İmamın Ordusu - Ahmet Şık (Bölüm -2)



Ahmet Şık 
Yazar

Murat Apay
Düzenleme, vurgu ve fotoğraflar

Önsöz


Ahmet Şık’ın yazdığı ve çalışma başlığı “İmamın Ordusu” olan kitabı şu anda “Dokunan Yanar” başlığıyla ekranlarımızda… Kitabın sahte kopyalarının elektronik ortamlarda dolaştığı şu günlerde, okurların “kitabın aslı”nı okuma olanağının sağlanmasını demokratik bir görev, düşünce özgürlüğünün savunulması yönünde bir katkı olduğu inancındayız. Kitabı internet ortamında yaymamızın tek nedeni ve amacı bundan ibarettir… 




Işık Evlerinde belirlenen kariyer

Fethullah Gülen’in de önemle vurguladığı emniyet içinde örgütlenmenin ilk başladığı yer kuşkusuz ki polis okulları. Cemaatçi emniyetçilerin, henüz polis okullarına gelmeden önce, daha orta öğrenim sırasında cemaatçi eğitim kariyerlerinin başlangıcı olan Işık Evleri’ndeki telkinlerde lise ya da üniversite öğrenimleri sırasında nerelere girmeleri gerektiği belirleniyordu. 1980’li yılların ortalarından itibaren de cemaatçiler, gelecekte Türkiye’yi yönetecek kadroların yetişmesi planı olan “Altın Nesil” projesi kapsamında eğitim yoluyla bürokrasiye girmiş Işık Evleri’nden mezun öğrencilerden polislik mesleğine yönlendirilenler de 1987-91 yılları arasında Polis Akademisi, Polis Koleji, Polis okulları ve bazı emniyet daire başkanlıklarında etkili olmaya başlamıştı.


Polis Akademileri Fethulahçı örgütlenme merkezi

Emniyet içinde örgütlü olduğu artık kuşku götürmez bir gerçek olan Gülen cemaatinin 1970’lerin ortalarında başlayan planlı teşkilatlanması, yıllar içinde neredeyse kesintiye uğramadan sürdü. Bunda elbette ki sağ muhafazakâr partilerin iktidarda olması etkendi. 1980 darbesi sonrasındaki uzun ANAP iktidarında da, İçişleri Bakanlığı gibi kritik önemde bir koltuğun sahibinin Nakşibendî olduğu bilinen Abdülkadir Aksu olması cemaat için büyük bir özgürlük alanı yaratmıştı. O dönemde Turgut Özal’ın da, Gülen cemaatinden gelen baskılarla 1984 yılında Polis Akademisi Yasası’nda yapılan bir değişiklikle lise ve üniversite mezunlarına doğrudan Polis Koleji’ne girme imkânı tanındı. Daha önce sadece Polis Koleji’nden mezun olanların devam edebildiği Polis Akademisi’nin ilk ve son sınıflarına dışarıdan da öğrenci alınmasına ilişkin yapılan bu düzenleme emniyet içindeki sistematik Fethullahçı örgütlenmenin de miladıydı. Bu düzenlemeyle birlikte Akademi’nin öğretim kadrosu ve öğrencileri arasında başlayan cemaat örgütlenmesi hızı kesilmeden 1991 yılına kadar giderek artmıştı. Bu yasa kapsamında Polis Akademisi’ne gelen ve “özel sınıflarda” verilen 6-9 aylık gibi kısa süreli eğitimlerden sonra, büyük kısmı Fethullah Gülen cemaatiyle bağlı olan dini itikatları kuvvetli bu çocuklar komiser yardımcısı statüsünde mezun olup üst rütbeli polisler olarak göreve başladı. Hatta Anayasa Mahkemesi’nin Dışişleri mensupları için verdiği bir karardan da yararlanarak askerlik sürelerini rütbelerine de saydırmayı başarmışlardı. Emniyette cemaate yapılan güzelliklerinden birisi de 1980’lerin sonunda gerçekleşmişti.


1988-89 öğretim yılında Polis Akademisi’nin kadrolu eğitim elemanı gereksinimini karşılamak üzere, 41 öğretim görevlisini yüksek lisans ya da doktora yapmak üzere devlet bursuyla İngiltere’ye göndermişti. 4 yıl sonra eğitim durumlarının ne olduğuna ilişkin Büyükelçilikler kanalıyla öğrenim gördükleri üniversitelerden yapılan araştırmada ise birçoğunun yeri dahi belirlenememişti. Derken 1993 yılındaki DYP-SHP koalisyon hükümetinin 4 ay süreli İçişleri Bakanlığını yapmış olan Mehmet Gazioğlu, Polis Akademisi Başkanı olan Ümit Erdal’dan, yurtdışındaki bu kayıp araştırma görevlilerinin görev sürelerini uzatmasını talep etti. Ünal Erkan zamanında ortaya çıkarılan hileli kura yolsuzluğu ve akademideki öğretim üyelerinin de suçlandığı diğer soruşturmanın ayrıntılarına vakıf olan Erdal, bu süre uzatımını kimlerin işine geleceğin hemen tahmin etti. Bakan Gazioğlu’na, “Dört yıldır yurtdışında ne yaptıkları belli olmayan bu kişilerin sürelerinin uzatılması için size bir teklifte bulunamam” diye karşılık verdikten birkaç saat sonra görevinden alınarak APK Kurulu uzmanlığına atanacaktı.


1997-98 öğretim yılında da Akademi Yönetim Kurulu kararıyla ilişiği kesilen 20 öğretim görevlisi idari yargı kararının yürütmeyi durdurmasıyla yeniden görevlerine dönerek ve yardımcı doçent ve doçent kadrolarına atanmışlardı. ANAP’ın yine hükümet ortağı olduğu DSP ve MHP’yle birlikte 28 Mayıs 1999’da kurulan kurulan 57. Hükümetin İçişleri Bakanlığını da görevinden alındığı 2001 yılı Haziranına kadar Sadettin Tantan yapmıştı. İşte o dönemde, Polis Akademisi’ndeki öğretim görevlilerin yerinden etmenin mümkün olmadığı bir yasa çıkarıldı. Bu yasaya göre, öğretim üyeleri kendileri talep etmedikçe, yani istekleri dışında başka bir yere atanamayacaktı. Emniyet kadroluların yanı sıra, sivil öğretim elemanlarının da, eğitim ve öğretimin yanı sıra başkan yardımcılığı, dekan yardımcılığı, enstitü müdürlüğü gibi idari görev almalarını da bu yasa sağlıyordu. Öte yandan, yönetimde bunan akademisyenlerin Akademiye alınacak öğretim elemanları kadrolarını seçme kurullarında ve eğitim müfredatında belirleyici rol oynamaları da sağlanıyordu. 9 Mayıs 2001’de yürürlüğe giren 4652 sayılı Polis Yükseköğretim Kanunu’yla Polis Akademisi üniversite yapısına dönüştürülmüş, Polis Okulları da, iki yıllık Polis Meslek Yüksek Okulu haline getirilerek Polis Akademisi’ne bağlanmıştı. Yeni yasayla mevcut eğitim kadrosuna, tayin açısından neredeyse dokunulmazlık sağlanmış oluyordu. Bu değişikliklerle Emniyet içinden doğacak Altın Nesil’in önünde hiçbir engel kalmamıştı. Sadece sabretmek gerekiyordu. 1990’lara gelindiğindeyse hedef daha da büyütüldü. İDB, KOM Daire Başkanlığı ile Terörle Mücadele ve Harekât Daire Başkanlığı da (TEMÜH) isteniyordu. Ve aradan 20 yıldan fazla zaman geçtikten sonra o dönem mezun olanlar polis teşkilatının en önemli şubelerinde Daire Başkan Yardımcılığı rütbesine kadar çıktılar. Daire Başkanı olmaları için önlerindeki tek engel olarak kıdem sorunu vardı. Çünkü Polis Şûrası kararı ile II. sınıf emniyet amirinin I. sınıfa çıkması için dört yıl beklemesi gerekiyordu. Nihayet 2009 yılında bu sürede sona ermişti. Artık bu kadroların Emniyetin en kritik birimleri olan ve adeta fiili genel müdürlük olarak nitelendirilen İstihbarat, KOM ile Terörle Mücadale ve Harekât Daire Başkanlıkların başında olmaları için bir engel kalmamıştı. Her biri birbirinden değerli bir stratejik merkez olan bu birimlerden en önemlisi ise yasalara bağlı kaldığı müddetçe görev ve sorumluluk alanının, neredeyse sınırları olmayan İDB’ydi. Hiç kuşkusuz bu birimi esas cazip kılan ise son yıllarda giderek yaygınlaşan telefon dinlemelerin de tek yetkilisi ve merkezi olmasıydı.


Cemaatin ilk örgütlendiği yer Polis Kolejleri ve Akademisiydi, ardından da düşürülen ilk kale Personel Daire Başkanlığı oldu. Akademiden, yine cemaat hocaların ve idarecilerinin elinden mezun olanlar Personel Daire Başkanlığı’nın da içinde olduğu bir tezgâhla kilit noktalarda görev alabiliyorlardı. Bu örgütlenmeyi ilk açığa çıkaran en önemli olay Ünal Erkan’ın Emniyet Genel Müdürü olduğu dönemde yaşanmıştı. 1991 yılının Haziran ayında dönemin ANAP iktidarının İçişleri Bakanı Mustafa Kalemli, Emniyet Genel Müdürlüğü’ne (EGM) Ünal Erkan’ı atamıştı. Erkan’ın göreve geldiği ilk günden itibaren önüne gelen şikâyetlerin en çoğu Polis Akademisi’yle ilgiliydi. Şikâyetlerin ortak noktası, yukarıda anlattığımız, cemaatle bağlantılı gençlerden özel sınıflar oluşturulup 6 aylık eğitimden sonra komiser muavini olarak belirli birimlerde göreve başlatılmasıydı. Bu şekilde akademiye giren öğrenciler de komiser yardımcısı olarak mezun olduktan sonra hileli kurayla Emniyet’in istihbarat, personel, muhabere birimleri ile polis okullarına atanıyorlardı. Bu konuyla ilgili bir ihbarın İçişleri Bakanı Kalemli’ye dek ulaşması üzerine de Ünal Erkan, yardımcısı Ümit Erdal’la birlikte kimseye haber vermeden, gece yarısı kura çekiminin yapılacağı Polis Akademisi’nin yolunu tutmuştu. Çünkü cemaatle bağlantılı yeni mezun komiser yardımcılarının nereye atanacağı önceden belliydi. En önemli yerler ise Personel ve İstihbarat Dairesi’ydi. Zaten gelen ihbarda da “Işık Evleri” kökenli komiser muavinlerinin stratejik görevlere gelebilmeleri için isimlerinin farklı torbaya konulduğu bilgisi verilmişti.  Bu olaya, Gazeteci Saygı Öztürk’ün “Okyanus Ötesindeki Vaiz” isimli kitabında da yer verildi. Öztürk’ün kitabında anlattığına göre; “Torbaların başında oğluna Said kızına Nur adını verdiği için ‘Nurcuların lideri Said-i Nursi’yi çağrıştıran imam’ diye bilinen emniyet mensubu vardı.”43

43 Saygı Öztürk, Okyanus Ötesindeki Vaiz, Doğan Kitap


Ünal Erkan anlatıyor

Neler olduğunu Ünal Erkan daha sonra, Çağın Polisi isimli dergide şöyle anlatıyordu: “Kura çekimi sırasında kayırmacılık yapılacağı yönünde duyum almıştım. İlgili genel müdür yardımcısı arkadaşımı uyardım. Bir arkadaşıma öğrenci velisi gibi akademiye telefon ettiriyordum. Gün boyunca çekilmesi gereken akademi mezuniyet kuraları gecenin 24’üne kadar hala çekilmemişti. ‘Nihayet kuralar çekilmeye başladı’ diye haber aldığımda yanıma Emniyet Müdür Yardımcısı Ümit Erdal’ı alarak sivil bir taksiyle akademiye gttim. Bizim kolejde okuduğumuz Anıttepe’deki binanın kütüphane olarak kullanılan salonunda, bir heyet tarafından kura çekim işleminin sürdüğünü gördüm. Yeni mezunlar içeri tek tek alınıyordu. Başkanın önündeki masanın üzerinden bir torba, altındaki sehpalarda da başka torbalar bulunuyordu. Her bir torbada istihbarat, kaçakçılık, trafik gibi birimler için lazım gelen sayıda kura kâğıtları vardı. Geri kalanları da ayrı bir torbadaydı. İçeri giren yeni mezun, eğer kayırılacak elemansa özel torbadan hazırlanmış torbadan kura çekiyordu. Gariban ise, yani herhangi bir kayıranı yoksa masa üstündeki torbadan kura çekiyordu. Komiser muavini kura için geldiğinde listeden isimleri işaretlenmiş olup olmadığı kontrol ediliyor, masanın altındaki torbalardan birinden çıkan kâğıtla nereye atandığı söyleniyordu.44

44 Nedim Şener, Ergenekon Belgelerinde Fethullah Gülen ve Cemaat


Bu şekilde Işık Evi kökenli komiser muavinlerinin, cemaatin isteklerine göre belirlenen illerde istihbarat, personel, polis koleji, kaçakçılık gibi önemli birimlerde görev almaları sağlanıyordu. Cemaat bağlantılı olmayanların ise karakollar ve sıradan görev yerleri bulunuyordu. Erkan, neye uğradığını şaşıran cemaatin akademideki görevlileri hakkında tutanak tuttururken hileli kura çekiminin iptal edildiğini duyurdu. Söz konusu olayla ilgili soruşturma başlatılırken birçok ilde kadro değişikliğine de gidildi. Kura çekimi listesi incelendiğinde isimleri işaretli olanların hepsinin daha önce ayarlanmış torbadan kuralarını çektiği belirlendi. Öğrencilerin akademiye girişleri araştırıldığındaysa yüzde 90’ının kolej kökenli olmayıp sonradan yapılan düzenlemeyle Akademi’ye ilk ya da son sınıftan başlayan öğrenciler olduğu tespit edildi.


Öğrenciler alınan ifadelerinde Karşıyaka’da bulunan Işık Evi’nde eğitimden geçtiklerini söyledi. Belirtilen adrese yapılan baskında verilen bilgilerin doğru olduğu çıktı. Neler olduğunu Gazeteci Muharrem Sarıkaya olaydan 8 yıl sonra, Fethullah Gülen’in ATV’de yayınlanan kasetlerinin ortaya çıkmasından sonra çalıştığı Hürriyet Gazetesinde yayımlanan “Fethullah Hoca’nın Emniyet planı...” başlıklı yazısında anlatmıştı. “Devlet, Fethullah Gülen’i son dönemde ortaya çıkan kasetleriyle mi tanıyor? EGM’nde 8 yıl önce yaşanan bir operasyon, bu soruyu yanıtlıyor...” diyerek hileli kura skandalını anlatan Sarıkaya, “...Bu öğrencilerden bazılarını sorguya çekiyor. Öğrencilerden biri şu itirafta bulunuyor: “Biz Karşıyaka Semti’nde Fethullah Gülen Hocaefendimizin açtığı ışık evinde toplanırız. Orada eğitim alırız...Erkan, Karşıyaka’daki adrese baskın yaptırıyor. Verilen bilgilerin doğruluğu ortaya çıkıyor. Evde Fethullah Gülen’e ait kitaplar, videokasetler ve başka bazı yayınlar bulunuyor. Geniş çaplı bir operasyon başlatıyor. İşin sorumluları hakkında soruşturma açtırıyor ve mahkemeye sevk ediyor. Erkan, 9 ay görevde kalıyor, ardından Olağanüstü Hal Bölge Valiliği’ne atanıyor. Aradan geçen zaman içinde o dönemde görevden el çektirdiği kişilerin hemen hepsinin Emniyet’e döndüklerine tanık oluyor. Hem de bugün birçoğu kritik noktada oturuyor. Açtırdığı soruşturma dosyaları ise kayboluyor...45

45 Hürriyet Gazetesi, 24 Haziran 1999. Bu konu ilerleyen bölümlerde işlenecektir.


Burada bir parantez açarak, Muharrem Sarıkaya’nın yazısında da geçen Işık Evleri’yle, daha doğrusu bu cemaat evleri ile polisler arasındaki ilişkiye dair birkaç anekdot aktarmakta fayda var. Polislik eğitimi verilen akademi, kolej ve okullardaki Fethullahçı örgütlenme ve bu örgütlenmenin kucağına düşen öğrencilerin Işık Evleri’nde neler yaşandığıyla ilgili en ayrıntılı bilgiler ilk kez Fethullah’ın Copları isimli kitapla gün yüzüne çıkmıştı. Kendisi de 1986 yılına kadar Polis Koleji ve Polis Akademisi’nde 7 yıl eğitim gören Zübeyir Kındıra, okul içinde örgütlü cemaatçilerle arası olmadığı gibi Cumhuriyet gazetesi okuyup Zülfü Livaneli’nin kasetini dinlediği gerekçesiyle sicili bozularak atıldı. İletişim Fakültesini bitirdikten sonra gazetecilik yapmaya başlayan Kındıra 1999 yılında yayımlanan kitabında, hocasından öğrencisine dek Fethullahçıların usulsüzlük ve baskı yöntemlerini, Işık Evleri’ndeki gizli toplantılarındaki din eğitimlerini anlatıyordu. Akademi ve kolejde cemaat saflarına giren öğrencilerin daha sonra emniyet içinde atama şube, polis koleji, Polis akademisi ve İstihbarat Dairesi gibi kritik noktalara getirilerek Fethullahçıların yararı için kullanıldığına ilişkin tespitler de içeren Kındıra’nın kitabı Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün Fethullahçılar hakkında başlattığı emniyet içinde ve devlet kurumlarında yapılanmasıyla ilgili soruşturmada da faydalanılan bir kaynak olmuştu.


Emniyete atılan Fethullahçı tohumu

Emniyetin içine  “Fethullahçı tohumu” atılmasının ilk günlerine tanıklık eden biri olarak cemaatin “kendilerinden olmayanları saf dışı bırakma” yöntemlerini yaşamış biri olduğunu da belirten Kındıra kitabınin önsözünde şunları yazıyordu: “14 yaşında Polis Koleji öğrencisi olarak Emniyet Teşkilatı’na girdim ve 1986 yılında bu örgütün elemanlarının, baskı ve dayanaksız suçlamaları ile sicilim bozulduğu için ayrılmak durumunda kaldım. Polis Koleji ve Akademisi’nde geçirdiğim 7 yıl boyunca, polis içinde bu örgütün varlığını net olarak gördüm. Ayrıldıktan sonra da, Kolej ve Akademi yıllarından bu yana arkadaşlığım süren polis dostlarımla bu konuda sürekli görüş alışverişi içinde oldum. Bu dostlarımla ilişkilerim ve onların yaşadığı ve tanık olduğu olayları aktarmaları sayesinde, polis teşkilatının içindeki Gülen cemaatinin giderek büyümesini, güçlenmesini ve polis içinde egemen bir güç olmasını yakından izleyebildim. Polis Koleji’nin uygun ikliminde, birçoğumuz daha ilk hafta sonu izninde, bu Fethullahçı topluluğun içinde, nereye ve neden gittiğini bilmeden bir ’Işık Evinde’, Said-i Nursi’ risalesi dinlerken buldu kendisini. Bazılarımız okula döner dönmez, üst sınıflara ya da komiserlere durumu anlatıp, ‘korunmaya’ alındı. Ama yalanlarla, gizlice götürüldüğümüz o evleri, orada yaşadıklarımızı ve o günleri hiç unutmadık. Ben de o evlerden birine götürülenlerdendim. Hemen uzaklaşıp, kurtuldum. Benim gibi birçok arkadaşım da bu topluluktan uzak durdu. Ama benimle birlikte o gün o eve gidenlerin birçoğu iyi birer Fethullahçı oldular. O gün o evde, benim ilk namazımda yanımda duranlar ve onların anlayışı tarafından Emniyet Teşkilatı’ndan uzaklaştırıldım. Yıllar sonra, gazeteci olarak o gün, o evde benimle birlikte olanların, Emniyet Teşkilatı’nın en kritik üst yönetimlerinde bulunduklarına tanık oluyorum.”46

46 Zübeyir Kındıra, Fethullah’ın Copları, Su Yayınları

Kındıra kitabında, cemaatin kendi ideolojisine göre insan yetiştirmek, genç beyinleri yıkamak için ”eğitim ve öğretim” amacıyla kullandığı ve Gülen örgütlenmesinin temeli olduğunu vurguladığı Işık Evleri’nin “Şarj Evleri”, “İbn-i Erkam Evleri” gibi adlarla anıldığını da yazıyordu. Sahabe olan yani Hazreti Muhammed döneminde yaşamış bir Müslüman olan İbn-i Erkam’ın adının bu evlerle birlikte anılmasının özel bir nedeni olduğunu belirten Kındıra bunu, “İslam tarihçilerine göre; İbn-i Erkam herkesin dışladığı, birlikte görünmekten, konuşmaktan kaçındığı bir dönemde Muhammet’i evine almıştır. Bu nedenle evi nurla, yani ışıkla dolmuştur” diye açıklıyordu. Gülen’in vaazlarında ve kitaplarında “Ahir zamanda gelerek dini tahrip eden deccalin bir daha hortlamak üzere öldürüldüğü ev” diye sıkça geçen cemaatin hücreleri durumundaki Işık Evleri’yle Polis Koleji ve Akademisine giren her yeni öğrencinin mutlaka tanıştığını ve en çok giden topluluğu oluşturduğunu söylüyordu Kındıra. Başlarındaki en rütbeli kişinin “okul imamı” olduğu cemaatçi üst sınıftakilerin aldıkları talimat uyarınca, toy öğrencileri çeşitli sohbetlerle “kıvama getirdikten” sonra hafta sonları izinlerinde birer tarikat eğitim merkezi olarak işleyen Cebeci, Demetevler, Aydınlıkevler, Keçiören, Abidinpaşa gibi gözden uzak yerlerdeki kenar semtlerde bulunan Işık Evleri’ne götürüldüğü anlatılan kitapta şunlar yazıyordu: “Ankaralı olmayan bazı öğrenciler de gidecek bir ‘ev’ bulmuşlardı. Sonraları ’Işık Evleri’47 olarak literatüre geçecek ’Nurcu Tarikatı’nın evleri başta olmak üzere Süleymancı, Nakşibendî tarikatlarının ‘dershane’ adı verilen evleriydi bunlar. Bu evlere giden birçok Polis Koleji öğrencisi olduğunu tüm öğrenciler ve okul yönetimi de biliyordu. Ancak, o tarihlerde bunu engellemek ya da soruşturma açmak için doğrudan ve ciddi sayılabilecek bir girişim yapılmadı. Çünkü henüz rahatsızlık verecek bir boyuta ulaşmamıştı ve ’rejime yönelik tehlike’ oluşturacak bir yanı olduğu düşünülmüyordu. Yıllar geçtikçe devletin hemen tüm kurumlarında ve yargı organlarında, ’tehlike’ olarak algılanan bu evlerle ilgili inceleme, araştırma hatta soruşturma açılabildi. Ama biraz geç kalındı. Çünkü o tarihlerde bu evlere gidenler ve orada yetişenler artık, bu ‘Işık Evleri’ ile ilgili açılacak soruşturmaları engelleyebilecek, amacından saptırabilecek güce sahip oldular.”

47 Fethullah Gülen kendisi ABD’deyken Ankara 2 Nolu DGM’de tutuksuz yargılandığı davada avukatları aracılığıyla yazılı yaptığı savunmada Işık Evleri’ni şöyle anlatmıştı: “12 Eylül 1980 öncesinde üniversiteli öğrenciler sağcı solcu şeklinde kamplara ayrılmıştı. Bütün bunlardan uzak kalmak isteyen masum öğrenciler de iflah edilmiyor ve mağduriyete uğratılıyordu. Resmi ve özel öğrenci yurtlarında anarşi kol geziyordu.  Vaiz olarak görev yaptığım bu dönemlerde vaazlarıma ve sohbetlerime gelen öğrencilere ve velilere, tanıdık öğrencilerle beraber evler tutup kalmalarını tavsiye ediyor, böylece terörden uzak kalabileceklerini söylüyordum. Bu tavsiyemde fikri ilham kaynaklarımdan biri de, içlerinde Allah’ın anıldığı huzur dolu evlerden bahsedilen Nur suresi olmuştur. Esasen Işık Evi tabiri, kendi aralarında ev tutan bazı öğrencilerin, kaldıkları o evlere verilen addı...


Şikâyet edene hem işkence hem tarikatçı soruşturması

Yedi yıl boyunca kendisi ve bazı arkadaşları tarafından konuyla ilgili şikâyet dilekçeleri vermelerine karşın tarikat bağlantısı saptanarak Emniyet Teşkilatından uzaklaştırılan bir tek kişiye tanık olduğunu aktaran Kındıra, şikâyetlerini işleme koyan komiserlerin de bir hafta içinde okuldan tayin ettirildiğini de kitabında anlattı. Cemaate tavır alan öğrencileri koruyan komiserlerin süratle tayinlerinin çıkmasıyla yalnız kaldıklarını, şikâyet dilekçesi verdikleri için de cemaat tarafından “komünist” diye sakıncalılar listesine alınarak dayak ve göze kolonya dökmek gibi işkencelere katlanmak zorunda kaldıklarını anlattı. Daha ilginç olan ise cemaatçileri şikâyet edenlerin, “tarikatçı olduklarına ilişkin şikâyet” üzerine soruşturmadan geçmesiydi.
                                               
Polis okulu ve koleji öğrencilerinin her hafta sonunu dualar okunup namaz kılınan, Nurculuk öğretilerinin anlatıldığı derslerin işlenip Fethullah Gülen’in vaaz kasetlerinin dinlenildiği bu evlerde geçirdiğini belirten Kındıra 1979 yılı ve izleyen yıllarda Işık Evleri’ne öğrenci götürmenin sistemli bir hale geldiğini de söylüyordu. Işık Evleri’nin tedrisatından geçenlerinin zaman içinde kritik görevlere geldiğini de belirten Kındıra, “1979 yılında hazırlık sınıfına başlayan öğrencilere yönelik ’adam kazanma’ yöntemi henüz birkaç yıllık yeni bir uygulama olsa da başarıyla yürütüldü. O yıldan sonra da bu operasyon hız ve güç kazanarak sürdü. 1979 yılında Gülen’in Şarj Evleri’ne, yalanlarla öğrenci götürenler ve bu grubun içinde olanların hemen tümü hala Emniyet Teşkilatı içinde en kritik noktalarda görev yapıyorlar. Müfettiş raporlarında, MİT kayıtlarında, MGK’ya sunulan belgelerde ‘Fethullahçı’ olarak gösterilen polisin, komiser, amir ve müdürlerinin büyük çoğunluğu bu dönemde Işık Evleri’nde yetiştirilenlerdir. Bu polislerin adları, o dönemdeki çalışmaları ve ilişkileri gün geçtikçe daha açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Bu kişilerin, ilişkilerini ve çalışmalarını bugün de sürdürdükleri biliniyor. 80’li yıllarda Işık Evleri’ne yeni öğrenci götüren ve ders aldıranlar arasında olanlar; daha sonra Emniyet Teşkilatının önemli kademelerinde görev yaptılar. Kuşkusuz, o dönemde Işık Evleri’ne  gidenlerin  hepsi Fethullahçı olmadı. Ama  büyük çoğunluğunun adı kayıtlara Fethullahçı olarak geçti” diyordu.


“Çalışan kadınların hepsi orospudur”

Kındıra kitabında isim isim polis eğitim kurumlarındaki Fethullahçı örgütlenmenin sorumlularını da deşifre ediyordu. 2001 yılında ilk baskısı yapılan kitapta polis okulu ve akademisi öğrencileri ya da hocaları olarak adları geçenlerin daha sonra emniyet içinde yürütülen Fethullah Gülen soruşturmalarında da karşısına çıktığını örneklerle anlatan Kındıra’nın adını andığı isimlerden biri de Polis Koleji ve Akademisi’ne 12 Eylül sonrasında atanan öğretim üyelerinden Türk Dili ve Edebiyatı derslerine gelen B.C.’ydi. (Bu isim rumuz mu olsun acaba?) Coşkun’un derslerde edebiyat ya da Türk dilinden söz etmek yerine daha çok “hayat dersi” anlattığı öne sürülen kitapta, “Osmanlı’nın güzelliğinden, Cumhuriyet döneminin nasıl toplumda dejenerasyona yol açtığından söz ederdi. İslamın yüceliğinden çok eşliliğe, tek çeşit yemek yenmesi gerekliliğinden Atatürk’ün yanlışlarına kadar her alanda düşüncelerini anlatırdı. Şer’i hukukun adaleti tam olarak yerine getirdiğini, ancak günümüzde uygulanan Batı hukukunun adaleti sağlayamadığını, çoğunu kendisinin uydurduğu hikâyelere dayanarak, ileri sürerdi48 deniyordu. B.C.’nin bir ders sırasında, “Atatürk’ü Samsun’a Vahidettin gönderdi. Parasını da o verdi. Gidip, düşmana karşı hazırlık yapması için görevlendirmişti. Ancak Atatürk, Vahdettin’e ihanet etti” demesi üzerine aralarında kendisinin de bulunduğu bazı öğrencilerin gösterdiği tepki üzerine B.C.’nin dersi terk ettiğine kitabında Yer veren Kındıra, “Bir başka dersinde ise kadınların çalışmasının dinimizce yasak olduğunu, çalışan kadınların erkeklerle aynı ortama girip, yoldan çıktığını ileri sürdü. Yine tartışma çıktı. B.C., heyecanla tezini savunuyordu:
- Çalışan kadınların hepsi orospudur. 
Ender, birden ayağa fırladı ve başladı bağırmaya: 
- Benim annem ebe. Sen bunu nasıl dersin?  
B.C.’nin rengi attı. Bu olay okul yönetimine ve bayan öğretmenlere yansıdı. 
B.C.,Polis Koleji’nde ders verdiği öğrencileri mezun olup Akademi’ye gidince, Polis Akademisi’nde de aynı şeriat propagandası yapmayı devam etti. Ta ki, hakkında soruşturma açılıp, sözleşmesi iptal edilene kadar. Bilal Coşkun, bu tarihten sonra, Refahyol hükümeti döneminde Başbakanlık müşavirliği kadrosuna geçirildi. B.C., hala TBMM’de.49

48 Zübeyir Kındıra, Fethullah’ın Copları, Su Yayınları
49 Zübeyir Kındıra, Fethullah’ın Copları, Su Yayınları 


Dua ezberleyene 5 puan

Akademideki hocaların yanı sıra cemaat örgütlenmesi içinde sorumlu olan öğrencilerin de yer verildiği kitapta N.M.’yle (isim sorunu: bence dava açılmasını engellemek için xxx diye analım) kendisi arasında geçen ilginç bir hikayeyi anlatılıyordu. Kındıra ve kendisi gibi öğrenci olan Mutlu arasında Fethullah Gülen’in duasını ezberlemeyle ilgili geçen diyalog şöyleydi:
“‘Eğer Hoca efendinin duasını okursan, sınavda 5 puanın garanti. Geri kalan 5 puanı da kendin alırsın artık’ dedi, son sınıf öğrencisi N.M., ’Bak, İsmail’in, Ayhan’ın dersleri kötüydü. Duayı ezberlediler, şimdi her sınavda yüksek not alıyorlar’ diye de duanın gücünü ve inandırıcılığını vurgulamaya çalıştı. ‘Peki. Ver o zaman ben de okuyayım’ dedim.N.M., ‘o kadar kolay değil’ der gibi, yüzüme baktı: ‘Olmaz, öyle şey! Sen, hem çok ham, hem de kapkarasın. Önce aklanman gerek. Süt gibi aklanınca, duayı veririm. Bizden uzak durmamalısın, mescide gidip namazını kılmalısın, risale ezberlemelisin. Ayrıca, hafta sonları kız peşinde koşacağına, tiyatro sinema gibi yerlere gidip, günah işleyeceğine bizimle birlikte eve gelip, ders dinlemen gerek. Ondan sonra bu duayı sana da veririm.’50

50 Zübeyir Kındıra, Fethullah’ın Copları, Su Yayınları


Cemaat emniyetten güçlü

Birgün Gazetesinden Onurkan Avcı’nın 26 Ağustos 2010’da, Hanefi Avcı’nın tutuklanmasına giden süreci başlatan kitabının yayımlanmasından sonra kendisiyle yaptığı röportajda Kındıra, öğrenci olduğu dönemde temelleri atılan emniyetteki Fethullahçı kadrolaşmanının geldiği noktayı, “Cemaatin siyasi iktidardan da güçlü bir konumda bulunan, siyasi iktidara etki eden, yönlendiren bir güçte oldukları konuşuluyorken, cemaatin Emniyetten güçlü olup olmadığını tartışmak, abesle iştigal etmektir51 diye açıklıyordu. Avcı’nın cemaatin avı olmaya mahkum olacağını vurgulayan Kındıra, “Cemaatçi polisler, kendi kadrolaşmalarını tamamlayabilmek için önce Atatürkçü, demokrat, ulusalcı kesime yönelik operasyonlar yaptılar. Daha okul sıralarında başlayan bu ayrıştırma, kendilerinden olmayanları karalama ve yok etme sistemlerini, aktif birimlerde daha da katı bir şekilde sürdürdüler. Dahası güçlendikçe, önce kendi yanlarında ve yakınlarında tuttukları Ülkücü kökenli polisleri de saf dışı etmek için aynı karalama yöntemleriyle suçlamaya başladılar. Ülkücü kökenli polisler de bunu tıpkı Hanefi Avcı gibi, yıllar sonra fark ettiler. Hanefi Avcı gibi ‘devletçi’ polisleri de bir süre kızdırmadılar ama güçlenince pasifize etmeye başladılar. Avcı da bu nedenle bir müddet cemaate yakın gibi algılanmış, cemaat ile kolkola görünmüş hatta cemaatin hedefine hizmet eden operasyonlara imza atmış olabilir. Telekulak operasyonu da buna örnek gösterilebilir. Bu bağlamda Hanefi Avcı’nın son çıkışı ve 2010 Ağustos’unda yayınlanan kitabı, senelerdir gücü hakkında yayınlar yapılan cemaatin artık dış desteğe ihtiyaç duymayacak bir güce ulaştığını ve kendisinden olmayanların tamamını tasfiye etmeye yönelmesine bir karşı duruşu da simgeliyor. Ama bildiğim bir şey var ki, cemaate dokunan yanar. Cemaat arkasına aldığı ABD desteği, CIA koruması ve katkılarıyla, devlet ve iktidar içindeki kadrolaşmasıyla önemli bir güçtür ve önceki örneklerinde olduğu gibi Avcı da, cemaatin avı olmaya mahkûmdur. Sadece bürokratik yaşamına son vermek zorunda kalması gibi bir fatura ile kurtulabilirse sevinmelidir. Fethullah Gülen hakkında dava açılmasına rağmen, örgütü hakkındaki soruşturmanın ‘soruşturmaksızın’ takipsizlikle sonuçlanması ve bu takipsizlik kararı gerekçe gösterilerek Gülen hakkında beraat kararının Emniyet tarafından verilen belgeye dayandırılması unutulmamalıdır52 diyordu.

51 Birgün Gazetesi, 26 Ağustos 2010
52 Birgün Gazetesi, 26 Ağustos 2010


Fethullahçılara ilişkin yapılan ilk önemli çalışma

Şimdi yeniden hileli kura olayına dönelim. Ünal Erkan’ın Emniyet Genel Müdürü, Ümit Erdal’ın Polis Akademisi Başkanlığı yaptığı dönemde başlatılan bu soruşturma, o dönemde Polis Akademisi’nin deyim yerindeyse bir “cemaat yuvası” olduğunu ortaya koyuyordu. Yapılan baskınla genel müdür gözünde de açığa çıkan Akademi’deki Fethullahçılarla ilgili bizzat Ünal Erkan’ın görevlendirmesiyle müfettişler inceleme başlattı. EGM Polis Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın 1991/313 sayılı ve Başmüfettiş Ahmet Nihat Dündar ve Müfettiş İzzet Sezgin Şenel imzalı raporunda Akademi’deki Fethullahçı öğretim üyeleri isim isim saptanmıştı. Bu soruşturma raporuna dayanılarak haklarında idari işlem yapılmak üzere Yüksek Disiplin Kurulu’na sevk edilen öğretim üyeleri, “Terörle Mücadele Kanunu’nun 1. maddesine muhalefet ederek Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik ve ekonomik düzeni değiştirmek suretiyle Türk Devletinin ve Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek, görevin yerine getirilmesinde siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrımı yapmak, Emniyet mensupları arasında bu yolda ayrım yapıcı tutum ve davranışlarda bulunmak”la suçlandı.

Ancak Yılmaz Ergun, Necdet Adıbelli, Kamil Tecirlioğlu, Halit Karabulut, Kazım Önder’den oluşan Yüksek Disiplin Kurulu, Polis Akademi’sini cemaate teslim eden bir karar imza attı: “Emniyet mensupları hakkında yukarıda açıklanan suçlamalardan dolayı düzenlenen soruşturma dosyası kurulumuzca incelendi. Adı geçenlerin, Polis Akademisi’nde derslerine girdiği öğrencilere kıyas yapmak suretiyle İslam Hukuku’nun batı hukukundan üstün olduğunu, şer’i düzenin bugünkü düzenden daha mükemmel olduğunu empoze ettikleri, bu düşünceyi benimseyen öğrenciler ile benimsemeyen öğrenciler arasında ayırım yaptıkları, Nurculuk faaliyetinde bulundukları iddia edilmiş, Türk Ceza Kanunu’nun 163’ncü maddesinin yürürlükten kaldırılmış olması nedeniyle takipsizlik kararı verilmiştir. Sanık Emniyet mensupları hakkındaki suçlamalar yürürlüğe giren kanunun 1. maddesiyle affedildiğinden dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilmiştir.

Aslında ortaya çıkan raporlar emniyetteki Fethullahçı yapılanma diye adlandırılan oluşumu bugünden 20 yıl önce ortaya döken tutarlı bir çalışmaydı. Tespit edilen isimlerin cemaat oluşumunun içinde yer aldıkları konusunda yetkililerin kuşkusu yoktu. Ancak bu isimlerin yanı sıra, Polis Akademisi’ne dışarıdan öğrenci alımını sağlayan düzenleme uyarınca gelerek eğitimleri sonunda mezun olup göreve başlayan ya da dil eğitimi için yurtdışına gönderilen polis, kaymakam ve bürokratların araştırılmaması, hatta korunması bu kişilerin izlerini kaybettirmesine neden oldu. Kimi zaman açılan soruşturma ve davalar da bürokratik rekabet olarak kamuoyuna yansıyınca sonuçsuz kaldı. Bu konuyla ilgili ceza alanlar ise hep soruşturma açtıranlar ya da yürütenler oldu. Polis Akademisi’ndeki soruşturmayı açtıran Ünal Erkan 9 ay sonra OHAL Bölge Valisi olarak görevinden ayrıldı. Birlikte yürüttükleri operasyonda görev alan Polis Akademisi Başkanı Ümit Erdal ise 1 yıl daha aynı görevde kalabildi. Yukarıda da anlattığımız gibi, 1993 yılında 4 ay gibi kısa bir süre İçişleri Bakanlığı yapan Mehmet Gazioğlu’nun döneminde, Bakanın yurtdışındaki, çoğu cemaate yakın araştırma görevlilerinin görev sürelerinin uzatılması isteğine karşı çıktığı için görevinden alınan Ümit Erdal APK Kurulu uzmanlığına atandı. Bakan Gazioğlu’nun uzatma isteğine, “Sayın bakanım tam 4 yıl önce Polis Akademisi adına İngiltere’ye 41 kişi gönderilmiş. Bunların nerede olduğunu Büyükelçilikler ve öğrenim gördükleri üniversitelerden araştırdık. Çoğunun yerlerini belirleyemedik. 4 yıldır yurtdışında ne yaptıkları belli olmayan bu kişilerin, sürelerinin uzatılması için size bir teklifte bulunamam, uzatma yazısını da yazmam” diye karşılık vermesinden 2 saat sonra APK’ya atandığına dair yazıyı masasında buldu. Kızağa çekilerek etkisiz kılınan Erdal, ölene kadar da önemli bir göreve atanmadı.53

53 Saygı Öztürk, Okyanus Ötesindeki Vaiz, Doğan Kitap

EGM Ünal Erkan’ın görevlendirmesiyle hileli kura incelemesini yapan müfettişler İzzet Sezgin Şenel ve Ahmet Nihat Dündar hakkında da inanılmaz bir iftira kampanyası başlatılmış, soruşturmalar açılmıştı. Müfettişler Şenel ve Dündar’ın soruşturma raporunu “yanlı” hazırladıkları gerekçesiyle haklarında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulmuştu. Suçlama üzerine müfettişlerle ilgili açılan soruşturma sonucu Dündar ve Şenel’in dosyalarını “tarafsız” biçimde hazırladıklarına dair rapor düzenlense de ikisi de kızağa alınmış ve bir süre sonra da emekli olmuşlardı. Bu iki müfettişin özellikle bu görevden sonra meslek hayatlarını sürünerek geçirdiği emniyette her zaman konuşulan bir şehir efsanesine döndü.


Fethulah Gülen’in adının geçtiği fezleke

Polis müfettişleri İsmet Sezgin Şenel ile Nihat Dündar’ın, 1991 yılında Akademi’de yaşanan hileli kura olayıyla ilgili başlattıkları soruşturmadan, birkaç kişiye ceza verilmesi dışında tatminkar bir sonuç çıkmamıştı. İsimleri belirlenerek kurumdan uzaklaştırılanlar buzdağının görünen yüzüydü. Geride kalanlara da ulaşılabilmesi için çalışmalar sürdürüldü. Birkaç ay sonra da, dönemin Emniyet Genel Müdürü Yılmaz Ergun zamanında Emniyet teşkilatı içindeki Fethullahçı yapılanmaya ilişkin iki yeni soruşturma açılmış hatta bu soruşturmalarla ilgili 1992 yılında iki ayrı fezleke hazırlanmıştı. Fethullah Gülen’le birlikte Akademi dışından cemaat üyelerinin de aralarında bulunduğu çoğu emniyet görevlisi olan ilkinde 102, ikincisinde de 93 zanlı hakkında Ankara DGM Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulmuştu. Polis Akademisi’ndeki 1988-1991 yılları arasındaki gelişmeleri değerlendiren yazı, soruşturma ve suç duyuruları Polis Akademisi’nden sicil puanı düşürülerek atılan R.Y. (Bilin diye yazıyorum kullanmayın Rafet Yılmaz) isimli öğrencinin Ankara İdare Mahkemesi’ne açtığı yürütmenin durdurulması istemli dava üzerine açılmıştı.

Sen misin cemaaten ayrılan?

Akademi son sınıfta iken mezuniyetine 1 gün kala disiplin puanı düşürülerek atılan R.Y., okulda faaliyet gösteren ve kendisinin de içinde yer aldığı cemaat yapılanmasından çıkması üzerine haksız biçimde sicil puanı düşürülerek atıldığını öne sürüyordu. İddialar üzerine açılan soruşturmalarda sonunda da iki ayrı fezleke hazırlanmıştı. Ankara Emniyet Müdürlüğü ve Emniyet İDB’ce yapılan her iki suç duyurusunda da “Fethullah Gülen’in Talebeleri” isimli bir örgütün Emniyet teşkilatı içinde örgütlenme çalışmaları yürüttüğünden bahsediliyordu. Ancak bu iki suç duyurusundan da sonuç alınamayacak ve Ankara DGM takipsizlik kararı verecekti. Birkaç yıl sonra da tüm Türkiye’nin konuştuğu Emniyet teşkilatı içindeki skandallar ardı ardına patlayacaktı. Cemaat kılıçlarını çekmişti. Çünkü suçlananlar teşkilattaki Fethullah Gülen örgütlenmesini ortaya çıkarmaya çalışan emniyet yetkilileriydi ve bu savaşın galibi de her zaman olduğu gibi cemaat yanlıları olacaktı.


Emniyet raporlarından Fethullah örgütlenmesi

Emniyet Genel Müdürü Ünal Erkan’ın suçüstü yaptığı hileli kura olayından sonra görevlendirilen polis müfettişleri İsmet Sezgin Şenel ile Ahmet Nihat Dündar’ın Polis Akademisi’ndeki Fethullahçı yapılanmayla ilgili başlattıkları bu yeni soruşturma çerçevesinde İDB’den, bazı emniyet mensuplarının illegal faaliyetleri hakkında bilgi istemişlerdi. Talep üzerine dönemin İstihbarat Daire Başkanı Tuncer Meriç’in imzası bulunan 4 sayfalık bir rapor 10 Mart 1992 tarihinde “gereği yapılmak” üzere Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne gönderilmiş, Teftiş Kurulu Başkanlığı’na da bilgi amacıyla ulaştırılmıştı. “Çok Gizli” ibareli raporda şunlar yazıyordu:

“Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti niteliklerinin değiştirerek yerine şeriat düzenini getirmeyi amaçlayan illegal “Fethullah Hoca’nın talebeleri” adlı örgütün, tüm Türkiye genelinde olduğu gibi Teşkilatımız içinde de örgütlendiği, özellikle hareket noktası olarak seçtiği Polis Kolejleri, Polis Akademisi ve Polis Okulları içindeki faaliyetlerinin, Teftiş Kurulu’ndan gelen yazıya bağlı olarak askıya aldıkları, buna rağmen sempatizan kadroları ile bağlarını zayıflatmamak için toplantı ve çalışmalarını yoğun olarak sürdürdükleri ve illegaliteye son derece bağlı kaldıkları gözlenmiştir. Elde edilen bilgiler doğrultusunda yapılan takip-tarassut ve tahkikatlarda, Ankara Polis Koleji öğrencilerinin yüzde 50’sine yakın bir kesimi ile çeşitli şekillerde temas kuran örgüt elemanları, kendilerine yakın olarak üzerindeki ajıtasyon çalışmalarını sistemli olarak yürütmektedirler. 

Örgütün yapılanmadaki temel stratejisine bağlı olarak, devlet dairelerinin önemli yerlerine yerleşme planını, en tabandan uygulamaya koymaları teşkilatımızda da gözlenmektedir. Gelecekte Emniyet Teşkilatının bürokratlarını oluşturacak Polis Koleji öğrencilerinin, koleje seçimden itibaren her aşamada sistematik bir çalışmanın yürütüldüğü görülmektedir.

Örgütün yapılanmadaki temel stratejisine bağlı olarak, devlet dairelerinin önemli yerlerine yerleşme planını, en tabandan uygulamaya koymaları teşkilatımızda da gözlenmektedir. Gelecekte Emniyet Teşkilatının bürokratlarını oluşturacak Polis Koleji öğrencilerinin, koleje seçiminden itibaren her aşamada sistematik bir çalışmanın yürütüldüğü görülmektedir. 

Örgütün tüm yurt sathında çeşitli görünümler altında kurulu bulunan vakıf ve evlerde ailelerinin izni ile yetiştirilen zeki, çalışkan öğrencilerin meslek okullarına yerleştirilme planından Polis Kolejleri de payını almıştır. Bu öğrenciler Polis Kolejlerine geldiklerinde hiyerarşik sıra içinde sınıf, dönem ve okul imamları ve kadrolarının denetiminde görüşleri doğrultusunda eğitilmektedirler. Sınıfların ve okulun kendi bünyesinde sorumlu imamlarının olmasına rağmen, örgüte karşı asıl sorumlu olan dışarıdan bir üniversite öğrencisidir. Örneğin: Ankara Polis Koleji 3. sınıflar sorunlusu SBF Kamu Yönetimi 3. sınıf öğrencisi A.A., buna bağlı olarak yine soy adı tespit edilemeyen Hukuk Fakültesi 4. sınıf öğrencisi Tarık, Gazi Üniversitesi Arap Dili öğrencisi S. Ö. Polis Kolejinin ve Akademisinin sorumlularıdır. 

Cumartesi ve pazar günleri öğrenciler, sınıf imamlarının belirlediği adreslerde 5-6 saatlik bir eğitim çalışmasına katılmaktadır. Genelde Polis Koleji ve Polis Akademisi öğrencilerini birbirleri ile karşılaştırmamaya özen gösteren idareci kesim öğrencilerin Abidinpaşa Tıp Fakültesi Caddesi Şadırvan Sokak 4/a adresinde bulunan Terzi S.B.’nin dükkânında sivil elbise giymelerini ve daha sonra toplantı evlerine gitmelerini sağlamışlardır. Yapılan bu toplantılarda masumane sohbet ve çay partilerinden sonra Nur Külliyatı ile ilgili kitapların okunması ve açıklamaları yapılarak Fethullah Gülen kaset ve videoları seyrediliyor, öğrencilerin konulara olan yatkınlığına göre değişik gurup toplantılarına katıldıkları gözlenmiştir. 

Ankara’da: 
-Dikmen Sokullu, 
-Abidinpaşa, 
-Cebeci, 
-Keçiören, 
-Yenimahalle, 
-Demetevlerde, teşkilata mensup kişilere ait evler ile bu işler için kamufle edilmiş eğitim evleri mevcut. 

Sağlık Koleji öğrencilerinin ise, Demeteveler 12.  Cadde 21. Sokak’ta köşede bulunan ev ve Örnek Mahallesi Faik Suat Caddesi 7. Sokak A/4 bloktaki yerleri kullandıkları tespit edilmiştir. 

Polis Akademisi ve Polis Koleji öğrencileri ile bağlantılı oldukları sanılan şahısların adresleri aşağıya çıkarılmıştır. 

1- F.A. 
a) İvedik Caddesi 406/A Karşıyaka
b) 1. Cadde 16/7 Karşıyaka 

2- Ü.G.(ismi rumuz olacak) 
Demetevler12. Cadde Merkez Apt. No: 17 

3- K.Ö. 
Özel Elif Sitesi İvedik Caddesi 36. Sokak 5.Blok Kat: 2 Demetevler
      
4) A.B.            
Ulus Konya sokak Bursa Han No: 7       

5) N.A.           
12. Cadde 33. Sokak Özel Elif Sitesi 4. Blok 25/24 Demetevler       

6) S.D.            
4. Cadde 3. Sokak 39/1 Demetevler       

7) Z.D.            
33. Sokak D Blok No: 34 Demetevler 

Hukuki konularda kendilerine yardımcı olan Avukat A. B. isimli şahsın yazıhanesine sık sık gidip geldiği gözlenmiştir. 

Fethullah Gülen grubunun Ankara Liderlerinin, Atatürk Anadolu Lisesi Din dersi öğretmeni K.Ö. isimli şahsın olduğu, Fethullah Gülen ile direk irtibatı olduğu, emir ve direktifleri kendisinden aldığı, Ankara ili ve ilçelerinde, örgütlenme çalışmalarını yönettiği, haftanın değişik günlerinde il dışında düzenlenen toplantılara katıldığı, özellikle esnaf kesiminin toplantılarına katılarak esnaf üzerinde sempati uyandırdığı böylece maddi çıkar teminini kolaylaştırdığı kendisinde habersiz hiçbir işin yapılmadığı, kendi görüşleri doğrultusunda faaliyet gösteren evler, okul ve pansiyonların bütün iaşe giderleri, harcamalarının kendisi tarafından yapıldığı, zengin esnaflar ile para toplamak amacıyla yapılan toplantılara Himmet toplantısı adının verildiği, bu tip toplantılara bizzat kendisinin iştirak ettiği, taraftarlarınca kendisine Ankara’nın Valisi dendiği, Amaçlarını hizmet için önlerine çıkabilecek engelleri aşmak amacıyla değişik kamu kurum ve kuruluşlarında kadrolaştıkları, işlerini yaptırabilmek için rüşvet ve hediyelere başvurdukları söylenmektedir. 

Kamu kurum ve kuruluşlarına kendi fikirleri doğrultusunda bulunan şahısları yerleştirmede tavassutta bulundukları başarı elde ettikleri, telefon irtibatlarını asgaride tuttukları, önemli haberleşmelerde kurye kullandıkları, Azerbaycan’a gruplar halinde kendi fikir ve düşüncelerini empoze edebilecek nitelikli elemanlar gönderildiği, kendi örgüt mensupları arasında söylenmektedir. Yapılan araştırmalar sırasında Geçit Sokak Cebeci Ankara adresinde arkadaşları ile beraber kalan Komiser Yardımcısı İ.K.’nin muhtelif zamanlarda diğer illerden yanına gelen aynı fikir ve düşünceleri paylaştığı arkadaşları ile sohbetler yaptığı duyumlanmıştır. Konuların müfettişlerce araştırıldığının duyulması, özellikle konuyu gündeme getiren müstafi Polis Akademisi öğrencisinin kendisini koruyabilmek için müfettişlikte vermiş olduğu ifadeleri, örgüt taraflarına aktarmış olması çalışmalarımız sırasında sık sık karşımıza çıkmış ve hareket imkânımızı kısıtlamıştır. 

Her ne kadar ifadelerde belirtilen konuların doğruluğu tartışılmaz bir gerçek ise de bunların delillendirilmesi zaman içerisinde mümkün olacağı kanısı ile her türlü takip ve tarassut’a devam edilmektedir.


Teftiş Kurulu’nun tespit ettiği Fethullahçı polisler

Yürütülen soruşturmalar sonunda hazırlanan raporlar, EGM Polis Teftiş Kurulu tarafından fezlekeye dönüştürülerek Ankara DGM Başsavcılığı’na suç duyurusu yapıldı. Fezlekede, Akademi içinde faaliyet gösteren dinci bir gruba katılmadığı gerekçesiyle haksız biçimde sicil puanı düşürülerek atılan R.Y. isimli öğrencinin İdare Mahkemesi’ne açtığı dava üzerine kurum içinde soruşturma başlatıldığı belirtiliyordu. B.05.EGM.0.06.01/15-92 sayılı Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın fezlekesinde 8’i Polis Akademisi’nde görevli öğretim görevlisiyle Emniyet Müdürlüğü’nün çeşitli birimlerinde görevli biri emniyet amiri 90 polis ve kurum dışından 3 kişinin daha adları zanlı olarak yer alıyordu. Kurum dışından zanlı listesine girenlerden biri Fethullah Gülen, diğerleri de cemaatin Ankara İmamı olarak bilinen bir lise din öğretmeni ve bir başbakanlık görevlisiydi. Zanlılar 19871991 yılları arasında Ankara Polis Akademisi’nde 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu uyarınca, “Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuku, sosyal, laik ekonomik düzenini değiştirmek, Türk Devletinin ve Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek” ve “Görevin yerine getirilmesinde siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrımı yapmak, Emniyet mensupları arasında bu yolda ayrım yapıcı, tutum ve davranışlarda bulunmak”la suçlanıyordu.

Mezuniyetine 1 gün kala atıldı

Fezlekede hem mağdur hem de tanık olarak adı yazılan R.Y.’nin 1987’de Polis Akademisi’ne girdiği belirtilerek, “Okula girdikten sonra geçmişte olduğu gibi dini vecibelerini yerine getirmeye devam etmiş, bilahere okulda bulunan örgüt organizasyonuna mensup dini inanç ve esasları temel kabul edip faaliyet gösteren kişiler tarafından kendisine yaklaşılarak, kişinin bazı zaaflarından da yararlanılarak söz konusu grubun içerisine dâhil edilmiştir. Bu grubun içerisine girdikten sonra, eğitim çalışmalarına katılmış ve okulun son sınıfına kadar aynı grubun içersinde faaliyetine devam etmiştir. Zaman içerisinde malum grubun sorumlularıyla ters düşmesi üzerine bu teşkilat tarafından dışlanmış ve okul idaresinin de söz konusu grubun görüşlerine yakın hareket etmesi sonucu, okulu bitirme sınavlarına bir gün kala disiplin puanlarını düşürmek suretiyle okuldan atılmıştır” denildi.


Bunun üzerine İdare Mahkemesine başvuran R.Y.’nin, 1991 yılında Emniyet Genel Müdürü olan Ünal Erkan’ın Emniyet Teşkilatında geniş çaplı yönetim değişikliği yapması üzerine de, okuldaki faaliyetler hakkında bir ihbar mektubu yazdığı anlatılan fezleke şöyle devam ediyordu:

Müşteki R.Y. gerek tarafımıza verdiği ifadede gerekse kendi el yazısıyla yazdığı mektuplarda, Polis Akademisi başta olmak üzere, Emniyet teşkilatının birçok kademesinde bulunan şahısların Fethullah Gülen grubunun görüşleri doğrultusunda faaliyet gösterdiğini açıklamıştır. Bu örgütlenmenin yapılanması eğitim faaliyetleri ve illegalitesi hakkındaki hususlarda itiraflarda bulunmuş olan R.Y.’nin verdiği bilgiler ışığında itiraf ve mektuplardaki konular üzerinde tarafımızdan geniş bir araştırma çalışması yapılmış ve ifadelerinin doğruluğu elde edilen belge ve tanık ifadelerinden anlaşılmıştır. Elde edilen bilgi ve verilere göre operasyona yönelik daha geniş bir inceleme ve tespitin yapılması amacıyla, makamın emirleri üzerine konu İDB’ye aktarılmış, bu birimin yaptığı araştırmalarda da R.Y. tarafından verilen bilgilerin doğru olduğu saptanmıştır. R.Y.’nin ifadesinde belirttiği ve devre imamı İ.K. ile birlikte gittiği Demetevler ve diğer semtlerdeki değişik amaçlarla kullanılan konutların, İDB’nin tespitlerinde de yer aldığı anlaşılmaktadır. Devletin temel nizamını dini inanç ve esaslar üzerine oturtmak amacıyla faaliyet gösteren ve stratejik amacına ulaşmak için bir örgüt yapılanması içerisine giren, siyasi iktidarı bir ihtilal hareketiyle ele geçirmek için teorik ve pratik eğitim aşamasına giren bu örgütün, temel hareket noktası Said-i Nursi tarafından kurulan ve onun çeşitli fonksiyonlarından biri olan Fethullah Gülen tarafından organize edilmektedir. 

Teori bir siyasi hareket için gereklidir. Amaca ulaşmak için pratiğin esas hareket noktası olarak kabul edilir. Bu grubun nihai hedefi olan siyasi iktidarı ele geçirmek amacıyla çeşitli örgütlenme birimlerine girdiği gözlenmektedir. Örgüt içerisinde çalışmış R.Y.’nin de ifade ettiği gibi mevcut durumdaki amacın hedefe ulaşacak ve devlet kademesindeki belli kadrolara yeterli elaman yetiştirmek olduğu ifade edilmektedir. Bu amaçla, devletin varlığının temel koruyucusu ve kollayıcısı olan Emniyet Teşkilatında da amaca uygun bir örgütlenmeye gidildiği müşahade edilmektedir. 

Başta Emniyet Teşkilatının gelecekte lokomotifi olacak olan ve teşkilata yön verecek, amir kadrosunu yetiştiren Polis Akademisinde illegal bir yapılanmaya gidildiği, kademe kademe mezun olan örgüt görüşüne göre militan veya sempatizan durumuna getirilen kişilerin, teşkilattaki diğer eğitim kurumlarına atanarak, uzun vadeli bir program uygulanmaya koyduğu gözlenmektedir. Yine Akademi son sınıfta branşlar uygulanmaya koyduğu gözlenmektedir. Yine Akademi son sınıfta branşlar ayırımında, bu gruba mensup öğrencilerin daha çok siyasi kısıma ayrıldığı belirtilmektedir.  

Polis akademisinde genellikle üyesi olan A.Ş, İ.T, R. F, C.Y, A.T, A.K, İ.B, M.K, R.K, B,C, H.İ.O, Emniyet Müdürü A.Ö ve A.E’den oluşan bir teorisyen kadronun bulunduğunu, bu kişilerin şeriat düzeninin daha iyi olduğunu empoze ettiklerini bütün tanıklarca ifade edilmiştir. Bu teorisyen kadrosuna okul idarecisi durumunda olan H.B.E ve İ.T’ın yardımcı olduğu belirtilmektedir. 

Öğretim üyelerinden sanık durumunda olan, İ.Y.T A.Ş, R.F, B.C, A.K, H.İ.O, R K ve C.Y’nin ders konularının işledikleri sırada mevcut rejimi yererek şeriat düzenini övmek suretiyle hoş göstermeye çalıştıklarını ifadesine başvurulan, H.B, E.G,C.K, İ.Ç, S.Y, E.B, K. Ö, L.S, F. R. A, A.T, S.Y, A.T, M.İ.Y, C.A., E. M., A. T., A.U., L.. C. Y., adlı tanıklar tarafından açıkça ifade edilmektedir. Yine tanık İfadelerinde bu öğretim üyelerinin öğrenciler arasında ayırım yaptığı, derslerle ilgisi olmasa bile sürekli şeriat düzenini övmeye gayret sarf ettiklerini belirtmiştir.  

Her ne kadar sanık sıfatı ile ifadesine başvurulan söz konusu öğretim üyeleri iddia ve isnatları reddetseler bile tanık ifadelerine göre, ders verdikleri sırada şeriat düzenini savunduklarını öğretim üyelerinin din ve felsefi inanç ayırımı yaptıkları hususu, açıkça görülmektedir. 

R.Y.’nin ifadesinde, şeriat düzenin kurallarının daha iyi, T.C. kanunlarının ve nizamlarının derme çatma olduğunu belirten öğretim üyesi kişiler haklarında tanıklık yapabilecek aynı dönemlerde Akademi’de okumuş, şahısların tanık olarak bilgilerine başvurulmuş, söz konusu tanıkların tamamına yakını R.Y.’nin ifadelerini doğrulamıştır. 

Müşteki tanık R.Y. ifadesinde bu örgüt tarafından tehdit edildiğini, İDB’de görevli A.T.’yle karşılaştığını ve kendisine cemaati karşısına almaması gerektiğini söylediğini, bu örgüt hakkında yazmış olduğu mektuptan haberleri bulunduğunu belirttiğini, kendisinin de bu teşkilatın gücünden korktuğunu, çünkü bu örgütün kendisini okuldan attırdığını, ifade etmiştir. 

Uyarı üzerine endişeye kapıldığını, ne yapmam gerekiyor diye sorduğunda da, A.T.’nin notere giderek, önceki yazdığı ihbar mektubunun yalandan ibaret olduğu konusunda tutanak tanzim ettirilmesi gerektiğini belirttiğini, bunun üzerine A.T.’nin Altındağ Emniyet Amirliğindeki Lojmanlarda bulunan evine giderek, birlikte ihbar mektubunu inkâr eden bir rapor yazdıklarını, bilahare Maltepe semtinde bulunan 18. Notere birlikte giderek bu raporu ‘ifade beyannamesi’ başlığı altında noter kâtibine yazdırdıklarını ifade etmiştir. Daha sonra alınan bilgiler üzerine Ankara 18. Noterliğine tarafımızdan müracaat edilerek, bu belge elde edilmiştir.

Noterde A. T.’yle birlikte yaptıkları belge, müşteki tanık R.Y. tarafından A.T.’nin evinde el yazısıyla yazılarak, müfettişliğimize sunulan belgedir. Bu durum R.Y.’nin ifadesinin doğruluğunu belgeleyen bir husustur. 

A. T.’nin, R.Y.’nin nişanlısının evine gitmesi müştekiyi, ‘Cemaati karşına alma’ diyerek dolaylı olarak tehdit etmesi, kendi evinde ‘İhbar mektubuna neler yazmıştın?’ diyerek defalarca sorduktan sonra, tutanak düzenletmesi bilahare resmiyet kazandırmak için birlikte notere gidilmesi ve önceden belirlenip, ayarlandığı anlaşılan noter kâtibine belge tanzim ettirilmesi A.T.’n in anılan grupla bağlantısını açıkça ortaya koymaktadır. 

Bahse konu teşkilatla bağlantısı olmayan birinin kendisini ilgilendirmemesi gereken bir konuda, bu kadar aktif davranması düşündürücüdür. A.T.’nin gizli kalması gereken hususların açıklığa kavuşmaması için böyle bir faaliyet göstermesi dikkate şayandır. Kaldı ki talimatlı olarak alınan ifadesinde, sorulan soruya senaryo olarak nitelendirmekte ve R.Y.’yle birlikte noterde düzenlettiği belgeyi ifadesine eklemektedir. Bu da göstermektedir ki A.T., bahse konu grubun bütün faaliyetleri konusunda bilgi sahibidir ve ilgilidir. Bu sebeple Sanık A.T. de diğer sanıklar gibi belirtilen suçu işlemiş bulunduğu mevcut bilgi ve delillere göre sübuta ermektedir. 

Müfettişliğimizce soruşturmanın derinleştirilmesi üzerine söz konusu grup içersinden rahatsız olanlar olmuş, (R.Y.)’nin ifadesinde belirttiği örgütün yayın organı olan Zaman gazetesinde soruşturmayı yürüten müfettişler aleyhine ‘Komplocular ne yapmak istiyor?’ başlığı adı altında iftira ve isnatlarda bulunulmuştur. Genel Müdürlüğümüzce Genel Müdür adına yapılan açıklama ile müfettişlerin soruşturmayı usulüne uygun ve hukuk kuralları içersinde yürüttüğüne dair haber ile iddialar tekzip edilmiştir. 

(R.Y.)’nin ifadesine göre, bahse konu örgütün Fethullah Gülen’ in görüşleri doğrultusunda hareket ettiği, mevcut T.C. Anayasa ve düzenini değiştirmek isteyen yerine şeriat düzenini hâkim kılmak arzusunda olan ve bunu bir ihtilalle gerçekleştirmek isteyen, bu amaçla eğitim yapan, yurtlar açan, dershane adı verilen evlerde eğitim yaptıran bu yurtların altında karate kursu adı altında yakın dövüş öğreten eyleme dönük pratik eğitim yaptıran bir örgüt olduğu ifade edilmektedir. 

Söz konusu örgütün amacına ulaşmak için ve bir örgüt niteliği kazanmak için hiyerarşik ölçüler içersinde gerek sivil gerekse Emniyet Teşkilatı’nda örgütlendiği elde edilen bilgilerden anlaşılmaktadır. 
Bu amaçla, Fethullah Gülen’in genel sorumlu, buna bağlı bölge sorumluları bunların altında da il sorumluları olduğu anlaşılmaktadır. 

Vali diye adlandırılan il sorumlularının altında birçok kurum ve olanda örgütlenmeye gittikleri müşahade edilmektedir.

Genel bir teşkilatlanma, illegalite, sorumlu tayini, görev bölümü, aidat toplanması şakirde dedikleri mensuplarına kod isim verilmesi yayın faaliyeti, üyelere para cezası uygulanması mensuplarının kişisel haklarını müdahale, teorik ve pratik eğitim yaptırılması gibi hususların uygulanması tam anlamıyla ideolojik literatürde illegal bir örgütlenmenin varlığını ortaya koymaktadır. 

Örgütün koyduğu kurallar çerçevesinde de Emniyet Teşkilatında illegal bir örgütlenmeye gidildiği, elde edilen bilgilerden anlaşılmaktadır. Fethullah Gülen’e bağlı olarak İç Anadolu bölge sorumlusu K.Hoca’nın, Bu şahsa bağlı olarak da Polis Akademisi’nde İ.T. ve H.B.E.’ nin adı geçmektedir. Yine öğretim üyeleri olarak A.Ş., .İ.T, R. F., C. Y., A.T, A.K., İ.B., M. K., R.K., B. C., H.İ. O., A. Ö.’ nün yer aldığı, EGM’de de M.T. ve S.T.’nin bulunduğu yine Polis Akademisi öğrenci kesiminde 3 ve 4 sınıflar sorumlusu olarak Kom. Yrd. C.M, 1. ve 2. sınıflar sorumlusu olarak da Kom. M.E.’nin bunların altında da 4. sınıflar sorusu Devre imamı İ.K., buna bağlı olarak para sorumlusunun M.K., yardımcı imamın İ.Ö. kitap sorumlusunun Z.A., yine bunların altında yardımcı imama bağlı olarak siyasi sınıf imamının M.S.,Adli Sınıf imamının A.K.D.,Trafik Sınıfı imamının Z.K. ,İdari Sınıf imamının M.K.’nin sorumlu olarak görev aldığı alınan ifade ve belgelerden anlaşılmaktadır. 

T.C. Anayasasının Demokratik, Laik, Sosyal bir Hukuk devleti niteliklerini değiştirerek yerine şeriat düzenini getirmeyi amaçlayan illegal Fettullah Hoca’nın talebeleri adlı örgütün, ülke genelinde olduğu gibi, teşkilatımız içerisinde örgütlendiği bu sebeple devlet güvenliğini ilgilendiren bir faaliyetin akamete uğratılması ve suçluların fiillerinin subuta erdirilmesi amacıyla yapılacak operasyondan sonra, yukarıda bahsedilen meslek mensuplarının suçları kanıtlanmış olacaktır.


İki suç duyurusuna 6 yıl arayla takipsizlik

Büyük bir titizlikle hazırlanan EGM Polis Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın 28 Şubat 1992 ve 28 Eylül 1992 tarihli 102 ve 93 kişiyi kapsayan suç duyurularına Ankara DGM Başsavcılığı takipsizlik kararı verecekti. DGM ilk suç duyurusuyla ilgili yürüttüğü 1992/256 hazırlık sayılı soruşturmayla ilgili 14 Ekim 1992’de takipsizlik kararı verdi. İkinci fezlekeyle ilgili karar ise 6 yıl sonra 20 Mart 1998’de yine takipsizlikle sonuçlanacaktı. Ankara DGM Başsavcılığı tarafından verilen her iki takipsizlik kararının gerekçesi de aynıydı. TCK’nin meşhur 163. Maddesinin kaldırılmış olması nedeniyle takipsizlik hükmü verildiği belirtilen kararda, “Polis Akademisi’nde ekserisi öğretim görevlisi veya emniyet mensubu olan sanıklara isnat olunan suç, Atatürk milliyetçiliğini zayıflatacak; Atatürk ilkelerine ters düşecek görüşleri savunmak suretiyle devletin siyasi ve hukuki temel nizamlarını dini esas ve inançlara uydurma çalışmalarıdır. Kişilerin dinsel amaç ve yasal sınırlar içinde kalmak kaydı ile istedikleri faaliyette bulunmaları yasaların teminatı altındadır. Buna karşın yapılan çalışmalar devletin temel düzenini değiştirip mevcut sistemi dini esasa uydurmak amacına yönelik olursa, laikliğe aykırı olarak devletin içtimai veya iktisadi veya siyasi, hukuki temel nizamlarını kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla cemiyet tesisi teşkili suçu, TCK’nın 163. maddesinde hükme bağlanmış iken, bu madde 3713 Sayılı Kanun’un 23. maddesiyle yürürlükten kaldırılmış bulunmaktadır. Bu nedenle ortada suç yoktur” deniliyordu.

Kendilerini kapsamayan Sicil Affı’ndan faydalandırıldılar

Ankara DGM’nin adli soruşturmada haklarında takipsizlik verdiği zanlıların önünde bir başka engel olan idari soruşturma vardı. Ama o engel de ilginç bir biçimde, yöneltilen suçlama tarihinden önce çıkarılan bir sicil affına zanlıların dâhil edilmesiyle aşıldı. EGM Teftiş Kurulu Başkanlığı, haklarında suç duyurusunda bulunulan zanlıların eylemlerinin idari suç kapsamında da olması nedeniyle 7 Eylül 1992’de 91/101.17498 sayılı yazı ile tahkikat evrakına fezlekeyi de ekleyerek disiplin yönünden gereğinin yapılması istemiyle EGM Hukuk Müşavirliği’ne gönderdi. EGM Yüksek Disiplin Kurulu söz konusu dosyayla ilgili kararını 7 Ocak 1993’te verdi: “Sanık Emniyet mensupları hakkındaki suçlamalar 18.06.1992 tarihinde kabul edilip 07.07.1992 tarihinde yürürlüğe giren 3817 sayılı Disiplin Cezalarının Affına İlişkin Kanun’un 1. Maddesiyle af edildiğinden dosyanın kaldırılmasına oy birliğiyle karar verilmiştir.

Yani 23 Ağustos 1991’de başlayıp 28 Ağustos 1992 tarihinde tamamlanarak adli ve disiplin yönünden müfettiş teklifleri getirilen ve aynı gün suç duyurusunda bulunulan soruşturmanın zanlıları olan Emniyet görevlileri, Sicil Affı Kanunu’nun çıktığı tarih 7 Temmuz 1992’den 53 gün sonra af kapsamına alınıyordu. Ancak burada yanlış olan bir durum yoktu. Sicil affı, suçun işlendiği tarihi gözönünde tutuyordu. Ancak başka bir sorun vardı. Yüksek Disiplin Kurulu’nun kararına dayanak oluşturan Sicil Affı Kanunu’nun 1. maddesinde, af kapsamının yasanın çıkmasından önce çıkan suçları kapsadığı belirtildikten sonra, “Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce işlenmiş devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlar hariç” diyerek zanlıların suçlandığı fiillerin af kapsamına dâhil edilmediğinin de altı çiziliyordu.

Yüksek Disiplin Kurulu’ndan böyle bir sonucun çıkacağını tahmin ettiklerinden mi bilinmez müfettişler fezlekelerini de Sicil Affı çıktığını ve zaten 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) 163. maddeyi kaldırdığını göz önünde tutarak hazırlamışlardı. Fezlekenin netice ve kanaat bölümünün (a) fıkrasında zanlıların TMK’nin 1. maddesinde tanımlanan suçu işlediklerinin sabit olduğunu ve bu çerçevede işlem yapılması gerektiğini vurguluyorlardı. Yine fezlekenin (b) fıkrasında ise zanlıların görevlerini yerine getirirken, “Siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrımı yapmak, Emniyet mensupları arasında bu yolla ayrım yapıcı tutum ve davranışta bulunduklarının belirlendiğini” bu fiillerin de Devletin Şahsiyetine Karşı İşlenen Suçlar kapsamında olduğunun da altını çizmişlerdi. Bu ayrıntılı ve adeta yol gösterici fezlekeye rağmen zanlılar suçlanmalarından 53 gün önce çıkarılan bir yasa kapsamında affedilmiş oldu. Cemaatçilerin nasıl korunduğuna örnek teşkil eden bu olay da ancak 1999 yılında, yine cemaat mensubu emniyetçilerin soruşturulduğu ve ilerleyen bölümlerde yer vereceğimiz bir başka olay sırasında öğrenildi. Bu nedenle hukuksuz bir karar alan ve haklarında disiplin soruşturması açılması gereken Yüksek Disiplin Kurulu üyeleri de zaman aşımı sayesinde kurtulmuşlardı.

Bu konuyla ilgili görüş aldığımız üst düzey bir emniyet müdürü bu “hatayı” vurgulamakla beraber konunun başka bir yanına vurgu yapmanın daha doğru olacağını söylüyordu: “Emniyet Teşkilatı Disiplin Tüzüğü’nde cemaat üyesi olmak diye bir suç tanımı yoktur. Cemaat üyesi hangi şartlarda olunur, ne yapılırsa suç olur, ne yapılmalıdır belli değildir. O yüzden açılan soruşturmalarda hiç bir müfettiş, hiç bir makam bu disiplin tüzüğüne bakarak kimseyi cemaatçı olduğu için suçlayıp, ceza veremez. 1991 ve takip eden yılda sürdürülen cemaat soruşturmalarında bazı personele Disiplin Tüzüğü’nün 8. Maddesi uyarınca meslekten ihraç cezası teklif edildi. Ancak böyle bir suçu tanımlayan düzenleme olmadığı için ceza verilemedi.

TMK’nin 1. maddesinin de, bir fiilin terör suçu olması için birden fazla kişinin silahlı olarak örgütlenip cebir ve şiddet içeren eylemler yapmasını şarta bağladığı anımsatan üst düzey emniyetçi, “Bu nedenle cemaat örgütlenmeleri TMK kapsamına da girmez. Hangi cemaatin silahlı eylemi olduğu tespit edilebilidi ki bugüne kadar. Mesela Malatya DGM, 2000 yılında ortaya çıkarılan Hizbullah/Davet grubunun yargılamasını yaparken terör suçu kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğini Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Harekat Daire Başkanlığı’na sordu. Olmadığına yönelik rapor verildi. Çünkü silahlı eylemleri yoktu ve yasa böyle tanımlıyordu. İlginçtir bu konuda yasal düzenlemeyle gidilmesini isteyen ise Adalet Bakanı olduğu dönemde Cemil Çeçek’ti. Teklifte bulunmasının ardından yapılan 22 Temmuz seçimlerinden sonra da Adalet Bakanı olamadı. Hiç bir İstihbarat Daire Başkanlığı yasada yazılı olmayan suçtan dolayı belli inanç grupları hakkında kendi kafasına göre suç raporu düzenleyip operasyon yapamaz. CMUK değiştirilmeden yapılırsa da ortaya çıkan sonuç bugünkü Ergenekon davası gibi düzmece olur” diyordu.


Cemaat mi devlet mi? Ya da devlet cemaat mi?

Açılan soruşturmalar ve suç duyuruları nedeniyle o dönemde görevden el çektirilen emniyet görevlilerinin neredeyse tamamı, kendilerini kapsamayan Sicil Affı Kanunu’ndan da faydalanarak ve açtıkları davaları kazanarak teşkilata hem de kritik noktalardaki görevlerine döndü. Fethullahçı oldukları gerekçesiyle soruşturulan bu personelin birçoğunun görev yeri ise İDB’ydi. Bu görevlendirmeleri dönemin İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun, DGM’nin verdiği “takipsizlik” kararıyla gerekçelendirecekti. O dönemde cemaatçi bir yapının içinde örgütlü olmaktan çok, sadece inanç sahibi oldukları için soruşturulan bu personeli “koruyan” Sabri Uzun yıllar sonra, “O tarihlerde bu adamların sadece görevleriyle ilgilendim; hiçbir personelimi inançlarına göre tasnif ederek, cezalandırma yöntemini seçmedim. Ama bugünlere gelindiğinde yapılanlara bakıldığında şimdiki örgütlenmeyi o günlerde görememişim” diyecekti. Yürütülen soruşturmaların kaynağı durumunda olan R.Y. de polislik mesleğine dönenler arasındaydı. Ancak yürütülen soruşturmalarda verdiği ifadeleri, ihbar mektuplarında yazdığı suçlamaların her birinin kendisine tehdit ve vaatlerle imzalattırıldığını savunacaktı. Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın fezlekesinde de R.Y.’nin suçladığı cemaat içinde yer alan polisler tarafından tehdit edildiğine yer verilmişti. Bir tarafta devletin Emniyet Müdürlüğü’nün yöneticileri bir tarafta da teşkilat içinde örgütlenmeye çalışan cemaatin mensupları bulunan bu kavgada R.Y. de güçlü olanı o zaman görmüş ve cemaatin isteklerini yerine getirmişti.


Bildik bir yöntem: İhbar mektupları

Hileli kura soruşturmasının böyle sonuçlanmasının başka sebepleri de vardı elbet. Uzun yıllar üst düzey emniyet müdürü, hatta İstihbarat Daire Başkanı olarak görev yapmış ve açılan birçok soruşturmaya tanık olmuş bir yetkilinin anlatıklarından yola çıkarak bu sebeplerin neler olduğunu irdelemekte fayda var. Anlatacağımz sebepler, şimdi sıkça eleştiri konusu olan polisteki Fethullahçı yapılanmayı kıracak fırsatların nasıl acemice yapılmış hatalar ya da iktidar kavgaları yüzünden ya da bizzat hukuksuzluğu soruşturacak olanların hukuk dışına çıkması nedeniyle bir yere varmadığını da anlamamızı sağlıyor.

Ergenekon soruşturmalarının hemen öncesinde ve soruşturma sırasında sıklıkla karşımıza çıkan ihbar mektupları gönderilmesi, bugünkü kadar yaygın olmasa da emniyet içinde “mesleki rekabet” gibi görünen yöntemlerin başında geliyordu. En önemli suçlama ise tarikatçılık, Fethullahçılık ya da genel adıyla irticacılıktı. Fethullahçı olarak bilinenler kendilerini “ülkücü, laik, demokrat” kimliğiyle gizliyor ve cemaatten olmayanları İDB’den uzaklaştırmak için “irticacı, tarikatçı, Fethullahçı” suçlamalarıyla ihbar mektupları yazıyorlardı. Bu durum öyle bir hale gelmişti ki kim Fethullahçı kim değil bilinemiyordu. Bu şekilde hazırlanmış kimi listeler de bizzat cemaate yakın olan kişilerce kamuoyuna sızdırılıyor ve bu şekilde gerçekten cemaat mensubu olanların gizlenmesini de sağlıyordu. Bu ihbar mektuplarına dayanılarak hazırlanan listelerde ise sadece gerçekten Fethullahçı olmayanlar yer alıyordu.

Cemaatçilerin en çok örgütlenmeye çalıştıkları yer, Türkiye’deki tüm emniyet müdürlüklerinin istihbarat şubesinin bağlı olduğu birim olan İDB’ydi. Başkanlık ve bağlı birimlerde ANAP iktidarının Nakşi olduğu bilinen İç İşleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun tarikatlara olan yakınlığıyla Fethullahçılar kısmen de olsa örgütlenmeyi başarmıştı. Ülkücü ve Fethullahçıların yanı sıra başka tarikatlarla bağlantılı görevliler de çokça yer tutuyordu. Fethulahçıların tek hedefi vardı: Tarikatları ve cemaatçiliği bilen dolayısıyla Fethullahçıların da ne büyük tehlike olabileceğini farkedecek kadrolar başta istihbarat olmak üzere teşkilatın etkili birimlerinden, cemaatçilerin ihbarcılık mekanizmasıyla uzaklaştırılmak ve böylece ileriki yıllarda karşılarına çıkabilecek olan olası rakipleri oyun dışına çıkarmak. Böylece devletine ihbarcılık yapan “ülkücü, demokrat, laik” görünümlü cemaatçilere de boşalan bu kadrolara yerleşme fırsatı doğacaktı. Öyle de oldu. 1991-92 soruşturmalarında Emniyetteki “irticacıları” ihbar eden cemaatçiler de, kurulan tezgâhı farkedemeyenlerin gözünde devletini seven demokrat, laik kadrolar olarak görülünce iş daha da kolaylaştı.

Cemaatçilik değil takunyacılık soruşturuldu

1991 yılında ortaya çıkan hileli kura olayından sonra başlayan soruşturma da, üst düzey bir emniyet müdürünün dediğine göre, “İşin ehli bir kadroya verilmemişti. Zaten o dönemde müfettişler bir yana emniyeti yönetenler de dâhil hiç kisme tarikatla cemaat arasındaki ayrımı bile bilmiyordu”. Hileli kurayla ilgili Fethullahçıları tespit etmek amacıyla başlayan soruşturma da bu nedenle takunyalılar soruşturmasına döndü. İhbar mektupları da devreye girince ortaya çıkan listede, hileli kuraya karıştıkları için isimleri tespit edilebilenlerin dışında kalanlar takunyalılar listesi oluyordu. Ve bu isimlerin listelerde yer almasında Fethullahçıların rolü büyüktü. Soruşturmayı yürütenlere dolaylı yoldan ulaşarak yönlendiren Fethullahçılar, emniyetin yönetiminde söz sahibi olacakları dönemde kendilerinin önünde rakip olacak ve kendilerinden kurtulmak istedikleri “takunyalıları” listeye ekletmişlerdi.


Kilit görevler hep tarikatçılarda

Uzun yıllar ülkeyi yöneten ANAP’ın ve ilgili bakanlıklardakilerin tarikatlarla olan bağını fırsat olarak görüp kullanan tarikatçılar, kıdemlerine bakılmaksızın İDB ve ilgili birimlerde üst düzey görevlere getirilmişti. Tarikat ve cemaat dışında kalanlar ise küçük illerde görevlendiriliyordu. Örneğin ikisi de 1978 mezunu olan Mustafa Gülcü İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı, Celal Uzunkaya da İzmir İstihbarat Şube Müdürü iken 1979 mezunu Arif Akkale de Ankara İstihbarat Şube Müdürüydü. Ancak 1974 mezunu Sabri Uzun Kocaeli, 1976 mezunu Hanefi Avcı Diyarbakır İstihbarat Şube Müdürü, 1974 mezunu Yavuz Tokel, 1975 mezunu İzzet Sezgin Şenel, 1977 mezunu Muzaffer Erkan, ve 1979 mezunu Mustafa Aydın ise çeşitli illerde ve birimlerde etkin olmayan müdürlük görevindeydi. Bu listeye dâhil olanların içinde en iyi görev yeri olan ise kendisinden daha az kıdemli Gülcü daire başkan yardımcısı iken İstanbul İstihbarat Şube Müdürü olan 1972 mezunu Emin Arslan’dı.

İstihbaratın tanıdık isimleri

O dönemde İDB ve bünyesinde görev yapanlar arasında da yıllar sonra Ergenekon soruşturması ve Hrant Dink suikastı ile Hanefi Avcı’nın kitabıyla beraber sıkça tartışma konusu olan ya da Fethullah Cemaatinin ayak oyunlarıyla emniyetten uzaklaştırılan ya da kızağa çekilen birçok isim görev yapıyordu. İstihbarat Dairesi’nde görev yapan tanıdık isimlerden birisi Hanefi Avcı’nın kitabında Fethullah Cemaatinin komplosuyla mesleğinden olan ve o dönem Daire Başkan Yardımcısı olan Mustafa Gülcü’ydü. Yine karanlık bir olayla Sakarya Emniyet Müdürü iken tutuklanan Faruk Ünsal ve Hrant Dink cinayetinde adı sıkça geçen ve bu olaydaki ihmali müfettiş raporlarıyla da belgelenen Fethullahçı olduğu da sicil raporunda kayıtlı olan Ramazan Akyürek de İstihbarat Dairesi’nde başkomiser olarak görevliydi. Önemli illerden İzmir’in İstihbarat Şube Müdürü ise, Emniyet Genel Müdür Yardımcısı iken ayağı kaydırılan Celal Uzunkaya, Ankara İstihbarat Şube Müdürü de Arif Akkale’ydi. Bir başka tanıdık isim de, yıllar sonra Ergenekon davasının sanığı olarak karşımıza çıkan Adil Serdar Saçan’dı.

İlk çatlak yaşanıyor

Saygı Öztürk’ün Okyanus Ötesindeki Vaiz isimli kitabında yer alan bilgilere göre; Bu dönemde İstanbul emniyetinde yaşanan değişikliklerden biri de Adil Serdar Saçan’la ilgiliydi. Ülkücü polislerin önemli isimlerden birisi olan Kemal Yazıcıoğlu’nun İstanbul Asayiş Şube Müdürlüğü görevinden alınmasından sonra ekibi de çeşitli illere tayin edilmişti. O dönemde Asayiş Şubesi komiserlerinden olan Adil Serdar Saçan da bu atamalarla kendini Muş’ta bulmuştu. Ancak Yazıcıoğlu’nun ülkücü meslektaşlarını araya sokmasıyla Saçan İstihbarat Dairesi Başkanlığı Haber Alma Şubesi’ne tayin edilmişti.54
                                               
54 Saygı Öztürk, Okyanus Ötesindeki Vaiz, Doğan Kitap

1989 yılında, Nurcuların liderlerinden birisi olan Yeni Asya Gazetesinin sahibi Mehmet Kutlular’ın Ankara Kocatepe Camisi’nde Sadi-i Nursi için mevlit okutuyordu. Türkiye’nin dört bir yanından gelerek Ankara’da toplanan Nurcular mevlidi bir gösteriye dönüştürüyordu. 28 Şubat’ta Kocatepe Camisi’ndeki mevlitte görevli polislerden biri de Haber Alma Şubesi komiserlerinden Adil Serdar Saçan’dı. Saçan, baş komiseri Ramazan Akyürek mevlitle ilgili teslim ettiği izleme raporunu işleme koymaması üzerine raporunu bu kez de Daire Başkan Yardımcısı olan Mustafa Gülcü’ye verdi. Böylece İstihbarat Dairesi’ndeki ilk çatlak ortaya çıkmış oldu.55

55 Saygı Öztürk, Okyanus Ötesindeki Vaiz, Doğan Kitap

Cemaat istediğini elde etti

Kısa süre sonra da “takunyalılar” operasyonu, tam da cemaatin istediği gibi sonuçlandı. Müfettişlerin yönlendirilmesi ve gönderilen ihbar mektuplarının işe yaradığı Mustafa Gülcü, Faruk Ünsal, Arif Akkale, Celal Uzunkaya, Adil Serdar Saçan’ın “irticacı” suçlamasıyla görevden alınmasıyla anlaşıldı. Fethullahçıların oyununa geldiğini ilk fark edenler Mustafa Gülcü ve Adil Serdar Saçan oldu. Görevden alınmalarından sonra komiser ya da komiser yardımcısı olarak yerlerine atananların neredeyse tamamı Fethullahçılardı. İstihbarat Dairesi ele geçirilmişti. Cemaat tek kayıp vermişti: Sivas’a tayin edilen Ramazan Akyürek. Ancak zarar kısa sürede, , hem de ilerleyen yıllarda Fethullahçılık soruşturması yürütecek bir emniyetçinin kefil olmasıyla telafi edilecekti. 1992 – 93 yıllarında O.A., İDB Teknik Şube Müdürü olarak görevliyken, kendisi gibi ülkücü kadrolardan olan Daire Başkan Yardımcısı Halil Tuğ’u, aslında irticacı değil milliyetçi bir polis olduğu konusunda ikna ettiği Ramazan Akyürek’i yeniden İDB kadrosuna aldırdı. Akyürek artık Adıyaman İstihbarat Şube Müdürüydü.


Sicili Fethullahçı, görevi Daire Başkanı

Yıllar sonra İstihbarat Dairesi Başkanlığı için yine Mustafa Gülcü’nün adı geçse de Fethullahçılar bunu engellemek için varını yoğunu ortaya koydu. Hatta bunun için Gülcü’nün daha üst makam olan Emniyet Genel Müdür Yardımcılığı’na getirilmesine bile sessiz kaldılar. Gülcü’nün gelmesi engellenen İDB’ye ise tanıdık bir isim, İstanbul Valisi Erol Çakır’ın hakkında Fethulahçı olduğuna dair sicil doldurduğu, Hrant Dink suikastı sanıklarıyla karanlık bağlantıları olduğu belirlenen Ramazan Akyürek atandı. Dink ailesinin avukatlarının çabalarıyla aklandığı ilk soruşturmadan sonra hakkında yeniden soruşturma açılan Akyürek nihayetinde 2010 yılında Dink suikastındaki ihmali nedeniyle görevinden alınana dek İstihbarat Daire Başkanlığı görevinde kaldı.

Fethullah’a dokunan emniyetçi yanıyor

Emniyet Genel Müdür Yardımcısı olmasına ses çıkarılmayan Mustafa Gülcü ise kısa süre sonra görevinden alınacaktı. Adil Serdar Saçan Ergenekoncu olmak suçlamasıyla kendini cezaevinde buldu. Faruk Ünsal Sakarya Emniyet Müdürü iken mafya bağlantılı kişilerle ilişkisi nedeniyle yürütülen bir soruşturmada tutuklandı. Celal Uzunkaya da şaibeli bir muhbirle yaptığı garip telefon konuşmaları gerekçe gösterilerek Emniyet Genel Müdür Yardımcılığı görevinden alınanlar arasındaydı. Başına hiç bir garip olay gelmeyen Arif Akkale ise kızak göreve, merkeze çekilmişti.


Bütün politikacıların icazet aldığı cemaat lideri

Gülen hakkında 1992’de polisin hazırladığı rapor, DYP’nin iktidar ortaklığı döneminde Emniyet Genel Müdürü olan Mehmet Ağar tarafından hükümsüz sayılarak işleme konmamıştı. Bu arada cemaat de boş durmuyor kamuoyu önünde daha görünür olmanın her yolunu deniyordu. “Ilımlı İslam”ın temsilciliğine soyunan Fethullah Gülen sürekli barış ve hoşgörü mesajları veriyor, onursal başkanlığını Hoca Efendinin yaptığı cemaate ait Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı üzerinden de farklı düşüncelerdeki siyasi ve dini kanaat önderleriyle bir araya geliniyordu. Özellikle sol kamuoynunun yakından tanıdığı isimlerle cemaatin temsilcilerinin el ele kol kola fotoğrafları gazetelerde yayımlanıyordu. Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı iken 1993 yılında ölümünden sonra, tarikatlar ve dini cemaatlerle arasında mesafe bulundurmayan Süleyman Demirel’in bu koltuğa oturmasıyla cemaat artık daha bir rahatlamıştı. Demirel’in yadigârı DYP’nin de iktidarda olması, aynı dönemde başında Necmettin Erbakan’ın bulunduğu Refah Partisi’nin de oylarını arttırarak iktidara yakınlaşmasıyla özellikle bürokrasi içinde yer alan cemaatçiler kendilerine yönelik mücadelenin yumuşayacağını anlamışlardı.

Her iktidar odağıyla yakın ilişki kurmaya çalışan Fethulah Gülen, DYP’nin liderliğini yapan Başbakan Tansu Çiller’le de 30 Kasım 1994’de biraraya geldi. Bu buluşma 1980 darbesiyle kapatılan Adalet Partisi’nin devamı olan DYP’nin de köklerinin dayandığı Demokrat Parti’li Başbakan Adnan Menderes’in 1961’de Nur Cemaatinin lideri Said-i Nursi ile görüşmesinden sonra bir cemaat lideriyle bir Başbakan arasında yüzyüze yapılan ilk görüşme olarak kayıtlara geçti. O zaman da tıpkı günümüzdeki AKP iktidarının peşinde koştuğu benzer bir çıkarın, cemaat oylarının partisine havale edilmesinin peşinde olan Çiller’in de, kadrolarının bürokrasi içinde yerleşmesinin peşinde olan Gülen’in de işine gelmişti bu görüşme. Sadece iktidar temsilcileriyle değil olası iktidar adaylarıyla da bir araya gelen Gülen, bir kaç yıl içinde ANAP’ın başında bulunan Mesut Yılmaz, RP lideri Necmettin Erbakan, DSP’li Bülent Ecevit, MHP’li Alparslan Türkeş, babasının izinden giderek DP’yi yeniden kuran Aydın Menderes, Meclis Başkanlığı yapan Hüsamettin Cindoruk ve Hikmet Çetin de bu görüşmeler kervanında buluşulan isimlerdi.

Emniyet’teki örgütlenmenin meyveleri toplanıyor

Tüm parti liderlerine ve siyasetlere eşit mesafede durduğunu göstermeye çalışan bir cemaat lideri olarak sahnenin en önünde duran Gülen’in hükmettiği taraftarlarının partileri için oy deposu olarak gören siyasetçilerin ılımlı yaklaşımları nedeniyle kamuoyunda ve devlet katında oluşturulmak istenen “tehlikeli” olmama algısı başarıyla yerine getirilmişti. Bülent Orakoğlu’nun başkanlığı dönemi olan 1996 ile, kendisi de cemaat oyunuyla kızağa çekilecek olan Sabri Uzun’un başkanlık ettiği 1998’de Emniyet İDB’nin hazırladığı iki ayrı belgede de hem polisin hem devlet erkânının Gülen cemaatine bakışın değiştiğini gösteriyordu. Gülen hakkında bu tür olumlu raporların çıkmasında, Emniyette yürütülen cemaat soruşturmalarından bir sonuç elde edilememesi ve hem Gülen cemaatinin hem de başka tarikatçı kadroların teşkilatın kritik önemdeki birimlerinde örgütlenmesinin da payı büyüktü. Adı İstihbarat Dairesi Başkanlığı olmasına karşın hem 1996 yılında yayımlanan kitapçık hem de Temmuz 1998 tarihli İstihbarat bülteninin hazırlanmasında doğrulatılarak onayı alınmış gizlilik dereceli bilgi ve belgeler yerine daha çok açık kaynaklardan yararlanılmıştı. Devletin kendisine tehlike olarak gördüğü aralarında Fethullahçıların da olduğu cemaat ve tarikatlar ile İslami akımların incelenip değerlendirildiği bu iki yayın hem hacim ve hem de içerik yönünden yüzeysel, zayıf, çelişkili ve de aşırı yetersiz kaynaklardı. Ancak eksikliği bilinmesine rağmen bu kitapçık ve bülten Emniyetteki Fethullahçı örgütlenmeye ilişkin sonraki dönemlerde açılacak soruşturmalarda ilginç bir şekilde kaynak olarak yararlanılacaktı. Cemaat, 1970’lerin ortasında sızıp 1980’lerde hız verdiği emniyet teşkilatlanmasındaki örgütlenmesinin meyvelerini 1990’larda toplamaya başlıyordu.

İstihbarat Dairesi Başkanlığı’nın kendi yayınları arasında olan 1996 tarihli 53 numaralı, “İslamda Mezhepler, tarikat ve dini akımlar” başlıklı kitapçıkta anlatılanlar arasında Nurcular grubu içinde en geniş yer Fethullah Gülen grubuna ayrılan raporda, Hoca Efendi için yapılan değerlendirmeler şöyleydi: “Mahkeme tarafından hakkında takipsizlik kararı verildikten sonra 1989 yılından itibaren İzmir, Ankara, İstanbul illerinde tekrar vaazlar vermeye başlayan Gülen’in günümüzde yazmış olduğu çeşitli kitaplarla da faaliyetlerini devam ettirdiği gözlenmektedir. Akyazılılar Vakfı ve Türkiye Öğretmenler Vakfı gibi kuruluşlarla başlayan faaliyetler, günümüzde hayata geçirilen çok sayıda dernek ve şirket aracılığıyla çok daha geniş bir yelpazede sürdürülmektedir. İlk önceleri öğrencileri barındırmak amacıyla açılan evler, zamanla yerini yurtlara daha sonra özel okullar ve üniversite hazırlık dershanelerine bırakmıştır. Eğitim konusundaki çalışmaları kapsamında özel kolejler açmaya başlayan söz konusu grup bu sahadaki başarılarıyla faaliyetlerini yurtdışına da taşıma imkânı bulmuş ve böylece de büyük çoğunluğu Orta Asya Cumhuriyetleri’nde olmak üzere 200’ü aşkın özel okulu faaliyete geçirmiştir. Ülkemiz içerisinde açmış olduğu özel kolejlerin yanı sıra hemen hemen her ilde açılan üniversite hazırlık dershaneleri de yoğun bir eğitim faaliyetleri içerisinde olduğu gözlenen grubun eğitim alanında yurt içi ve yurt dışında büyük başarılar elde etmesi halkın büyük ölçüde bu eğitim kurumlarına rağbet etmesine de neden olmuştur.

Raporda, Sızıntı dergisinin bu grubun en eski yayın organı olduğu, buna ilave olarak günümüzde iki gazete bir dergi, bir televizyon ve çeşitli radyo istasyonlarının yine bu grubun görüşleri doğrultusunda faaliyetlerini sürdürdüğü de kaydediliyordu. Raporda son dönemlerde toplumun bütün kesimleriyle diyalog kurmakta sakınca görmeyen yaklaşımları ve gençlik içinde gözlenen radikal kaymalara karşı almış olduğu tavırlarıyla da dikkatleri üzerine toplayan Gülen’in, değişik görüşlere sahip kesimleri aralarındaki düşmanlıkları bir tarafa bırakarak diyalog ortamı oluşturma gayretlerinin de kamuoyunda yankı bulduğu ifade ediliyordu. Raporda hakkında bilgi vermekten çok Fethullah Gülen’in övüldüğü kısımlar da vardı:

Toplumun her kesimini kucaklayıcı tavrı, davranışları, yaklaşımı nedeniyle dini motifli terör örgütleri ve radikal dini kesimler tarafından çok büyük eleştiri ve hakaretlere maruz kalan Fethullah Gülen, bu kesimler tarafından demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti devletinin savunuculuğunu yapmakla da suçlanmaktadır. Ülkemizde en geniş tabana hitap ettiği bilinen grup genelde, eğitim düzeyi yüksek şahıslardan oluşmaktadır. Kendi amaçlarını, devlet kademeleri için imanlı bir gençliğin yetiştirilmesi olarak açıklayan grubun, siyasi yelpazede ağırlığını demokratik parti çizgisini takip eden sağ partilerden yana koyduğu da bilinen hususlar arasında yer almaktadır.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi emniyet içinde cemaat aleyhinde açılan soruşturmalarda ilginç bir şekilde kaynak olarak gösterilen ve “İslamda Mezhepler, Tarikat ve Dini Akımlar” başlıklı kitapçıktakine tıpatıp benzer ifadelerin bulunduğu ikincisi de yine İDB’ye aitti. Temmuz 1998 tarihli 70 numaralı bültenin, “Aşırı sağ ve irticai faaliyetler” bölümünde de İDB’ce Türkiye’deki dini ve irticai konuları 5 ana kategoride değerlendirildiği görülüyordu.

- Dini terör örgütleri: Şiddet hareketelerine girişen örgütler (Hizbullah, İslami Hareket Örgütü, Vasat İCCB gibi
- Radikal dini gruplar: Henüz şiddet eylemine girişmeyen ve radikal İslami görüşlere sahip olan örgütler. (Şafak, Yöneliş, Fecri, Akabe vb)
- Geleneksel İslami kesimler: Tarikatlar (Nakşî – Kadiri) ve cemaatler Nurcular (F.Gülen, Yeni Asya, Kurdoğlu, Süleymancılar gibi)
- Normal inanan halk kitlesi

Bültende en çok vurgu yapılan konu Fethullah Gülen grubunun toplumun tüm kesimleriyle diyalog kurma çabalarıydı. Soruşturmayı yürütenlere, “bırakın örgütlensinler ne zarar gelir” demeye getirilen bu bültende de şu değerlendirmeler vardı:

... 1970’li yıllarda başlamış olduğu çalışmalarını, çizgisini hiç değiştirmeden günümüze kadar getiren Fethullah Gülen’in, bilhassa son dönemler itibariyle, geniş açılımlar sergilediği ve toplumumuzdaki bütün kesimlerle diyalog kurma yönünde çaba sarfettiği gözlenmektedir.

Son olarak; Türkiye Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı bünyesinde yürütülen ve değişik görüşlere sahip olan kesimleri birbirine yakınlaştırma yönündeki gayretleri de bu doğrultudaki yaklaşımlarının bir sonucudur. 

F. Gülen, ılımlı islami yorumları, dini değerlerin siyasal hedeflere alet edilmemesi yolundaki telkinleri ve farklı kesimlerle diyalog arayışlarının yanı sıra bilhassa Papa başta olmak üzere Yahudi ve Hristiyan din adamları ile kurduğu irtibatlar nedeniyle de, dini motifli terör örgütleri ve radikal dini gruplarca yoğun biçimde eleştirilmiştir. 

Şu anki durum itibariyle ülkemizde en geniş tabana hitap ettiği bilinen grup, genelde eğitim düzeyi yüksek şahıslardan oluşmaktadır. Kendi amaçlarını, Türkiye Cumhuriyeti’nin dünya çapında önemli bir devlet olma potansiyeline sahip olduğu gerçeğinden hareketle, eğitim faaliyetleri ile bu sürece katkı sağlama ve bunun gerçekleşmesi için de ülkede toplumsal barışa hizmet etme olarak açıklayan grubun siyasi yelpazede ağırlığını Demokrat Parti çizgisini takip eden sağ partilerden yana koyduğu da bilinen hususlar arasında yer almaktadır. 

Yurtdışında ve yurtiçinde açılan eğitim kurumları çerçevesinde yürütülen faaliyetlerin mali giderlerinin kurulan şirketler vasıtasıyla karşılandığı bilinmektedir. Her il ve ilçenin durumuna göre yurtdışındaki bir ülkenin veya ülkelerdeki birkaç okulun tüm masraflarını karşılayacak şekilde planlamalar yapıldığı ve masrafların bu şekilde taksim edilmek suretiyle yurtiçinden karşılandığı bilinmektedir. 

Son dönemde kamuoyunda önemli tartışmalara yol açan 8 yıllık eğitim ve türban konusundaki uygulamalarla ilgili olarak da, bu tarz meselelerin dinin aslından olmayıp teferruat olduğu, dolayısıyla da bu konuların toplumsal huzur ve barışı zedeleyecek ölçüde tırmandırılmasının zararlı olacağı görüşünü savunan F. Gülen

Grubunun, geleneksel ılımlı tavırlarına uygun olarak tutumunu devam ettirdiği gözlemlenmiştir. 

Gruba ait ülkemizde faaliyet gösteren eğitim öğretim kurumlarından bazıları aşağıda belirtilmiştir: 

İzmir Yamanlar Fen Lisesi, İstanbul Fatih Koleji, İstanbul Safiye Sultan Kız Lisesi, Mersin Yıldırımhan Lisesi, Ankara Samanyolu Lisesi, Van Serhat Lisesi, Denizli Server Lisesi, Erzurum Aziziye Lisesi, Erzincan Otlukbeli Lisesi, Eskişehir Ertuğrul Gazi Lisesi, Sakarya Işık Lisesi, Manisa Şehzade Mehmet Türk Lisesi, Aydın Nizami Erkek Lisesi, Fatih Üniversitesi. 

Ayrıca yurtdışında; Özbekistan’da (17) eğitim kurumu ve (1) Dil Merkezinin bulunduğu, Türkmenistan’da (1) Üniversite, (13) Ortaöğretim kurumu ve (1) Dil Merkezinin olduğu, Kazakistan’da ise (30) Lise ve (1) Üniversite, ABD, Kamboçya, Malezya, Bangladeş, Gürcistan, Kırgızistan, Irak, Romanya, Moldova, Ukrayna, Azerbaycan, Tacikistan, Arnavutluk, Fas ve Pakistan gibi ülkelerde okullarının bulunduğu bilinmektedir.

Gülen’le ilgili emniyet istihbaratın hazırladığı ve olumsuz görüş bildiren bir rapor ise ayrıntılarını ilerleyen bölümlerde anlatacağımız 1999 yılında ortaya çıkan Telekulak Skandalından sonra kamuoyuna sızdı. Emniyetin ikinci Gülen raporunda da, cemaatin büyük bir hızla büyüdüğüne dikkat çekilerek, hareketin ikinci bir Şeyh Sait isyanına dönüşebileceği uyarısında bulunuluyordu. Raporu hazırlayan ekibi yöneten Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral ve soruşturmayı yürüten ekibi bu raporun sızmasına neden olan Telekulak skandalı nedeniyle görevden alındı.


Susurluk protestoları 28 Şubat darbesine evrildi

İDB’nin 1996 tarihli kitapçığının yayımlanmasından kısa bir süre sonra, 3 Kasım 1996’da Susurluk’taki meşhur kazayla devlet-siyaset-mafya üçgeni, derin devlet diye adı da konularak içindeki birçok kirli çamaşırla birlikte ortalığa saçılmıştı.56 Türkiye’yi 12 Eylül darbesi sürecine getiren olguları devletten bağımsız düşünen ve yaşananları sadece “sağ-sol çatışmasından” ibaret görmesi istenen kamuoyu, artık karanlık her olayda devlet parmağı aranmasına ikna olmuştu. Susurluk sonrasında devlet içinde odaklanmış irili ufaklı çete yapılanmaları deşifre edilse de bu güçlü mekanizmanın odağına inmeye çalışan hiç bir adli süreç hayata geçirilemedi. Çemberin en dışındakileri kapsayan göstermelik yargılamalarda kamuoyu vicdanını rahatlatan bir adil süreç işlemedi. Faillerin işledikleri suçlardan yargılanmadığı, verilen cezalarda tatminkâr olmadığı bu süreçte hem kontrgerillanın yargılanamayacağı hem de Türkiye’de yaşayanların devletin sıklıkla hukuk dışına çıktığı da kamuoyu tarafından öğrenilmiş olmuştu.                                          

56 3 Kasım 1996’da Balıkesir’in Susurluk ilçesinde içinde DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak, Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadağ, katliam sanığı ülkücü Abdullah Çatlı ile sevgilisi Gonca Us’un bulunduğu 06 AC 600 plakalı Sedat Bucak adına kayıtlı Mercedes otomobil son hızla Hasan Gökçe’nin kullandığı kamyona çarptı. Kazada Kocadağ, Çatlı ve Us öldü, Bucak yaralı kurtuldu. Bu kazanın ardından ortaya çıkan derin devlet ilişkileri ‘Susurluk’ diye anılır oldu.

Kısaca değindiğimiz Susurluk’un adaletli olmayan yargı süreci böyle olmuştu ama bu zaman boyunca ilginç gelişmeler de oluyordu Türkiye’de. Susurluk’la ortaya dökülen kirli sırların layığıyla araştırılmasını isteyenler ellerinde düdükler ve süpürgelerle temiz bir toplum için sokaklara dökülüyor, evlerinde her gece 21.00’de ışıklarını yakıp yakıp söndürüyorlardı. Susurluk soruşturmalarının gelip tıkandığı yer olan kışlanın sahiplerinin iyi değerlendiği bir fırsata dönüştü bu kamuoyu ayaklanması. Siyasal İslam’ın Türkiye’de legal siyaset alanında 1990’larda başlayan yükselişiyle işbaşına gelen Çiller-Erbakan ortaklığındaki hükümetten memnun olmayan asker bu fırsatı iyi değerlendirdi. Gündüz sokakta düdük tencere çalan, gece evlerinde ışıklarını yakıp söndürerek eylem yapanlar bir anda protestonun mecrasından kayarak kendilerini farkında olmadan 28 Şubat 1997 postmodern darbesine giden sürecin içinde buldular. Farkına vardıklarında ise çok geç kalınmıştı. Derin devlet protestocularıyla yanyana gelmesi mümkün bile değilken istedikleri darbeyi tezgâhlayanlar, hem Susurluk’a “gulu gulu dansı” diyenleri iktidarı indirirdi hem de Türkiye tarihinin en önemli derin devlet soruşturmasına da nokta koymuş oldu.57 28 Şubat gerçekleşmişti. Cumhuriyet kurulduğu günden bu yana iktidarı elinde bulunduran TSK’nin demokrasi ve siyaset üzerindeki gölgesi herkesi kaplamış ülkede ordunun işine gelmeyen herkes şeriatçılıkla damgalanır olmuştu. Kısa süre sonra elbette ki medyanın ve kitabımızın başında örnekleriyle anlattığımız üzere Fethullah Gülen’in de verdiği destekle Çiller-Erbakan hükümetinin düşmesi sağlanmıştı.

57 Ertuğrul Mavioğlu-Ahmet Şık, Kontrgerilla ve Ergenekon’u AnlamaKılavuzu, İthaki Yayınları

Başbakanlık Teftiş Kurulu’na gönderilen rapor

Geçtiğimiz bölümlerde ayrıntıların anlattığımız, İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu’nun, zanlıları arasında Fethulah Gülen’in de bulunduğu Emniyet içindeki cemaat örgütlenmesine ilişkin yaptığı suç duyurularına Ankara DGM’nin 20 Mart 1998’de verdiği ikinci takipsizlik kararından sonra Emniyet içinde sular durulmuş gibi görünüyordu. 28 Şubat’ın karanlık günleri sürmesine karşın suçlanarak görevden el çektirilen emniyet ve Polis Akademisi görevlilerinin çoğu mahkeme kararlarıyla birer ikişer makamlarına dönüyordu. Açılan soruşturmalarla önü tamamen kesilemese de kısmen hızının yavaşlatıldığı düşünülen Emniyetteki cemaat örgütlenmesiyle ilgili 1998 ve 1999’da da ciddi çalışmalar yürütüldü. 1998 yılında İstihbarat birimlerince hazırlanarak Başbakanlık Takip Kurulu’na (BTK)58 gönderilen raporlarda irticai faaliyetlerin polisten gördüğü destek anlatılıyordu. İrtica yanlılarının hemen hemen tüm illerde örgütlendiği belirtilen raporda, laik kadroların baskı altına alınarak sindirilmek istendiği örneklerle anlatılıp o dönemde Fazilet Partisi Milletvekili olan Abdülkadir Aksu’nun ANAP hükümeti zamanındaki İçişleri Bakanlığı döneminde yerleştirilen kadroların köktendincileri korumaya yönelik çalışmalarına vurgu yapılıyordu. Konuyla ilgili Cumhuriyet Gazetesinde, “Cemaatler emniyeti kuşattı” başlığıyla Sertaç Eş imzasıyla yayımlanan haberde BTK’ye gönderilen raporun, Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu (UTKK) aracılığıyla ilgili bakanlıklara gönderilerek yapılan işlemler hakkında bilgi istendiğine yer veriliyordu. Habere göre istihbarat kaynaklarının 1997 ve 1998 yıllarındaki saptamalarına göre örnek gösterilen olaylar şöyle sıralanıyordu:



“Niğde: Ulukışla’da 23 Nisan 1998 günü yapılan törenleri ilçe belediye başkanının yetkisi olmadığı halde kısa süreli yağmuru fırsat bilerek ilçe Milli Eğitim müdürünün de desteği ile iptal ettiği, M. Kemal Paşa İlköğretim Okulu tarafından düzenlenen Ulusal Egemenlik Şöleni, havai fişek ve müzik gösterisinin ilçe emniyet müdürlüğünde görevli Başkomiser Osman’ ın da yardımı ile iptal edilmiştir. İlçe Milli Eğitim Müdürü, Nutuk’ta yer alan ‘Halife Vahdettin soysuzlaşmış, İstanbul’daki hükümet padişahla birlikte çıkarları uğruna vatanı düşmana satmıştır’ şeklindeki cümleyi, ‘Türk tarihine hakaret’ gerekçesiyle adı geçen okul tarafından temsil edilen ‘Pozantı Cephesi ve Ulukışlalı Kuvayi Milliyeciler’ adlı oyunun metninden çıkarmıştır. 23 Nisan kutlamalarında görev alan öğretmenlerin 27 Nisan 1998 tarihinde polis tarafından okullara gelinerek keyfi şekilde gözaltına alındığı, öğrencilerin önünde tartaklandığı, hatta öğretmen Kenan Türker ‘in bizzat emniyet amiri tarafından yumruklandığı, tüm bu olaylar karşısında ilçe kaymakamının sessiz kalmak suretiyle bir yerde uygulamalara onay verdiği bildirilmiştir.                                        

58 İlk önceleri Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde oluşturulan ve sadece TSK içinde değil, diğer kamu kurumlarında da "irticai faaliyetlere" katıldıkları iddia edilenler hakkında işlem yapan Batı Çalışma Grubu, 28 Şubat sürecinin ardından 54. Necmettin Erbakan hükümetinin yıkılması, 55. Mesut Yılmaz hükümetinin kurulması ile birlikte Başbakanlık İrtica Takip ve Koordinasyon Kurulu haline gelmişti. Başbakanlık Müsteşarı'nın başkanlık ettiği Kurul'a MİT Müsteşarlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Adalet, İçişleri ve Milli Eğitim Bakanlıkları, Diyanet İşleri Başkanlığı, Genelkurmay ve MGK'dan temsilciler katılıyordu. Ayda bir kez toplanarak, yapılan çalışmaları gözden geçiren kurulun oluşturulmasında, Yılmaz hükümetinde Başbakanlık Müsteşarlığı görevinde bulunan Yaşar Yazıcıoğlu başrolü oynamıştı. Yazıcıoğlu, 3 Kasım 2002 seçimlerinden önce AKP'den milletvekili adayı olsa da gelen tepkiler adaylığını engelledi. Başbakanlık Takip Kurulu tarafından hazırlanan raporlar sonucu, 1997'de 2 bin 956 kişi, 1998'de ise 4 bin 420 kişiyi "irticai faaliyetlere katıldıkları" gerekçesiyle gözaltına alındı. Başbakanlık Takip Kurulu tarafından hazırlanan raporlar sadece kamu görevlilerini değil, üniversitelerdeki öğretim görevlilerini de etkiledi. 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra AKP’nin hükümete gelmesinden sonra da özelikle iktidar milletvekillerinin tepkilerine rağmen BTK fişleme işlemlerine devam etti. 2003 Mayısında da BTK Başkanlığı'nı yürüten, Başbakanlık Müsteşarı Fikret Üçcan "İrticaî Unsurların Yurtdışı Faaliyetlerinin Önlenmesine Dair" 6 sayfalık bir talimat hazırlamıştı. Bu talimatta, irticaî örgütlerin isimleri "Millî Görüş, Fethullah Gülen Cemaati, Kaplancılar, İBDA-C ve Süleymancılar" şeklinde tek tek sıralanıyor, irticaî yapılanmada, Millî Görüş, Süleymancı kesim ve Fethullah Grubu'nun diğerlerine göre daha yaygın ve etkin faaliyet gösterdiği iddia ediliyordu. Ayrıca, aralarında Jet-Pa, Kombassan, Endüstri Holding gibi kuruluşların bulunduğu "yeşil sermaye"nin yakın takibe alınması isteniyordu. Başbakanlık Müsteşarı'nın bu talimat yazısından birkaç gün sonra Abdullah Gül, Milli Görüş ve Fethullah Gülen cemaatine ilişkin, tamamen ters mahiyette bir genelgeyi hazırladı. Bu gelişmelerden sonra BTK işlevsiz hale getirildi.


Ankara: Polis Akademisi’ne Abdülkadir Aksu’nun İçişleri Bakanı olduğu 19871988 yılları arasında yerleştirilen 42 öğretim üyesinin tamamının burslu olarak İngiltere’de mastır ve doktora programlarına gönderildiği, bunların yaklaşık 30’unun İngiltere’de kalış sürelerini 1-3 yıl uzatmayı başarmalarına rağmen eğitim programlarını tamamlayamadıkları, YÖK sisteminde süresi içinde programı tamamlayamayanların kurum ile ilişkisi kesilmesine rağmen bu şahısların ömür boyu aynı kadroda kalacak şekilde ataması yapıldığı öğrenilmiştir. Bu şahısların yasalara uygun olarak üç yıl süreli sözleşmeli personel satüsüne alınmasına karar verilmiş olmakla birlikte, bu husus kendilerine, anlaşılamayan nedenlerle hâlâ tebliğ edilmemiştir. Söz konusu kişilerin arasında Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe’yi aklayan Prof. Dr. A.Ş., Yardımcı Doç. V.B. ve öğretim üyesi M.B.E. de vardır. 


Manisa: Emniyet Müdürü K. İ., Fethullah Gülen taraftarlarınca düzenlenen toplantılara katılmaktadır. İl emniyet müdürlüğünde şube müdürü A.T.’nin, bu görevinde Fethullah Gülen’in propagandasını yapmak maksadıyla bir kısım polisleri haftanın belirli günlerinde topladığı, İlim Yayma Vakfı’na destek sağladığı, adı geçen müdürün son atamalarda terfi ettirilerek emniyet müdür yardımcılığına getirildiği bilgisi alınmıştır. 


Yozgat: İrticai faaliyetlerin Yimpaş Holding’in yan kuruluşları olan vakıf, dernek ve öğrenci yurtları tarafından yürütüldüğü, Yozgat mülki amirlerinin de Yimpaş Holding ile yakın ilişki içinde olduğu, il emniyet müdürlüğünün Yimpaş tarafından il emniyet müdürlüğüne hediye edilen minibüsü kabul ettiği ve Kurban Bayramı’nda kurban derilerinin irticai odaklar tarafından toplandığı, kritik günlerde izne ayrıldığı bilgisi alınmıştır.


Hatay: Emniyet müdürü S.İ’nin Fethullahçı olduğunu ifade ettiği bilgisi alınmıştır. 



Erzincan: 04.06.1998 tarihinde müftülük konferans salonunda Milli Görüş Teşkilatı’nca düzenlenen eğitim fakültesi mezuniyet gecesinde, devlet büyükleri ile alay edildiği, inanan-inanmayan ayrımı yapıldığı, türban takan kızlara zulüm yapıldığı ve bunları yapanların Batılıların uşakları olduğu, Kuran okunmasının yasaklandığı, imam hatip liselerinin kapatılması gibi konuların gündeme getirildiği, bu toplatıya vali yardımcısının da katıldığı, il emniyet müdürlüğünün konu ile ilgili suç duyurusunda bulunacaklarını bildirdiği halde halen işlem yapılmadığı tespit edilmiştir.”59

59 Cumhuriyet Gazetesi 16 Temmuz 1999


Aydınlık “F Tipi” örgütlenmeyi yazdı

Askeriye içinde Batı Çalışma Grubu adıyla İrticacıları izleyen birimler kurulmuş ve herkes hakkında doğru ya da yanlış bilgiler bir araya getirilmeye başlanmıştı. Devir askerin devriydi ve Emniyet içindeki cemaat yanlısı olmayanlar da bu kervana katılmıştı. Tam bu süreçte, 10 Ocak 1999 günü Aydınlık dergisi, “Fethullah Emniyeti Ele Geçirdi” kapak haberiyle çıkıyordu. Emniyet içinden bir kişinin derginin bağlı olduğu İşçi Partisine gönderdiği belirtilen ve bir iddiaya göre MİT tarafından gönderilen isimsiz bir ihbar mektubuna dayanılarak hazırlanan haberde Fethullahçıların EGM içinde nasıl örgütlendiğinin bir rapor halinde devletin üst düzey yetkililerine sunulduğu belirtilerek bazı iddialar sıralanıp birçok kişi isim isim birçok kişi suçlanıyordu.60 Cemaatin, 28 Şubat sürecinden sonra aldığı önlemlerin raporda belirtildiği haber şöyleydi:

60 Aydınlık Dergisi, sayı 599

Fethullahçıların Emniyet içinde Genel Müdürlük bünyesindeki Daire Başkanlıkları, Polis Akademisi, Polis Koleji ve Polis Okulları ile özel statülü illerde önemli şube müdürlüklerinde faaliyet gösterdikleri ifade ediliyor. Fethullahçılar, amirler ve polis memurları olarak, iki ayrı grupta örgütleniyor. Örgütlenmenin başında bulunan kişi, ‘imam’ diye adlandırılıyor. ‘İmam’lar, en kıdemli ve yetenekli kişiler arasından seçiliyor. Raporda şunlar kaydediliyor: ‘Amirler ve memurlar, kesinlikle birbirini tanımamakta, herkes imamı bilmekte ve onun direktiflerini yerine getirmektedir. Bu imamlar, bölge imamlarına, onlar da merkezde kurulu bir sivil kurula bağlı olarak faaliyet göstermektedirler. İmamlardan gelen emirler, Hoca Efendi’den geldiği kabul edilerek mutlaka yerine getiriliyor. Kısacası Emniyet Teşkilatı’nın personel alımından atanmasına, branşlaştırılmasından eğitimine, kurs görmesinden yurt dışına gitmesine, istihbarattan teröre kadar, birçok konuda fiili karar verme bu üst sivil grup tarafından gerçekleştirilmektedir’.

28 Şubat’tan sonra parola sistemi değişti

Polis örgütü içindeki örgütlenmede, cemaatin tüm bireyleri, gizliliğe düzenli bir biçimde uyuyorlar. Üst grup tarafından gelen tedbirler ve kararlar, kademeli olarak alt gruplara iletiliyor. Kararların uygulanıp uygulanmadığı ‘imam’lar tarafından kontrol ediliyor. Raporda, MGK tarafından kabul edilen 28 Şubat 1997 kararlarından sonra cemaatin ‘tedbir ve parola sistemini’ değiştirdiği kaydediliyor ve alınan önlemler sıralanıyor. Bu önlemlerin başında, ‘işyerinde ve oturulan çevrede laik ve Atatürkçü bir hava’ yaratılması geliyor. 

Raporda şunlar belirtiliyor: ‘Hoca Efendi cemaatinin elemanları, ‘Şu an sırtınızda yumurta küfesi taşıyorsunuz. Yanlış bir hareketiniz geri dönülmeyecek hatalara sebebiyet verecektir. Sizler, Hitler’in tankları gibisiniz. Hitler, Rusya’ya doğru ilerlerken, karşısına çıkan bataklıkları aşmak için tankları bataklıklara saplayıp, kendilerini feda ederek arkadan gelenlere yol açmaları gibi, sizler de bu tür fedakârlıklar yaparak, sizden sonra geleceklere ortam hazırlayacak ve cemaatin teşkilatı ele geçirmesini sağlayacaksınız’ parolasıyla hizmet etmektedirler’.

Tüm atamalar “sivil grubun” kontrolünde

Raporda, EGM Personel Daire Başkanlığı personelinin yüzde 95’inin Fethullah cemaatine mensup olduğu ifade ediliyor. Personel Dairesi; atama, uzmanlaşma, ödül, ceza vb. gibi, tüm işlemlerin yapıldığı birim. ‘Teşkilatın tüm ataması, imamların bağlı bulunduğu sivil grup tarafından önceden teşkilat dışında planlanmakta ve daire bünyesindeki elemanları tarafından da bu kararlar icra edilmektedir. Yani teşkilatı öyle bir hale getirdiler ki, dışarıda olup teşkilatı bilmeyen sivil grup, Emniyet teşkilatını yönetmekte ve yönlendirmektedir. Şu an sadece Emniyet Müdürlerinin tayinlerine karışamamaktadır’. 

Personel Daire Başkanlığı’nı ele geçirmenin yarattığı olanaklar, zaman zaman siyasi ve idari baskıyla birleşiyor. 

‘Personel Daire Başkanlığı’nda, unvanlara göre boş kadrolar tutulmaktadır. Bu kadrolar gizlidir. Daire, uygun gördüğü kişileri bu kadrolara atar. Cemaat elemanları bu kadroları ellerinde tuttuklarından, boşalan önemli kadrolar olduğunda hemen sivil gruba intikal ettirerek, kendi elemanlarının bu kadrolara atanması için siyasi ve idari baskı kurularak, gerektiğinde bakana dahi ulaşılarak atamaların yapılması sağlanıyor. Merkez Yüksek Değerlendirme Kurulu’nun yaptığı rütbe terfileri dahi aynı gün, yine bilgisayar bürosundaki görevliler tarafından diskete kaydedilip sivil gruba veriliyor ve yeni stratejiler belirlenerek kendi tarafından terfi edip edemeyenlerin durumu değerlendiriliyor. Eğer yine kendi elemanlarından terfi edemeyen varsa, siyasi baskı mekanizmaları harekete geçirilerek rütbe listesi onaya girmeden terfiler sağlanıyor’. 

Personel Daire Başkanı Zeki Urgancıoğlu 1998 yılı atamalarını bizzat yürütünce, cemaatin tezgâhı bozuldu. Urgancıoğlu’nun ayağı kaydırıldı. Raporda olayın gelişimi şöyle anlatılıyor: ‘Yapılan tüm atamalar, daire bünyesinde bilgisayar bürosunda kurulu bulunan ve Komiser M.D. ve Komiser M.K.’nin kontrolünde bulunan network sistemi ile yukarıdan tamamen görülmekte ve yapılan tüm atamalar diskete kaydedilerek, akşamları bu sivil gruba gönderilmekte idi. Planlamadan iki-üç gün sonra yapılan planlamalar, cemaatin tüm planlamalarını bozduğundan, siyasi baskı kurularak, İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’na çeşitli bahaneler uydurularak, başkanın görevden alınması sağlandı’.


Yorum Gönder

0 Yorumlar