21. Yüzyıl İçin 21 Ders : 11 Savaş




İnsanların aptallığını küçümsemeyin


Geçtiğimiz son onyıllar insanlık tarihinin en barış dolu dönemiydi. İnsan­ ların birbirine uyguladığı şiddet yüzünden ölenlerin sayısı tarım toplum­ larının ilk dönemlerinde yüzde 15 ve 20. yüzyılda yüzde 5'ken, günümüzde bu oran sadece yüzde 1.1 Ancak 2008'de yaşanan finansal krizden sonra uluslararası durum giderek kötüleşmeye, savaş tellallığı tekrar moda ol­maya ve askeri harcamalar artmaya başladı.2 Hem sıradan insanlar hem de uzmanlar, 1914'te Avusturyalı bir arşidükün öldürülmesinin 1. Dünya Savaşı'nı tetiklemesine benzer şekilde, 2018'de Suriye çöllerinde gerçekle­ şecek bir olayın ya da Kore yarımadasında akılsızca yapılan bir hamlenin küresel çatışmayı başlatmasından korkuyorlar.

1. Yuval Noah Harari, Homo Deus: A Brief History of Tomorrow (New York: Har­ perCollins, 2017), s. 14-19; "Global Health Observatory Data Repository, 2012", World Health Organization, http://apps.who.int/gho/data/node.main. RCODWORLD?lang=en, 16 Ağustos 2015'te erişildi; "Global Study on Homi­ cide, 2013", UNDOC, http://www.unodc.org/documents/gsh/pdfs/2014_GLOBAL_HOMICIDE_BOOK_web.pdf; 16 Ağustos 2oı5'te erişildi; http://www. who.int/healthin /global_burden_disease/estimates/en/indexı.html.
2. "World Military Spending: Increases in the USA and Europe, Decreases in Oil-Exporting Countries'', Stockholm International Peace Research Institute, 24 Nisan 2017, https://www.sipri.org/media/press-release/2017/world-military­ spending-increases-usa-and-europe, 23 Ekim 2017'de erişildi. 

Dünya çapında artan gerilimi ve Washington, Pyongyang ve daha pek çok yerdeki liderlerin karakterlerini düşündüğümüzde endişenin yersiz ol­madığı ortada. Ama yine de 2018'le 1914 arasında temel farklar var. Önce­ likle 1914'te savaş seçkinlere cazip geliyordu çünkü önlerinde başarı elde edilen savaşların ekonomik gelişim ve siyasi iktidara katkıda bulunduğuna dair somut örnekler vardı. Oysa 2018'e gelindiğinde, başarı elde edilen sa­vaş, nesli tükenme tehlikesi altında bir tür gibi görünüyor.

Büyük imparatorluklar, Asurlar ve Qin Hanedanı dönemlerinden beri çoğunlukla zorlu fetihler yoluyla kuruluyordu. 1914'te de dünyanın başlı­ca güçleri, konumlarını başarı elde ettikleri savaşlara borçluydu. Örneğin Japonya, Çin ve Rusya'ya karşı zafer kazanarak bölgesel bir güç elde etmiş­ti; Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Fransa'yı alt ederek Avrupa'nın başat gücüne dönüşmüştü; Birleşik Krallık da tüm dünya ça­pında bir dizi ufak çaplı galibiyete imza atarak dünyanın en geniş ve zengin imparatorluğunu kurmuştu. Öyle ki 1882'de Birleşik Krallık, Mısır'ı kuşatıp işgal ettiğinde, zaferle sonuçlanan Mers-el-Kebir Muharebesi'nde sadece 57 asker kaybetmişti.3 Günümüzde Müslüman bir ülkeyi işgal etmek Batılara kabuslar gördürecek bir şeyken, Mers-el-Kebir'in ardından İngilizler doğru dürüst bir silahlı direnişle karşılaşmamış ve altmış yıldan uzun bir süre bo­yunca Nil Vadisi'ni ve büyük önem taşıyan Süveyş Kanalı'nı kontrol altında tutmuştu. Diğer Avrupalı güçler de İngilizlere özeniyordu ve Paris, Roma ya da Brüksel'deki yönetimler Vietnam, Libya ya da Kongo'ya asker çıkar­ maya niyetlendiklerinde, tek korkuları kendilerinden önce başkasının bu­raları ele geçirmesiydi.

3. http://www.nationalarchives.gov.uk/battles/egypt/popup/telel4.htm.

ABD bile süpergüç olma konumunu sadece iktisadi teşebbüslere değil askeri girişimlere de borçluydu. 1846'da Meksika'ya çıkartma yapıp Kali­ rniya, Nevada, Utah, Arizona ve New Mexico ile Colorado, Kansas, Wyo­ ming ve Oklahoma'nın bir kısmını ele geçirmişti. İmzalanan barış anlaş­ masıyla ABD'nin daha önceden topraklarına kattığı Texas'ın durumu da kesinliğe kavuşturulmuştu. ABD topraklarına 2,3 milyon kilometrekare (Fransa, İngiltere, Almanya, İspanya ve İtalya'nın toplam yüzölçümünden fazla) ekleyen bu savaşta 13 bin Amerikan askeri hayatını kaybetmişti.4 Mi­lenyumun en düşeş alışverişi sözkonusuydu.

4. Spencer C. Tucker (der.), TheEncyclopedia oftheMexican-American War:A Politi­ cal, Social and Military History (Santa Barbara: ABC-CLIO, 2013), s. 131.

Dolayısıyla 1914'te Washington, Londra ve Berlin'in seçkinleri başarılı savaşın neye benzediğini ve ne kadar getirisi olduğunu gayet iyi biliyordu. Oysa 2018'de dünyanın seçkinleri, gayet haklı sebeplerle, artık ortada böy­le bir savaş anlayışının kalmadığını düşünüyor. Birtakım üçüncü dünya diktatörleri ve devlet dışı merciler, savaş yoluyla varlık kazansa da büyük güçler bunu nasıl kotaracaklarını artık bilmiyor sanki.

Hafızalarda tazeliğini koruyan en büyük zafer olan ABD'nin Sovyet­ler Birliği'ne karşı galibiyeti, herhangi bir büyük askeri çatışma yaşanma­ dan elde edildi. Sonrasında ABD eski usul askeri zaferin tadını 1. Körfez Savaşı'nda aldı ama bunun ABD'yi Irak ve Afganistan'da yaşanan küçük düşürücü askeri fiyaskolara trilyonlar harcamaya sevk etmek dışında bir faydası görülmedi. 21. yüzyılın yükselen gücü Çin başarısızlıkla sonuçla­nan 1979 Vietnam çıkartmasının ardından, her tür silahlı saldırıdan itinay­la sakındı ve tamamıyla ekonomik faktörlere dayanarak gelişim gösterdi. Çin'in örnek aldığı modeller 1914 öncesinin Japon, Alman ve İtalyan im­ paratorlukları değil 1945 sonrası Japonya'sı, Almanya'sı ve İtalya'sıydı. Bu örneklerin hepsinde ekonomik refaha ve jeopolitik prestije tek bir kurşun sıkılmadan ulaşılmıştı.

Dünyanın savaş meydanı Ortadoğu'da bile yerel güçler savaşlardan na­sıl başarıyla çıkacaklarını bilmiyor. İran uzun soluklu ve büyük kayıplara yol açan İran-Irak Savaşı'ndan hiçbir şey kazanamadı ve bu savaşın akabin­ de birebir askeri karşılaşmaların hepsinden uzak durdu. İranlılar, Irak'tan Yemen'e dek çeşitli yerel hareketlere para ve silah tedarik ediyor ve Devrim Muhafızları Ordusu'nu Suriye ve Lübnan'daki müttefiklerine yardım ama­cıyla yolluyor ama hiçbir ülkeyi işgal etmeye kalkışmıyor; en azından şimdi­lik. İran son dönemlerde bölgenin hegemonyasını elinde tutuyor ama cephe­ de kazandığı tek bir zafer bile yok. Hükmen galipler. İki büyük düşmanları, Irak ve ABD, savaşa tutuştu, bu savaşla ikisinin de Ortadoğu batağına duydu­ğu iştah tarumar oldu ve ganimete İran kondu.

Neredeyse aynı durum İsrail için de geçerli. İsrail'in başarıyla çıktığı son savaş 1967'de yaşandı. O günden itibaren İsrail girdiği pek çok savaşa rağmen zenginleşti, bu savaşlar sayesinde değil. İşgal ettiği pek çok bölge İsrail'in üs­tüne ekonomik yükler ve ağır siyasi yükümlülükler bindiriyor. İran gibi İsra­il de son dönemlerde artan jeopolitik önemini savaşta başarıya değil askeri maceralara atılmamaya borçlu. Savaş İsrail'in Irak, Suriye ve Libya'daki eze­li düşmanlarını kırıp geçirirken, İsrail savaştan uzak durdu. Şimdiye kadar (Mart 2018) Suriye iç savaşının içine çekilmemek Netanyahu'nun en büyük siyasi başarısıdır bile denilebilir. İsrail Silahlı Kuvvetleri (İSK) istese Şam'ı bir hafta içinde ele geçirebilirdi ama İsrail'in bundan ne gibi bir çıkarı olabi­lir? İSK'nın Gazze'yi fethedip Hamas rejimini devirmesi çok daha kolay ama İsrail böyle bir şey yapmamakta ısrarcı çünkü tüm askeri maharete ve İsrailli siyasetçilerin savaş yanlısı söylemlerine rağmen savaştan kazanılacak pek bir şey olmadığı biliniyor. ABD, Çin, Almanya, Japonya ve İran gibi İsrail de 21. yüzyılda en başarılı stratejinin kenarda oturup başkalarının sizin yerine dalaşmasını seyretmek olduğunu anlamış görünüyor.

Kremlin'den görünen manzara


Şimdiye kadar, 21. yüzyılda büyük bir güç tarafından kalkışılan tek başarı­lı işgal girişimi Rusya'nın Kırım'ı ele geçirmesi. Rus ordusu Şubat 2014'te Ukrayna'yı işgal edip Kırım Yarımadası'nı ele geçirdi ve Kırım bunun aka­ binde Rusya'ya bağlandı. Rusya fazla savaşmasına gerek kalmadan stratejik öneme sahip bir bölge edindi, komşularına dehşet saçtı ve kendini yeniden dünya çapında bir güç olarak konumlandırdı. Ancak bu işgal bir dizi sıradışı koşul sebebiyle başarıya ulaştı. Ne Ukrayna ordusu ne de yöre halkı Rusya'ya pek direniş gösterdi ve diğer güçler de krize doğrudan müdahale etmekten kaçındı. Bu koşulları dünyanın başka bir yerinde sağlamak zordur. Savaşta başarı elde etmek, saldıran tarafa direnmeye hazır düşmanların yokluğuna bağlıysa, eldeki fırsatlar ciddi ölçüde sınırlı demektir.

Gerçekten de Rusya, Kırım başarısını Ukrayna'nın başka bölgelerinde de elde etmeye çalışınca daha sert direnişlerle karşılaştı ve Doğu Ukrayna'da­ ki savaş verimsiz bir açmaza sürüklendi. Daha da fenası (Moskova'nın bakış açısından) savaş Ukrayna'da Rus karşıtlığının tohumlarını ekti ve bu ülke müttefiklikten çıkıp can düşmanına dönüştü. Tıpkı 1. Körfez Savaşı başarısı sonrası Irak'a el uzatmaya heves eden ABD gibi, Rusya da Kırım'da kazandığı başarının ardından Ukrayna'ya el uzatmaya heves etmişti.

Topluca ele alındığında, Rusya'nın 21. yüzyılın başlarında Kafkaslar ve Ukrayna'da açtığı savaşların çok da başarılı olduğu söylenemez. Bu savaşlar Rusya'ya süpergüç prestiji kazandırsa da Rusya'ya duyulan güvensizliği ve düşmanlığı artırmakla kalmadı, ekonomik anlamda da zarara yol açtı. Kı­rım'daki turistik tesislerle Luhansk ve Donetsk'teki Sovyetler döneminden kalma yıkık dökük brikalar, savaşın maliyetini karşılamadığı gibi sermaye kaçışı ve uluslararası yaptırımların bedeliniyse hiç karşılamıyor. Rusya'nın uyguladığı siyasetin sınırlarını anlamak için son yirmi yılda Çin'in gösterdiği muazzam ekonomik gelişimle "muzaffer" Rusya'nın aynı dönem içinde yaşa­ dığı ekonomik durgunluğu karşılaştırmak yeterlidir.5

5. lvana Kottasova, "Putin Meets Xi: Two Economies, Only One to Envy", CNN, 2 Temmuz 2017, http://money.cnn.com/2017/07/02/news/economy/china-russia­ putin-xi-meeting/index.html, 23 Ekim 2017'de erişildi.

Moskova'nın cesur konuşmalarını bir kenara bırakırsak, büyük ihtimalle Rus seçkinleri de askeri maceraların gerçek getirisinin ve götürüsünün gayet iyi farkında ki şimdiye kadar savaşı kışkırtmamaya özen gösterdiler. Rusya okul bahçelerinde kabadayılık taslayan çocuklar gibi davranıyor; en zayıf çocuğa sataşıp fazla da hırpalamıyor ki öğretmenler devreye girmesin. Putin sa­ vaşa Stalin, 1 . Petro ya da Cengiz Han benzeri bir ruhla girişseydi, Rus tankları Varşova ve Berlin'e değilse bile Tiflis ve Kiev'e girmişti. Ama Putin ne Cengiz Han ne de Stalin. 21. yüzyılda askeri gücün bir yere kadar işe yaradığını ve başarı elde etmek için sınırlı savaş taktiği uygulamak gerektiğini herkesten iyi biliyor gibi görünüyor. Acımasızca hava bombardımanına tuttuğu Suriye'de bile Rus askerlerini Suriye topraklarına mümkün mertebe sokmamaya, esas mücadeleyi başkalarına bırakmaya ve savaşın komşu ülkelere sıçramasını engellemeye özen gösterdi.

Rusya'nın son yıllarda gerçekleştirdiği saldırgan sayılabilecek hamleler, yeni bir dünya savaşına giden yolda atılan ilk adımlardan ziyade açık de­fansları kapatma çabası gibi. Haklı sebeplerle, Ruslar 1980'ler ve 1990'larda barışçıl bir şekilde kendi köşelerine çekildiklerinde yenik düşmüş düşman muamelesi gördüklerini öne sürebilirler. ABD ve NATO, Rusya'nın zayıflığı­nı fırsat bilerek, aksi yönde verdikleri sözlere rağmen, Doğu Avrupa ve hatta kimi eski Sovyet cumhuriyetlerini NATO'ya dahil etti. Batı, Rusya'nın Orta­ doğu'daki çıkarlarını göz ardı etmeyi sürdürüp şüpheli gerekçelerle Sırbistan ve Irak'ı işgal etti ve genel olarak Rusya'ya kendi etki alanını Batı kaynaklı is­tilalardan korumasının tek yolunun askeri gücü olduğunu açıkça belli etti. Bu açıdan bakınca, Rusya'nın son dönem askeri hamleleri Vladimir Putin kadar Bill Clinton ve George W. Bush'un suçu denilebilir.

Elbette Rusya'nın Gürcistan, Ukrayna ve Suriye'ye askeri müdahalele­ rinin çok daha cüretkar imparatorluk hamlelerinin habercisi olduğu ortaya çıkabilir. Putin şimdiye dek küresel bir sefere ilişkin ciddi planlar yapmadıy­ sa da yakaladığı başarılar hırsını körükleyebilir. Ancak Putin'in Rusya'sının Stalin'in SSCB'sinden çok daha zayıfolduğunu ve Çin gibi başat ülkeler tara­ fından desteklenmedikçe, bırakın dolu dizgin bir dünya savaşını, yeni bir So­ğuk Savaş'ı bile kaldıramayacağını unutmamak gerek. Rusya'nın nüfusu 150 milyon ve gayrisafi yurtiçi hasılası 4 trilyon dolar. Hem nüfus hem de üretim bakımından ABD'ye (325 milyon nüfus ve 19 trilyon dolar) ve Avrupa Birliği'ne (500 milyon nüfus ve 21 trilyon dolar) kıyasla zayıf kalıyor.6 ABD'yle AB bir­leştiğinde Rusya'nın nüfusunu beşe, gayrisafi yurtiçi hasılasını ona katlıyor.

6. Gayrisafi yurtiçi hasıla, Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) istatistiklerine göre, satın alma gücü paritesi temel alınarak hesaplanır: lnternational Mone­ tary Fund, "Report r Selected Countries and Subjects, 2017'', https://www. imf.org/external/pubs/ft/weo/2017/02/weodata/index.aspx, 27 Şubat 2018'de erişildi. 

Son teknolojik gelişmeler bu arayı iyice açtı. SSCB doruk noktasına 20. yüzyılın ortasında, ağır sanayi küresel ekonominin lokomotifiyken erişmişti ve Sovyetler'in merkezi sistemi traktör, kamyon, tank ve kıtalararası zelerin seri üretiminde üstündü. Günümüzde bilişim teknolojileri ve biyoteknoloji ağır sanayiden daha büyük önem taşıyor ama Rusya bu alanların ikisinde de başarı gösteremiyor. Etkin siber savaş yetenekleri bulunsa da bilişim sektö­ründe çalışan sivillerden yoksun ve ekonomisi büyük ölçüde doğal kaynakla­ra, özellikle de petrol ve doğalgaza dayanıyor. Bu durum oligarşi basamakla­rının üst seviyelerindeki üç beş kişinin cebini doldurmaya ve Putin' i iktidarda tutmaya yetebilir ama dijital ya da biyoteknolojik bir silahlanma yarışını ka­zanmaya yetmez.

Daha da önemlisi, Putin'in Rusya'sı evrensel bir ideolojiden yoksun. SSCB Soğuk Savaş sırasında Kızıl Ordu'nun dünyaya yeter gücüyle birlikte komü­ nizmin dünyayı etkileyebilen albenisine güveniyordu. Oysa Putinizm Kü­balılara, Vietnamlılara ya da Fransız entelektüellerine cazip gelecek bir şey sunmuyor. Otoriter milliyetçilik sahiden dünyaya yayılıyor belki ama doğası gereği birbirine bağlı uluslararası blokların kurulmasına araç olabilecek bir şey değil. Hem Polonya komünizmi hem de Rusya komünizmi, en azından teoride, enternasyonal bir işçi sınıfının evrensel çıkarlarını gözetirken, Polonya milliyetçiliğiyle Rus milliyetçiliği tanımları gereği karşıt çıkarlar gözetiyor. Putin'in yükselişi Polonya'da milliyetçiliğin artmasına yol açıyorsa, bu olsa olsa Polonya'yı daha da Rus karşıtı yapar.

Bu sebeplerden ötürü Rusya, NATO ve AB'yi parçalamaya yönelik küresel bir yalan haber ve güven sarsma kampanyası yürütse de küresel ölçekte fizik­sel bir fetih girişiminde bulunması mümkün görünmüyor. Rusya'nın Kırım'ı ele geçirmesinin ve Gürcistan'la Doğu Ukrayna'ya saldırılarının münferit olaylardan ibaret kalacağını ve yeni bir savaş çağının alameti olmadıklarını birtakım gerekçeler doğrultusunda ummak mümkün.

Savaş kazanmanm kayıp sanatı


Belli başlı güçlerin başarı elde edecekleri savaşlar başlatması 21. yüzyılda neden bu kadar zor? Sebeplerden biri ekonominin doğasındaki değişim. Geçmişte ekonomik varlıklar çoğunlukla maddiydi. O yüzden tih yoluyla zenginleşmek nispeten kolaydı. Düşmanlarınızı savaş meydanında yendiği­nizde şehirlerini yağmalayarak, sivil halkı köle pazarlarında satarak ve de­ğerli buğday tarlalarına ve altın madenlerine el koyarak kazanç sağlayabilir­diniz. Romalılar tutsak Yunan ve Galyalıları satıp gelir elde etmiş, 19. yüzyıl Amerikalıları Kali rniya'nın altın madenlerine ve Texas'ın sığır çiftliklerine el koyarak zenginleşmişti.

Fakat 21. yüzyılda bu yolla anca cüzi bir kar elde edersiniz. Artık esas ikti­ sadi varlık buğday tarlaları, altın madenleri hatta petrol kuyuları yerine tek­ nik ve kurumsal bilgi ve bilgi de savaş yoluyla ele geçirilecek bir şey değil. IŞİD gibi örgütler hala Ortadoğu şehirlerini ve petrol kuyularını yağmalayarak kazanç sağlamaya çalışsa da (Irak bankalarındaki 500 milyon dolardan zla paraya el koyup 2015'te petrol satışından 500 milyon dolar daha kazandılar)7 Çin ya da ABD gibi süpergüçler için bu rakamlar kifayetsiz kalıyor. Yıllık gay­ risafi yurtiçi hasılası 20 trilyon doları aşan Çin' in önemsiz milyarlar için savaş çıkaracak hali yok. ABD'ye savaş açacak olsa, harcayacağı trilyonların yanı sıra tüm savaş zararlarını ve kaybedilen ticari fırsatları telafi etmesi mümkün olabilir mi? Muzaffer Çin Halk Kurtuluş Ordusu, Silikon Vadisi'nin hazinele­rini mi yağmalayacak? Apple, Facebook ve Google gibi şirketler yüzlerce mil­yar dolar değerinde ama bu servetleri kaba kuvvetle elde edemezsiniz. Silikon Vadisi'nde silisyum madenleri yok.

Yine de başarı elde edilen bir savaş, kazanan tarafın küresel ticaret sis­ temini kendi yararı doğrultusunda yeniden düzenlemesine olanak tanıyarak teoride kazanç sağlayabilir; Napolyon'u yendiğinde Birleşik Krallık'ın, Hitler'i alt ettiğinde ABD'nin yaptığı gibi. Ancak askeri teknolojideki deği­ şimler 21. yüzyılda böyle bir projenin altından kalkmayı zorlaştırıyor. Atom bombası bir dünya savaşında üstün gelmeyi bir tür kitlesel intihar girişimine dönüştürdü. Hiroşima'nın ardından hiçbir süpergücün birbirleriyle doğru­dan savaşmamış olması ve sadece kendileri için düşük risk taşıyan, yenil­memek için nükleer silah kullanmaya başvurma olasılığı düşük çatışmalara girmiş olması tesadüf değildir. Hatta Kuzey Kore gibi ikinci sınıf bir nükleer güce saldırmak bile kimsenin istemeyeceği bir plan. Kim ailesinin askeri ye­nilgiyle burun buruna gelince ne yapabileceğini düşünmek çok korkutucu.

Emperyalistliğe soyunacaklar için siber savaş, işleri daha da zorlaştırıyor. Kraliçe Victoria ile Maxim makineli tüfeğin hüküm sürdüğü o eski günlerde İngiliz ordusu Manchester ve Birmingham'ın huzurunu kaçırma tehlikesin­ den azade, uzaklardaki bir çölde yaşayan insanları katledebiliyordu. George W. Bush zamanlarında bile ABD Bağdat ve Felluce'de tozu dumana katar­ ken, Iraklıların San Francisco ya da Chicago'ya misilleme yapmalarının bir yolu yoktu. Ama şimdi ABD orta seviye siber savaş kapasitesi sahibi bir ül­keye bile saldıracak olsa, savaş Illinois ya da Kaliforniya'ya dakikalar içinde taşınabilir. Zararlı yazılımlar ya da mantık bombaları Dallas'ta hava trafi­ğini durdurup Philadelphia'da trenleri çarpıştırabilir, Michigan'ın elektrik şebekesini çökertebilir.

Büyük fetihler çağında savaş az zararla bol kazanç elde etmeye dayalı bir meseleydi. 1066'daki Hastings Muharebesi'nde 1. William tüm İngiltere'yi birkaç bin asker kaybıyla tek bir günde ele geçirmişti. Nükleer silahlar ve si­ber savaşsa bol zararla az kazanç elde edilebilecek teknolojiler. Bu araçları kar kapısı imparatorluklar inşa etmek için değil bütün bir ülkeyi yok etmek için kullanabilirsiniz.

O yüzden belki de savaş tehditleri ve düşmanca hislerin kol gezdiği dün­yada barışı en iyi şekilde garanti edecek şey, belli başlı güç odaklarının yeni koşullar altında savaşta nasıl başarı yakalayacaklarından bihaber olmasıdır. Cengiz Han ya da Jül Sezar yabancı ülkeleri tereddüt etmeden istila etmiş­ti ama günümüzde Erdoğan, Modi ve Netanyahu gibi milliyetçi liderler üst perdeden konuşsalar da gerçekten savaş çıkarmak konusunda oldukça ihti­yatlılar. Tabii ki biri çıkıp 21. yüzyıl koşullarında savaşta nasıl başarı elde edileceğinin formülünü bulursa, cehennemin kapıları bir çırpıda açılabilir. Rusya'nın Kırım'da yakaladığı başarıyı bilhassa korkutucu bir alamet kılan şey budur. Umalım da münferit bir olay olarak kalsın.


Aptalca adımlar


Maalesef 21. yüzyılda savaş kazanç sağlamayan bir iş olmayı sürdürse de bu durum mutlak barışın garantisi değil. İnsanların aptallığını hiç küçümse­memek gerek. İnsanlar hem bireysel hem de toplumsal düzeyde kendilerine zarar verecek eylemlerde bulunmaya meyillidir.

1939'da savaşa girmek muhtemelen Mihver Devletleri için ters tepen bir hamleydi ama öyle olması dünyayı kurtarmadı. II. Dünya Savaşı'yla ilgili hayret verici şeylerden biri de yenilen devletlerin öncekinden katbekat faz­la refaha kavuşmasıydı. Bütün orduları dağıtılıp imparatorlukları tamamen çöktükten yirmi yıl sonra Almanlar, İtalyanlar ve Japonlar emsali görülme­miş bir bolluk içindeydi. O halde neden savaşa girmişlerdi ki? Neden mil­yonlarca insanın laketine ve ölümüne sebep olmuşlardı? Hepsi aptalca bir yanlış hesap yüzünden. 1930'larda Japon generaller, amiraller, ekonomist­ler ve gazeteciler Kore, Mançurya ve Çin sahilinin kontrolü ele geçirilmez­ se Japonya'nın ekonomik durgunluğa mahkum olacağı sonucuna varmış­tı.8 Yanılıyorlardı. İşin aslı, meşhur Japon mucizesi ancak Japonya anakara hakimiyetini tamamen kaybettikten sonra başladı.

8. lan Buruma, lnventing]apan (Londra: Weidenfeld & Nicolson, 2003); Eri Hotta,]apan ı941: Countdown to Infamy (Londra: Vintage, 2014).

İnsanların aptallığı en önemli tarihsel etmenlerden biri ama biz genel­likle bunu hesaba katmama eğilimindeyiz. Siyasetçiler, generaller ve aka­ demisyenler dünyaya her hamlenin özenle düşünülmüş mantıklı hesaplar doğrultusunda oynandığı bir satranç oyunu muamelesi yapıyorlar. Bu bir ölçüde doğru. Gerçek anlamda deli olan ve piyonlarla atları gelişigüzel oyna­tan pek az lider vardır tarihte. General Tojo, Saddam Hüseyin ve Kim Jong­ il'in yaptıkları hamlelere dair mantıklı gerekçeleri vardı. Sorun şu ki dünya bir satranç tahtasından çok daha karmaşık ve insan aklı bu karmaşık yapıyı gerçekten anlamaya muktedir değil. O yüzden mantıklı liderler bile sık sık son derece aptalca şeyler yapabiliyorlar.

Peki bir dünya savaşı çıkmasından ne ölçüde korkmalıyız? İki aşırı uçtan herhangi birine savrulmamak en doğrusu. Bir yandan savaş kesinlikle kaçı­nılmaz değil. Soğuk Savaş'ın barış içinde sona ermesi, insanlar doğru karar­lar verince süpergüçlerin çatışmalarının bile olay çıkmadan çözülebileceği­nin kanıtı. Dahası yeni bir dünya savaşının kaçınılmaz olduğunu varsaymak son derece tehlikeli. Böyle düşünmek kendini doğrulayan bir kehanete yol açabilir. Ülkeler savaşın kaçınılmaz olduğunu farz ederse, ordularını güçlen­dirir, gittikçe hızlanan bir silahlanma yarışına tutuşur, herhangi bir anlaşmazlıkta ödün vermekten imtina eder ve iyi niyet göstergelerinin birer tuzak olduğu şüphesine düşerler. Bu da savaş çıkmasını garantiler.

Öte yandan savaşı imkansız addetmek de saflık olur. Savaş herkes için felaket demektir ama bizi insanlığın aptallığından koruyacak ne bir tanrı var ne de bir doğa yasası.

Bir doz alçakgönüllülük, insan aptallığına iyi gelebilecek potansiyel bir çaredir. Milli, dini ve kültürel gerilimler insanların kibirli bir şekilde kendi millet, din ve kültürlerinin dünyanın en mühimi olduğunu, dolayısıyla kendi çıkarlarının diğerlerinden ya da genel olarak insanlığın çıkarlarından önce geldiğini düşünmesinden kaynaklanıyor. Milletleri, dinleri ve kültürleri bu dünyadaki asıl yerleri konusunda biraz daha gerçekçi ve alçakgönüllü dü­ şünmeye nasıl sevk edebiliriz?




Yorum Gönder

0 Yorumlar