İmamın Ordusu - Ahmet Şık (Bölüm -3)


Ahmet Şık 
Yazar

Murat Apay
Düzenleme, vurgu ve fotoğraflar

Önsöz


Ahmet Şık’ın yazdığı ve çalışma başlığı “İmamın Ordusu” olan kitabı şu anda “Dokunan Yanar” başlığıyla ekranlarımızda… Kitabın sahte kopyalarının elektronik ortamlarda dolaştığı şu günlerde, okurların “kitabın aslı”nı okuma olanağının sağlanmasını demokratik bir görev, düşünce özgürlüğünün savunulması yönünde bir katkı olduğu inancındayız. Kitabı internet ortamında yaymamızın tek nedeni ve amacı bundan ibarettir… 


2000’li yılların lider kadrosu yaratılıyor

Personel Dairesi’nde yoğunlaşma, aynı zamanda, 2000’li yıllara yönelik bir yatırım. Rapor, geleceğin lider kadrosunun oluşturulduğuna dikkat çekiyor. Bu bakımdan, Fethullahçılar, cemaat mensuplarının önünü açacak ‘kadrosuzluktan emekli yasası’nın bir an önce çıkmasını istiyorlar. Rapor, bu konuda şunları yazıyor: ‘Cemaatin en büyük sıkıntısı, müdür sınıfında yüzde 25 civarında personeli bulunmaktadır. Ve nihai kararlar bu müdürler tarafından verilmektedir. Fakat müdür sınıfı kadrolarının dolu olması sebebiyle aşağıda, yüzde 85’ini bu cemaatin oluşturduğu, komiser yardımcısından emniyet amirine kadar olan rütbelerde bir yığılma meydana gelecektir. Bunu aşmak için de bir an önce askeriyedeki gibi kadrosuzluk nedeniyle emekliliğin gündeme gelmesi gerekmektedir. Bu kanun çıkartılırsa üst kademelerdeki emniyet müdürleri emekli edilerek yerine alttan gelen bu elemanların geçmesi hedeflenmektedir. APK (Araştırma Planlama Koordinasyon) Daire Başkanlığı ve Personel Daire Başkanlığı olarak burada bulunan Hoca Efendi cemaati elemanları tüm gayretlerini bu tasarıya vermektedir’. Polis Akademisi ve Polis Kolejine giriş de, cemaatin kontrolü altında. Ancak Rapora göre, son 4-5 yıldır bir sıkıntı yaşanıyor. Bu okullara çoğunlukla şehit çocukları alınıyor. Fethullahçılar, kendilerine fazla çekemedikleri bu çocukların akademiye girişini önlemek için yönetmeliği değiştirmeye çalışıyorlar. Akademiye değil, polis okullarına alınsın, diyorlar’.


Ceza verilen irticacılar önemli merkezlere getiriliyor

Fethullahçılar, öbür birimlerden kendi elemanlarına ait olumsuz bir yazı geldiğinde, bu tür işlemleri yumuşatarak, ‘elemanlara ve hizmete zarar gelmeyecek bir hale getirip’ işleme koyuyorlar. 1996-1997 yılında Polis Akademisi’nde irticai faaliyette bulundukları için isimleri Genel Müdürlüğe iletilen 9 kişinin tayinleri, gene önemli merkezlere yapıldı. Raporda, buna örnek olarak şu isimler veriliyor: ‘R.Y. Başkomiser Eğitim Daire Başkanlığı, Y.A. Komiser TEM Daire Başkanlığı, M.A. Komiser Personel Daire Başkanlığı, E.D. Komiser Personel Daire Başkanlığı (Komiser M.A. şimdi Şark Atama Büro Amiri olarak görev yapmaktadır.)  Emniyet içindeki cemaat mensuplarının ana faaliyetlerinden biri de, önemli birimlerden gelecek personel talebini, o sırada pasif görevlerde bulunan elemanlarıyla karşılamak. Buna örnek olarak, 1996 yılında Elazığ Polis Okulu’na yapılan atamalar gösteriliyor. Raporda, atamalardan pek çok örnek veriliyor. Cemaat elemanlarının adları sayılıyor.

Cemaate adam kazandırma

1997 yılına kadar polis okullarındaki kura çekimine yalnızca Personel Daire Başkanlığı’nda görevli personel gönderilirken, bu yıldan başlayarak, Hoca’nın elemanları gönderiliyor. Bu kişiler, kura çekiminde kendi elemanlarına yardımcı oluyorlar. Ayrıca okullardaki gelişmeler hakkında bilgi topluyorlar. Rapor, Fethullahçıların, örgütü genişletme açısından da bu durumdan yararlandıklarını saptıyor. ‘Ayrıca tüm teşkilat bünyesinde peşine düştükleri, yani zeki ve kabiliyetli görüp kendilerine eleman yapabilmek için ilgilendikleri personele, istediği yere tayin ve istediği branşta çalışma gibi menfaatler gösterilerek, bu tür elemanların kendilerine katılmaları sağlanmakta, kendi işlerine mani olan personeli de tayin ettirerek kendi elemanlarına serbest çalışma alanı oluşturulmaktadır’. Raporda, Emniyet teşkilatında iyi bir yere gelebilmek ve istediği alanda çalışabilmek için, çok sayıda personelin ‘Hoca Efendi cemaatine’ katılmaya zorlandığı ifade ediliyor.

Aleviler ve solcular fişleniyor

Genel nakil ve Doğu ve Güneydoğu’ya gönderilecek personelin planlanmasından ve atamalardan yaklaşık iki ay önce, ‘tüm teşkilattaki elemanlara, birimlerdeki problemli ve engel teşkil eden’ isimler soruluyor. Bu araştırma; Aleviler, solcular ve başka cemaatler esas alınarak yapılıyor. İsimlerin saptanmasından sonraki aşama raporda şöyle anlatılıyor: ‘Bu toplanan isimlerde öncelikle gönderilmesi gerekenler tespit edilip bunların tayini ile dışarıda kalan, önemsiz birimlerde çalışan veya Akademi’den mezun olacak Komiser Yardımcısı elemanlarına yer açılıyor. Kendilerinden olmayan personelin birimleri ipka teklifinde bulunsa dahi ipkalarını işleme koymayıp sorulduğunda, ‘sehven yazılmamış veyahut daire başkanı kabul etmedi’ gibi mazeretlerle iş geçiştiriliyor’.  Bu formülün tam olarak uygulandığı 1997 ve 1998 yıllarında, Genel Müdürlük Daire Başkanlıkları, Polis Akademisi ve Polis Koleji’ndeki örgütlenme tamamlanıyor. Rapor’a göre, Emniyet içindeki Fethullahçı örgütlenme, son iki yıl içinde doruğa ulaştı. Cemaat, bu durumu korumak için, kendilerine karşı çıkan amirler hakkında, kendine bağlı yayın organlarında üretilmiş ‘haberler’ yazdırarak, bu kişileri yıpratmaya çalışıyor.

Emniyet çapında istihbarat ağı

Raporda cemaatin, Emniyet Teşkilatı içindeki her gelişmeden anında haberdar olduğu örneklerle anlatılıyor. ‘Bu cemaat, Emniyet Genel Müdür Yardımcıları, Genel Müdür Özel Kalem başta olmak üzere birçok yere eleman yerleştirmişlerdir. Bu yazının İçişleri Bakanlığı’nda herhangi bir birime gönderilmesi halinde, aynı dakikada haberleri olacak ve yeni stratejiler tayin edeceklerdir’. ‘Emniyet Teşkilatı ve Başbakanlık bünyesinde oluşturulan Sivil Çalışma Grubu’na gelen tüm ihbarlardan haberleri olduğundan, buraya gelen ihbarları asılsız yapabilmek için, illerde irtica ile alâkası olmayan, içki içen ve gayri meşru ilişkileri olan personelin, irticai faaliyetlerde bulunuyorlar diyerek ihbar edilmeleri istenmiştir. Böylece bu grupları yanlış yönlendirmektedirler. ‘Son olarak Sivil Çalışma Grubu’ndan gelen 40 civarında irticai faaliyette bulunan emniyet mensubunun yazısı, işlemler şubesinde soruşturma bürosuna geldi. Tabi yine burada görevli Hoca Efendi talebesi büro amiri Komiser D.O. var. Bu liste aynı gün fotokopi ile çoğaltılarak sivil birimlerine gönderildi. İçlerinde elemanları olanlar uyarılarak taktik geliştirmeye başladılar’.

28 Şubat’tan sonra alınan önlemler

28 Şubat kararlarından sonra özellikle parola sistemini değiştiren cemaat, şu önlemler başvurdu:

1. Evlerde bulunan Risale-i Nur Külliyatları kaldırılacak. Herkes, bu eserleri sivil olan akrabalarının yanına götürecek.
2. Evlerden Hoca Efendi’nin kaleme almış olduğu eserler kaldırılacak. Kuran-ı Kerim’den başka hiçbir dini kitap kalmayacak.
3. Evlerin giriş kısmına, hatta dış kapı açıldığında görülebilecek yerlere Atatürk’ün fotoğrafları asılacak. Odalarda 10. Yıl Nutku ve İstiklal Marşı duvarlara asılacak.
4. Evlerde görünür kısımlarda, Nutuk gibi kitaplar bulundurulacak.
5. İşyerine giderken Sabah, Milliyet, Cumhuriyet gibi gazeteler alınıp götürülecek ve işyerinde herkesin görebileceği yerlere bu gazeteler konulacak.
6. Zaman gazetesi, Sızıntı ve Aksiyon gibi dergilere başka isimler altında abone olunacak. Dergi ve gazete ücretleri yatırılacak. Fakat genellikle ev adresi verilmeyecek. Bu yayınlar evde bulunmayacak. 7. Telefonlar MİT tarafından dinlendiğinden telefonlarda kesinlikle dini konuşmalar yapılmayacak. Selam verilmeyecek. Hatta hayırlı sabahlar bile denilmeyecek. İyi günler, günaydın türü konuşmalar yapılacak.
8. Telefonda hizmetler hakkında konuşma yapılmayacak. Hiçbir elemanın ismi zikredilmeyecek. Adres verilmeyecek. Sohbet yapılacak evler hakkında konuşulmayacak.
9. Eğer herhangi bir yerde buluşma olacak ise telefonlarda kodlu konuşulacak. Mesela: ‘Bu akşam maçı nerede seyrediyoruz?’. ‘Bu akşam bizde okey oynayalım mı? Gelirken şu isimleri de çağır’ gibi.
10. Cuma namazına 3 hafta üst üste gidilmeyebilir. Bu nedenle birimlerde bulunan elemanlar 3 gruba ayrılacak. Her hafta bir grup gizlice Cuma namazına gidecek. Diğer kalan iki grup birimlerinde kalacak. Birim amirlerinin gözleri önünde bulunarak dikkat çekilmeyecek. Hatta mümkünse Cuma namazı vaktinde Polis Evi’nde birim amirleri de davet edilerek yemekler tertip edilecek. Kurum içinde bulunan halı sahalarda yine birim amirleriyle maç yapılacak.
11. Kesinlikle hiçbir vakit namazı işyerinde kılınmayacak. Cem edilecek. Yatsı namazında evde topluca kılınacak.
12. Çöp kutularından boş bira kutuları ve içki şişeleri toplanacak. Evdeki çöpler dışarı konduğunda, bu şişe ve kutulardan birkaç tanesi çöpün görünen kısımlarına konacak.
13. İşyerinde kendi cemaatimizden başka bir grubun ya da cemaatin elemanlarının başı derde girdiğinde, kesinlikle yardım edilmeyecek. Hatta görmemezlikten gelinecek.
14. İşyerinde lehimizde ve aleyhimizde cereyan edilecek tüm konular, anında bağlı olunan imama bildirilecek.
15. Önceden hanımlarının başları açık olup, sonradan kapananlar, eşlerinin başlarını açacak. Eşinin başını açan her eleman, eşiyle beraber birim amirlerinin görebileceği yerlere gidecek. Meselâ; polis evine yemeğe veya bayramda bayramlaşmaya.
16. Önceden hanımlarının başları kapalı olsa dahi, önemli yerlerde çalışanlar mutlaka eşlerinin başını açacak.
17. Akademi, kolej ve polis okulu öğrencileri hafta sonunda dershanelere gönderilmeyecek (Dershane, Hoca Efendi cemaatinin dini evleri). Tüm öğrencilerle pastane ve lokal gibi yerlerde buluşulacak.
18. Tüm akademi, kolej ve polis okulu öğrencileri, mutlaka bilgisayar kursuna gidecek.
19. Kurban bayramlarında hiçbir eleman kurban kesmeyecek. Deri toplama işine girmeyecek. Fakat tam bir kurban parası imama verilecek ve bu para hizmete aktarılacak. Hizmetten bu elemanlara sadece bir but gönderilecek. Böylece deri toplama işi olmayacak. Herkes kurban kesmiş olacak. Çevreye de kurban kesmedik, denecek.
20. İşyerinde ve çevrede laiklik ve Atatürkçülüğü öven konuşmalara iştirak edilecek. Dini öven konuşmaların olduğu gruplardan uzak durulacak.
21. Son alınan duyumlarda MİT, EGM’de çalışan tüm amir sınıfı personelin adreslerini tespit etmiş ve bu amirlerin evlerine giderek bir adres sorma bahanesi ile kapılar çalınıp, hanımlarının kapalı olup olmadığını tespit etmektedir. Bu nedenle evlerde kadınlar başı açık duracak ve kapı çalındığında başlar açık olarak kapılar açılacaktır.”


Resmi rapor yoktu ama soruşturma açıldı

Aydınlık dergisinin yayımladığı habere dayanak teşkil eden resmi bir rapor aslında hiç olmamıştı. Teşkilat içinden birisi, ya da bir iddiaya göre MİT, Aydınlık dergisine bir rapor varmış gibi gönderdiği ihbar mektubunun aynısını Teftiş Kurulu Başkanlığı’na da göndermişti. Ünal Erkan zamanında yapılan ve sonuç alınamayan 1991 ve 1992’deki soruşturmalardan 8 yıl sonra bir kez daha geniş ve kapsamlı bir soruşturma başlatılmıştı. Ama başlatılan soruşturmanın ne kapsamlı ne geniş ne de doğru sonuçlar içermediği, bizzat soruşturmayı yürütenlerin hukuksuzluğuyla anlaşılacaktı. İşin kötüsü haberde dile getirilen ve doğru olduğu düşünülen örgütlenme iddialarının birçoğu da araştırma konusu yapılamadı. Örgütlenme tespit edilmiş ancak örgüttekiler bulunamamıştı.

Aydınlık’ın haberindeki iddiaları ihbar kabul ederek araştırılmasını isteyen ilk görevlendirme yazısı EGM İstihbarat Dairesi Başkanı Sabri Uzun tarafından Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne gönderildi. Ertesi gün olan 5 Şubat 1999’da da Teftiş Kurulu Başkanlığı’ndan da aynı taleple ikinci bir görevlendirme yazısı yine Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne gönderildi. İstihbarat Dairesi Başkanlığı’ndan 10 Şubat 1999’da gönderilen ayrı bir görevlendirme yazısında da “Fethullahçılar Listesi” gönderilerek Emniyet’teki örgütlenmesinin ortaya çıkarılması için soruşturma yürütülmesi istendi. Dönemin Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral, Emniyet Müdür Yardımcısı Osman Ak ve İstihbarat Şube Müdürü Ersan Dalman ile yardımcısı Zafer Aktaş birkaç ay sonra soruşturmayı açtı. Neden bu kadar bekledikleri de, ayrıntıların ilerleyen bölümlerde işleyeceğimiz yargılanmalarına neden olacak Telekulak Skandalıyla ortaya çıkacaktı.


28 Şubat’ın yanında saf tutması yetmedi

Hükümet gitmeli” diyerek destek vermesine karşın 28 Şubat sürecinin tokadını yiyenler arasında Fethulah Gülen’in de kendine ayrılan yeri alması uzun sürmemişti. İDB’nin olumlu görüş bildiren bir kitapçık ve bültenine rağmen, Gülen’in, devlet bürokrasisinde en çok örgütlü olduğu yerlerden biri olan Emniyet tarafından bir kez daha takip altına alınıyordu. Saral, EGM’ye Gülen cemaatinin örgütlenmesine ilişkin tespitler içeren bir yazı gönderdi. İDB’deki meslektaşları tarafından hazırlanan ve “Gülen’i akladığı” yorumu yapılan kitapçık ve bültene de, “İDB yayınları muhtevasından da anlaşılacağı üzere Fethullah Gülen grubunun irticai faaliyetlerde bulunduğuna ve mevcut anayasal düzeni yıkarak yerine dini esaslara dayalı bir rejim kuracağına ve Atatürk ilke ve inkılâplarına karşı çıktığına dair herhangi bir tespit ve gözleme yer verilmemektedir” eleştirisi yönelttiği 18 Şubat 1999 tarihli yazısında Saral şöyle diyordu:

“Hal böyleyken ilgi (a.b.c.) ve Teftiş Kurulu Daire Başkanlığı’nın İlimize intikal eden yazılarında henüz yeni fark edilmiş bir örgütlenmeden söz edilmekte buna karşın müdürlüğümüzden lokâl anlamda çok yönlü araştırma istenmektedir.

Son yayınlarla inceleme ve soruşturmaya neden olduğu anlaşılan bu örgütlenmenin veya tarikatın oluşumunun nasıl olduğu, kimler tarafından yürütüldüğü, teşkilatımıza sızmaların nasıl gerçekleştirildiği hususları hakkında geniş çaplı araştırma için ek bilgilere ihtiyaç duyulmaktadır.

Yayınlanan raporlardan ve F. Gülen’le ilgili yazılan kitaplardan ilk anda elde edilen değerlendirmeler ve teyide muhtaç diğer kaynaklardan derlenen bilgiler ışığında ilk elde edilen kanaat bu grubun örgütlenme tarzının, yatay ve dikey şekilde olduğu ve yapılanmanın genelde açık ancak ‘hedefin’ gizlilik taşıdığı anlaşılmaktadır. 

Buna göre, söz konusu örgütlenmenin:  
-İdeolojik ve felsefi yapısı  
-Örgütlenme modeli  
-Taktik ve stratejisi  
-Finans kaynakları  
-Hedefin netleştirilmesi 

Hususlarındaki bilgilerin derlenmesi çalışmaları ile işe başlamanın lüzumlu olduğu kıymetlendirilmektedir. 

Ayrıca; 

1- Fethullah Gülen’in secereye bağlı geçmişi, hangi medrese ve hangi tanınmış din âlimlerinden ders aldığı, bu kişilerin bilgi derinliğinin ne olduğu ne kadar sürelerle eğitim gördüğü, almış olduğu dini eğitimin irşat edici özellik taşıyıp taşımadığı, 

2- Fethullah Gülen’in güdümündeki okullardan mezun olan kişilerin Cumhuriyet ve rejim ile Atatürk ilke ve inkılâpları hakkındaki düşüncelerinin samimi boyutlarının ne olduğu, 

3- Fethullah Gülen’in yurtdışında açmış olduğu okullar üzerinden Milli Eğitim Bakanlığı’nın hangi ölçüde etkinliği olduğu ve bu okullarda nasıl bir eğitim verildiği yurt dışında bu okulların açılmasındaki gayenin ne olduğu, 

4- 1986 yılında yakalanan F. Gülen’in yakalanıncaya kadar (6) yıl kimler tarafından korunduğu, teşkilat mensuplarımızın bu olayla bağlantısının olup olmadığı, 

5- Akyazılılar Vakfı ile başlayan F. Gülen faaliyetleri günümüzde hangi şirket, vakıf ya da başka hangi yelpazede sürdürüldüğü, 

6- Ülkemizde açtığı birçok kolej, dernek ve üniversitelerin yurt çapındaki faaliyetlerinin ne olduğu, hangi kaynaklardan finanse edildiği, teşkilatımızın temel eğitim kurumu olan polis koleji ve polis okulları ile ilgili irtibatları konusunda ne tür bilgilerin mevcut olduğu, 

7- Basım Yayın ve İletişim faaliyetinin mahiyetinin ne olduğu, zikredilenlerin haricinde toplumun değişik kaynaklarına hitap eden legal, illegal yayın organının olup olmadığı, 

8- Fethullah Gülen’in açık çizgisinin arkasında nasıl bir amaç taşıdığı, radikal kesimlerin içerisinde ne tür misyon üstlendiği, toplumun değişik kesimleri ile diyalog kurmak suretiyle neyi gizlemeye çalıştığı, teşkilatımız bünyesinde yaygın faaliyetine varsa oluşacak gücü ileride nasıl değerlendirmeyi düşündüğü,

9- Ülkemizde en geniş tabana hitap ettiği iddia edilen bu grubun siyasal yelpazede bu gücünü nasıl kullandığı ve ne tür yönlendirmeler yaptığı, Hususlarında yeterli bilgilerin toplanmasının gerekli olduğu değerlendirilmektedir. Bütün bu bilgilerin derlenmesinde öncelikle açık kaynaklar ciddi şekilde irdelenmeli, söz konusu kişi ve hareket hakkında bilgiler analiz edilmeli; kendi söylemlerinden yola çıkılarak önce kişinin tanımlanması daha sonra ‘hareketi veya tarikatı’ netleştirilerek gerçek hedefinin ne olduğu aydınlığa kavuşturulmalıdır noktasından hareketle ilimizce gerekli çalışma ve incelemeler başlatılmış olup konu hakkında mezkûr örgütlenmenin ülke genelinde yapısını deşifre edecek çalışmaların İDB meyanında tüm iller kapsamında oluşturulacak ‘Planlı İstihbarat Operasyonu’ kapsamında ele alınmasının yerinde olacağı hususunda, bilgi ve gereğini arz ederim.” 

Saral’ın, bu yazışmalarına bakıldığında Gülen cemaatine yönelik çalışma yapıyor gibi göründüğü düşünülse de aslında “ipe un seriyordu”. 

İhbarlar üzerine emniyette örgütlü cemaatle ilgili soruşturmayı başlatan İDB, Ankara Emniyet Müdürlüğü’nden tahkikat yaparak bilgi vermesini istemişti. Saral’in yazılarında ise çalışma yapılıp bilgi göndermek yerine, çalışmanın nasıl yapılması gerektiğinin metodu anlatılıyordu. Teamüllere göre İDB, illerden gelecek bilgiler arasında, birbirleriyle örgütsel bağlılık görürse, o illeri veya ülke genelini kapsayan operasyonlar başlatırdı. Yani önce illerden bilgiler gelmeli ve bu bilgilerden yola çıkılarak da İDB, Emniyet Genel Müdürü’nden operasyon onayı almalıydı. Ankara Emniyet Müdürü Saral ise bir anlamda, “Ben İstihbarat Daire Başkanlığı’na ön bilgi vermeden, hiçbir gerekçesi olmadan, Emniyet Genel Müdür’ünden ülke genelinde operasyon onayı almak istiyorum” diyordu. Zaten bu tavır da Gülen cemaatinin günümüzdeki örgütlenmesinin önünü kesecek bir çalışmanın, savsaklandığı için bir yere ulaşmasını da engellemiş olacaktı.


Işık Evi’ndeki askeri öğrenciler

Bu arada TSK’nin çeşitli aralıklarla ordu içine sızmaya çalışmakla suçladığı Fethulah Gülen ve cemaat kadrolarının ortalıkta görünmemeye dikkat ettiği bu süreçte, 13 Mart 1999 günü Ankara DGM Başsavcılığı’nın yürüttüğü bir inceleme dosyası kapsamında İzmir’de iki ayrı Işık Evi’ne düzenlenen baskında 4 askeri okul öğrencisi de gözaltına alındı. Polis ve askerlerin Yenişehir semtindeki iki ayrı eve ortaklaşa düzenlediği operasyonda ayrıca bir din dersi öğretmeni ile çeşitli üniversitelerde öğrenim gören öğrenciler de gözaltına alınmıştı. Evlerde yapılan aramada, Fethullah Gülen ve Said-i Nursi’ye ait kitap, teyp ve videokasetleri ele geçirilirken, laikliğe aykırı faaliyetlerde bulunmakla suçlanarak savcılığa sevk edilen 7 kişi tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Sivil savcılığın haklarında takipsizlik kararı verdiği Maltepe Askeri Lisesi öğrencileri okuldan atılacaktı. Işık Evi müdavimi askeri okul öğrencilerinin verdikleri ifadeler askeri hiddetlendirirken Gülen’i de iyice köşeye sıkıştırmıştı. Bu öğrencilerin verdiği ifadeler daha sonra Ankara DGM Başsavcılığı’nın Fethullah Gülen’le ilgili açtığı dava dosyasında da yer aldı. İddianamede “Maltepe Askeri Lisesine Sızma Çalışmaları” başlığı altında, “…Bu olay Fethullah Gülen grubunun Askeri okullara sızma faaliyetlerinin en çarpıcı örneklerinden biridir. Askeri lise öğrencilerini Işık Evlerine çekerek beyinlerini yıkayabilmek için illegal bir şekilde disiplinli bir çalışma yapmışlardır. Bu bir örgüt çalışmasıdır. Bu öğrencilere maddi imkânlar da sağlayarak kendilerine bağlamışlardır61 yorumuyla yer verilen ifadeler şöyleydi:

61 Fethullah Gülen kendisi ABD’deyken Ankara 2 Nolu DGM’de tutuksuz yargılandığı davada avukatları aracılığıyla yazılı yaptığı savunmada TSK’ye sızma iddialarına ilişkin şunları söylüyordu: “Bu iddialar tamamen geçersiz ve dayanaksız olduğu gibi, bunlar bizzat mahkemelerce tekzip edilmiştir. Kaldı ki bu iddialar, diğerleri gibi çelişkilidir. Mesela subay ve astsubay çocuklarının güya bana ait okullara kaydedildiği, askeri öğrencilerle türban takmayan kızların evlenmeye teşvik edildiği ileri sürülmektedir. İddia edildiği gibi, bazı subay ve astsubay çocukların çocukları bana ait olduğu ileri sürülen okullara kaydediliyorsa, bunlar kimlerdir? Böyle bir iddia, bir takım subay ve astsubayları zan altında bırakmaz mı? Ayrıca, böyle bir kayıt için subay ve astsubaylara baskı yapılmakta, tehdit mi uygulanmaktadır? Acaba askeri öğrenciler, yani subaylar, henüz öğrenci iken evlenmekte midir? Bu iddialar konusunda gösterilebilecek müşahhas (somut) tek bir örnek var mıdır?


“Maltepe Askeri Lisesi öğrencisi Mustafa Soysal ifadesinde; Askeri Liseye girmemi o zaman kim olduğunu bilmediğim Ömer isimli bir ağabeyim tavsiye etti, bu şahıs derslerinde başarılı olan öğrenciler ile konuşuyordu, okulda bulunan Tuğrul ve Serkan isimli öğrencilere Ömer isimli bu şahıs ders veriyordu ve yemek yediriyordu. Bu şahsın evine gidiyorduk, bu evde bizlere çok iyi muamele ediliyor ve yemek veriliyordu. Bu eve tekrar tekrar gittik, bu eve giden öğrenci sayısı 6 kişi idi, daha sonra bu öğrencilerden İhsan isimli öğrenci başka bir şeyhe takıldı. Bedeni durumu iyi olmayan Said isimli öğrenci ile Ömer ilişkisini kesti. Sınavlara giren Veysel isimli öğrencinin apandisiti patladı. Yemen isimli öğrenci Kuleli Askeri Lisesi imtihanlarını kazandı. Ben Murat Yanık ile birlikte Maltepe Askeri Lisesi’ni kazandım. Okula başlamadan evvel bize dini konulardan ve Orta Asya’da açılan okullardan bahsettiler. Maltepe Askeri Lisesi’ne girdikten sonra bize ‘Sahabi mertebesine ulaştığımızı, kurallara uymadığımız takdirde Allah tarafından cezalandırılacağımızı’ söylediler. Maltepe Askeri Lisesi imtihanlarına girmeden evvel, imtihanlar için Sultanbeyli’de yeni açılmış bulunan isimsiz bir dershaneye gittik, ayrıca devam etmekte olduğumuz evde de bizlere ders verildi, bu arada Fethullah Gülen ile ilgili videokasetleri izlettirildi ve teyp kasetleri dinlettirildi. Maltepe Askeri Lisesi imtihanları için bizlere form doldurttular. Ömer isimli şahıs bizleri Sultanbeyli’de bulunan belediye arazisinde koşturuyordu, ayrıca daha önceki yıllarda Maltepe Askeri Lisesi imtihanlarında sorulan soruları ezberlettiler, mülakatta neler yapacağımızı anlattılar. Bilahare Murat Yanık ile birlikte Maltepe Askeri Lisesi’nin imtihanlarını kazanıp İzmir’e geldik.

İzmir’e gelmeden evvel Ömer bizlere birer saat hediye etti. İzmir’de hazırlık sınıfı boyunca 15 günde bir Ömer İzmir’e geldi. Bir evde buluştuk. Bu buluşmalar periyodik olarak yarıyıl sonuna kadar devam etti. Birinci sınıfı geçtikten sonra yaz tatilinde Ömer bizi İstanbul Bağlarbaşı’nda bir eve götürdü. Orada Alpay ve Hasan Kemertaş ile tanıştırdı. Alpay’ın verdiği randevu ile daha sonra İzmir Amerikan Kız Lisesi önünde buluşma yaptık. Abdullah isimli öğrenci de bu buluşmaya geldi. Alpay bizi Zeytinlik Mahallesi 1133’ncü sokak, Sakaryalılar Apartmanı Daire: 4 adresinde bulunan eve getirdi, bu eve gelmeden evvel Alpay’ın talimatı ile bir sokak geride bulunan zücaciye dükkânında elbiselerimizi değiştirip sivil giyindik. Buluşma yaptığımız evde bize yemek verildi. İhtiyacımız olup olmadığı soruldu. 15 günde bir bu evde buluştuk... Bu eve gelmeden evvel elbise değiştirmek için de zücaciye dükkânını 6-7 defa kullandık. Daha sonra deşifre olmamak için zücaciye dükkânını bırakıp Alpay’ın tarifi ile sırası ile Alsancak Bölgesinde bulunan Baran Lokantasını, daha sonra Yenişehir Gaziler Caddesi üzerinde bulunan Baran Lokantasını ve nihayet Zeytinlik Mahallesi 1140’ıncı sokakta bulunan Engin Ticaret’i kullandık ve buralarda resmi elbisemizi bırakarak sivil giyindik.  Ben bu faaliyetlere okula girerken bana yapılan yardımlar ve yakınlık dolayısıyla katıldım. Daha sonra bu faaliyetlerden çekilmek istedim. Ancak beni ve arkadaşlarımı çeşitli şekillerde tehdit ederek çekilmemizi önlediler ayrıca bu faaliyetleri başkalarına anlatmamızı engellediler. Bundan başka üçüncü sınıfta babamı kaybettim ve maddi sıkıntıya düştüm, bu şahıslar bana maddi imkânlar sağladılar bu nedenle bu şahıslara bağlandım. Bu cemaat mensupları hiç çekinmeden Atatürk’ü kötülediler. Kızların şeytan olduklarını, onlardan uzak durmamız gerektiğini söylediler.”


Cevdet Saral, 1997 yılında dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz tarafından göreve getirilmişti. Saral, il emniyet müdürü olduktan sonra kendisi gibi Trabzon Oflu olan Osman Ak’ı da, Artvin’den getirtti. Henüz İDB’den ilişiği kesilmemiş olan Ak’ın Ankara’ya gelebilmesinde, tayin kararını iptal eden Sabri Uzun’un da katkısı olmuştu. Uzun’un da katkısıyla, üçüncü sınıf emniyet müdürü olan Osman Ak, sadece 2. sınıf emniyet müdürlerinin atanabildiği İstihbarattan Sorumlu Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı Vekilliğine İç İşleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun oluruyla getirilmişti. Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün 9. katında İstihbarat Şubesi’nin telefon dinlemesi yapan teknik takip birimi bulunuyordu. Saral ve Ak ikilisinin göreve başlamasından bir kaç ay sonra 1998 yılı Mart ayında yine İstihbarat Şubesinin kullandığı 8. katta, mevzuatta yeri olmamasına karşın telefon izleme ve dinleme yapacak “Değerlendirme Bürosu” adı verilen bir birim daha kuruldu. İl İstihbarat Şube Müdürlüklerinde kurulacak dinleme merkezlerinin kuruluşu, mevzuata göre İDB’nin onayı ile yapılacaktı, keyfilik olmayacaktı. Ancak Cevdet Saral, Başbakanlıktan sağladığı ödenekle, İDB’nin bilgisi ve onayı olmadan, Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün 8. Katında gizli bir başka dinleme odası kurdurmuştu. Bu illegal birimde görev alacak kişiler de bizzat Ak tarafından İstihbarat Şubesi’nin içinden seçildi. Ankara Emniyetini gölge müdür gibi yöneten Osman Ak’ın mesaisinin büyük bölümünü, Cevdet Saral’ı bir an önce İstanbul Emniyet Müdürü yapabilmek ve onunla birlikte emniyet müdürlüğünün taçlandığı il olan İstanbul’a ikinci adam olarak gidebilmek için ayırdığı o dönem Emniyet kulislerinin ilk sıradaki dedikodusuydu. Osman Ak’ın bu hayalini gerçekleştirmesinde İstanbul polisinde görevli yardımcı olanlardan biri de Narkotik Şube Müdürü Ferruh Tankuş’tu.

Poliste Ankara-İstanbul çekişmesi

Bu yüzden İstanbul-Ankara polisi arasında zaten hiç eksik olmayan rekabet ve çekişme iyice alevlenmişti. Ortaya çıkan çekişmenin bir tarafında Cevdet Saral ve Osman Ak’ın temsil edip Tankuş’un da destek verdiği Ankara ekibi, diğer tarafta ise Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican ile İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir ve yardımcılarının yer aldığı grup vardı. Bu çekişme, Özdemir’in İstanbul Narkotik Şube Müdürü Ferruh Tankuş’u görevinden almasından sonra iyice belirginleşmişti. Tankuş, Osman Ak’la aynı devreden ve yakın arkadaştı. İstanbul Emniyet Müdürü Özdemir, Ankara ekibiyle birlikte hareket ettiğini öğrendiği Tankuş’u 1998 Aralık ayında görevinden alarak Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü’ne atadı. Bu gelişmelerde Saral’ın İstanbul Emniyet Müdürü olma arzusunun da fazlasıyla payı vardı. Zaten hazırlanan Fethullahçı polisler listelerinde EGM Necati Bilican, İstanbul KOM Şube Müdürü Adil Serdar Saçan ve İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir ile bu isimlere yakın görevlerde bulunan çok sayıda polis ve amirin de cemaatçi olmakla suçlandığı, raporların basına sızdırılmasıyla öğrenilecekti.

Emniyeti sarsan polis

Ferruh Tankuş
Görev yerinin değiştirilmesiyle köprüleri atan Ferruh Tankuş, 16 Aralık 1998 günü yeni makamında ağırladığı gazetecilere zehir zemberek açıklamalar yaptı. Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir ve yardımcılarının tayininin çıkması için 4 milyon dolar rüşvet aldığını iddia ediyordu. İstanbul’da, Narkotik Şube Müdürü olarak başarılı operasyonlara imza atan Tankuş, bu görevinden alınması için rüşveti verenlerin de uyuşturucu kaçakçıları olduğunu söylüyordu. Televizyon kanallarının flaş haber olarak verdiği bu gelişme ertesi gün de tüm gazetelerin manşetindeydi. Tankuş vakit geçirmeden görevinden alındı, hakkında soruşturma açıldı.




Erol Çakır
İstanbul Valisi Erol Çakır, iddiaların doğru olmadığını belirterek Tankuş’un Elazığ’da görev yaptığı dönemde çetelerle ilişkisi tespit edildiği için görevinden alındığı söylüyordu. Ancak Çakır, bu gerekçeyle görevinden alınan bir emniyet müdürünün yine müdür olarak hem de Beyoğlu ilçesine atanmasının garipliğiyle ilgili soruları yanıtsız bırakıyordu. Benzer bir açıklama Emniyet Genel Müdür Necati Bilican’dan da gelince Tankuş ilk açıklamalarının ertesi günü bu kez de iddialarının odağına Bilican’ı oturttu. Emniyet Genel Müdürünün oğlu Murat Bilican’ın uluslararası uyuşturucu kaçakçısı Hacı Muhittin Bektaş’ın oğlu Yılmaz Bektaş’la Bodrum’da ortak bar işlettiğini, Bektaş’ın sahte pasaportla giriş çıkışına yardımcı olunduğunu iddia etti.

Tankuş’un gevezeliği hepsini yaktı

Bu arada meslekten ihraç edilen Ferruh Tankuş, iddialarında isimleri geçen kişiler tarafından da dava edilmişti. 4 Mart 1999 günü de İstanbul Fatih Adliyesi’nde, EGM Necati Bilican’la ilgili, “Genel Müdürümüz, kardeşi eroin kaçakçısı olan karapara aklayıcısına onur plaketi verdi” suçlamasında bulunduğu Yılmaz Katmerci’nin açtığı tazminat davasının duruşması vardı. Tankuş, adliye çıkışında kendisini bekleyen gazetecileri görünce yine konuşmaya başladı, yeni iddialar sıraladı. Oğul Bilican’ın kullandığı cep telefonunun emniyete ait olduğu gibi yüklü telefon faturalarının da teşkilatın bütçesinden ödendiğini söyledi. Tankuş’un bu dikkatsizliği başlatılacak yeni bir soruşturma sonunda Türkiye kamuoyunun uzun zaman konuşacağı Telekulak skandalı ortaya çıkacaktı. Böylece İstanbul’a gelme hayalleri kuran Saral ve Ak ikilisinin planları suya düşüp yargı önüne çıkarken, Emniyet içindeki Fethullahçı cemaat örgütlenmesi soruşturmasının da sonu hazırlanmış oluyordu. 18 Nisan 1999 seçimleri öncesinde 5 Mart 1999’da İstanbul’da yapılacak olan Seçim Güvenliği toplantısına dönemin Ankara Emniyet Müdürü Necati Bilican ile İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun da katılıyordu. Ankara’dan uçakla İstanbul’a gelirken Bilican, Uzun’a dönerek, “Bugünkü Hürriyet gazetesinde çıkan haberi benim için araştırır mısın?” dedi.  Emniyet Genel Müdürü’nün araştırılmasını istediği haber, daha önce de kendisi ve oğlu Murat Bilican’la ilgili bir takım iddialar öne süren Ferruh Tankuş’un, “Bilican’ın oğlunun kullandığı cep telefonunun faturasını bile devlet ödüyor” açıklamasıydı. “Tankuş yine bombaladı” başlığıyla verilen haberde62, “Ferruh Tankuş, ‘Artık sessiz kalmayacağım. Bilican, devlete ait cep telefonunu oğluna tahsis etti. Devlet bu telefon için geçtiğimiz yıl 2,5 milyar lira fatura ödedi” iddiasında bulunuyordu.
                                             
62 Hürriyet Gazetesi, 5 Mart 1999

Genel müdürün oğlu takip edilmiş

Uzun, Ankara’ya döner dönmez konuyu araştırmaya başladı. Emniyet Genel Müdürlüğüne kayıtlı cep telefonlarının faturası Emniyet İkmal Dairesi’nin bütçesinden ödeniyordu. İlgili birimden konuştuğu görevliye, “Cep telefonlarının faturalarını nasıl ve nerede saklıyorsunuz?” diye sordu. Görevli, emniyete kayıtlı telefonlara ait faturaların ayrıma tabi tutulmadan balyalar halinde aylık olarak depoda tutulduğu yanıtını verdi. Deponun sorumluluğunun ve anahtarlarının da sadece bir tek kişide olduğunu ve kimsenin bu faturaları göremeyeceğini de ekledi. Yapılan araştırmada Tankuş’un iddia ettiği döneme ait faturaların İkmal Dairesi’nin deposunda, balyaların içindeki diğer faturalarla birlikte durduğu ve hiç kontrol edilmediği belirlendi.

İDB yasalar çerçevesinde, GSM operatörleri şirketleriyle olduğu gibi Türk Telekom ile de koordineli olarak çalışıyordu. Diğer istihbarat kurumlarının da yaptığı gibi İDB de telekomünikasyon şirketlerinden her ay sonunda ayrıntılı fatura bilgilerini dijital ortamda bilgisayar disketleri halinde bu kurumlardan alarak kendi merkez bilgisayarındaki bilgi bankasında topluyordu. Bilican’ın oğlunun faturalarını elde etmenin diğer yolu da bu bilgi bankasından sorgulama yapmaktı. Uzun bir memura telefon numarasının istihbarat müdürlüklerinin bilgisayarlarından sorgulanıp sorgulanmadığını öğrenmesini istedi. Kısa süre sonra da Bilican’ın oğlunun kullandığı telefonun numarasının Ankara İstihbarat Şube Müdürlüğü’nün bilgisayarlarıyla sorgulandığı ortaya çıktı. Sorgulamanın yapılabilmesi için bu birimde çalışan her polisin ayrı bir şifresi vardı ve şifreleri kimin kullandığı da İstihbarat Dairesi Başkanlığı sistemlerinde kayıtlıydı. Yasadışı telefon takibi yapılmasını önlemek için konulmuş bir kuraldı bu.

Yapılan incelemede Ankara İstihbarat Şubesinden 6 polisin şifreleriyle sorgulamanın yapıldığı belirlenince Uzun, 8 Mart 1999’da bir yazı yazarak Emniyet Genel Müdürü Bilican’dan, kimlikleri öğrenilen 6 polisin İDB kadrosuna geçirilerek soruşturma açılmasını istiyordu. Çünkü bu polislere ait şifreleri Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı Osman Ak, İstihbarat Şube Müdürü Ersan Dalman ve yardımcısı Zafer Aktaş’ın kullandığı belirlenmişti. Uzun, şifreleri kendilerinden habersiz kullanılan bu polisleri amirlerinin baskısından kurtularak soruşturmanın doğru yürütülebilmesini istiyordu. Bilican hemen onay verdi. Ancak Ankara Emniyet Müdürlüğü bu tayine, 1 Mayıs öncesinde çıkabilecek olaylarla ilgili araştırma yapıldığı bahanesiyle izin vermedi.


Cemaat soruşturması can simidi oldu

Ak ve ekibi deşifre olduklarını anlamış, açılacağından emin oldukları soruşturmayla da, asıl gizlemek istedikleri telekulak olayının ortaya çıkacağını anlamışlardı. Aydınlık dergisinde 10 Ocak 1999’da yayımlanan bir haberde Emniyet içinde Fethullahçı örgütlenme iddiaları dile getirilmişti. Bu haberleri ihbar kabul ederek 4 Şubat 1999’da Sabri Uzun, ertesi gün de Teftiş Kurul Başkanlığı Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne bir yazı göndererek tahkikat yürütülmesini istemişti. Hatta Sabri Uzun’un başkanlığındaki İDB’den 10 Şubat 1999’da gönderilen ayrı bir görevlendirme yazısında da “Fethullahçılar Listesi” gönderilerek Emniyet’teki örgütlenmesinin ortaya çıkarılması için soruşturma yürütülmesi istenmişti. Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral ve ekibini bu isteğin kendilerini kurtarabileceği düşüncesiyle hummalı bir çalışma başlattılar.


Bu arada Cevdet Saral’ın 18 Şubat 1999’da EGM’ye gönderdiği ve şüphelilerin telefon dinlemelerini de kapsayacak biçimde teknik izlemesi de dâhil olmak üzere “Planlı İstihbarat Operasyon” başlatılması talebini içeren yazısına 12 Mart 1999 günü yanıt İDB’den geldi. Başkan Sabri Uzun yanıt yazısında hakkında cemaatçilik suçlaması yöneltilen Emniyet mensuplarının Fethullah Gülen grubuyla bağlantıları konusundaki çalışmalara yön verme ve destek sunulacağı belirtildikten sonra Planlı İstihbarat Operasyonu talebinin reddedilerek mevcut yöntemle çalışmanın sürdürülmesinin uygun olacağını söylüyordu. Yani Uzun, mevzuata göre araştırma yaparak ortaya konulacak bulgulara göre bu isteğin yerine getirileceğini aksi durumda teamüllere aykırı davranılacağı uyarısını yapıyordu. Bundan 3 gün sonra, İDB’nin 15 Mart 1999’da Ankara Emniyeti’ne gönderdiği yazıda da onaya sunulan raporun, Gülen cemaati içinden ayrılan Eyüp Kayar63 isimli kişinin medyaya yaptığı açıklamaların dikkate alınmadan hazırlanması eleştiriliyordu.

63 Uzun yıllar Gülen cemaati içinde yer alan ve Rusya Federasyonu’ndaki cemaate ait bir okulda öğrenim görürken “başarısızlık” gerekçesiyle atılan Eyüp Kayar 7 Kasım 1998 günü Kanal 6 televizyonunda yayınlanan Ceviz Kabuğu isimli programda birçok iddiada bulundu. Özetle laiklik karşıtı Fethullah Gülen’in Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak için yasadışı bir örgütlemeye gittiği ve Atatürk’e düşman olduğunu belirten Kayar benzer iddiaları içeren bir mektubunu da Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından Hikmet Çetinkaya’ya göndermişti. Çetinkaya’nın, gazetenin Politika Günlüğü isimli köşesinde 9 Nisan 1997’de yayımlanan iddialar nedeniyle Gülen’in avukatları Üsküdar 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nden, iddiaların gerçek dışı, haysiyet ve şeref kırıcı olduğu gerekçesiyle 13 Mayıs 1997’de tekzip kararı almıştı.

Ankara Emniyeti çalışıyor!

EGM Necati Bilican’ın oğlunun telefonlarının Saral ekibi tarafından yasadışı biçimde sorgulandığını ortaya çıkaracak bir soruşturma başlatıldığını öğrenir öğrenmez, Emniyetteki Fethullahçı örgütlenmeye ilişkin tahkikatla ilgili 1 ay boyunca hiç sesi çıkmayan Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral 18 Mart 1999’da ilgili birimler olan Teftiş Kurulu Başkanlığı ile İDB’ye bir yazı göndermişti. Fethullah Gülen ve cemaatinin rejim karşıtı olduklarına yönelik ağır tespitleri de içeren İdeolojik Değerlendirme Raporu’nun da eklendiği, “Fethullah Gülen ve Işık Tarikatı” konulu B.05.1.EGM. 4.06.00.06 sayılı yazıda şöyle deniliyordu:

“Değerlendirme raporunun incelenmesinden de anlaşılacağı üzere öncelikle; Fethullah Gülen hareketinin ve tarikatının örgütsel yapı taşıyıp taşımadığını, devletin mevcut anayasal nizamını yıkarak yerine şer-i esaslara dayalı bir sistem kurmayı amaçlayıp amaçlamadığını anlamak için taraftarlarını etkilemede kullandığı yöntemin ideolojik tahlilinin yapılmasına gerek duyulmuştur. 

Fethullah Gülen, alışılmış ‘Din Adamı’ profilinden uzak, din adına farklı söylemleri bulunan kimi zaman ‘Sfenks’ kadar sessiz, kimi zaman Atatürk’ü övmeye gerek duyan, kimi zaman 8 yıllık eğitime destek verecek kadar reformcu, rejim yandaşı ve aydın bir düşünür, kimi zaman da farklı dinlerin temsilcilerine dünya barışı adına çağrılar yapacak, hatta Papa ile fikir teatisinde bulunabilecek kadar da enternasyonel yanı güçlü biri olarak görüntüler vermektedir. Tarikat mensupları da baş imam Fethullah Gülen’den aldıkları fetvalar doğrultusundaki davranışları ile kendi düşüncelerinin zıttı olanlara karşı ‘hile mubahtır’ yöntemi ile tedbirler geliştirmektedir. 

Fethullah Gülen’nin yeterli bir din eğitimine ve bilgisine sahip olduğu kuşkuludur. Ama dini bütünüyle bilmeyen fakat itikatlı olduklarına inanan insanları etkileyebilecek noktayı iyi keşfetmiş, üstün bir zekâ sahibi olduğu söylemleri de gündemdedir. Âlim olmayı gerektirmeyen dini hikâyeleri ızdırap yüklü ses tonu eşliğinde, sohbetlerinde gözyaşı suyu ile kişilerin manevi alanlarına nüfuz edecek şekilde anlatan ve kişileri istediği yöne sevk etmeyi başarması birçok entelektüel kesimin kendisinden etkilenmesini sağlamıştır. 

Özellikle birlik ve beraberliğe her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğumuz ve 2000’li yıllara girmek üzere olduğumuz şu günlerde Türkiye sathını mücadele alanı olarak değerlendiren ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini yıkma, parçalama, en hafifinden Cumhuriyetin temel niteliklerini değiştirme veya kendine göre yön verme ya da devlet içinde hâkim güç olma savaşındaki bu gibi organize suç yapılanmalarını dünlerde olduğu gibi bugünlerde de etkileyip kullanmada ön planda tuttuğu hedef kitleleri başında, aktiviteleri, heyecanları ve coşkuları ile gençlerimizin gelmesi son derece düşündürücüdür. 

Gençlerimizin ülke menfaatleri ve değerleri açısından hangi noktalarda bulundukları, nihai hedeflerinin ne olduğu tam olarak belirlenmiş olanlarla kamûfle yeteneğine sahip bulunan çeşitli maskeler ve kamuoyu desteğiyle devam etmekte olan ve üzerindeki ‘giz’ perdesi tam olarak kaldırılmamış masumane görünümlü kimi organizasyonların çekim alanına girmelerine mani olabilecek ölçülerde uyarmadığımız ve yeterli bilgilere teçhiz edemediğimiz de bir başka gerçektir. Böyle olduğu içindir ki gençlerimiz halen bir takım kişi ya da legal ve masumane görünümlü gruplaşmaların etkinliğini arttırma bu kişi veya örgütlerin hedeflerindeki noktalara ulaşma ve bu yöndeki planlarını hayata geçirmeleri konusunda cazibe merkezi olmaya devam etmektedir.

Gençlerimiz üzerinde oynanan bu oyunlardan da anlaşılacağı gibi teşkilatımız bünyesinde bulunan başta Polis Koleji ve Akademisi olmak üzere, birçok eğitim kurumumuz adı geçen tarikatın ilgi alanına girmiş teşkilatlanmaları adeta bir sistematiğe bağlanmış gibi devam etmektedir. Teşkilat bazında stratejik öneme haiz Personel, Bilgi İşlem, Eğitim, KOM, Terör ve İstihbarat birimleri ile taşrada yapılanmaların olduğu yönünde emareler mevcuttur. 

Fethullah Gülen cemaatinin devlet içerisindeki yapılanması alışılmış örgütlenme modelinin dışındadır. Tarikata göre, makamlar öncelikli, kişiler ikinci plandadır. Bu nedenle kişiler makamlara tercih edilmekte ve gerekirse ya da herhangi bir nedenle güç durumda, kalındığında kişiler feda edilerek yerlerine hazır tutulan kendilerinden olan kişilerin getirilmesi için yoğun çaba sarf edilmektedir. Mümkün olması halinde mevcut bürokrat ya da siyasetçilere hoş görünmek suretiyle ‘Kullanabildiğin sürece ya da sana zarar vermeyecekse istifade et’ taktiği ile yönetim kademelerini kontrol altında tutmaya çalışmaktadır. 

‘Işık Tarikatı’nın teşkilatımız bünyesindeki faaliyetlerini sadece ilgi (d) sayılı yazı hakkında tahkikat istenen 62 kişinin yürütmediği, listenin içerisinde tarikatla ilgisi bulunmayan şahısların da olduğu, bu nedenle yapılacak olan tahkikatın sağlıklı yapılması için mümkün olduğu kadar güvenilir ve kısıtlı personelin görevlendirilmesi ile zaman tehditli olmaması gerektiği değerlendirilmektedir. Nitekim mezkûr tarikatta ilgili yapılan yazışmalar ve tahkikat istemi, mensuplar arasında yoğun panik yaşanmasına neden olmuş hücre evlerinin birçoğunu güvenlikleri için kapatmış, sosyal yaşantı tarzlarında takiyyeye veya tedbire bağlı olarak değişkenlikler gözlenmeye başlanmıştır. 

Işık Tarikatı’nın yapılanması ve ideolojik boyutu ile teşkilatımız bünyesindeki faaliyetleri hususundaki çalışmalarımız titizlikle sürdürülmektedir. Ayrıca konunun DGM kapsamına girip girmediği hususu da araştırılmaktadır.”


Ankara Emniyet Müdürlüğü tarafından hakkında detaylı bir rapor hazırlandığı ve EGM’ye ulaştığı ve hakkında dava açılabileceği cemaatindeki polisler tarafından kendisine bildirilen Gülen etrafındaki çemberin giderek daraldığını anlayarak 21 Mart 1999’da tedavi göreceği gerekçesiyle soluğu ABD’de aldı.64                                               

64 Fethullah Gülen 2008 yılında Amerikan İç Güvenlik Kurumu’nun ve Göçmenlik Bürosu’na (USCIS) “olağanüstü yetenekli eğitimci” statüsünde yeşil kart başvurusu yaptı. Bu başvuruyu yaparken CIA emekli Analiz ve Prodüksiyon Direktörü, Balkanlar Uzmanı, Washington Üniversitesi öğretim üyesi George Fidas; CIA eski ajanı, Rand Şirketi danışmanı Graham Fuller; eski ABD Ankara Büyükelçisi, Reagan dönemi CIA başkan adayı Morton Abramowitz; eski Başbakanlardan Yıldırım Akbulut; eski Milli Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam; TÜGİAD yönetim kurulu üyesi Murat Saraylı; Washington Rumi Forum Başkanı H. Ali Yurtsever; Niagara Foundation (Niagara Vakfı) Başkanı Kemal Öksüz; bazı ABD üniversiteleri öğretim üyeleri ve bölüm başkanları ile Katolik, Evanjelist, Cizvit Rum Ortodoks kilise ve tarikat mensupları gibi hayli geniş ve ilginç bir yelpazeden referanslar sunulmuştu. Ancak Gülen’in başvurusu reddedildi. Avukatları da ABD Göçmenlik Bürosu’na dava açtı. Mahkeme Gülen’in “eğitim alanında olağanüstü yeteneklere sahip kişi” olduğuna dair kriterleri yetersiz buldu. Göçmenlik Bürosunu temsil eden Pensilvanya Eyalet Savcısı Patrick L. Meehan, Gülen’in için “Dini ve siyasi bir figür, akademisyenlere para ödeyerek kendisi ve hareketi için yazı yazdırıp akademik prestij elde etmek istiyor” ifadelerini kullandı. Gülen Pensilvanya eyalet mahkemesi kararını temyize götürdü. Temyiz mahkemesi Gülen’in çok büyük ve etkili bir dinci ve siyasi hareketin bir lideri olduğuna ABD’de yaşamasının Birleşik Devletler’in menfaatine olduğuna hükmederek Yeşil Kart başvurusunu kabul etti.

İlginç bir tesadüf aynı günlerde cemaat soruşturmasını yürüten Cevdet Saral ve ekibinin bazı telefonları yasadışı biçimde izlediğine ilişkin bir ihbar üzerine Emniyet Genel Müdürlüğü de ayrı bir soruşturtma başlatmıştı. Cemaat yanlıları da perde arkasından hamlesini yapmış, kendilerine yönelik soruşturmayı yürütenlerin soruşturulmasını sağlamıştı. Hem de haberleri dahi olmadan. Telekulak ya da Kocakulak diye anılacak bu olayla soruşturanların soruşturulup cezalandırılmasına kadar uzayacaktı. Cemaatçi polisler Gülen’in, hakkında düzenlenen raporun gönderilmesinden 3 gün sonra ABD’ye gitmesine neden olacak önemli bir bilgi daha vermişlerdi. Bir televizyon kanalında Hoca Efendi’nin vaaz görüntülerinin olduğu kasetler yayınlanacaktı. Maltepe Askeri Lisesi öğrencilerinin cemaatini ve kendisini hedefe oturttuğu Işık Evleri’ne ilgili ifadelerinin Ankara DGM Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturma dosyasına girmesinin hemen ardından Nur Cemaati’nin lideri Fethullah Gülen’in müritlerine yönelik yaptığı konuşma kasetleri, 28 Şubat sürecinin bir savaş taktiği olarak medyaya sızdırıldı. 18 Haziran 1999’da ATV Haber’de yayınlanan ve ilk bölümde ele aldığımız kasetlerdeki konuşmalar, Gülen’in hedefinin devleti ele geçirmek olduğu şeklinde yorumlanmıştı. Hemen ardından Ankara DGM Başsavcılığı, Emniyet’e Gülen’in başta televizyon kanallarında yayınlananlar olmak üzere tüm kasetlerinin toplanıp gönderilmesi talimatı verdi.


Fethullahçı polis listeleri nasıl hazırlandı?

Bu arada Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün, kapsamlı bir Fethullahçı polis listesi hazırladığı dedikoduları tüm teşkilata yayılmıştı. Saral ve ekibinin suyu bulandırarak yaptıkları illegal işin ortaya çıkmasını engellemeye çalıştıklarını anlayan Sabri Uzun’a bu tespitinde haklı çıkaracak bir telefon gelmişti. 15 Nisan 1999’da arayan Ankara İstihbarat Şubesi’nde komiser olan Z.G.’ydi. Yüzyüze görüşmek istediği Uzun’a, İDB koridorlarında görünmek istemediğini de belirterek, Tandoğan’da bir ofis adres verdi. Buluştuklarında Komiser Z.G., “İstihbarat Şube Müdürlüğü’nde Fethullahçı polisler listesi hazırlanıyor. Ama sağlıklı, doğru listeler değil. Zaten amaç Murat Bilican’ın oğlunun telefon detay kayıtların sorgulanıp basına sızdırıldığının ortaya çıkmasını engellemek” dedi. Fethullahçı polisler listesinin hazırlanmasında kendisine de görev verildiğini belirten Komiser Z.G., bu listelerin hazırlanmasında görev alan polislere de “Evinizden okul yıllıklarınızı getirin ve oradaki isimlerden herkes kendi devresindeki Fethullahçı olanları tespit etsin. 400 kişiyi geçmeyecek bir Fethulahçı listesi hazırlayacağız” dediklerini de söylüyordu. Uzun öğrendiği bilgileri rapor haline getirerek hemen EGM Necati Bilican’a gönderdi. Rapor üzerine, Fethullahçı polisler listesi hazırlayan ekibin tepesinde bulunan isimler İstihbarattan Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Osman Ak, İstihbarat Şube Müdürü Ersan Dalman ve yardımcısı Zafer Aktaş Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 16 Nisan 1999 günlü yazısıyla istihbarat hizmetlerinden çıkarıldıklarını öğrendi. Ancak İl Emniyet Müdürü Cevdet Saral ekibine sahip çıktı ve işlemi yerine getirmedi.


Hanefi Avcı’nın Fethullahçı oluşu

Ekibinin, istihbarat hizmetlerinden çıkarılma yazısının geldiği gün Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral, ilkiyle benzerlikler taşıyan ikinci bir rapor ve isim listesini de EGM ve Teftiş Kurulu Başkanlığı ile İDB’ye gönderiyordu. Gönderilen raporda yazılan tespitler titizlikle hazırlanmıştı ancak aynı özen ekli dosyalarda yer alan cemaat bağlantılı oldukları öne sürülen emniyet mensuplarını içeren listeler için gösterilmemişti.  Liste 132 kişilik olmasına karşın ismi mükerrer yazılanlar bile vardı. Bugünden baktığımızda listede yer alan isimlerden ikisi çok ilginçti. Listenin 7. sırasındaki isim, Ergenekon davasının sanıkları arasında yer almadan önce 2001 yılında İstanbul KOM Şube Müdürü görevindeyken Gülen cematine ilişkin kapsamlı bir soruşturma açmaya çalışacak olan Adil Serdar Saçan’dı. Onun 3 basamak üstünde ise Susurluk skandalı sonrasında yaptığı açıklamalarla gündeme gelen Hanefi Avcı bulunuyordu. Avcı’nın listeye girmesinin nedeni ne 28 Şubat sonrası orduyu hedef alan açıklamaları ne de çocuklarının cemaatin okullarından birinde öğrenim görüyor olmasıydı.

Avcı, Diyarbakır İstihbarat Şube Müdürlüğü’nden sonra Necdet Menzir’in İstanbul Emniyet Müdürü olduğu dönemde İstanbul’a gelmişti. En bilgili olduğu alan olan telefon dinlemeleri konusunda İstanbul Emniyetine kurdurduğu sistemle de İstanbul’da birçok operasyona imza atılmıştı. Ne var ki, kamuoyuna “terör örgütlerine karşı yürütülen başarı” olarak sunulan bu operasyonlarla ilgili ciddi haklı gerekçeleri de olan yargısız infaz iddiaları hiç gündemden düşmedi. Avcı, yazdığı kitapta cemaatçilerle kıyasladığında “büyük saygıyı” hakettiğini söylediği devrimcilere yönelik gerçekleşen operaksyonlardaki yargısız infaz iddiaları nedeniyle de cezaevinde olduğu süreçte en çok başı ağrıyan isim oldu. 1995’te defalarca İstanbul’a gelen İDB Teknik Şube Müdürü Osman Ak, çoğunlukla Hanefi Avcı’nın evinde misafir oluyordu. Her seferinde de, “Ağabey senin teknik bilginden yararlanılması gerek. Sana İDB’de ihtiyaç var. Daire Başkanı olarak gel” diyordu. İki sene sonra da bu oldu. 1997’de Necdet Menzir, Tansu Çiller’in DYP’sinden milletvekili olarak TBMM’ye girmesiyle boşalan İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevine de Orhan Taşanlar getirilmişti. Bu değişiklikten kısa süre sonra da Hanefi Avcı’ya Ankara’nın yolu göründü. Hanefi Avcı, dönemin İstihbarat Daire Başkanı Emin Arslan’ın yardımcısı olarak göreve başladı. Göreve başladıktan bir süre sonra da, kendisini İDB’ye gelmesini en çok isteyen Osman Ak’ı disiplinsizliği nedeniyle Artvin’e tayin ettirdi. Görev yerinin değiştirilmesini Fethullahçıların yaptığını söyleyen Osman Ak, 2 yıl sonra da Avcı’dan intikamını, adını Fethullahçı polisler listesinin 4. sırasına yerleştirerek alacaktı.


Cemaat karşıtları bile listeleri eleştirdi

Saral’ların yaptığı çalışma ve Fethullahçı oldukları öne sürülen isim listeleri o dönemin “İrtica Avcıları” gibi çalışan Çevik Bir’in kurdurttuğu Batı Çalışma Grubu’na gönderilmişti. Oradan da bir üst yazı eklenip Başbakanlık Sivil Takip Kurulu’na gönderilen rapor “gereğinin yapılması için” Emniyet Genel Müdürlüğü üzerinden kaynağı olan Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne kadar geldi. Saral ve Ak ekibinin hazırladığı listeler her haliyle kişisel hesaplaşma kokuyordu. Kendi ikballerinin önündeki engeller olan başarılı meslektaşlarını günün şartlarındaki en iyi yöntem olan Fethullahçı’lıkla suçlamışlardı. Ortalığa saçılan ve Saral ekibinin denilen raporların yanı sıra, bu çalışmada isimleri belirlenen Emniyet personelinin listeleri de sürekli basında yer alıyordu. Bir gün 80 ertesi 120 kişinin adı yer alan listelerdeki Emniyet personelinin sayısı 528’e kadar çıkmıştı. Kamuoyunun yakından tanıdığı, başarılı operasyonlara da imza atmış Surluk’un en çok konuşan istihbaratçısı Hanefi Avcı, İstanbul KOM Şube Müdürü Adil Serdar Saçan yine İstanbul Asayiş Şubesi Cinayet Büro Amiri Şentürk Demiral gibi isimlerin de listelerde Fethullahçı suçlamasıyla yer alması hem kafa karışıklığı yaratmış hem de yapılan çalışmanın itibarına büyük darbe vurmuştu. Hatta ideooljik olarak Gülen’in savunduğu fikirlerin karşısında oldukları bilinen birçok gazeteci de bu listeleri eleştiren yazılar kaleme aldı. Bu isimlerden birisi de Uğur Dündar’dı. O dönem Hürriyet gazetesinde yazan Dündar’ın “Mürteciye Bakın65 başlıklı yazısı Fethullahçı oldukları öne sürülen polislerin isim listesindeki garipliklere işaret ediyordu. Yazısında, basına sızdırılan raporda yer alan 84 üst düzey emniyet görevlisinin, Fethullah Gülen’le bağlantılı olduğu ve bu kişilerin rejim aleyhtarı faaliyetlerde bulunduklarının belirten Dündar, “Emniyet teşkilatında büyük huzursuzluğa neden olan ‘Fethullahçılar Listesi’ dikkatlice incelendiğinde, son dönemde mafya ve çetelerle mücadelede, eşi görülmedik başarılara imza atan bazı polis şeflerinin adlarının, rapora monte edildikleri anlaşılıyor. Bunlar arasında hemen göze çarpan isimler Organize Suçlar ve Kaçakçılıkla Mücadele Dairesi Başkanı Emin Arslan ve onun yardımcılarıyla, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlar Şubesi Müdürü Adil Serdar Saçan...” diyordu. 
                                               
65 Hürriyet Gazetesi, 30 Mayıs 1999

Sadece bu isimlerin son dönemde birçok yolsuzluk, cinayet, dolandırıcılık gibi 170 ayrı başarılı operasyona imza attığını anımsatan Dündar, “…Bu ekip, şimdi karalanarak pasifize edilmek isteniyor. Karalama yöntemi de konjonktüre uygun olarak seçilmiş: Fethullah Gülen cemaatinde yer alıp irticai faaliyette bulunmak. Yani rejim için tehlike ve tehdit oluşturmak. İddia çok vahim. Bu ağır ithamları kaleme alanlara sormak gerekir: Siz devletin polisi olduğunuza göre, irticai faaliyette bulunduğunu belirlediğiniz Fethullah Gülen’i, bugüne kadar niçin yakalayıp sorgulamadınız? Bu çok önemli olguyu, bazı başarılı meslektaşlarınızı töhmet altında bırakacak raporlarla nasıl sınırlı tuttunuz?” diye yazmıştı.

O dönem bu listeleri eleştirenlerden biri de, Ergenekon soruşturmasının tutuklu sanıklarından gazeteci Tuncay Özkan’dı. Her fırsatta, Fethullah cemaatine mensup polislerin komplosu ile tutuklandığını dile getiren Özkan Radikal gazetesinde yazdığı yazısında66 Fethullahçı polisler raporunun yapılan yasadışı bir uygulamayı perdeleyip, bu amaca ulaşmak için kullanıldığını öne sürdüğü yazısında, “…Ankara’da hazırlanan Fethullahçı polisler listesinde Emniyet Genel Müdürlüğü’nde daire başkanı olarak görev yapanlar, Alevi kökenli olanlar, Fethullah Gülen’den çok ‘Yeni Rakı’yı sevenler de var. Ama hepsi Fethullahçı oluveriyorlar. Neden? Sanki durum öyle gerektirdiği için birileri okul yıllıklarını önlerine açıp liste yapmışlar. Sonra, bazı abileri uyardıkları için, o listeleri 1992 yılında hazırlanan Fethullahçılar raporlarında adı geçenlerle birleştirivermişler. Aslında bu olayların gizlenen yönlerini Ankara DGM’nin savcı kadrolarının bildiği kesin. Silahlı Kuvvetler’den de bilenler var. Çünkü bu raporlar oralara da gönderilmiş” diye yazacaktı.


Hem Fethullah cemaatin yapısını hem de Türkiye’deki istihbarat örgütlerini iyi bilen gazetcilerden Avni Özgürel de Radikal Gazetesinde yayımlanan “Polis polisin kurdudur67 başlıklı yazısında eleştiri yöneltenler arasındaydı. Ortaya çıkan telekulak skandalını analiz ettiği yazısında Fethullahçı polisler listesine değinenen Özgürel, “…Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral ve ekibinin ekseninde ortaya çıkan tablonun hedefi ne Fethullahçılar, ne Yeşil, ne de Özal Baysal. Telefon izlemenin tek amacı var: Bürokraside arzulanan hedeflere ulaşmakta faydası olacağı düşünülen siyasilere özel bilgi taşıyıp onları borçlandırmak… Bilican’ın ‘kol kırılır yen içinde kalır’ mantığıyla soruşturma yapılmaması eğilimi içine girmesi. Ama izlemeyi yapan alt düzeydeki emniyetçiler görevlerinden alınınca, onların feryatlarıyla ip koptu. Fethullahçı izlemesi ve raporu işte bu feryatların yol açacağı sonuçları gören Ankara Emniyeti’nin ayaküstü bulduğu bahane. Öylesine eller ayaklara dolaşıyor ki, listeye koyulan isimlerden birinin Alevi, birkaçının askerde, kiminin Bosna’ya tayin edilmiş olduğu bile araştırılamıyor, aceleden aynı isim birkaç kez yazılıyor. Müfettişlere Fethullahçılar Raporu konusunda bilgi veren bir emniyetçi, “Bizden teşkilatın albümleri ve iç hizmet için hazırlanan rehberler istendi, liste hazırlandı. Hatta Ferruh Tankuş’un hatırı için İstanbul’da onu kovan Müdür Muavini Ahmet Pek’in adı da eklendi” tespitlerinde bulunuyordu.                                         

66 Radikal Gazetesi,8 Haziran 1999
67 Radikal Gazetesi 8 Haziran 1999

İstihbaratçı asker : “Cemaat aklanmak istense böyle yapılırdı”

Gerçekten de raporda ifade edilmese de Saral ve ekibi hayli beceriksiz ve bilgisizce davranmışlardı. Emniyet tarihinin en büyük cemaat soruşturmasını yürütüyormuş gibi görünen ekip kendi başlarını yakmak bir yana belki de gerçekten Emniyet içinde örgütlü bulunan bir yapıyı ortaya çıkarmak fırsatını da kaçırmış oluyordu. İşin daha da ilginci, öğrencilik döneminden bu yana tarikat ya da cemaat bağlantısı olmayan, namazında niyazında olan herkesin adlarının yazılması istenen listeleri hazırlamaları için kurulan 6 kişilik komisyonda yer alanların iki komiser iddiaya göre zaten Fethullah cemaatindendi. Konuyu araştıran komisyonda yer alanlardan birisi dönemin KOM Dairesi Başkanı olan Emin Arslan’a, “Bize 1 hafta içinde listeleri oluşturun diye emir verdiler. Hem komisyonda yer alanların iki komiser de zaten cemaatçi ve konuyu saptırıyorlar. Bu yüzden yalan yanlış listeler çıkacak ortaya” diye dert yandı. Bunun üzerine Arslan, KOM Başkanlığı’nın bağlı olduğu Emniyet Genel Müdür Yardımcılarından Halil Tuğ’a konuyu anlatarak uyarmasını istedi. Hemen telefon açan Halil Tuğ, gizli yürütülen bu soruşturmayla ilgili aldığı bilgileri aktardıktan sonra Cevdet Saral’a, “Nereden duyduğumu sorma ama yürüttüğünüz Fethullahçılıkla ilgili soruşturma aceleye getirilmez. Yanlış kişileri suçlayabilirsiniz. İnanç sahibi olduğu için sadece namaz kılan ama cemaatle ilgisi olmayan kişilere kara çalabilirsiniz. Eğer listeleriniz doğruysa sonuna kadar yanınızdayım ama yanlışsa da iki elim yakanızda olur” uyarısında bulundu. Genel Müdür Yardımcısı’ndan gelen uyarıdan çok, görev alanlar dışında Emniyetin tepesindeki birkaç kişinin bildiği gizli yürütülen soruşturmayı Halil Tuğ’un nasıl bildiğini öğrenmeye çalışan Saral, bilginin kaynağı olduğunu öğrendikleri Emin Arslan’a, yardımcısı Osman Ak’la birlikte tavır aldılar. Arslan’ın da cemaate yakın birisi olduğunu ve soruşturmayı engellemek istediğini bile düşündüler. Gerçekten de aralarında Adil Serdar Saçan’dan Hanefi Avcı’ya kadar birçok ismin yer aldığı hazırlanan listedekilerin yarıdan fazlasının Fethullahçılıkla ilgisi olmayan kişiler olduğu yıllar sonra öğrenilebildi. Emin Arslan, Genelkurmay’da İstihbarata bakmış bir subayın yıllar sonra bir sohbet sırasında bu olayla ilgili kendisine söylediklerini şöyle anlatıyordu: “Cevdet Saral ve Osman Ak’ı tanımasam Fethullah Gülen’in Emniyet örgütlenmesini aklamak için bu listeleri yapmışlar derdim. Osman Ak’ın hırsı, kendilerinin yaptığı telekulak skandalını kapatmak için savunma içgüdüsü, Fethullah Gülen Cemaati’nin kamuoyunda itibar kazanmasına sebep oldu. Bu yüzden, Gülen Cemaati’ne en büyük hizmeti Osman Ak ve ekibi yapmıştır. Sırf bu özensizlik yüzünden alakasız isimler de listelere girdi. Adları yazılanlardan birçoğu da Sadettin Tantan’ın İçişleri Bakanlığı sırasında yapılan yolsuzluk operasyonlarına imza atmış ya da görev almış dürüst, çalışkan polislerdi. Sen bu isimleri de o listelere yazarsan kamuoyunun gözünde, ‘Bu Fethullahçılar da korkulacak adamlar değilmiş. Ne güzel dürüst işler yapıp yolsuzlukları engelliyorlar’ algısı yaratıp cemaatçiliği halkın gözünde meşru hale de getirmiş olursun ve bu yapıldı.


Gülen ve cemaati için DGM’ye suç duyurusu

Emniyet içindeki Fethullahçı kadrolara adeta savaş açmış gibi görünen Cevdet Saral ve yardımcısı Osman Ak kısa süre sonra başına geleceklerden habersiz, incelemeleri doğrultusunda yaptırdığı tespitleri içeren fezlekeyi Ankara DGM Başsavcılığı’na göndererek suç duyurusunda bulundu. İlk kısmında, bir kaç sayfa önce yer verdiğimiz, Saral’ın 18 Mart 1999’da, Teftiş Kurulu Başkanlığı ile İDB’ye gönderdiği “Fethullah Gülen ve Işık Tarikatı” konulu yazının giriş bölümü bulunan ve Gülen cemaatine yönelik ağır iddialar içeren 21 Nisan 1999 tarihli suç duyurusu uyarınca Savcı Nuh Mete Yüksel tarafından dava açılacak ve hatta davanın temelini de bu fezleke ve gönderilen yazılar oluşturacaktı.

Fezlekede şunlar yazıyordu: 

“…Fethullah Gülen cemaatinin devlet içerisindeki yapılanması alışılmış örgütlenme modelinin dışındadır. Tarikata göre makamlar öncelikli, kişiler ikinci plandadır. Bu nedenle kişiler makamlara tercih edilmekte ve gerekirse ya da herhangi bir nedenle güç durumda kalındığında kişiler feda edilerek yerlerine hazır tutulan kendilerinden olan kişilerin getirilmesi için yoğun çaba sarf edilmektedir. Mümkün olmaması halinde mevcut bürokrat ya da siyasetçilere hoş görünmek suretiyle kendi tabirleri ile ‘Kullanabildiği sürece ya da sana zarar vermeyecekse istifade et’ taktiği ile yönetim kademelerini kontrol altında tutmaya çalışmaktadırlar. 

‘Işık Tarikatı’ olarak adlandırdığımız Fethullah örgütlenmesinin yol göstericilik ve irşad edicilik şeklinde tanımlanan yapısının dışında; Fethullah Gülen’in kendi deyimi ile ‘Dava adamı ne muzafferiyetinde ne de mağlubiyetinde tavrını değiştirmez… Her yüce davada, yerinde sebat edip cepheyi koruma bir yiğitlik nişanesidir’ tarzındaki karakter telkini ile ‘İbni Erkam ( Işık ) evlerinde yetiştirilmeden sabırla pişirip olgunlaştırmadan yapılacak her şey ham hayaldir’ şeklinde mensuplarına ihtiyat telkin eden, söylemleri gibi birçok beyanı ışığında ‘Işık Tarikatına’ geçirilmiş örgütsel yapı ortaya çıkacaktır. 

Marksist literatürde, genelde ‘militan’ olarak adlandırılan tiplerin yetiştirilmesindeki telkin ve inandırma yöntemleri ile Fethullah Gülen’in ‘Işık Evleri’ ya da ‘Işık Kışlaları’ diye tanımladığı ve ‘Bayrak yere düşmüştür oradan kaldırılmalıdır’ şeklinde örtülü olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan önceki döneme gönderme yaptığı ve büyük bir titizlikle gizlemeye çalıştığı hedefi için ‘Hizmet insanı gönül verdiği dava uğrunda kandan, irinden dar yolları geçip gitmeye azimle ve kararlı; varım hedefine ulaştığında da sahibine verecek kadar olgun ve yüce yaratıcıya edepli ve saygılı… Muvaffakiyetinden ötürü alkışlayacağı kimseleri de putlaştırmayacak…’ şeklindeki izahı hem mücadelenin tarzını anlatmaya, hem de lidere tabi olmak suretiyle ondan irşad ve emir beklemeye telkin ettiği açıkça ortadadır. 

Esasında yazının ekindeki rapordan da anlaşılacağı gibi Fethullah Gülen’in kitaplarında gerçek niyetini gizlemek için kullandığı bazı kelimelerin yerine, gerçekte onun niyetini ihtiva eden sözcükleri koyduğumuzda çok kullandığı, ancak ne olduğunu bir türlü izah etmediği ‘hedef’inin gelecekte zümre hâkimiyetini hedefleyen teokratik bir rejim olduğu hemen anlaşılmaktadır. 

‘Şeriat yerine İslam, Cumhuriyet dönemi yerine talihsiz dönem veya karanlık ya da upuzun hicranlı dönem, militan yerine hizmet erleri ya da Işık erleri veya Işık süvarileri, laik kesimler yerine karşı cephe veya hasım cephe, Cumhuriyet dönemi yöneticileri yerine o kafalar, Atatürk dönemi ya da İsmet İnönü dönemi yerine mabede giden yolların kapatıldığı zaman dilimi, şeriat düzeni yerine hedef, Atatürk yerine deccal şeklinde deyimler’ hedefinin ne olduğunu açıklamaya yeterlidir. Militanlarına nasihatlerde bulunurken ya da eleştirel boyutlara girdiği konularda adeta ölçüyü kaçırdığını fark etmişçesine İslami sürecin arkasına saklanarak Cahiliye dönemi veya Müslümanlığın ilk dönemleri ile tanınmış İslam âlimleri ve onların içtihatlarından veyahut haçlı zihniyetinden örnekler vermesi, gerçek niyeti saklama bakımından geçmiş dönemlere indirgediği düşüncelerini takiyye kuralı ile günümüze aktarmaktadır. 

Fethullah Gülen, henüz evrim aşamasında olduklarını, daha devrim aşamasına geçemediklerini eserlerinin satır aralarına sıkıştırıldığı düşüncelerinde ima etmektedir. 

Şu anda yeteri kadar güçlü olmadıklarını ifade ettiği örgütsel seviyelerine Marksist anlatımlarla tanımlarsak stratejik savunma aşamasından stratejik denge aşamasına hızla yol aldıklarını, bunun içinde zaten ‘mevsimin ve ortamın müsait olduğunu eğer bir muhalif rüzgâr esmezse, arzulanan hedefe ulaşmakta güçlük çekilmeyeceğini’ belirtirken endişesini de açıklamaktan çekinmediği, ekli raporun muhtelif bölümlerinde görülecektir. 

Zira Fethullah Gülen için kuvvet dengesi çok önemlidir. Ona göre ‘aksiyoner olmayan’ Müslüman görevini yapmamaktadır. Yani, atadan dededen öğrenilen Müslümanlık, sadece teoride kalmakta ve ‘karşı cephe’nin ‘karanlık emellerine’ hizmet etmektedir. Bunun için de mutlaka Müslümanların kuvvet dengesini kurmaları ve harekete geçmeleri gerekmektedir’ derken oluşturduğu cepheyi uyarmakta ve bir anlamda dinsel bölücülüğü netleştirmektedir.

Fethullah Gülen’in genel olarak askeri terminolojide kullanılan kışla, süvari, er, cephe, ordu, mevzi, kuvvet, nefes, asker gibi kelimeleri kitaplarında özenle seçerek sıkça kullanması dikkat çekicidir. 

Tarikat liderinin 1950’li yıllara atıfta bulunarak Said-i Nursi’yi ‘karşı cepheye aksiyoner tavır almamak’ gerekçesiyle üstü kapalı eleştirerek, ‘…50’li yıllardan bu yana tam 40-45 yıl geçmiştir. O dönemde, 10 yaşında olanlar şayet mevsimi geldiğinde üniversite okusalardı şimdi zirvelerde ya da zirveleri zorlayan konularda olacaklardı. 20 yaşında olanlar 60-65 yaşında olacaklardı ki bu da onların başbakanlar, reis-i cumhurlar seviyesinde en olgun dönemlerini yaşıyor olmaları demektir…’ ifadesi ile devleti diğer önemde mevkileri ile en üst düzeyde ele geçirmeye amaçladığı anlaşılmaktadır. 

‘…Bir yandan hasım cepheyi mükemmel işleyen haber alma teşkilatıyla içinden tanırken, öte yandan da hasım cephenin faaliyetleri kendi içimizde sürdürmesine müsaade edilmemeli…’ tarzındaki mantalitesi ile de emniyet ve istihbarat birimlerini ele geçirme teşebbüsündeki niyeti açıkça ortaya çıkmaktadır. Yazının ekinde pasajlar şeklinde alınan ve konunun bütününden kopmayan düşüncesi ile anlatıları okunduğunda Fethullah Gülen’ in nelere özlem duyduğu net olarak anlaşılacaktır. 

Fethullah Gülen değişik kitaplarında geçen Işık Evleri ya da Işık Kışlaları veya Işık Süvarileri, Işık Erleri gibi tabirleri sık sık kullanarak ‘bir örgütsel yapılanma’ içerisinde olduğu teşhisine kuvvet kazandırmaktadır. Örgütsel yapının ekli raporda da görüleceği gibi genel hatları bizzat Fethullah Gülen tarafından çizilmiştir. 

Işık Tarikatı’ndan koparak bir televizyonun ‘Ceviz Kabuğu’ adlı programında kamuoyuna yönelik itiraflarda bulunan ancak, hakkında şu ana kadar herhangi bir işlem yapılmayan Eyüp Kayar isimli şahsın Fethullahçılık (Işık Tarikatı) örgütlenmesi ile ilgili yaptığı açıklamalar genel hatları şu ana kadar inceleme ve araştırmaları teyit eder beyanlar olması bakımından büyük önem taşımaktadır. Eyüp Kayar’ın beyanları özetlendiğinde ‘Işık Evleri’ cemaat mensuplarının yaşadığı evler, hücre evleri mahiyetinde, Fethullah Gülen’e göre kapıları kilit vurulmuş zaviyelerin, kışlaların, tekkelerin görevini yapan evlerdir. Bu evlere giriş ve çıkışlar mümkün olunca gizlilik içinde yapılır. 

Işık Evlerinden sorumlu bir ev imamı vardı. Bu imamlar 6 ayda veya 1 yılda değişir. Evin maddi girdisi ve çıktısıyla ilgilenir yukarıdaki imamlara rapor verir, bu evlerde genelde 4 -5 kişi yaşar umumiyetle kiralanır. Evlerde insanlara yaklaşım tarzları özellikle öğretilir, Fethullah Gülen’ in sesli ve görüntülü kasetleri izlenir, lise ve üniversite öğrencileri kalır. 

Cemaat üç sacayak üzerine kurulmuştur. Işık Evler, ağabeyler ve talebeler. Bu evlerde belirli bir sure kalan örgencilerin beklenen düzeye geldiği anlaşılınca cemaate adam kazandırması istenir.

Yeni ilişki kurulan örgenciler ders çalışma bahanesi ile evlere davet edilir, öğrencilere dersleri konusunda yardımcı olunur. Zamanla bu öğrenciler sesli ve görüntülü kasetler izletilir ve Fethullah Gülen’in kitapları okunur. 

Cemaat mensuplarına kendilerinin beklenen nesil, beklenen cemaat Türkiye’yi kurtaracak cemaat, Peygamberin hadisi ile övülmüş cemaat olduğu vurgulanmaktadır. Bu cemaat ikinci ilklerdir. Birinci ilkler Peygamberimiz ve arkadaşları, ikinci ilkler de bu cemaat mensuplarıdır. Cemaat 1992 yılından sonra çok hızlı gelişmeye başladı. Cemaat ‘söyleyemiyorsan söylet’ taktiği çerçevesinde cemaat liderine herkes hüsnü kabul göstermeye, hoşgörü ile bakmaya başladı. 

Bayrak yere düşmüştür, ayaklar altına alınmıştır. Tekrar bu bayrağın yerden kaldırılması ellere alınması omuzlarda taşınması, uzaya götürülmesi meselesi bu cemaat yapacaktır. 

Fethullah Gülen ve cemaati hiçbir lakabı kabul etmezler. Her zaman radikal İslam’dan farklı olduklarını vurgularlar. Biz farklıyız radikal İslamcılardan farklıyız, bize hoş görü ile davranmazsanız radikal İslam güçlenir. Cemaatin en güçlü olduğu eğitim öğretim kurumları, Işık Evleri, yurtlar, kolejler, finans kurumları holdingler, talebeler, mesleki örgütlenme şeklinde de doktorlar, öğretmenler, polisler gibi. 

Siyaset alanında da örgütlenme vardır fakat bu sempatizan bazındadır. Basın yayın alanında cemaat çok güçlüdür. Zaman, Sızıntı, Yeni Ümit, Ekoloji, Aksiyon, STV, Burç FM gibi örgütlenmeler vardır. Ayrıca prodüksiyon şirketleri vardır. 

Kadın kolları örgütlenmesi vardır. Kadın cemaat mensuplarına Şakirde, erkek cemaat mensupların Şakird denir. Alınan kararlara mutlak uyulma zorunluluğu vardır. Uymayanlara fırça atılır, şefkat tokadı ile tehdit edilir cemaatten uzaklaştırılır.

Cemaatin Finans Kaynakları 
Cemaat mensuplarından alınan aidatlar iş adamlarından, esnaftan, cemaate yakın kişilerden toplanan paralar ve diğer ticari kuruluşlardan elde edilen gelirler oluşturulduğu.

Cemaatin Hiyerarşik Yapısı 
1- İstişare grubu: (7) kişiden oluşur Başkanlığını Fethullah Gülen yapar 
2- Dünya İmamı: İstişare grubundan biridir. Görevi dünyadaki bölge ve ülke imamlarını atamak istişare sonucu alınan kararları uygulamaktadır. 
3- Coğrafi Bölge İmamı: Bir dünya coğrafi bölgesinden sorumlu olan kişidir (Orta Asya imamı Doğu Pasifik İmamı gibi.
4- Ülke İmamı: Bir ülkenin tamamından sorumlu olan kişidir. (İngiltere, Fransa, Türkiye gibi). 
5- Bölge İmamı: Bir coğrafi bölgeden sorumlu kişidir.( Marmara bölgesi, Ege bölgesi, Karadeniz bölgesi gibi) 
6- İl İmamı: Bir ilin tamamından sorumlu kişidir. 
7- İlçe İmamı: İlçenin tamamından sorumlu olan kişidir. 
8- Semt İmamı: Semtten sorumlu kişidir. 
9- Mahalle İmamı: Mahalleden sorumlu olan kişidir. 
10- Ev İmamı: Evden veya yurttan sorumlu olan kişidir. 
11- Serrehberler 
12- Belletmenler. 
13- Öğrenciler ve cemaat mensupları.

Eğitim ve öğretimde başı çeken Işık Evleri’dir. Işık Evleri kökünü Hz. Muhammet devrinden alır. Fethullah Gülen bu evleri Işık Evleri olarak niteler, vaazlarında ve kitaplarında bu evlere İbn-i Erkam evleri der. İbn-i Erkam sahabedir. Hz. Muhammet’i herkesin dışladığı bir vakitte evine almıştır. İbn-i Erkam evlerinde yetişmede sabırla pişip olgunlaşmadan yapılan her şey ham hayaldir. Bu evler cemaatin hücreleri durumdadır. Hiyerarşik sistemin yaratılışa uygun prensiplerinin devlet bazında temsil edilmesinin ilk adımı ilk şartı olan evlerdir. 

Müjde ve Müşlunur en karanlık ve karamsar günlerinde billur bir avize gibi asılı durduğu evlerdir. Ahir zamanda gelerek tahrip eden Deccalin bir daha hortlamak üzere öldürüldüğü evdir. 

Her evin bir programı vardır. Her iş bu program dâhilinde yapılır. Atatürk’e ait hiçbir kitap okunmaz ve okutulmaz. 

Fethullah Gülen’e mehdi nazari ile bakılır. Mehdi ahir zamanda bayrağı yere düştüğü vakitte zuhur edecek ve beklenen cemaatin başına geçerek bayrağı kaldıracak. Cemaat içinde Atatürk için ‘Beton Kemal, Kefere Deccal, Öküz Aleyhisselam’ gibi ağır lakaplar kullanılır. 

Fethullah Gülen yurtdışına giden talebeler için hicret eden kişiler kelimesini kullanıyor. İkinci ilklerin beklenen cemaatin vazifesi de Hz. Muhammet’in yaptıklarının aynısını yapmaktır. 

Fethullah Gülen’ın ölçü (1) adlı kitapçığının 60. sayfasında ‘Yerinde durup mevziini koruma, düşmanı aşt etme hedefe varmanın en birinci vazifesidir, cepheyi terk edip ayrılanlar ise yerlerinden ayrıldıkları andan itibaren kaybetme yoluna girmiş sayılırlar’ tarzındaki telkin ile ciddi bir (cephe) faaliyetinin varlığına işaret edilmekte ve bu stratejinin mevcut çalışma süresinin içerisinde uygulandığı müşahede edilmektedir. Tarikatın lideri konumundaki Fethullah Gülen’in imzasına havi kitapların tetkikinden de anlaşılacağı gibi kendisini dinsel bir dava adamı olarak anlatmasına rağmen daha ziyade tarikatın propagandisti konumunda gözükmektedir. Kitaplarının tetkikinden de anlaşılacağı gibi propaganda ağırlıklı kitaplarının üslubu ve ağdalı deyimleri ile dinsel telkin içeren kitapların üslup ve deyimlerin farklılığı da eserlerin tek kaynağı ait değil mal edilmiş şekilde yazılmış olduğu görülmektedir. 

Devletin Anayasal nizamını değiştirip yerine şer-i esaslara dayalı bir İslam devleti kurmayı hedeflediği değerlendirilen Fethullah Gülen ve yandaşları, 28 Şubat Kararları’nın alınmasından sonra ve özellikle soruşturma ile ilgili yazışmalarının başlaması ile birçok örgüt evini boşaltmış, örgütsel yapılanmaya zarar vermemek için faaliyetlerini mevzii koruma kuralına uyarlamışlardır. 

Şu anda birçok örgüt mensubu ve talebeleri aile evlerinde örgütsel faaliyetlerini sürdürmektedirler. 

Gülen örgütlenmesinin ekonomik boyutu da göz önüne alındığında, gelecekte ülkemizi bekleyen tehlikenin büyüklüğü endişe verici boyuttadır. 

1992 yılında alınan cemaatle ilgili EGM Teftiş Kurulu Daire Başkanlığı’nca başlatılan soruşturma neticesinde konu müdürlüğümüzün 8.05.1 egm. 4.06.00.14 III. Ve Sor.(F).92/8303 sayılı yazısı ile DGM’ne intikal ettirilmiş ancak, intikal ettirilen mezkûr raporda adı geçen şahıslar ile ilgili teknik belgesel ve ideolojik değerlendirmeye havi ilave argümanlar sağlanamadığından DGM Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 1998/24 sayılı yazılarıyla takipsizlik kararı verildiği anlaşılmıştır. Genel Müdürlüğümüz Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın konu ile ilgili başlattığı soruşturmayla cemaat mensupları arasında tedirginliğin arttığı, buna paralel olarak Gülen örgütlenmesinin temel taktiklerinden olan takiyye yöntemleri uygulanmak suretiyle tabirlerin giderek arttırıldığı ve hatta savunma boyutundan saldırı boyutuna geçildiği. ‘Işık Tarikati illegal örgütlenmesi’ ile ilgili Emniyet Müdürlüğümüzce hazırlanan rapor tetkik ve gereği yapılmak üzere ekte gönderilmiştir. Gereğini arz ederim.”


Cevdet Saral Işık Evleri’ni anlatıyor

Cevdet Saral, ekibi istihbarat hizmetlerinden çıkarılmasına rağmen, sonunda bir davaya dönüşeceğine inandığı böylelikle kendilerini de kurtaracağını düşündüğü soruşturmayı “kararlılıkla” sürdürüyordu. Teftiş Kurulu Başkanlığı ile İDB’ye 30 Nisan 1999’da gönderdiği yazısında da, Gülen cemaatinin başta Polis Koleji ve Akademisi olmak üzere emniyet teşkilatı içindeki kritik önemdeki birçok birimde sistematik bir örgütlenme olduğuna dair tespitlerde bulunulduğundan bahsediyordu. Bu tespitlerine ilişkin yazıyı da ilgili birimlere göndermekte gecikmedi.

B.05.1EGM.4.06.00.06 sayılı yazıda, cemaatin “Işık Tarikatı” adıyla Polis Koleji, Polis Akademisi ve Emniyet Teşkilatı içinde nasıl örgütlendiği şöyle anlatıldı:
“Polis Koleji, Polis Akademisi’ne daha önceden özel olarak eğitilmiş örgüt içerisinde yer alan şahısların rahatlıkla girebildikleri, bu şahısların okul içerisindeki öğrenciler tarafından ‘İmam’ olarak adlandırıldıkları ve mezkûr yapılanma içerisinde yer alan ‘sınıf komiserleri’ aracılığı ile ayrı ayrı sınıflara dağıtıldıkları, bu sınıflarda ‘sınıf imamı’ veya ‘devre imamı’ olarak faaliyet yürüttükleri, iyi bir aile terbiyesi ve din eğitimi almış öğrencileri samimi yaklaşımlarla çekmeye çalıştıkları, imam olarak adlandırılan şahıslar tespit etmiş oldukları öğrencileri başlangıçta, dışarıda sivil vatandaşların evlerine götürerek sıradan bir aile ya da muhabbet ortamı sağlamak suretiyle video filmleri izlettikleri, sonraki aşamalarda özenle hazırlanmış ev yemekleri ikram edildiği, çay sohbetleri yapıldığı, birlikte namaz kılındığı böylelikle samimi bir ortam yaratılarak öğrencilerin geçmişi ve aile yapıları hakkında bilgi edindikleri, ‘öğrenci imam’ olarak faaliyet gösteren öğrencilerin aynı yapılanma içerisinde bulunan sivil vatandaşlar ile sürekli irtibat halinde bulundukları, bu şahısların genelde üniversite öğrencisi oldukları ve kendilerine ‘abi’ diye hitap ettikleri, ayrıca bu şahısların kod isim kullandıkları,
Zaman içerisinde faaliyetlerin daha rahat yürütülebilmesi için, örgüt içerisinde yer alan sınıf komiserlerinin aracılığı ile boş ya da kol faaliyetlerinin yürütüldüğü odalarda çay ve bisküvi ikram edilmek suretiyle uygun bir sohbet ortamı vasıtasıyla güven sağlanarak yakın arkadaşlık ilişkilerinin geliştirilmesi ve kendilerine yakın hissettikleri öğrencileri de bu ortamlara çağırıp, cazip teklif ve telkinlerle ikna etmeye çalıştıkları,
İkna edilen öğrencilerin hafta sonu çarşı izinlerine çıktıkları zamanlarda, örgüt içersinde yer alan esnafların dükkânlarından faydalanmak suretiyle resmi elbiselerini değiştirerek sivil elbise giydikleri, birer ikişerli gruplar halinde örgüt içersinde yer alan sivil vatandaşların evlerine gittikleri, gidilen yerlerde Fethullah Gülen’in videokasetlerinin seyredildiği, namaz vakitlerinde birlikte namaz kıldıktan sonra Said-i Nursi’nin Risalelerini okuyup birlikte ders çalıştıkları ve Fethullah Gülen’nin kitapları hususunda derinlemesine eğitime tabi tutuldukları, genelde bu evleri 7-8 kişilik gruplar halinde kullandıkları, bu öğrencilerin kullandıkları evin, ev sahibini görmedikleri ve kasıtlı olarak tanıştırılmadıkları, bu evlerde sadece dışarıdan ‘abi’ diye hitap ettikleri üniversite öğrencilerinden 1 ya da 2 kişinin bulunduğu, planlı bir şekilde hareket ettikleri, gizliliğe önem verdikleri, hafta sonu programları, devre imamlarının talimatı doğrultusunda sınıf imamları vasıtası ile öğrencilere iletildiği, okula dönüş saati yaklaştığında tekrar birer ikişerli gruplar halinde evden ayrıldıkları ve tekrar üzerlerini değiştirdikleri esnaflara giderek resmi üniformalarını giydikleri, bu evlerin ‘Işık Evleri’ veya ‘Işık Kışlaları’ olarak adlandırıldığı ve tamamen bu yapılanma içerisinde bulunan öğrencilerin ihtiyaçlarının karşılanması için sivil vatandaşlarca tahsis edildiği, bir evde bulunması gereken her şeyin bu ‘Işık Evleri’nde mevcut olduğu, Polis Akademisi’nde sahte belgeler ile evci çıkan öğrencilerin bu evlerde ikamet ettiği, Ancak, Fethullah Gülen ve örgütünün deşifresine yönelik başlatılan çalışmalardan sonra tedbir gereği bu evlerin birçoğunun boşaltıldığı, bazılarının aile evlerine dönüştürüldüğü ya da aile evleri ile okul içerisinde örgütlenme faaliyetlerine hız verildiği, buna paralel olarak hasım cephe ya da muhalif cephe diye adlandırdıkları kesimlere karşı hile, iftira, yıpratma ve saldırı kampanyalarını hızlandırdıkları, hatta daha da ileri giderek ‘abi’ ve ‘imam’ adı verdikleri şahısları gerek teşkilatımız içerisinde, gerekse diğer bazı kamu ve kuruluşların üst düzey yöneticileri ile bazı siyasi parti yetkilileri ve temsilcilerine göndermek suretiyle yanlış ifade ve telkinlerle konular çarpıtılarak hasım cephe diye adlandırdıkları kişiler aleyhinde yoğun bir kampanya başlattıkları,
Okul içerisinde imamlar haricinde öğrencilerin birbirleri ile irtibat kurmadıkları, ast üst ilişkilerine çok dikkat ettikleri, öğrencilerin sorunlarının imamlar vasıtasıyla aynı yapılanma içerisinde bulunan ‘sınıf komiserleri’ne ilettikleri, kendilerine yakın olan kimselerin disiplin cezalarını iptal ettikleri, ‘sınıf’ ve ‘devre imamları’na okul içerisinde bir sorumluluk verilmediği, (Sınıf Mümessilliği, Baş Mümessillik, Yemekhane, Yatakhane Sorumluluğu gibi) ancak bu imamların uygun gördüğü öğrencilere okul idaresi tarafından bu tip sorumlulukların verildiği, hatta bu sorumlu öğrencilere birer oda tahsis edip örgütlenme faaliyetlerine kolaylık sağlandığı,
Polis Kolejinde kendi yanlarına çekemedikleri öğrencilere genelde ‘komünist’ dedikleri, diğer öğrencilerinde onlara karşı cephe almalarını sağladıkları ve o şahıslarla arkadaşlık yapılmaması için ellerinden gelen her türlü gayreti gösterdikleri, ayrıca bu öğrencilere öğretmenler ile sınıf komiserleri aracılığı ile baskı uygulattıkları, sınıfta bıraktırma, disiplin cezası verdirme hatta okuldan attırma cihetine kadar gittikleri, böylelikle psikolojik bir üstünlük sağlayarak okul içerisindeki faaliyetlerini daha rahat yürüttükleri,
Yaz tatillerinde örgüt mensupları aralarındaki bağın soğumaması ve öğrencilerin sosyal yaşantı içerisine girmelerini engellemek için ailelerinden izin alabilen öğrencilerin, Ege ve Akdeniz Bölgesinde bulunan, örgüt tarafından ‘Işık Kışlaları’nda yoğun bir eğitime tabi tutuldukları, haftada bir veya iki kere deniz sahilinin tenha bölgelerinde denize girmelerine müsaade edildiği, yine haftada bir veya iki kere pikniğe gittikleri, yaz programlarında sivil vatandaşlardan ‘abi’ diye hitap ettikleri ve kod isim kullanan şahısların bu evlere gelerek eğitim faaliyetlerini kontrol ettikleri,
Okul içerisindeki yapılanmanın grup, sınıf ve devre imamı olmak üzere hiyerarşik bir şekilde oluşturulduğu, Polis Akademisi’ni bitiren öğrencilerin başlamış olduğu görev, yeni gruplar oluşturularak imam kadrolarını belirledikleri, imamların genelde üst rütbeli şahıslardan seçildiği, mezun olan öğrencilerden maaşa geçtikten sonra, bekâr olanlardan maaşının 1/5’i, evli olanlardan ise 1/10’u nispetinde himmet adı altında para topladıkları,
Son günlerde takiyye kuralı gereğince tedbirler geliştirerek komünist diye adlandırdıkları kendilerinden olmayan öğrencilere yakınlık göstermeye başladıkları ve onlarla dost olmanın yollarını aradıkları, Yapılan sohbetlerde Kuran’ı Kerim’den ayetler ve hadislerden örnekler verilerek Fethullah Gülen’i, ahir zamanda gelecek ‘Mehdi’ olarak gördükleri, zaman zaman Atatürk ve devrimleri aleyhinde konuşma, açıklama ve eleştiri yapılmakla birlikte 28 Şubat kararlarından sonra takıyye ve tedbir gereğince Atatürk sevgisi verir gibi davrandıkları, okuldaki namazların şafi mezhebindeki gibi, cem şeklinde yani öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsı namazını birleştirmek suretiyle kıldıkları, değişik ortamlarda birbirleri ile şifreli konuştukları,
Bu faaliyetlerde bulunan öğrencilerin Ankara’da Demetevler, Keçiören, Yenimahalle, Cebeci, Etlik, İskitler ve Dikmen bölgelerindeki evlerden faydalandıkları yolunda bilgiler elde edilmiş olup konunun daha da netleştirilmesi ve belirlenen ‘Işık Evleri’ ile ilgili çalışmalarımız sürdürülmekte olup, gelişmeler peyderpey bildirilecektir.”


Telekulak basına sızdırılıyor

Haklarında soruşturma yürütülen cemaatçiler, hem İstanbul-Ankara çekişmesinden hem de bu çekişmenin sonucu ortaya çıkacak skandaldan çok memnundu. Hem Ankara-İstanbul savaşının galibini belirleyecek hem de Fethullahçılık soruşturmasının sonunu hazırlayarak rafa kaldıracak haber nihayet patladı. Saral ve Ak ekibinin mevzuata aykırı “Değerlendirme Bürosu” kurulduğu zaman kimsenin ne için olduğunu anlamadığı bu işin kokusu 1 yıl sonra 1999 Mayısının ilk haftasında Hürriyet gazetesinin manşetinde yer alan Kadir Ercan imzalı “Telekulak Skandalı” haberiyle herkes tarafından öğrenildi. Dönemin Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral’ın görevlendirmesiyle başında yardımcısı Osman Ak’ın bulunduğu bir ekip aralarında Çankaya Köşkü, Başbakanlık, Milli Güvenlik Kurulu, Genelkurmay Başkanlığı, Milli İstihbarat Teşkilatı, Jandarma Genel Komutanlığı, Yargıtay, siyasetçiler, yargı mensupları ve gazetecilerin de bulunduğu kişi ve kurumlara ait 963 telefonu illegal biçimde izleme ve sorgulamaya tutup dinlemeye almıştı. Skandalın patlak vermesiyle başlatılan ilk incelemede müfettişler, iddiaları ciddi bularak Osman Ak, Ersan Dalman ve istihbarat birimindeki bir grup polis hakkında soruşturma açılmasını talep etmişlerdi. EGM Necati Bilican ise dönemin Ankara Emniyeti ile arasındaki çatışmaya rağmen, soruşturma izni vermemiş, bunun yerine Osman Ak ve ekibinin istihbarat dışında görevlere kaydırılmaları talimatını vermişti. Ak, bunun sonucu Emniyet Müdür Yardımcısı olarak pozisyonunu korumuş, ancak istihbarat yerine teröre bakmaya başlamıştı. Ancak en sonunda 6 Mayıs 1999’da önce Osman Ak, sonrasında ise “Her şeyine kefilim’’ diye koruyan Cevdet Saral açığa alındı. Saral, görevinden alınması üzerine, “İlk raundu biz kaybettik. Ama bunun ikinci ve üçüncü rauntları da var” diyerek skandalın sızmasın sağlayanların cemaatçiler olduğunu işaret ediyordu. Ankara Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesi’ndeki yasa dışı dinlemeyi tespit edebilmek için DGM savcısı Nuh Mete Yüksel’in 11 Haziran 1999 akşamı yaptığı baskınla ele geçen bir kasette de Yargıtay 8. Ceza Dairesi Başkanı Naci Ünver ile Fevzi Coşkun adlı kişinin arasındaki konuşmanın kayıtları bulundu.

Saral’ın, çete üyesi akrabası

Bu arada İstanbul ekibi de boş durmuyordu. Ankara ekibiyle yaşadığı kavgada nihai zaferini elde edeceği son kozunu da oynadı. Hürriyet gazetesinin manşetinde “Poliste Skandal” başlılı bir haber vardı.68 Habere göre, Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral’ın çeşitli suçlardan aranan akrabası, başkentte polis tarafından yakalandığı halde birkaç saat sonra serbest bırakılmıştı. 26-27 Mart 1999 günlerinde olan olay 1,5 ay sonra elbette ki İstanbul polisi tarafından medyaya servis edilmişti. Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral’ın amca çocuğu olan ve 1995’te soyadını değiştiren Âdem Halim Sarıalioğlu’nun, “Silahlı çete kurmak” suçundan aranırken İstanbul polisi ile Emniyet Genel Müdürlüğü’nün çabaları sonucu başkentte 8 kişiyle birlikte yakalandığı; üstlerinde 1 Kalaşnikof, 1 Scorpion marka otomatik silah, 11 tabanca, 245 fişek, 1 çelik yelek de bulunduğu ama birkaç saat sonra serbest bırakıldığı anlatılıyordu. İşin ilginç yanı, Adem Halim Sarıalioğlu’na ait 9 mm. çaplı Browning marka tabanca ruhsatlıydı ve arandığı dönemde 13 Ekim 1998’de Ankara Valiliği vermişti.

68 Hürriyet Gazetesi, 15 Mayıs 1999

Saral ve ekibi herkesi dinlemiş

O dönem yaşayanlarının dışında pek az kimsenin bildiği, at izinin it izine karıştığı bu olayların en büyük kazananı ise aslında bir kez daha Fethullah cemaati olmuştu. Birden kendilerini soruşturanlar soruşturma konusu olmuştu. İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın talimatıyla başlatılan soruşturmanın raporları 31 Ağustos 1999’da tamamlandı. Osman Ak ve Gülen cemaati soruşturmasını birlikte yürüttüğü İstihbarat Şube Müdürü Ersan Dalman ve İstihbarat Şube Müdür Yardımcısı Zafer Aktaş hakkında düzenlenen müfettiş raporunda ise “istihbarat hizmetlerinde çalışması sakıncalıdır” kaydı da düşülen raporda Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral’a bağlı olarak çalışan, Emniyet Müdür Yardımcısı Osman Ak, İstihbarat Şube Müdürü Ersan Dalman, İstihbarat Müdür Yardımcısı Zafer Aktaş’ın başını çektiği bir grup polisin tam 963 telefonu yasadışı dinlediklerinin saptandığı belirtiliyordu. Müfettişlerinin 31 Ağustos 1999’da İçişleri Bakanlığı’na teslim ettikleri resmi raporlarının ardından, yasadışı dinlemelerde adı geçen aralarında Saral ve Ak’ın da bulunduğu 38 polis hakkında lüzum-u muhakeme kararı verildi. Müfettişlerin bu talebine uygun olarak hapis istemiyle dava açıldı. Şemdinli olayları sonrasında görevinden alınan ve 8 Mart 1999’da Emniyet Genel Müdürlüğü’ne rapor yazıp soruşturma talep eden ve dinleme skandalının ortaya çıkmasında başrolde olan o dönemin İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun hakkında da “denetim görevini ihmal ettiği” gerekçesiyle dava açılmıştı. Bu davada Uzun’a verilen “1 günlük yevmiye kesme cezasını” Ankara 6.İdare Mahkemesi iptal etmiş böylece 14 Haziran 2001 günü ikinci defa İDB görevine gelmesinin önünü açılmıştı.

Yargılamalar sırasında sanıklar, söz konusu resmi kurumları değil aralarında Kalkınma Bankası Genel Müdürlüğü döneminde görevini kötüye kullandığı gerekçesiyle 12 yıl hapse mahkûm edilen Özal Baysal, Susurluk’un tetikçisi Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım ve yer altı dünyasının ünlü ismi Kürşat Yılmaz ile Kasım Gençyılmaz’ın da bulunduğu bazı şahısların telefonlarını izlemeye aldıklarını iddia ediyorlardı. İzlenen bu kişilerin dinlendiği açıklanan resmi kurumları defalarca araması üzerine de bağlantılarının öğrenilebilmesi için bu kurumların telefonları da izlemeye alınmıştı. Mahkeme kararıyla izlemeye alınan bu kişilerin ilişkide bulunduğu telefonlar ise Cumhurbaşkanlığı Köşkü, Başbakanlık Özel Kalem Müdürlüğü, Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı Koruma Şube Müdürlüğü, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Özel Kalemi, Turizm Bakanlığı, Cumhurbaşkanlığı Tarabya Köşkü, ANAP, DYP, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, Başbakanlık MİT Müsteşarlığı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Jandarma Genel Komutanlığı, Ankara İl Jandarma Komutanlığı, Kocaeli Emniyet Müdürlüğü, Harb Akademileri Komutanlığı, İzmir Emniyet Müdürlüğü, Emniyet Genel Müdürlüğü İDB gibi kritik yerlere aitti. Osman Ak’ın tayinini iptal ederek Ankara Emniyet Müdür Yardımcılığı’na; İstanbul İstihbarat Şube Müdürüyken kızağa çekilerek Polis Okulu’na tayin edilen Giresun Göreleli hemşehrisi Ersan Dalman’ı da Ankara İstihbarat Şube Müdürü yapılmasına öncülük eden Sabri Uzun da İDB’de telefonları teknik izlemeye alınanlar arasındaydı.


Dinleme emri Mesut Yılmaz’dan

Ancak Emniyet Genel Müdürlüğü’nün açtırdığı soruşturmanın raporlarına göreyse Cumhurbaşkanlığı telefonlarının, Özal Baysal’ın yakalanması kapsamında değil, özellikle izlenip araştırıldığını gösteriyordu. Müfettiş raporlarına göre, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e ait cep telefonundan aranan numaralar 21 Ağustos 1998 günü için sorgulanmıştı. Üstelik bu sorgulama, o güne kadar telefon numarasıyla yaptığı kayıtlardaki bütün görüşmeler için de yapılmıştı. Bir sonraki gün de Demirel’in cep telefonunu o güne dek hangi numaradan kim aramışsa kayıtları çıkarılmıştı. Ak’ın iddiasına göre, MGK Genel Sekreterliği ve diğer bazı askeri birimlerin telefonları ise, Akın Birdal suikasti üzerine Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın yakalanması için sorgulanmıştı. Nedeniyse Yeşil’in ele geçen telefon defterinde bu kurumlardaki bazı görevlilerin isimleri ve telefonlarının kayıtlı olmasıydı. Yeşil’in yaşayıp yaşamadığı bir muamma iken ve Emniyet birimlerinin elinde bu meşhur katilin yaşadığına ilişkin resmi bir veri yokken Birdal suikastından sonra yaşadığı iddia edilmişti. Yine de Ak’ın, Yeşil’in yakalanması için devletin kritik kurumlarının telefonlarını sorgulanmasına ilişkin söyledikleri itibar görmedi.

Yine soruşturma raporlarına göre, MGK’ye ait bir telefon da 11 Aralık 1998 günü önce bilgisayara adres sorularak ardından da dört kez, o güne kadar bu numarayı aramış ve kayıtlarda mevcut bütün numaralar çıkartılarak sorgulanmıştı. Telekulak skandalının ilgi çeken ayrıntılarından biri de, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in İstanbul’daki evi de dâhil olmak üzere dört ayrı telefonla ilgili izleme yani kimlerle görüşüldüğünün belirlendiği tespit edildiğine ilişkin teknik takip yapılmış olmasıydı. Ankara Emniyeti’nin bir yılı aşkın bir süre telefonlarını izlediği yüzlerce kişi ve kurum arasında parti genel merkezleri, politikacılar, yargı mensupları, çeşitli illerdeki jandarma birimleri, emniyet birimleri ve gazeteciler de vardı. Telefonları dinlenip kaydedilenler arasında Yargıtay üyesi dört hâkimin ev telefonları da yer alıyordu. Bu telefonların 15 Ağustos 1998’de başlayıp 9 Eylül 1998’e kadar kanunsuz şekilde dinlendiği saptanmıştı.

Osman Ak, Kırıkkale 2. Asliye Ceza Mahkemesi’ne sunduğu yazılı savunmasında aslında tüm dinleme sürecinin nedenini de açıklamış oluyordu: “Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz, eski İstanbul Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan’ın hakkındaki yargılama kararını bozdurmak için Yargıtay’da bazı kişilere rüşvet verileceğini, bu işlemde aracı olanlardan birisinin Tuncay Özkan’la ilişki içinde olduğunu beyanla, anılan şahısla işbirliğine girilerek çok gizli bir çalışma yapılması, safahata ilişkin ara makamların yazılı ya da şifahi olarak bilgilendirilmemesi yolundaki talimatı üzerine, Özkan, İstihbarat Şubesi’ndeki ilgili personelimizle ilişkiye geçirilmiş, aracı olduğu iddia edilen şahısla temas sağlanmış, verdiği bilgiler doğrultusunda yapılan ön çalışmalarda anlatımları tatmin edici bulunmayınca şahsın ilişkide olduğunu iddia ettiği yargı mensubumuzla teması gözlenmiş ve olayın tamamen uydurma olduğu kanaatine varılmıştır. Yargıtay’ı şaibe altında bırakacak bu uydurma iddia, hiç bir yargı mensubunu deşifre etmeden, sonuçlanmış, komplo bertaraf edilmiştir.” Osman Ak, dönemin başbakanının talimatı doğrultusunda, Emniyet Genel Müdürü’ne, İçişleri Bakanına ve Cumhuriyet Savcısı’na ya da mahkemeye haber verilmeden çalışma yapıldığını itiraf etmişti. Konunun ayrıntısını gazeteci Şamil Tayyar Star Gazetesindeki köşesinde, “Uğur Dündar’ı gammazladı başlığıyla çıkan yazısında anlatıyordu. Mesut Yılmaz’ın yasadışı dinleme talimatı verdiği sırada yanında Tuncay Özkan’ın da bulunduğunu belirten Tayyar, gazeteci Kadir Çelik’ten öğrendiği bu ayrıntıyı şöyle anlatıyordu: “…Çelik dedi ki, 5-6 yıl önce o kanunsuz telefon dinlemelerini Objektif’in internet sitesinde yayınladım. Osman Ak’ın ifadelerine de yer verdim. Mesut Yılmaz, Osman Ak’a dinleme görevi verirken yanında Tuncay Özkan da vardı. Bu yayından sonra Tuncay beni aradı. Yazılanların hepsini doğruladı. Ama Mesut Yılmaz’la görüşürken yanımızda Uğur Dündar da vardı, Osman Ak’ın ifadelerinde Uğur Dündar da geçiyor, neden sadece beni yazıyorsunuz, Dündar’ı yazmıyorsunuz diye sitem etti…69

69 Star Gazetesi, 1 Ekim 2008

Dinleyenlere tazminat ödendi, sanıklar beraat etti

Telekulakçılar hakkında açılan dava Kırıkkale 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde 3 yıl sürdü. Emniyet Müdürü Saral ve yardımcısı Osman Ak savunmalarında, başlarına gelenlerin Fethullah Gülen’le ilgili yürüttükleri soruşturmadan kaynaklandığını öne sürdüler. Mahkeme, “görevi kötüye kullanmak” suçlamasıyla açılan kamu davasında erteleme kararı verdi. Ancak sanıklar dilekçeye mahkemeye başvurup erteleme kararının uygulanmayarak beraatlerini istedi. Aynı mahkeme, başvuruyu işleme koydu ve 27 Mayıs 2003 tarihinde atılı suçu işlemedikleri kararıyla sanıkların beraatine karar verdi. Dinlemelerden mağdur olanların açtığı davalarda İçişleri Bakanlığı tazminat ödese de sanıkların beraat etmeleri ilginç bir tezatlıktı. Ama kimse sorgulamadı. Yargıtay 4. Ceza Dairesi de kararı esastan değil, usul yönünden bozarak tekrar Kırıkkale’ye gönderse de bu kez de zaman aşımı nedeniyle düştü.

İçişleri Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu da, 29 Mart 2000’de illegal dinlemeden birinci derece sorumlu tutulan Osman Ak’ı Disiplin Tüzüğü’nün 12. maddesi uyarınca 24 ay uzun süreli kıdem cezası ile cezalandırdı. Bu ceza, yargı tarafından alt sınır olan 10 ay kısa süreli kıdem cezasına çevrildi. Cezanın iptali için açılan davada Ankara 9. İdare Mahkemesi 2001 tarihinde “davanın reddine” karar verdi. Kararın Osman Ak tarafından temyizi üzerine de Danıştay 12. Dairesi, talebi kabul etti. Ankara 9. İdare Mahkemesi 2003’te bozma kararına uyarak işlemi iptal etti. İçişleri Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu tarafından 2000 yılında Osman Ak’a “yetki ve nüfuzunu kötüye kullandığı” gerekçesiyle meslekten çıkarma cezası da vermişti. Ak’ın imdadına yine yargı yetişti. Meslekten çıkarma cezası 24 ay uzun süreli kıdem cezasına indirildi. Ankara 6. İdare Mahkemesi, Osman Ak aleyhine davayı reddeden bir karar verdi.

Ak’ın başvurusuyla Danıştay 12. Dairesi bu kararı bozdu. Bozma kararı sonrası davaya yeniden bakan Ankara 6. İdare Mahkemesi, ilk kararında ısrar ederek davayı yeniden reddetti. Bunun üzerine dosya Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’na gitti. Kurul, 23 Ekim 2003 tarihinde yasadışı dinlemeleri uygun gören bir karara imza attı. Temyiz istemini kabul ederek İdare Mahkemesi’nin kararını Danıştay kararı doğrultusunda bozdu. Bu arada Telekulak soruşturmaları nedeniyle zorunlu izne ayrılan Necati Bilican da bir süre sonra emekli oldu. Türk Polis Teşkilatı’nı Güçlendirme Vakfı bütçesinden alınan ve giderleri vakıf bütçesinden karşılanan oğlunun kullandığı Emniyet Genel Müdürlüğü’ne ait iki cep telefonunun fazla faturalarını da devlete ödedi.


Saral’ın ilk inceleme raporu: Devleti ele geçirecekler

Bu arada, Saral ve ekibinin görevlerinden alınmadan önce tamamlayarak devletin üst kurumlarına gönderdikleri Fethullahçılık raporu unutuldu derken ortaya çıktığı iddia edilen haberler yayımlandı. Aslında kesin rapor bitmemişti, iddiaya göre ortaya çıkan ilk inceleme raporuydu. TV8 tarafından haberleştirilen raporda, Gülen’in içinde bulunduğu duruma göre hareket ettiği ve bunun aldatmaca olduğu vurgulanarak, “Önlem alınmadığı takdirde, tarihin en ciddi dini isyanı çıkabilir” gibi abartılı tespitler yapılıyordu. “Tarih sayfaları arasında kalan Babailer isyanından Şeyh Bedreddin ve Şeyh Said’e kadar uzanan isyanların belki de en ciddi, en sinsi, en kapsamlı ve en tehlikelisi olabileceğine işaret etmek yanıltıcı bir tahmin olmayacaktır” denilen raporda, din ve eğitim başta olmak üzere birçok alanda faaliyet gösteren Gülen’in ordu ve polis içinde de örgütlenmeye gittiği ve bunu yaparken “ilmi masumiyet kisvesi”nin arkasına saklandığının vurgulanıyordu. Radikal gazetesinden Soner Arıkanoğlu’nun haberinde70 Fethullahçıların sınır tanımayan bir örgütlenme içinde oldukları da şu sözlerle ifade ediliyordu: “Artık şu kesin olarak izah edilmelidir ki; karşımızda, sadece Türkiye’de değil dünyanın birçok yöresinde dal budak salmış, bir teşkilat ve hatta cemaat olduklarını gizlemek çabası içerisinde olan insanlar bulunmaktadır. Sonucunda devleti ele geçirmeye dek varabilecek bir serüveni gerçekleştirmek amacıyla oluşturulan teşkilatlanmayı ortaya koyacak bir araştırmanın çıkabileceğini belki tahmin etmiyorlardı... Gülen’in sözlerinin legal ve masumane görünümü altında, son derece kapsamlı ve şimdilik açığa vurmamaya özen gösterilen hedeflerle mücehhez bir illegal yapılanmanın ipuçları da açığa vurulmuş bulunmaktadır...

70 Radikal Gazetesi, 14 Haziran 1999

Fethullahçıların istihbarat birimlerine sızma konusunda bir hayli yol aldıklarının kaydedildiği raporda, Fethullahçı tehlike ise şu sözlerle anlatılıyordu: “Gülen’in son zamanlarda, ordu, polis ve  MİT arasına sızma faaliyetlerine ağırlık verdiği bilinmektedir. Sızmalarda, Emniyet Teşkilatı’nın en çok istihbarat, bilgi işlem, personel birimleri hedef yapılmıştır...” Saral ve ekibince hazırlanan raporda Gülen’in gerçek yüzünün çok farklı ve ürkütücü olduğu ifade edilerek, “Gizli hedefine doğru yol alırken, dini fenomenleri kullanan ve kendini ustaca gizleyen bir tarikat lideri” sözlerine de yer verilerek Fethullahçıların silahlandığını söylemenin şimdilik mümkün olmadığı dile getiriliyordu. Gülen’in “Işık Ordusu” olarak adlandırdığı tarikat üyelerinin cihat için hazırlandıkları, bunun zamanının ise Gülen tarafından tespit edileceği belirtilen raporda cemaatin maddi varlığının nasıl sağlandığı da örneklerle anlatıldı. Bu yöntemlerden birinin de “silkeleme” olarak tabir edilen çek ve senet imzalatma yoluyla yüksek meblağlarda para toplamak olduğu öne sürülüyordu. Raporda Gülen’in örgütlenme yöntemleri ve tarzı hakkında da şu belirlemelerde bulunuluyordu:

Rapora göre cemaat örgütlenmesi

“Işık Tarikatı’nın 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1. maddesinde tarifi yapılan terör suçunun muhtevasındaki yıldırma ve sindirme yoluyla toplumu nasıl tehdit ettiği, Gülen’in kendi söylemleriyle netleşmiş durumdadır... Belki silahlı cemiyetten söz etmek şimdilik mümkün değildir, ancak ele geçirmeyi hedeflediği devlet kurumlarından bazıları dikkate alındığında, hedefi topyekûn ele geçirme şeklinde ve bu kurumların yöneticilerinin Işık Evleri’nde yetişen mensupları tarafından işgal edilmesiyle mümkün olacağı kendi deyimleriyle itiraf edilmiş bir suç olarak karşımızdadır… Örgütlenmeyle ilgili genel çerçeve bizzat Gülen tarafından ‘Asrın Getirdiği Tereddütler’ kitabında detaylı olarak anlatılmaktadır... 

Gülen Türkiye’ye Müslümanlığı ilk defa kendisinin getirdiğini ima ederek, 15-20 yıl kadar önce ülkede hiç Müslüman kalmamış gibi tabirler kullanmakta ve Müslümanlığı Türkiye’de yeniden tesis ettiği kehanetinde bulunurken aslında örgütsel faaliyetlerinin hayat bulduğu ve en etkin faaliyet dönemine gönderme yapmakta ve bundan cesaret aldığını itiraf etmektedir... 

Gülen’in ‘Geleceğin fikir işçileri’ diye adlandırdığı Nur Kışlaları’nda yetiştirilen taraftarlarına ve marksist terminoloji de `militana öğütler’ şeklinde tanımlanan nasihatlerine baktığımızda, örgütsel yapı daha da açıklanmaktadır. Gülen inkilapçı ruhlardan bahsederken hiç şüphesiz, ‘Altın Nesil’ diye adlandırdığı, kendisinin yetiştirdiği gençliği kastetmektedir. Bu konuda netlik olmamakla beraber, ‘İşte böyle bir dönemde Bediüzzaman gibi inkılâpçı bir ruh çıkıyor’ demekle Atatürk ilke ve inkılâplarına karşı alternatif bir inkılâpçılığı, Bediüzzaman Saidi Nursi’nin söylemleriyle gündeme getirme cesareti gösteriyor... Gülen henüz yeterli miktarda Işık Ordusunun yetiştirilemediği inancındadır. Fakat 1950’li yıllara nazaran durumlarının daha iyi olduğunu bilmektedir. Onun hedefi 60 milyonluk Türkiye’dir.

...Gülen ülkemizde faaliyet gösteren partilerin birçoğunu kendi etki alanına alabilmek için çaba sarf etmektedir. Bunu yaparken partilerüstü politika izleyerek fetvalarla toplumun tüm kesimlerini yönlendirmekte, partiden ziyade adaya destek vermektedir... Örgütlenme tarzı daha ziyade eğitim kurumları, rant çevresi, devletin önemli kurumları, siyasetçi ve bürokrat çevrelerini kapsamaktadır... Gülen, dünyaya meydan okumaktan da geri durmamakta, faaliyetini peygamber seviyesine yükseltmekte, tehdit içeren söylemlerle topyekûn cihattan söz etmektedir. Bu cihat şimdilik ışık ordularının yetiştirilmesi için ilan edilmiş bir cihattır… Gülen, hasım cepheyle ilgili bilgi alıp karşı tedbirler geliştirmek için istihbarat faaliyetlerinde bulunmayı da ihmal etmemektedir. Bu tür ihmallerin kendisine çok pahalıya mal olacağını bilmektedir. Son zamanlarda ordu, polis ve MİT teşkilatları arasına sızma faaliyetlerine ağırlık verdiği bilinmektedir... Gülen hareketinin hedef ve boyutunu anlayabilmek, din anlayışına yönelik ne denli büyük bir tehlikeyle karşı karşıya bulunduğumuzu kavrayabilmek için kendi kitaplarının değerlendirmeye alınması dahi yeterli olacaktır... Esasen sözcükleri karıştırarak seçtiği ve günümüz Türkçesinde ender kullanılan kelime, kavram, terkip ve dini terminolojideki ifadeleri uyarlayarak çok geniş kültüre sahipmiş imajı uyandıran bir saplantı içerisindedir.”

Gülen tarikatçidir

Gülen’in “Küçük Dünyam” adlı kitabından yapılan, “Bizim sülale bir namus meselesi yüzünden karşı tarafla silahlı çatışmaya girer. Halil dedemin kız kardeşi kaçırılmıştır. Vuruşma esnasında karşı taraftan biri ölür. Ve devlet meseleye el koyar. Halil dedem çok suçlu görülmez ki, sadece sürgün edilir. Önce Hasankale’ye sonra da Korucuk köyüne yerleşir” alıntısıyla süren raporda, köyün 80 bin altına satıldığı anlatımına da yer verildi. Gülen’in dedelerini efsane haline getirdiği ifade edilen raporda, bu konuda da, “Gülen ve ailesi mitolojik bir efsanenin olağanüstü yeteneklerle mücehhez kahramanları gibi...” değerlendirmesi yapılarak, kitleleri etkilemek için çarpıttığı ya da “Ben bir veliyim” demeye getirdiği belirtildi. “Dedem Şamil Ağa sarığını Osman Gazi Hazretleri gibi sarardı” anlatımı buna örnek verilirken, “Oysa Osman Gazi’nin değil sarığı, yüzünün şekli bile meçhulken bu gibi müphem ifadeler olsa olsa arkasından gidenlere bir mesaj niteliğinde değerlendirilebilir. Bu mesajla verilmek istenen de ‘ben veliyim’ olsa gerek. Buna tasavvufta keramet derler. Oysa tasavvufta keramet göstermek çok kerih görüldüğünden, hiçbir veliden kendi isteği ile keramet sadır olmaz” denildi. Gülen’in geceleri gizli gizli Kuran öğrendiğini anlattığı, okulda “din düşmanı” öğretmeninin karşı çıkmasına karşın sıranın üzerinde namaz kıldığı aktarılan raporda, 1995 ‘te dağıtılan bir kitapta seyyid olduğunu ima etmeye çalıştığı vurgulandı. Gülen’in bu kitapta, “Seyyid misiniz?” sorusuna, “Olabilir, öyle diyorlar. Kesin bir şey söyleyemem” karşılığını verdiği anımsatılan raporda, “Bu durum acaba bir kompleksin işareti mi? Yoksa geleceğe dönük bir planın parçası mı? Acaba peygamber soyundan geliyor olsaydı, kayboldu dediği şecereyi bulmak için çaba harcamaz mıydı?” denildi. Raporda, Adil Sönmez ve Nevval Sevindi’nin kitaplarından da alıntılar yapılarak, “Üç Fethullah Gülen karakteri var” denildi. Raporda bu karakterler de, “Olağanüstü görünme gayreti içindeki Fethullah Gülen, hiçbir konuda öncü, lider, rehber olmak iddiası taşımayan Fethullah Gülen ve bilim ve işadamları yetiştirmek isteyen Fethullah Gülen” diye sıralandı. Raporda, Gülen’in tarikatçı olmadığını öne sürmesine karşın, tarikat için gerekli “mürşid, cemaat, tarz, tarikat” adı biçimindeki dört unsuru da itiraf ettiğine dikkat çekilerek, “Ben mürşidim diyor, cemaate paylaşım öneriyor, hedefleri var, tarikatın adını da Kırık Mızrap adlı şiir kitabında ‘Şavk mezhebi yoldur bize’ diye itiraf ediyor. Şavk’in anlamı Işık’tır” denildi. Gülen’in bir rüyasını anlatırken, “Ben cehennemin önünde kollarımı açmış, sel gibi akan insanları durdurmaya çalışıyorum. Vallahi bu cemaatten hiç kimse onların içinde yoktu” dediğine dikkat çekilen raporda, şöyle denildi: “Cehenneme atılacaklar içinde cemaatinden kimsenin olmadığını yeminle söylüyor. Oysa peygamberimiz gökteki yıldızlara benzettiği sahabelerden ancak 10’una cenneti müjdeliyor. Fethullah Gülen kim? Mürşit mi, müçtehit mi, yoksa bir dinin peygamberi mi?

Raporda Işık Tarikatı konusunda da, “Tarikatın yapısı; imam, cemaat ve okuldur... Dünyanın birçok yöresinde dalbudak salmış, tarikat sözcüğünün bile açıklamakta yetersiz kalacağı bir yapılanma, teşkilatlanma ve ‘Nesli Cedid’ veya bir diğer ifade ile ‘Altın Nesil’ yetiştirme gibi bir müphem iddia peşinde bir adam ve bunun yanı sıra bir tarikat, bir teşkilat ve hatta bir cemaat olduklarını gizleme çabası içerisinde olan insanlar durmaktadır” şu değerlendirmesi yapılarak şu değerlendirmeyle bitirildi: “Türkiye sathını mücadele alanı olarak değerlendiren ve Cumhuriyet’i yıkma, parçalama, en hafifinden temel niteliklerini değiştirme veya kendine göre yön verme, ya da devlet içinde güç olma sevdasındaki bu gibi organize suç yapılanmalarının dün olduğu gibi bugün de etkileyip, kullanmada ön planda tuttuğu hedef kitlenin başında gençlerimizin gelmesi son derece düşündürücüdür. ...Fethullah Gülen’in, Cumhuriyet’in teminatı gençliğimize yönelip onlarla birlikte ülkemizi çok tehlikeli maceralara sürükleyebileceği endişesi, bu incelemenin değerlendirilmesi durumunda elde edilecek tek nihai sonuç olacaktır...

72 10 Kasım 1996′da “inancımıza saygı duyulmadığı bir dönemde, içim kan ağlayarak bugünkü törenlere katıldım” sözleriyle ünlenen Kayseri Eski Belediye Başkanı Refah Partili Şükrü Karatepe hakkında DGM’nin bilirkişi olarak atadığı Prof. Dr. A. Ş., Karatepe’yi aklayan bir rapora imza atanlar arasındaydı.

Kaybedilen soruşturma dosyası

Telekulak soruşturmasıyla ilgili haklarında soruşturma açılanlar o dönem Emniyetteki Fethullahçı kadrolaşmayı “mercek altına aldıkları için” Telekulak skandalının sızdırıldığını öne sürüyordu. İyice kızışan kavganın tarafları bundan böyle ellerinde ne varsa basına sızdıracaktı. Bunlardan birisi de Fethullahçıların Emniyet içinde nasıl çalıştıklarını ve organize olduğunu göstermesi bakımından faydalı olacak bir bilgiydi aslında.

Emniyetteki Fethullahçılık soruşturmasını yürüten Osman Ak ve ekibi incelemeleri sırasında geçmiş dönemde Akademiden sicil puanı düşürülerek atılan R.Y.’nin şikâyeti üzerine yapılan soruşturma dosyasından da faydalanmak istemişti. Amaçları bu soruşturmada isimleri belirlenen cemaat bağlantılı polislerin kim olduğu ve hala görevde olup olmadıklarını kontrol etmek ve hazırlayacakları Fethullahçılar listesine eklemektir. Ancak dosyanın tamamını bulmaları mümkün olmaz. Birileri dosyayı Emniyet arşivlerinden yok etmiştir. Konuyla ilgili 1992 yılında Ankara DGM Başsavcılığı’na fezleke gönderildiği anımsanır ve dosyalar nihayet bulunur. Konuyla ilgili haber gazeteci Saygı Öztürk’ün imzasıyla o dönem çalıştığı Star gazetesinde “İşte Kayıp Liste” manşetiyle yayımlanır.71  Haberde Fethullah Gülen’in yıllardır Emniyet’te gizli bir örgütlenme yürüttüğü ancak bu konuya ilişkin kim çalışma yürütürse başının yandığı anlatılıyordu. Öztürk bu iddiasını o günlerde yürütülen Fethullahçılar soruşturmasının başında bulunan ekibe yönelik “Telekulak” soruşturmasını ve İstihbarat Dairesi içinde bu çalışma içinde yer alan Başkan Yardımcısı Âdem Demir’in, Türkbank’ın satışıyla ilgili patlak veren Korkmaz Yiğit ile Alaattin Çakıcı arasındaki skandal telefon konuşmalarının kasetini CHP’li Fikri Sağlar’a sızdırmak suçlamasıyla görevden alınmasını örnekleyerek verir. Haber şöyledir:
“…Emniyet içinde büyük bir güç odağı haline gelen Fethullahçı grupların, daha önce hazırlanan ‘Fethullahçı Emniyet Mensupları Listesi’ni ‘yok ettikleri’ ortaya çıktı. Fethullahçılarla ilgili çalışma yürüten personelin ise atılan ‘iftiralar’ sonucu birer birer pasif görevlere çekilmesi dikkat çekti. Ankara Emniyeti’nde Fethullahçı gruplarla ilgili çalışmayı yürütenler ‘telefonları dinliyor’ gerekçesiyle açığa alınırken, aynı konuda çalışma yürüten Başkomiserlerden Mehmet Çorum Sinop’a, Aydın Ergül Ardahan’a, Aydın Batu Giresun’a, Mehmet Aslan Osmaniye’ye geçici görevli gönderildi. Fethullahçı kadrolaşma konusunda çalışma yapan personelden sorumlu İstihbarat Dairesi Başkan Yardımcısı Adem Demir ise, Türkbank’ın satışıyla ilgili olarak işadamı Korkmaz Yiğit ile Baba Alaattin Çakıcı arasındaki telefon konuşmaları kasetini CHP’li Fikri Sağlar’a sızdırdığı bilgisinin dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’a bildirilmesi üzerine bu görevden alındı. Demir, Star’a ‘Hiçbir ilgim olmamasına rağmen kaset olayı benim üzerime yıkıldı. Ne zaman ‘bu sümüklü hocanın peşinden gidiyorsunuz?’ sözü ağzımdan çıktı, ondan sonra olanlar oldu, dedi. 
Emniyet içinde ‘Fethullahçı kadrolaşma’ ile ilgili olarak 1992 yılında başlatılan soruşturma kapsamında, Emniyet içindeki ‘Fethullahçı kadro’larla ilgili olarak hazırlanan listenin kayıp olduğu ortaya çıktı. Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün çalışması sırasında aranan liste, ne Ankara Emniyeti’nde ne de İstihbarat Dairesi’nde bulunabildi. Uzun süren bir çalışma sonucu hazırlanan listenin izine Ankara DGM’de rastlanıldı. Arşivden çıkarılan dosya güncelleştirildi. Üst makamlara sunulan dosyada, İstihbarat Dairesi tarafından ‘incelenmesi’ için Ankara Emniyeti’ne gönderilenler üzerinde yapılan çalışma ile 1992 yılındaki listenin de bulunduğu, ayrıca üzerinde çalışma yapılanlarla ilgili de ‘önbilgi’ verildiği öğrenildi. Fethullahçılarla ilgili 1992 yılında soruşturmayı yürüten Polis Başmüfettişleri Dr. Nihat Dündar ile İzzet Sezgin Şenel’i yıldırmak için de soruşturma aşamasında ciddi komplolara girişildiği ortaya çıktı. Müfettişlerin soruşturma raporunu ‘yanlı’ hazırladıkları gerekçesiyle haklarında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulduğu, daha sonra soruşturmayı yapan müfettişlerle ilgili soruşturma açıldığı ve bu soruşturma sonucu iki müfettişin ‘tarafsız’ bir biçimde dosyayı hazırladıkları yolunda rapor düzenlendi. Emniyet arşivinde bulunamayan listede yer alanların bir kısmının halen etkili görevlerde bulunduğu bildirildi. Bunlar arasında Prof. Dr. A. Ş.’ın72 Refahyol Hükûmeti döneminde Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı görevine getirildiği bildirildi. Listede yer alan S. T.’nun halen Şanlıurfa Emniyet Müdürü, A. T.’in Yozgat Emniyet Müdür Yardımcılığı, M. B.’ın Fransa’da emniyet irtibat görevlisi olduğu, M. K.’ın Terör Şubesi’nde grup amiri, M.Ç.’in Asayiş Şubesi’nde, Y. Ç.’nın ise İstihbarat Dairesi’nde özel kalemde görevli olduğu öğrenildi. Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün İstihbarat Dairesi’ne gönderdiği yazıda Fethullahçı 6 kişinin kilit görevlerde bulunduğuna dikkat çekildiği bildirildi. Ünlü istihbaratçılardan Âdem Demir de Fethullahçı grubun komplolarının kurbanı oldu... İstihbarat Dairesi’ndeki Fethullahçı gruplarla ilgili çalışma yaptığı bir dönemde, ‘kaset sızdırılması’ ile ilgili olarak görevinden alınan Âdem Demir’in, görevinden niçin alındığına ilişkin yazısının gerekçesinde ise bu belirtilmedi. Demir’in uzaklaştırılmasıyla 4 bin personeli bulunan İstihbarat Dairesi içindeki Fethullahçı gruplara yönelik çalışma da yarım kaldı.”

Kritik görevlerde tutulmaları sakıncalı emniyetçiler

Haber üzerine açılan bu yeni soruşturmanın raporu, Ergenekon davasının ilk iddianamesinin ek delil klasörleri arasında bulunuyordu. Ergenekon sanıklarından Ergün Poyraz’da ele geçirilenlerin yer aldığı 41 numaralı ek delil klasöründe yer alan soruşturma raporunun altında Mülkiye Müfettişleri Refik Ali Uçarcı, Mithat Dumanlı, Candan Eren ve İlhan Aydın Erbul’un imzaları bulunuyordu. 1992 yılında Ankara DGM’ye gönderilen fezlekelerle ilgili takipsizlik kararı verilmesinin yanlış olduğu da belirtilen 19 Temmuz 1999 tarihli raporda sicil affına dayanılarak zanlılar hakkında idari ceza verilmemesinin de doğru olmadığı vurgulanıyor. Sicil affıyla sözkonusu personelin şikâyeti arasında 53 günlük fark olduğunu belirten müfettişler, bu kararı veren Yüksek Disiplin Kurulu üyeleri hakkında açılması gereken soruşturmanın da zaman aşımına girdiği tespitinde bulunuyor.

Söz konusu rapor, haklarında 1992’de soruşturma açılan ve hukuka aykırı biçimde adli ve idare ceza almaktan kurtulan bazıları Polis Akademisi’nde görevli öğretim üyelerinin de aralarında bulunduğu 88 emniyet personelinin tamamı hakkında bir araştırma ve değerlendirme yapma imkânı bulunmadığı ancak kritik mevkilerde bulunanların 1999’da hangi görevlerde olduğunu anlatarak başlıyor. İ.Y.T., A.Ş., R.F., B.C., A.E., A.K., H.İ.O, R.K.’nin Polis Akademisinde öğretim üyesi A.T.’nin de yine akademide emniyet amiri olduğu belirtilen raporda diğer görevliler de şöyle sıralandı:

C.M.: KOM Daire Başkanlığında, Araştırma ve Değerlendirme Şube Müdür Yardımcısı,
Ö.Ç.: Sivas Emniyet Müdürlüğünde görevli iken KOM Daire Başkanlığı emrine atanan komiser.
Y.K.: Mardin Emniyet Müdürlüğünde görevli iken KOM Daire Başkanlığına atanan komiser.
M.Z.A.: KOM Daire Başkanlığı Narkotik Şube Müdürlüğü İstatistik Büro amirliğinde görevli komiser.
N.Y.: Terörle Mücadele ve Harekât Daire Başkanlığında (TEMÜH) görevli iken Hatay Emniyet Müdürlüğüne atanan emniyet amiri.
S.G.: TEMÜH Sağ Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü, İrticai Faaliyetler Büro Amiri olarak görevli başkomiser.
İ.L.: TEMÜH Psikolojik Harekât Şube Müdürlüğü Araştırma ve Koordinasyon Büro Amirliğinde görevli komiser.
R.K.: TEMÜH kadrosunda Genel Müdür konut korumada görevli komiser.
A.Y: Özel Harekât Dairesi Başkanlığı kadrosunda olup halen Makedonya Üsküp’te misyon korumasında görevli komiser.
O.Ö.: Asayiş Daire Başkanlığında Ruhsat İşleri Av Sporları ve İthal Silahlar Büro Amiri olarak görevli komiser.

Raporda, geçmiş soruşturmada adı geçen bu rütbeli Emniyetçilerle ilgili, “İsnat edilen suçun suçun vahameti ve bunun soruşturma dosyasındaki tanık ve müracaatçı ifadelerine göre sübuta erdiğine ilişkin polis başmüfettişinin tespit ettiği bu personelin mensup oldukları örgütlenme ile ilgili olarak son zamanlarda kamuoyunda ortaya atılan ve tartışılan iddialar dikkate alındığında bu personelin halen bulundukları kritik görevlerde tutulmaları sakıncalıdır” denildi.


Müfettişler hukuksuzluğu tespit etti

1999 raporunda, polis müfettişlerinin 1992’deki fezlekelerinde adları geçen emniyet personeline yöneltilen Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) 1. Maddesi uyarınca, “TC anayasasında belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzenini değiştirme Türkiye devletinin ve Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek” ve “Görevlerini yerine getirirken siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrımı yapmak, emniyet mensupları arasında bu yola ayrım yapıcı tutum ve davranışlarda bulunmak” suçlamalarının tanık beyanları ile sabit olduğunun anlaşıldığı belirtilerek adli yönden Ankara DGM’ye suç duyurusunda bulunulduğu, idari yönden de Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü’nün 8/1. Maddesine göre soruşturma açılması gerektiğinin belirtildiği anlatıldı. Ancak fezlekelerle ilgili Ankara DGM’nin 14 Ekim 1992 tarih ve 92/10439 sayılı kararında 163. Maddenin kaldırılmasından yola çıkarak takipsizlik verdiği anımsatılarak, “...Müfettişin adli yönden işlem teklifinde ‘Ankara Emniyet Müdürlüğünce yapılacak operasyonlar sonrasında fiil ve davranışlarına uyan TMK’ye göre suç duyurusunda bulunulması’ talep edilmektedir... Yukarıda da belirtildiği gibi Ankara DGM Cumhuriyet Başsavcılığı konuyu dar kapsamlı olarak ve fezlekede talep eden hususa hiç değinmeden sadece 3713 sayılı kanunun 23. maddesi ile TCK’nin 163. Maddesinin yürürlükten kaldırıldığı ve bu nedenle ortada suç olmadığından bahisle takipsizlik kararı tesis etmiştir. Kanaatimizce DGM Cumhuriyet Başsavcılığı kendisine intikal eden fezlekede talep edildiği üzere konuyu 3713 sayılı TMK çerçevesinde ele alıp soruşturmasını bu çerçevede tamamladıktan sonra yapılacak işlem konusundaki kararını 3713 sayılı kanunun 1. maddesi hükmünü esas alarak tesis etmesi gerekirdi. Şayet bu düşünce ile hareket edilmiş olsa idi belki de yapılacak operasyonlar sonucu hem adı geçen şahıslar, hem de mensup oldukları iddia edilen örgütsel faaliyetin amaç ve stratejisi hakkında bilgi toplamak mümkün olur ve bugün dahi devam eden iddia ve soruşturmalar ortadan kaldırılmış olurdu. Bu açıdan bakıldığında yapılan işlemlerin eksik ve yetersiz olduğu kanaatine varılmıştır” denildi.

Müfettişler raporlarında Ankara DGM Cumhuriyet Başsavcılığının aynı konuyla ilgili yapılan ikinci suç duyurusuyla ilgili de14 Ekim 1992 tarihli bir önceki kararı anımsatarak 20 Mart 1998’de yeniden takipsizlik kararı verdiğini belirtti. Müfettişler, verilen her iki takipsizlik kararının da öne sürülen suç bağlamında bir illegal faaliyetin olup olmadığının araştırılması ve onun sonucuna göre karar verilme niteliğini taşımadığını vurguladıkları raporlarında idari yönden yapılan işlemleri de değerlendirme konusu yaptı. 7 Eylül 1992’de Personel Daire Başkanlığının fezlekeli tahkikat evrakının disiplin yönünden gereği yapılmak üzere Hukuk Müşavirliğine gönderildiği ve EGM Yüksek Disiplin Kurulunun da 7 Ocak 1993 tarihinde karar verdiği belirtildi. Raporda Yüksek Disiplin Kurulu’nun, “Sanık Emniyet mensupları hakkındaki suçlamalar 18 Haziran 1992 tarihinde kabul edilip 7 Temmuz 1992 tarihinde yürürlüğe giren 3817 sayılı Disiplin Cezalarının Affına İlişkin Kanunun 1. maddesiyle af edildiğinden dosyanın işlemden kaldırılmasına oy birliğiyle karar verilmiştir” denildiği belirtilerek yanlış yapıldığı şöyle anlatıldı:

“Karara mesnet teşkil eden 3817 sayıl kanunun 1. maddesinde, ‘Bu kanun yürürlüğe girdiği tarihten önce işlenmiş devletin şahsiyetine karşı... suçlar hariç olmak üzere kanun, tüzük ve yönetmelikler gereğince memurlar ve diğer kamu görevlileriyle, bu görevlerde bulunmuş olanlar hakkında verilmiş disiplin cezaları bütün sonuçları ile af edilmiştir. Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce işlenen ve af kapsamına giren disiplin cezalarının verilmesini gerektiren fiillerden dolayı ilgililer hakkında disiplin soruşturma ve kovuşturması yapılmaz, devam etmekte olan disiplin soruşturma ve kovuşturmaları işlemden kaldırılır, kesinleşmiş olan disiplin cezaları infaz edilmez’ hükmünün getirildiği görülmektedir. Buradan da anlaşılacağı üzere Disiplin Cezalarının Affına İlişkin Kanun, devletin şahsiyetine karşı işlenmiş suçları af kanunu kapsamı dışında bırakmıştır. Polis başmüfettişinin düzenlediği fezlekenin tarihi 28 Ağustos 1992’dir. Hem 3713 sayılı TMK’nin hem de 3817 sayılı Disiplin Cezalarının Affına İlişkin Kanunun tarihi bu rapor tarihinden öncedir. Buna karşın polis başmüfettişi hem TCK 163. Maddesinin yürürlükten kaldırılmış olduğunu hem de Disiplin Cezalarının Affına İlişkin Kanunun yürürlüğe girdiğini bilerek fezlekesinin sonuç bölümünü düzenlediği, getirdiği tekliften anlaşılmaktadır. 

Gerçekten de fezlekenin netice ve kanaat bölümünün (a) fıkrasında ilgililer hakkında TMK’nin 1. maddesinde tanımlanan suçu işlediklerinin sabit olduğundan bahisle bu çerçevede işlem yapılmasını teklif ederken diğer taraftan da (b) fıkrasında adları geçen görevlilerin görevlerini yerine getirirken, ‘Siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrımı yapmak, Emniyet mensupları arasında bu yolla ayrım yapıcı tutum ve davranışta bulunduklarının’ sübuta erdiğini ifade etmek suretiyle oluşan disiplin suçunun devletin şahsiyetine karşı işlenen suç niteliği taşıdığını açık bir şekilde ortaya koymuştur. Yapılan incelemede disiplin cezasının zamanaşımı süresinin de dolmamış olduğu görülmektedir. 

Bu nedenle EGM Yüksek Disiplin Kurulunun yapılan teklif çerçevesinde Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü’nün 8/1. maddesi hükmü gereğince ilgililerhakkında lehte veya aleyhte bir karar oluşturması gerekirdi. Yüksek Disiplin Kurulunun bu konuyu af kapsamı içinde değerlendirmek suretiyle hassas olan bu konuda bir karar oluşturmaktan kaçındığı kanaatine varılmıştır. 

Diğer taraftan verilecek karar için ilgililerin idari yargı mercileri nezdinde haklarını arama imkânı bulunduğu değerlendirildiğinde ise Yüksek Disiplin Kurulunun müfettişin fezlekesinde ki teklifi tartışmaya açmak suretiyle ya suçlanan kişilerin suçlarının sabitliğine ya da iddiaların sübuta ermediğini tespit ve teyidetmesi gerekirdi. Yüksek Disiplin Kurulunun böyle bir karar alması aslında yasal görevi yerine getirmemiş olmasından dolayı soruşturmayı gerektirir nitelikte olmasına karşılık zamanaşımı süresi dolduğundan hali hazırda yapılacak işlem bulunmamaktadır.


Yorum Gönder

0 Yorumlar