21. Yüzyıl İçin 21 Ders : 13 Tanrı




Adını boş yere anmayın


Tanrı var mı? Bu sorunun cevabı hangi Tanrı' dan bahsettiğinize göre değişir. Kozmik bir gizemden mi dünyevi bir kanun koyucudan mı bahsediyoruz? Kimi zaman Tanrı deyince, hakkında hiçbir şey bilmediğimiz yüce ve müthiş bir esrardan bahseder insanlar. Kainatın en esrarengiz sırlarını açıklamak için bu gizemli Tanrı'yı anarız. Neden hiçlik değil de bir şeyler var? Temel fizik yasalarını ne şekillendirdi? Bilinç nedir ve nereden gelir? Bu soruların cevabını bilmiyoruz ve cehaletimizi Tanrı'nın yüce adıyla kapatıyoruz. Bu gizemli Tanrı'nın en temel özelliği, hakkında somut bir şey söylenememesi. Filozofların Tanrı'sı bu; gece yarısı ateşin etrafına oturup hayatı sorguladığı­mızda bahsettiğimiz Tanrı.

Diğer zamanlar, Tanrı'yı katı ve dünyevi bir kanun koyucu şeklinde gö­rüyor insanlar. Bu Tanrı hakkında gereğinden fazla şey biliyoruz. Moda, yemek, cinsellik ve siyaset hakkında ne düşündüğünü harfiyen biliyoruz ve milyonlarca kural, hüküm ve anlaşmazlığı gerekçelendirmek için bu Gök­ yüzündeki Öfkeli Adam'a başvuruyoruz. Kadınlar kısa kollu tişört giyince kızıyor, iki erkek birbiriyle sevişince kızıyor, ergenler mastürbasyon yapınca kızıyor. Kimileri asla alkol almamamızı istediğini söylüyor. Kimileri de her cuma akşamı ya da her pazar sabahı şarap içmemizi bilhassa talep ettiğini söylüyor. O ne ister ve O nelerden hoşlanmaz diye en u k ayrıntısına kadar açıklamak için kütüphaneler dolusu kitap yazılmış. Bu dünyevi kanun koyu­cunun en temel özelliği, hakkında son derece somut şeyler söylenebilmesi. Haçlıların ve cihatçıların, engizisyon hakimlerinin, kadın ve eşcinsel düş­ manlarının Tanrı'sı bu. Ateşin etrafına toplaşıp cayır cayır yanan kafirlere taş atıp küfrederken bahsettiğimiz Tanrı bu.

Dindarlara Tanrı gerçekten var mı diye sorulduğunda, genel olarak kainatın anlaşılamayan gizemlerinden ve insan algısının sınırlarından söz açarlar. "Bilim, Büyük Patlama'yı açıklayamıyor," diye haykırırlar, "o halde bu, Tanrı'nın kerameti olmalı." Fakat dindarlar çaktırmadan bir kartı diğeriyle değiştirerek seyircileri kandıran sihirbazlar gibi kozmik gizemin yerine çarçabuk dünyevi kanun koyucuyu geçirir. Kainatın bilinmezlerine "Tanrı" adını verdikten sonra bunu bir şekilde bikini giymeyi ve boşanmayı kınamak için kullanırlar. "Büyük Patlama'yı anlamıyoruz, o yüzden de insan içine çı­karken başımızı örtmeli ve eşcinsel evliliklerine izin vermemeliyiz." Bu iki şey arasında herhangi bir mantıksal bağ olmamasının ötesinde esasen çeliş­kili bir beyan sözkonusu. Kainatın gizemleri ne ölçüde anlaşılamazsa, bun­lardan sorumlu olan şeyin kadınların nasıl giyineceği ya da insanların cinsel hayatını o kadar umursamaması icap eder.

Kozmik gizem ve dünyevi kanun koyucu arasındaki kayıp halka bir kutsal kitap tarafından sağlanır genellikle. Kitap bir sürü ehemmiyetsiz mevzuatla doludur ama yine de kozmik gizeme mal edilir. Kitabı uzay ve zamanın yara­ tıcısı yazmıştır sözde ama üşenmeyip bizi daha ziyade birtakım üstü kapalı tapınak ritüelleri ve yemeğe ilişkin tabular hakkında bilgilendirme gereği duymuştur. İşin aslı Tevrat, Kuran, Mormon Kitabı, Vedalar ya da herhangi başka bir kutsal kitabın, enerji eşittir kütle çarpı ışık hızının karesi formülü­ nü ve protonların elektronlardan 1,837 kat daha fazla kütleye sahip olmasını belirleyen güç tarafından yazıldığına dair elimizde hiçbir kanıt yok. Elimiz­ deki bilimsel verilere göre tüm bu kutsal metinler hayal gücü kuvvetli Homo sapiens üyeleri tarafından kaleme alınmış. Atalarımızın toplumsal normları ve siyasi yapıları gerekçelendirmek için yarattığı anlatılar bunlar.

Varlığın gizemleri her daim ilgimi çekmiştir. Ama bunun Yahudilik, Hı­ristiyanlık ya da Hinduizm'in titiz kurallarıyla ne gibi bir ilgisi bulunduğu­nu oldum olası anlayamamışımdır. Binlerce yıl boyunca toplumsal düzenin oluşturulması ve korunmasında çok ydalı oldukları kesin. Ama bu anlam­ da laik devlet ve kurumların yasalarından temel bir farkları yok.

Tevrat'taki On Emir'in üçüncüsü Tanrı'nın adının boş yere ağza alın­ mamasını buyuruyor. Çoğunluğun bu ifadeyi yorumlayışı çocukça; onlar bunu Tanrı'nın ismini söyleme yasağı olarak kabul ediyorlar (Monty Pythonfilminin "Yehova dersen..." sahnesindeki gibi). Belki bu emrin altında yatan anlam, Tanrı'nın adını asla kendi siyasi çıkarlarımız, ekonomik hırslarımız ve şahsi düşmanlıklarımızı gerekçelendirmek için kullanmamamız gerekti­ğidir. İnsanlar birinden nefret edip ona, "Allah'ın belası" diyor; bir parça toprağa göz dikip, "Allah'ın emri" diyor. Üçüncü emre daha büyük bir sadakat göstersek dünya çok daha güzel bir yere dönüşürdü. Komşunuza savaş açıp onun topraklarını ele geçirmek mi istiyorsunuz? Tanrı'yı işe karıştırmayın ve başka bir bahane bulun.

Aslına bakılırsa bu semantik meselası. Ben ''Tanrı'' dediğimde IŞİD'in engizisyon mahkemelerinin ve "Tanrı Homoları Sevmez" pankartlarının Tanrı'sını düşünüyorum. Karışıklığa mahal vermemek için varlığa dair gi­zemlerden bahsedeceksem başka kelimeler kullanmayı tercih ediyorum. IŞİD'in ve Haçlılar'ın isimleri ve her şeyden öte kendi kutsal adını fazlasıyla önemseyen Tanrı'sının aksine, varlığın gizemi, biz maymunların ona ne ad taktığını zerre umursamıyor.

Tanrısız ahlak


Tabii kozmik gizemin toplumsal düzeni sağlamak konusunda bize hiçbir fay­dası yok. Elle tutulur birtakım kanunlar bahşeden bir tanrıya inanmazsak, ahlaksızlığın kol gezeceği ve topluma ilkel dönemlerin kaosunun hakim ola­cağı insanların genel argümanlarından biri.

Çeşitli toplumsal düzenler için tanrı inancının şart olduğu ve bazen bu inancın olumlu sonuçlar verdiği kesinlikle doğru. Hatta aynı din, kimi in­sanlarda nefret ve bağnazlık kimi insanlarda sevgi ve şefkat duyguları uyan­dırıyor. Örneğin 1960'ların başlarında Metodist Kilise rahibi Ted Mcllvenna cemaatindeki LGBT üyelerinin büyük sıkıntılar çektiğini fark etmiş. Gay ve lezbiyenlerin toplum genelindeki durumunu araştırmaya başlamış ve Ma­yıs 1964'te, Kaliforniya'da bulunan White Memorial Dinlenme Tesislerinde din adamlarıyla LGBT aktivistlerini bir araya getiren üç günlük bir toplantı düzenleyerek bir ilke imza atmış. Katılımcılar bu toplantının ardından "Din ve Eşcinseller Kurulu" adlı aktivistlerin yanı sıra Metodist, Episkopal, Lut­ heryan ve Birleşik İsa Kiliseleri üyesi din adamlarından meydana gelen bir teşkilat kurmuş. Resmi adında "eşcinsel" ibaresine yer vermeye cesaret eden ilk Amerikan kurumudur bu.

Kuruluşunu takip eden yıllarda bu teşkilat maskeli balo düzenlemekten haksız ayrımcılık ve cezalandırmalara karşı yasal işlem başlatmaya, çeşitli etkinliklerde bulunmuş. Din ve Eşcinseller Kurulu Kaliforniya'daki eşcinsel hakları hareketinin tohumu haline gelmiş. Rahip Mcllvenna ve ona katılan diğer din adamları, İncil'in homoseksüellik karşıtı emirlerinin ayırdındaydı elbet. Ama İsa'nın merhametli ruhuna sadık kalmayı İncil'in katı kuralların­ dan daha çok önemsiyorlardı.1

1 Lillian Faderman, The Gay Revolution: The Story of the Struggle (New York: Simon & Schuster, 2015).

Tanrılar bizi merhamet göstermeye yönlendirebilir ama dinsel inanç ah­laklı davranmak için ille de gerekli bir koşul değil. Ahlaklı davranmak için doğaüstü bir varlığa ihtiyaç olduğu fikri, ahlaka doğaüstü bir özellik yüklüyor. Niye ki? Doğal bir ahlak türü var. Şempanzelerden farelere tüm sosyal meme­lilerin hırsızlık ve cinayete set çeken etik kodları var. İnsanlar arasında ahlaki davranış tüm topluluklarda görülüyor ve bu toplulukların hepsi aynı tanrıya ya da herhangi bir tanrıya inanmıyor. Hıristiyanlar, Hindu tanrılarına inan­ masalar da yardımsever davranıyor, Müslümanlar, İsa'yı Allah'la bir tutmasa­lar da dürüstlüğe önem veriyor. Danimarka ve Çekya gibi laik ülkelerde İran ve Pakistan gibi dindar ülkelerden daha fazla şiddet görülmüyor.

Ahlak "ilahi buyruklara uymak" değil "çekilen acıları azaltmak" anlamına geliyor. Yani ahlaklı davranmak için bir mite ya da anlatıya inanmanız gerek­mez, acıyı derinlemesine idrak etmeniz yeterlidir. Belli bir davranışın kendi­niz ya da başkalarına nasıl lüzumsuz yere acı çektirdiğini gerçekten anlarsa­nız, haliyle bu davranıştan kaçınırsınız. İnsanların cinayet işlemeyi, tecavüz etmeyi ve hırsızlık yapmayı hala sürdürüyor olmasının sebebi yaptıklarının yol açtığı acıları ancak yüzeysel bir şekilde idrak edebilmeleridir. Anlık arzu ve açgözlülüklerini tatmin etmeye odaklanarak başkalarına ne gibi zararlar verdiklerini ve hatta uzun vadede kendilerine verecekleri zararı hesaba kat­mazlar. Kurbanlarına kasten mümkün mertebe acı çektiren işkenceciler bile kendilerini yaptıklarından soyutlamak için duygulardan arınıp insanlıktan çıkma teknikleri uygularlar genellikle.2

3 Elaine Scarry, The Bodyin Pain: The Makingand Unmaking of the World (New York: Oxford University Press, 1985).

İnsanlar doğal olarak acı çekmekten kaçınır ama tanrı buyurmadıkça niye başkalarının acılarını umursasınlar ki diye itiraz edebilirsiniz. Bunun bariz cevaplarından biri, insanların mutluluklarının büyük ölçüde başkalarıyla ilişkilerine bağlı sosyal hayvanlar olmasıdır. Sevgi, arkadaşlık ve topluluk yokluğunda kim mutlu olabilir? Benmerkezli bir hayat yaşıyorsanız bedbaht olmanız kuvvetle muhtemeldir. O yüzden en azından aileniz, arkadaşlarınız ve ait olduğunuz toplum üyelerini umursamanız gerekir.

Peki ya yedi kat yabancılar? Niye kendimi ve kabilemi zenginleştirmek için yabancıları öldürüp mallarına mülklerine el koymayayım? Bu tür bir davranışın uzun vadede ne gibi zararları olduğunu açıklamak için pek çok düşünür detaylı toplumsal kuramlar geliştirmiştir. Yabancıların düzenli bir biçimde soyulup öldürüldüğü bir toplumda yaşamak istemezsiniz. Hem dai­ma tehlike içinde hisseder hem de yabancıların birbirine güvenine dayanan ticaret gibi aliyetlerin faydalarından yoksun kalırsınız. Tüccarlar hırsızla­rın inlerine uğramaz. Eski Çin'den çağdaş Avrupa'ya pek çok laik düşünür "başkalarına kendine davranılmasını istediğin gibi davran" altın kuralını bu şekilde gerekçelendirir.

Ama aslında evrensel merhamete doğal bir temel bulmak için bu tür uzun vadeli karmaşık teorilere ihtiyacımız yok. Bir anlığına ticareti unutun. Çok daha doğrudan bir şekilde, başkalarını incitmek her zaman beni de incitir. Dünyadaki tüm vahşi eylemler birinin kasındaki vahşi arzulardan doğar ve bu vahşi arzular başkalarının huzurunu ve mutluluğunu kaçırmadan önce o kişinin kendi huzurunu ve mutluluğunu kaçırır. İnsanlar zihinlerini açgöz­lülük ve kıskançlıkla doldurmadan hırsızlık yapmazlar pek. Önce öfkeye ve nefrete kapılmadan cinayet işleyen çok çıkmaz. Açgözlülük, kıskançlık, öfke ve nefret gibi duygular hiç hoş değildir. Öfke ya da kıskançlıktan kudururken coşku ve huşuya kapılamazsınız. Dolayısıyla siz birini öldürmeden ö eniz iç huzurunuzu öldürmüştür.

Esasen, öfkenize sebep olan şahsı öldürmeseniz de yıllar boyunca öfkeden kudurup durabilirsiniz. Bu durumda kimsenin canını yakmış sayılmazsınız ama yine de kendinize zarar verirsiniz. O yüzden bir tanrının emri değil de kendi çıkarınız doğrultusunda öfkenizin üstesinden gelmeniz gerekir. Öfke­ den tamamıyla kurtulursanız, iğrenç düşmanınızı öldürerek elde edeceğiniz­ den çok daha büyük bir huzura kavuşursunuz.

Kimileri için, bize öbür yanağımızı dönmemizi buyuran merhametli bir tanrıya inanmak öfkeyi dizginlemeye yardım edebiliyor. Dini inancın dünya barışı ve huzuruna yaptığı büyük bir katkı bu. Ama maalesef kimileri için de din tam tersine öfkelerini kamçılayıp gerekçelendiren bir unsur; özellikle de biri çıkıp tanrılarına dil uzatır ya da tanrılarının isteklerini dikkate almazsa. Yani kural koyan tanrının değeri ona inananların davranışlarına göre şekil­leniyor. Düzgün davranıyorlarsa istedikleri şeye inanabilirler. Aynı şekilde dini ritüellerin ve kutsal mekanların değeri de vesile oldukları duygu ve davranışlar tarafından belirleniyor. Bir tapınağı ziyaret etmek insanlara huzur ve huşu veriyorsa bu harika bir şey. Ama belli bir tapınak şiddete ve çatışmaya yol açıyorsa ona ne diye ihtiyacımız olsun? Bu belli ki işlevini yitirmiş bir tapı­ nak. Meyve yerine diken veren hasta bir ağaç yüzünden kavgaya tutuşmak ne kadar mantıksızsa, huşu yerine düşmanlığa yol açan başa bela bir tapınak için kavga etmek de o kadar yersiz.

Hiçbir tapınağa gitmemek ve hiçbir tanrıya inanmamak da geçerli bir seçenek. Son birkaç yüzyılın kanıtladığı gibi ahlaklı bir hayat sürmek için Tanrı'nın adını anmaya ihtiyacımız yok. Muhtaç olduğumuz tüm değerler la­iklikte mevcuttur.



Yorum Gönder

0 Yorumlar