleri ve solunum organlarını yakar ve içi irin ve iltihap toplanmış derin yaralar açarlar. Bu yaralar öldürücü değildir, fakat iyileşmesi zordur ve uzun zaman alır. Bu yaralara bakılmadığı taktirde enfeksiyon dolayısı ile ölüm meydana gelebilir. Yakıcı gazların genel olarak fizyolojik etkileri şöyledir.
Gözlerde kızarıklık, sulanma, yanma, iltihap, gözlerde ışığa karşı hassasiyet, göz kapaklarının şişmesi, öksürük ve boğulma hali, bğaz ve nefes yollarında iltihaplanma, clttekızarıklıklar ve yanma (bulaşmadan 30 dk. sonra), cltte iltihap, kabarcıklar (vezikül), blantı vekusma.
Hardal Gazı (Sülfür Hardal) (HD)
Saf halde berrak, renksiz veya amber renkli, sudan ağır, zeytinyağı kıvamında yağsı bir sıvıdır. Fiziksel ve kimyasal olarak oldukça dayanıklıdır. Birçok materyalden girme özelliğine sahip yakıcı bir kimyasaldır. Soğuk iklimlerde uzun süre kalıcılık gösterir. Isı değişikliklerine dirençlidir. Saf hardal kokusuz olduğu halde, saf olmayanı sarımsak benzeri keskin bir kokuya sahiptir. Dokudan giriş yaparak hücre çekirdek DNA’sını tahrip eder126. Sıvı veya buhar halde maruz kalma şekli deri teması veya solunum yolu ile olur127 .
1860 yılında sentezlenmiştir ve Birinci Dünya Savaşı’nda kimyasal savaş gazı olarakgeliştirilmiş ve çok yaygın olarak kullanılmıştır. İkinci Dünya Savaşı boyunca İngiltere, Kanada, Fransa, Almanya, Macaristan, İtalya, Japonya, Hollanda, Polonya, Güney Afrika, Amerika ve Sovyetler Birliği tarafından üretilmiştir.128
30 dak – 3 saat içinde gözlerde ağrı ve kanlanma meydana gelir. Etkileri ödeme çevirebilir ve göz yaşarması oluşur. Artan bir geniz salgısı, hırıltı, boğaz ağrısı, öksürük, ses kısıklığı ve dispne (soluk alamama) gelişebilir. 4 – 16 saat içinde etkileri gelişir. Gözlerdeki yanma ve huzursuzluk artar. Mide bulantısı, kusma eğilimi ve kusma, mide rahatsızlığı oluşur. Sık aralıklarla yenilenir. Ciddi vakalarda yoğun ve uzun süreli etkiler meydana gelir ve ishal oluşabilir. Deri kaşınması ve isilikler oluşabilir. 24 saat içinde belirtiler ciddi noktalara ulaşır, fakat ölümün ilk gün içinde meydana gelme ihtimali hemen hemen yoktur 129.
126 Turan Karayılanoğlu . Kimyasal, Biyolojik ve Nükleer Silahların Tıbbi Etkileri, Ankara, Gata Basımevi, 1996.
127 WHO (World Health Organization). “Annex 1: Chemical Agents”, Public Health Response to Biological and Chemical Weapons: WHO Guidance, 2004, 143-213. http://www.who.int/csr/delibepidemics/en/annex1.pdf
128 “Kitle İmha Silahları”, Genelkurmay Başkanlığı İnternet Sitesi.
129 WHO (World Health Organization). “Annex 1: Chemical Agents”, Public Health Response to Biological and Chemical Weapons: WHO Guidance, 2004, 143-213. http://www.who.int/csr/delibepidemics/en/annex1.pdf
Yanan bölge hassas olur ve travma oluşur. Ciddi vakalarda, ikinci günde üst ve alt solunum yollarında ciddi iltihaplanmalar oluşur. Iran – Irak Savaşı’nda kurbanların 5 ve 20 gün içinde kan kanseri (lösemi) olgularıyla karşılaşılmıştır. Beraberinde sepsis, kalp şoku ve çoklu organ çöküntüsü oluşmuştur. Bu da göstermiştir ki; aşırı akciğer zararlarında suni solunum ve yoğun bakım desteği şarttır.
Sıvı olarak etkileri ise şöyledir: Sıvı haldeki hardal gazı damlacıkları deri üzerinde kabarcıklar, yanıklar yaparak sakatlık yapabilir. Ölüm ancak daha sonra gelişen ikinci enfeksiyonlar nedeniyle olabilir. Hardal gazının cilt üzerindeki etkileri sıcak ve nemli iklimlerdedaha şiddetlidir.
Hardal gazının tedavisinde kullanılan özel bir panzehir yoktur. Zaiyatı azaltmanın tek yolu süratli temizlenmektir. Öncelikle kirli bölgeler yıkanır, gözler durulanır.
BİYOLOJİK SAVAŞ
Biyolojik şavaş insanlarda hastalık oluşturan ve ölüme yol açabilen bakterilerin ve virüslerin genetik mühendisliği sayesinde kullanılmasıdır. Şarbon paniği ve Şarbon, insanlığın ve özellikle istihbarat örgütlerinin elindeki bakteri ve virusler bilindikten sonra çok komik kalmaktadır. Şarbondan çok daha tehlikeli EBOLA virüsü, Yersinia Pestis tarafından bulaştırılan BUBONİK VEBA, SALMONELLA gibi enfeksiyonlar şarbondan çok daha tehlikelidir. CIA’in ve diğer batılı istihbarat örgütlerinin elinde çok ciddi enfeksiyonlarla ölüme yol açabilecek çok çeşitli virus ve bakteriler vardır ve CIA’in bu konuda bir seksiyonu da mevcuttur (bkz. İnternette CIA’in web sitesi). Biyolojik savaşla bir kaç ayda milyonlarca insanı yok etmek mümkündür.
Şarbon Bacillus Antracis isimli spor oluşturan bir bakterinin neden olduğu akut birenfeksiyondur. Her 15-20 dakikada bir bölünerek çoğalan şarbon 10 saat içinde kendini milyonlarca kopyalayabilir. Hayvanlarda (sığır, koyun, keçi, deve vb) bulunabilir ve enfektehayvanla temasla insana geçebilir. Şarbon üç şekilde insana geçer, deri yoluyla, sindirim sistemiyle veya solunum yoluyla. Deri yoluyla geçen enfeksiyonlarda pire ısırığına benzeyen kaşıntılı bir şişlik oluşur 1-2 günde içi su toplayan bir bül oluşur, sonra 1-3 cm çapında bir ağrısız bir ülser gelişir. Etrafındaki lenf bezleri şişebilir. Tedavi edilmeyen şarbon vakalarının % 20si ölümcüldür. 3. kuşak sefalosporin antibiyotiklerin bazıları (cipro) şarbon üzerine etkilidir. Sindirim yolu ile geçen şarbon bulantı, kusma, ateş, kan kusma ağır ishale neden olur, tedavi edilmeyen vakaların % 25- 60’ı ölümcüldür.
Akciğer şarbonunun belirtileri spor solunum yoluyla alındıktan 7 gün içinde başlar soğuk algınlığına benzer, akciğer dokusu zamanla tahrip olur ve alveollar parçalanır, kanlı balgam sık görülmeye başladıktan bir süre sonra ölüm gelişir, olguların % 95’inden fazlası ölür. Bu olgu havalandırma sistemlerine Şarbon sporlarının bulaştırılması halinde binadaki binlerce kişinin bir kaç ay içnde ölebileceği anlamına gelir. ABD’liler bu nedenle panik içindeler. Ayrıca bu kalabalık bölgelere bir gökdelenin en üst katından veya helikopterden saçılan sporlar binlerce kişiyi bulaşırsa öldürebilir.
Fakat nihayetinde Bacillus anthracis bir bakteridir, bakteri duvarı parçalandığında ölür. Ama genetik mühendisliği ve moleküler biyoloji sayesinde çok daha güçlü frankeştayn virusler yaratılmıştır bunlar ise pek ölümlü değildirler, çünkü virüslerin canlı olup olmadığı bile tartışmalıdır; sadece belirli sıcaklıklarda veya kimyasal maddelerle yok edilebilirler. Bilindiği gibi viruslerin bakteriler gibi bir membranı yoktur ve DNA veya RNA genetik bilgisinden ibarettirler, bulaştıkları hücrelerin DNA bilgisini değiştirebildikleri gibi, hücrelere bir truva atı gibi yerleşip hücrelerin ana fonksiyonlarından çok farklı şeyleri hücrelere yaptırabilirler (kanser oluşturma, farklı proteinleri sentezletme gibi). AIDS virusu insanın immün sistemini çökertir ve kanser dahil, pek çok hastalığın gelişmesini sağlar. AIDS’ın de laboratuarda oluşturulmuş bir virus olduğu iddia edilmektedir. Bu doğruysa zaten global bir biyolojik savaş zaten sürmektedir.
EBOLA VİRUSU bulaştığı zaman 1 hafta içinde insanların % 95’ini öldürür. Konnektif doku (bağ dokusu) erir, vücuttaki her organ boşluğu kanamaya başlar ve sonuç kendi kanı içinde boğularak ölmektir. EBOLA virusunün laboratuarda biyolojik savaş için sentezlendiği konusunda güçlü kanıtlar olduğu iddia edilmiştir. EBOLA virüsünden daha güçlü virusler hakkındaki daha detaylı bilgiyi başka bir yazımızda vereceğiz. Ama şu unutulmamalıdır ki, artık Türkiye’de de aşısı dünyadan kalktığı için yapılmayan ÇİÇEK bile bile Amerikan halkı için çok tehlikeli bir virusdür ve ABD de çok uzun yıllardır çiçek aşısı yapılmamaktadır. Ayrıca Yersinia Pestis İsimli bakterinin çok güçlü suçlarının elde edildiğini ve dünyaya yeni bir veba salgının (Bubonik Plague) çok hızla yayılabileceğini de değinmeden geçmeyelim.
Clostridia Botulinum isimli bir bakterinin ise çok zehirli bir toksini vardır, özellikle A tipi C. Botulinum en tehlikeli ve en öldürücü toksine sahiptir. Bu konudaki şampiyon tür Hall strain denen bir türdü, her mililitresinde 300 insanı öldürebilecek botulin toksinine sahipti. Botulin eğer en etkili türden elde edilmişse çok vurucu bir biyolojik silahtır hatta sarin ve sarindan 10 kezgüçlü olan V-Gazından daha büyük bir etkiye sahip olabilir. Botulin toksini solunumla bile alındığında çok öldürücü ve etkilidir.
Sonuçta gerek kimyasal savaş gerekse biyolojik savaş daha detaylı işlenmeli ve halk bukonuda bilgilendirilmelidir. Gerçi kimyasal savaşta kullanılacak ajanlara karşı alınabilecek pek bir önlem yoktur ama halkın bu konuda bilinçlendirilmesi şarttır. Çünkü 21. yüzyıl kaybedecek fazla birşeyi kalmayanların ELİT’lere yönetici sınıflara karşı anarşist savaşlarına tanık olacaktır. Her iki tarafın da bu kimyasal ve biyolojik silahları kullanması olasıdır. Derin Devletler gerek kimyasal,gerekse biyolojik savaş için çok gizli ve yoğun çalışmalar yapmaktadırlar. Bu gizli projelerin çoğundan bizim haberimiz olamaz, fakat Türkler de bu tipde çalışmalara artık savunma amaçlı başlamalıdırlar.
KUŞ GRİBİ VE TÜRKİYE’YE KARŞI YAPILACAK OLAN OLASI BİYOLOJİK SAVAŞIN BOYUTLARI
Ocak 2006’da aniden gelişen bir kuş gribi salgını sonucu Türkiye’de kurban bayramından hemen sonra yaklaşık 1 milyon kanatlı hayvan itlaf edilmiştir. Beyaz et yan sanayisi ile birlikte Türkiye’nin H5N1 virüsü yüzünden zararı yaklaşık 2-4 milyar dolardır. Kuş gribi salgını ve tavuk itlafı ile zaten fakir olan köylü tamamen açlığa terk edilmiştir. Beyaz et sektörünü tüketen bu salgının çıkışı ve gelişmesi bir ‘komplo teorisini’ akla getirir niteliktedir. Üstelik sanki önceden haberleri varmış gibi bazı yöneticilerin çocukları pastörize yumurta işine girmişlerdir. İran ile ABD ve İsrail’in bir savaşın eşiğine gelmesine bir kaç ay kala, CIA ve FBI başkanlarının ‘pazarlık ziyaretlerinin’ hemen ertesinde, üstelik de hayvan ticaretinin ve transportunun arttığı kurban bayramından hemen önce birdenbire Türkiye’de yaklaşık 10 gün kadar kısa bir sürede H5N1 virüsü 35 ilde pozitif hale gelmiştir. Biyolojik ve kimyasal silahlar konusunda çok sistematik bilimsel çalışmalar yapan İsrail ve ABD’nin bu virüsü yaymış olma olasılığı, geçmişte yapmış oldukları örtülü (kovert) biyolojik operasyonlar hatırlanırsa mümkündür. Pentagon 2005 yılında bir zamanlar 50 milyon insanın ölümüne yol açan H1N1 virüsünü (İspanyol gribi) sentezlemiştir, ABD’nin harp talimnameleri biyolojik savaş materyeli ile doludur130; bu hedeflerin aşı üretimi amaçlı olduğu söylense de Büyük Ortadoğu (Büyük İsrail) projesinin uygulanmakta olduğu ve ABD’nin agresif ve illegal işgal politikaları izlediği şu dönemlerde Türkiye’ye belirli amaçlarını yaptırtmak için böylesi bir biyolojik savaş tekniğini, İsrail ile birlikte kullanmış olma ihtimali vardır. Özellikle Amerika Birleşik Devletlerinin bu konudaki sabıkası çok kötüdür131.
130 Army, Marine Corps, Navy, Air Force Potential Military Chemical and Biological Agents and Compounds, FM3-11.9, MCRP 3-37.1B, NTRP 3-11.32, AFTTP 3-2.55. January 2005.
131 Bioterror, Edited by Ellen Ray and William H. Schaap, Australia: Ocean Press, 2003;
KUŞ GRİBİ NEDİR?
Kuş gribi bulaşıcı bir hayvan hastalığıdır132 ya da A tipi influenza virüsünün (Orthomyxoviridae ailesi, A tipi) neden olduğu çok bulaşıcı bir hastalıktır. Bu virüs genellikle göçmen kuşların sindirim kanalında tüm dünyayı dolaşır133. 3-5 günlük kuluçka süresinden sonra hastalık oluşturur, insanlarda hastalık yaptığı zamanki kuluçka süresi de 2-4 gün arasındadır. Virüsün H ve N isimleri virüs çeperindeki proteinler nedeniyle verilmiştir. Bilindiği üzere virüsler DNA veya RNA bilgisinden oluşan ve etraflarında protein kılıf veya yapı olan canlılığı bile tartışmalı nükleotid yapılarıdır; girdikleri hücrenin enzimlerini kullanarak çoğalırlar ve DNA’larına implante olup kendilerini çoğaltabilirler.
Hastalığa sebep olan virüs sadece kuşları ve daha az olarak domuzları enfekte eder; kemirgenlerin de enfekte olduğu ve virüsü taşıdıkları bilinmektedir (bu noktada İstanbul Sarıyer Ormanlarında yaklaşık 3 ay önce bulunan 150 civarındaki başıboş beyaz deney sıçanı hiç araştırılmamıştır). Bütün kanatlı hayvanlar enfeksiyon için risk altındadır. Özellikle hayvanların sıkı temas içinde yaşadığı kümes hayvancılığında virüs çok kolay olarak yayılabilmekte ve kısa süre içerisinde kümes hayvanları arasında salgına neden olabilmektedir. Virüsle enfekte bir hayvanın dışkısının bir gramında yaklaşık 1 milyon hayvanı enfekte edebilecek miktarda virüs mevcuttur. Hastalık damlacık enfeksiyonu ile havadaki moleküllere ve su partiküllerine tutunarak da yayılabileceği için bu tip bir virüsün uçaklardan pulverize edilerek serpilmesi virüsün çok kolay yayılabilmesine yol açabilecektir. Ayrıca enfekte civciv veya kanatlı hayvanların ithal edilmesi veya sürüye katılması da bu enfeksiyonun hızla yayılmasına neden olabilir. Türkiye’de kuş gribinin yayılmasından önce İsrail’den bol miktarda civciv alındığı iddia edilmektedir (özellikle İsrail’deki Lut gölü göçmen kuşların uzun süre kaldıkları ve karıştıkları bir uğrak yeridir ve bu konuda karantinaya alınmış olan İsrail’den yakın zamanda çok ucuz fiyata Türkiye’ye civciv satılmıştır134, bilinçli veya bilinçsiz olarak H5N1’in bir kısmı bu yolla taşınmış olabilir).
132 http://www.who.int/csr/disease/avian_influenza/avian_faqs/en/index.html Dünya sağlık teşkilatının sayfası, daha detaylı bilgi burdan alınabilir.
133 Süleyman Şener, Soru ve Yanıtlarla Kuş Gribi, Bilim ve Ütopya, Aralık 2005, Sayı: 138, sayfa23-26.
134 Hasan Ünal, Kuş Gribi: Komplo mu, Yanlış mı? Yeni Çağ Gazetesi, 3 Şubat 2006, Cuma, Sayfa 4.
Kuşlarda hastalık iki şekilde görülür. Hastalığın bir şekli orta derecede şiddetle atlatılan; tüylerde kırışıklık ve yumurtlamada azalma olarak kendini gösterir. Hastalığın diğer formu ise ağır patojen özelliğe sahip virüsle görülen şeklidir ki oldukça öldürücüdür. Bu virüse yakalanan bütün kuşlar genelde hastalık etkilerinin görüldüğü ilk gün ölür. Ölü hayvanlarla temas veya etlerinin yenmesi de virüsün geçmesi konusunda etkilidir. Her ne kadar 60 santigrad derecede virüsün öldüğü iddia edilse de, bazı virüslerin yaklaşık 90 dereceye kadar dayanabildikleri ele alınınca ve bakterilerde olduğu gibi bir bakteri duvarları olmadığı düşünülünce bu konuda çok da umursamaz olunmamalıdır. En garantisi kaynar suda yumurtanın veya etin çok uzun süre pişirilmesidir (yumurta için 10-15 dk, beyaz et için 30-60 dk).
Kuş Gribi veya Diğer Tehlikeli Virüsler Mutasyon Geçirip Evrimleşmekte ve Değişmekte midir?Tarihteki salgınlara bakarsak en önemlileri şunlardır:
Kara Veba: 'Kara ölüm’ olarak da adlandırılan veba salgınları yüzünden 14. ve 17.yüzyıllarda yaklaşık olarak 137 milyon insanın ölümüne yol açtı. Vebanın etkeninin farelerdeki bir pire ile taşınan bir bakteri olduğunun iddia edilmesine karşın, bu ölümlerin nedeninin bazılarının virüs kökenli olabileceğinden de bahsedildi.
İspanyol Gribi: 1918 yılında görülen İspanyol Gribi pandemisinde 50 milyona yakın insan yaşamını kaybetti. İspanyol kuş gribi H1N1 virüsüydü.
Honkong Gribi: 1968 yılında H3N2 virüsü, 700.000 kişinin ölümüne neden oldu.
AIDS: 1981 yılından bu yana 25 milyon insan öldü. AIDS’in Pentagon desteği ile insan bağışıklık sistemine yönelik bir biyolojik savaş ajanı olarak sentezlendiği konusundaki bilgiler son yıllarda açığa çıkmıştır 135,136 . ABD biyolojik savaş ajanlarını sentezlemekte ve hem geri kalmış ülke insanları, hem de kendi insanları üzerinde denemektedir137.
Şimdiye kadar rapor edilen kuş gribi türleri şunlardır:
H5N1 (1997 Hong Kong, 18 hasta-6 ölü), H9N2 (1999, Çin ve Hong Kong, 2 hasta), H7N2(2002, Virjinya), H5N1 (2003, Hong Kong, iki ölü), H7N7 (2003, Hollanda, domuzla geçiş, 89 hasta, 1 ölü), H9N2 (2003, Hong Kong), H7N2 (2003 New York, H1N1 teşhisiyle yattı), H5N1(2004, Tayland ve Vietnam, 23 ölü), H7N3 (2004, Kanada), H5N1 (Tayland ve Vietnam)138 .
Görüldüğü üzere kuş gribi hızla mutasyon geçiren ve evrimleşen bir virüsdür, bunu etrafındaki protein yapılarını değiştirebilmesinden (H ve N isimleri) anlıyoruz. Bir olasılık da biyolojik savaş amacıyla bazı laboratuarlarda hızla evrimleştirilmekte ve üçüncü dünya ülkelerine özellikle de uzak doğuya ve orta doğuya salınmaktadır. En çok korkulan insanlardaki B tipi veya C tipi influenza virüslerinin bir insanda H5N1 virüsü ile aynı anda var olması ve bu virüsün mutasyon geçirip, evrimleşerek insandan insana geçici bir form almasıdır. Washington Postgazetesinin haberlerine göre Türkiye’de rastlanan H5N1 virüsünün nükleotid yapısının mutasyon geçirdiği bildirilmiştir. Bu virüsün insanda mutasyon geçirmesi beklenmektedir, ama laboratuar koşullarında ve Edwood Arsenal veya Fort Detrick-Maryland’daki biyolojik savaş laboratuarlarında da çok kolay taşıyıcı deney hayvanları (şempanze, domuz veya kemirgenler) kullanılarak bu virüse insandan insana geçebilecek bir mutasyon yaptırılabilir. Üstelik bu mutasyon günümüz teknolojisi ile moleküler biyoloji ve rekombinant DNA teknolojisi kullanılarak hızlandırılabilir, biz risk altındaki ülkeler bu çalışmaların çoktan yapılmış olduğunu varsayıp, ona göre önlem almalıyız !
135 Erol Mütercimler, Komplo Teorileri, İstanbul: Alfa Yayınları, sayfa: 241-253.
136 Jonathan Vankin, Conspiracies, Cover-ups, Crimes, Georgia: İLLUMINET Press, 1996, sayfa: 302-310.
137 Bioterror, Edited by Ellen Ray and William H. Schaap, Australia: Ocean Press, 2003;
138 Süleyman Şener, Soru ve Yanıtlarla Kuş Gribi, Bilim ve Ütopya, Aralık 2005, Sayı: 138, sayfa23-26.
Hiç unutulmaması gereken bazı virüslerin belirli etnik gruplara afinitelerinin daha fazla olabileceği biçimde sentezlenebileceğidir; böylelikle örneğin zenci ırka daha fazla etki edebilecek virüsler sentezlenebilecektir (AIDS bunlardan en çarpıcı örnektir, Afrika’da bugün toplumun nerdeyse üçte biri HIV pozitifdir). Bu nedenle yurt dışına Türk popülasyonuna ait kangönderilmesi son derece yanlıştır; bu konuda istihbarat birimlerinin yurt dışına kan göndermiş olan tüm vakıf, dernek, kişi veya Üniversiteleri detaylı araştırması, bu konuda ciddi ve gizli soruşturmalar yapması şarttır. Popülasyon genetiği çok tehlikeli bir konudur ve bu konudakiçalışmalara kesinlikle sınır konmalı, yurt dışına kan veya biyolojik materyel çıkarılması çok sıkı denetim altına alınmalıdır! Türk popülasyonuna yönelik virüslerin sentezlenmiş olma ihtimali herzaman mevcuttur ve bu virüslerin ne zaman, nasıl ortama saçılacağı hiç belli olamaz! Askeri istihbaratın, bilim adamları ile koordine olarak bu konuları araştırması gereklidir!139
139 Ne yazık ki, Türkiye’de biz bilgiyi rüyalara giren ölmüş cemaat şeyhlerinden veya Ulemalardan almakta diretmekteyiz, devlet politikası bu hale getirilmiştir ve bunun hiç bir koruyucu oto kontrol mekanizması kalmamıştır. Atatürk’ün bize bırakmış olduğu miras ‘Bilim ve Akılcılığın’ artık bir devlet yöntemi olmadığı son yaşanan pek çok olaydan sonra açıktır. Ulusalcı bilim adamları ise hükümetin yargıyı etkilemesi sonucu hapislere atılıyor ve haklarında tonlarca soruşturma yapılıyor. Ben de onca bilimsel çalışmama, uluslararası akademik birikimime rağmen evine polis baskını yapılan ve halen bir sürü soruşturma ve dava yiyen ulusalcı ve Atatürkçü bilim insanlarından birisiyim.
Yakın bir gelecekte bu insandan insana geçebilen kuş gribi virüsü hızla belirli politik,ekonomik veya savaş amaçları ile kullanılabilir. Burada en etkili şey belirli bir grup göçmen kuşu enfekte etmek veya virüsü havadan serpmektir. Yarın kanatlıların haricinde büyük baş hayvanlardan geçebilecek virüslerin geliştirilmeyeceğini kimse garanti edemez.
Kuş Gribi (H5N1) Virüsünün veya Diğer Kuş Gribi Virüslerinin İnsanlardaki Etkisi Nedir?
H5N1 ile enfekte olan ilk vaka 1997 yılında Hong Kong’dan rapor edilmiştir. İlk salgında 18 kişi enfekte olmuş ve bunlardan 6'sı ölmüştür. Bu vakalardan 1 tanesi tarlada çalışırken kuşlarla temas eden, diğer 17 tanesi de canlı hayvan satılan dükkanlarda çalışanlardı. Dolayısıyla henüz enfekte hayvanlarla temas eden insanlar daha çoğunlukla hastalanmaktadırlar.
H5N1 virüsü insanlarda ani yüksek ateş ve tipik grip semptomlarıyla seyreder. Öksürük, boğazda yanma, farenjit, kaslarda ağrı, ishal, pnömoni (zatürre) temel belirtilerdir. Ölüm genellikle ağır akciğer enfeksiyonundan veya enfeksiyona başka patojenlerin de katılması nedeniyle gelişir. Henüz insandan insana bulaştığı rapor edilmemiştir, ama çok yakında bu vakalara da rastlanacağı tahmin edilmektedir. Amantadin, rimantadin veya nöraminadaz inhibitörleri olan zanimivir veya oseltamivir gibi antiviral ajanlara karşı dirençlidir; Tamiflu’nun da kuş gribinin kesinlikle tedavi ettiği kanıtlanmamıştır. Şu anda kuş gribinin kesin tedavisi ve aşısıyoktur.
Amerikan Silahlı Kuvvetleri Patoloji Enstitüsü bilim adamlarından Jeffrey Taubenberger,ekibiyle birlikte, 1918 yılında Alaska ‘da İspanyol gribinden ölen bir kadının cesedinden aldıkları dokulardaki virüs parçalarını yalıtarak İspanyol gribi virüsünü yeniden üretmişlerdi. İspanyol gribi salgınına yol açan H1N1 (İspanyol gribi), H5N1 virüsünden tam 40.000 kat daha güçlüydü.H1N1 virüsünün Pentagon fonlarıyla desteklenmesinden sorumlu Jeffrey Taubenberger, bu araştırmanın sadece kuş gribine tedavi bulma amacıyla yapıldığını söylese de, araştırmanın ABD ordu mensubu kişiler tarafından yapılmasına işaret eden ‘Sunshine Project’ silahsızlandırma organizasyonu, ABD tarafından yeni bir Biyolojik silah geliştirildiği yönündeki kaygılarını dile getirmekteydi.
ABD’NİN POPÜLASYONU AZALTMA VE BİYOLOJİK SAVAŞ ÇALIŞMALARI VE UYGULAMALARI
Amerika Birleşik Devletlerin’de bazı gizli derin devlet projelerinin hedeflerinden bazıları dünya popülasyonunu azaltmaktır. Hipoteze göre dünyadaki nüfus artışı çok fazladır ve bu gezegen bu kadar yoksul insanı kaldıramaz, o zaman bu insan sayısını azaltmak ve Anglo-Sakson (WASP) beyazların daha rahat koşullarda yaşamasının sağlanması gerekmektedir. Bu konudaki en başarılı yöntem Henry Kissenger ve grubu tarafından biyolojik savaş olarak belirlenmiştir. CFR’nin140 (Council on Foreign Relations, Dış ilişkiler konseyi) bazı oturumlarında dünya nüfusunun azaltılması ve ücüncü dünya ülkelerinde biyolojik savaş yöntemleriyle salgın çıkartılması gündeme gelmiştir141. Bu konuda 1950’lerde başlayan gizli CIA ve Pentagonprojelerinin sonucunda artık 1977’de basında bile bu konu US Agency for International Development (AID) başkanı Ray Ravenhott tarafından dile getirilmiş ve dünyadaki kadınların yaklaşık üçte birinin sterilize edilmesi gerektiği Amerikan şirketlerinin çıkarlarını korumak adına halka açıklanmıştır 142. Aslında bu plan çok daha önce Puerto Rico’da 1898’de uygulamaya konmuştur ve en az 50 yıl boyunca sürmüştür; Peurto Rico bugün dünyada en fazla sterilizasyonun yapılmış olduğu ülkedir, kadınlarda oran % 39, erkeklerde oran % 25’tir 143. Bukonudaki detaylar ve yürütülmüş olan bazı gizli Derin Devlet projeleri EK-2’de özetlenmiştir.
140 CFR Amerikan’ın derin devlet yapılarından birisidir. Temelde CFR Yahudilerin ve İsrail’in kontrolündedir, 1921yılında kurulduğu günden itibaren Yahudi çıkarlarını ve Büyük İsrail projesini savunmuştur. Tüm CIA, FBI, NSAdirektörleri ve başkanlar bu gizli örgütten çıkar. WASP olmayanların pek alınmadığı bu gizli yapılanma hakkındaki detaylı bilgi için bkz. Ümit Sayın, Dünyayı Yöneten Gizli örgütler, Teori Dergisi, Şubat 2003, 61-80. CFR’nin ikinci dünya savaşında büyük rolü olmuştur. Ünlü kurucuları arasında David Rockefeller, JP Morgan ve diğer pek çok siyonist zengin gelir. Özellikle Henry Kissenger’in gizli CFR oturumlarında bu konuda projeler sunduğu ve biyolojik savaş için önerilerde bulunduğu bilinmektedir.
141 Gaylon Ross, Who is who of the Elite, Texas: RIE Press, 2000;
Jimm Marrs, Rule by Secrecy, New York: Harper Collins, 2000;
Bioterror, Edited by Ellen Ray and William H. Schaap, Australia: Ocean Press, 2003;Ümit Sayın, Dünyayı Yöneten Gizli örgütler, Teori Dergisi, Şubat 2003, 61-80.
142 Paul Wagman, ‘US Goal: Sterilize Millions of World’s Woman’ St. Louis Post Dispatch, quoted in G. Esterman.‘The Master Plan’ Womannews (New York), Dec. Jan. 1986-87. sayfa: 15
143 Ana Maria Garcia, Op. Cit. N.7, Bonnie Mass, ‘Peurto Rico: A Case Study of Population Control, Latin AmericanPerspectives, Fall 1977.
Virüsler bahsedilen popülasyon kontrolü için en ideal biyolojik yapılardır ve gerek Pentagon tarafından desteklenen Edgewood Arsenal ve Fort Detrick laboratuarları, gerekse CIA laboratuarları bu konulara 1950’lerden beri çalışmaktadır. Horowitz’e göre AIDS, Ebola, SARS144 ve diğer virüslerin büyük bir hızla ortaya çıkması, başında teorisini Henry Kissenger’inve diğer CFR üyelerinin yapmış olduğu büyük bir projenin parçasıdır. Projenin içinde büyük ilaç ve endüstri tekelleri de vardır145 (Rockefeller ailesi, Bush ailesi, JP Morgan ailesi, Rotschild ailesi vb.). Virüsler içinde insandan insana geçebilecek bir H5N1 mutantının dünya popülasyonunun yaklaşık 50-150 milyonunu öldürebileceğini WHO (Dünya Sağlık Teşkilatı) söylemektedir. Bu noktada bu tip virüslerin dünyanın pek çok noktada biyolojik savaş ajanları olarak kullanıldığını söylemek ve bu konuda tonlarca denemenin yapıldığını söylemek abartı olmaz. Amerikan NBC talimnamelerine baktığımızda zaten bir çok öldürücü virüsün araştırıldığını görmekteyiz: Chikungunya virüsü, Dengeu ateşi virüsü, Ebola virüsü, Junin virüsü,Lassa virüsü, Machupo virüsü, Marburg virüsü, Variola virüsü, Japan Ensephalit virüsü,Venezüela Equine ensephalit virüsü, maymun çiçek virüsü ve daha yüzlerce virüs 146. Araştırılan toksinlerden bazıları ise Botulinum toksin, Clostridium Perfringes Toksini (gazlı gangren),Conotoxin, Ricin, Saxitoxin, Shiga toxin, Tetrodotoxin, Verotoxin, Mcrocystin vb.
144 The Institute of Science in Society. SARS and Genetic Engineering? London, England. Article available at: http://www.tetrahedron.org/articles/health_risks/sars_engineering.html
145 Horowitz LG. Death in the Air: Globalism, Terrorism and Toxic Warfare. Sandpoint, ID: Tetrahedron Publishing Group, (Spring) 2001. Horowitz LG. Emerging Viruses: AIDS & Ebola, Nature, Accident or Intentional? Sandpoint, ID: Tetrahedron Publishing Group, (Spring) 2001.
146 Army, Marine Corps, Navy, Air Force Potential Military Chemical and Biological Agents and Compounds, FM3-11.9, MCRP 3-37.1B, NTRP 3-11.32, AFTTP 3-2.55. January 2005. Biological Agents and Their Properties. Chapter IV, IV-1-5.
Gerek Amerika Birleşik Devletleri, gerekse diğer Batılı ülkeler hem kimyasal hem de biyolojik silahlar konusunda ciddi bir insanlık suçu sabıkasına sahiptirler. Üstelik bu biyolojik silahları sadece üçüncü dünya ülkelerinde değil, kendi ülkelerinde de denemişlerdir. ABD’nin insanlar üzerine yapmış olduğu, Nazilerinkinden beter insanlık dışı çalışmaları bu sayfalara yazmakla bitmez ama bir kaç örneği sıralarsak, sanırız ABD’yi yönetmekte olan mentalitenin ne kadar insanlık dışı bir çizgide olduğunu anlarsınız147 (Daha fazla detay için EK-2’ye bakınız):
147 Bioterror, Edited by Ellen Ray and William H. Schaap, Australia: Ocean Press, 2003, sayfa: 8-11. Ayrıca F.O.I.A. dokümanları. Leonard A. Cole, The Army’s Secret Germ-War Testing, The Nation, Oct. 23, 1982.
1763: Amerikan tarihindeki ilk biyolojik savaş, Kızılderililere dağıtılan ve çiçek virüsü emdirilmiş battaniyelerdir. Bu battaniyeleri kullanan yüzbinlerce kızılderili vücütlarının hiç hazırlıklı olmadığı çiçek hastalığından katledilmişlerdir.
1932: Tuskegee’de 300 zenciye sifiliz verildi ve tedavi edilmeyerek hastalığın seyriaraştırıldı. Zenciler bu çalışmadan habersiz olarak birer kobay olarak kullanıldılar.
1940: Chicago'daki 400 tutukluya deney amacıyla sıtma mikrobu enjekte edildi. Bu hastalar hastalığın seyrini izleyebilmek için hiç tedavi edilmediler. Daha sonra Nürmberg'de yargılanan Nazi doktorlar, Soykırım sırasında kendi yaptıklarını savunmak için bu Amerikan araştırmasını örnek gösterdiler.
1942: 4000 Amerikan askerine hardal gazı ve diğer bazı kimyasal gazlar isteklerinin dışında verilerek, bu kimyasal silahların etkileri araştırıldı. Çalışmaya katılanların çoğu öldü veya sakat kaldı.
1947: Albay E. Kirkpatric tüm numaraları ve detayları ile Atomik Enerji Komisyonuna askerlere intravenöz radyasyon verildiğini ve insanlarda biyolojik deney yapıldığını açıkladı.
1950: Amerikan ordusu San Fransisco limanına pek çok bakteriyi havadan püskürttü ve kendi halkı üzerine biyoterör çalışmaları yaptı.
1955: Florida Tampa sahillerinde CIA ve Amerikan ordusu pek çok biyolojik ajanı kendi halkı üzerinde denedi, bu olaylar ortaya çıkınca mahkemelik oldu. Bu bölgede pek çok kişi hastalandı ve üst solunum yolu enfeksiyonlarından ölenler oldu. Ayrıca DoD Florida Avon Park askeri tesislerinde biyolojik silah malzemesi olarak oluşturulan pek virüsle enfekte sivrisineği aylarca Florida’ya saldı ve bu virüslerin etkilerini inceledi.
1950-1985: MK-ULTRA ve benzer projeler kapsamında hem Amerikalı, hemde yabancı pek çok insana biyolojik ajanlar, kimyasal ajanlar veya ilaçlar, onların onayı alınmadan habersiz olarak verildi ve bu ilaçların etkisi denendi. Bunlardan bazıları intravenöz verilen radyasyondu.
1960: Savunma Bakanlığı Bacillus Butilis’i New York metro sistemine yaydı ve 1 milyondan fazla insanın bu biyolojik ajana ekspoze olmasını sağladı, sonra lokal hastanelere başvuran insanlarda bu ve diğer ajanları araştırdı.
1969: Savunma Bakanlığı'ndan Dr. Robert Mc Mahan , “5-10 yıl içerisinde, insanın bağışıklık sistemine saldıran ve hiçbir ilaçla tedavi edilemeyen sentetik bir virüs geliştirmek için''Amerikan Kongresi'nden 10 milyon dolar ödenek talep etti. Daha sonra bu virüsün 1981’de ilk kez Afrika’da ortaya çıkan AIDS olduğu iddia edildi.
1970: ABD, belli etnik grupları hedef almak amacıyla tasarlanmış ''etnik silahları''geliştirme çalışmalarını yoğunlaştırdı (Military Review, Kasım 1970).
1977: Health and Scientific Research Commitee 1949-1969 yılları arasında CIA veordunun 239 yerleşim alanında pek çok biyolojik ajanı denediğini ve Amerikan vatandaşları üzerine deney yaptığını kabul etti. Bu bölgeler içinde San Fransisco, Washington,D.C., KeyWest, Panama City, Minneapolis, St. Louis gibi yerler vardı.
1994:Houston'daki MD Anderson Kanser Merkezi'nden Dr. Garth Nicholson, Çöl Fırtınası Operasyonu'ndan dönen askerlerinde, biyolojik silah yapımında kullanılan bir mikrobun değiştirilmiş bir cinsini keşfetti.
2005: 50 milyon insanın ölümüne yol açan İspanyol Virüsü (H1N1), ABD Silahları Patoloji Enstitüsü tarafından yeniden üretildi. Büyük olasılıkla H5N1 virüsünün insandan insana geçen mutant formları da üretildi (bu konudaki kanıtları bir kaç yıl içinde göreceğiz).
Bu ve benzer çalışmaları gördükten sonra kendi halkı üzerine yüzlerce biyolojik ajanı ve virüsü deneyen bir yönetim sistemi Türkiye’de çok daha detaylı olarak bu biyolojik ajanları deneyebilir. Bu nedenle Türkiye’de bilim insanlarına ve Üniversitelere saldırmak yerine onları korumak, desteklemek ve ulusal güvenlik konusunda çalışmalarını sağlamak zorunda olduğumuzu anlamalıyız artık; çünkü virüsleri ne dualarla, ne Ulemaların vermiş olduğu fetvalarla ne de, rüyalara giren tarikat şeyhlerinin telkinleriyle alt edebiliriz; virüsler ancak bilimin yöntemleri ile alt edilebilir. Türk ulusunu kurtarabilecek tek yol da bilim ve akılcılıktır.
TÜRKİYE’DEKİ KUŞ GRİBİ BİR BİYOLOJİK SAVAŞ DENEMESİ OLABİLİR Mİ?
Amerikan’ın ve İsrail’in yapmakta olduğu Kara Bilim148 çalışmaları ele alındığında yukarıdaki haritaya da detaylı bir göz atarsak aşağıda sıralanan temel sonuçlara varabiliriz:
1) Konakçı kuşlar Eylül-Kasım arasında Türkiye’den geçmişlerdir. Bu dönemde Türkiye’de ölü bulunan konakçı kuşa pek rastlanmamıştır. Eğer binlerce kuş içinde kuş gribi yaygın olsaydı, mutlaka 2-5 gün içinde grip oluşturan ve kuşları öldüren virüs etkili olurdu ve yüzlerce kuş ölüsü bulup, bunlarda H5N1 virüsü saptardık.
2) Konakçı kuşların geldikleri bölgelerde ve şu anda bulundukları Afrika’da kitle ölümü halinde kuş ölülerine rastlanmadı. Eğer Türkiye’de konaklayan kuşlar hasta olsalardı, Afrika’da pek çok ölüm vakası rapor edilirdi. Sanki konakçı kuşlar tepeden virüsü bırakıp sağlık bir biçimde gelmiş, sağlıklı bir biçimde gitmişlerdir.
3) Hastalığın insanlarda ilk çıktığı Doğu Beyazıt kuşların uğrak yerinin çok üzerindedir ve yukarıdaki haritada görebileceğiniz üzere 9 Ocak 2006’da rapor edilen H5N1 virüsü kuşların uğrak yerlerinden çok uzaktadırlar, bunlardan sadece 5-6 tanesi bu uğrak yerlerine uymaktadır. Kuş gribi başka bir mekanizma ile yayılmıştır.
4) Kuşlar eğer virüsü Eylül-Kasım ayında getirmiş olsalardı, bu salgının Ocak 2006’dan önce haritada görülen bölgelerden başlayarak yayılması gerekirdi.
5) Bir ekolojik ve matematiksel modelin, bir hafta içinde, kurban bayramından, önce kuş gribinin 35 şehire yayılmasını açıklaması çok zordur.
Bu veriler ışığında Türkiye’de Ocak 2006’da yayılan kuş gribinin bir biyolojik savaş olma ihtimalinin olduğunu söylemek pek de komplo teorisi olmaz. Özellikle et satışlarının arttığı kurban bayramından önce başlaması ve Türkiye’nin politik açmazlar içinde olduğu bir dönemde gündeme gelmesi (İran savaşından hemen önce) çok düşündürücüdür. Kendi halkına veya dünya halklarına karşı (örneğin Irak ve Vietnam örneği) biyolojik ve kimyasal savaş yapan bir ülkenin Türkiye’ye karşı da gerektiğinde kendi çıkarları doğrultusunda biyolojik savaş yapabileceğini gözden kaçırmamalıyız. En büyük yanılgımız ise ABD’nin stratejik müttefikimiz olduğunu varsaymamızdır; ABD, İsrail’den başka hiç bir ülkenin stratejik müttefiki değildir!
148 Detay için bkz. Ümit Sayın. Kara Bilim. Bilim ve Ütopya, 4 (38): 24-26; Ağustos 1997; Ümit Sayın. GizliHükümetler, Gizli Projeler ve Kara Bilim. Bilim ve Ütopya, 5 (45):60-63; Mart 1998; Ümit Sayın, Biyolojik veKimyasal Savaş, Bilim ve Ütopya, 8 (90):68-70, Kasım 2001; Bioterror, Edited by Ellen Ray and William H. Schaap, Australia: Ocean Press, 2003.
Daha da tehlikeli olan bir ihtimal vardır:
O da kuş gribinin insandan insana geçen mutantının da Türkiye’ye yayılabileceği gerçeğidir. Çünkü alt yapı hazırlanmıştır ve kimseyi suçlamak mümkün değildir! Suçlu göçmen kuşlardır (!) ! Virüsü taşımışlar ve Türklerde virüsün insan influenza virüsü ile çaprazlaşarak evrimleşmesini sağlamışlardır. Pentagon laboratuarlarında sentezlenen böyle bir virüs Türkiye’ye yayılabilir; gerektiğinde aşısı ortaya çıkartılabilir. Türkiye ABD’nin böyle bir biyolojik savaş yapabileceğini akıldan çıkarmamalı ve hazırlıklı olmalıdır. Muhtemelen Türkiye’ye karşı böylesi bir biyolojik savaş yıllardır bitki örtüsüne karşı yapılmaktadır. Ayrıca Türkiye’deki pazara girmek isteyen AB veya ABD kökenli beyaz veya kırmızı et sektörlerine karşı da dikkatli olunmalıdır. Bu salgınların arkasında bu kombine et sektörleri ve dev ilaç şirketleri de olabilir !
TÜRKİYE’DE BİYOLOJİK SAVAŞA KARŞI NE YAPILABİLİR?
Türkiye bilimi, bilim insanlarını, Üniversitelerini koruyamadıkça ve desteklemedikçe biyolojik savaşa karşı yapılabilecek birşey yoktur: Türkiye’de bilim gelişmezse, Türkler ve Türkiye er ya da geç yok olmaya mahkumdur! Kara Bilim ile uğraşan Batı ülkelerinin teknolojileri bizim teknolojimizden çok daha güçlüdür. Tek savunma yolu Türk Silahlı Kuvvetleri ile koordine, NBC merkezlerinin ve yeni araştırma birimlerinin açılması ve bu yerlere büyük fonlar yatırılması, Üniversitelerin bu konudaki çalışmalarının sınırsız desteklenmesidir. Kara Bilim artık Türkiye’de askeri istihbarat birimlerinin desteğiyle, ulusal güvenlik hedefleri doğrultusunda gizli bir biçimde araştırılmak zorundadır. Aksi taktirde insandan insana bulaşan güçlü yeni bir kuş gribi virüsünün yayılması halinde Türkiye nüfusunun yaklaşık altıda birini (10-12 milyon) kaybedebilir. Başka virüsleri veya salgınları da hesaba katarsak kayıp miktarı artabilir. Bir savaş durumunda ise Türk ordusu biyolojik savaşa maruz kalıp, etkisiz hale getirilebilir. Acilen ulusalcı ilaç ve aşı sanayiine geri dönülmeli ve milli yapıların güçlendirilmesi için çaba harcanmalıdır. Aksi takdirde etnik kökene yönelik biyolojik silahların da gündeme girmesiyle, Büyük İsrail projesi içinde Türkler’in Ortadoğu’dan atılma veya ortadan kaldırılma olasılığı yakındır!
9PSİKOLOJİK SAVAŞ KAVRAMINA GİRİŞ: TEMEL BİLGİLER
ABD’nin son olarak Irak’ı işgali sırasındaki gelişmeler PSİKOLOJİK SAVAŞ olgusunun ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Psikolojik savaş daireleri Amerikan ordusunda 1. Dünya savaşından beri mevcuttur; ayrıca her ordu bölümünün ve her istihbarat örgütünün ayrı bir psikolojik harp bölümü vardır. Türklere karşı ilk psikolojik harbi yapanların bir kısmı Osmanlı zamanındaki etkin Amerikalı misyonler olmuştur. Psikolojik savaş aslında insanlık tarihi kadar eski olmasına rağmen Türkiye’de bu konuda uzmanlaşan elemanlar çok yenidir. Örneğin Genelkurmay Başkanlığına ait Psikolojik Harp Dairesi, Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu tarafından 1997’de ilk kez ayrı bir yapı olarak kurulmuş, ama daha sonra bu isminden rahatsız olan bazı kişiler, dairenin ismini Bilgi ve Destek Birimi olarak değiştirmişlerdir. MİT’te de geçmişi yaklaşık 1970’li yılların sonlarına dayanan bir PsikolojikHarekat Dairesi vardır. Bugün Türkiye’de psikolojik harekatı Batılı istihbarat örgütleri ve Derin Devletlerle bağlantılı Türk basını ve medyası yapmaktadır. Ulusalcı bir psikolojik harekattan bahsedebilmek ne yazık ki, Haziran 2006’da mümkün değildir. Psikolojik Harp Shun Tzu zamanlarına, eski Hun ve Çin imparatorları zamanlarına kadar dayanmaktadır. Hedef savaşı önce düşmanın beyninde ve bilincinde kazanmaktır.
Son olaylarda gerek Irak, gerekse ABD savaşın başından beri psikolojik savaşın tüm tekniklerini kullanmışlardır; ABD var gücüyle medya savaşını kazanmak için Türkiye’de de etkin olan uluslararası bir medya ve beyin yıkama savaşı yürütmüştür. Son yıllarda Türk halkına karşı ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin halk gözünde değer yitirmesine yönelik kirli bir psikolojik savaş gerek ABD, gerek Avrupa Birliği ve İsrail bağlantılı yerli liboş basın elemanları tarafından yapılmaktadır.
Irakta da bir psikolojik savaş yapılmış mıdır? Saddam Hüseyin’in 150 bin devrim muhafızı ile birlikte yer yarılıp yerin altına girmiş olması her ne kadar psikolojik savaşın bir sonucu olmayıp, henüz anlayamadığımız entrika dolu teatral bir savaşa ait olduğu izlenimini verse de 21. yüzyılda psikolojik savaş ve beyin yıkama, zihin kontrolü teknikleri ve yöntemleri hızla artarak sürecektir. Savaşların da süreceğini bildiğimiz 21. yüzyıl Türkiye için bir dönüm noktası olacaktır. Ya emperyalist gizli örgütlerin belirlediği üzere Türkiye parçalanacak ve Sevr koşulları haritamızda yer alacaktır, ya da Türkiye bağımsızlığını sürdürecektir149.
149 Ümit Sayın, ’Gizli Örgütler, 11 Eylül ve Büyük Ortadoğu Projesi’, İstanbul:: Neden Yayınları, 2006. SinanAygün, ‘Avrupa Tuzağında: Mankurtlaşan Türkiye’, İst: Bilgi Yayınevi, 2006.
Ayrıca Şemdinli olayında benzer bir psikolojik savaşa tanık olduk! Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı yapılan Şemdinli, Küre, Sauna, Danıştay, Atabey gibi operasyonları yapan devlet içindeki çetelerin şizofren durumuna düştükleri bu psikolojik harpte Pentagon’un ayırmış olduğu 400 milyon dolarlık psikolojik savaş fonu çok aptalca, Türk halkı ile alayedercesine mütareke basını tarafından kullanılmış, yeterince para cebe indirildikten sonra gerçekler ortaya çıkartılmıştır! Gerçek ÇETE’ler Türk Silahlı Kuvvetleri hakkındaki sahte belgeleri Genelkurmayın önünde gazetecilere dağıttıklarından bir süre sonra, ortada ÇETE falan olmadığı anlaşılmıştır. Bu olayların incelenmesi çok detaylı bir kitabın konusudur.
PSİKOLOJİK SAVAŞ NEDİR?
Psikolojik savaş insanların beyninde ve toplumsal psikoloji üzerine sürdürülen savaştır, hedefi reel (gerçek) olmayan bir takım yanlış bilgileri propaganda, zihin kontrolü, medyanın kontrolü ve toplu telkin ve beyin yıkama ile gerçekmiş gibi göstermektir. Böylece düşmanın veya karşıt güçlerin beyninde ve psikolojik tabanında da savaşın kazanılması hedeflenmektedir. Psikolojik Savaş hem savaşta hem barışta, insanların duygu, düşünce ve davranışlarını değiştirmek maksadıyla bilginin iyi veya kötü amaçlı kullanılması olarak tanımlanır. Psikolojik savaş insan beynine ve toplumların kollektif beynine karşı yapılır.
Temelde şu fraksiyonlara ayrılmaktadır:
1) Çeşitli Propaganda faaliyetleri (Kara, beyaz, gri, karşı propaganda vb.)2) Kendini farklı gösterme, demoralizasyon yaratma ve psikolojik kamuflaj teknikleri.3) Toplumsal zihin kontrolü ve kitlelerin ideolojisini veya inançlarını şekilleme.4) Bireysel zihin kontrolü ve insanlarda iradeyi kontrol altına alma teknikleri; kontrollü psikoz yöntemleri.5) İleri tekniklerle Mançurya kobayları (Manchurian Candidate-Mançurya Adayı) oluşturma 1506) Toplumlarda veya bireylerde ideoloji değiştirme, toplum mühendisliği veya toplumu tamamen kendi yönünde devşirme yöntemleri.7) Medyanın ve beyinleri etkileyen tüm araçların kayıtsız şartsız kontrolüyle medyanın istenildiği biçimde kullanılması. Böylece yayınlanan gerçeklerin gerçek olduğuna inanan halkta istenilen illüzyonların ve imajların ortaya konması.8) Dezinformasyon yayma ve bilgi kirlenmesine yol açma, kafalarda karışıklık yaratma.9) Medyada veya temel bilgi kitaplarında (Textbook) dezinformasyona ve bilginindistorsiyonuna (çarpıtılmasına) yol açmak.10) Kişiler, kurumlar, cemaatler hakkında başkaları tarafından olumsuz olarak nitelenebilecek dedikodular veya yalan bilgiler yaymak, bunları sahte kanıtlarla desteklemek.11) Bilimi distorsiyona uğratarak veya bilimi yanlış yorumlayarak, psödobilimle (yalancı bilimle) insanlarda farklı düşünceler ve kanılar oluşturma.
150 John Marks, ‘ Searching for Manchurian Candidate’, N.Y: Norton & Norton, 1979.
Psikolojik savaşın temel hedeflerinden bazıları şunlardır:
1) Kurtarılan veya işgal altına alınan bölgeleri teşkilatlandırıp kontrolü kolaylaştırmak. Bu Türkiye’de etki ajanları ve iç vatan hainleri tarafından sağlanmaktadır. Mütareke basını, N. Cemaati basını ve işbirlikçi, anti-ulusalcı Türk basını da benzer taktikleri uygulamaktadır. Danıştay saldırganı Alparslan Arslan ile ilgili olarak sonunda fatura ulusalcılara, Atatürkçülere çıkartılmak istenmiştir. Bu taktiklerin çoğu MOSSAD’dan öğrenilmiş olan yöntemlerdir. Benzer şekilde Atabeyler operasyonu denen operasyonun da aslında basın tarafından tanıtıldığı üzere bir çete olmadığı, tamamen Türk Silahlı Kuvvetlerine ve Özel Kuvvetler Komutanlığına karşı operasyon olduğu anlaşılmaktadır.
2) Düşmanın siyasi, ekonomik, sosyal ve moral bakımından zayıflığı istismar edilerek onun savaş gücünü zayıflatmak. Düşmanın savaşma direncini moral açıdan kırarak onu savaşamıyacak hale getirmek. Bu Türkiye’de IMF’nin kontrolünde ekonomiyi çökerterek, sosyal sınıflar arasındaki uçurumu arttırıp, fakir halka dinsel motifleri pompalayarak yapılmaktadır.
3) Düşmanın yenilgisini sağlamak için, düşünce, heyecan, eğilim ve davranışlar üzerine ısrarlı ve kontrollü yüksek teknoloji etkileri yaparak; direnişini ve savaş iradesini ortadan kaldırmak, morali bozarak manevi çöküntüye uğratmak. Yoğun bir anksiyete ve korku duygusu uyandırarak cesaretlerini kırmak, böylece savaşma motivasyonlarını tamamen yok etmek. Bu Türkiye’de gerek Türk kültürünü ve dilini Amerikalılaştırarak, gerekse kültürel motifleri çökerterek yapılmaktadır.
4) Toplumların ideolojisini değiştirip istenilen amaç ve ideoloji paralelinde kullanmak. İdeolojileri istenilen doğrultuda tekrar inşaa etmek. Bu Türkiye’de 1938’lerden sonra başarıyla uygulanmıştır. Türkiye’de bu ülkeyi emperyalizme karşı bir İstiklal Savaşıyla kuran Kemalist ideoloji çökertilmiş ve sistematik olarak KAOS oluşturmak üzere karşıt ideolojiler yaratılarak, insanlar birbirleriyle silahlı çatışmalara sürüklenmişlerdir.
5) Tüm toplumu gerektiğinde ekonomisi, kültürü, sosyal sistemi ve ordusuyla köleleştirmek. Kültürü çökertip, istenilen amaçlara uygun yeni bir sosyal sistem inşaa etmek. Bu Türkiye’de Cumhuriyet Devrimi ile kazanılan yeni değerlerin çökertilmesiyle sağlanmış ve TV’lerin yayılmasıyla da çok sistematik olarak yeni kültürler yaratılmaya çalışılmıştır. Türk televizyonları artık bambaşka tipte bir insan şartlamayı amaçlamaktadırlar. İki kuşak birbirini tanıyamamaktadır.
6) Beyinleri istenilen ideolojide kontrol altına almak, bunun için bilimin tüm yöntemlerini kullanmak. Bu yöntem de Türkiye’de gerçekleştirilmiştir; mitinglerinde pilav üstü döner ve ayran dağıtan bir parti % 7.5 oyla tüm parlamento üzerine yapılan dev bir operasyonun önemli bir parçası olmuştur. Benzer biçimde 3 Kasım seçimlerine apar topar giderken de benzerpsikolojik savaş yöntemleri yabancı Derin Devletlerin gizli projeleri olarak Türkiye’de uygulanmıştır.
7) Robotlaştırılmış, pek çok isteği iradesizce yerine getirecek insanlar yaratmak bu yönde tüm psikolojik ve psikofarmakolojik yöntemleri kullanmak. Türkiye’de ve diğer ülkelerde bazı politikacılara bu yöntem direkt olarak uygulanmıştır. N.cilerin N. evleri CIA’in Zihin Kontrolü Operasyonlarının en temel örneğidir. Diğer şeriatçı tarikatlar da yabancı DerinDevletlerin Gizli projeleridirler. Ayrıca pek çok teröristin veya intihar bombacısının da ilaçlandığı bilinmektedir.
8) Medyanın ve eğitim, öğretim, bilgi erişimi sistemlerini, interneti ve bilgisayarlar haberleşmelerini kontrol altına alıp kendi hedefleri doğrultusunda kullanmak. Türkiye’de Özal ve Çiller dönemlerinde ve daha öncesinde CIA ajanları Milli Eğitim Bakanlığına danışman olarak gelmişler ve eğitimin şekillenmesinde rol almışlardır. CIA ajanı Graham Fuller ve ekibiılımlı İslamı Kemalizm’e bir alternatif olarak tüm Türkiye’ye son 26 yıldır aşılanmaktadır.
9) Oluşturulan bilgi kirlenmesi, dezinformasyon ile zihinleri karıştırmak, kültürleri çökertmek ve kendi amaçlarına uygun yeni kültürler yaratmak. Bu bilgi kirlenmesi Türkiye’de hat safhadadır. Kültürü çökertirken kafaları, düşünme sistemini, bilimsel düşünceyi ve öncelikle de dili çökertmek şarttır, Türkiye’de kafalar çok karışıktır; aydınlar birbirlerini ajan sanmaktadır, bilgi kirlenmesi ve disinformasyon hat safhadadır. Türk dilini çökertme operasyonu 1980’lerden beri başarıyla uygulanmaktadır.
CIA ve diğer istihbarat örgütleri tarafından süreğen olarak sürdürülen psikolojik savaşın temel ideologlarından Allen Dulles Princeton Üniversitesinde 1953’te yaptığı konuşmadaArthichoke, MK-ULTRA ve Mockingbird projelerini şöyle özetlemiştir.151 (Brandt 1996): ‘Hedef ‘insan zihnindeki savaşı” da kazanmaktır. Bu savaşın ilk cephesi propaganda, depolitizasyon ve sansür ile kitlesel sindirmeyi sağlamaktır. İkinci cephe ise bireyin beyninde kazanılacaktır; hedef beyin yıkama, ideolojiyi değiştirme ve gerektiğinde birçok Mançurya Kobayı yaratabilmektir!’
151 Daniel Brandt . Mind Control and the Secret State. UnClassified. 36:12-18, 1996.
Amerikan Derin Devletinin gizli bir projesi olan, Mockingbird projesi temelde tüm dünyaya Amerikalılaştırma operasyonunu yaymaktır. Bunun için medya, basın ve diğer olası tüm araçlar kullanılmıştır. Örneğin Hollywood bu konuda sistematik olarak devreye sokulmuş, Amerikalılaştırma operasyonunun bir parçası olarak kovboy filimlerinden, savaş filimlerine kadar pek çok filim ideoloji, davranış değiştirme projesinin bir parçası olarak tüm dünyaya sürülmüştür. Ayrıca son zamanlarda moda haline getirilen Harry Potter ve Yüzüklerin Efendisi gibi büyü, satanizm ve parapsikoloji içeren çocuk filimleri bu hedefin bir parçasıdır. Yüzüklerin Efendisi CFR’nin (Council of Foreign Relations- Dış İlişkiler Konseyi) İngiliz kolu olan Royal Institute of Foreign Affairs tarafından taa 1950’lerde ısmarlanmış, bekletilmiş ve zamanı gelince uygulamaya sokulup, kitap meşhur edilmiştir; ayrıca dizileri ve filmleri de Batı Derin Devletlerininbir Siyonizm propagandası olarak gizli bir proje olarak devreye sokulmuştur. Bu propagandabizzat merkezi New York ve Washington’da olan ve ABD’nin Derin Devlet yapılarından birisi sayılan CFR tarafından dünyaya pazarlanmıştır 152.
Psikolojik savaş, ABD’deki yaklaşık 29-35 civarındaki istihbarat örgütünün tümünün katkısıyla yapılır. Benzer yapılanmalar İsrail’in MOSSAD’ında, İngiltere’nin MI6 ve MI5’ında veya Rusya’nın eski KBG’sinde (şimdi SVR) de vardır. Zaten UKUSA ve ECHELON sistemlerisayesinde ABD, Yeni Zelanda, Avusturalya, İngiltere ve Kanada İstihbarat örgütleri birbirinden ayrılamaz bir ağa ve örgüye dönüşmüştür153. Yani bu ülkelerin istihbaratı ve psikolojik operasyonları birbirinden ayrılamaz haldedir. Bu yapıyı ise temelde ABD’de CFR (Council onForeign Relations, Dış İlişkiler Konseyi), İngiltere’de ‘Royal Institute of Foreign Affairs’, diğer ülkelerde ise CIA tarafından kurulmuş olan BILDERBERG gizli örgütü kontrol eder. CFR tarafından alınmış olan Yeni Dünya Düzeni ve Dünyayı işgal planı 1975’te üyelerine şöyle duyurulmuştur:
‘ Silahsızlanma, Amerikanın bağımsızlığı ve bu bağımsızlığın tek dünya hükümetine dönüşmesi CFR’nin 1551 üyesinin % 95’ine 1975’te açıklanmıştır. CFR’nin üyelerin % 75’ine açıklanmamış ve yazılmamış iki amacı daha vardır. Bu oluşumun hedefleri size biraz garip gelebilir, bunları biraz tartışalım.Bu inancımızın temelinde yatan, tekkutuplu ve tekelleşmiş kapitalizmin dünyanın her yerindeki farklı para birimlerini, banka sistemlerini kredi ve üretim sistemlerini, temelkaynaklarını tek hükümetle kontrol edilebilir hale getirmek ve aydınlatılmış dünya sistemindeki üstünlüğümüzü kendi dünya ordumuzla temin etmektir.’
Yukarıdaki kararın tüm dünyaya yayılması ve gerçekleştirilmesi için çok yoğun ve ciddi bir psikolojik savaşa gereksinim vardır. Barışta da bu savaş sürdürülmektedir. Bu psikolojik savaşın temelinde yatan ise Yeni Dünya Düzenini ve Globalizasyonu tüm dünyaya sunmak ve insanların zihinlerine istenilen gerçekleri kayıtsız şartsız işlemektir.
152 Atilla Akar. Derin Dünya Devleti. İstanbul: Timaş Yay., 2004. Ayrıca bkz. Ümit Sayın, ‘Gizli Örgütler, 11 Eylül ve Büyük Ortadoğu Projesi, İstanbul: Neden Yay., 2006.
153 Richelson Jeffrey. The US Intelligence Community. San Fransisco: Westview. 1995; James Bamford The Puzzle Palace. London: Penguin Books, 1982; James Bamford. The Body of Secrets. New York: Double Day, 2001.Ümit Sayın. Gizli Hükümetler, Gizli Projeler ve Kara Bilim. Bilim ve Ütopya, 5 (45):60-63; Mart 1998;
Temelde ABD savunma bakanlığının Psikolojik operasyon Ünitesi aşağıdaki birimlerden oluşur ve CIA, NSA, DIA, FBI, basın ve Hollywood ile bağlantılıdır, birimlerin adıPSYOP dur (Psychological Operations), aşağıdaki resimleri koymamızın nedeni, sistemin nasıl birbiriyle bağlantılı ağ gibi çalıştığını ve psikolojik operasyonlar için ne kadar para ayrıldığını anlatmaktır. Bir örnek vermek gerekirse sadece ABD Hava Kuvvetleri 1980’de açıkladığına göre, 1945 tarihinde komünizm ile mücadele etmek ve kendi doktrinini yaymak için aşağıdaki psikolojik harp operasyonlarını yapmıştır 154:
Sadece ABD Hava Kuvvetlerinin Psikolojik Savaş İçin 1945’te Yaptığı Eylemler:
- Satışı 700 bin olan 140 gazete
- Satışı 125 bin olan Havacılık Dergisi
- Denizaşırı yayın yapan 34 radyo ve 17 TV istasyonu
- Karargah ve birimlerle 45 bin basın bildirisi
- Medyayla 6600 görüşme
- 3200 basın toplantısı
- 11 bin konuşma
- Milyonlarca dolarlık bütçeyle kendi halkına ve diğer uluslara psikolojik hareket.
- Tüm ABD silahlı kuvvetlerinin harcaması 1945’te 1 milyar doların üzerindeydi.
154 Suat Parlar, Emperyalist Müdahale Doktrinleri ve NATO, İstanbul: Livane, 2004. sayfa: 239.
PROPAGANDA FAALİYETLERİ:
Propagandayla psikolojik savaşın tarihi çok eskilere dayanmakta, Çin kaynaklarına kadar gitmektedir. Tarihteki ilk istihbarat kitabı olan Shun Tzu’nun yazmış olduğu Savaş Sanatında şu teknikler önerilmektedir 155:
155 Tzu Shun, General Tao Hanzang'ın Yorumlarıyla. Sun Tzu's Art of War: The Modern Chinese Interpretation, New York Sterling Publishing, 1987.
1. Hasım ülkelerin hakanlarının ve yöneticilerinin başarılarını, kişiliklerini küçük göstererek hasım ülkelerde iyi olan şeyleri gözden düşürünüz. Kaos yaratınız.
(Örnek: Türkiye’de yaratılan ekonomik krizler, terörizm, ekonomik istikrarsızlık, bazı yabancı bankaların Türkiye’de operasyon yapması, Türkiye’deki politik kaos ortamı, 3 Kasım Seçimleri Operasyonu, İkiz Yasalar ve AB yaptırımları ile Türkiye’nin Egemenliğini kaybetmesi !)
2. Yöneticilerin ve askerlerin şöhretlerine gölge düşürünüz ve zamanı geldiğinde de kendi halkının onları hor görmesini sağlayınız.
(Örnek: ABD’nin askerimizin başına çuval geçirip Kürt’lerin ortasında dolaştırması, Türk ordusunu aşağılaması; ABD-AB’nin girişimleri üzerine MGK ve TSK ile ilgili gelişen son durumlar, bu kurumlarınetkisizleştirilmeye çalışılması; Şemdinli operasyonu, Türk Silahlı Kuvvetleri aleyhine yapılmakta olan ama arkası boş ve tutarsız ÇETE operasyonları)
3. Düşman halkın kendi aralarında olan çelişki, düşmanlık, uyuşmazlık ve kavgalarını yayınız.
(Örnek: Türk halkının 1950’den beri kamplara bölünerek birbiriyle kavga ettirilmesi, sağcı-solcu diye Türk halkının birbirini öldürmesi, Arap ve Kürt milliyetçiliğinin Türkiye’nin aleyhine kullanılması, misyonerlik faaliyetleri; Türk bayrağının aşağılanması; Kürtçülük faaliyetleri; Türklüğün alt kimlik olarak yöneticiler tarafından ilan edilmesi)
4. Hasmınızın geleneklerini gülünç hale getiriniz. Kültürünü çökertiniz.
(Örnek: Türkiye’deki bilim, sosyal değer ve kültür çöküşü; Mockingbird projesi kapsamında Amerikalılaştırma operasyonu; Türkiye’nin kimliksizleştirilme ve kültürsüzleştirme operasyonu; Milli Eğitimin ve Milli Dilin çökertilmesi, Bağdat caddesindeki dükkanların %90-95’inin İngilizce isme sahip olması ve İngilizce-Turkish gibi garip bir TARZANCAYLA konuşan yeni kuşaklar yetiştirmemiz 156)
5. Etki ajanları ve vatan haini casuslar yaratınız. Ülkeyi içten fetih ediniz
(Örnek: Şu andaki vatan haini etki ajanları, 2. Cumhuriyetçiler, tüm şeriatçı ve ılımlı islamcı tarikatlar ve cemaatler, Hizbullah, ABD ve AB destekli Sivil Toplum Örgütleri, Vakıflar)157.
6. İnsan beynindeki savaşı kazanınız. Önce düşmanı yenileceğine ikna ediniz! İnsan beynindeki savaşı kazanırsanız, yenik bir düşmanla savaşırsınız! O zaman güçsüz bir ordunuz olsa bile mücadele edebilirsiniz !
(Örnek: Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir ÇETE olarak ele alınarak Mütareke basınında aşağılanması, TSK’nın Türkiye’yi savunan bir direnç gücü oluşumunun yitirtilmesi! Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişkiye geçen bilim insanlarına veya akademisyenlere onlarla birlikte ÇETE kuruyor muamelesi yapılması)
7. İnsan beynindeki savaşı kazanmak için, önce kendinizi çok güçlü, düşmanınızı da çok güçsüz gösteriniz. Düşman sizi yenilmez olarak gördüğünde zaten savaş bitmişdemektir!
(Örnek: Bu kitapta da anlatıldığı gibi, Amerika kendini olduğundan güçlü göstermeye çalışmakta EK-3’te sunulan internetten alınma psikolojik savaş örneği ile uzaydan veya uzaktan insan beyinlerini kontrol edebileceğini ima etmesi, gerçekte Amerikalılar ne Vietnamda, ne de Irak’ta bırakın düşmanın beynini kontrol etmeyi, kendiparalı askerlerinin beynini bile kontrol edemiyor! Amerika bir çöküşte ve bu çöküşü gizlemek için savaş ekonomisine ihtiyacı var. Amerika kendini gösterdiğinden çok daha zayıf aslında!)
Yukarıda bahsedilen teknikler Shun Tzu’nun önerdiği propaganda tekniklerinden sadecebazılarıdır ve yüzyıllardır uygulanagelmiştir.
156 Artık yeni kuşakları anlamakta güçlük çekmekteyiz, COM’ON BABE ; COOL, IN, OUT, FAKE ATMAK,FUCKTIRMAK, VİSİON, E-MAİLLEŞMEK, CHATLESHMEK, İstanbul’da gençlerin kullandığı kelimelerden bazılarıdır. İstanbul’da Bağdat Caddesinde, Ataköy’de, Nişantaşında’ki mağazların isimlerinin % 95’i İngilizce veya Fransızcadır. X, W, Q artık Türkçe alfebeye de girmiştir (Q-Matris diye yayınevi vardır). D&R isimli mağazanın adı, D ve R okunması gerekirken, DiENaR (D and R) diye okunmaktadır. Bu bir Amerikalı’nın New York’a YeniYORK demesinebenzemektedir. Artık Ş ve Ç harflerinin yerine pek çok yerde İngilizce izlenim bıraksın diye SH ve CH kullanılmaktadır. Örneğin 5 yıla kadar , Şahsi Çeklerimi gördünüz mü? Artık yeni dilde ‘Shahsi Checklerime Vision chektinism mi? ‘ gibi söylenirse şaşırmayın ! Durum aynı George Orwell’ın 1984 isimli romanındaki çift-düşünce ve yenidil kavramlarını hatırlatmaktadır.
157 Mustafa Yıldırım. Sivil Örümceğin Ağında. İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yayınları. 2004
Psikolojik savaşın önemli bir bölümünü teşkil eden Propaganda çeşitlerini özetlemek gerekirse :
1. Kara propaganda: Kaynak belirlidir ama başka kaynaklardan çıkıyor gibi gösterilir. Kara propaganda yönteminde hile, entrika, yalan, iftira, fitne, sinsilik ve sahte delil serbesttir. Gizlilik esastır. Gerçekleri değiştirmeyi, inançları sarsmayı ve kamuoyunun psikolojisini karıştırmayı amaçlar.
2. Silahlı propaganda: Terör örgütlerinin kullandığı bir yöntemdir. Kendilerinin varolduklarını, etkili olduklarını kanıtlamak için kullanırlar. Silahlı propaganda ile halkı ve devlet otoritesini bıktırmak amaçlanır, en etkili yöntemlerden birisidir. Gizli örgütler ve istihbarat örgütlerinin büyük kısmı bu yöntemi kullanır.
3. Karşı propaganda: Düşman tarafının propagandasının yalan olduğunu kanıtlamaya yönelik yapılan karşı propagandadır. Ayrıca hedef düşman propagandasını ve istihbaratını açığa çıkartmak ve düşmanın hedeflerinin önceden deşifre etmektir. Konrt-espiyonaj birimleri tarafından uygulanır. Son olarak TSK’ya karşı yapılan ÇETE suçlamalı operasyonlar (Şubat 2006- Temmuz 2006) milliyetçi basın ve milliyetçiler tarafından ortaya dökülerek, Pentagon’un ulusalcılara ve TSK’ya karşı, Mütareke basınıyla birlikte planladığı propagandaya karşı durulmuştur!)
4. Beyaz propaganda : Açık biçimde yapılan bir propagandadır; kaynağı bellidir ve kendisini tanıtmak ister. Açık ve şeffaftır. Beyaz propaganda da doğruluğa önem verilir. Ama burada hedef tanıtılan kişiye veya gruba ait bazı gerçeklerin abartılarak veya öne çıkarılarak verilmesidir.
5. Karma propaganda: Bazı grupların çıkarları birbiriyle örtüştüğünde silahlı, açık, bulanık ve gizli propagandalar beraber kullanılabilir. Propagandaya maruz kalacak kişilerin veyatoplumun durumu ve tutumu göz önüne alınarak ve ileri teknoloji kullanılarak planlanmış propaganda örneklerine günümüzde sıkça rastlanılır. Örneğin hem internetin, hem gelişmiş diğer teknojilerin hem de şuur altı yıkama yöntemlerinin birlikte uygulanması buna örnektir, buna Hollywood ve film sektörünün de yapmakta olduğu propagandayı katmakta fayda vardır.
6. Direkt beyin yıkayarak bireyin beyninde yapılan propaganda: Buradaki hedef yahedeflenen kişinin veya kitlenin geliştirilmiş tekniklerle beyinlerinin yıkanması ve sistematik zihin kontrolüdür. Hem kendi halkına hem de, düşman halka yönelik yapılır. Örneğin ABD’de çok büyük ün yapmış ‘Candy Jones’un kontrolü’ isimli kitapta birmankenin hipnozla nasıl CIA tarafından iki kişilikli olarak yaşatıldığı anlatılmaktadır. Ayrıca, son olarak yayınlanan ‘Trance Formation in America’ isimli kitapta, CIA ajanı karı kocanın sadece deney amacıyla nasıl kız çocukları Kathy O’Brianı bir seks, pornografi ve zihin kontrolü kölesi haline getirdikleri anlatılmaktadır, ama bu kitabınkendisinin bir propaganda, yalan bilgi yayma ve dezinformasyon, psikolojik harpçalışması olma ihtimali çok yüksektir.
7. Gri propaganda: Psikolojik savaşın önemli propaganda unsurlarından birisi olan gri propaganda bulanık bir propagandadır. Burada kaynak belli değildir, doğruluğu belirsizdir, kanıtlanamaz. Yalan veya iftira olduğu da kesin değildir, hedef zihinlerde müphem izler bırakmaktır. Gri propagandanın ana malzemesi “rivayetlerdir”dir. Genellikle insanlarda dezinformasyon ve kafa karışıklığı yaratmak için kullanılır. Türk medyası genellikle gri propagandaya başvurmaktadır. Son olarak bir kuvvet komutanının Sebataycı olduğuna dair gerçeği yansıtmayan ve kafa karıştıran bilgiler tüm internette yayılmıştır.
8. Gizli propaganda: Kendi halklarına veya karşıt halklara karşı hiç kimsenin farkına varmadan yürütülen propaganda faaliyetidir. Hedef kültürü, toplumsal bilinç dışı unsurları etkilemektir. Örneğin Charles Manson deneyinden tutun, Satanizm kültlerinin veya Moonist kültlerin kurulmasına kadar hemen hepsi gizli propagandanın bir örneğidir. Burada temel hedef farkında olmadan istenilen propagandanın insan beyinlerine şırınga edilmesidir. Bu projelerin hepsi birer gizli Derin Devlet projesidir. Türkiye’deki dinci ve şeriatçı cemaatler ve tarikatlar bu grubun yaptığı yabancı Derin Devlet kökenli propagandanın içindedir.
TÜRK BASINI NEDEN KENDİ ORDUSUNA, TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNE KARŞI KARA PROPAGANDA VE PSİKOLOJİK SAVAŞ YAPMAKTADIR?
2006 yılında Türkiye’yi yönetmekte olan dış güçler ve Türkiye içindeki uzantılarının ve vatanı satan işbirlikçilerinin en fazla rahatsız oldukları kurum Türk Silahlı Kuvvetleridir (TSK); çünkü TSK tüm kurumlar içinde en güçlü, disiplinli, vatansever olan ve silahlı müdahale yetkisi bulunan bir kurumdur. Ayrıca Türkiye Cumhuriyetini TSK kurmuştur ve hem Anayasa, hem de TSK İç Hizmetleri Kanunu (35. Madde) TSK’ya Türkiye’yi, iç ve dış düşmanlara karşı koruma yetkisi vermiştir. Ayrıca TSK Atatürkçü ve vatansever bir ideolojiyesahiptir, tarikatlar ve dinciler henüz bu kurumun içine sızamamışlardır. TSK, tehlikeli gördüğü dönemlerde 28 Şubatı da sayarsanız Cumhuriyet Tarihinde 4 askeri darbe yapmıştır. Budarbelerde yeni Anayasalar, kanunlar yapılmıştır, tüm hükümetler ve politikacılar tasviye edilmişler, ağır ceza mahkemelerinde yargılanmışlardır, bazıları ise idam edilmiştir. TSK iki temel olgu konusunda çok duyarlıdır, birincisi rejimin ve laikliğin korunması, ikincisi de Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünün korunması. 2006 yılında her iki durum da tehdit altındadır. Durumu isterseniz özetleyelim (Haziran 2006’da, çok detaylı bilgi almak için http://www.acikistihbarat.com adresindeki ilgili yazılara bakınız)158:
1) Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti kurulmuştur, bu bizim bir zamanlar kırmızı çizgimizdi,casus belli (yani savaş nedeni) idi. Bu durum bölünmez bütünlüğe tehdit oluşturmaktadır.
(Anayasanın değiştirelemez 2.,3. ve 5. maddesiyle çelişiyor)
2) PKK terörü ABD’nin ve Barzani ile Güney Kürdistan’ın desteğiyle tekrar azmıştır, Diyarbakır’daki, Şemdinli’deki ayaklanmalar her an bir silahlı isyana dönüşebilir, o bölgeler bağımsızlığını ilan edebilir. Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü tehlikededir.
(Anayasanın 1., 2., 3. ve 5. maddesiyle çelişiyor, ayrıca madde 13 ve 14 ile çelişiyor)
3) İrtica tarihte hiç görülmediği düzeyde artmıştır, Türkiye’yi yönetenler çok net ve açık bir dille rejimi değiştireceklerini söylemektedirler. Türkiye’nin laik ve demokratik yapısı tehlikededir, Türkiye dinci bir teokratik sisteme doğru gitmektedir.
(Anayasanın 2. ve 3. maddesiyle çelişmektedir, ayrıca bizzat hükümetin uygulamaları madde 13 ve 14 ile çelişiyor)
4) Danıştay’a yapılan saldırı Türk hukukunu ve sistemi çok zedelemiştir. Artık Türkiye’ninDevletini temsil eden ‘Derin’ kurumlar bile tehdit altındadır.
(Anayasanın 9. maddesiyle çelişenbir durum)
5) Emniyet içinde illegal istihbarat çeteleri olduğu söylenmektedir, yani aslında çeteler TSK’nin içinde değil, Emniyet Teşkilatının içindeki şeriatçı, tarikatçı bazı yapılardankaynağını almaktadır159. (Anayasanın 2. maddesi, ayrıca 8., 13, 14 ve 22 ile çelişiyor)
6) Hükümet tamamen yargıya karışmaktadır, yargı artık bağımsız değildir ve yargının bağımsız olmadığı yerde hukuk devleti olamaz, yani artık Türkiye bir HUKUK DEVLETİ değildir. Bu durum Anayasayı tehdit etmektedir.
(Anayasanın 9. maddesi ihlal edilmektedir)
7) Rum Pontus çalışmaları, Fener-Rum Patrikhanesinin Ekümenlik, Heybeliada Ruhban okulu çalışmaları devam etmektedir. Bu Türkiye’nin bölünmez bütünlüğüne aykırıdır.
(Anayasanın 2., 3., 13.,14. ve 24. maddeleri ve daha pek çok başka maddesi ile çelişiyor)
8) Kıbrıs elimizden tamamen gitmektedir. Ek protokol ile Kıbrısı kaybedeceğiz.
(Anayasanın 2., 13. ve 14. maddeleriyle ve daha pek çok maddesiyle çelişmektedir)
9) Ermeniler toprak istemektedirler, sözde Ermeni Soykırımı dünyanın pek çok yerinde kabul edilmektedir.
(Anayasanın 2., 13. ve 14. maddesiyle çelişmektedir)
10) Türkiye borç içindedir ve 330 milyar dolar borcu ile ekonomik bağımsızlığını yitirmek üzeredir. (Anayasanın 6. ve 24. maddesi ile çeliştiği gibi pek çok maddesiyle çelişir durumlar yaratmaktadır)
11) Avrupa Birliğinin Parlamento’sunun 1991-2002 arasında aldığı kararlar, SEVR ile büyük benzerlik göstermektedir. Türkiye bir SEVR olgusuyla karşı karşıyadır. Bu Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü ilkesine aykırıdır.
(SEVR kabul edilemez, 24. madde ile çelişiyor, 2. madde ile ve tüm Anayasa ile çelişiyor)
12) Türk kimliği Türkiye’yi yöneten kişilerce bir alt kimliğe indirilmeye çalışılmakta ve PKK’nın ve Kürtçülerin ağzından bir Türkiye’lilik kavramı ortaya çıkarılmaya çalışılmaktadır.
(Anayasanın 2. maddesi ve 66. madde ile çelişiyor, ayrıca Anayasa’daki pek çok madde ile çelişiyor)
13) Türk toprakları yabancılara satılmakta, stratejik kurumları ise yabancı şirketlere bir kaç yıllık karına peşkeş çekilmektedir.
(Anayasanın 2.,3. ve 6. maddesi ile çelişmektedir)
Yukarıda anlatıldığı üzere gelinen durum Anayasayı aynen Orhan Veli’nin bir şiirine benzetmiştir (şiir değiştirilmiştir) :
Cep delik, cepken delik,Kol delik, mintan delik,Yel delik, yelken delik,Anayasa delik,babayasa delik,Ekonomi delik,rejim delik,Kevgir misin be,Anayasa adındaki Kardeşlik!
Her hangi bir hükümet ulusal güvenliği tehdit edecek şekilde bu Anayasa maddelerini delerse, ihlal ederse veya herhangi bir yönetici bu maddeleri yukarıdaki gibi yok sayarsa ve onların tam zıddı eylemlerde bulunursa suçludur ve hemen tasviye edilmesi, daha sonra dayargılanması gerekir. Ama Türkiye’de bunu yapabilecek Ulusalcı bir Derin Devlet ya da Devlet kalmamış olduğu için bu yapılamamaktadır.
İşte kevgir haline gelmiş olan yasaların ve Anayasanın artık tek bir koruyucusu kalmıştır. O da Türkiye’nin şu anda en sağlam ve en güvenilir kurumu olan Türk Silahlı Kuvvetleri. Yabancı güçler Türkiye’yi yıkabilmek, satın alabilmek ve parçalayabilmek için en büyük tehdit olarak gördükleri Türk Silahlı Kuvvetlerine saldırmak istemektedirler. Bu saldırıyı yerli mütareke basını ile birlikte sürdürmektedirler. Mütareke basını tüm basın yasalarını ve etik ilkelerini ve ulusal güvenliği ihlal ederek, TSK’ya saldırmak ve halkın gözünde TSK’yı küçük düşürmek için ÇETE dedikoduları ve iddianameleri hazırlatmaktadır. İşin komik yönü TSK aleyhine Çete iddianameleri veya dedikoduları hazırlayanların kendileri aslında bir çetedir160.
158 Aydınlık Dergisi, Şemdinli’den Nato’ya SüperNato Tertiplerinin Hedefi, Kapak Yazısı, 21 Mayıs 2006, sayı:983,s: 4-8; Aydınlık Dergisi, Danıştay Tertibindeki MİT Üçlüsü, Kapak Yazısı, 4 Haziran 2006, sayı:985, s: 4-10.
159 Olayları detaylı anlamak için bkz. Aydınlık Dergisi, Danıştay Tertibinin Başı Emniyet İstihbarat Daire Başkanı,Kapak Yazısı, 28 Mayıs 2006, Sayı: 984, s: 4-10.; Aydınlık Dergisi, Devletin Psikolojik Savunma OrganlarındaTasfiye, Kapak Yazısı, 11 Haziran 2006, sayı: 986, s:4-7.; Aydınlık Dergisi, Emniyetteki Örgütün Adı F-Tipi (SerdarSaçanla söyleşi), 28 Mayıs 2006, sayı: 984, s: 20-23; Aydınlık Dergisi, Fethullahçılar İstanbul Emniyetini Ele Geçirdi, Emcet Olcaytu (Serdar Saçanla söyleşi), sayı: 11 Haziran 2006, s: 10-12.
160 Adil Serdar Saçan, Akbabalar Örgütü, İstanbul:: Bir Harf Yay., 2005; Adil Serdar Saçan, Küresel ve Yerel Mafya Kıskacında Son KALE, İstanbul: Bir Harf Yay., 2006.
Sonuçta:
- Rejim tehdit altındadır.
- Laiklik tehdit altındadır.
- Cumhuriyet yapısı tehdit altındadır.
- Demokrasi tehdit altındadır, yerine İslam Teokrasisi getirilmek istenmekedir.
- Ülke çetelerin ve mafyanın kıskacındadır, yolsuzluk içindeki çeteler ve mafya tarafından kontrol ediliyor görünümü mevcuttur 161.
- Bağımsız yargı ve Hukuk Devleti ortadan kaldırılmak üzeredir.
- Ülkenin bölünmez bütünlüğü tehdit altındadır.
- Türkiye eğer bir önlem alınmazsa 4-14 yıl içinde Sevr koşullarına göre parçalanacaktır.
Geriye ne kalmıştır? Bu koşullarda TSK’nın devreye girmesi ve 35. maddeye göre önlem alması gün geçtikçe kaçınılmaz hale gelmektedir. Bu koşulları engellemek için de TSK, akademisyen, aydın, bilim insanı bağını ve koordinasyonunu kopartmak, Çete ile suçlanmak korkusunu tüm topluma yaymak istemektedirler. 9 ay önce Alparslan Arslan ile bir kez telefonlaşan bir emekli subay operasyonu yürüten kişi olarak lanse edilmiştir. Bir şizofren bile daha iyi ve mantıklı düşünür. Türkiye’yi yönetmekte olan zihniyet ve güvenlik güçleri bilinçli veya bilinçsiz olarak psikozu olan kişiler gibi paralojik (mantıksız) ve tutarsız düşünmekte, olayları mantıksız olarak lanse etmektedirler. İsterseniz TSK’ya karşı yürütülen psikolojik harbin bazı unsurlarını ele alalım. Bu harp ulusalcı dip dalgayı ve ulusalcı hareketleri bloke etmek, insanları korkutmak ve sindirmek için devlet içinde yapılanmış şeriatçı, tarikatçı çeteler tarafından planlanmaktadır. Bu operasyon MOSSAD ve ABD’li istihbarat örgütleritarafından uygulamaya konmakta, finansman Pentagon’dan ve CIA’den gelmektedir. Bu psikolojik harbe Pentagon 400 milyon dolar ayırdığını zaten açıklamıştır.
Sözde Türk basını kullanılarak, Türk halkı, Türk Ordusuna karşı soğutulacak ve arası açılacaktır.
- Şemdinli iddianamesi ile Genelkurmay başkanı olacak ulusalcı ve vatansever yönleri ile bilinen Kuvvet komutanına ÇETE Reisi denmiştir. Bu operasyon Emniyet güçleri içindeki bir çete tarafından yabancı istihbarat birimleri ile koordine olarak planlanmıştır. İşin içinde Mossad ve CIA’in olduğu tahmin edilmektedir.
- Son zamanlarda pek çok Özel Kuvvetlere mensup subay hakkında ÇETE iddianamesi ile soruşturma açılmıştır.
- Danıştay saldırısı yine subayların ve ulusalcıların üzerine yıkılmak istenmiştir.
- Atabeyler çetesi denen bir çete uydurulmuş ve birileri Genelkurmayın önünde mütareke basınına zarflar içinde istihbarat bilgileri servis etmişlerdir. Bu operasyonun MOSSAD ve CIA bağlantılı güçlerce yapıldığı askeri istihbarat tarafından bilinmektedir.
Neden en çok Özel Kuvvetler Komutanlığına saldırılmaktadır? Varolmayan ihale yolsuzlukları ve Özel Kuvvetlere mensup pek çok subay yıpratılmaya çalışılmaktadır? Bunun bilgisi şu gerçekte yatmaktadır:
Özel Kuvvetler Komutanlığında görevli subaylar, çok gizli ve özel 2-3 yıllık bir kurs görürler, gayri nizami harp yöntemlerini öğrenirler ve bu bilgileri kimseye söylemezler. Özel Kuvvetlerin temel talimnamesinde var olan kuruluş planı şudur: Ani bir iç savaş ve işgal anında, milis kuvvetlerini ve halkı örgütlemek, yeraltı direnişi kurmak ve direniş mücadelesi ile işgali bertaraf edip ülkeyi kurtarmak veya ülkeyi yeniden kurmak. Bu çok özel bir eğitim gerektirir. Eğer Özel Kuvvetleri çökertirseniz veya halkla olan ilişkisini bozarsanız, o zaman bir işgal ve ya iç savaş durumunda Özel Kuvvetler görevini yapamaz. Demek ki bir işgal durumu veya bir iç savaş durumu planlanmaktadır. Bu bilgi zaten Norveç istihbaratı üzerinden Tempo ve Haftalık dergilerine bildirilmiştir; 2011’de Türkiye’de bir iç savaş ve Türkiye’yi parçalama planı vardır! Türkiye’nin düşmanları bu nedenle Türkiye’de oluşturmayı planladıkları bir kaos veya iç isyan veya savaş durumu nedeniyle satılık Türk mütareke basınının TSK’yı yıpratmasını sağlamaya çalışmaktadırlar. 2006’da TSK’ya karşı çok ciddi bir psikolojik harp yapılmaktadır.
Hedef Türkiye’yi ve Türkleri yok etmektir.
161 Adil Serdar Saçan, Akbabalar Örgütü, İstanbul:, Bir Harf Yay., 2005; Adil Serdar Saçan, Küresel ve Yerel Mafya Kıskacında Son KALE, İstanbul:, Bir Harf Yay., 2006.
TOPLUMSAL ZİHİN KONTROLÜ
Toplumsal zihin kontrolü tüm kültüre ve topluma yönelik olarak yapılır. Hedef toplumu istenilen doğrultuda yöneltmek, kültürünü distorsiyona uğratmak veya istenilen amaçlar doğrultusuna çekmektir. Bu amaçla televizyondan, basına, reklamlara ve filimlere kadar hemen herşey kullanılır. Hedeflenen pek çok motifi toplumun kafasına işlemek ve toplumsal düşünme biçimini ve sistemin istenilen doğrultuda şekillemektir. Türkiye’de bunun örneklerine çok sıklıkla rastlamaktayız. Televolelerden, Biri Bizi Gözetliyor programına kadar, Amerikanizmi ya da Pax Amerikanayı yücelten reklamlardan, haberlere, beynimize medya kanalıyla ulaşan hemenher motife kadar her dakika yeni bir kaotik bilgi ve dezinformasyon bombardımanına tutulmaktayız. 1950’lerde CIA tarafından uygulamaya konan MOCKINGBIRD projesi162, daha sonra da devreye sokulan PANDORA projesi başarıya ulaşmıştır. Her ikisi de Amerikan DerinDevletinin gizli ve yöntemleri henüz ortaya çıkarılmamış ve heryıl bir kaç milyar dolar ayrılanprojeleridir. Yukarıda anlatılan ve TSK’ya karşı Türk halkı önünde yapılan operasyonların tümü toplumsal zihin kontrolü kapsamına girmektedir.
162 Alex Constantine, The Virtual Government: CIA Mind Control Operations in America, Ca., Feral House, 1997. Project Mockingbird, s: 35-67.
BİREYSEL ZİHİN KONTROLÜ VE BEYİN YIKAMA
Beyin yıkama psikolojik, nörofarmakolojik, nörofizyolojik, hipnotik ve daha ileri teknikler kullanarak insanın kişiliğini, karakterini, ideolojisini, inançlarını, düşünme prensiplerini değiştirmeyi amaçlayan bir yöntemdir. Örneğin tüm tarikatlar ve kültler beyin yıkama teknikleri konusunda profesyonelleşmişlerdir, genellikle zaten pek çok tarikatın arkasında da istihbarat örgütleri yer almaktadır. Kısaca belirtmek gerekirse beyin yıkama ve ideoloji kontrolü şu öğeleri kullanır163:
163 Zihin Kontrolü ve Kara Bilim isimli kitapta bu konu ve teknikler çok daha detaylı işlenmiştir.
1) Telkin ve telkine yatkınlık: İnsanların hepsi aynı telkine yatkınlık düzeyinde değillerdir. Telkine yatkınlık bazı fizyolojik koşullarda da değişir. Beyin yıkama yöntemlerinde öncelikle insanların veya toplumun telkine yatkınlığı sınanır. Daha sonra telkin değişik yöntemlerle insanlara ya yavaş yavaş, ya da hipnotik yöntemler kullanılarak verilebilir.
2) Var olan psikolojik akardengeyi yıkma: Beyin yıkama ve zihin kontrolündeki temel yöntemlerden birisi kişinin sahip olduğu psikolojik alışılmış hemostasisi (akardenge) zorlamak veya yıkmaktır. Bu şekile bilincin ve iradenin kırılması ve ortadan kaldırılması veya olayları farklı algılaması sağlanabilir.
3) Egoyu zayıflatma: Egoyu zayıflatma özellikle şeriatçı ve dinci cemaatlerin ve tarikatların uyguladıkları tekniklerden birisidir. Hedef Egonun bir ölçüde zayıflatılması ve iradenin veya bilinç direncinin bu yolla kırılmasıdır.
4) Cinsellik: Cinselliği ve dürtüleri kullanma bu tip tarikatlar ve kültlerin en fazla başvurduğu ve insan beynini en fazla etkileyebilen ve ‘insanın sürekli hazza yönelmesi’prensibini kullanıp, sömüren bir yöntemdir.
5) Gizemcilik ve üstün güçlere ulaşma: Gizemcilik ve üstün güçlere ulaşma tüm tarikatların ve cematlerin, kültlerin, Yeni Çağ (New Age) akımlarının kullandığı bir yöntemdir. EK-3’te görebileceğiniz parapsikolojik dezinformasyonlara bu tip uygulamadaçok rastlanır. Özellikle parapsikoloji ve olağan dışı güçlere ulaşma insanların egolarını avlamaya yönelik bir tuzak olarak kullanılır.
6) Eşikaltı algının ve kollektif bilinç dışının, arketipal öğelerin çok sistemli kullanılması: Burada ses, müzik, görüntü, duyma veya görme eşiğinin dışındaki stimülan etkiler, fikirler, filim görüntüleri, klişeleşmiş yapılar ve moda gibi unsurlar kullanılır. Hedef insanların kognitif, öğrenme ve algı psikolojilerinin kütlerin, istihbarat örgütlerinin, gizli örgütlerin istediği biçimde kullanlabilmesidir.
Bu yöntemler kullanılırken sistematik olarak uygulanan temel yöntemlerden bazıları ise şöyledir, Kültlerin ve tarikatların da pek çoğu bu yöntemleri kullanır164.
1) Kişiye yaşayacağı değişiklikleri hissettirmeyiniz.
2) Kişinin zamanını ilgi çekerek kontrol altına alınız (internette, ashram veya tarikat-kült merkezlerinde daha fazla vakit geçirme).
3) Kişide güçsüzlük duygusu, korku ve bağımlılık yaratınız. Bilinçaltı tüm korkularını, fobilerini ve yetersizliklerini araştırıp, su yüzüne çıkarınız.
4) Kişinin eski davranışlarını baskılayıcı ve yeni bir yapıya yol açıcı telkinlerde bulununuz.
5) İnsanlarda ilaçlarla, ortamla, hipnozla veya spesifik tekniklerler farklı bilinç halleri (altered states of consciousness) oluşturunuz.
6) Farklı bilinç hallerinde veya kişide yeterli mayalanmayı oluşturunca bilinç dışına inerek, onu çeşitli motiflerle bombardıman ediniz. Bu motifler fikir, resim, müzik, sembol vb olabilir.
7) Bilinçte belirsiz bir bilinç hali ve yapısı oluşturduktan sonra kendi ideolojinizi ve kültün temel fikirlerini inşaa etmeye başlayınız.
8) Kişinin mantığına ve inanç sistemine kilitler koyunuz ve kişinin yeni inanç ve ideoloji sistemini sorgulamasını engelleyiniz. Eski inanç sistemini ve ideolojisini yargılamasını sağlayınız.
9) Kişinin temel psikolojik yapısını ve ihtiyaçlarını iyi tespit ediniz. Kültün ideolojisinin her yanını bu ihtiyaçlara yanıt verebilecek temel motiflerle örünüz.
10) Kişide obsesyon oluşturarak, sürekli bu konuyla zaman geçirmesini sağlayınız. Öyle ki kişi kültün bir müridi haline gelinceye dek psikolojik akardengesini bu ideallerle sağlasın.
11) Kişiye hiç bulamayacağı ve arayışı içinde olduğu yönleri sununuz, o kişide bu yönlere karşı bağımlılık oluşturunuz. Örneğin sevgi, dostluk, insani yardım, cinsellik.
12) Mümkünse kişide kültün bir elemanı olmakla tüm sistemi ve diğer yanlış sosyal yapıyı yıktığını, yeni psikolojik güçler kazandığını hissettiriniz.
13) Dili (özel bir dil ve jargon kullanarak) kontrol ediniz. Çünkü düşünmenin temeli dildir.
14) Bilimselliği ve mistisizmi aldatıcı bir biçimde kullanınız (Adnancılar bunun için verilebilecek en iyi tarikat veya kült örneğidir)
15) Cinselliği aşırı bir biçimde sınırsız kullanmayı sağlayarak libidoyu geliştiriniz ve libidinal tüm yapıları, haz prensibini, mükafatlandırma sistemini sınırsız bir biçimde kullanınız.
165 HOBO: Amerika’da evsiz sokaklarda, çöplüklerde yaşayan insanlara verilen isimdir. Resmi kayıtlara göre Amerika’da 2-2.5 milyon HOBO vardır. Ama gayri resmi rakamlar bu sayının 10 milyon civarında olduğunu iddia etmektedir. Amerika’da her şehirde, her sokakda Hobolara rastlarsınız. Çoğunun çekmekte olduğu bir arabası ve pek çok torbası mevcuttur. Hobolar ya dilenirler, ya da çöplüklerden beslenirler (Türkiye’deki sokak hayvanları gibi)! Bir Amerikalı için en korktuğu şeylerden birisi kendisinin veya bir yakının Hobo olmasıdır. Saddam savaşta ilaçlanmış bir durumda saç, sakal birbirine karışmış halde yakalanmış ve HOBO görüntüsüyle dünya basınına tanıtılmıştır.
ABD’nin Irak İşgalinde Kullandığı Psikolojik Savaş Yöntemlerine Örnekler
• Örnek 1: Saddam çok daha önce yakalandığı halde ilaçlanarak saçı sakalı birbirine karışmış halde yakalanmış süsü verildi. Bir Amerikalının en korktuğu şey bir HOBO165olmak yani evsiz sokakta yaşayan kişi olmaktır. Milyarder bir diktatör olan Saddam sefil halde bir HOBO olarak yakalandı. Bu da halkın ABD ordusuna güvenini arttırdı. Amerikagenelde görüntüler ve imajlar üzerinden bu yönde bir psikolojik savaş yapmaktadır.
• Örnek 2: Amerikan ordusu çocuk yüzlü kadınlar tarafından aşağılanan ve çırılçıplak soyunmuş erkeklerin resimlerini dağıttı. Irak kültüründe erkeklerin en korktuğu şey çırılçıplak kalmak ve bir kadın tarafından aşağılanmakmış, CIA’in araştırmalarına göre. CIA’in Türkiye ile aynı konuda bir çok saptaması varmış. Bu dev bir psikolojik savaştı.
• Örnek 3: Amerika halkına ve dünyaya savaşla ilgili çok yalan söyledi, bunlardan birisi Irak’ta hiç bir kimyasal silah olmadığı halde DERİN istihbaratın Irak’ta kimyasal venükleer silah olduğu bilgisini vermesi, bir başkası Amerikalı ölü sayısının çok düşük gösterilmesiydi. Daha sonra bu istihbaratların hepsi yalanlandı, bir ülkeyi işgal etmek çocuk oyuncağıymış gibi! Burda kendi halkına karşı psikolojik savaş yaptı.
• Örnek 4: Amerikan ekonomisinin çöküşe geçmesi ve doğal kaynaklara duyulan ihtiyaç nedeniyle neoconlar suni bir düşman yarattılar: El Kaide ve Usame Bin Laden. Böylece kendi yarattıkları terörizm düşmanı sayesinde her türlü faşist eylemlerini haklı çıkarabilir hale geldiler.11 Eylül’de 3000 vatandaşını ikiz kulelerde öldürdü!
• Örnek 5: Iraklı kadınlara Amerikalılar her yerde tecavüz ettiler, üstelik bunların resimlerini ve filmlerini çekip internete yaydılar. Iraklı müslüman kadınların namus veya kendilerine has tüm değerlerini yerle bir ettiler. Yüzbininin üzerinde sivili öldürmekle kalmadılar, binlerce Iraklıya işkence ettiler, binlerce Iraklı kadına tecavüz ettiler, sonra da utanmadan bunları her yerde yayınladılar. Demokrasiyi ve İnsan Haklarını savunan Batı ülkeleri hiç bir şey yapmadı, Batı basını hiç bir şey söyleyemedi. Tüm uluslararası yasalar, etik, ilkeler ve ahlak çiğnendi. Psikolojik savaş yapabilmek için, tüm toplumun vücudunun ve beyninin ırzına geçtiler.
• Örnek 6: Amerika’nın kurulma gününün kutlandığı 4 Temmuz 2003’te Süleymaniye’de Türk Özel Kuvvetleri gibi çok özel görevler yapabilen askerlerinin başına çuval geçirilmiş ve bu askerler, PKK militanlarının, Peşmergelerin ve Kürtlerin içinde dolaştırılmışlardır.Bu askerler isteselerdi ve bir iki Amerikan askerini yere indirselerdi, geri kalan Amerikalılar kaçardı. Çünkü Amerikalılar savaşamazlar, Irak’ta sadece teknolojik üstünlükle var olmaya çalışıyorlar. Halbuki Özel Kuvvet askerlerimiz hiç direnmemişlerdir. Böylece sadece kafalarına çuval geçirilen askerler, daha sonra serbest bırakılmalarına rağmen, bizim Kuzey Irak’taki tüm askeri stratejimiz ve hedeflerimiz bitmiştir; yani çuval tüm Türk Silahlı Kuvvetlerine ve Türkiye’ye geçirilmiştir. Kuzey Irak’ta Amerikan Ordusu, tüm Türklere, TSK’ya ve Özel Kuvvetlere karşı büyük bir Psikolojik Harp yapmıştır ve şu ana dek bu saldırıya cevap verilmemiştir.
MANÇURYA KOBAYI
(MANCHURIAN CANDIDATE-MANÇURYA ADAYI )
Mançurya kobayı Kore savaşından esinlenilmiş bir terimdir, ilk kez Çinlilerin beyin yıkama tekniklerinden esinlenerek konmuştur. Frank Sinatra’nın ünlü filmi ‘Manchurian Canditate’ isimli filminden sonra bu isim, pek çok CIA projesinde özellikle MK-ULTRA ve onun uzantıları olan MK-DELTA, MK-NAOMI, ARTICHOKE vb gibi projelerde detaylı olarak denenmiştir166. Mançurya kobayı teriminden hedeflenen robotlaştırılmış ve her istenileni yapabilen bireyler elde edebilmektir. Bu projenin başarıldığına dair en önemli kanıtlar JFK cinayeti, John LennonCinayeti, Jim Jones’un kurduğu Halkın Tapınağı kültünün toplu intiharı, CIA ajanı ve MK-Ultra projesinde görevli Frank Olson’un öldürülmesi ya da intihara sürüklenmesi veaydınlanmamış pek çok cinayettir.
Bu konuda Amerikayı sarsan ‘Trance Formation in America’ isimli kitap Türkçeye çevrilmiştir. Burada bir beyin kontrolü kölesinin nasıl Mançurya kobayı haline getirildiği anlatılmaktadır. Kitabın aslında gerçeklerden bahsetmediği ve nasıl bir psikolojik harp ve insanları etkilemek için CIA tarafından yazdırılmış bir pornografi kitabı olduğu ilerdeki çalışmalarda açıklanacaktır, eğer CIA tarafından yazdırılmamışsa, bu kitap tam bir deli saçmasıve hezeyanlı bir sabuklama ürünüdür! Kitaptan örnekler verelim167!
166 John Marks, ‘ Searching for Manchurian Candidate’, N.Y: Norton & Norton, 1979.
167 Kathy O’brien, Mark Philips, ‘Trance Formation in America, Baykuş İmparatorluğu’, Çev. Uğur Alkapar, İstanbul:: Aykırı Yayınları, 2002.
Anlatan Cathy O’brian:.
.....‘ MK – ULTRA Projesi travmaya dayalı zihin kontrolü altında, kendi özgür irademi, düşüncelerimi denetleme yeteneğimi kaybettim. Ne soru sormayı, ne çıkarsama yapmayı, ne de bilinçli olarak kavramayı becerebiliyordum; sadece bana söylenilenleri yapıyordum. Zihnimi ve sonuç olarak tüm davranışlarımı kontrol edenler, kendilerinin “uzaylı”, “şeytan” ve “tanrı” olduklarını iddia ediyorlardı.....Adım Cathleen (Cathy) Ann O’Brien. Muskegon, Michigan’da 12 Nisan 1957’de doğmuşum. Bu kitabı ABD Hükümeti’nin gizli, illegal ve anayasaya aykırı şekilde Yeni Dünya Düzeni’ni oluşturmak için kullandığı, az bilinen bir araçla ilgili bildiklerimi sunmak için hazırladım. Bu araç, davranış değiştirmenin çok ileri ve sofistike bir biçimidir ve genel olarak ZİHİN KONTROLÜ olarak bilinir.....MK – Ultra Projesinde çalışan hükümet araştırmacıları, MPD/ DID’in fotoğrafik hafıza gibi başka “süper insan” özelliklerine neden olduğunun biliyorlardı. MPD/DID’in görsel kesinliği normal bir insanınkinden 44 kat daha fazladır. Benim şaşırtıcı bir şekilde geliştirdiğim acı bilinci, artı hafızamın bölümlenmesi, askeri ve gizli operasyonlarda “gerekliydi”. Ayrıca, cinselliğim bebekliğimden beri ilkel bir şekilde bozulmuştu. Bu program, yaptıklarını, doktorların kişilik olarak adlandırdıkları hafız bölümlerinin derinliklerinde gizleyebileceklerini sanan sapık politika cılar için çok çekici ve yararlıydı.....Annemin en büyük kardeşi, Bob dayı Hava Kuvvetleri Haber alma Servisinde pilottu ve çoğunlukla Vatikan’a çalışmakla övünürdü. Bob dayı ayrıca ticari pornocuydu, arkası Mafya porno kralı ve ABD Temsilcisi Jerry Ford’a dayanan Michigan mafyası için çocuk pornoları hazırlıyordu. Bob dayımla, “arkadaşlarıyla” ve babamla ortak çalıştığı sapık işle baş edebilmek için daha fazla kişilik yarattım.....Bob amcam, babama odamı kırmızı, beyaz ve mavi renklerle boyamasına ve Amerikan bayraklarıyla donatmasına yardım etti. Mk- Ultra Projesi metodolojilerine uyarak aklımı karıştırmasına yardımcı oldu. Masal konuları gerçekle hayal dünyasını karıştırmam için kullanılıyordu, özellikle gelecekteki programlama için taban oluşturacak Dısney öyküleri ve Oz Büyücüsü’nü okutuyorlardı.....Pornografi için kişiliklerim, hayvan pornoları için bir kişiliğim, ensest için bir kişiliğim, annemin korkunç psikolojik tacizine karşı durabilmek için bir kişiliğim, fahişelik için bir kişiliğim vardı.....Batı Virginia’dan Demokrat ABD Senatörü Robert Byrd’a tahsis edilmemden sonra katılmak zorunda kaldığım pornografi, sado- mazoşizmin işkencelerine dönüşmüştü. Babamla annem işbirliği içerisinde her gün “ruhumu parçalamaya” çalışıyorlar, özgüvenimden geriyekalanları yok ediyorlar, onurumu kırıyorlar ve böylece benim özgür irade ihtiyacımı silmiş oluyorlardı. Rüyalarımın gerçek olduğunu ve gerçeklerin rüya olduklarını, siyanın beyaz, yukarının aşağı demek olduğunu öğrettiler/ şartlandırdılar. Her gece duyduğum, “İyi geceler, iyi uykular, rüyanda annenle babanı gör” sözleriydi. Bu, zihnimin gece yarısı olan ensestin “sadece kötü bir rüya” olduğuna inanması için bile bile karıştırılmasıydı.....Birlikte olduğum kisiler Dick Cheeney, Gerald Ford, Ronald Reagen, Bill Clinton veMichael Aquino ve diğer senatörlerdi.
.
CİNSELLİĞİN PSİKOLOJİK SAVAŞ
AMACIYLA KULLANILMASI:
Cinsellik psikolojik savaş ve beyin yıkama hedefiyle kullanılabilen belki de en güçlü motivasyonlardan veya en etkili silahlardan birisidir. Yukarıda Cathy O’brien’in nasıl çok açık saçık bir dille kendine yapıldığını iddia ettiği olayları anlattığını görmekteyiz. Kitabı okuduğunuzda zaten, bu yapılanların imkansızlığı tüm haliyle gözler önüne serilmektedir.
Cinselliğin pek çok biçimi ve uygulaması aslında psikolojik savaş amacıyla kullanılabilir. Bunların başında insanların temel ihtiyaçlarının veya temel motivasyonlarının bilinmesi gereklidir. Örneğin aşağıdaki resimler Almanlar tarafından 2. Dünya savaşında hazırlanmış ve uçakla Amerikan askerlerinin üzerine morallerini bozmak için atılmış resimlerdir. Bu resimler etkili de olmuşlardır.
En önemli psikolojik savaş etmenlerinden birisi insanlara bir konuda yanlış bir bilgi vermek, kişileri gerçek olmayan bir olguya inandırmaktır (bkz. EK-3’teki Zihin Kontrolü ile ilgili distorsiyona uğratılmış ve uydurma bilgiler). Bu etki cinsellikte de kullanılabilir.
Toplumun cinsel eğilimleri, değerleri de çok önemlidir. Örneğin Müslüman Iraklı bir kadının tecavüz edilme resimlerini tüm halk arasında dağıtırsanız veya internette yayarsanız, direnişçi erkeklerin ve onlara yardım eden kadınların morallerini çok bozmuş olursunuz. Çok güçlü bir düşman kazanırsınız, ama Amerika da zaten bunu istemektedir ve düşman kazanmaktan korkmamaktadır. Amerikalılar yarın bir gün Türkiye’yi ve İran’ı işgal ettiklerinde (eğer edebilirlerse!) Türk ve İranlı erkekleri de çırıpçıplak soyup, işkence yapacaklar; Türk kadınlarına tecavüz edip, bu resimleri tüm dünyada dolaştıracaklardır. Özellikle Amerikalılar veİsrailliler, Türklere karşı çok sinsi ve yıkıcı planlar yapmaktadırlar; bu planlar bir savaş ortamında vahşete ve barbarlığın en doruk noktasına dönüşecektir!
Özellikle de Türk kadınları bir işgal durumunda kendilerini Amerikalı serseri-sapık askerlerin sapık fantezilerini tatmin etmeye hazırlamalıdırlar. Aynı Salon Kitty filminde olduğu gibi İstanbul olası bir savaşla (veya iç-savaşla) işgal edildiğinde ya da ekonomik olarak işgal edildiğinde Tayland veya Hong Kong gibi dev bir geneleve dönüşme ihtimalinin olduğunu akıllarından çıkarmamalıdırlar. Bağdat caddesinde , Nişantaşında, Leventte, Ataköy’de LAY- LAY-LOM bir yaşantı geçirip, beller, memeler açık dolaşan ve ulusalcılarla alay eden sosyete yosmaları, Türkiye’nin maruz kalacağı ilk işgalde bugünkü yaşantılarını sağlayabilecekleri tek yolun işgal kuvvetlerinin altına yatmak olduğunu bilmelidirler. Bir işgal olmaması durumunda bile Haydarpaşa Port, Selimiye’nin 5 yıldızlı otel yapılması, Galata Port, Haliç Port projeleriİstanbul’u Hong Kong gibi bir serbest bölgeye dönüştürmeyi hedeflemektedir. İstanbul’daki bu serbest bölge uyuşturucu ve fuhuşun hakim olacağı ve küresel elitin her türlü sapkınlıklarını tatmin edeceği bir mekan haline gelecektir. Gerek Selimiye’yi, gerek Haydarpaşa Lisesini, gerekse İstanbul Üniversitesi merkez binayı birer 5 yıldızlı otele dönüştürerek, Ortadoğu’nun fuhuş, kumar ve uyuşturucu merkezi haline getirmek isteyenler (yönetici, politikacı veya rektör) atalarının kanıyla sulanmış bu toprakları düşmana (Amerikalı’ya, Avrupalı’ya, Rum’a veya Kürtçülere) satmanın cezasının kendi kanlarının da dökülmesi olduğunu bilmelidirler!
Tekrar cinselliğin psikolojik savaş amacıyla kullanlmasına dönersek, cinselliği kullanarak veya bir film içinde cinsel temalar işleyerek başka fikirlerle bu temaları özdeşleştirip çok kolay insan beyinlerini etkileyebilirsiniz. Mesala bu olguya reklamlarda çok rastlamaktayız. Reklamlar da birer psikolojik savaş öğesidir. Bunun için şunları bilmeniz gereklidir:
.Toplumun ihtiyaçları.Hitap ettiğiniz bireylerin ihtiyaçları ve cinsellik konusundaki zayıflıkları..Toplumun veya kişilerin değer yargıları..Toplumun veya kişilerin ruhsal yapılarında tepki veya sinirlenme veya bir uyarı oluşturabilecek herhangi bir etkinin saptanabilmesi..Toplumun veya kişilerin cinsellikle ilgili bazı konularda şartlandırılmaları ve buna yönelikolarak istenilen etki-tepkinin elde edilmesi.
Cinsellik eğer istenirse psikolojik harp için çok güçlü olarak kullanılabiilir, çünkü insan beyni cinsellikle ilgili pek çok uyarana yanıt vermeye eğitilmiş ve ona göre programlanmıştır. Bu uyaranlar çok etkili olabildiği gibi, insanları çok kolay şartlandırmaya veya beyin yıkamaya da yönelik olabilir. Hollywood bu konuda güzel kadınları ve yakışıklı erkekleri kullanmıştır. Hollywood ile Yahudi lobisi ve CFR, Pentagon, NSA ve CIA içiçe çalışırlar. Matriks, Armageddon, Yüzüklerin Efendisi, Harry Potter gibi filmlerin hepsinin farklı ve 10-15 yıllık bir amaca yönelik çekilme nedenleri vardır. Bu filmlerin haricinde Teksas, Tommiks, Tom Braks, Red Kit, Harry Potter vb. gibi çocukların okuduğu ve onların beyinlerini şekilleyen çizgi romanlar bile incelendiğinde arkasında MOCKINGBIRD, MONARCH veya MK-ULTRA gibi ince nüanslara sahip bazı gizli Derin Devlet projeleri çıkacaktır!
Cinselliğin psikolojik harp maksadıyla kullanılmasının örnekleri çok fazladır. En iyi istihbarat elemanlarının fahişeler olduğunu Bizanslılar çok iyi bildikleri için cinselliği hem espionaj, hem de psikolojik harp için kullandılar. Çinliler ve Japonlar da kadınları cinsellik konusunda eğitip yüzyıllarca savaş, psikolojik harp ve espionaj için kullandılar. Daha sonra Ruslar ve Avrupalılar da cinselliği çok iyi kullanabilen Mata Hari’ler yarattılar. Espionaj, Sekspionaja dönüşürken, pek çok kadın ajan, cinselliğin farklı yönleri için Hollanda’daki veya Almanya’daki lüks randevü evlerinde pek çok şey öğrendiler. Almanlar özellikle 2. Dünya Savaşında cinselliği propaganda, casusluk ve psikolojik harp için çok yaygın kullandılar. SS’ler kendi iç istihbarat birimlerini kurarlarken özellikle yeni randevü evleri ve genelevler açıp, içeriye tecrübeli ajan kadınları yerleştirdiler. ‘Salon Kitty’ isimli film böyle bir eğitimi anlatmaktadır. Cinselliği insan haraları ve insan üretme çiftlikleri kurarak da ideolojinin bir savaş aleti haline getiren Nazilerden, bu konuyu gerek Paperclip projesi, gerekse Paperclip’in devamı olan MK-Ultra, MK-Naomi ve Monarch ile CIA ve Amerikalılar devraldılar. Müslüman kültürler kadınlara yaklaşımları yüzünden cinselliği ve kadınları bir espionaj veya sekspionaj aracı olarak kullanmadılar, fakat bu müslüman kültürlerden gelen kişiler her zaman tuzağa düşebilecek birer kurbandılar....
Cinsellik halen psikolojik savaş, kara propaganda, bilgi toplama, espionaj amaçlarıyla başarıyla kullanılan güçlü bir gizli örgüt silahıdır. Bu konuda Derin Devletlerin Gizli Projeleri devam etmektedir. Cinselliğin boyutlarının ve temel niteliklerinin araştırılması gereklidir!
-EK-1-
İBDA-C VE İHSAN GÜVEN
Aşağıda İhsan Güven’in internet sitesinde yazdıkları yer almaktadır. Dikkatlice okunursa, İBDA-C’nin iddialarının aksine, İhsan Güven ne Amerikancıdır, ne de İsrail uşağıdır! Aksine hem makalelerinde, hem de yazdığı mektuplarda Amerikan emperyalizmi karşıtı, İsrail ve Siyonizm karşıtıdır, Türkiye’nin özerkliğini ve bağımsızlığını savunmaktadır. İzleyeceğiniz üzere İhsan Güven’e İBDA-C tarafından yakıştırılan tüm sıfatlar İhsan Güven’in kendi ifadeleri tarafından çürütülmektedir. İhsan Güven’in sitesi en az 4 yıldır aktiftir ve her arama motoruyla ulaşılabilmektedir, yani internet konusunda tecrübeli tüm İBDA-Cmilitanları bu siteye ulaşabilirler; bir soruları varsa bunu İhsan Güven’e iletebilirlerdi. Fakat böyle yapmamışlar, 82 yaşındaki yaşlı insanın beynine birileri bir kurşun sıkmıştır ve bu cinayeti de İBDA-Cüstlenmiştir, cinayeti İBDA-C’nin işlediği şüphelidir; bu cinayet aslında Türkiye’de petrolü ve şeriatçıların mali kaynaklarının kökenlerini araştıranlara verilen bir mesajdır; aynı Necip Hablemitoğlu cinayeti gibi. Türkiye’de petrolün varlığını araştırmakta olan İhsan Güven’in öldürülmesi kimin işine gelirdi, Amerika ve İsrailin mi, İslamcıları teröristlerin mi, yoksa bu ülkeyi sevenlerin mi? İhsan Güven’i öldüren yabancı DERİN DEVLETLERİN Türkiye’deki uzantıları, bazılarına bazı mesajlar vermek istemektedirler: MesajŞudur:
‘ Türkiye’deki Petrolü Kuzey Kurdistan ve Büyük İsrail kurulduktan sonra biz çıkaracağız! Aman ha! Türkler buradaki petrole elini sürmesin!
İki farklı kutupun temel düşüncelerini ortaya koyan bu yazıları okuyunuz. Yeraltı mühendisi ve istihkamcı bir emekli binbaşının TELEGRAM isimli meçhul bir aleti Genelkurmay’dan idare edip, Salih Mirzabeyoğlu’nu veya diğer insanları uzaktan telepati veya elektromanyetik dalgalarla Atatürkçü yapmak istemesi de İBDA-C tarafından veya konuyu İBDA-C’ye mal etmek isteyenler tarafından atılan komik bir iddiadır; İhsan Güven’in böyle bir şeye ne ihtiyacı vardır, ne de zamanı, ne de bu konulardan anlardı!İhsan Güven’i öldürmek için kılıf hazırlanmıştır. Cinayeti İBDA-C’nin işlediği konusunda da soru işaretleri vardır! Bunu yapanlar da büyük olasılıkla yabancı istihbarat örgütleridir ve bu örgütlerin pek çok kolu hem Türk teşkilatlarında, hem de şeriatçı ölüm hücrelerinde mevcuttur. Bu cinayetler zinciri yabancı DERİN DEVLETLERİN Türkiye’deki uzantılarının birer örtülü (kovert) operasyonudur ! Atatürkçü Düşünce Derneği kurucusu Muammer Aksoy da petrol konusunu İhsan Güven ile birlikte araştırıyordu, 1991 yılında öldürüldü.
İBDA-C TARAFINDAN ÖLDÜRÜLDÜĞÜ İDDİA EDİLEN İHSAN GÜVEN NE SÖYLEMEKTEYDİ ? 168
İHSAN GÜVEN (Em. İs. Kd. Bnb., Amme İdarecisi (Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü, İnş. Müh. (İTÜ), Hidrojeolog (İTÜ - Yer altı Suyu Doktoru, 60 ihtilalinde üst seviyede görevli)
168 http://www.gercek.biz/petrol/cevap/sonsoz.htm sitesinde alınmıştır. Bu site Ocak 2005 tarihinde aktifti, daha nekadar aktif kalacağı bilinmemektedir. Lütfen Amerikan uşağı ve Yahudilerle işbirliği içinde olduğu iddia edilen İhsan Güven’in yazılarından ne kadar Anti-Amerikan ve İsrail karşıtı olduğunu anlayınız.
1) ÖNSÖZ
Petrol=para=dünya hakimiyetidir. Bugünkü dünya hakimiyeti, dünya petrolünün bir kısmına sahip, merkezi Amerika’da olan Elit (Allahoğulları)dır. Allahoğlu Elitin New York’taki Federal Reserve Bankası paranın yani Allahın gücünü taşımaktadır. Yine bilindiği gibi Amerika’nın Merkez Bankası yoktur. Dünya Bankası, bir kolu olup, diğer kolu da Dünya Ticaret Örgütüdür. Elit yüz senedir Siyon Protokolü olan hedef programı tatbik etmekte, böylece milletlerin varlıklarına ekonomik olarak sahip olmakta ve ulus devleti çökertmektedir.Bugüne kadar çöken millet kabaca 90 dır. Bunların içinde Rusya ve Asrın şampiyonu sayılan Japonya da vardır. En mühimi Amerika’dır. Amerika’da yoksulluk sınırı altında %31 kişi vardır. Buna ait sayısız belge ve yazı mevcuttur.
Türkiye’nin esas olarak petrolüne ve boruna sahip olmak suretiyle yapılan plan ulus devlet olarak yok olmasını sağlama yolunda adımlar atılmıştır. Son bankalar ve borsa olayındaki batmalar ile 20-25 milyar dolar kaybetmiş, adeta borç dilenmek durumuna gelmiş bulunmaktayız. Dilendiğimiz parayı ise iç ve dış sömürücü soygunculara kaptırıp halen 5-6 milyar dolar için, dünya çapında yalvarmak felaketiyle karşı karşıya kaldık. Çok basit çarelerini müteaddit defa her yetkiliye en ağır şekilde bildirdik. Yetkili Devlet sözde tatbik ettiği Ulusal Programı ile devleti batırmış durumdadır. Buna hiç kimse hesap sormamaktadır. Hesabın hükümete ve bunun başına sorulması gerekmez mi? Bir şirket batsa, kanun şirketin başını mesul tutmaz mı? Basit gereği her türlü medyatik uyutma ile gözden kaçırılmak istenmektedir.
Dışarıdan getirilen Elit kökenli bir kişiye kurtarma programı yaptırılıp, tatbikine başlanmışdır. Esasında, ulus devleti elite teslim edecek bu programın mesulü kim olacaktır? Fiyasko neticesinde bir nevi köleleşecek, durumdan mesul baştaki hükümet ve başkanı olmayacak mıdır?
Her türlü irtica ve izmler, ırkçılık düşüncesinden tamamen uzaklaşarak bilimsel akılla bu işi yapacak Yüce Türkiyemizde en az yüz kişi yoksa, var da iş başına getirilmemişse, kahrolmamak elde midir?
Bu anlatımın doğruluğunu ispatlayacak çok özet belgeler ektedir. İstenirse her türlü kitaplar dolusu bilgiyi özetleyerek sunmak imkanımızdadır.
Saygılarımızla,
İhsan Güven
2.“TÜRKİYE’DE PETROL YOKTUR” DİYENLERE CEVAP
Biraz vicdanı ve bilgisi olan yetkili kişilerin kendi ifadelerinden de anlaşıldığı gibi, Türkiye’de petrol arama ve bulma faaliyetlerinden Atatürk evladı olmaya layık olmayan Elit’in emrindeki kişiler kendi belgeli ifadelerine göre hantal araştırma grubu yerine yeni tekniğe göre (uydu araştırmasız doğru dürüst petrol bulunmaz) çalışıp sondaj yeri tesbit etmiş olsaydılar,derine inen sondaj makinası temin edip- en yakın memleketlerde bile her yıl açılan binlerce kuyuya rağmen- senede hiç olmazsa 10 delik delmiş olsalardı da yine kendi ifadelerine göre her ikisondajdan bir tanesinde petrol bulsalardı , yine yetkililer bunlar için her şeye rağmen yeterli ödenek temin etselerdi de Elit’in “petrol yoktur” uyutma planını emir saymayıp uydularla arama yapıp, derin sondaj yapıp derinde olan ana petrolümüzü (5.500-6.000 metrede ) petrol denizinden (yani çok petrol demek) yerden çıkarsalardı Elit’in tatbik ettiği köleleştirme belasından kurtulmamız imkanı olacaktı. UYANALIM!
Türkiye’deki “petrol denizi” deyimi 5.500-6.000 m derinlikteki petrolü uydu araştırması yapmadan ve kapasitesi müsait sondaj aleti olmadan bulamadığımızdan doğal olarak yok denmektedir. Varlığı ve yokluğu TPAO tarafından gizlenmekte olan ve Antalya’da 6.000 metreye inildiği iddiası hiçbir bilimsel veya resmi belgede yer almamıştır. BP Doğu Karadeniz’de Hazar Denizi Havzası etkisinde 2 adet 6-8 bin metreye inecek petrol arama sondajına başlıyacağı hususu petrolün varlığına kesin cevap değil midir?
Bugün hızla en az yanlışla en ekonomik olarak petrol bulmanın uydu araştırmasıyla mümkün olduğu açıktır. Bunu görmemek bilgisizlik , kötü maksat, gaflet ve delalettir.Denebilir ki uydulara verecek teknik bilgimiz ve paramız yoktur. Hiç olmazsa varlığından haberdar olmamız Atatürk evladı olmanın gereği değil mi?
Bunun ardından jeofizik araştırmalara yeni aletlerle ve yeni tekniklerle ve bilhassa RADAR ile hızlı çalışmamız şart değil midir? Böylece bilgisizlik ve aletsizlik ve vatan ihaneti dolayısıyla yapılacak bütçeye yükleyeceği büyük masrafları engellemek görev değil midir? Böyle yapanların Atatürk evladı olduklarından şüphelenmemek mümkün mü?
Jeolog , Jeofizikçi, petrol mühendisi, maden mühendisi gibi zahmetli ve zor tahsillerde yetişmiş teknik elemanların kısır imkan ve döngü ile ilerlemesini önlemek en azından görev bilinci ve vatanseverlikle bağdaşır mı? Bunları yetiştirmiş olanlar bu devamlı idareler değil mi?
TPAO’nun elinde sözde birkaç özel bilgisayarla yenilenmiş denen üniteleri gülünçtür. Türkiye’de İTÜ, Gebze TÜBİTAK’daki ünite, Ankara Ortadoğu Üniversitesi, Uzay Teknoloji Ünitesi, resim, topografya, klimatoloji gibi işlemler dışında petrol arama yapamamaktadırlar. Bu durumda petrol araması eski jeofizik (sismik, gravite, manyetik gibi) metodlarla eski aletlerle yapılmaktadır. Bu şekilde petrol bulunması şansadır bu şans da bize vurmaz. İmkanın azlığı doğaldır. Türkiye’de petrol en ileri uzay teknolojisiyle aranmamaktadır. Doğaldır ki “Türkiye’de petrol yok demek” Elit’in köleleştirici devletine bir gaflet ve hainlik hüviyetindedir.
Dünya petrollerinin mevcut olanının bir çoğuna hakim olan Federal Reserve’in sahibi Elit “yok” dedirtmeyi esas almış,medya ve yetkililerden bazılarını bu konuda muhtelif menfaatlerle uyutmuş ve uyutmakta ve hiç yok pahasına Ortadoğu, Kafkas, Avrasya bölgesinde esas kilit memleket olan yurdumuz Türkiye’yi köleleştirme planına göre yani haraç-mezat köleleştirerek hedefine varacağı bilincinde icraat yapmakta maalesef Türkiye’deki yerli işbirlikçiler de vatan evlatlığını silercesine bunu yapmış ve yapmakta ise de biz vatan evlatları var. Asla böyle olmayacaktır. Türkiye’de petrol arama sahalarını çok düşük bedelle yabancılara kiralayan ve yıllarca petrol aramasını adeta yapmayarak derin uykuya sokan yurdumuzun bazı hainlerine ne demeli? Bugüne kadar bulunmuş petrol adeta haince engellemelere rağmen bulunmuştur. Hani yoktu?
1973 senesine kadar yani Arap-İsrail harbine kadar maksimum 3 dolar seviyesindeyken dolayısıyla arama ve çıkarma için yapılacak masraf yer yer devletin güvenliğine (devletin güvenliği ana fikri hariç) dıştan alımla dahi yanlış olmakla birlikte haklı görülür imajdaydı. Peki diğer krizlerde fiyat 40 dolara çıkmıştı. Peki bu durumda bu hain işbirlikçilerin uyanmamasına ne demeli?
Ayrıca çok mühim olan mevcut dosyada belirtilen bilimsel veri ve belgelere göre derindeki petrolün bolluğu ve varlığı , bu hususta basit kültürü olanın dahi anlayacağı kadar açıktır. Basit bilimsel mantık ve bilgiyle ekteki donelere göre petrolün varlığı açıkça ispatlanır. Yine ekteki Türkiye’nin jeolojik oluşumuna ait geniş izahat da petrolün varlığına en mühim delildir. Hainlerin felaketimiz olacak köleleştirme işine verdiği ve bayram ettiği “ petrol yok, açlığa muhtaçsınız” cevabı bilerek veya bilmeyerek hainliktir.
Her iş bitmiş gibi Irak Kürdistan bölgesindeki varolup da yok sayılan bölgede petrol çıkarmak için medyada okuduğumuz gibi sondaj kuyusu açma müdahalesi yaptığı söylenen TPAO’nun böyle durumu kesin ise, buna verilecek her türlü sıfat az olup bunları hukuka teslim etmek Atatürk evlatlarının görevi değil midir? (Ekteki medya bilgisine göre)
Peki tarihinin en borçlu ve zor dönemini yaşayan TPAO’nun kara para aklayıcıları ve vergi kaçakçılarının üssü Jersey adalarında kurmuş olduğu yan şirketi TPIC adıyla bir sürü taahhütlere girerek yurt dışında 550 milyon dolar batırmasına, Irak ile sınır mazot ticaretindeki yolsuzluğu örgütlemesine ne demeli!
ÇARE : Yüceler Yücesi Atatürk’ümüzün yarattığı ulus devletin evlatları olma mecburiyeti dolayısıyla , neyapıp yapıp uydu ve son tekniklerle göstermelik olmayarak beş-altı bin metreye inebilecek sondaj makineleriyle çalışmamız, vicdani mecburiyetimiz ve kesin şartımızdır. Aksi halde Elit bizi tamamıyle köleleştirmiş olacaktır. Yüce Atatürk’ümüzün emirleri içinde gereğini yapmamız yaşam ve şeref şartımızdır.
3. TÜRKİYE’DE PETROLÜN VARLIĞINI GÖSTEREN ÖZET BİLGİLER
Son zamanlarda modern tetkiklerle yapılan özellikle jeolojik, jeofizik, jeokimyasal ve jeobotanik bilimsel çalışmalar sayesinde günümüzün allahı olan paranın eşdeğeri petrolün oluşumu, göçü, tesbiti vb konulardaki bir çok soru işareti yanıtlanmaktadır. Bizim burada üzerinde durduğumuz konu, Yüceler Yücesi Atatürk’ün yarattığı Türkiye Cumhuriyeti Ulus Devleti’nin sayısız belgelerle ortaya koyduğumuz şekilde Elit tarafından batırılışına karşı tek ve acil kurtuluş olan petrolüne sahip çıkarak bir an önce çıkarmasıdır. Bu hazırladığımız bilimsel ve belgesel dosyalarda petrolün Türkiye’deki varlığı bilimsel bir temel üzerinde irdelenmiş, detaylar eklerde sunulmuştur. (.....burada kesildi ....)
Türkiye’nin ve kıtaların teşekkülü de yine resimlerle gösterilmiştir. Kıtaların oluşumunda yapılmış araştırmalarda, bilhassa kıtaların teşekkülünde Türkiye’nin ve Asya’nın bulunduğu bölgede Türkiye’nin teşekkülünün başlaması Türkiye’nin belirli hale gelmesi 20 milyon sene evvel. Diğer zaman birimlerindeki gelişimi de yine resimlerle gösterilmiştir. Arkeo Atlas dergisinin çıkardığı renkli posterde son devirler daha net olarak gözüküyor. Böylece Türkiye demek denizlerin içinden Tetyan denizinden ortaya çıkmış bir kara parçası. Yani denizel. Yani 60 milyondan 20 milyon seneye kadar teşekkül etmiş. Yani 40 milyon senede kabaca teşekkül etmiş. Türkiye’nin detayı böylece onun jeolojisini de kabaca gözden geçirecek belgeler, şema ve resimler ilişikte gösterilmiştir.
Dünyada kıtaların oluşumu özetle tetkik edildiği, bu arada dünyanın varlığının 4.5 milyar yıl önce başladığı kabul edilmektedir. Ancak prekambriyeni bilmiyoruz. O dönemde canlılar var. İnsanın teşekkülü 1.5 milyon yıl evvel.
Dünyadaki kıtaların teşekkülüne ait istenirse ilave harita ve belgeler eklenebilir.Birincisi Türkiye’nin teşekkülüne ait,kıtaları ve zamanları gösteren genel hatlarıyla Türkiye’nin faylarını da gösteren bir harita. Zamanı daha iyi gösteriyor.
Türkiye ve çevresinin Post-miyosen plaka geometrisi tipik bir şeydir. Buradaki kırıklar ve birbirine bindirmelerana hatlarıyla belirtiliyor. Hazar Denizi civarındaki kırıkların da başlangıçları daha net olarak belirmektedir. Petrol bulunan sahalar. Bu harita Türkiye’nin petrol ve jeolojisine ait çok anlamlı ve net bir belgedir.
Hazar Bölgesindeki ana tektonik elemanları gösteren haritada bizim için en önemli olan Türkiye net olarak gösterilmiş, Hazar bölgesi olarak kabul etmemiştir. İki büyük fay , Türkiye’nin Hazar Denizi’nin güneyinde ta Himalayalardan gelen Alp Himalaya sütürü , bir de arkasında altında Afrika kıtasına Arap kıtasının bindirmesinin hududunda olan fayın gelişi vardır. Bu fay, İskenderun Körfezinden, Kıbrıs güneyinden üstü sıkıştırıyor. Bu arada en çok sıkışan bölgelerden biri Hazardır. Hemen yanındaki. bindirme zonları Doğu Anadolu kompleksi. Bunları tetkik ettiğimiz zaman Türkiye’nin kıvrımlar bakımından, kırıklar bakımından bir petrol bölgesinin en belirgin özelliklerinden burnunun dibinde Irak ve Suriye gibi , EAAC (Doğu Anadolu kompleksi) nin Arap levhasının Irak hattının üstündeyani petrol hattının üstünde olduğunu görürüz. Bu fayları gösteren deprem haritası da önemlidir.
Ayrıca, en mühim olarak Hazar bölgesinde mavi ile gözüken, koyu mavi ile gözüken okyanusun kendi kabuğu yani sonradan teşekkül eden araziler değil okyanusun kendi kabuğunun ortaya çıkışı bol petrol sahası olarak Güney Hazarı belirliyor. Aynı havzaya dikkat ediyoruz Karadenizde iki tane var. Doğu ve Batı Karadeniz’de. Karadenizin bütün hepsi bilhassa derin gözüken yerde iki tane morluk da Hazar Denizindeki petrol olasılıklarını gösterir belgeler gibi gözükmektedir. Bu da petrolün kesin işaretleridir. Nitekim Karadenizx’de 6-8.000 de 2 kuyuaçmaya başlaması 6-8 bin metre derinlikte dahi petrol bulunduğunun ispatıdır. Yoktur diyenlerin gözüne direktir.(...burada bir bölüm kesildi...)
Amerikan Jeoloji Enstitüsü’nün bir belgesinde küresel ilgi alanları: Rusya ve Türkiye, Arap yarımadası olarak gösterilmiş.4 yıldız var. Dört yıldızdan iki tanesi bizim tarafta.
Türkiye’de Petrol varlığına ait Uluslar arası Enerji Ajansı’nın belgesi. Nitekim Hakkari’deki petrol varlığını arkadaşımız Sancar Saracoğlu’nun resimleriyle Hakkari civarında Shell tarafından açılmış, kapatılmış ve vanasında kapalı bekleyen kuyuda petrol varlığını da gazetelere beyan etmiştik.
Albrunt adlı bir kişi tarafından yapılmış ınternetten alınmış makalede dünyadaki potansiyel petrol havzalarını gösteriyor. Burada Türkiye de var. Doğal gaz varlığı da gösteriliyor. Bu iki belge de ayrıca bütün dünyada yayınlanmış iki belgedir. Aynı bilimsel makaleden alınmış iki tane daha şematik resimde gösterilen Dünyada şu anda mevcut havzalar ve potansiyele göre Türkiye iyice araştırılmış değil. Uyduyla araştırılmış. Varolduğu tespit edilmiş ama daha çok halka yayılmamış.
Ermenistan için hazırlanmış Türkiye’nin doğu, kuzey doğu kısmını bilhassa ele alan Hazar Denizi’ni de gösteren bir faylar, kırıklar haritasında ise deprem bölgesine göre, yani sismik metod gibi kabul edilmiş çizilmiş tipik bir harita. Yani faylar hattı Türkiye’mizi de içine almaktadır ve bize petrolün burnumuzun dibindeki kuzey petrollerinden bile haberimiz olmadığını beyan etmektedir. İrdelenmesi istenir.
TPAO’nun ve BP’nin ortak yaptığı Karadeniz ve Doğu Karadeniz kıyılarımızdaki petrol çalışmalarını ve neticelerini gösteren resimler de petrol varlığını gösteren işarettir.
Yabancı petrol şirketlerinin Türkiye’de araştırma yaptığı yerler. Bu bölgeler Batı’nın ve araştırma yaptığı tarihleri belli olan bu belgeler ortaya dökülüp kasaya konmayıp memleketin diğer bilim adamlarına gösterilse bunlardan zarar mı edilir kar mı? Boş şeyler değil. Böyle bir listenin varlığından gizli olarak ancak Batı’dan neşriyat yapıldığında haber alıyoruz. Sözüm ona çok gizli tutuyorlar.
Kırmızı hat anlaşması dünyanın en zengin petrol yataklarının bulunduğu devre 1928 senesinde Türkiye bütün olarak petrol alanı içinde gösterilmiş. Bundan da uyanmayacak mıyız?
4. MEDYA BİLGİSİNE GÖRE TÜRKİYE’DEKİ PETROL VE DOĞALGAZ KAYNAKLARI (İhsan Güven’in sunduğu medya bilgilerinin sadece onda birini verebiliyoruz)
Türkiye Cumhuriyeti’nden başlayıp Ürdün’e , Suriye’ye oradan da Suudi Arabistan’ın Güney ucuna kadar uzanan bölgeler , ileri gelen bütün petrol uzmanlarınca “dünyanın en verimli petrol bölgeleri” olarak nitelendirlmektedir ve üç yıl süren görüşmelerden sonra bu bölgede sadece adı daha sonra Irak Petrol Şirkewtieti’ne değişecek Türk Petrol Şirketinin (%20 Exxonmobil, %50 BP, %25 Shell, %5 Kalust Gülbenkyan’a aitti) arama hakkına sahip olması konusunda 1928 yılında anlaşmaya varıldı. İran’la Kuveyt’in dışında başta Türkiye olmak üzere bütün Ortadoğu’yu içine alan petrol tarihinin en büyük anlaşması gerçekleşmişti. Bu pay etmeye Kırmızı Hat Anlaşması denir. (Petrol Oyunu, Anthony Sampson, Altın Kitaplar yayınevi, s.88)
Doğu Anadolu Bölgesi’nde bilinmeyen bir takım rezervler olduğu açık. O zamanki idarecilerindüşüncesini söylüyorum, ancak tamamen bakir olan ülkemizin bu parçasını aramalara kapalı olarak deklareetmelerinin sebebi, buradaki rezervlerin ileriki nesillere bırakılması... Ve burada hiçbir ciddi arama faaliyeti yapılmadığı gibi MTA ile TPAO’nun yaptığı Erzurum civarındaki birkaç aramadan ibaret kaldı bütün hadise.(Sayer, Oyman, Dünya-Enerji, Yıl:1, sayı:1, Eylül 2001)
Irak sınırında Irak’taki Maşruk sahasının üstünde, tam harpten evvel Cudi dağı etekleri ile Irak sınırı arasında jeofizik etüd yapmıştık. İlk bir resif tespit ettik, aşağı yukarı 2.5 milyarlık resif. Bu resif denilen hadiseaynen Irak’taki karakteristiği gösteriyor, aramızda 30 km mesafe var, fakat terör sebebiyle , finansman gelmemesi sebebiyle bu kuyuyu açamadık. Bu da sahalardan bir tanesidir. (Oyman Sayer, Dünya-Enerji Dergisi, Sayı:1)
1925 yılında Fransız istihbaratçılarınca yazılmış ve Dışişleri Bakanlığı’na gönderilmiş raporda şu satırlara yer verilmiştir: “İngiliz himayesinde bağımsız bir Kürdistan oluşturulmasının doğal sonucu Cizre’nin Irak’a katılması,yani İngilizler’in petrol nedeniyle bizden almak istedikleri Fırat ve Dicle arasındaki Yukarı Mezopotamya’nınilhakı demektir. Bağımsız Kürdistan, aynı zamanda İngiltere’nin İran’ın batısındaki kesime egemen olmasını sağlayacaktır.” (Paksoy, A. Kadir,” tarih Tarih Diye..” ,Yeniden Müdafa-i Hukuk Dergisi, Nisan 2002, Sayı:43, s44-46)
Türk resmi petrol şirketinin, Kuzey Irak petrol şirketi ile yaptığı anlaşma gereğince 20 sondaj kuyusuaçmayı planladığını, Genel Müdür yardımcısı Mete Gürel açıkladı. Sondaj, ülkenin Kuzey Doğusunda yapılacak. Gürel, kendisiyle yapılan söyleşide bunun diğer bir çok anlaşma için başlangıç olacağını söyledi. Bu işten ne kadar para alacaklarını söylemekten kaçınan Gürel’in bu açıklamasına KDP sözcüsünden yorum gelmedi. Bu arada bir Amerikan heyeti her iki Kürt grubuyla temaslarını sürdürmektedir. (The New York Tımes , 14 Aralık 2001)(www.puk.org)
Türkiye’de İç Anadolu baseni de var. Çok mühim bir basen. Gaz ve petrol emareleri var... 20 küsur sene önce Türkiye petrolleri Karapınar’da gazı tespit etmiş. Fakat kuyular çeşitli sebeplerle kapatılmış vs...Tuz Gölü’ndekibu kuyuyu her halükarda açacağız. “ (Oyman Sayer, Dünya_Enerji dergisi, Sayı:1)
1969 da Batı Karadeniz’de kuyular açmıştım...Şahsi kanaatimce açılan kuyular askıda kalmıştır. (ARCO ile TPAO’nun açtığı Limanköy 1-2 kuyuları ile ilgili olarak)Bu kadar büyük masrafa girdikten sonra ben olsam bu kuyuları aşağı yukarı 250-500 metre daha derinleştirirdim. Trakya’da gaz çıkan tabaka var, onu test ederdim. Yani orada pes etmemek gerekiyordu. Bana sorarsanız, daha prospect öyle değil. Tamamen ekonomik sebeplerle ve o zamankiteknik idarecileirn görüşleriyle hatalı karar verilmiştir. En azından kafamızda bir soru işareti kalmıştır. (Oyman Sayer, Dünya-Enerji dergisi, sayı:1)
Shell’in bütün sahalarının yer altı rezervleri haklarını alan şirket, Perenco vergi şampiyonu olmasına rağmen , çok büyük miktarda vergi vermesine rağmen sıfır yatırım yapmaktadır. Yani tabiri amiyanesiyle Shell’in keşfetmiş olduğu sahaları inek sağar gibi sağmaktadır. Bir arama yok, bir developman yok, işletme sahaları bu şekilde kullanılıyor. (Oyman Sayer, Dünya-Enerji dergisi, Sayı::1)
Chevron Türkiye’de muattal vaziyette duruyor. Mesela Chevron’un ruhsatları force majeure sebebiyle Cudi dağında askeri sebeplerle duruyor. Şimdi terör bitti, orası hala force majeure alanı... 15-16 senedir hiçbir şey yapamıyor. Benim keşfetmiş olduğum resif de tam buna ek , bir kısmı bunun içerisinde , Chevron bizim uzantımızda, bizimki sınıra doğru, biz de bu hadiseler sebebiyle finansman bulamadık. Finansman gelmeden olmaz. Türkiye iç piyasasında , finansmanı sağlayacak para yok. Bizim iş adamlarımız bu konuya pek eğilmiyorlar. (Oyman Sayer, Dünya-Enerji dergisi, Sayı::1)
Birleşmelerle Amerika’da Arco yutulduğu için gitti. Arco güzel bir şirketti, California’nın her tarafında Arco’nun kuruluşları vardı. Arco Türkiye’de ciddi aramalar yapmıştı, mesela Adıyaman’da Cendere sahasında bir sürü kuyu açmıştı. TPAO ile Karadeniz’de maalesef gaz bulamadılar. Onun için 60 milyon dolarlık bir yatırım yapıldı, ama bana göre biraz hatalı bir proje idi, iki tane derin boş kuyu çıktı. (Oyman Sayer, Dünya-Enerji dergisi, Sayı:1)
Doğu Karadeniz ‘de 1990 ların başından beri BP ile TPAO’nun ortak ruhsatı var. TPAO eski Yönetim kurulu Başkanı Ali türkoğlu , su derinliğinin 2100 metre olan bu bölgede off-shore yapabilecek dünya şirketleri sayılı olduğu için gerçek majör şirektlerin gelip yer almasını beklemek zorunda olduklaırnı ifade etmiştir. Son zamanda gerek TPAO gerekse bölgedeki diğer ülkelerlece yapılan çalışmalar Doğu Karadeniz’in önemli bir potansiyel içerdiğinin görüldüğünü belirtmiştir. . (Ali Türkoğlu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı, TPAO Yönetim kurulu Başkanı, Dünya Enerji Dergisi, Ağustos 2001 tarihli 10 numaralı sayı
TPAO’nun konvansiyonel alanı en fazla petrol üretimi yaptığımız yer Güneydoğu Anadolu Bölgesi.
Güneydoğu’nun bir kısmında son 10 yıl içerisinde terörist hareketlerden dolayı yeteri kadar çalışma yapmadık. Onu açıkça itiraf etmek istiyorum. Çünkü bazı alanlar çalışmalara kapatıldı. Orada yabancılarla ortak olduğumuz alanlardan bir tanesi de Chevron’ la ortaklığımızdı. Orası da kapalıydı. Şimdi bunlar yavaş yavaş kalkmaya başladı. Biz de çalışmalarımızı bu yönde Güneydoğu Anadolu bölgesinde arttırmaya başlıyoruz. . (Ali Türkoğlu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı, TPAO Yönetim kurulu Başkanı, Dünya Enerji Dergisi, Ağustos 2001 tarihli 10 numaralı sayı)
TPAO’ca yapıldığı beyan edilen sondaj kuyularında sondaj derinliği ortalama 2.200 metredir. (Petrol İşleri genel Müdürlüğü’nün verişleirne göre bütün sondajlar içinde en derin olarak belirtilen kuyu N.V. Turkse Shell’in 1984’de 3.200 metre derinilikte açtığı ve doğal gaz bulunan derin Barbeş (4) kuyusudur. TPAO’nun ise 1986 da 3.250 metrede açtığı Akpınar kuyusunda petrol bulundu.
NETİCE:
Sayer’in ifadesinin yanında TPAO eski genel Müdürü Ali Türkoğlu, Dünya Enerji dergisi,, Ağustos 2001, No:10 )derigisi’nde yaptığı söyleşide “Türkiye’de aramalar yeterince yapılmamış olduğundan kendi sahalarımızda ne kadar hidrokarbon olduğunu da bilmiyoruz” diyerek Türkiye’deki petrol aramadaki aczlerini itiraf etmiştir. Uydu araştırmasına göre bol petrol havzası ortalama derinliği 5-6 bin metredir
Şimdi dünyadaki bir trendden söz etmek gerekiyor. Artık teknoloji çok değiştiği için sondaj öncesi teknik çalışmalara şirketler daha fazla para ayırıyor. Dolayısıyla elinizde ne kadar veri varsa sondaj riskini azaltıyorsunuz. Bu nedenle sondaj sayısında düşme var. Buna karşılık şirketlerin başarı şansı da giderek artıyor. Bunu majör şirketlerde çok açık görüyorsunuz. Evvelden 10 kuyu açıp birinde bulurken, şimdi iki kuyu açarakbirinde bulur duruma geldiler. Bugün an fazla information technology ile çalışmalar yapılıyor. Petrol ve doğal gaz aramaları artık bilgisayar ortamlarında yapılan entegre edilmiş yorum çalışmalar ile kesinlik kazanıyor.
5) YAZIŞMALAR (İhsan Güven’in mektuplarından sadece yirmide biri bilgi açısından sunulmaktadır)
CUMHURBAŞKANI VE DEVLET PROTOKOLÜNE
11.12.2000
Sayın A. Necdet Sezer, Cumhurbaşkanı
Yüceler Yücesi Atatürk’ümüzün yarattığı milletimiz ve kutsal yurdumuz İstiklâl Harbi’nden sonra ilk kez bu kadar büyük bir ekonomik çöküş ve bunun ağır sonuçları ile karşı karşıya bırakılmıştır. Tarafımızdan müteaddit defalar sunulan yazılarla Elit’in ulus devletleri nasıl ekonomik olarak çökerttiği, köleleştirdiği ve sonunda da yok ettiği belgesel olarak belirtilmiştir. Buna rağmen bu kıskacın nasıl tatbik edildiği yetkililerce ısrarla anlaşılmak istenmemiştir.
Bugünlerde ulus devletimizi yok etmeye matuf saldırısını bütün gücüyle sürdüren Elit’in daha önce köleleştirdiği ülkeler şunlardır: (Avrupa ve eski Sovyet Bloku hariç) Arjantin, Bangladeş, Barbados, Belize, Benin, Bolivya, Brezilya, Burkina Faso, Burma, Burundi, Cezayir, Çad, Çin, Kamerun, Kolombiya, Komoros, Kongo, Kosta Rica, Dominik,Ekvator, Mısır, El Salvador, Ekvator Ginesi, Etopya, Endonezya, Fas, Filipinler, Gabon, Gambiya, Gana, Grenada, Guatemala, Güney Afrika, Gine, Guyana, Güney Kore, Haiti, Honduras, Hindistan, Endonezya, Jamaika, Ürdün, Kenya, Güney Kore, Loa Cumhuriyeti, Lesotho, Liberya, Madagaskar, Malavi, Mali, Moritanya, Maritis, Meksika, Moğolistan, Mozambik, Nepal, Nikaragua, Nijer, Nijerya, Orta Afrika Cumhuriyeti, Pakistan, Panama, Papua YeniGine, Paraguay, Peru, Ruanda, Senegal, Sierra Leone, Solomon Adaları, Somali, Güney Afrika, Sri Lanka, Sudan, Şili, Tanzanya, Tayland, Togo, Trinidad, Tunus, Uganda, Uruguay, Venezüella, Batı Samoa, Zaire, Zambiya veZimbabwe.
Bu ülkelerin fakirleşme, yoksullaşma ve bir kısmının köleleşme yolunda hangi süreçlerden geçirildiklerini ve nihai amacın herşeye hakim demir bir pençe olan Elit’in Tek Dünya Devleti’nin kurulması olduğunu hiç şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya çıkaran başta Batı kaynaklı eserler olmak üzere belgeler bir liste olarak mektubunsonuna eklenmiştir.
Ulus devletimizi ortadan kaldırıp, bizleri köleliğe mahkum etmeye yönelik allahoğlu Elit’în bu büyük saldırısından dolayı aç kalmamak için hiç olmazsa Fransa örneğini kendimize şiar edinmeliyiz. Bilindiği gibi Fransa devletinin politikaları halkın hayvansal ve bitkisel ihtiyacı olan ürünleri kendi ülkesi içerisinde temin etmektir. Biz de hayvansal ürünlere ve ekmeğimizi elde edeceğimiz tahılımıza, dışarıya muhtaç olmayacak şekilde mutlaka hemen stok tarzında sahip olmalıyız ve bunların, kendi topraklarımızda ve kendimize yetecek şekilde üretimini gerçekleştirmeliyiz.
Elit milletleri açlığın ve fakirliğin köleleştirdiğini çok iyi bilmekte ve 100 yıl önce şekillendirdiği ve bugün harfi harfine tatbik ettiği protokolünde bu durumu şöyle tarif etmektedir: “Prot: 3: “Bütün halk fakirlik sebebi ile ağır çalışma mecburiyetine zincirlenmiştir. Bu onların evvelce vurulduğu kölelik ve toprağa bağlı kölelik zincirlerinden daha kuvvetlidir. (...) Fakat fakirlikten asla kurtulamayacaklardır. (...) Bizim kuvvetimiz devamlı yiyecek kıtlığı ve işçisinin beden zayıflığında gizlidir. Çünkü bütün bunlar işçinin bizim irademizin kölesi olmasına işaret eder. (...) Kralların kanuni otoritesinin aristokrasiye verdiği işçiye hükmetme hakkını, açlık daha sağlam bir şekilde bize verir. Biz avamtabakasını açlığın doğurduğu sıkıntı, haset ve kin ile harekete geçirecek ve yolumuzun üzerinde bizi engelleyen ne varsa onların elleri ile silip yok edeceğiz. (...) Ticaret üzerindeki işlemleri durduracak ve sanayii felce uğratacak olanekonomik krizlerin etkisi halkın kinini daha fazla arttıracaktır. (...) Bizce bilinmekte olan bütün gizli yeraltı metotları ileve tamamıyla elimizde olan altının yardımı ile bütün dünyada ekonomik krizler meydana getirecek... bütün memleketlerde bütün işçi güruhunu aynı anda sokaklara fırlatacağız...”
Ekmeğimize sahip çıkmamız hayati öneme haizdir. Böyle olunca herhangi bir baskı durumunda millet aç kalmayacak ve isyan etmeyecektir. Aksi takdirde durum çok daha vahim olacaktır. Bari bu tedbiri alıp tatbik edelim.
Bir diğer acil sorun kamuoyuna mal olmuş ve Türk insanının vicdanını derinden sızlatan, üstelik Elit’in oyununu gözlerden saklayan batık bankaların durumudur. Bu sorunun çözümü özel mahkemelerin teşekkül ettirilmesiyle mümkündür. Kurulacak, bilirkişisi kendi içinde “Ekonomi Güvenlik Mahkemeleri” davaları 15 gün içerisinde, temyizle birlikte 1 ay gibi kısa sürede bitirecek ve adaletin gerçekleşmesi son derece hassaslaşmış olan halkı rahatlatacaktır.
Bugünkü harplerin temelinde petrol bulunmaktadır. Elit’in bir kolu olan ve “Yedi Kızkardeş” diye tanınan petrol topluluğu, Türkiye’nin muhtelif yerlerinde kurulacak yer istasyonlarına Türk hükümetinin ve Genel Kurmayın da izin vermesiyle 1974 yılında uydu vasıtasıyla araştırmalar yaparak çok zengin ve derinde olan petrol yataklarını tespit etmişti. Dünyadaki petrol rezervlerinin yakın gelecekte tükenmesi söz konusu olduğundan, Elit’in Yedi Kızkardeş adı verilen petrol şirketleri Türkiye’deki zengin petrol yataklarını sonraki devirlerde işletmek ve kullanmak için planlamıştı. Nitekim 1956 yılında Elit’in bir üyesine hazırlatılıp kanunlaştırılan metin milli şirket olan TPAO dahil tüm şirketlere Türkiye’nin kuzeydoğusunda petrol aramayı tamamen yasak edip, her şirket için ülke genelinde açılacak delik sayısını ise 10 ile sınırlandırıyordu. İşte bu yıllarda Genel Kurmaya teslim edilen uydu alıntılı datalar maalesef bunları kıymetlendirecek bilgi sahibi kişi bulunmadığından değerlendirilememiştir. O zamandan bugüne kadar da ne yazık ki bu konuda önemli bir şey yapılmamıştır.
1980 ve sonrası dönemde “Enerji Bakanı” olan Sayın Serbülent Bingöl yeni çıkarılan kanuna göre petrol aramaya ve bulmaya yönelik ABD’ne yaptığı çalışma gezisinde Elit’in üç büyük petrol şirketi ile görüşmüş ve kendisine “Evet çok zengin yataklarınız var. Ama araştırır bulursak İran-Irak gibi elimizden geri almayacağınızı nasıl garanti edersiniz” diye cevap verilmiştir. Elit bu garantiyi almak için uğraşmaktadır.
Elit’e ait Federal Reserve’in parası olan “Dolar”a karşı devamlı değer kaybeden “Euro”nun sahibi Avrupa Elit’e yenik durumdadır. Son zamanlarda ulus devletimize akıl almaz küstahlıkla taarruz eden Avrupa’nın bu davranışının altında, Elit’in Türkiye’yi yuttuğunu açık ve sarih olarak bilmesi ve “Ben bundan ne pay alırım” düşüncesi ve gayreti bulunmaktadır. Bütün bu açık seçik gerçeklerin kasıtlı olarak görmemezlikten gelinmesi üzüntü veren önemli bir husustur.
Yüceler Yücesi Atatürk’ümüzün yarattığı yurdumuzun ve milletimizin yok edilmek istendiğini bilimsel aklın gereği olarak görmekte ve tahammül edememekteyim. Dürüstlük ve vatanperverliklerinden şüphe etmediğim sizlere, bilimsel etüd yapmış bir kişi olarak (Don Kişot olarak değil) içinde bulunduğumuz vahim hususları herşeye rağmen tekrar sunmayı istedim. Baştan beri verilen bilgilerin detayları size daha önce sunduğum “Elit’in (allahoğlu) İdealinin Korkunç Kıskacı” adlı kitapta net olarak mevcuttur.
Saygılarımla
İhsan Güven
BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİTE
Sayın Mustafa Bülent Ecevit Başbakan Ankara Ve Devlet Protokolü
Atatürk’ümüzün yarattığı Türkiye Cumhuriyetimizi Elit’in istediği yönde yönetmek için Anayasa değişikliği dahil gerekli olan kanunların yakın geçmişte seri olarak çıkarıldığı ve çıkarılmaya halen de devam edildiği yurttaşlarımız tarafından net olarak bilinmemektedir. Ayrıca dünya çapında bir perspektifte yüce yurdumuza ve milletimize yapılmak istenen çok tehlikeli hususlar da gözden kaçmaktadır. Elit’in (Allahoğlunun) idealinin korkunç kıskacını belgeleriyle açıkayan 338 sayfalık bir dosyayı size aynı ad altında daha önce sunmuştum. Bu bilgilere sahip olamayan halkımız Türkiye Cumhuriyetimizin geleceği hakkında da fikir sahibi olamamaktadır.
Bu husustaki özet yazıları sizlere sunmayı bir vatan borcu saydık. Elit tarafından dünyada oynanan oyun gözden kaçmaktadır.
1- Küreselleşme adı altında Elit'in kutsal emrine yani ideallerine dayanan Elit'in tek dünya devletinin kuruluşu tam birsadakatle yerine getirilmektedir.
Elit’in tüm dünyada oynadığı oyunun çok basit İRDELEMESİ şudur:
Bu oyun asıl patron olan Federal Reserv’in emrindeki WTO (Dünya Ticaret Örgütü) ve bunun da görünen basit maşası IMF tarafından oynanmaktadır.
Gerçek, ABD ve AB gibi ortada olan iki gücün dünya hakimiyeti değildir. Değildir, çünkü; dolar devamlı yükselmekte, buna karşın AB’nin ana parası olan mark ise genelde bir yıldır hiç değişmemektedir. Bu rakam bugün için dolar/mark karşılıklı ilişkisinde 2.10’dur. Yani doların değeri markın 2.1 katıdır.
AB’nin Türkiye ve dünya üzerindeki gürültüsü acziyetindendir. Hakimiyet ise asla ABD’nin değildir, Federal Rezerv’indir. DÜNYANIN HAKİMİ FEDERAL REZERVDİR. Merkezi NewYork’dadır, doları basan, yayan ve dünyaya hakim olandır. Bu kuruluşun hakimiyeti ise dünya petrol şirketlerinin çoğuna sahip veya ortak olan ve halk dilinde YediKız Kardeşler diye bilinen Elit'in şirketlerine aittir.
Esasında dolar ABD hükümetinin parası değildir. Federal Rezerv dünyaya hakim olduğundan bütün dünyayı bir nevi milletler arası bir tür kumarhane olan BORSA kanalıyla bilindiği gibi çökertmiş ve çökertmeye devam etmektedir. Federal Rezerv meşhur Elit'in bankalarının kurduğu organizasyondur.
Buna örnek Japonya, Kore ve Asya’nın diğer zengin ülkeleridir. Çok kuvvetli para birimine sahip görünen bu ülkeler dahi çökertilmiştir. Elit'in dünya hakimiyeti yanında ABD’nin AB’nin Türkiye dahil bütün dünya üzerindeki koparttıkları yaygaraları pastadan pay kapmak için yaptıkları fakat esasında teselliyi geçmeyen bir gayrettir. Uyanalım.
Daha önce ayrıntılarıyla belirttiğimiz yöntemlerle, Elit'in, dünyadaki 100’e yakın milleti çökerttiği ve buna halen de devam ettiği, kendi belgelerine dayanarak ispat edilip şahsınıza sunulmuştu.
2- Yüce vatanımız Türkiye Elit'in bu oyunlarıyla yutulmak istenen bir ülkedir ve bunun için de büyük gayretler sarfederlerken büyük de yaygara koparmaktadırlar.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi esasında ekonomik olarak çökmüş olan AB’nin Türkiye üzerinde koparttığı gürültü dışarıdan bakıldığında gülünç olmaktadır. Zira Türkiye’yi gümrük birliği ile yutmuş, uçuruma sürüklemiş ve halen sürüklemektedir. Şöyle ki; Türkiye’nin AB’den yıllık ithalatı 10 - 12 milyar dolar olup ihracatı ise 2 - 4 milyar dolardır. Bugüne kadar da kabaca bilinen ithalat rakamı 50 milyar dolardır. YANİ ekonomik olarak zaten imkanlarımızı sömürmektedir. Daha da sömürecektir. Gümrük Birliği dolayısıyla vermeği taahhüt ettiği parayı Yunanistan gibi küçük bir ülkenin vetosuyla vermemektedir. Zaten şekli olarak da ekonomik yönden bizden alacağı fazla bir şey de yoktur. Ohalde beklediği nedir? Bunu dünya hakimi Elit'in Federal Rezervinin parasından sonra açıklayalım. Elit zaten gerçekleştirilen ve gerçekleştirilmekte devam eden her türlü kanuni değişikliklerle ve içteki ortaklarıyla Türkiye’yi sömürmektedir. ESAS HEDEF NEDİR?
3- PETROL
Yukarıdaki basit izahattan anlaşıldığı gibi petrole sahip olan dünyaya da hakimdir. Görünürde Elit bütün milletleri eleyerek Avrasya yani Yakın Asya’ya zaten hakimdir. Esas çabasının bu olmadığı gün gibi aşikârdır. O haldesebep nedir? İnceleyelim.
Elit tarafında kesin olarak bilinen, dünyanın geri kalan insanlarına ise tamamen kapalı olan Türkiye’mizin petrol yataklarının çok büyük rezervlere sahip olduğudur. Madem doların anası petroldür, gene tekrar ederek söylüyorum ki, petrole hakim olan her şeye hakimdir.
Türkiye’mizde herkesçe bilinmeyen petrol yataklarının varlığını belgesel olarak açıklayalım.
a) 1954 senesinde Amerika’da ikamet eden Elit Max Ball’ın hazırlayıp sunduğu ve demokrat parti hükümeti tarafındankanunlaştırılan metni (6326 sayılı kanun) incelersek kesin ip uçları bulabiliriz. Bu kanunda en mühim iki konu satır aralarına saklanmıştı.
Birincisi Türkiye’nin kuzey doğusunda petrol aramanın yasaklanması, ikincisi ise Türkiye’de petrol arayan her şirketinsenede sadece 10 delik delmeye müsaadesinin olmasıydı.
Bu müstemleke zihniyetini yenmek için 1960 – 61 yıllarında yetkili olarak uğraştım. Bir memleket kendi yurdunun bir kısmında petrol aramayı kendine yasak ederse bu affedilmez bir suç ve rezalet değil midir? Türkiye’de petrol bulmak için yetkili milli kuruluş olan TPAO’nun (sondaj makinası ve ekipmana sahip olması halinde) esasen açması gerekli sondaj kuyusunun sayısının o gün için en az 1000 olması gerekirdi.
Bu müstemleke zihniyetini teşhis edince bu kanunu değiştirmeye çalıştım. İşlerimin o devirde çok yoğun olması sebebiyle, asıl olarak vatanperver olan arkadaşlarıma bu durumu kısa sürede anlatamadım. Türkiye’de petrolün derinde ve çok olduğunun teknik bilgisiyle 5000 metreye inebilen sondaj makinası almak üzere Amerika’ya bir ekip gönderdim. Talep ettiğimiz sondaj makinalarını vermediler. Aynı ekibi Sovyetler Birliğine gönderdik. 10 makina için kabaca pazarlık yapıldı. Şahsen görevden ayrıldıktan sonra 1 makinanın geldiğini, diğerlerinin ise solculuk iddiasıyla getirilmediğini öğrendim. Makinanın solculuğunu bugün de hala anlayamamaktayım. Bu işi neticelendirmeye zamanım yetişmedi.
1971 yılında idarenin iyi niyetli ve vatanperver olan en yetkili kişisine bu işi bir defa anlattım. TÜRKİYE’NİN KURTULUŞUNUN PETROL, yani HIZLI ve BÜYÜK PARA, yani VARLIKLA (ekonomi) olacağını belirttim. Yine olaylar tatbik etmemi zorlaştırdı.
1980 yılında Enerji Bakanı yapılmasının uygun olduğunu bildirdiğim Bay Serbülent Bingöl, Enerji ve TabiKaynaklar Bakanı oldu. Kendisini 1960 yılından beri yakından tanırdım. Çok dürüst bir vatan evladıydı. Kendisinden tek isteğimin petrol kanununu değiştirmek olduğunu belirttim. İnanarak sözünde durdu ve bilinen yeni petrol kanununu çıkarttı.
Bu kanuna göre herhangi bir yabancı şirket Türkiye’de denizde petrol bulursa %45, karada bulursa %35 hisse alacaktı. Bu rakamların kabulü sebebi biraz sömürülelim ama hiç olmazsa petrol ithalatından kurtulup dolar olan petrolden zenginleşelim gayesiydi. Bunun üzerine dünyanın en büyük petrol şirketlerinin üçünün isteği ile görüşmeler yapmak için Bay Serbülent Bingöl Amerika’ya gitti. Dönüşünde Çankaya’da bana şunları anlattı:
“Şirketler o devir için yeni olan uydu sistemiyle Türkiye’de araştırma yaptıklarını, Türkiye’nin çok zengin fakat çok derinde geniş petrol yataklarına sahip olduğunu tespit ettiklerini belirttiler.”
Kendisinin bu şirketlerden Türkiye’de petrol çıkarmalarını ısrarla istemeleri üzerine,
“Çıkarırız ama Irak ve İran’ın yaptığı gibi siz de devrim yapıp bizim bulduğumuz petrolleri elimizden almayacağınızı nasıl garanti edersiniz?” dediklerini belirtti.
Şirket yetkililerine cevaben “Biz anayasal kanunla bunu sağlarız” sözüne şirketlerin cevap vermediklerini belirtti.
Nitekim mevcut şirketler Türkiye’de beğendikleri petrol sahalarını araştırma yapmak için çok ucuz olan bedellerle kiralayarak kendilerine sakladılar. Böylece ana sahaları kapattılar. Hiç bir araştırma yapmadılar. Bu yolla Türkiye’yi bu imkandan yoksun bırakarak yoksullaştırdılar. İŞTE ELİT’İN MARİFETİ!
b) Bu yukarıda anlattığım bilgiye öncelikle mesleğime yakın olmasından, ayrıca da bu konuyla eskiden beri özellikle ilgilendiğim için vakıfım. Şimdi anlatacağım konuyu açıklayan o zaman Genel Kurmayda görevli sınıf arkadaşım bir Hava Korgeneraliydi. Olayı şöyle özetledi:
“ABD hükümeti Türk hükümetinden uydu ile yapılacak petrol araştırmaları için gerekli olan yer istasyonlarının yapımına izin vermesini talep etmişti. Türkiye üzerine özel olarak konuşlanmış uydular vasıtasıyla bir yıl müddetletaramalar yapılacak ve bu sistemde asıl olan fotoğraf ve renk farklılıklarına dayanarak petrol olan bölgeler tespit edilecekti. Bir diğer araştırma metodu da sahasının derinliğini tespit edecek jeolojik metodtu. Burada netice alabilmenin şartı yer istasyonlarının kurulmasıdır.
Genel Kurmay böyle bir iznin verilmesini elde edilen her bulgunun bir nüshasının Türk tarafına verilmesi mecburiyetiyle ve bu istasyonlarda her türlü yetkiye sahip adam bulundurma ve istendiği takdirde çalışmalar iştirak etme şartlarının kabulüne bağladı. Elit tarafı bunu kabûl etti. Hakikaten sivil ilgili ve yetkili kuruluşlardan alınan personel istasyonlara yerleştirildi. Ve anlaşma gereği Türk tarafına barakalar dolusu bilgilere havi teknik kağıtları verdiler. Bilgisizliğimizden o kağıtları değerlendirme imkanımız olmadığı için tuzağa düşmüş olduk. O kağıtların da bilahere çöp kağıtları olarak atıldığını tahmin ediyorum.” dedi.
Bu veriler Türkiye’de PETROL’ün derinde ve çok olduğunu kesin teyid etmektedir.
c) Özetlersek; Türkiye’miz dünyada tükenmekte olan petrol yataklarından sonra kullanılacak muazzam bir petrol deposudur. Elit’in her tülü sömürüsü esasen halen de devam etmektedir. Elit'in üzerimizde bu denli ısrarla durmasını sebebi ulus devlet veya üniter devlet yapımızla bize her istediğini istediği tarz ve kolaylıkta kabul ettirmesinde sakıncalar olduğunu bilmesindendir. Ulus devlet yapısını kaybetmiş, anayasal değişikliklerle ve çıkarılan kanunlarla direnme gücü kaldırılmış, diğer milletlere daha önce uyguladığı yöntemlerin tatbikiyle fakirleştirilmiş, uydu bir devlet haline getirilmiş ülkemizde her türlü oyunu oynamak istek ve kesin amacının sebebinin PETROLÜMÜZ olduğunu bugün de anlamamamız affedilmez bir husus değil midir? L Û T F E N U Y A N A L I M!
4- Sunduğumuz ek belgeler, başlangıçta ifade ettiğimiz, Allahoğlu Elit'in idealinin korkunç kıskacına çok kısa ve çok özet ilavelerdir. Bu belgelerin lütfen ehemmiyetle tetkikini yaparsak Elit'in kıskacının vahametini görmememiz mümkün değildir.
Yüceler Yücesi Atatürk’ün yarattığı bu vatanın evlatları olarak sizlerin benden daha hassas olduğunuza kesin kaniyim. Hiç bir şeyin de sizi kesin satın alamayacağını biliyor ve güveniyorum.
İlgili ve yetkili kuruluşlar tarafından yayınlanan Niyet Mektuplarının (bu mektuplar IMF’ye değil, esasen WTO’ya, dolayısıyla Elit'e gönderilmiştir) tetkikinden italik yazıların Niyet Mektupları özeti olduğuna, normal yazıların da irdeleme olduğuna vatan sever olarak mutlaka dikkat edeceğiniz kesin kanaatindeyim. Dolayısıyla Elit'eyurdumuzun istemeyerek hızla teslim edilmeye gidildiğini görmememiz mümkün değildir.
Bütün bu belgesel sunulan hususların yüce milletimizin yetkili kurumlarınca hazırlanmış, veya kanunlaştırılmış veya kanunlaştırılmakta olduğu malumdur. Çok dürüst ve iyi niyetli yetkili şahısların bunları farkında olmayarak çıkarttıklarını düşünmekteyim. Bir vatandaş olarak irdelemelerimin bilgiye dayalı ve bilimsel akılla yapılmış olan yanlış veya doğru olduğuna dair kanaatinizi lûtfen şahsıma gönderme zahmetine katlanmanızı dilerim.
Yaşım 77, etiketlerimden bir çok fakülteleri bitirdiğim açıktır. Ayrıca bütün hayatım boyunca bilimsel akılla irdeleyerek, Yüceler Yücesi Atatürk’ümüzün her sözünün, bu güne kadar insanlık tarihinde söylenmiş sözlerin en üstünü olduğunukesin biliyorum ve bunu ispata hazırım.
Don Kişot değilim. Çok yetkili ve mühim mevkilerde bulundum. Sonunda hiç bir mevki ve makam almadan gelecekteki bütün kanuni yükselme imkanlarını da bırakarak ayrıldım.
Lûtfen bir defa yazılanları okuma zahmetine katlanmanızı dilerim. Her türlü soruya, her türlü cevap verebilecek kapasitedeyim ve hazırım.
Saygılarımla,
MGK GENEL SEKRETERİNE
31 Ocak, 2001
Sayın Cumhur Asparuk,
Orgeneral, MGK Genel Sekreteri
İlişikte Müdafaa-i Hukuk Dergisi’nin 30 Ocak 2001 tarihli 30’uncu sayısında yayınlanan Sayın Metin
Aydoğan’ın yazısını ilginize sunuyorum.
Bu yazısında Sayın Aydoğan Elit’in yarı gizli “Tek Dünya Devleti” olan WTO’nun (Dünya Ticaret Örgütü) maşası durumunda olan IMF ve DB uygulamalarının Yüceler Yücesi Atatürk’ümüzün yarattığı yurdumuzu son 60 yıl içerisinde nasıl bir ekonomik felâkete sürüklediğini sergilemiştir.
IMF ve DB, dünya milletlerine kendi programlarını dayatıp yaptırırken bu uygulamalara “Yapısal Reformlar”adını takmışlardır. Bu sözde reformları uyguladıkları her ülkede yıkıma sebep olmuşlardır. Sonuç kıtlık, açlık, iç savaş, maddi ve manevi çöküntüdür. Elit protokollerinde; “bütün dünyada ekonomik krizler meydana getireceğiz” (Prot. 3)diye belirtmiş ve bunu tamamiyle gerçekleştirmiştir. “Bu planlar mevcut müesseseleri hemen şimdi yok etmeyecektir... yalnızca ekonomilerinde değişiklik yapacaktır.” (Prot. 10) ifadesi bu sürecin oluşumunu tespit etmektedir. Bunuyaparken de, “Yahudi olmayanların mâli müessese ve prensiplerinde öne süreceğimiz reformları kimseyikorkutmayacak şekillerde kisvelere sokacağız...(bu idarecilerin) yarattıkları karışıklıklar ve mali işlere soktukları düzensiz karanlığın neticesinde reformların lüzumuna işaret edeceğiz” (Prot. 20) şeklinde olan ifadeleri hiçbir şeyin tesadüfe bırakılmadığının belgeleridir.
Genellikle bu konularda kafa yoran birçok insan sonuçta Kuzey’in Güney’i veya gelişmiş ülkelerin fakir ülkeleri soyması veya sömürmesi olarak meseleye teşhis koymaktadırlar. Sayın Aydoğan ekteki yazısında dış ticaretaçığı vermede ABD’nin birinci sırada olduğunu bunu ikincilikle Türkiye ve üçüncülükle de İngiltere’nin takip etmekte olduğunu belirtmektedir. Peki bu sözü edilen gelişmiş ülkelerin insanlarının kötüye giden ekonomik ve bunun sonucu sosyal yaşamlarını hangi sömürüyle açıklamak mümkündür?
Paranın sahibi Elit artık her şeyin sahibi olmak yolunda hızla ilerlemektedir. Özelleştirmelerle ülkelerin varlıklarına, eğitim, medya organları (müzik, tv, sinema, gazete) ile insanların aklına (kültürüne, duygularına) ve daha birçok toplumsal maddi manevi kuruma tamamen yönlendirecek şekilde sahip olmaktadır.
Çalışmalarımızı kısa aralıklarla ilginize ve incelemelerinize sunmaya devam edeceğim.
Saygılarımla
İhsan Güven
MGK GENEL SEKRETERİ
ÇOK ÖNEMLİ - İVEDİ
9 Mayıs 2001
Sayın Cumhur Asparuk,
Orgeneral, MGK Genel Sekreteri
Yüceler Yücesi Atatürk'ümüzün yarattığı yurdumuz hızla köleleştirilmeye doğru götürülmektedir. Son dayatılan 15 kanunun çıkma mecburiyeti, şimdiye kadar ülkemizin hayati olaylarına kayıtsız kalan kesimlerin dahi, üzerimizde oynanan oyunların farkına varmalarına sebep olacak mahiyettedir.
Ulaştırma bakanı Sayın Öksüz milli menfaatlerimizi koruyup kollamaktadır. Tamamen allahoğlu Elit'in ajanı olarak iş gören medya ülkenin vatanperver her evladına olduğu gibi milli menfaatlerini kollayan siyasetçilere de haince saldırmaktadır.
Elit'in ısrarlı dayatmalarına sebep olan Telekom ülkemizin kalbi durumundadır. 15 yıldır bölücü bir çeteyle mücadele eden devletimiz ve şanlı Silahlı Kuvvetlerimiz her türlü iç ve dış hain tertibe rağmen gücünü ve bu konudaki kararlığını göstererek, caydırıcılığını ispat etmiştir. Bu başarıda muhakkak ki milli ve güvenilir istihbaratın büyük payı vardır.
Altın Hisse veya benzeri başka isimlerle yapılmak istenen, Ordumuzun elinden milli ve müstakil haberleşme imkanlarının alınmasına matuftur.
Memleketin her ferdinin de bildiği gibi, uzaya uydu gönderilmesinin maksatlarından birisi de askeri amaçlı muhaberatta en modern tekniklere sahip olmaktı. Uydu vasıtasıyla her türlü bölücü veya terör maksatlı insanların hareketleri büyük bir kesinlikle tespit edilebilmektedir. Bu konu askeri güvenliğimiz için hiçbir şekilde vazgeçemeyeceğimiz bir durumdur.
Bir diğer önemli husus ise uydularımızın, topraklarımızın altında büyük bir deniz gibi bulunan petrolün aranması için kullanma imkanıdır. Dünya petrollerinin sahibi Elit paraya da sahip olup, dünya para imparatorluğunu Federal Rezerv’i kurarak gerçekleştirmiştir. Bu imparatorluğun son büyük saldırısı ülkemize olmuştur ve bunun da sebebi; varlığının sebeb-i hikmeti olan petrolün son büyük rezervlerinin bizim topraklarımızda bulunmasındandır.
Nitekim üç gün önce Anadolu Ajansı Adıyaman bölgesinde TPAO’nun yapmış olduğu petrol araştırmalarınınCendere 17 kuyusunda günde 500 varil kapasiteli petrol bulunmasıyla devam ettiğini bildirmiştir. Elit'in çok iyi bildiği, halkımızdan ise nadir kişilerin vakıf olduğu gerçek, dünyanın en zengin petrol rezervlerinden birisine sahip olduğumuzdur. Ülke olarak birkaç milyar dolar için ölümlerden ölüm beğendiğimiz bugünlerde milli bir refleks ve hamleyle petrol araştırmalarına hız verebilir ve bu içinde bulunduğumuz borç-alacaklı tahsilat sürecinin bizi milletçe getirdiği, bu her türlü kabulü imkansız dayamalara evet deme mecburiyetimize bir son verdirebilir.
Elit’in; para = güç = petrol şeklinde formülleştirilen mutlak egemenliğinin, ülkemizi köleleştirmeye matuf saldırısını, ancak petrolümüze sahip çıkarak ve onu ivedi olarak işleterek püskürtebiliriz.
Bir ara gündeme getirilen, fakat vatandaşların büyük çoğunluğundan aldığı tepki yüzünden geri çekilip unutturulmaya çalışılan “Endüstri Bölgeleri Kanun Tasarısı” ile Elit ülkemizde kendisinin sahip olduğu özerk bölgeler yaratmak istemektedir. Bu durumda elde edeceği imkanlardan birisi de, kendisinin olduğunu iddia edebileceği bu bölgelerde istediği petrol aramalarını gerçekleştirebilmektir.
Bu sıralar Elit'in cüretkar temsilcisi ve kendisi de bir Elit üyesi olan ve Türk devletinin hükümetine Elit'in bir kuvvet gösterisi olarak atanan bakanın çıkartmak için çaba gösterdiği her kanun Yüceler Yücesi Atatürk'ümüzün yarattığı ülkemiz ve onun cefakar vatandaşları için bir zül ve ölüm fermanı olmakla birlikte, bunlardan bilhassa üçü hiçbir zaman ve asla kabul edilemez mahiyettedir.
1. 1. 2. 2. 3. 3.
Telekomünikasyonun Elit'in emrine verilmesi
Petrol (ve bor)
Endüstri Bölgeleri Kanun Tasarısı
Bugün görüşmeleri çok sıcak şekilde süren Telekom’un statüsünün devletimizin emrinde kalacak şekilde düzenlenmesi gerekir. Bu dayatmaların sonu gelmeyecektir. Çünkü istenilen, “milletimizin köleliği”dir. Milletçe artık bu vahimden de öte durumun idrakinde olmak mecburiyetinin zamanı gelmiştir.
Saygılarımla İhsan Güven
CUMHURBAŞKANINA
Sayın Ahmet Necdet Sezer,Cumhurbaşkanı,
1) Yüceler Yücesi Atatürk'ümüzün yarattığı Türkiye Cumhuriyetimiz sözde Küresel Dünya Devleti yani Elit'in kıskacında kendi tarihinde şimdiye kadar hiç olmadığı şekilde Ulus Devletin kaldırılıp milletin köleleştirilmesi için yapılan ekonomik bunalım esasında yüce yurdumuzun eritilmesidir. Sözde önleyici 3 adet hayali Ulusal program asla yurdumuz yararına değil, kesin Elit'in yararınadır. Bunun bilimsel ve belgesel bilincinde olunmadığından hızla diz çöktürülüp gerçeği görmememiz gaflettir. Dünyada bilhassa Türkiye'de de tatbik edilen Elit'in planıyla batırılan doksana yakın millette hiç benzeri olmayan şekilde katı, yıkıcı tatbikatını görememek içler acısıdır. Bu planın bizde tatbikatının anası belli. Buna karşı Ulus Devlet bilincine ve şerefine bizi getiren Atatürk Türkiye'sinin vatan için her şeyi yapmaya hazır yani ölümü de göze alan evlatları, dünya hakimiyetinin anahtarı olan petrole hakim olmamecburiyetindedir.
Bilindiği gibi her şeyde olduğu gibi petrolde de Türk ulusu bilhassa petrol denizi üstündedir. Elit'in yapmak istediği, Türkiye'mizde bu gerçeği anlayıp, mani olmak isteyecek Atatürk evlatlarının fırlayıp ayağa kalkmalarına imkan vermeden köleleştirmeyi sağlamaktır.
Yüzlerce defa bilimsel akla dayalı belgesel yazılarımızla, Yüceler Yücesi Atamızın yarattığı yurdumuzun başındaki her yetkili makama bunları yüreğimiz titreyerek sunduk. Halen yetkili kesimde işlerin adeta farkındaolmamak hali devam etmektedir.
2) Ekte sunulan 3 belge Elit'in (Allahoğlu'nun) korkunç kıskacıdır. Belgesel ve bilimsel çok özet vurgulu ve vurucu ifadesini taşımaktadır. Bunları okuyan her Atatürk evladının durumun vahametini kavrayıp hayali programlarla uğraşmayıp, batmadan evvel kesin tedbirlerle icraata geçip, Elit'in maalesef kesin isteklerini itirazsız yapma ile uğrayacağımız feci akıbeti önlememiz vicdani ve bilimsel mecburi şarttır.
Bilgilerinize,
İhsan Güven
Okuyarak da kanaatine varacağınız gibi İhsan Güven temelde şu fikirleri savunmuştur:
1) Türkiye Cumhuriyeti Global bir Elit ağı tarafından köleleştirilmektedir. İsimlerini çok detaylı açmamış olsa da bu ağın için Uluslararası Masonik Örgütlenmeler, BohemianGrove (Bohem Klübü) ve Skulls and Bones Society (Kuru Kafa/Kemikler Örgütü),
16.08.2001
İllüminati gibi esrarengiz örgütler, Bilderberg, Federal Reserve Bank, CFR, Trilateral Komisyon vb. vardır.
2) Yahudiler, Amerikalılar ve bu ağa üye pek çok ülke ve Global Elit, Türklerin ve Türkiye’nin dostu değildir. Türkiye’yi yoketmeye çalışmaktadırlar.
3) Türkiye büyük bir petrol denizinin üzerindedir ve istenirse Türkiye’de petrol bulunabilir. Bu Türkiye’nin bağımsızlığını ve zenginleşmesini getireceği için Global Elit tarafından engellenmektedir.
4) Türkiye’yi bağımsızlığa, gelişmeye, zenginliğe götürecek yollardan birisi yeraltı kaynaklarımızı kullanmaktır. Bunu ise Atatürkçü, bağımsızlıkçı bir çizgide yaparız, Global Elite hayır dememiz gerekmektedir.
Herhalde şimdi anlıyorsunuzdur, İhsan Güven’in (ve bu konularla uğraşan Muammer Aksoy veya Necip Hablemitoğlu gibi kişilerin) neden öldürüldüğünü ! Üstelik hiç Zihin Kontrolü ile ilgisi olmadığı halde, birdenbire Dost Tarikatında (böyle bir tarikatın olduğuna da inanmıyorum aslında !) TELEGRAM isimli aletle Salih Mirzabeyoğlu’nun beynine telgraf çekmeye başlıyor İhsan Güven! Bunlara da Mütareke medya piyasasındaki tüm psikiyatrlar, gazeteciler ve emekli subaylar inanır hale geliyorlar. Üstelik emekli bir Albay yahoogroups’ta Kumandan’ın avukatı H. Y. yapmış olduğu bazı uçuk açıklamaları yayınlıyor. Bunlara göre,telepati veya parapsikolojik güçlerle insanların uzaktan idare edilmesi mümkünmüş! AyrıcaNSA uzaydan insanların beynine –ne dalgasıysa!- bir dalga yolluyormuş ve işiniz bitiyormuş; beyniniz, rüyalarınız, bilinciniz kontrol altına giriyormuş! Bu kitabın kaleme alınmasındaki motivasyonlardan birisi de Türk halkına karşı uzun süredir yapılmakta olan bu tür psikolojik savaş operasyonlarına ‘DUR!’ demektir. Nedense bu NSA herkesin beynini yıkayabiliyor ve herkesin beynine nüfuz edebiliyor da, bir tek kendi Irak’taki askerlerine birşey yapamıyor. Irak’ta 170 bin asker konuşlayan Amerika, 10 bine yakın askerin kaçmasına, binlerce askerin uyuşturucu kullanmasına veya psikiyatrik rahatsızlıklarına karşı hiç bir şey yapamıyor.
EK-2
AMERİKA’NIN İNSANLIK DIŞI DENEYLERI VE GİZLİ PROJELERİ ARTIK İNTERNETTE
Kaynak: http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=86479 (intenet sitesine son ulaşım 15 Haziran 2006)
14 Nisan 2005
Önce 'kitle imha silahları geliştirmekle' suçladığı Irak'ı işgal edip kan gölüne çeviren, daha sonra İran'ı nükleer deneyler yapmakla suçlayarak, nükleer silah elde etme çabalarını koz olarak kullanan Amerika Birleşik Devletleri, sadece kendi vatandaşları dışında kalan insanları değil kendi zulüm imparatorluğunun devamı için kendi vatandaşalarının hayatını bile hiçe saydı.
Bilim tarihinde örneğine belki de sadece Hitler'in Nazi Almanyası'nda rastlamak mümkün olan insanlık dışı deneylerin tarihi gelişimi:
'Kitle imha silahları geliştirmekle' suçladığı Irak'ı işgal eden, ardından da benzer nedenlerle Suriye, İran ve Kuzey Kore'yi hedef göstermeye başlayan ABD, yıllardır kimyasal ve biyolojik silah geliştirmek uğruna yaptığı sayısız deneyde kendi yurttaşlarını kullandı. Üstelik Amerikan anayasasına göre yurttaşlar üzerinde gizli askeri deneyler yapılması yasaldı. 1977 yılından itibaren yirmi yıl süreyle yürürlükte kalan bu madde, Körfez Savaşı'ndan sonra bazı sivil örgütlerin girişimiyle böyle bir yasadan haberdar olan halkın tepkisi üzerine 1997 yılında geri çekildi. Amerikan istihbaratı ile Savunma Bakanlığı'nın çoğu zaman ortaklaşa gerçekleştirdiği bu deneylerin başlangıç tarihi, 1930'lara kadar uzanıyor. II. Dünya Savaşı'nın ardından Almanların ve Japonlarınbu konudaki deneyiminden de yararlanan ABD, Soğuk Savaş sırasında dünyanın en korkunç biyolojik silahdeposu haline geldi.
Nazi savaş suçluları çalıştırıldı
ABD'nin 34. başkanı General Dwight D. Eisenhower 'ın Nazi savaş suçlularına çalışmalarını Amerika'da devam etmeleri karşılığında dokunulmazlık verdiği biliniyor. Almanların sayısız insan hayatı ve hayal bile edilemeyecek işkenceler karşılığında elde ettikleri bilgileri edinmek isteyen Eisenhower, Nazi toplama kamplarında gerçekleştirilen araştırmalardan ''yararlanılması'' emrini vermişti. Daça toplama kampında Yahudiler üzerinde gerçekleştirdiği korkunç deneylerle tanınan Dr Hubertus Strughold ve onun gibi 34 Nazi''bilim adamı'' uzay tıbbı çalışmalarına Amerikan topraklarında devam edebilmeleri için Teksas, SanAntonio'daki Randolph Hava Kuvvetleri Üssü'ne getirildi. Ataç Projesi (Paperclip) kapsamında toplam 3 bin kadar Nazi savaş suçlusuna ABD ve Kanada topraklarında çalışma izni verildiği tahmin ediliyor. Tarihçiler ve bilim adamları, CIA tarafından Amerikan ve Kanada (başta MKULTRA projesi olmak üzere ABD'de yapılan bazı deneylerin bir ayağı da Kanada'da sürdürülmüştür) vatandaşları üzerinde gerçekleştirilen deneylerin çoğunun Nazi ölüm kamplarında yapılan insanlık dışı deneylerin bir devamı olduğunu ortaya koymuşlardır.
Zihin kontrol deneyleri
Soğuk Savaş'la birlikte Rusların zihnin kontrolü alanında kaydettikleri ilerlemelere karşılık CIA da zihin kontroltekniklerine olan ilgisini ve bu konudaki araştırmalarını yoğunlaştırdı. Dehşet veren araştırmalarda, psikotropik ilaçlar kullanılarak beyin yıkama ve insan zihnini kontrol etme deneyleri yapıldı. Vietnam Savaşı sırasında sorgulanan insanları itirafa zorlamak için aynı yöntemler kullanıldı. Belki de tüm bunlar arasında en rahatsız edici olanı, belgelerin büyük bölümü sonradan CIA tarafından yok edildiği için ve ilgili kişilere ulaşılamadığı için insan kobaylar üzerinde yapılan deneylerin gerçek boyutlarının bilinmiyor olması. Zihin kontrolü deneyleri arasında en acımasız ve en geniş kapsamlı olanı 50'li yıllarda başlayıp 70'lere kadar süren ünlü MKULTRA projesiydi. Üniversitelerde, hapishanelerde, akıl hastanelerinde, yetimhanelerde ve uyuşturucu bağımlıları rehabilitasyon merkezlerinde yürütülen deneylerin yanı sıra kentlerin olası bir saldırıya karşı ne kadar dirençli olduğunu ölçmek için kalabalık yerleşim birimleri de kimyasal ve biyolojik maddelere maruz bırakıldı.
Gizli deneyler ve Gizli Projelerin kronolojisi
1931
Dr. Cornelius Rhoads , Rockefeller Tıbbi Araştırmalar Enstitüsü'nün gözetiminde insan deneklere kanser hücreleri aşıladı. Daha sonra Maryland, Utah ve Panama'da ABD Ordusu Biyolojik Silah tesislerini kurdu ve ABD Atom Enerjisi Komisyonu'na tayin edildi. Buradaki görevi sırasında Amerikan askerlerine ve hastanelerde yatan sivil hastalara radyoaktif madde verilmesini içeren bir dizi deneye başladı.
1932
Tuskegee Frengi Araştırmaları başladı. Frengi teşhisi konulmuş ancak hastalıkları kendilerine bildirilmemiş 200 siyah erkek tedavi edilmek yerine hastalığın seyrini ve belirtilerini izlemek amacıyla kobay olarak kullanıldı. Sonuçta hepsi frengiden ölen bu insanların ailelerine onların aslında tedavi edilebilecekleri asla söylenmedi.
1935
Pelagra Olayı: Milyonlarca insan 20 yıl içinde Pelagra'dan (vitaminsizlikten kaynaklanan bir hastalık) öldükten sonra ABD Kamu Sağlığı Hizmetleri Ajansı nihayet hastalığın kökenine inmek için harekete geçti. Ajansın müdürü en az 20 yıldır Pelagra'nın niasin eksikliğinden kaynaklandığını bildiklerini, ancak ölümlerin büyük kısmı yoksul siyah halk arasında gerçekleştiğinden harekete geçmediklerini itiraf etti.
1940
Chicago'daki 400 tutukluya yeni ve deneysel ilaçların etkilerinin araştırılması amacıyla sıtma mikrobu enjekte edildi. Daha sonra Nürmberg'de yargılanan Nazi doktorlar, Soykırım sırasında kendi yaptıklarını savunmak için bu Amerikan araştırmasını örnek gösterdiler.
1943
Japonya'nın tam kapsamlı biyolojik silah programına karşılık ABD de Fort Detrick askeri üssünde biyolojik silahlarla ilgili araştırmalar başlattı.
1944
1944 Amerikan Donanması gaz maskelerini ve koruyucu kıyafetleri denemek için insan kobaylar kullandı. Gaz odasına kapatılan bu denekler hardal gazı ve levisit'e maruz bırakıldı.
1945
Ataç Projesi (Paperclip) başlatıldı. Nazi bilim adamlarını işe alan ABD Dışişleri Bakanlığı, Ordu İstihbarat veCIA, onlara ABD'de çok gizli hükümet projelerinde çalışmaları karşılığında dokunulmazlık ve yeni kimliklerverdi. ''Program F'' , ABD Atom Enerjisi Komisyonu tarafından başlatıldı. Bu program, atom bombası üretimindeki en önemli kimyasal maddelerden biri olan 'florid' in insan sağlığı üzerindeki etkilerini araştıran en geniş kapsamlı çalışmaydı. Araştırma sırasında floridin insanoğlunun bildiği en zehirli kimyasallardan biri olduğu ve merkezi sinir sistemi üzerinde büyük hasara yol açtığı anlaşıldı; ancak elde edilen bilgilerin büyük bölümü atom bombalarının yapımının engelleneceği korkusuyla ulusal güvenlik adına gizli tutuldu.
1946
Savaş gazilerine hizmet veren hastanelerdeki hastalar, tıbbi deneylerde kobay olarak kullanıldı. Kuşkuları ortadan kaldırmak için ne zaman böyle bir hastanede gerçekleştirilen bir çalışmayla ilgili rapor hazırlansa,''deney'' sözcüğü yerine ''araştırma'' ya da ''inceleme'' sözcüklerinin kullanılması emredildi.
1947
1947 ABD Atom Enerjisi Komisyonu, insan deneklere damardan radyoaktif maddelerin verileceği deneylere başlayacağını bildiren gizli bir belge yayımladı. CIA, Amerikan istihbaratı tarafından silah (zihin kontrol, beyin yıkama aracı) olarak kullanılabilmesi için LSD araştırmalarına başladı. Hem sivil hem asker denekler haberverilerek ya da verilmeyerek bu deneylerde kullanıldı.
1950
Savunma Bakanlığı, nükleer silahların çöllerde denenmesi ve bombanın etki alanı içinde kalan insanların sağlık problemlerinin ve ölüm oranlarının gözlenmesi için planlar yapmaya başladı. Amerikan kentlerinin birbiyolojik saldırı durumunda ne ölçüde zarar göreceğini belirlemek için ABD donanmasına bağlı gemiler San Francisco kentine bakteriden oluşan bir bulut püskürttü. Çok sayıda insan zatürree benzeri belirtiler göstererek hastalandı.
1951
Savunma Bakanlığı hastalığa neden olan bakteri ve virüslerin kullanıldığı açık hava deneyleri başlattı. 1969 yılına kadar süren bu deneylerde geniş kitlelerin bu bakterilere maruz kaldığından kuşkulanılıyor.
Sentetik virüsle hastalık ürettiler
1953
ABD ordusu, kimyasal maddeleri dağıtmak konusunda ne kadar etkin olduklarını belirlemek amacıyla Fort Wayne, Minneapolis, Winnipeg, St Louis ve Leesburg, Virginia'da çinko kadmiyum sülfür gazıyla yüklü bulutlar saldı.
Ordu, Donanma ve CIA'nın ortaklaşa gerçekleştirdiği deneylerde New York ve San Francisco'da yaşayan on binlerce kişi solunum yoluyla bulaşan mikroplara maruz bırakıldı.
CIA, MKULTRA projesini başlattı. Resmi olarak 11 yıl süren bu araştırma programı, zihin kontrolünde kullanılabilecek ilaçların ve biyolojik silahların üretimi ve denenmesi için tasarlanmıştı.
1955
Geniş kitlelere biyolojik maddeleri bulaştırabilme yeteneğini ölçmek isteyen CIA, ordunun biyolojik silah cephaneliğinden alınmış bir bakteriyi Florida'daki Tampa Körfezi'ne saldı.
1956
Amerikan ordusu, sıtma mikrobu taşıyan sivrisinekleri Georgia'nın Savannah ve Florida'nın Avon Park bölgelerine bıraktı. Her deneyin ardından kendilerini kamu sağlığı görevlileri olarak tanıtan ordu ajanları mikrobun kurbanlar üzerindeki etkilerini inceledi.
1960
Savunma Bakanlığı, Avrupa ve Uzakdoğu'daki halklar üzerinde LSD'yle ilgili saha denemeleri yapılması için onay verdi. MKULTRA kapsamında Avrupa'da yapılan deneyin kod adı Üçüncü Şans Projesi, Asya'dakine de Derbi Şapkası Projesi denildi.
1964
CIA ve Savunma Bakanlığı, ortaklaşa, zihin kontrol tekniklerinin araştırıldığı MKSEARCH Projesi'ni başlattı. Aynı yıl resmen sona erdirilmiş gözüken MKULTRA Projesi aslında MKSEARCH Projesi'yle birleştirilmişti. MKSEARCH Projesi, davranış ve algı bozukluklarına yol açan kimyasallar (uyuşturucular) yoluyla insan davranışlarını yönlendirme çalışmalarına verilen ad.
1965
Philadelphia'daki Holmesburg Eyalet Cezaevi'ndeki tutuklulara, ABD'nin Vietnam Savaşı'nda bitki örtüsünü ve ormanları yok etmekte kullandığı yüksek oranda zehire sahip Portakal Gazı'nın kimyasal bileşeni olan dioksin verildi. Tutukluların daha sonra kanser taramasından geçirilmeleri, Portakal Gazı'nın başından beri kanserojen bir madde olduğundan kuşkulanıldığını gösterdi.
1966
CIA, yine MKULTRA'nın devamı olan Proje MKOFTEN'ı başlattı. Bu, belli kimyasalların insanlar ve hayvanlar üzerindeki zehirleyici etkilerini araştıran bir projeydi.
ABD ordusu tarafından New York kenti metrosuna Bacillus subtilis mikrobu verildi. Ordu bilim adamlarınınbakteriyle dolu ampulleri havalandırma ızgaralarına atmaları sonucu bir milyonun üzerinde insan bu zehirli havayı soludu.
1967
CIA ve Savunma Bakanlığı, yine biyolojik ve kimyasal silahları denemeyi amaçlayan MKNAOMI Projesi’ni hayata geçirdi.
1969
Savunma Bakanlığı'ndan Dr. Robert MacMahan , 5-10 yıl içerisinde, ''insanın bağışıklık sistemine saldıran ve hiçbir ilaçla tedavi edilemeyen sentetik bir virüs geliştirmek için'' Amerikan Kongresi'nden 10 milyondolar ödenek talep etti.
1970
Ödeneğin sağlanmasının ardından CIA gözlemi altında yürütülen proje, ordunun çok gizli biyolojik silah tesisi olarak bilinen Fort Detrick'teki Gizli Operasyonlar Bölümü'nde başlatıldı. Burada, AIDS benzeri virüsleri ayrıştırmak için moleküler biyoloji teknikleri kullanıldığı yolunda spekülasyonlar giderek arttı.
ABD, DNA'larındaki genetik değişiklikler ve varyasyonlar nedeniyle hassas olan belli etnik grupları hedef almak ve yok etmek amacıyla tasarlanmış ''etnik silahları'' geliştirme çalışmalarını yoğunlaştırdı (Military Review, Kasım 1970).
1975
Fort Detrick'deki Biyolojik Silah Merkezi'nin virüs bölümüne Fredrick Kanser Araştırma Tesisleri adı verilerek Ulusal Kanser Enstitüsü'nün (NCI) denetimine verilir. ABD Donanma sı'nın burada kansere neden olan virüsleri geliştirmek amacıyla özel bir virüs kanser programı başlattığı tahmin ediliyor. Bilim adamları burada, aynı zamanda, hiçbir bağışıklığın bulunmadığı bir virüs ayrıştırdılar. Bu virüse sonradan HTLV (İnsan T- hücresi Lösemi Virüsü) adı verildi.
1977
Senato'da yapılan oturumlarda 239 yerleşim bölgesinin 1949-1969 yılları arasında biyolojik maddelerle zehirlendiği doğrulandı. San Francisco, başkent Washington, Key West, Panama Kenti, Minneapolis ve St. Louis bu bölgelerden sadece birkaçı.
1978
Salgın Önleme Merkezi (CDC) tarafından gerçekleştirilen deneysel Hepatit B aşılama çalışmaları New York, Los Angeles ve San Francisco kentlerinde başladı. Araştırma denekleri bulmak için verilen ilanlarda özellikle çok eşli eşcinsel erkekler arandığı vurgulandı.
1981
İlk AIDS vakalarının New York, Los Angeles ve San Francisco'daki eşcinsel erkekler arasından çıktığı doğrulandı. Bu vakaların ortaya çıkması AIDS'in Hepatit B aşısı yoluyla bulaştığı yönünde spekülasyonların da yayılmasına neden oldu.
1985
Öldürücü bir koyun virüsü olan VISNA HTLV'ye (İnsan T-hücresi Lösemi Virüsü) çok benzediği ortaya çıktı. Bu benzerlik, iki virüsün ortak evrimsel ilişkisine işaret etmekteydi.
1986
Ulusal Bilimler Akademisi Tutanakları'na (83: 4007-4011) göre HIV ve VISNA virüsleri, HTLV ile neredeyseaynıydı (ufak bir kısım hariç yüksek oranda benzerlik taşıyordu). Bu bilgi, HTLV ve VISNA virüslerinin, doğada hiçbir bağışıklığı bulunmayan yeni bir virüs ayrıştırmak amacıyla birleştirilmiş olabileceği spekülasyonlarını doğurdu.
Kongre'ye sunulan bir rapor, ABD hükümetinin ürettiği bu yeni virüslerin, aralarında dünyada bilinen hiçbir tedavisinin bulunmayacağı şekilde genetik mühendislik yoluyla üzerlerinde oynanmış virüslerin ve kimyasal maddelerin bulunduğu gerçeğini ortaya koydu.
1987
Savunma Bakanlığı, biyolojik silah geliştirilmesini yasaklayan uluslararası bir sözleşme bulunmasına karşın, ülke çapında 127 tesiste ve üniversitede araştırma çalışmalarını sürdürdüğünü kabul etti.
1994
Houston'daki MD Anderson Kanser Merkezi'nden Dr. Garth Nicholson, ''gen izleme'' adı verilen bir teknikle, Çöl Fırtınası Operasyonu'ndan dönen askerlerin birçoğunda, biyolojik silah yapımında kullanılan bir mikrop olan mycoplasma incognitus'un değiştirilmiş bir cinsini keşfetti. Moleküler yapısının yüzde 40'ına HIV protein tabakası katılmış olması mikrobun insan yapımı olduğunu göstermektedir.
Senatör John D. Rockefeller , Savunma Bakanlığı'nın en az 50 yıldır yüz binlerce askeri personeli deneylerde kobay olarak kullandığını ve bilinçli olarak tehlikeli maddelere maruz bıraktığını açıklayan bir rapor yayımladı. Bu maddelerin arasında, hardal gazı, sinir gazı, radyasyon ve Körfez Şavaşı sırasında kullanılankimyasallar bulunuyor.
1995
ABD Hükümeti, insanlar üzerinde tıbbi deneyler gerçekleştirmiş Japon savaş suçlularına ve bilim adamlarına biyolojik silah araştırmalarıyla ilgili bilgi karşılığında maaş ve dokunulmazlık teklif ettiğini kabul etti.
Dr. Garth Nicolson , Körfez Şavaşı'nda kullanılan biyolojik silahların Houston, Teksas ve Boca RatonFlorida'da üretildiğini ve Teksas Cezaevi'ndeki tutuklular üzerinde denendiğini gösteren kanıtları ortaya serdi.
1996
Savunma Bakanlığı, Çöl Fırtınası'na katılan askerlerin kimyasal maddelere maruz kaldığını kabul etti.
1997
Seksen sekiz Kongre üyesi, biyolojik silah kullanımı ve Körfez Savaşı Sendromu ile ilgili soruşturma açılmasını talep eden bir mektup imzaladı.
Manhattan Projesi Nagasaki'yi yerle bir etti
Almanya'da Adolf Hitler'in iktidara gelmesiyle Yahudi kökenlilere yapılan baskılar sonucu, aralarında dünyaca ünlü Nobel ödüllü fizikçi Albert Einstein'ın da olduğu çok sayıda değerli bilim adamı çareyi ABD'ye sığınmakta buldu. İkinci Dünya Savaşı yaklaşırken, Başkan Franklin Roosevelt'e mektup yazan ünlü fizikçi, Nazi rejiminin yakında atom bombası yapabileceği uyarısında bulundu. Roosevelt, Einstein'ın uyarısını dikkate alarak, atom bombası geliştirilmesini öngören 'Manhattan Projesi'ni devreye soktu. Ne var ki Einstein, atom bombasının yapımında rol almadığı gibi, buna açık bir dille de karşı çıkmıştı. Ancak Almanya'nın 7 Mayıs 1945'te teslim olmasının ardından atom bombası yapma işinde korkulduğu kadar ciddiyetle uğraşmadıkları ortaya çıktı. Bu proje çalışmaları sonunda ABD, yaptığı atom bombalarını, Japonya'yı teslim olmaya zorlamak için, Hiroşimave Nagazaki'ye attı.
ABD, denek olarak kullandığı insanlara LSD dahil birçok kimyasal verdi
Amaç beyin kontrolü
Sovyetler'in geliştirdiği düşünülen biyolojik silahları ve beyin yıkama yöntemlerini örnek alan ABD, 1947 yılında CIA'nın kurulmasıyla bir dizi zihin kontrol projesinin ilkini başlattı. ABD'ye getirilen Nazi doktorlar da bu projelerde yer alacaktı. Manhattan Projesi adı altında atom bombasını geliştiren hükümet gizli projeler konusunda büyük tecrübe kazanmıştı. Zihin kontrol deneylerinde insanların kullanıldığı bu programların kod adları, ''CHATTER, BLUEBIRD, ARTICHOKE, MKULTRA, MKSEARCH ve MKDELTA'' idi.
Neredeyse tüm ülkeyi sarmış olmasına karşın yıllarca büyük gizlilikle sürdürülen bu deneylerde olan bitenden habersiz insanların, küçük çocukların, akıl hastalarının, tutukluların kullanıldığı belirlendi. Deneyler sırasında ölümlerin meydana geldiği; birçok deneğin dengesini kaybettiği ve bazılarının intihara kalkıştıkları bugün artıkkesin olarak biliniyor. CHATTER (gevezelik) Projesi, Sovyetler'in casusları, esirleri itiraf ettirmek için kullandıkları ilaçların 'başarısına' karşılık olarak geliştirilmişti. Araştırma, casusların sorguları sırasında kullanılabilecek ilaçların belirlenmesi ve denenmesi üzerine odaklanmıştı. CHATTER Projesi, 1953 yılındaresmen sonlandırıldı. Çalışmalarını insan davranışlarını kontrol yönünde genişletmek isteyen CIA, teşkilatın başı Allen Dulles 'ın onayıyla 1950 yılında BLUEBIRD (bir tür muhabbet kuşu) Projesi'ne başladı.
Bu programın hedefleri şöyle sıralanıyordu:
1) Personelden izinsiz bilgi sızdırılmasını önleyecek bir yöntem geliştirmek,
2) Özel sorgulama teknikleri yoluyla bireyin kontrol edilmesinin mümkün olup olmadığının araştırılması,
3) Hafıza geliştirme yöntemlerinin araştırılması,
4) CIA personelinin düşman kontrolüne geçmesini önlemek için savunma teknikleri geliştirmek. BLUEBIRD Projesi'nin kod adı, 1951 Ağustos'unda ARTICHOKE (enginar) Projesi olarak değiştirildi.
Bu projenin hedefi de hipnoz ve çeşitli kimyasalların kullanımı yoluyla sorgulama tekniklerinin araştırılmasıydı. Bu program da 1956'da noktalandı. Ancak ARTICHOKE Projesi'nin durdurulmasından 3 yıl önce, yani 13 Nisan 1953'te CIA Başkan Yardımcısı Richard Helms 'in önerileri doğrultusunda MKULTRA Projesi başlatıldı. MK harflerinin Mind Kontrolle (zihin kontrolü, kontrolle kelimesi İngilizce 'control' ün Almanca karşılığı) kelimelerinin kısaltması olduğu tahmin ediliyor. MKULTRA Projesi kapsamında insan davranışlarını kontrol etmek amacıyla kullanılan yöntemler arasında radyasyon, elektroşok, hipnoz, başta LSD olmak üzere çeşitli kimyasallar, askeri araç gereçler, işkence aletleri, psikoloji, psikiyatri, sosyoloji, antropoloji gibi sosyal bilimler vardı. MKULTRA'nın yurtdışı için geliştirilenine de MKDELTA adı verilmişti. MKULTRA şemsiyesi altında tanımlanan 150 kadar projeden en ünlüsü olan MONARCH Projesi, resmi olarak 1960'ların başlarında Amerikan ordusu tarafından başlatıldı. (Gayri resmi olarak çok daha önceden başladığı biliniyor.) MONARCH Projesi halen ulusal güvenlik nedenlerinden ötürü 'çok gizli' olarak sınıflandırılmış durumda. Bu korkunç deneylerin gerçekleştirildiği yerler arasında 44 üniversite, 15 bilim vakfı, 12 hastane, 3 hapishane ve ilaç şirketleri bulunuyordu. Araştırmalarda dünyaca ünlü psikiyatrlar, psikologlar ve beyin cerrahları yer alıyordu. Zihin kontrol çalışmalarında CIA ileişbirliği yapanlar arasında Amerikan Psikoloji Derneği, Amerikan Psikiyatri Deneği'nin eski başkanları, Biyolojik Psikiyatri Topluluğu ve ödüllü psikiyatrlar vardı. ABD'de zihin kontrol deneyleri sadece CIA tarafından değil ABD Ordu Haber Alma Dairesi ve Ordu Kimyasal Silahlar Ofisi tarafından da yürütüldü. Askerlere birer kâğıt imzalatarak kobay olmaları sağlandı. MKULTRA belgelerinin büyük bölümü yine programı başlatan kişi olanCIA Başkanı Richard Helms'in emriyle 1972'de yok edildiği için insanlar üzerinde zihin kontrol deneylerinin gerçek boyutu belki de asla bilinemeyecek.
Tüyler ürperten ifadeler
Biyolojik saldırı korkusuyla yaşayan ABD'de hastalalıklara karşı her türlü önlemi alınıyor. ABD'nin işgal ettiği ülkelerde ise çocuklardahil birçok kişi kullanılan silahlardan dolayı çaresiz durumda kalıyor.
MKULTRA Projesi'nin ilk olarak 1975 yılında başkanlığa bağlı Rockefeller Komisyonu tarafından gün ışığına çıkartılmasının ardından Senato'nun sağlıktan sorumlu alt komitesi, CIA'nın insanlar üzerinde yaptığı deneylerle ilgili tüyler ürperten ifadeler dinledi. Günümüze kalan belgeler ve tarihçiler, bilim adamları ve gazeteciler tarafından yapılan araştırmalar, CIA'nın MKULTRA kapsamında özellikle radyasyon ve LSD’nin kullanıldığı deneylere ağırlık verdiğini gösteriyor. Bu deneyler, CIA personeline, askerlere, casuslara,fahişelere, akıl hastalarına ve sıradan insanlara tepkilerini ölçmek için, çoğu durumda deneğin haberi olmadan LSD verilmesini içeriyordu. Bu tür deneylerde eroin, meskalin, skopolamin, marihuana, alkol ve sodyum pentatol gibi maddeler de kullanıldı. MKULTRA Projesi'nde görevli biyolojik silah uzmanı Dr. Frank Olson , 28Kasım 1953 tarihinde, kendisinden habersiz içkisine karıştırılan LSD'nin etkisi altındayken Manhattan'da bir otelin 13. katından atladı. Ailesi Dr. Olson'un gerçek ölüm nedenini 22 yıl sonra MKULTRA ile ilgili bilgiler ilk ortaya çıkmaya başladığında öğrendi. Harold Blauer adında bir profesyonel tenis oyuncusunun da gizli bir meskalin deneyi sırasında öldüğü sonradan ortaya çıktı. ABD Donanması'ndan emekli Wayne Ritchie ,1957'de katıldığı bir Noel partisinde kendisine gizlice LSD vermekle suçladığı CIA aleyhine geçen yıl 12 milyon dolarlık bir tazminat davası açtı.
Biyolojik silah çalışmaları sürüyor
Başkan George W. Bush , kitle imha silahları üreterek uluslararası sözleşmeleri ihlal etmekle suçladığı Irak'a harekât emri verdiği sıralarda ABD'nin, İngiliz ordusunun da yardımıyla yeni nesil biyolojik ve kimyasal silahlar geliştirme çalışmalarını sürdürdüğü iddia ediliyor. Bundan üç yıl önce İngiliz The Guardian gazetesine demeç veren ABD'li mikrobiyoloji profesörü Mark Wheelis ile İngiliz uluslararası savunma profesörü Malcolm Dando, ABD'nin biyolojik misket bombaları, antraks ve kalabalık insan gruplarının söz konusu olduğu durumlarda kullanılacak öldürücü olmayan silahlar üzerinde çalıştığını iddia etmişlerdi.
CIA'NIN ABD DIŞINDAKİ PROJELERİ
Yurtdışında 'üçüncü şans’ CIA projeleri arasında yurtdışında da gerçekleştirilenler vardı. Özellikle yurtdışı için tasarlanan MKDELTA programı Avrupa ve Asya ayağı olarak ayrılmış ve bunlara Üçüncü Şans ve Derbi Şapkası projeleri adı verilmişti. Ancak bu konuda belgeye ulaşılamamıştır. Senato'da yapılan oturumlarda da bu projeler hakkında bilgi sahibi olan tanığa rastlanmadı. Ancak Kanada'da MKULTRA kapsamında çok çeşitli deneyler yürütüldüğünü kanıtlayan belgeler bulunuyor. Bunlardan en iyi bilineni Dr. Ewen Cameron tarafından 1950-1965 yılları arasında Montreal'deki Allen Memorial Enstitüsü'ndeki hastalara elektroşok ve deneysel ilaçlar verilmesini kapsayan deneylerdir. 1992 yılında bu deneyler ortaya çıktığında Dr. Cameron da, hastalarının çoğu da ölmüştü.
ABD'Lİ PSİKİYATRİST ROSS'UN ARAŞTIRMASI
'Mançurya Kobayı' (Manchurian Candidate) gerçekti Kişilik bölünmesi konusunda uzman olan ABD'li psikiyatr Colin A. Ross , günümüze kalan belgeler üzerinde yaptığı uzun süreli araştırmalardan sonra kaleme aldığı ''Bluebird: Psikiyatrlar Tarafından Kasıtlı Olarak Yaratılan Bölünmüş Kişilik'' adlı kitabında şöyle yazıyor: ''BLUEBIRD Projesi'nde CIA, kasıtlı olarak kişilik bölünmesi yarattığı deneklerini gizli operasyonlarda kullanmaya çalışmıştır. Belgelerin incelenmesi sonucu bu inanılmaz deneylerde, 11 yaşındaki çocukların beyinlerine elektrodlar yerleştirildiği, 7-11 yaşları arasındaki çocuklara haftalarca, her gün, günde 150 mg LSD verildiği ve elektroşok yoluyla deneklerin hafızalarının silindiği, hayvanların beyinlerine elektrod yerleştirerek kimyasal ya da biyolojik saldırılarda kullanma çalışmaları yapıldığı biliniyor. 'Mançuryalı Aday' (Mançurya Kobayı) (orijinali 1962 yılında çekilen ve beyin yıkama yöntemlerini konu alan bir film) kurgu değil gerçektir ve CIA tarafından 1950'lerde BLUEBIRD ve ARTICHOKE zihin kontrol programlarında yaratılmıştır.''
EK-3
İNTERNETTE ZİHİN KONTROLÜ HAKKINDA DEZİNFORMASYON VE YANLIŞ, UYDURMA BİLGİLER: EMPERYALİSTLERİN PSİKOLOJİK HARBİ
İnternetten alınan aşağıdaki yazı tamamen bilimden uzak ve tutarsız bazı bilgilerle doludur. Bu tür yanlış bilgilendirme Türkçe’de yayınlanmış Zihin Kontrolü ile ilgili kitaplarda da vardır. Aşağıdaki örnek bu konuda ne kadar ciddihatalar yapılabileceği hakkında iyi bir örnek teşkil etmektedir. Bu yazıyı bu konudaki bilimdışı tutuma bir örnek olarak veriyoruz. Bu tip yazılar büyük olasılıkla Amerika’nın veya emperyalist güçlerin yenilmez oldukları imajını vermek için psikolojik harp amacıyla yabancı istihbarat birimleri tarafından kaleme alınmıştır. Bu yazıların Türk Silahlı Kuvvetleri Dergilerinde yayınlanmış olması da çok üzücü ve düşündürücüdür! Bilimsel olmayan yerlerde parantez açılıp, ifadenin tutarsızlıkları hakkında bilgi verilmiştir:
http://www.hipnoz.com/kaskeri7.html
ABD New York Times Gazetesi'nin l6 Temmuz l977 sayısında şöyle bir haber yayınlanıyordu:
"ABD insanlığın esir edilebileceği görünmez silahlar geliştiriyor. "
l978 yılında Walter Boward adındaki Arizonalı gazeteci yazar, Operation Mind Control (Zihin Kontrol Harekatı) adında yayınladığı kitabında şunları anlatmaktadır:
"CIA tarafından uyuşturucu ilaçlarla yapılan deneyler ABD hükümetinin uyguladığı çok gizli zihin kontrol projesinin yalnızca bir kısmıdır. Bu deneyler binlerce kişi üzerinde 35 yıl devam etmiştir. Bu araştırmalar; hipnoz tekniği, narkotik-hipnoz, elektronik olarak beyinin uyarılması, ultrasonik, mikrodalgalar, alçak ses frekanslarıyla davranışların etkilenmesi ve davranış değişiklikleriterapisidir.
CIA psikolojik silah stoklarını, psişik silahların değişik tiplerini geliştirmeyi başararak artırmıştır. Şimdi bu kabiliyetleriyle yeni tip bir harbe girişmesi mümkündür. Bu harf görünmez, muharebe sahası insan zihinleridir.
Parapsikolojik silahları devletler vatandaşlarını kendi ideolojik ve politik sistemleri içinde tutmakiçin veya diğer ülke insanlarının zihinlerini etkileyerek değiştirmek ve kendi gayelerine uygun yönlendirmek maksadıyla kullanacaklardır. ***(Parapsikolojik silahlar diye birşey yoktur! Aslında Parapsikolojik olayların hepsi spekülasyondur. Ümit Sayın)***
Yazar Walter Boward kitabında şunları söylemektir:
"En büyük hayret edilecek şey, milli güvenlik etiketi altında Crpytocrasy (Bürokrasinin gizli planı) zihinlerin kontrolünü araştırmaktadır."
Yazar Boward zihin kontrolü için uygulanan MKUTRA projesi hakkında da şöyle demektedir:
"Senato istihbarat komitesine; Amiral Turner, CIA uyuşturucu ilaç deneylerini durdurdu demiştir. Sorulmadı ve kendisi de gönüllü olarak yeni zihin kontrol projelerinden bahsetmedi. Turner zihin kontrol harekatının durdurulduğunu söylemedi, yalnızca deneyler durduruldu dedi."
Doğu ve Batı Bloku ülkelerinde insan zihninin kontrolü için ciddi araştırmalara girildiği anlaşılmaktadır. Günümüzde insan zihinlerine çeşitli tip araçlarla (gazete, kitap radyo ve televizyon) uluşma imkanları artmıştır. İnsan denilen biyolojik varlık çok kolay bir şekilde programlanabilmektedir. Beyin yıkama metotlarıyla şartlandırımış robot katiller kolayca öldürülebilmektedirler. *** (İnsanların programlanması sanıldığı kadar kolay değildir! Henüz programlanabildikleri kanıtlanmamıştır. Ümit Sayın) ***
Okult (batıni, gizli) bir bilgi olan teknomaji (teknik büyü) 'nin sırları son 300 yıl içinde insanlar tarafından çözülmüştür. Teknoloji adı altında uygulanarak doğaya hakimiyet sağlanmıştır. Bu bilgiler korkunç silahları da beraberinde getirmiştir. Teknokrat bilim adamı, askerlerden oluşan bir grup bu güçlerin kontrolünü elinde bulundurmaktadır.
XX. yüzyılın son 25 yılı içinde parapsikoloji ve psikotronik gibi adlar altında psikomaji (ruhsal büyü) 'nin uygulama alanına konduğu yıllar olacaktır. Bu majinin hedefi insan zihinlerini kontrolüdür. Geleceğin insanının kaderini psikologlar, psikiyatristler, nörologlar, nörobiyologlar, biyokimyacılar, kuantum fizikçileri çizecektir. *** (Büyü diye bir şey yoktur! Psikomaji bu yazıyı yazan –her kimse- uydurduğu psikopatolojik bir terimdir. Psikotronik silahlar denensilahların var olduğu ise dedikodudur. Ümit Sayın) ***
Türkiye l977'li yıllar içinde parapsikolojinin harp şeklinde uyguladığı ve bunun korkunç kabusunun yaşandığı bir ülke olmuştur. Bu görünmez harbin gelecek yıllarda da devam edecektir. Yalnızca fiziki tedbirlerle önlenmesi mümkün görülmemektedir. Alınacak tedbirleri öğrenmek için en kısa zamanda parapsikolojik çalışmalara girmek mecburiyetindeyiz. Ancak geniş ve sürekli bir araştırma içinde bu harbin silahlarını tanıyarak gerekli savunma önlemlerini alabiliriz. "
SİYASİ VE ASKERİ SAHADA HİPNOZUN KULLANIMI
Aşağıda Silahlı Kuvvetler dergisinde çıkmış bir makaleyi okuyacaksınız. Konunun uzmanı biraskeri yetkili tarafından neşredilen bu makalenin sınırları çok geniş ve insanın hayal sınırlarını zorluyor. Bu konuda yapılan çalışmalar genellikle spekülasyona dayandığından bilimsel irdelemesini ve incelemesini yapmak hemen hemen imkansız gibi bir şey.
***(Silahlı Kuvvetleri Dergilerinde bu tip bilim dışı makalelerin çıkması sorgulanması gereken bir olgudur. TSK mensupları arasında ciddi paranoya ve psikolojik problemler oluşturabilecek bu tip bilim dışı makalelerin önlenmesi şarttır! Ümit Sayın)***
Ancak biz teorik planda yaptığımız çalışmalar ve bazı pratik bilgilerimizin yol göstericiliği çerçevesinde bir sonuca ulaşabilmekteyiz. Hipnoz gibi insanın bilinç altına inen, biliç altı mekanizmalarını keşfeden ve insanın savunma mekanizmaların devre dışı bırakan bir yöntemle hayal ufkumuzun ötesinde de şeyler yapılabileceğine inanıyorum.
Literatür taramam esnasında tesadüfen ele geçirdiğim bazı bilgisayar temelli bilgi bankası kaynaklarında çok ilginç çalışmaların ipuçlarını buldum. Özellikle gizli haber alma örgütleri tarafından uygulanan beyin yıkama yöntemleri bir nevi zorunlu hipnotik trans gibi gelmektedir. CIAtarafından konu ile ilgili yayınlanmış gizli bir raporda soğuk savaş döneminde KGB'in beyin yıkama ve insan eğitme yöntemleri incelenmiş. Bu raporda insanın savunma sistemlerinin nasıl yıkılabileceği ve yeni model bir insanın nasıl inşa edileceği detaylı olarak anlatılmıştır.
Rejime muhalif insanların bu beyin yıkama yöntemlerinden nasibini aldığı gibi, rejimin yanında gönüllü olan insanların rejim ile tam bir uyum içerisinde birer robot gibi çalıştırılabilmesi için de bu yöntemler uygulanmaktadır. Gönüllü hipnoz ve benzeri seanslar ile bilinç altına girilen savunmasızbirey rejimin tam bir robotu olabilmektedir.
***(İnsanları robotlaştırmak çok kolay değildir, ama bu dezinformasyon yazısında sunulan bilgilere inanan pek çok kişi psikolojik olarak etkilenebilir. Ümit Sayın) ***
Tüm düşünce kalıpları rejimin istediği insan tipini inşa eden, gerektiğinde bir terörist, gerektiğinde bir sabotajcı gibi eğitilmesine imkan vermektedir. Konu ile ilgili çalışmalar sanat kültür hayatına konu olmuş ve bir çok özgün sanat eseri yapılmıştır. Bunlarla ilgili yazılan romanlar, senaryolar, tiyatrolar ve çekilen filmler hatıralarımızda hala canlılığını korumaktadır. Beyin yıkama yöntemlerinden en güzel bir örnek olarak son imparator filminde Mançurya İmparatorunun beyin yıkama operasyonudur. Bir imparatordan rejime uygun bir insanın nasıl inşa edildiği güzel bir örnek olarak sergilenmiştir.
Konu ile ilgili yaptığım diğer bir çalışmayı da burada müjdelemek isterim. Beyin yıkamanın tüm boyutlarını içine alan bir çalışmam ayrıca devam etmektedir. İnsanın zihninin bilinmezlik boyutlarını keşfeden emperyalist ülkeler sömürü çarklarını bu bilgiler üzerine inşa etmişlerdir.
Şimdi sizleri hipnoz ve ötesini , parapsikolojiyi içine alan bir gezinti ile baş başa bırakacağım.
PARAPSİKOLOJİ VE PARAPSİKOLOJİK HARP
*** (Tekrarlamakta yarar görüyorum. Parapsikoloji ve parapsikolojik harp emperyalist istihbarat örgütlerinin kendilerini güçlü göstermek için kullandıkları bir psikolojik harp yöntemidir. Böyle bir olgu yoktur. Parapsikoloji, PSI enerjisi, BİYO ENERJI vb.parapsikolojik unsurların hiçbirisi bilimsel olarak kanıtlanamamıştır. Ümit Sayın) ***
Parapsikolojik Silahlanma
CIA eski başkanlarından Richard Helms Watergate soruşturmalarında Warren Komisyonu’na verdiği bilgilerde şöyle demiştir:
Yapılan araştırma göstermiştir ki SSCB kendi sisteminin isteklerine uygun politik görüşe bağlı olacak şekilde, halkının davranışlarını düzenleyebileceği bir kontrol teknolojisi geliştirmeye çalışmaktadır. Bundan böyle aynı teknolojiyi daha karışık bir yaklaşımla, bilgiler kodlanarak insan hedeflerine yöneltilebilecektir. Bu insan zihinleri harbi olacaktır
1980 yılları başında ise, ABD'yi uyaran daha enteresan ve ürkütücü haberler duyuluyordu. Başkan Reagan ABD'de iktidara gelince Pentagon, CIA, FBI, DIA'nın kesin bilgilerini kapsayan dosyalarla karşılaştı. Bu bilgilerin bir kısmına açık basında da rastlıyoruz. Konu, Sovyetlerin zihinharbi ve parapsikolojisi çalışmalarıdır.
*** (Sovyetlerin parapsikoloji çalışmalarının aslında bir kandırmaca olduğu daha sonra ortaya çıktı, o da Sovyetlerin psikolojik harbinin bir parçasıydı.Böylelikle CIAher yıl 20 milyon dolar parapsikoloji çalışmaları için finans alabildi ve bu parayı ne yaptığı belli değil, Ümit Sayın!)***
Bu raporlarda, ABD'de yerleşen yeni tip bir casusluk şebekesinin mevcudiyetinden söz
edilmektedir. Hipnoz, telapati., düşünce okuma ve nakli gibi özel yeteneklere sahip ajanlar,Amerikan halkının şuuraltlarını etkileyerek düşüncelerini KGB (Sovyet İstihbarat Örgütü)'nin programı çerçevesinde değiştirmeye çalışmaktadır. Bu ajanlar çeşitli dini ve mistik topluluklara nüfüz ederek, bu organizasyonları konsantrasyon ve imajinasyon çalışmaları ile etkilemek yolundadırlar. Washington çevresi, ABD yöneticileri ve politikacılarını etkilemek için başlıca hedef bölgesi olarak seçilmiştir.
***(Bu paragrafta anlatılan bir dezinformasyondur! Düşünce okumak diye bir şey olamaz, ayrıca uzaktan beyinlere ve bilinç dışlarına nüfuz etmek diye de bir şey olamaz. Bunların hepsi insanlarda korku ve telaş yaratmak için uydurulmuşpsikolojik harp propagandalarıdır! Ü.S.) ***
Albay Alexander Raporu olarak basına intikal eden bilgilerde; " Başkan Reagan'ın zihnini ve şahsi kararlarını kontrol altına almak" şeklinde belirlenen çalışmalardan bahsedilmektedir. Yine aynı raporda insan ve çeşitli tip hayvanları etkileyebilmek için deneyler yapıldığı anlatılmaktadır. Sovyet vatandaşı bayan Kulagina'nın (??) PK gücüyle bir kurbağanın kalp atışlarını durdurabildiği açıklanmıştır.
***(PK ile kastedilen psişik ve ruhsal güç. Böyle bir gücün olmadığı American Skeptic Society tarafından gösterilmiştir. Bunların tümü bir uydurmadan vespekülasyondan ibarettir! Büyük olasılıkla ne böyle bir bayan vardır, ne de böyle bir çalışma. Ü.S.)***
Albay Hodgson'un da, basına, parapsikolojik harp konusunda yaptığı açıklamalar çok önemlidir. Rapora göre, nükleer silah etkileri ESP gücü ile bir araya getirilerek "Hyperspace Nuclear Howıtzer"Uzay Üstü Nükleer Obüs adı verilmiştir. Sibiryanın ıssız bir bölgesinde beton sığınak içinde meydana getirilen nükleler infilak etkisi, bir grup yetenekli psjiko süje tarafından, tahribi istenen hedef üzerine, zihinsel olarak nakledilmektedir. Mesafe sınırlaması yoktur.
Sovyetler'in; labaratuvarda ürettikleri bakteri türlerini kullanarak, psişik süje yardımı ile uzak mesafelerde, zihin yoluyla hastalık çıkarabildikleri de anlatılmaktadır.
Albay Hodgson, raporunda psişik güç yükselticiden de bahsetmektedir. Düşüncelerinkonsantrasyonu ve yükseltilmesi yoluyla hedefler tahrip edilebilecektir. Bu işlem için askeri hedefin fotoğrafını kullanmak yeterli olmaktadır.
ABD'de Hieronimus makinası olarak bilinen ve patenti alınmış olan cihazla uzak mesafelerden zararlı böcekler öldürülebilmektedir.
1963 yılında kaybolan ABDde Nükleer Denizaltısı Tehresher'in, bu tür bir silahla batırıldığı söylenmektedir.
ABD'de parapsikolojik savunma için psişik süje yetiştirme çalışmaları başlatılmıştır. Profesyonelyetenekli medyumlardan da yararlanılmaktadır. Parapsikoloji labaratuvarında ilk planda 34 medyum çalışmalara başlamıştır.
*** (Yukarıda anlatılanların büyük çoğunluğu bilim dışı ve tutarsızdır! Ümit Sayın ) ***PARAPSİKOLOJİNİN ÖNEMİ
Yakın tarihlere kadar sansasyonel ve ruhçu haberler olarak açıklanıp reddedilen parapsikoloji alanında ortaya çıkan haberler; artık uzmanlar, bilim adamları hatta askerler tarafından ciddiye alınmaya başlanmıştır. Bu sahada Sovyet Bloku'nda hızlı gelişmeler olduğu hakkında haberler olduğu artmaktadır.
Sovyet füze bilim adamlarının başında gelen K.E.Tisioloski, 1930 yıllarında şunları söylemiştir:
"Telepatik yeteneklerin gerekliliği özellikle yakında başlayacak uzay yolculuğu çağında ortaya çıkacaktır. Bu yetenekler insanlığın genel tekamülünü değiştirecektir.
Bulgaristan Parapsikoloji Kurumu Başkanı Prof.Dr.Lozanov da ESP konusunda şöyle konuşmaktadır:
"Her insan telepattır (geleceği bilme, prejognition). ancak kimse bu sahip olduğu yeteneği kullanamıyor. Aynen musiki gibi. Herkes birkaç nota çalabilir, fakat onların içinde iyi bir müzisyen yeteneğine sahip bir kaç kişidir."
Çekoslavakya Bruno Üniversitesi Rektörü Biyolog ve Fizyolog Dr. Eduard Babak, parapsikoloji hakkında şu açıklamayı yapmıştır:
"İnsan beş duyumdan daha fazla duyuma sahiptir. Bugün hiç şüphe yok ki, bazı psiko-fizyolojikşartlar altında insan ruhu başka bir insanın ruhunu etkilemektedir. Hem de başka duyumların algılamaları karışmadan."
1970 yılları başında SSCB ' de paranormal olayları inceleyen, parapsikoloji alanında çalışan 20'den fazla merkez mevcuttur.
Yakın komşumuz Bulgaristan ,1965 yılında Prof.Dr. Lozanov başkanlığında 70 kişilik bir kadrosu olan, "Telkinbilim ve Parapsikoloji" kurumu kurmuştur. Zihin kontrolü, zihinsel şifa, retina ötesi görme, süratli öğrenme (saggestoloji) açık çalışmaları arasındadır. Çekoslavakya' da psikotronik adı altında bilimsel olarak ele alının ESP çalışmaları; telepati, telegnosis ve psikoknesis branşlar içinde bir devlet kuruluşu olan Çekoslovak Koordinasyon Komitesi tarafından yürütülmektedir.Çalışmalar Bilim Sekreteri Dr. Zdenek Rejdak tarafından organize edilmektedir. Çek Bilimler Akademesi, çalışmaları desteklemekte ve Charles Üniversitesi Nörofizyoloji Bölümü deneylere yardımcı olmaktadır.
PARAPSİKOLOJİYE GİRİŞ
Sovyet bilim adamı Vlademir Bechterev ( 1857-1927), şartlandırılmış motor hareketlerini inceledi. İnsan; bir metal üzerine konmuş eline elektrik akımı verilince, kolunu çekiyordu. Dizinin altına çekiçle vurulunca ayağı havaya kalkıyordu. Bu hareketler birçok kere tekrarlanır ve her etkidezil çalınırsa, bir motor hareket teşekkül ediyordu. Yalnız zil çalmak suretiyle ayak havaya kalkıyor veya insan elini çekiyordu.
Sovyet bimi adamı İvan P. Pavlov (1849-1936), şartlı refleksler konusunu incelemiş, köpekler üzerinde çeşitli deneyler yapmıştır. Köpeklerin guddeleri şartlandırılabiliyor ve her zil çalışında salyaları akıyordu.ABD ve SSCB'de Biheyviorizm gelişirken Avrupada da Sigmund Freud (1856-1939) alt şuur üzerine teorisini geliştiriyor, tedavi buluyordu. Freud; insan hareketlerinde, ruhidurumunuda cinsel duyguların önemi üzerinde duruyordu.
Adler (1870-1937), Carl Gustav Yung (1875-1961), alt şuur fikri üzerinde Freud ile birlikte çalıştılar. Bilahare ayrılarak kendi görüşlerini geliştirdiler.
Amerikalı psikolog Prof. William James, psikolojinin maksadını değişik bir biçimde açıklamıştır. Normal şuur halimize akli şuur diyoruz. Ruh halimiz, özel bir şuur halidir. Akli şuurdan ince bir örtü ile ayrılmıştır. Bu bölgede tamamen farklı bir potansiyele sahip yaşantı hali uzanır. Biz ruhiincelemelerimizde, beş duyumuzu kullanıyoruz. Bu metod yanlıştır.
Psikologlar, yeni gelişmelerin ışığı altında, yöntemlerini değiştirmeye başlamışlardır. Psikolojinin maksadı genişletilmiştir. Bilime karşı, karşıt kültürde düşünen yeni gruplar; mantık, teknolojikmakinalar, kompütürler kullanmaktadırlar. Diğer bir grup bilim adamı da kimyevi maddeleri, değişik şuur hallerini incelemekte kullanmaya başlamışlardır. Prof. William James, uyuşturucu maddelerle bir seri deney yaparak, normal şuur halinin , tek zihin durumu olmadığını ortaya koymuştur. Eski "esoterik" batıli sprinlerin içinde binlerce yıllık çalışmaların gizli olduğu ortadadır. Tibet Budizmi, Zen Budizmi, Sufizm ve Yoga gibi öğretiler, Batı da tamamıyla bilinmemektedir. Ancak bir çok düşünürve bilim adamı, psikolojinin bilinen sınırları dışında çalışan diğer şuur hallerinden bahsetmektedirler. Şuur ve zihin sahalarını araştırmak için, yeni teknolojik cihaz ve makinalar geliştirilmiştir. Şuur olayını, deneysel psikoloji ve parapsikoloji artık labaratuvara sokmuştur. Yapılan yeni araştırmalar insanın diğen şuur hallerin ortaya koymaktadır. Bugün, normal akli ve teselsül halinde konuşmaya bağlı zihin halimizin yanında, sezgiye dayanan şuur halimiz kabul edilmektedir. İnsanın, akıl ile sezgiye dayanan kabiliyetleri arasında ki farklar incelenmektedir. Normal şuur sahasında ki eğitim, lisana bağlı ritmik fonsiyonlara dayalı fiziki bir çalışmadır. Heyecanlarımızı ve sezgi kabiliyetlerimizi çok az incelemekte ve geliştirmektedir. Dini ve mistik batıni sistemlerin, meditasyonu ve vecd halleri layıkiyle anlaşılamamaktadır.
Günümüzde çalışmalar iki grup halinde yönetilmektedir. Bir grup bilim adamı gündüz çalışmaktadır. Eski öğretilerin batıni bilgilerini topluyor, müşahade ve incelemelerini bir ışık eldeedebilmek için geliştiriyorlar ancak sonuçta başarısızlığa uğruyorlar. Bu durum, onları bir ışık olmadığı görüşüne götürüyor. Bugün modern bilimin bulduğu madde ve enerji kanunlarının medeniyetimizin temeli olduğu açıktır. Ancak Galile, Nevton'dan Einstein'e uzanan bilim, özel bir haldir. Yalnız maddeye uygulanabilmektedir. Canlıların duyumlar dışı kabiliyetlerine yer vermemektedir. Sezgiye dayanan şuur halleri bildiğimiz müşahade şartları altında ortaya çıkmamaktadır.
Diğer grup ise gece çalışmaktadır. Metafizik ve mistik öğretilerden yola çıkarak dünya yaşantısının bir hayalden ibaret, bir rüya hali olduğunu kabul ederek, çalışmalarını sezgi sahasında yürütmektedirler. Ortaya koydukları araştırmalar ve yazılar, bilim adamlarınca anlaşılamamaktadır.
Yeni bir bilim dalı olarak gelişen ve kabul edilen Parapsikoloji, bu degişik iki şuur halinin sentezini yapma yoluna girmiştir. Eskinin batılı öğretileri ve bilgileri, modern teknolojik cihaz ve vasıtalarla incelenmeye başlanmıştır. Psikoloji bilimi yeni anlayışı ve vasıtalarıyla insanlığı yeni ufuklar açma yolundadır.
Londra Üniversitesi King's College Matematik Profesörü John G. Taylor, The Shape of Minds to Come (Zihnin Gelecekteki Şekli) adlı kitabında, zihin ihtilalinin hakikatte yüzyıl önce başladığını söyleyerek şöyle demektedir:
"Zihin ihtilalinin yarı yolunda bulunduğumuz anlaşılıyor. Daha parlak gelişmeler olacak. Zihnin yeni anlayışı; insanın hislerini, hareket tarzlarını yahut zekasını kontrolde güçlü metotlar meydanagetirdi. "
Prof. Toylor teknik araçlarla insan zihninin kontrol edilebileceğine de değinerek şunları açıklamaktadır:
"Biz şimdi birçok zihin halini, hemen hemen bütünüyle, fiziki vasıtalarla kontrol edebiliyoruz. "
SRI "Stanford Research institute" (Stanford Araştırma Enstitüsü) fizikçilerinden Laser Uzmanı Russel Targ ve Dr. Harold Puthoff yazdıkları Mınd-Reach, Positive Proof that E.S.P. Exısts (Zihin-Vüsat, ESP'nin Pozitif Mevcudiyetinin ispatı) adlı kitapta, 20 den fazla süje üzerinde yaptıkları, yüzden fazla bilimsel deneyde duyumlar dışı bir algılamanın mevcut olduğunu anlatmaktadırlar. Deneylerinin sonuçlarını şöyle toplamaktadırlar:
-Olay kısa mesafe ile sınırlı değildir.
-Elektriki şiltleme, algılamanın doğruluğunu engellememektedir.
-Süjelerin verdiği doğru bilglerin çoğu, isim yahut çalışma gibi analitik olmayan tabiatta değil, şekil, form, renk ve maddeye tekabül etmektedir.
-Hislerin şiltlendiği şartlar altında bilgi nakli, beynin sağ yarıküresinin çalışmasıyla ilgilidir.
-Tecrübeli ve tecrübesiz gönüllü denekler arasındaki başlıca fark, tecrübesizler fakültelerini teşhir etmiyorlar ve onların elde ettiği neticeler daha yetersiz. Bu bize uzak mesafeden görmenin (Clairvoyance ) geniş miktarda yaygın bir algılama kabiliyeti olduğunu muhtemelen uykuda (faaliyete geçmemiş) olduğunu göstermektedir.
PARAPSİKOLOJİ
Parapsikoloji terimi ilk olarak 1880 yıllarında Dessouir tarafından kullanılmıştır. Normal yaşantımızın kenarında, yanında cereyan eden fakat mevcut müspet bilgilerimizle açıklanamayan ruhi olaylar ifade edebilmektedir. Parapsikoloji beş duyumuzun dışında bazı olayları sezebilmek, etkileyebilmek ve geleceğe, geçmişe ait bazı şeyleri anlamayı kapsayan bir bilim dalı olarak ortaya atılmaktadır.
30 Aralık 1969 yılında parapsikoloji, Amerikan Bilim Geliştirme Birliği (AAAS)'ne esas üye olarak resmen kabul edilmiştir. Karar AAAS Meclisi tarafından alınmıştır. Bu meclis, tıp, mühendislik gibi 300 bilimsel üye birlikleri delegelerinden teşekkül etmektedir. Daha önce l963, l967, l968 yıllarında parapsikologların yaptıkları müracaatlar reddedilmişti. Bu degişiklik parapsikolojiye gelişmiş araştırma metotlarının getirilmesiyle sağlanmıştır. Schmidt'in imal ettiği elektronik numara jeneratörü ile yapılan araştırmalar ve Ulman'ın uyku monitörleri ile yaptığı deneylerin başarıya uluşması sonucu gerçekleşmiştir. ESP'nin varlığı konusunda yapılan bu deneylerin sonuçları tenkit edilememektedir. Bu teknolojik cihazlarla yapılan son PSİ araştırmaları bilim çevrelerince de ciddi olarak kabul edilmiştir. PSİ olayları laboratuvara sokulmuş, olaylar üzerinde çalışmalar başlamıştır. Şüphecilerin yegane üzerinde durdukları, aynı olayın aynı şartlar altında meydana getirilemeyişidir. Yıllarca yapılan tecrübe ve deneylere rağmen PSİ olaylarını tekrar meydana getiremiyoruz. Hatta bazen de karşıt sonuçlar meydana gelmektedir. Ancak olayların tekrar medana getirilmesi, fizikbiliminde uygulanan bir metotdur.
Psikoloji ve fizyoloji bilimleri için yeni kriterler ve metotlar geliştirilmesi daha uygun görülmektedir.
Duyumlar dışı idrak ve PSİ dalgaları adını verdiğimiz paranormal olaylar:
*** (Aşağıda yazılı Telepati, Dururgörü, Önceden Bilme, Telekinezi, Psikometri, Radyestezi gibi parapsikolojik ve modern bilimle ispatlanamamış, gerçekliği hakkında yüzyıllardır hiç bir kanıt sunulamamış eylemlerin ZİHİN KONTROLÜ ileözleştirilmesi herhalde, bu konulara meraklı kişilerin büyük çoğunluğunun PARANOYAK, PSİKOTİK kişiler olmasından veya paranoid kişilik bozukluğuna sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Bunların hiçbirisi gerçek ve bilimsel olgulardeğildir. Ümit Sayın) ***
-Parafizyolojik olaylar (hipnoz, suni uyku),
-Parapsişik olaylar (telepati, duru görü), olmak üzere üç grupta toplanabilir.
Parapsikoloji bilimi aşağıdaki PSİ (psişik, ruhi yetenekleri ve olayları incelemektedir:
-Telepati (Teliepathy): Diğer bir insanın zihin haline veya düşüncelerine karşı bir uyanıklık ve alğılamadır.
-Duru görü (Clairvoyance, Telestezi): Bir olay veya bir şeyin normal duyumlar dışında, uzaktan algılanmasını sağlayan uyanıklıktır.
-Önceden bilme (Precognition, Kehanet): Henüz cereyan etmemiş bir olayı görmek ve açıklamaktır.
-Zihnin madde üzerine etkisi (Telekinezi): Bir insanın fiziki organlarını kullanmadan, diğer bazı güçlerini kullanarak, maddeler üzerinde etkili olmasıdır.
-Psikometri (Psychometry): Bir insan veya olay hakkında, geçmişte ve gelecekte olacak veya olmuş şeyler hakkında cansız bir obje yardımıyla bilgi sahibi olmaktır.
-Radyestezi (Dawsing): Bir anten, çubuk veya sarkaç ile cisimlerin ve canlıların neşrettikleri dalgaları algılayarak, yeraltı su kaynakları ve madenlerin keşfedilmesi ve hastalıkların teşhisedilmesidir.
Derin Devletler, Gizli Projeler ve Kirli Gerçekler Ümit Sayın-Psikotoğraf (Psychophotograph): Hasta ile fiziki temas olmadan, uzaktan görme kabiliyetiyle
tıbbi hastalık teşhisi yapmaktır.
-Ön teşhis (Paradiagnostic): Hasta ile fiziki temas olmadan, uzaktan görme kabiliyetiyle tıbbi hastalık teşhisi yapmaktır.
-Para Medicine: Çağdaş tıbbın açıklayamadığı değişik yollarla, hastalıkları iyileştirmemetodudur.
Zihinle vücut kontrolü : irade dışı çalışan organların nasıl kontrol altına alınabileceğini öğrenmektir.
Vücut dışı deney (Out of body experience) OOBE, Astral Projeksiyon: Fiziki vücudun dışında, ruh veya zihnin, mekan ve zaman içinde seyahatidir.
ESP (DDİ) DUYUMLAR DIŞI İDRAK
(Extra Sensory Perception)
*** (Duyular dışı idrak çalışmaları uzun süredir yapılmaktadır, ama bir sonuca ulaşmamıştır. Ne Amerika’da ne de Rusya’da bu konularda bulunmuş sistematik bir bilgi yoktur. Bu nedenle bu yazıları yazan paranoyak ve hasta beyinlerin bu ifade tarzlarına ve olayları nasıl bilinmeyene yönelttiklerine ve bilim-dışı hipotezlerine veya izah tarzlarına dikkat ediniz. Ümit Sayın) ***
Duyumlar dışında bir algılamanın mevcudiyeti konusunda, ilk ciddi araştırmalar Dr. Josept Banks Rhine tarafından başlatılmıştır. Bu konuda daha önce Prof. William James ve İngiltere'den Dr. Mc. Dougall araştırmalar yapmışlardır.
Dr. Rhine insanın duyumlarını kullanmadan, dış dünyadan ve diğer insanların zihinlerinden bazı bilgiler alabileceğine inanıyordu. Bu hislere DDİ "Duyumlar Dışı Algılama" adını verdi.
Rhine deneyler için kart tahmin, tekniğini geliştirdi. Bir çok süje üzerinde yaptığı kart tahmin deneylerini, matematik ihtimal hesaplarıyla karşılaştırıyordu. Altı yıl süreyle yüz bine yakın deney yaptı. Sonuçları 1934 yılında ESP adı altında yayınlandı. Rhine'ne araştırmaları, mekanistikmodern bilimin temellerini sarsıyordu. Duke Üniversitesi, ESP deneyleri için büyük para desteği sağlıyordu. 1935 yılında Rhine , Duke Üviversitesinde müstakil olarak parapsikoloji laboratuvarını kurdu. Rhine'in araştırmalarına karşı büyük bir tenkit kampanyası başlamıştı.
Mc. Gill Üniversitesi Psikologlarından Prof. E. Kellogg insanlığı refahı için önem taşıyan araştırmaların başka istikametlere saptırıladığını söylüyordu.
Prof. Rhine'in yürttüğü araştırmalar devam ediyordu. Ancak Duke Üniversitesi'nce tahsis edilenpara çok azaldı . Başlıca tenkitler Rhine ve arakadaşlarını kullandığı matematik usullere yöneltiliyordu. Deney usulleri üzerinde de duruluyordu. Kayıt hataları, bilgi kartları, kartların hatalı karıştırlması tenkitler arasındaydı. Yapılan tenkitler deneylerin geliştirilmesine yardımcı oldu. Rhine'in başlangıç deneylerinde metot bakımından bir çok noksanlıklar olabilirdi. Bu seriden yapılan en önemli deney "Pearce Pratt" serisi olarak bilinmektedir.
1932 yılında Pratt, Dr. Rhine'in bir konferasına katıldıktan sonra kendisinin ve ailesinin ruhi güçleri olduğunu ileri sürdü. Pratt Dr. Rhine ile üniverrsitenin başka bir odasında açılan kartları tahmin ediyordu. Kartlar çift kopya olarak zarflar içinde veriliyordu. Sonuç hayret vericiydi.Tahminler ihtimal hesaplarının çok üstündeydi. Mesafe 250 metreye kadar artırıldı sonuç aynıydı. Dr. Rhine tahmin için kartlar üzerinde; yıldız, daire, kare, artı işareti, dalgalı hat olarak beş adet geometrik şekil kullanıyordu.
İngiltere'de de Prof. Rhine"ın deneyleri şüpheyle karşılanıyordu. Londra' da Quenn Mary College'den Prof. SG. Soal l939 yılında ESP konusunda bir seri deney yaptı. Sonuçlar başarılıydı. Değişik şartlar altında deneylerini yaparak araştırmaları geliştirdi. Gayretleriyle İngiltere’ de parapsikolojiyi kabul ettirdi. l945 yılında Londra Üniversitesi Prof. Soal'a Bilim Doktoru unvanını verdi.
Parapsikoloji konusunda bu yıllarda bir de mecmua çıkıyordu. l943 yılında mart sayısı sayfaları arasında enteresan bir olayın haberi veriliyordu. Olaya PK (Psiko Kinesis) adı verildi. Rhine'in bürosuna genç bir kumarbaz gelerek zar ile deneyler yapabileceğini bildirdi. Genç adam istediği zarı atabiliyordu. Rhine talebe leri üzerinde de aynı deneylere girişti. PK olayı mevcuttu. Zihin,maddeyi etkiliyordu. Böylece PK çalışmaları da ESP'nin yanında yer aldı. Bu iki fenomenin insanın iradi ve gayri iradi sinir sistemiyle ilgili olduğu kabul ediliyordu. ESP konusunda ilk çalışmaları başlatan William Mc. Dougall l933 yılında öldü. Ölmeden önce çalışmalarının kısmi sonuçlarını gördü. Parapsikolojinin ABD ve dünyada yayılmasına J. B. Rhine'in yenilmez iradesi ve araştırma arzusu sebep olmuştur. 25 deneyde beş isabet matematik ihtimal hesabına girmektedir. Beşin üzerinde elde edilen doğru tahminler ESP kabul edilmektedir.
Rhine'ın bazı süjelerle elde ettiği sonuçlar aşağıya çıkarılmıştır.
Rhine ve Soal'in yaptığı deneyler l933 yılında ABD'de kimyağer Dr. George R. Price'in ortaya koyduğu tenkitlerle, duyumlar dışı algılamaya inanış büyük bir sarsıntı geçirdi. Dr. Price şöyle diyordu: "Rehine ve takipçileri gerçekleştirdikleri deneyleri karşılıklı hipnoz halinde başarmışlardır. İstatistik ve kabul hataları yapılmıştır.
Bu deneyler, bilim dünyasını bir tercihle karşı karşıya bırakmıştır. ESP mevcutsa mekanistikmodern bilim yanlıştır. Yahut bu ESP deneylerini yapanlar namuslu insanlar değildirler."
l960 yıllarında Parapsikoloji Price Hansel Okulu'nun tenkitleri ve yetenekli deneklerin bulunamaması sonucu kötü deneklerin bulunması sonucu kötü günler geçirmiştir. l965 yılında Rhine emekli yaşına geldi. Duke Üniversitesi de parapsikoloji laboratuvarını desteklemekten vazgeçti. Ancak dünyanın çeşitli bölgelerinde münferit deneyler yapılıyordu. Prof. Hansel, ESP hakkında yazdığı kitapta şöyle diyordu: "ESP yoksa genç bilim adamlarının enerjileri daha faydalı sahalara çevrilmelidir." Bu arada Hava Kuvvetleri (ll) laboratuvarlarında Amerika'da Veritac adı verilen otomatik bir makineyle deneyler yapılmıştır. Veritac otomatik bir makinedir. Rastgele kart atışları yapmakta denekler de bu kartları tahmin etmektedirler. Makine isabet eden sonuçları da kaydetmektedir. Bu makineyle yapılan deneyler ESP'nin mevcudiyetini teyit ediyordu. Bu makineyle insanın yapacağı hata ve hile ihtimalleri ortadan kalkıyordu.
İngiltere'de de Gn. Tyrreli bir cins makineyle başarılı ESP deneyleri yapmıştır. IBM hesap makineleriyle de bazı deneyler yapılmıştır.
l970 yıllarında geliştirilmiş yeni metotlarla yapılan deneylerle parapsikoloji yeniden doğuyordu. Uzay çağının başlamasıyla elektronik endüstrisinde bir patlama olmuştur. Entegre devrelerle, silikon levhaları üzerine milimetrik işlemlerle kompleks devreler meydana getirilmiştir. Böylece çok küçük hacimlere sığan ESP makineleri yapılmıştır.
İlk ESP makinesini Boing Araştırma Laboratuvarları'nda Dr. Helmut Schmidt meydanagetirmiştir. Bu maksat için Strontium 90 kullanılmıştır. Modern fiziğe göre atomik çekirdeğin radyoaktif çözülmesi tamamen tesadüflere bağlıydı. Bu nedenle matematik hesaplarla bilinmesi mümkün değildi. Strontium 90 atomu çözülmede yüksek hızla elektron fırlattığı zaman Geiger-Müller tüpüyle kaydedilebiliyordu. Bu elektronlar tamamen tesadüflere bağlı aralıklarla yayılıyordu. İşte bu elektronlar Schmidt makinesi tahminleri için esas alınmıştır. Makine çalıştırılınca içindeki sayaçta l, 2, 3, 4, rakamları görülmektedir. Her durumun tekrar meydana gelmesi için ihtimal, saniyede milyonda birdir. Denek panelin önünde dört renkli lamba mevcuttur. Her lambaya komuta eden bir anahtar bulunur. Düğmeye basıldığı süre bir şey görülmez. Geiger Müller tüpüne gelenelektronla o anda hangi durumda ise Modulo-4 sayacını durdurur. Bu esnada çeşitli geçitler açılır ve panel üzerindeki ilgili lamba yanar. Eğer denek doğru olarak tahmini yapmışsa o lamba yanar vecihaz otomatik olarak bu tahmini kaydeder. Aynı şekilde başarısız deney de kayıt edilir. Ayrıca bir kart delinmek suretiyle dışarıda da kayıt yapılmış olur. Makine üzerinde sayacı değiştirme ihtimali yoktur. Bu suretle hile ve yanılma ihtimalleri ortadan kaldırılmıştır.
Schmidt makinesi parapsikoloji deneylerinde kullanılan en gelişmiş bir cihazdır.Schmidt bu makineyle birçok deneyler yaptı. Bir kısmı şans hudutlarını aşıyordu. Bir fizikçi olan Dr. DW. ile yaptığı çalışmalar çok başarılı oldu. DW. 7.600 denemede 2.065'lik bir isabet sağlamıştı. Bu şansa bağlı olan ihtimalden l65 daha fazla idi. Schmidt yeni süjeler aradı. Scattle de bir grup psikabiliyetli spirütüalist arasında deneyler yaptı. Şansa karşı başarılı sonuçlar aldı. Schmidt'in ikinci deneyi: (l2)
DENEK HEDEF DENEME ADEDİ ŞANS SAPMASI YAKLAŞIK ODS.
OC Yüksek 5.000 + 66 30'a l
Yüksek 5.672 + l03 6.200'e l
JB Alçak 4.328 - l26 l20.000'e l
SC Alçak 5.000 - 86 200'e l
Bu yapılan deneylerde iki ihtimal ortaya çıkmaktadır. Süje yalnız tahmin yapıyorsa bu önceden bilmektir. Eğer makineyi etkileyerek istediği lambanın yanmasını sağlıyorsa PK, zihnin madde üzerindeki etkisi ortaya çıkmaktadır.
PK testleri için Schmidt makinesini değiştirerek daha basit yalnız iki çıkışlı bir cihaz meydana getirmiştir. Bir daire içine yerleştirilmiş dokuz lamba gözle görülür bir panele bağlanmıştır. Schmidt bu yeni cihazla da yaptığı deneylerde ESP ve PK'nın mevcudiyetini ortaya çıkarmış oluyordu. Ancak şüphe edenler, Schmidt'in bütün deneylerinin hatalı olduğunu ileri sürerek İPS realitesini kabul etmekten kaçınabileceklerdi.
Başka bilim adamları da Schmidt makineleriyle deneyler yaparak müspet sonuçlara ulaştılar.l969-l970 yıllarında Kuzey Karolina Parapsikoloji Enstitüsü'nden Erlengur Haraldsson çeşitli kaynaklardan temin ettiği 74 denek arasından en başarılı l2 tanesini seçti. Bunlarla yaptığı testlerde 2.000'de 1'lik bir sonuca ulaştı. l969 yılında, Boig Laboratuvarı'na taşınmış, insanlar ve hayvanlar üzerinde çeşitli başarılı deneyler yapmaktadır.
RÜYA TEST ÇALIŞMALARI
*** (Ne rüyaları etkilemek, ne rüyalara nüfuz etmek, ne insan düşüncesini okumak, ne insan düşüncesinin içine uzaktan nüfuz edip etkilemek mümkün değildir. Bunları düşünmek birer psikoz ve şizofreni belirtisidir. Bu hasta bilgilerin büyük çoğunluğu uydurma ve dezinformasyondur. Ümit Sayın) ***
New York Maimonid Tıbbi Merkezi'nde de parapsikoloji ile ilgili diğer bir seri deney, modern cihazlarla yapılıyordu. Çalışmalar l960 yılında Dr. Montague Uliman tarafından başlatılmıştı. Bir uyku monitörü tekniği kullanılarak telepatik rüyaların meydana getirilmesi incelenecekti.Laboratuvar kurmanın pahalı olması nedeniyle parapsikoloji tesisi başkanı çalışmalarda Mrs. Eileen Garrett'ten yardım istedi. Garrett hayatında birçok ruhi olay yaşamıştı. Konu bilimsel olarak incelendikten sonra yer ve teçhizat temin edildi.
Garrett kendisi de denek olarak çalıştı. İki yıllık bir çalışmadan sonra Uliman tam teşkilatlı bir rüya laboratuvarının kurulmasına karar verdi. Menninger vakfından temin ettiği para yardımıyla projeyi Maimonid Hastanesi'ne taşıdı. Hastanenin akıl hastalıkları direktörü oldu. Modern rüya laboratuvarları çalışmalar l950 yıllarında Şikago Üniversitesi'nden Dr. Kleitman tarafından başlatılmıştı. Bu deneyler esnasında denek rüya gördügü sırada, beyin dalgaları açık olarak EEG İile kaydedilebiliyordu. Rüya gören insanda göz kürelerinde hafif titremelerin meydana geldiği de tespit edilmişti. Rüyasız uykuda bu titremeler meydana gelmiyordu. Bu olaya REM (süratli göz küresi titremesi) adı verildi. Bu titremeler elektriki olarak bir cihaz yardımıyla tespit edilebiliyordu. Bubuluşla rüya psikolojisinde ileri bir adım atılmış oluyordu.
Yapılan deneylerde, uyuyan bir insanın rüya görmeye başladığı an, tespit edilebiliyor, rüya bittiği anda uyandırılarak gördüğü rüyayı anlatması isteniyordu. Bu şekilde banda kaydedilerek yapılan çalışmalarda, rüyanın birçok sırları çözüldü. Uyku esnasında rüya görme zamanının %25 olduğu tespit edildi. Normal bir insan gecede vasati dört rüya görüyordu. İnsan ilk rüyayı uyuduktan bir saat sonra görmeye başlıyordu. Rüyanın süresi de l5 dakikaydı.
REM deneyleri esnasıda denek rüya görürken uyandırılırsa gördüklerini hatırlamaktadır. Eğer rüya görme bittikten bir süre sonra uyandırılırsa hiçbir şey hatırlamamaktadır. Ullman Rüya Laboratuvarlaı'nda tipik telepati alıcı olarak çalışacak denek, EEG ve REM cihazına bağlanmaktadır. Bu alıcı denek uyuyarak rüya görmeye başladığı anda, diğer bir odaya yerleştirilen verici denek, rastgele seçilmiş resimler üzerine teksif olarak göndermeye başlıyordu. Her uyku devresi sonunda uyandırılan alıcı, deneğin rüyada gördüklerini teybe kaydediyordu. Deney sonunda değerlendirilen resimlerin rüya halinde şansın üzerinde bir doğrulukta ortaya çıktı. Aynı deney l964 yılında Dr. Şol Feldstein ve Miss Joyce Plosky tarafından da yapılmış başarılı sonuçlaralınmıştır.
His bombardıman tekniği adı verilen diğer bir deney de Dr. Re Masters ve Dr. Jean Houston tarafından değişik şuur hallerini incelemek için yapılmıştır. Meydana gelen trans hali, hipnotik uyku, astral seyahat gibi meditasyon metotlarıyla meydana getirilen şuur haline benziyordu. Denek audio-visual bir çevreye yerleştirilerek, 2,5 metre büyüklüğünde kavisli bir perdeye slaytlarla çevresini kapayacak şekilde hayaller aksettiriliyordu. Bir çeşit stereo hoporlörden ses de kulakları bombardıman ediyordu. Bu müşterek ses ve hayal etkisi bir süre sonra deneği ASC (Altered State Consiousnous) değişik bir şuur haline sokuyordu. Bu hal içinde süje derin heyecan halleri yaşar. Bazıları da derin mistik bir uyanıklık haline geçer. Maimonid'den Dr. Stanley Krippner, süjenin telepatik kabiliyetini artırmak için bu sistemen etkili olduğunu açıklamıştır.
Moden parapsikololoji artık ESP olayları EEG, kompütür, tesadüfi rakam jeneratörleri ve uyku monitörleriyle deneylere tabi tutulmaktadır. Çok değişik şartlar altında yapılan deneyler PSİ varlığını ortaya koymuştur. Müspet istatistiki sonuçlar çalışmaların geliştirilmesine yol açmıştır. Bazı insanların olayları, meydana gelmeden önce sezinledikleri ortaya çıkmıştır. Bunlar EP olaylarıdır. Bazıları da zihinleriyle maddeye etkileyerek olayları isteklerine göre meydana getirebilmektedirler. Bunlar da PK olaylarıdır. Bu değişik tesirli olaylar belki de kaynağında birdir. Bizim henüz mevcudiyetini bilmediğimiz bir mekan ve zaman içinde gerçekleşmektedir. Gelecek yıllar içinde daha gelişmiş metot ve teknikler bulunarak ESP'nin mevcudiyeti şüphe edenlere kanıtlanacaktır.
Günümüzde ABD'de Düke Üniversitesi, New York Maimonki Tıp Merkezi, İngiltere'de Londra Üniversitesi, Hollanda'da Utrecht ve Batı Almanya'da Freburg Üniversiteleri başlıca parapsikoloji ile uğraşan merkezlerdir.
SSCB'DE PARAPSİKOLOJİ ÇALIŞMALARI
*** (SSCB’deki parapsikoloji çalışmalarının çoğunun psikolojik savaş ve kendini güçlü, ilerde göstermek için kullanılan birer psikolojik harp metodu olduğu ortaya çıkmıştır. Aşağıda anlatılanların çoğu bilim dışıdır. Ümit Sayın) ***
SSCB'de Prof. Vassiliyev'in l930 yıllarında yaptığı araştırmalar ilgi çekicidir. Buluşları, Zihni Telkin Tecrübeleri adı altında ancak l962 yılında Stalin devrinin kapanmasından sonrayayınlanabilmiştir. Vassiliyev araştırmalarını telepati yoluyla düşüncelerin beyinler arasındaki nakli sahasına yöneltmiştir. Fizyolog l. F. Tomasevski ve psikiyatris A. V. Dubroski çalışmalarında yardımca oluyorlardı. Bu maksat için yetenekli iki süje buldular. Ruhen hasta olan İvanovna ve Fedorova, Dr. Dubroski'nin tedavisi altında idiler. Yaşları yirmi beşti. İvanova deney odasında beyin dalgaları, cilt direnci ve diğer biyolojik fonksiyonları ölçülecek şekilde aletlere bağlanıyordu. İvanova'ya telkin yapılmaya başlanınca hipnoza giriyordu. Cihazlar da bunu kaydediyordu. İki kadın önceleri ayrı ayrı odalarda daha sonra da uzak mesafelerde transa sokuldular. Beyin yoluyla birbirlerine gönderdikleri mesajler kaydediliyordu. Beyin dalgalarında şiddetli değişiklikler meydana geliyordu. Faraday kafesi içinde aynı deneyler yapıldı. Telepatik neşriyat devam ediyordu. Bu dalgalar elektromanyetik dalgaların özelliğine sahip değildi.
*** (böyle bir telepatik neşriyat mümkün değildir. Elektromanyetik dalgalarla veradyo dalgaları ile haberleştiğimiz bir devirde ise bunları biyolojik sistemlerinyaptığının ileri sürülmesi anlamsız ve bilim dışıdır. Ümit Sayın)***
Vassilyev telepatik yayının radyasyon olup olmadığını da araştırmıştır. Tomasevski kurşundan bir tabut içine yerleştirilerek deneylere devam edilmiştir. Fedorova, Tomasevski'nin verdiği kısa bir zihni telkinle uyku haline girmiştir. Telepatik zihni dalgalar kurşun levhalardan da geçiyordu. Vassilyev ruhi olayları mekanistik görüşe bağlayamayınca endişeye kapıldı. Çünkü buluşları rejime karşıydı. Başlangıçta süjelerin karşılıklı transa girmeleri şartlı refleks olarak düşünüldü. Deneyler değişik süjeler üzerinde de yapıldı. Netice katiydi. Deneklerde şuur kaybı oluyor, transa giriyorlardı.Prof. Vassilyev mesafeyi uzatarak da deneyler yaptı. Tomasevski'yi Sivastapol'a gönderdi. Arada 1.500 kilometre mesafe vardı.
Tomasevaki kararlaştırılan saatte konsantrasyona geçti. O anda Dubroski ile konuşmakta olan İvanova uyuyarak trans halindeyken soru sorulup cevap da alınıyordu. Süjeler arasında mükemmel bir haberleşme kanalı mevcuttu. Kendile rine sorulunca bu hali telefona benzetiyorlardı. Bazen de iplere bağlı birer kukla gibi hareket ettiklerini söylüyorlardı.
Prof. Vassilyev uyuşturucu ilaçlarla da deneyler yapmıştır. Meskalin verdiği bir kızla başarılı duru görü deneylerine ulaşmıştır. Sekiz adet kutu içine pamuklara sarılı cisimler yerleştirerek bunların ne olduğunu sormuştur. Üzerinde Moskova Merkez Postanesi'nin bulunduğu resimli bir pulu "bu koca taştan binayı bu kutu içine nasıl soktunuz" diye cevaplandırmıştır. Denek kız, beş kutu içindeki cisimleri bilmeyi başarmlıştır.
*** (Meskalin böyle yetenekler sağlayamaz, bu bir halüsinasyondur. Ümit Sayın)
***
Dr. Vassilyev l960 yılında yapılan bir bilimsel toplantıda şöyle demiştir. "ABD Deniz Kuvvetleri nükleer denizaltılarda haberleşme için ESP deneyleri yaptılar. Bizim ortaya attığımız bilim üzerinde 25 yıldır inandırıcı deneyler yapıldı. Peşin hükümlerden kurtulup çok önemli olan bu sahada çalışmalara girmeliyiz. ESP yoluyla elde edilecek enerji ve güçlerin keşfi nükleer enerji kadar önemli olacaktır."
Bir yıl sonra da Leningrad'da Vassilyev yönetiminde üniversitede parapsikoloji laboratuvarları kuruldu. SSCB'de l970 yılı başlarında 20 'den fazla ESP sahasında çalışan laboratuvar mevcuttu. Genç bilim adamlarından Prof. Edward Maumov biyologtur ve parapsikoloji sahasında çalışmaktadır. SSCB'de bugün geniş çapta parapsikolojik araştırmalar yürütülmektedir. Bilhassa Nikolayev Yuri Kaminski çifti üzerinde başarılı deneyler yapılmaktadır.
Novosibirsk ile Moskova arasında 3.000 km. uzaklıkta Sovyet Bilim Akademisi tarafından aşağıdaki deneyler gerçekleştirilmiştir: Deneyleri Dr. Kogan yönetmiştir. Moskova' da Yuri Kaminski elektrikle tecrit edilmiş bir odaya bilim adamları nezaretinde yerleştirilmiş kayıt cihazlarına bağlamıştır.
Kamiski biyofizikçidir. Krat Nikolayev de Sibirya'da Novosibirsk'te bir otelde bilim adamları nezaretinde deneye hazırlanmıştır.
Kaminski'ye evvela halkalı parlak bir yay verilmiştir. Kamisnski bir süre gevşedikten sonra cisme ve Nikolayev'e karşı kendini teksif etmiştir. Nikolayev aldığı telepatik mesajları şöyle bildirmiştir. "Parmakları görünmeyen bir şeyi tutuyor. Dairevi, madeni, parlak, bir bobine benziyor." İkinci cisim de siyah saplı bir tornavidaydı. Onu da kşöyle algılamıştır: "Uzun ince, madeni, plastik. Siyah plastik," Kaminski müteakiben zener kartlarıyla göndermeye geçmiştir. Nikolayev 20 karttan l2 tanesini başarıyla bilmiştir. Bu ihtimal hesaplarına giren 25'te 5'in çok üstünde bir sonuçtu. Dr. L. Kogan şöyle demektedir: "Yapılan tecrübelerin sonuçları göstermiştir ki, sırrını henüz bilemememize rağmen, parapsikoloji bir bilim dalı olarak ortaya çıkmıştır."
Bir tiyatro aktristi olan Nikolayev de, kendisinin doğuştan güçlü bir insan olmadığını telepatik yeteneğini uzun çalışma ve egzersizlerle elde ettiğini, herkeste mevcut olan bu yetenkleri geliştirebileceğini açıklamıştır.
SSCB'de l965 yılında Popov grubu geniş bir programla çalışmalara girişmiştir. Bu grubun başkanı Dr. Kogan ve yardımcısı Edward Naumov idi. l967 yılında Leningrad Üniversitesi ile Moskova arasında değişik bir deney gerçekleştirildi. Karl Nikolayev EEG ve diğer cihazlara bağlanmış olarak Leningrad Üniversitesi'nde bir odaya konuldu. Yarım saatlik bir gevşemedensonra tecrübeye başlandı. Kaminski Moskova'dan telepatik mesajları göndermeye başladığı zaman Nikolayev'in bağlı olduğu EEG'deki A ritmi halinde yayılmakta olan beyin dalgalarının aniden değiştiği görüldü. Bu suretle kağıt şerit üzerine çizilen grafik, Nikolayev'in beynine ulaşan mesajlardı. Telepati olayı bu deneyle bilimsel olarak kanıtlanmış oluyordu.
Karl Nikolayev, Yuri Kaminski çifti üzerinde Leningrad Üniversitesi'nde yapılan diğer bir deneyde de başarı elde edilmişti. Kaminski bir odada oturuyordu. Dürbüne benzer bir cihaza bakıyordu. Cihazın içinde belirli frekansta titreşen farklı aralıklarla yanıp sönen bir ışık görülüyordu. Bu ışık flaşları deneğin beyin dalgaları üzerinde karakteristik degişimler meydana getiriyordu. Aynı andaKaminski Nikolayev'i tahayyül ediyordu. Gönderme esnasında başka bir odada oturmakta olan Nikolayev telepatik mesaj aldığını bildiriyordu. Başına elektrotlarla bağlı EEG'de de ışık çakışları sıçramalarla görülüyordu.
Bioinformasyon konusunda Sovyetlerin yaptıklarını öğrendiğimiz bir deney de nükleer denizaltı ile kara arasında cereyan etmiştir. Denizaltıya yavru tavşanlar yerleştirilmiştir. Merkezde de ana tavşanın başına EEG elektrotları bağlanmıştır. Denizaltı uzaklaşıp dalışa geçtikten sonra yavru tavşanlar belirli aralıklarla öldürülmüştür. Her yavrunun öldürülmesinde ana tavşanın beyin dalgalarında tepkiler kaydedilmiştir. Bilindiği gibi elektromanyetik dalgalar su içinde yayılmamaktadır. Bu deneyle canlılar arasında mahiyeti bilinmeyen, haberleşmenin yayıldığı bir vasatın mevcudiyeti kanıtlanmış oluyordu.
SSCB parapsikologu Naumov, ESP konusunda görüşlerini şöyle açıklamaktadır:
"Biz insan düzeyinde şuur dışı gerçekleşen bir haberleşme sistemini bulmak üzereyiz. İnsan normal şuuru dışında başka bir insanı etkileyebilir mi? Bu telesomatik akımların yayılmasına neden olan şartlar nelerdir? Bu telesomatik akımlar belirsiz bir boyutun bilinmezliği içindedir. İşte bu bilinmeyen enerji üzerinde yapılacak çalışmalar sonucu elde edilecek buluşlar beşeri münasebetleri mükemmel bir ahenk içine sokabilecekter."
SONUÇ
*** (Aşağıda belirtilen herşey aslında ABD’nin elinde olan değil, elinde olmasını istediği ve halka öyle göstermek istediği silahlardır. Bu silahlar gerçekten var olsaydı, ABD’nin ne Büyük Orta Doğu Projesine, ne de diğer savaşlara ihtiyacı kalmazdı. Uzaktan beyin kontrolüyle ve beyinlerin formatlanması, programlanmasıyla istediğini yapabilirdi. BÖYLE BİR TEKNOLOJİ YOKTUR! Ümit Sayın) ***
ABD New York Times Gazetesi'nin l6 Temmuz l977 sayısında şöyle bir haber yayınlanıyordu:
"ABD insanlığın esir edilebileceği görünmez silahlar geliştiriyor. "
l978 yılında Walter Boward adındaki Arizonalı gazeteci yazar, Operation Mind Control (Zihin Kontrol Harekatı) adında yayınladığı kitabında şunları anlatmaktadır:
"CIA tarafından uyuşturucu ilaçlarla yapılan deneyler ABD hükümetinin uyguladığı çok gizli zihin kontrol projesinin yalnızca bir kısmıdır. Bu deneyler binlerce kişi üzerinde 35 yıl devam etmiştir. Bu araştırmalar; hipnoz tekniği, narkotik-hipnoz, elektronik olarak beyinin uyarılması, ultrasonik, mikrodalgalar, alçak ses frekanslarıyla davranışların etkilenmesi ve davranış değişiklikleri terapisidir.
CIA psikolojik silah stoklarını, psişik silahların değişik tiplerini geliştirmeyi başararak artırmıştır. Şimdi bu kabiliyetleriyle yeni tip bir harbe girişmesi mümkündür. Bu harf görünmez, muharebe sahası insan zihinleridir.
Parapsikolojik silahları devletler vatandaşlarını kendi ideolojik ve politik sistemleri içinde tutmak için veya diğer ülke insanlarının zihinlerini etkileyerek değiştirmek ve kendi gayelerine uygun yönlendirmek maksadıyla kullanacaklardır.>
Yazar Walter Boward kitabında şunları söylemektir:
"En büyük hayret edilecek şey, milli güvenlik etiketi altında Crytocrasy (Bürokrasinin gizli planı) zihinlerin kontrolünü araştırmaktadır."
Yazar Boward zihin kontrolü için uygulanan MKUTRA projesi hakkında da şöyle demektedir:
"Senato istihbarat komitesine; Amiral Turner, CIA uyuşturucu ilaç deneylerini durdurdu demiştir. Sorulmadı ve kendisi de gönüllü olarak yeni zihin kontrol projelerinden bahsetmedi. Turner zihinkontrol harekatının durdurulduğunu söylemedi, yalnızca deneyler durduruldu dedi."
Doğu ve Batı Bloku ülkelerinde insan zihninin kontrolü için ciddi araştırmalara girildiği anlaşılmaktadır. Günümüzde insan zihinlerine çeşitli tip araçlarla (gazete, kitap radyo ve televizyon) uluşma imkanları artmıştır. İnsan denilen biyolojik varlık çok kolay bir şekilde programlanabilmektedir. Beyin yıkama metotlarıyla şartlandırımış robot katiller kolayca öldürülebilmektedirler.
Okult (batıni, gizli) bir bilgi olan teknomaji (teknik büyü) 'nin sırları son 300 yıl içinde insanlar tarafından çözülmüştür. Teknoloji adı altında uygulanarak doğaya hakimiyet sağlanmıştır. Bu bilgiler korkunç silahları da beraberinde getirmiştir. Teknokrat bilim adamı, askerlerden oluşan bir grup bu güçlerin kontrolünü elinde bulundurmaktadır.
XX. yüzyılın son 25 yılı içinde parapsikoloji ve psikotronik gibi adlar altında psikomaji (ruhsal büyü) 'nin uygulama alanına konduğu yıllar olacaktır. Bu majinin hedefi insan zihinlerini kontrolüdür. Geleceğin insanının kaderini psikologlar, psikiyatristler, nörologlar, nörobiyologlar, biyokimyacılar, kuantum fizikçileri çizecektir.
Türkiye l977'li yıllar içinde parapsikolojinin harp şeklinde uyguladığı ve bunun korkunç kabusunun yaşandığı bir ülke olmuştur. Bu görünmez harbin gelecek yıllarda da devam edecektir. Yalnızca fiziki tedbirlerle önlenmesi mümkün görülmemektedir. Alınacak tedbirleri öğrenmek için en kısa zamanda parapsikolojik çalışmalara girmek mecburiyetindeyiz. Ancak geniş ve sürekli bir araştırma içinde bu harbin silahlarını tanıyarak gerekli savunma önlemlerini alabiliriz. "
(Em.Kur.Alb. B. K. Silahlı Kuvvetler Dergisi.)
*** YUKARIDA ANLATILAN BILIM DIŞI VE TUTARSIZ İFADELERDEN SONRA BAŞKA SÖYLEYECEK BİR ŞEY KALMAMIŞTIR. YUKARIDAKİ YAZI İNTERNETTE VEYA ÇEŞİTLİ KİTAPLARDA İNSANLARIN NASIL KANDIRILDIKLARINA DAİR ÇOK NET BİR ÖRNEKTİR ! ZİHİN KONTROLÜ KONUSUNDA KONUŞAN VEYA BİLGİ ÜRETMEYE ÇALIŞAN KİŞİLERİN BÜYÜK KISMI PSİKOLOJİK DENGESİNİ YİTİRMİŞ KİŞİLERDİR! ÜSTELİK DE BUYAZILARIN TÜRK SİLAHLI KUVVETLER DERGİSİNDE ÇIKMASI ÇOK ÜZÜCÜ VE DÜŞÜNDÜRÜCÜDÜR! ÜMİT SAYIN ***
0 Yorumlar