Narsisistik Kişilik Bozukluğu:
Gelişim Süreçleri ve Yaşamı
Erol OZAN* - İsmet KIRKPINAR* - Nazan AYDIN* - Tülin FİDAN** - Meltem ORAL*
*
**
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Anabilim Dalı
Özet
Narsisistik kişilik bozukluğu; çok önemli, üstün ve eşi bulunmaz birisi olduğuna ilişkin yaygın bir duygu,
beğenilme gereksinimi ve eşduyum yapamama ile belirli bir kişilik bozukluğudur. Özellikle Nesne
İlişkileri ve Kendilik Psikolojisi Kuramları, bu bozukluğun oluşumundaki ruhsal süreçlerin anlaşılması
ve tedavisi konusunda önemli katkılar sağlamıştır. Her iki kuramda vurgulanan nokta, yaşamın erken
evrelerinde ebeveyn-çocuk ilişkisindeki bozukluk ya da yetersizliğin bir ürünü olduğudur. Ebeveyn;
gelişim evresine özgü gereksinimlerini karşılamak bir yana çocuğunu kötüye kullanır. Böylesi bir
ebeveynle birlikte büyümek zorunda kalan çocuk, ilkel bazı savunma düzenekleri kullanarak yaşamda
kalabilme çabası içine girer. Güncel yaşamı ve etkileşim biçimi, çocukluk döneminde çaresiz bırakıldığı
koşullara karşı geliştirdiği ilkel ve uyum bozucu davranış dağarcığından oluşur. Bu yazı, narsisistik kişilik
bozukluğunun yapısı ve oluşumu ile ilgili temel kavramları, ilgili kuramların açıklamaları bağlamında ele
almaktadır.
Giriş
Narsisistik kişilik bozukluğu; çok önemli, üstün
ve eşi bulunmaz birisi olduğuna ilişkin yaygın
bir duygu, beğenilme gereksinimi ve empati
yapamama ile belirli bir kişilik bozukluğudur.
Psikanalizin son otuz yılda üzerinde en fazla
durduğu çalışma alanıdır. Özellikle Nesne İlişkileri ve Kendilik Psikolojisi Kuramları; bu bozukluğun
oluşumundaki ruhsal süreçlerin anlaşılması ve tedavisi konusunda önemli katkılar
sağlamışlardır. Ancak, bozukluğun bugünkü
önemine kavuşması, DSM-III sınıflama sisteminin
diğer kişilik bozuklukları ile birlikte bunları
ayrı bir eksene taşıyarak tanı ölçütlerini verdiği
1980’den sonra gerçekleşebilmiştir. Narsisistik
bozukluğun oluşumunda rol oynayan biyolojik
ve diğer etyolojik etmenler üzerinde de durulmakla
birlikte, psikodinamik açıklamalar daha
kapsamlı görünmektedir. Nesne İlişkileri ve
Kendilik Psikolojisi kuramlarının gelişiminde
bu bozuklukla ilgili gözlemlerin önemli payı vardır. Bu yazı, narsisistik kişilik bozukluğunun
yapısı ve oluşumu ile ilgili temel kavramları, ilgili
kuramların açıklamaları bağlamında ele almaktadır.
Kendilik kavramı
Ruhsal-cinsel gelişim dönemlerinden geçerek
benliğin gelişimi; ruhsal ve bedensel alandaki
büyüme, duygulanma ve tasarlama yetilerinin
olgunlaşması; gerçeği değerlendirme, algılama,
içgörü ve fikir yürütme yetilerinin güçlenmesiyle
birlikte kendilik imgeleri gelişir. Kendilik imgeleri
ve kendilik tasarımları içlerinde örgütlenip
çevre, nesne ve kendisiyle ilgili daha gerçekçi
tasarımlara dönüşerek bütünleşir. Gerçekçi bir
kendilik imgesi bireyin bedenini ve dış görünüşünü, benliğini, bilinçli ve bilinçdışı istek, davranış,
eğilimlerini, bedensel ve ruhsal işlevlerini,
bilinçli ve bilinçdışı değerleri ve ülküleri kapsar.
Bütünlüğe ulaşan bu ruhsal yapıya kendilik adı
verilir. Kendilik; içinde örgütlenmiş, zaman ve
uzamda ayrımlaşmış, sınırları olan temel ruhsal
yapıdır. Tüm bedensel ve ruhsal öğelerin tasarımları
gerçekçi bir beden imgesini oluşturur.
Bu imgeyi geliştirmiş bir kişinin kendisini gelişmiş, örgütlenmiş, zaman ve uzamda ayrımlaşmış, sınırları olan, çevreden değişik özellikler
gösteren; sürekliliği, aynılığı ve bütünlüğü olan
bir varlık olarak tasarlaması ve algılaması kendilik
olarak tanımlanır (Odağ 2001).
Kendilik gelişimi
Kohut’un bipolar (iki uçlu) kendilik adını verdiği gelişim kuramı, göstermeci-büyüklenen kendilik
ve ülküleştirilmiş ebeveyn kavramlarından
söz eder (Kohut 1971, 1977). Bebek dünyaya
geldiğinde, bilişsel ve duygusal yönden olgunlaşmamıştır.
Bebeğin ilk nesnesi, tüm dikkatini
ve algısını ondan gelen duyumlara odakladığı
minik bedenidir. Büyüyüp geliştikçe, annesiyle
kurduğu ortak yaşam ilişkisi içinde, annenin
kendisinden ayrı bir nesne olduğunu kavrar.
İkincil nesnesi olan annesiyle girdiği etkileşimde
bebek göstermeci-büyüklenen kendilik işlev
biçimindedir. Kendi varlığını gösterme, beğeni
toplama gereksinimi ve arayışı, libidinal bir güç
ile beslenir. Yaşamın ilk döneminde duyumsadığı
kendisinin ne olduğunu adeta anneye
sormaktadır. Anneden beklentisi: “Ben mükemmelim
ve sen benim hayranımsın” biçiminde
özetlenebilir. Annesiyle kurduğu ilişkide bebek,
bedensel ve duygusal gereksinimlerinin karşılanmasından duyduğu hoşnutluğu annesine
yansıtır. Gülüşleri, hizmetinden dolayı annesine
sunduğu teşekkürü simgeler. Bebeğin varlığıyla
coşku, haz, kıvanç duyan ve bu güdülenmeyle
bakım veren bir annenin aynalayıcı tutumu, bebek
için yaşamsal öneme sahiptir. Annenin gözlerinden
yansıyan ışıltı: “Evet, sen mükemmelsin,
ve ben sana hayranım” iletisini taşır (Kohut
1959). Bebek, anne aynasından yansıyan bu
ışıltının içine gömülmüş olan kendi görüntüsüyle
özdeşim kurar. Bu, kendisi hakkında
zihninde oluşan ilk değerlendirmedir. Bebeğin
göstermeci-büyüklenen kendiliği, ancak bu tür
bir aynalamayla olgunlaşabilir ve gelişimin ileri
dönemlerinde şiddetli istek unsurlarına dönüşür. Işıltı yoksa gelişim aksar. Narsistin her
türlü gereksinimini ıskalayan annesinin, donuk
bakışları gibi.
Kendilik gelişiminin ikinci evresinde çocuk,
yitirdiği mükemmelliği bulmak için yeniden
harekete geçer. İlgisi başta baba olmak üzere
ebeveynleri üzerinde yoğunlaşır. Bu evrede
çocuk ebeveynlerini ülküleştirir. Ülküleştirdiği
ebeveynle kurduğu özdeşim sonucu onun yüceliğinden pay alır. Çocuğun ebeveyne yönelik
tutumu: “Sen mükemmelsin ve ben senin bir
parçanım” biçiminde özetlenebilir. Kohut bu
evreyi, ülküleştirilmiş ebeveyn kavramıyla tanımlar.
Babayla özdeşleşme; yapışkan, yutucu,
tehlikeli anneden çocuğu koruyan bir etmendir.
Baba; anneden ayrışma sürecinde çocukta
etkinleşen saldırgan eğilimleri yumuşatır, bedensel
etkinliklerini geliştirmesi için çocuğun
elinden tutar, özerk ve bağımsız bir kişi olma
çabalarına güç katar. Annesiyle kurduğu ilişki
yoksunluk ve düş kırıklıklarıyla yüklü ise, babayla
kurduğu ilişkide şansını en verimli düzeyde
kullanarak ruhsal bir az gelişmişlikten kendini
kurtarabilir.
Ancak, gerek anne gerek babayla kurulan ilişkideki doğa üstü beklentiler, gerçeklik ilkesinin
etkisiyle kaçınılmaz bir aşınmaya uğrar. Zamana
yayılan ve çocuğun sindirebileceği boyuttaki bu
düş kırıklıkları, babayla kurulan ilişkideki beklentileri
de olgunlaşmaya zorlar. Bu olgunlaşma,
ülküleştirilmiş benlik tasarımlarının oluşumuyla
sonuçlanır. Ebeveynlere yapılan yatırım soyut
bir alana kaydırılır. Bu evreleri sorunsuz geçirip
ayrışmayı tamamlamış sağlıklı bir erişkin, istek ve ihtiraslarının itici gücüyle, ülkü ve tutkularının peşinde gider.
Daha sonra Kohut, gelişim kuramına üçüncü bir
kutup (tripolar self) eklemiştir. Bu uçta, bebeğin
doğuştan getirdiği beceri ve yetenekleri yer alır.
Hem anne hem de babadan yana şansı olmayan
bir çocuk, doğuştan gelen beceri ve yeteneklerini
kullanarak; az gelişmiş bir ruhsal yapıyla büyümekten kurtulup, gerçek bir kendilik saygısı
geliştirebilir. Ancak bu üçüncü kutup da, çocuğu kurtaran bir yol olamayıp narsisistik bir yapılanmayla
sonuçlanabilir. Oysa zeki ve üstün
yeteneklere sahip izlenimi uyandırır. Aslında
bu, çevresindekilere yaşattığı bir yanılsamadır.
Her eylemi bir savunma olan narsistin davranışlarının
ardındaki inceliği kavrayınca onu çok
zeki sanırız. Ama bu incelik onun zekasının
ürünü değildir. O, kendi iç dünyasının kuklasıdır;
otomatik pilotta gider. Yetenekli olduğu
yanılsamamıza gelince: yaşamında ebeveynin
onayladıkları dışında başka bir etkinlik yoktur.
Bir tek bu alanda bireyselliğine izin verilmiştir.
Büyüklenen tutumu, çevresindeki insanların
içinde bir yetersizlik duygusu uyandırır. Yüzeydeki büyüklenen sahte kendiliğinin “En iyi
benim” iletisini, boyun eğen çevresindekilerin
“En iyi sensin” yanılsamasıyla güçlendirir. Hiç
kimseyle gerçek anlamda bir rekabete girmez.
Başarı ve gelişmeye hizmet eden rekabetten kaçınıp, düşlem dünyasında ülküleştirdiği nesnelerle
birlikte olmayı yeğler. Rekabeti tetikleyen
insanları, ya değersizleştirip kıskanmaktan kurtulur
ya da haset ürünü yıkıcı öfkesiyle devre
dışı bırakır (Kernberg 1984, 1992).
Freud’un kuramına göre anne, bebeklik döneminde
çocuğun ikili ilişki nesnesidir; bebeğiyle
birlikte ikili bir birim oluşturur. Baba, ödipal
evrede bu ikiliye katılır. Böylece ikiliden üçlüye geçilmeye, ikili ilişkiler üçlü ilişki yönünde
evrilmeye başlar. Annesi, narsistin ayrışma çabalarını
desteklemek şöyle dursun baltalar bile.
Çocuğun, anneden ayrışma süreçlerinde kullandığı
söylenen baba nesnesi; narsistin, yüzünü babaya dönüp anneden ayrışma çabasına ne
oranda katkı sağlamıştır? Baba, bedeniyle evde
var olsa bile duygusal anlamda da var mıydı?
Ödipal üçgen oluşabildi mi? (Fenichel 1945,
Rothstein 1964)
Kendilik bozukluğu
Bilişsel, duygusal ve bedensel yönden olgunlaşmamış olarak dünyaya gelen bebeğin ilk keşfettiği
nesne, tüm dikkatini ve algısını ondan gelen
duyumlara odakladığı minik bedenidir. Yaşamın
6-8. ayına kadar annenin kendi bedeninden ayrı
bir nesne olduğunu bile kavrayamaz. Yaşadığı
her türlü gereksinimi anlama ve karşılama görevini, bedeninin bir uzantısı olarak algıladığı
anneye verir. Ağlayan bir bebek, ağlama nedenini
saptama ve giderme işini, annenin zihinsel
yetilerine yükler. Acıktığında kullandığı nesne
annenin memesidir. Üşüdüğünde onu ısıtan
annenin tenidir. Olumsuz duygular yaşadığında,
kendisini yatıştırmak için annenin avutma
ve güven verme yetisine sığınır. Coşkusunu annesiyle
paylaşır. Gereksinimi saptayan annenin,
bunu karşılama yönündeki duyarlı ve gönüllü
tutumunu, minik varlık duyumsar. Görevini bu
kadar istekle yapan bir anneyi bebek ödüllendirir.
Gülüşleri, hizmetinden duyduğu hoşnutluk
ve teşekkürü simgeler. Bu ödül, bir annenin yaşamı boyunca aldığı en değerli armağandır. Her
türlü gereksinimi anlama ve karşılama görevini,
bebek için ve bebeğin kendisi yerine yürüten
anne, kuramsal adıyla bebeğin kendilik nesnesidir
(self-object) (Kohut 1959, 1971). Kendilik
nesnesini göreve güdüleyerek sağlıklı bir gelişimi güvence altına alan güç, annelik içgüdü-
südür.
Bebek kendisini, bütünlüğü ve zaman içinde
sürekliliği olan bir varlık olarak algılayamaz.
Bir uzantısı olarak algıladığı annenin sürekli
ve aynı insan olduğunu görmek, aynı bedenin
diğer ucunu oluşturan kendisinin de bütün ve
zaman içinde sürekliliği olan bir varlık oldu-
ğu algısını oluşturur. Sözcük öncesi dönemde
anne, bebeğin istek ve gereksinimlerini eşduyum
yeteneğiyle anlayıp giderir (Kohut 1959).
Annesiyle sürdürdüğü ortak yaşam ilişkisi içinde
bebek, annesinin yansıttığı her türlü duygu
ve yaşantıyı kendisininmiş gibi algılamaya başlar. Annenin bu tutumunu aynalara (mirroring)
kavramıyla tanımlayan Kohut, bu duygu ve
yaşantıların bebek tarafından edinilmesi sürecine
ise dönüştürerek içselleştirme (transmuting
internalization) adını vermiştir. Bu bir anlamda
görerek ve yaşayarak öğrenme sürecidir. Uygun
bir aynalamayla kazanılabilen bu olgun yetiler,
olumlu ilişki yaşantılarıyla yüklü olan anı adacıklarında
(Mahler 1968) birikir. Aynalayan bir anne bebekte; kendisinden ayrı, kalıcı, bütün ve
zaman içinde sürekliliği olan bir varlık olduğu
algı ve inancını oluşturur. Böylece bebekte anneden
ayrı, farklı ve özgün bir kendilik gelişir.
Bu özgün yapı, kendisini avutma, yatıştırma,
eşduyum yapma, sevgi alıp verebilme gibi olgun
yetilerle donanmıştır. Annenin kısa süreli
yokluğunda devreye giren bu yetiler, bebeği
anksiyeteden korur. Anne birazdan gelecektir.
Engellenme ve yoksunluğa, süresi giderek artan
bir dayanma gücü gelişir. Dürtüler evcilleşir.
Ancak, uygun aynalama yapıl(a)mamış ise, bebek
kendini değerli, bütünlüğü olan, özerk ve
bağımsız bir varlık olarak algılayamaz. Dolayısıyla kendilik işlevlerinin yürütülebilmesi için
bir kendilik nesnesinin varlığına gereksinim sürer. Bu kişiler dışarıdaki bir kendilik nesnesinin
desteği olmazsa kendilerini değersiz, çaresiz,
eksik, boş ve denetimlerini yitirmiş hissederler.
Narsist, uygun bir aynalamayla kazanılabilen bu
olgun yetilerden yoksun bırakılmıştır. Kohut’un
kuramında bu durum kendilik bozukluğu (disturbance
of self) olarak tanımlanır.
Narsistin ebeveyni
Çok küçük çocuklarda kendilik saygısı; yaşamındaki
önemli diğer kişilerce derinden ve ko-
şulsuz sevildiği, kabul edildiği, önemsendiği,
bedensel ve duygusal olarak beslenmeyi hak
eden bir varlık olduğu inancına bağlıdır. Sağlıklı
bir anneyle kurulan ilişkide, bebeğin iç dünyasında
olumlu yaşantı anıları birikir. Kendisinin
önemli, değerli, sevilmeyi ve bakımı hak eden
bir varlık olduğu duygu ve inancı gelişir. Birincil
narsisizmden daha üst düzeyde yer alan öz
değerlilik duygusu ve kendilik saygısı yönünde
bir gelişim olur.
İhmal edilme, reddedilme sonucu çocuğun bu
gereksinimleri karşılanmazsa kendini değersiz
bir varlık gibi hisseder. Bebek, kendi bedeninden
sonra keşfettiği ikincil nesnesi olan annesinin
tutarsız, değişken, reddedici, duygusal olarak
terk eden tutumu nedeniyle düş kırıklığı ve
dış dünyaya karşı bir güvensizlik geliştirir. Sevgi
yatırımı için seçtiği ikincil nesne olan annesinin
yanlış bir yatırım alanı olduğunu sezinler. Ardından,
bu sevgi yatırımını geri çekip, birincil
nesne olarak keşfettiği ve güvendiği kendiliğine
yatırır. Tutarlı, dengeli ve öngörülebilir tek alan
kendi iç dünyasıdır. Bu tutum, narsisizmin ilkel
biçimine savunma amaçlı bir dönüş olup zaman
boyutunda bir gerilemedir (Freud 1957). Bu tür
bir anne-bebek ilişkisi çocukta, dış dünyanın
tehlikeli, düşmanca, değişken ve öngörülemez
bir ortam olduğu inancı ve temel güvensizlik
duygusunu geliştirir. Toplum, çocuğun iç dünyasına,
ebeveynin açtığı kapıdan girebilecekken,
kapının dışında bırakılır. Tek çıkış yolu anneye
sımsıkı sarılarak sadık ve bağımlı kalmaktır.
Ayrıca annenin bu olumsuz tutumu, narsistin
üstbenligine katılan ve ona olumsuz sözler söyleyen,
değersizleştiren bir ses haline gelir.
Aslında narsistin ebeveyni de zavallı bir insandır.
Sıkıca yapıştığı çocuğu olmasa O bir hiçtir.
Çocuğunu tersler; soğuk, buyurucu, baskıcı ve
duygusal olarak uzak davranır. Çocuğuna yönelik kötüye kullanım niteliğindeki tutumu,
“Kendini ayrı bir birey olarak var edebilirsin, bu
çabanı onaylıyorum; her eyleminin ve başarının
benimle bağlantılı olması koşuluyla.” biçiminde
özetlenebilir. Doğumuyla başlayıp süren preödipal örselenmesi, duygusal ve bedensel anlamda
onu terk eden ebeveyniyle arasındaki etkileşimdir. Terk edilmesi; aklını yitirmek, çıldırmak
kadar yoğun bir korku uyandırır. Ebeveyniyle
olan narsisistik bağlantılarının kopmasına izin
verilmeyip kendisinin özel bir kişi olduğu inancı
oluşturulmuştur (Volkan 1982). Bu özel olma
durumu, ebeveynin nesne ilişkileri dünyasında
bütünlüğü sağlamakla görevlendirildiği özel
bir alanda ebeveynin bir uzantısı yani kendilik
nesnesi olduğu; eylemlerinin bu alanda bireyselleşebileceği
ve aralarındaki bağlantı kopmadığı-ayrışmadığı
sürece bireysel bütünlüğünü
sağlamasına izin verildiği anlamına gelir. Özerk
ve bağımsız davranmasına izin verilen tek yaşam alanı vardır. Bunu yitirmesi, yaşamaması
demektir. Ebeveynin çocuğunu kullanarak ulaşmayı amaçladığı hırslı beklentileri, üstbenlik
içinde içselleşerek; gerçekçi olmayan, yüksek ve
ulaşılmaz bir kendilik ülküsü oluşturur (Kohut
1971). Çocuk, bu koşullu iletiye uyum yapmaya
kendini zorunlu hisseder. Bireyselleşmesini
bir dereceye kadar sağlar ama yoğun baskıya
direnemediği için ayrışma sorunlarının yeterince
üstesinden gelemeyip gelişimin bu evresinde
saplanıp kalmış olur (Kohut 1971, Mahler
1977). İlkel kişilik yapılanmasına karşın, belirli
bir alanda ulaşabildiği başarı düzeyi bununla ilgilidir
(Rinsley 1989).
Narsistin tüm yaşamı ebeveyninin emrindedir.
İkili birimin ortak yaşamında başka nesneye
yer yoktur. Ebeveyninin sömürgesidir. Ve ebeveyni,
asla bir ortak istemez. Çocuğunu ayrı bir
insan değil, kendisinin bir uzantısı gibi görür.
Beklentilerine, çocuğunu kullanarak ulaşmaya
çalışır. Eşduyum yapamayan bir davranış biçimi
sergiler. Çocuğunun acılarıyla değil, ulaşamadı-
ğı kendi beklentisiyle ilgilenir. Birçok yolla çocuğunu
kötüye kullanır (Nemiah 1961, Kohut
1971). Acımasızca suçlar ve azarlar. Yaşamını
baskıyla denetlemeye çalışır. Tepkilerindeki
oransızlık, çocuğunu denetlemekte kullandığı
en güçlü silahıdır. Kişisel sınırlara ve gizliliğe
saygı göstermez; hem gizli hem de açıkça çocuğunun
özel yaşamına sızmaya çalışır. Yalan
söyleyerek bu tutumunu yadsır. Çocuğunun
gereksinimlerini görmezlikten gelir ya da aldırış
etmez (Kohut 1959, Volkan 1982). Eğitimi ve
mesleği konusunda onu sömürür, kendi hoşnutluğu için bir gereç gibi kullanır. Çok fazlasını umar ve bekler. Değişken, vefasız, keyfi hareket
eden ebeveyn çocuğunu, bedensel ve ruhsal
olumlu duygulardan yoksun bir ortamda yetiştirir.
Çocuğunu; memnunluk, haz ve kıvanç
duygularıyla tanıştırmamış olmasının yanı sıra
diğer insanların onu ödüllendirme çabasını da
boşa çıkartır. Kötüye kullanan ebeveyniyle kurduğu
ilişki (Kohut 1971) nedeniyle, dış dünyanın
güvenilmez, tehlikeli, düşman ve uğursuz
bir ortam olduğu inancı yerleşir. Düşman olarak
algıladığı toplumu dışarıda bırakır. Kötüye
kullanıyor da olsa ebeveyne sımsıkı sarılıp sadık
ve bağımlı kalmak narsist için tek kurtuluş
yolu olarak sunulmuştur. Narsist, kurbanı olan
nesneye de aynı şeyi yaşatır. Dengesi bozulan
nesne, narsistten kurtulamaz.
Değersizleştirilmiş Gerçek Kendiliği ve
Büyüklenen Sahte Kendiliği
Bir narsisti en iyi tanımlayabilecek iki kavram,
varlık ve hiçliktir. Yüzeyde görünen ve var sanılan
yönü, yakın çevresinin isteklerine boyun
eğen, oluşturmak zorunda bırakıldığı sahte kendiliğidir
(Akhtar 1989). Bu karadelik, narsisistik
doyum kaynaklarını içine çekip yutar. Yüzeyde
görünmeyen ve yok sanılan yönü ise değersiz
gerçek kendiliğidir. Narsist, bu iki kendiliği tek
bedende barındıran bir varlıktır. Kişiliği çok ilkel
ve dağınıktır. Tam oluşmuş, bütünleşmiş bir
insan değildir. Birbiri içinde eriyen geçici görüntülerdir.
Tasarıları geçici, beraberlikleri gösteriş
ve sahtedir. Bir narsistle yaşamak, yalnızca nasıl
bir kişi olduğu değil nasıl bir kişi olmadığından
dolayı da diğer insanların içini bulandıran bir
deneyimdir.
Bir narsistin hem değersiz gerçek kendiliği hem
de büyüklenen sahte kendiliği aslında aynı
bedende yaşar. Ancak hiçbir zaman bir araya
gelmezler. Biri varken diğeri yoktur. Ve beden
çoğu zaman büyüklenen sahte kendiliğinin yönetimindedir. Değersiz gerçek kendiliğiyle ilgili
her şeyden, bastırma ya da bölme-yadsımayansıtma
yöntemiyle kurtulmaya çalışır. Ender
olarak varlığını hissettiren incinmiş çocuk, özdeğer
duygusu ve kendilik saygısında gözlenen
dalgalanmadan sorumludur. Duygulandığı an,
büyüklenen sahte kendiliği toparlanıp yönetime
el koyar ve duyguları bastırır. Ayrıca, değersiz
olduğuna inandırılan gerçek kendiliği, bir dış
nesnenin yokluğunda savunmasız, güçsüz ve
çaresiz hisseder. Kendilik nesnesi işlevi gören
bu dış nesne, kendisine acı çektirmesine karşın
ayrışamadığı ebeveynidir. Durumundan yakınma
ama ayrışamama, preödipal patolojilerin temel
özelliğidir.
Belirli bir alandaki yeteneği elle tutulur tek
olumlu özelliğidir. Çünkü ebeveyni bireyselleş-
mesine bir tek bu alanda izin vermiştir. Narsist
aslında keyiflenemeyen, gülemeyen, yeteneklerinin
kıvancını yaşayamayan bir mazlumdur.
Memnunluğun, neşe ve kıvancın ödüllendirici
özellikleri ile tanıştırıldığını söylemek güçtür.
Gerçek kendiliğini yadsıyıp bağımsız olmayan,
ebeveyninin istek ve beklentilerine boyun eğmek zorunda bırakılan biri olarak yetişmiştir.
Yüzeyde görünen, geliştirmek zorunda kaldığı
büyüklenen sahte kendiliğidir (Volkan 1982,
Akhtar 1989).
Görülmeyen, duyulmayan, aldırış edilmeyen,
reddedilen, duygusal ve bedensel gereksinimleri
karşılanmayan küçük bir çocukta değersizlik
duygusu gelişir (Kohut 1959). Bu duygu
ve inançla büyüyen çocuk sihirli bir biçimde;
reddedildiği, aşağılandığı, terk edildiği ortamlar
oluşturur. Kehanet kendini gerçekler. Narsistin
içinde yasayan bu çocuk, bastırılan ya da bölme
ile ayrılıp yansıtılan değersiz gerçek kendiliğidir.
O da kehaneti gerçekleyen bir ortam oluşturur. Sağlıklı bir insanı bile, kendisini aşağılayan
ve terk eden biri haline getirebilir. Birbiri içinde eriyen geçici görüntüler sunan narsist hiç
sevilmemiş ve sevmeyi öğrenememiştir (Akhtar
1989). Sevmekten nefret eder, nefret edilmeyi
sever.
Savunmaları: Bastırma, Yadsıma,
Değersizleştirme, Bölme ve Yansıtmalı
Özdeşim
Narsist, sadistik üst benliğinin yasakladığı ve
büyüklenen sahte kendiliğinin görmek istemediği;
gerçek kendiliğine ait olan her türlü duygu,
düşünce ve dürtüden kurtulmak için aynı
yöntemi uygular. Ya bastırıp gömer ya da bölme
ile ayırdıktan sonra yadsıyıp dış dünyadaki nesnelere
yansıtır. Bu yansıtma biçiminin özelliği,
nesnenin üzerine değil içine ulaşmasıdır. Bu tür
düşünce, duygu ve dürtülerini yüklendiği nesne
dışarıda olunca daha kolay denetleyeceğini
sanır. Denetleme gereksinimiyle, zehirlediği
nesneden uzaklaşamaz. Bastırmayı da kullanabiliyor
olması, soydaşı olan Borderline’dan onu
üstün kılan bir özelliğidir. Alt ve üst düzey arasındaki
gelişmişliği, sarkaç bölme-yadsıma-yansıtmadan
uzaklaşıp bastırma ucuna yaklaştığı
oranda artar.
Bir sonraki aşamada, sadistik üst benliğinin gerçek kendiliğini hedef alan yasak, engel, baskı ve
saldırılarını hedef şaşırtıp nesneye yönlendirir
(Winnicot 1965). Yönlendiremezse, özkıyım
düşüncelerine neden olacaktır. Böylece bir süre
işkenceden kurtulur. Nesne; çocukluk yıllarında
benzer baskı ve acıları yaşayan, büyüklenen
sahte kendiliğinin yok saydığı incinmiş çocuğun dış dünyadaki görüntüsü ve sözcüsü olur.
Engellenen, yoksun bırakılan, acı çeken, etkisiz
ve çaresiz duruma getirilen nesnenin görüntüsü,
narsistin bedeninde yaşayan her iki kendiliğini
de hoşnut eder. İncinmiş çocuk, nesnenin bedenini
kullanarak isteklerini ve yoksun kalışının
acısını gösterebilmenin rahatlığını yaşar. Nesne,
kendisine yüklenen acıyı haykırdıkça incinmiş
çocuk rahatlar. Duygularını bastırmaya ko-
şullanmış olan narsist, yüzeydeki büyüklenen
sahte kendiliğini rahatsız etmeyecek uyum bozucu
bu zorlu yöntemle de istek ve acılarından
kurtulmaya çalışır. Öte yandan, değersiz gerçek
kendiliği ile aynı bedende yaşadığını duyumsamak,
büyüklenen sahte kendiliğinin görkemli
duruşunu zedeleyebilecek en büyük tehlikedir.
İstek ve acılarını yüklediği nesnenin görüntüsü,
büyüklenen sahte kendiliğini de rahatlatan bir
yanılsama oluşturur. İncinmiş ve değersiz kendiliği,
içinde değil dış dünyada yaşayan bir nesne
olarak algılanır. Sıradan bir insanın düşünce,
duygu ve gereksinimlerini taşımayan, tüm güçlü ve bağımsız bir varlık olduğu inancı pekişir.
Görkemli duruşu güçlenir. Bölme ile ayrılan
değersiz kendiliği yadsınıp yansıtılınca, ondan
kurtulmak için kullandığı bastırmaya gerek kalmaz.
Narsistin ilkel sandığımız iç dünyasının,
kusursuz işleyen bu savunmasının kuramsal adı
yansıtmalı özdeşimdir (Kernberg 1984).
Cinsel arzuları, anal sadistik dönem yaşantılarıyla
bağlantılı olup olgunlaşmamıştır. Acıları
dışında cinsel istek ve dürtüleri gibi insani gereksinimlerinden
de bu yöntemle kurtulmaya
çalışır. Karşısındaki kişiyi uyaran bir görüntüsü
olmasa bile, kurbanı olan nesneyi baştan çıkarabilir
(Akhtar 1989). Bu tutumu, kamçılayıp
engelleme sözüyle tanımlanabilir. Arzuların
sahibi değersiz gerçek kendiliği kurbanı kamçılarken, büyüklenen sahte kendiliği ve sadistik
üst benliği engeller. Bir bütün olarak narsist
hoşnut olur. Sadistik üst benliği ve büyüklenen
sahte kendiliği, eksikleri olan ve bir dış nesneye
gereksinim duyan sıradan bir varlık olduğunu
düşündürecek cinsel ilişkiyi engellemiş olmaktan
hoşnuttur. Narsistin bir kısır döngüden oluşan bu etkileşim ezberinden hoşnut olmayan
kişi ise yoksun bırakılan değersiz kendiliğinin
dış dünyadaki sözcüsü olan kurbandır. Kamçılanıp engellenen kurbanın sitemi, engellenme
ve yoksun bırakılmaya dayanamayışı değildir.
Narsistin patolojik düzeydeki kamçılayıp engelleme
ezberini, sağlıklı bir insanın haklı protestosudur.
Ama narsist bunu sorun etmez. Çünkü
kurbanını insan değil, yalnızca kullanabileceği
bir nesne olarak algılar (Kohut 1971).
Narsist; engellenme, yoksun bırakılma ve haset
ürünü olan yıkıcı saldırgan eğilimlerinden de
bu yolla kurtulmaya çalışır. İç dünyasını sırılsıklam
eden yıkıcı öfke ve saldırganlığı yadsıyıp
nesneye yükler. Kendisinin masum, dış dünyadaki
nesnelerin saldırgan olduğunu kanıtlamayı
tasarlar. Nesne, narsist tarafından zehirlendiğinin farkına varsa da artık çok geçtir. Yansıtmalı
özdeşim enjektörüyle verilen zehir kana
karışmıştır. Nesne için, kendisine yüklenen yıkıcı öfkeyi dışa vurmaktan başka çare kalmaz.
Narsist, kendi içinde biriken öfke ve saldırganlığı
yüklediği nesneyi denetleme gereksinimiyle uzaklaşamaz ve kurban yine kendisi olur. Bu,
senaryosunu narsistin yazdığı bir dramdır. Saldırgan,
bir gün mutlaka kendi silahı ile vurulur
(Kernberg 1984).
Büyüklenen sahte kendiliğinin katı savunmacı
tutumunun yumuşadığı ve bastırmanın azaldığı durumlarda, çok derinde saklanan incinmiş
çocuğun istek ve acıları yüzeye yaklaşır. Böyle
zamanlarda narsist gerginlik ve huzursuzluk yaşar. Ancak büyüklenen sahte kendiliği ve sadistik
üst benliği çok geçmeden toparlanıp yönetime
el koyar ve duyguları bastırır. Duygusuzmuş
izlenimi veren görüntüsü ve mimiksiz yüz ifadesi
aslında duygu yalıtımı ve bastırmanın ürünüdür. Her sözünün ve eyleminin birçok anlam
ve etkisi vardır. Ayrışmamışlık, savunma işlevi
gören tutum, beklenti ve tasarılarında da kendini
gösterir. Tek çatı altında toplanan savunma
ailesidir.
Narsistin yalnızlığı
Bebeğin dış dünyada kurduğu ilk insan ilişkisi,
çoğu kez annesi olmak üzere, bakım veren kişiyle olan ilişkisidir. Bu ilişkinin niteliği, ilerleyen
yaşamındaki ilişki kurma biçimini belirler.
Toplum, çocuğun iç dünyasına ebeveynin açtığı
kapıdan girebilir. Olgun, sevgi dolu, eşduyuma
ve karşılıklı güvene dayanan ilişkiler kurabilme
yetisi, sağlıklı bir anne-bebek etkileşiminin yaşanmış olmasını gerektirir. Sağlıklı bir insanın
çocukluğu, ebeveynleriyle sürdürdüğü sevgi ve
güvene dayalı ortak yaşam ilişkisi içinde geçer.
Yoksunluk ve terk edilmeye dayanma gücü ve
bununla baş etme yetileri kazanır. Dış dünyayı
bütünüyle tehlikeli algılamaz. Aldırış edilmediği, terk edildiği ve yok sayıldığı durumda, kendi
içine kapanmayıp kısa bir toparlanma süreci ardından
dikkatini yeniden dış dünyaya yöneltir.
Yaşadığı bu düş kırıklığından kurtulup duygusal
yatırım yapabileceği başka nesneler arar.
Oysa narsistin annesiyle başlayıp süren ilişkisi;
reddedildiği, gereksinimlerinin görmezlikten
gelindiği, olumlu duygulardan yoksun bırakıldığı,
düş kırıklığı ve güvensizliğin egemen olduğu
anı adacıklarından (Mahler 1968) oluşur.
Yakın ilişki, sömürülme ve kötüye kullanılma
korkularını uyandırır. Dış dünyayı tehlikeli
ve güvenilmez bir ortam olarak algıladığı için
daha fazla etkileşime girmez. Tutarlı, dengeli ve
öngörülebilir tek alan kendi iç dünyasıdır. Libidinal
yatırımını kendiliğine yapar, içe çekilir
(Freud 1964). Her zaman sevilen, saygı duyulan
ve kendi kendisine yeten biri olarak düşlediği
görkemli imparatorluğunu kurar (Kohut 1971).
Düşlem dünyasında, ülküleştirdiği ve özdeşim
kurarak yüceliğinden pay aldığı nesne tasarımlarıyla
baş başa bir yaşam sürer. Bu nedenle,
yalnız olmasına karşın, bir dış nesneye açlık düzeyinde gereksinim duymaz. Bu yönü, çarpık da
olsa bir denge kurmasını sağlayıp, soydaşı olan
Borderline kişilik yapılanmasından onu ayırır
(Kernberg 1975, Volkan 1982).
Çocukken yaşadığı gibi reddedileceği ve sömürüleceği korkularından dolayı her türlü yakın
ilişkiden kaçınan narsist (Reich 1972), cinselliği
de görkemli düşlem dünyasında yaşayabilir.
Düşlem dünyasına sığınmak, eksikleri olan ve
başkalarına gereksinim duyan sıradan bir insan
olduğunu görmekten Onu korumuş da olur.
Göstermeci ve gözetlemeci davranışları, bu durumun
görüngüsel dışa vurumu olabilir.
Serinkanlı görünümü
Bir narsist, gereksinimleri hep ıskalanmış, yoksun
bırakılıp değersizlik duygusu filizlendirilmiş,
zavallı ve küskün bir çocuktur. Çok derinlerinde
sıkıca sakladığı bu değersiz çocuk;
korunmak, gizlenmek, acısını dindirmek ve
çevrenin isteklerine uyum yaparak dengesini
kurmak adına girişmiştir büyüklenmeye. Oluşturduğu büyüklenen sahte kendiliği aslında bir
maskedir. Savunmasız, güçsüz, acı ve korku
dolu olduğunu gizlemeye çalışan bir maske.
Korkusuzluk, yenilmezlik, yaralanmazlık, serinkanlılık,
kendine hakim oluş, üstünlük, beceriklilik
gibi nitelikler, bu maskenin rengini
belirler (Gabbard 1990).
Nesne gibi algıladığı insanları kötüye
kullanması
İnsanlarla kurduğu ilişki, gizli başlayıp görünür
hale gelen kötüye kullanım biçimindeki davranış
dağarcığından oluşur. Kötüye kullanım, kurbanı
kuşatan ve aldırış etmediği duygusunu uyandıran
davranışıyla başlar. Yapılan tek bir hatayı
bile affetmez. Tepkisindeki oransızlık, yalnızca
bir nesne olarak gördüğü çevresindeki insanları
denetlemede kullandığı en güçlü silahıdır.
Beğenmemek, kötülemek, değersizleştirmek,
yıpratmak, yüksek beklentiler beslemek ve cesaretini
kırma tutumu, kötüye kullanımın açık örnekleridir: ebeveynin kendisine yönelik davranışının
aynısı. Aldırış etmemesi, kötülemesi ve
değersizleştirmesi, çevresindekileri kıskanmaktan
Onu koruyan bir savunma işlevi de görür
(Kernberg 1975). Kötüye kullanma davranışına
başkalarını ortak etmede ustadır. Bir insanı yok
sayma, alay etme, suçlama, küçük düşürme, engelleme,
yoksun bırakma ve başından atma gibi
kötüye kullanma tutumunu diğer insanlara da
bulaştırır. Ortamdaki her insanı kötüye kullanır
(Kohut 1971). Kötüye kullanıcı haline getirdiği
diğer insanlar, bu yolla kendilerinin kötüye kullanıldığının
farkına bile varamaz.
Ulaşma isteği uyandıran tutumu ve ona
ulaşmanın zorluğu
Bir insanla karsılaştığı ilk andan itibaren onu,
narsisistik gereksinimlerinin doyum kaynağı
haline getirme konusunda ustadır. Kurbanı olan
kişi için, kendi çocukluğunda duygusal yönden
yoksun bırakıldığı ortama benzer bir ortam oluş-
turur. Kuşandığı bir tür zırh ile kendisini ulaşılmaz
bir varlık gibi hissettirirken (Akhtar 1989),
yoğun bir ulaşma isteği de uyandırır. Çocukluk
yıllarında görmeyen, duymayan ve aldırış etmeyen
ebeveynin; onda uyandırdığı görülme,
duyulma ve anlaşılma isteği gibi. İtici davranışlarının
ardına gizlenen çekiciliği bu gizli etkiyle
ilgilidir. Hem engellenen hem kamçılanan
kurbanın ona ulaşma çabası zorlantı boyutuna
ulaşır. Zorlantı niteliğindeki kendini gösterme
çabası amacına ulaşamaz ise, kurban değersizlik
duygularıyla baş başa kalır: bir narsistin, çocukluğunda
yaşadığı gibi (Kohut 1959).
Bir insanla yakınlaştığı ilk andan itibaren onu
narsisistik doyum aracı olarak kullanmak için
biçimlendirmeye başlar (Akhtar 1989). Bu tutumu,
ilkel iç dünyasının verdiği bir refleks yanıtı
sayılır; tamamıyla bilinç dışı olarak devreye
girer. Öncelikle, o kişi hakkında işine yarayacak
bilgiler toplar. Edindiği bilgileri de kötüye
kullanarak kendisine yönelik hayranlığı artırmayı
amaçlayan bir etkileşime girer. İnsanlarla
kurduğu yakınlaşma gerçek bir ilişki değil, yalnızca
bir etkileşimdir. Etkileşimin temel hedefi,
çekim gücüne kapılıp yörüngesine giren kurbanını,
büyüklenen sahte kendiliğini tavaf eden
sadık bir kul haline getirmektir. Hayranlık duyulan
bir varlık olduğunu hissetmek bir narsist
için yaşamsal öneme sahiptir. Çevresindekilerin
hayranlık yüklü aynalayıcı tutumu, yüzeydeki
büyüklenen kendiliğinin sahte değil gerçek olduğuna
kendisini inandırmak için bağımlı oldu-
ğu bir sunudur (Nemiah 1961, Kernberg 1975,
Akhtar 1989). Duyulan hayranlıkla büyüklenen
sahte kendiliği beslenir (Akhtar 1989) ve çarpık
dengesi güçlenir.
Narsist; ulaşılmazlığını, dokunulmazlığını simgeleyen
bir cam fanus içinde yaşadığını düşler
(Volkan 1982). Tıpkı, paha biçilmez bir mücevherin
kalın camlar ardında beğenimize sunulması
gibi. Cam fanus içinde yaşayan bu yüce varlık
lütfedip insanlarla konuşur. Oysa yakından bakıldığında
durum hiç de öyle değildir. O yüce
varlık insanlarla değil insanlara konuşur (Bach
1977). İletişim tek yönlüdür. Bir nesne olarak
gördüğü karşısındaki insanın duygu ve düşünceleriyle
ilgilenemeyecek kadar yoğun bir kendisiyle
uğraşa tutsaktır (Kohut 1971). Uyumlu
ve tutarlı davranmayı, kendisini alçaltan bir
özellik olarak görür. İnsanlardan ayrı ve uzak
duruşu, cam fanus içinde yaşadığı düşleminin
bir diğer dışa vurumudur (Volkan 1982).
Gerçeküstü dünyasında sözcükleri savunma silahı
olarak kullanır (Bach 1977, Akhtar 1989).
Nutuk atar, ders verir bir tutum içindedir. Anlatıyor,
açıklıyor gibi görünüp anlaşılmaz kılar,
ustaca saklar. Gizeme bürünür, soyuta gizlenir.
Soruya soruyla karşılık verir. Dinleyen kişiyi
kuşku ve belirsizlik içinde bırakır. Sankilik,
-miş gibilik yüklüdür. Sanki anlatıyor, sanki
gösteriyor, evet evet sanki kavradım… Anlat
kavradıklarını denilse; …ık-mık, …mırın-kırın.
Preödipal patolojilerin simgesi Borderline’ın
eski adı olan “as if personality” ifadesinde oldu-
ğu gibi; sözcükler yetersiz kalır.
Narsistin gerçeküstü dünyasında, sözcükler gibi
suskunluk da bir savunma ve saldırı silahına
dönüşür. Ülküleştirdiği suskun kalma tutumu,
denetimi sağlamak amacıyla kullandığı diğer bir
yöntemdir. Denetimi yitirmek, çocukluğunda
yaşadığı gibi yaralayıcı olacaktır. Konuşmaz,
gizlenir, kaçınır. Bekler ve beklemenin ne getireceğini
görür. Kaçınma ve ertelemeyi, yaşamda
kalmanın bir yolu olarak kullanır. Sonu gelmeyen
bir suskunluk ve tepkisizlik. En güçsüz
anında bile saldırgandır. Saldırganlığın biçimi
tepkisizlik.
Sadistik üst benliği ve nesne gibi algıladığı
insanları denetleme gereksinimi
Çocukluk yıllarında narsist; kendisini görmeyen,
duymayan, aldırış etmeyen, yoksun bırakan,
haz yaşantılarını yasaklayan, baskı yapan,
gözdağı veren, acımasızca suçlayan, azarlayan,
cezalandıran, felç eden, sömüren ve terk eden
ebeveynine karşı savunmasız kalmıştır. Yaşamda
kalabilmek için istek ve gereksinimlerini bastırmıştır.
Baskıcı çevresinin istek ve beklentilerine
boyun eğen büyüklenen sahte bir kendilik
geliştirmiştir. Büyüklenen sahte kendiliğinin en
önemli yandaşı, sadistik üst benliğidir (Kernberg
1984, 1992). Sadistik üst benliği ise, ebeveynin
kendisini kötüye kullanma tutumunun
içselleştirilmesiyle oluşmuştur. Narsist, yaptığı
değil yapmayı hep arzuladığı şeylerle suçlanır.
Ancak ebeveynin gözbağcı ustalığı, isteklerini
eylemleriymiş gibi algılatır. Bu algı yoğun bir
suçluluk doğurur. Ebeveyn tarafından bir nesne
gibi görülen ve kukla gibi yönetilmiş olan narsist,
kurbanı olan insanlara da aynı şeyi yaşatır
(Kohut 1971). Büyüklenen sahte kendiliği, dış
dünyadaki her şeyi ve herkesi denetleme çabasındadır.
Bu tutum, çocukken çaresiz bırakıldığı
koşullara karşı geliştirdiği, ilkel ve olgunlaşmamış
bir savunmadır. Denetimi yitirmek,
çocukluğunda yaşadığı gibi yaralayıcı olacaktır.
Kurduğu yoğun baskıyla, nesneyi kıpırdayamaz
duruma getirir. Felç edilen kurban, tehlike olarak
gördüğü kendi istek ve beklentilerini yok
sayarak yaşamda kalmaya çalışır. Çünkü bunlar,
Tanrı gibi gördüğü narsistin gazabına neden
olacaktır. Acıyla büyüyen ama acısını bastırmaya
koşullanmış olan narsist, büyüklenen sahte
kendiliğinin bu ezberini kurbanı olan nesneye
de dayatır. Nesnenin kendini yadsıması, narsistin
yüce bir varlık olduğu inancını güçlendirir.
Bu inancı her ikisi de paylaşır.
Zorla(n)ma ve yoksun bırak(ıl)ma, narsistin ya-
şadığı ve yaşattıklarının ana dokusunu oluşturur.
Çoğu kez yıkıcı eylemlerinin hedefi, kendisinden
yaş ve mesleki olarak alt kademede olan
insanlardır. Bu davranışı, ebeveynin baskıcı tutumunun
sadistik üst benliğine katılıp, güncel
yaşamında benzer bir yön izlediğini gösterir.
Dış dünyada kendisinden başka kimse yokmuş,
diğer insanlar kendisinin bir uzantısıymış gibi
davranır (Kohut 1971, 1977). Zihninde, üç boyutlu
tek gerçek insan kendisidir. İnsanların
önünden duraksamadan geçip yürümeyi sürdü-
rür. Adeta o yürürken tüm evren durmaktadır.
Değişmeyen bir öfke, kin, nefret, bastırılmış
saldırganlık ve haset içinde yaşayan narsist, denetimi
sağlamak için öngörülemeyen, zor ya da
olanaksız durumlar da oluşturur. Süreci yapay
bir çıkmaza sokup, devre dışı bıraktığı bir rakibinin
yerine en uygun kişi olarak kendisini
ortaya koyar (Horowitz 1975).
Özerk ve bağımsız davranan bir nesneye
yönelik tutumu
Bir narsistin, insanlarla girdiği etkileşimde temel
beklentilerini anımsayalım. Etkileşimin ilk aşaması
sakin görünüyor. Çekim gücüne kapılıp
yörüngesine giren nesneyi, büyüklenen sahte
kendiliğini tavaf eden sadık bir kul haline getirir
(Akhtar 1989). Bunu yaptığı sırada, değersiz
gerçek kendiliği bastırılıp gömülmüş durumdadır.
Büyüklenen sahte kendiliği, yalnızca yüce
bir varlıktan oluştuğu inancını bu yolla korur.
Nesnenin vecd ve hayranlık içinde tavafını sürdürmesi,
büyüklenen kendiliğinin sahte değil
gerçek olduğu inancını güçlendirir. İnsanların
kendisine hayran olmasını doğal bir şey, çevresindekilerin
asli görevi gibi algılar. Nesneye
yönelik tutumu, Tanrı-kul ilişkisini çağrıştırır.
Etkileşimin ikinci aşaması çok acımasızdır. Bu
etkileşim biçiminde kullandığı savunma yansıtmalı
özdeşimdir. Bu aşamada, değersiz gerçek
kendiliğiyle ilgili her şeyi bölme ile ayırdıktan
sonra yadsır ve dış dünyadaki nesneye yansıtır.
Bastırmayı kullanmaya gerek kalmaz. Bu yansıtma,
nesnenin üzerine değil içine ulaşır. Değersiz
gibi gördüğü bu nesne, hedef şaşırttığı sadistik
üst benliğinin yeni hedefi haline gelir. Bir süre
için kendini işkenceden kurtarmış olur. Baskı
ve işkencenin yeni hedefi olan dış nesne, önemli
iki işlev görür. Bir işlevi, gerçek kendiliğinin
acılarını onun yerine haykırmak ve gidermektir.
Diğer işlevi ise acı çeken değersiz nesnenin içeride
değil dışarıda olduğu yanılsamasını sunup,
büyüklenen sahte kendiliğinin görkemli duru-
şunu güçlendirmektir (Kernberg 1984). Hepsi
bu kadar.
Tutum ve beklentileri bu kadar katı olunca,
narsistin girdiği her etkileşim bir kısır döngüye
dönüşür. Karşısına çıkan insanları farklı kişiler
olarak göremez (Kohut 1971). Yalnızca bir nesne
olarak gördüğü için, onların duygu ve düşüncelerini anlayamaz. Eşduyum yeteneğinden
yoksun oluşu hem bununla hem de eşduyumu
öğrenmemiş olmasıyla ilgilidir (Kohut 1977).
Katı etkileşim biçimi içinde üzerine düşen görevi yapan nesne, bu süreç boyunca narsistin
dikkatini çekmez. Ancak nesne, özerk ve bağımsız davranmaya başlarsa narsist iki yol izler
(Volkan 1982). Ya değersizleştirip yok sayar ya
da tüm dikkatini o nesneye yöneltir. Kendisinin
bir uzantısı, adeta bedeninin bir parçası gibi
algıladığı nesnenin denetimini sağlamak, bir
narsist için yaşamsal bir gereksinimdir (Mahler
1977). Nesneyi denetleyememek, kendi bedenini
denetleyemediği inancını oluşturur. Bu ise,
bütünlüğü koruyamayıp parçalanacağı korkusunu
yaşatır.
Bu gibi dönemlerde sarkaç salınır. Davranışları;
değişken, tutarsız ve çelişkili hale gelir. Acımasız
uzak kalma tutumu yerine duygusallığını
kanıtlamaya çalışan yapay davranışlar geçer.
Nesnenin dengesini bozarak, onun yaşamındaki
sürekli ve değişmeyen tek varlık oluşunu
güvence altına almaya yönelir. Sanal gezegen,
nesneyi yörüngesine geri çekmeye çalışır. Ebeveynin
ona yaşattığı gibi. Ancak, erişkin ilişkilerinde
narsistin yetersiz olduğunu kanıtlayan
bu davranışlar, diğer insanları inandırmak bir
yana, onları tiksindirir.
Nesneyi denetleyemeyen, cezalandıramayan
narsist yine terk edilir. Çılgına döndüğü o an
parçalanma duygusu yaşar. Terk edilen küçük
çocuğun bütün acıları ve çaresizliği canlanır.
İncinmiş çocuk yeniden bedenine egemendir.
Ancak bu egemenlik uzun sürmez. Büyüklenen
sahte kendiliği toparlanıp yönetime el koyar.
Yaşadığı derin keder bir anda bastırılır. Yandaşı
olan sadistik üst benliği devreye girer. Donuk
mimiklerini yırtarak dışa vuran yıkıcı öfke ve
saldırganlığa dönüşür. Öfkesini nesneye yönlendiremeyen
narsist, varlığını hissettiren değersiz
kendilik ve nesne tasarımlarını cezalandırmak
adına özyıkım (self-mutilation) eyleminde bulunabilir
(Kernberg 1975,1984,1992).
Malign narsisizm
Narsist ile girdiği ilişkide, nesnenin görevi belirlenmiştir:
ya hayranlık duyguları içinde tavaf ettiği
büyüklenen kendiliğinin sahte değil gerçek
olduğuna narsisti inandırmak (Akhtar 1989) ya
da narsistin kendisine yüklediği acıları onun yerine
yaşamak ve gidermek. Çarpık dengesini bu
yolla koruma çabasındadır. İnsanları gerçek bir
varlık değil, iç dünyasının uzantısı olan nesneler
gibi algılar (Kohut 1971). İnsanlar üzerindeki
denetimi yitirmek, kendi bedeni üzerindeki
denetimi yitirmek anlamına gelir. Nesnenin
özerk ve bağımsız davranması; dünyanın merkezi
olduğu inancını yıkan, çarpık dengeyi bozarak
parçalanmaya yol açan bir etki oluşturur.
Bu korkunç durum, narsistin iç dünyasında çıldırmak
kadar yoğun bir tepki doğurur. Tuzağa
düştüğü duygusuna kapılan narsist, kendisine
acı çektiren ya da yoksun bırakan olarak gördüğü kişiye, vahşi bir hayvan gibi saldırır. Benliğiyle
uyumlu, suçluluk yaşatmayan, antisosyal boyuttaki
saldırgan eylemleri bir dış nesneyi hedef
alır (Kernberg 1984, 1992). İç dünyasının, bu
şiddette saldırgan eğilimlerle sırılsıklam olması
yanında; zafer tınılı özyıkım eylemleri (selfmutilation)
ve paranoid özellikler, narsisizmin
malign düzeyde olduğunu gösterir (Kernberg
1989). Sadistik üst benlik öğelerinin baskınlığı
söz konusudur. Ödipal çok uzaktadır.
Mazoşizm (Özezerlik)
Kendisini kötüye kullanan ebeveynin tutumu,
narsistin sadistik üst benliğine katılan bir ses
haline gelir. Bu ses Ona değersiz, kötü ve cezayı
hak eden bir varlık olduğunu söyler. Sesin hedefi,
değersizleştirilmiş olan gerçek kendiliğidir.
Suçlu olduğu ve cezayı hak ettiği inancı yerleşen
gerçek kendiliği, duygusal bir acı çektiği ya da
yitim yaşadığı durumda, kısa süreli ve oransız
bir zevk duyar. Suçlu bulunup cezalandırılan
bir tutsağın, cezasını çektikten sonra yaşadığı
rahatlama gibi. Zincirden kurtulma ve özgür olmanın
verdiği haz duygusu. Bu sayede narsist
kendini bulur, bir bebek gibi yeniden doğduğu
ve doğduğundaki güç ile yüklendiğini hisseder.
Bu his, bir narsistin evrensel özlemidir. Kendisini
suçlu bulan yargıcın gözü önünde cezayı
çekmesi, özgür olmanın verdiği haz ve kıvancı
artırır. Yargıca meydan okuyacak güce kavuşur
(Cooper 1989).
Mazoşizmin dar anlamdaki tanımında, yaşadığı acıdan cinsel bir haz duyma söz konusudur.
Narsistin, mazoşistlik hatları, düşlemleri ve tasarıları
dikkatle incelendiğinde, beklentisinin
cinsel bir haz duymaktan öte bir şey olduğu
anlaşılır. Sadistik üst benliğinin kurucusu olan
ebeveynini simgeleyen bireylerin gözü önündaşağılanma ve cezalandırılma isteği vardır. Bu
sayede yargıç susacak, cezasını çekip zincirden
kurtulan tutsak özgürlüğünü haykıracaktır.
Narsist, alışılmışın dışında bir sadisttir de
Aslında bir narsist, gereksinimleri hep ıskalanmış,
yoksun bırakılıp değersizlik duygusu filizlendirilmiş,
zavallı ve küskün bir çocuktur. Ve O
bu yönünü hep duyumsar ama hiç sevmez. Çok
derinlerinde sıkıca sakladığı bu değersiz çocuk,
dengesini kurmak, acısını dindirmek adına girişmiştir
büyüklenmeye. Ancak; korunmak, gizlenmek
ve çevrenin isteklerine uyum yapmak
için oluşturduğu büyüklenen sahte kendiliği
yönetimi ele geçirerek yaşamına egemen olur
(Volkan 1982). Narsistin bir kısır döngüden
oluşan yaşamı başlar. Ardından, yanına hiç ama
hiç yakışmayan bu değersiz kendiliği, ya bastırılıp gömülür ya da benliğinin sihirbazlığı sayesinde
bölünerek ayrılır. Yadsınıp dış dünyadaki
bir nesneye yansıtılır. Kurduğu ilişki; bölme ile
ayrılan, yadsınan ve dış dünyadaki nesneye giydirilen,
değersiz kendilik ve nesne tasarımlarıyla
girdiği etkileşime dayalı yanılsamadan başka
bir şey değildir. Dışarıdaki nesne boyun eğer ve
üzerine giydirilen bu değersizlik üniformasını
koşulsuz kabul ederse sorun yoktur. Bu sayede
büyüklenen kendiliği, bu tutumunda ne kadar
da hakli olduğunu görüp rahatlar. Yaşadığı
gerilim geçici bir süre için giderilmiş ve çarpık
denge korunmuş olur (Kernberg 1992). Ama
nesne kabul etmez ve ileri gidip üniformayı gerçek sahibine iade etme cüretinde bulunursa, bu
onun son eylemi olabilir. Çünkü, zavallı çocuğu
yeniden incitmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.
Nesne, yıkıcı öfke ve saldırganlığın hedefi olur.
Nesneyi, çok derinlerde sakladığı incinmiş
çocuğun dış dünyadaki uzantısı ve sözcüsü
durumuna getirir. Kendisine yüklenen acıyla
kıvranan nesne, narsistin iç dünyasını yansıtan
ayna olur. Güçsüz, savunmasız ve çaresiz duruma
getirdiği nesne, narsistin içinde saklanan
incinmiş çocuğun acılarını haykırır ve giderir.
Kendisini doğrudan ifade etme ve açığa vurma
yükünden bu yolla kurtulan narsist, geçici
süre de olsa acılarından arınmanın rahatlığını
ve hazzını yaşar. Kötüye kullanmak, acı çektirmek
ve insanları denetlemekten tuhaf ve gerçek
bir haz duysa da, saf sadizmden farklı olarak,
zevk almak adına bu ilişkinin içinde kalmaz.
Bir amaca yönelen sadistik davranışları aslında
yansıtmalı özdeşim düzeneğinin bir parçasıdır.
İnsanlardan beklentisi, onun iç dünyasını yansıtması
ve göstermesidir. Bunu başarıp amacına
ulaştığında geri çekilir; artık gidebilir. Daha da
ilginç olanı, nesne ile kurduğu ilişkide katı ve
acımasız tutumu yumuşayabilir. Kendisinden
beklenmeyen destekleyici ve yakın davranışlara
dönüşebilir. Yoğun bir kötüye kullanım nöbetini,
büyük kaygı, üzüntü ve yumuşak özürler
izler. Sadizmle özgecilik, kötüye kullanımla sevgi,
aldırış etmemekle önemsemek, terk etmekle
sımsıkı sarılmak, gaddarlıkla vicdan azabı, zulümle
şefkat arasında hızla salınan ve değişen
davranışları, narsisti esrarengiz kılar. Narsisistik
sarkaç, diğerlerine işkence etme ile acıyla yüklediği
insanları eşduyumla yatıştırma uçları arasında
salınır durur. Bu salınımlar, narsistin çevresindeki
insanların içinde, duygusal anlamda
bir güvensizlik, özdeğer duygusunda aşınma,
bunaltı, gerilim ve korku oluşturur. İnsanları,
kendi kişilik hatlarını yitirmeye ve kendisininkini
benimsemeye zorlar. Çıldıracak noktaya
getirene kadar zihinsel işkence ettiği insanları,
zorbalık ve şiddete zorlar. Sürekli ve hedefe yönelik bu kötüye kullanıma tepki olarak insanlar
küfürbaz, kötüye kullanıcı, öç alan, acımasız,
eşduyum yoksunu, saplantılı, saldırgan bireyler
durumuna gelir. Duyguları giderek felç olan
kurban, olumlu duygulardan yoksun çorak bir
dünyada yaşamaya başlar. Bu dünya, narsistin
doğduğu günden beri sürgünde yaşadığı çorak
gezegendir.
Son söz
Narsist: Erişkin bir bedende saklanan ruhsal bir
az gelişmişlik örneği. Preödipal çocuğun erişkin
bedende yaşayışı. Ebeveynlerince terk edilmiş
bir küçük çocuk. Ortak yaşam ilişkisi içinde
kötüye kullanılmış ve sömürülmüş bir nesne.
Acılarını bastırmaya koşullanan ve ülküleştirdiği nesneyle bütünleşmeye çalışan bir mazlum.
Yaşamda kalabilmek için sığındığı ilkel savunmalardan
kurtulamayan bir tutsak. Göstermeci-büyüklenen
kendilik evresine saplanmış ve
yatırımını kendi iç dünyasına yapmış bir bebek.
Düşlediği görkemli imparatorluğun tahtında ya-
şamaya çalışan sanal prens(es).
Narsistin bir kısır döngüden oluşan esrarengiz
yaşamını anlama serüvenimiz bitti. Kendimizi
toparlayıp çekim gücü ve yörüngeden kurtularak
süreci dışarıdan görebilirsek, kimi ya da neyi alkışlamalıyız? Narsisti mi? Ama narsist,
davranışlarının ardında gizli olan inceliklerin
farkında bile değildir. O, ilkel iç dünyasının
kuklasıdır. Otomatik pilotta gider. Narsistin ilkel
sandığımız ama kusursuzca işleyen iç dünyasını
mı? Yoksa, sessiz ve kusursuz işleyen
bu iç düzenekleri, yalnızca keşfeden ama icat
etmişçesine kibirlenen kendimizi mi? Birincil
süreçle ilgili yaşantılara tanık olduktan sonra
bizi tutsak eden yoğun bunaltı ve ezinç (eziyet),
ayrışamamanın bir göstergesidir. Tutsaklıktan
kurtulabilmek için, bu yaşantıların ikincil süreçteki karşılığını gösteren zorlu bir çeviri işine
girişiriz. Bu çevirinin kuramsal adı yorumlama.
Anlama ve kavramamızı sağlayan çeviri çabamız,
zorlantı boyutuna ulaşır. Yorumlayıp tutsaklıktan
kurtulma çabamızı yansıtan sayfalar dolusu
çağrışım, bu zorlantının bir ürünüdür. Zorlantı
niteliğindeki “çevirme ve anlama” çabamız amacına
ulaşamadığı anlarda, içimizde biriken bunaltıyla
baş başa kalırız. Bu zorlu süreç bir soru
getirir aklımıza: Güvendiğimiz ve dayandığımız
psikanalitik olgu formülasyonu, kanıta dayalı
bilim midir, varsayıma dayalı kurgu mu?
KAYNAKLAR
Akhtar S (1989) Psychiatry Clin North Amer 12:
505-530. Narcissistic personality disorder:
Descriptive features and differential diagnosis.
Bach S (1977) Int J Psychoanal 58: 209-233. On
the narcissistic state of consciousness.
Cooper AM (1989) Psychiatry Clin North Amer
12: 541-552. Narcissism and masochism,
Fenichel O (1945) Norton Press, New York.
Psychoanalytic theory of neuroses.
Freud S (1957) Standart baski, 14. cilt, Hogart
Press, London, 67-102. On narcissism: An introduction.
Freud S (1964) Standart baski, 7.cilt, Almanca’dan
İngilizce’ye çeviren: Strachey J. Hogart Press Ltd,
London, Three Essays on the theory of sexuality.
Gabbard GO (1990) American Psychiatry Press,
Washington DC, 369-395. Psychodynamic
psychiatry in clinical practice.
Horowitz MJ (1975) Int J Psychoanal Psychother
4: 167-180. Sliding meanings: A defense against
treat in narcissistic personalities.
Kernberg OF (1975) Jason Aronson, Newyork.
Borderline conditions and pathological narcissism.
Kernberg OF (1984) Yale University Press, New
Haven. Severe personality disorder.
Kernberg OF (1989) Psychiatry Clin North Amer
12: 553-570. The narcissistic personality disorder
and the differential diagnosis of antisocial behavior.
Kernberg OF (1992) Yale University Press, New
Haven. Aggression in Personality disorders and
perversions.
Kohut H (1959) J Amer Psychoanal Assoc 7: 102.
Introspection, Empathy, Psychoanalysis.
Kohut H (1971) International University Press,
New York. The analysis of the self.
Kohut H (1977) International University Press,
Newyork, Restoration of the self.
Mahler MS (1968) International University Press,
New York. On human Symbiosis and the vicissitudes
of individuation.
Mahler MS (1977) Kaplan L: Developmental aspects
in the assesment of narcissistic and so-called
borderline personalities.
Hartocollis P (ed): Borderline
personality disorders. International Universities
Press, New York,71-86
Nemiah JC (1961) Oxford University press, Newyork,
Foundations of psychopathology.
Odağ C (2001) Nevrozlar-2, HOPPV yayınları,
No:2, s: 123-4
Reich W (1972) Newyork, Farrar, Strauss, Giroix,
3. ed. Character analysis.
Rinsley DB (1989) Psychiatry Clin North Amer 12:
695-707. Notes on the developmental and pathogenesis
of narcissistic personality disorder.
Rothstein A (1964) Int J Psychoanal 45: 332-337.
Oedipal conflicts in narcissistic personality.
Volkan VD (1982) Brodie HKH and cavenar JO,
Jr. (ed.) Critical problems in psychiatry. J.B. Lippincot
Company, Philadelphia. Narcissistic personality
disorder.
Winnicot D (1965) New York, International University
Press, 179-192. Communicating and noncommunicating
leading to a study of certain opposites.
Maturation processes and the fascilitating
environment.
2 Yorumlar
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSilNKB hastası olan bir kişi tarafından yönetilmek nedir biliyor musunuz ?
Sil