Gilles Deleuze
Fransız Yazar, Filozof
Spinoza ve Blyenbergh arasındaki yazışmalar Aralık 1664 ve Haziran 1665 arası yazılmış, karşılıklı dört, günümüze sekiz adet halinde gelmiş mektuplardan oluşur. (XVIII-XXIV ve XXVII) Bu mektuplar, psikolojik bakış açısından ilgi uyandırıcıdır. Blyenbergh, Spinoza’yı, kötülük problemi açısından sorgulayan, bir buğday komisyoncusudur. Spinoza, ilkin, Onun mektuplarını bir doğruluk araştırmasının sürüklediğine inanır. Fakat, çok geçmeden, Spinoza Blyenbergh’de güçlü bir tartışma yeteneği, doğruluk isteği, ve doğru değerlendirme düşkünlüğü olduğunu fark etti: Bir filozoftan çok amatör bir Kalvinisttir. Spinoza, daha ikinci mektubunda, Blyenbergh’in birtakım küstahlıklarını kabaca yanıtlar. (XX). Spinoza, buna rağmen, sanki konudan etkilenmiş gibi mektuplaşmaya devam eder. Blyenbergh’in Onu ziyaretine, ve kötülük problemi ötesine giden her türlü soruyu sormaya başlamasına kadar, Spinoza mektuplaşmayı kesmeyecektir. Bu mektup dizisinin içinde geliştiği derin ilgi noktası bu kötülük problemidir. Bunlar, Spinoza’nın, sadece kötülük problemini ele aldığı, diğer yazılarında eşi bulunmayan çözümlemeleri ve ifadeleri tehlikeye atan uzun metinlerdir.
Blyenbergh’e dönersek, O sık sık söylendiği gibi tamamen aptal ya da yanlış anlamış biri değildir (Onun hataları başka yerlerdedir). Blyenbergh“Ethika”yı bilmemesine ve ilk mektubuna Spinoza’nın Descartes felsefesini açımlayan düşüncelerine değinerek başlamasına rağmen, Spinozacılığın kalbine giden temel soruları birbiri ardına sıralar: Blyenbergh, örnek üstüne örnek vermesi, paradokslar geliştirmesi, ve çok ilginç bir kötülük anlayışı ortaya çıkarması için Spinoza’yı zorlar. Buradaki doğruluk aşkı Spinoza’nın, düşmanca ve nefret dolu olduğunu anladığı biri önünde, üstelik hassas bir konu hakkında, kendine özgü temkinliliğini terk ederek, maskesini çıkarmasına neden olur. XVII. Yüzyılda kötülüğün hiçbir şey olduğunu düşünen büyük akılcı kuram yaygındı. Fakat Spinoza’nın bu anlayışı kökten dönüştürmesi Blyenbergh ile mektuplaşmaların sonucu olmuştur. Eğer kötülük hiçbir şey ise, Spinoza’nın görüşüne göre, bu sadece iyinin varlığa sahip olduğu ve varlığı üretmesinden değil, tam tersine iyinin kötüden daha çok varolmadığı ve varlığın iyi ve kötünün ötesinde oluşundandır.
Blyenbergh, Kartezyen düşünürlere genel bir soru yönelterek başlar: Nasıl olurda, Tanrı, yasak meyveyi yeme nedeninin Adem’in isteği olması gibi, “kötü istekler”in nedeni olabilir? Spinoza bu soruyu kendi tarafından hemen cevaplar (Spinoza Descartes’a ancak Descartes ve kendisi arasındaki farklılıkları ortaya koyduğu XXI. Mektupta dönecektir). Spinoza kötülüğün hiçbir şey olduğunu genel anlamda açıklayan görüşü yetersiz buldu. Blyenbergh’in örneğini ele alarak, cevap verdi: “Adem’e karşı olan yasak şunun içinde kapsanmıştır: Tanrı nasıl ki bize zehrin öldürücü olduğunu doğal zihin yoluyla bildirmiştir aynı bunun gibi Adem’e de bu ağaçtan yemenin ölüme yol açtığını bildirmiştir. (XIX)”. Başka bir deyişle, tanrı hiçbir şeyi yasaklamaz. Fakat Adem’i, meyvenin, kurucu unsurlarından ötürü, kendi bedenini parçalayacağı hakkında bilgilendirir. Meyve zehir olarak etkin olacaktır. Spinoza’nın temel tezlerini, daha en başta buluruz: Kötü olan, bir kendinden geçiş, zehirlenme, ve hazımsızlık olarak – hatta, yapı unsurlarıyla ilgili, bir benimsememe ya da allerji şeklinde anlaşılmalıdır. Blyenbergh bunu çok iyi anlayarak: “Sen, kötülüğü kendi içlerinde kapsadıkları için değil fakat senin tekil doğana karşıt olduklarından dolayı kötü olarak adlandırdığım şeyi gözardı ediyorsun. Doğamız iğrenç bulduğu için birtakım besinlerden uzak durduğumuzu gözardı ediyorsun.” Fakat bu tarz bir katlanmaya sahip olmayan ve cinayeti “seven” bir doğa söz konusuysa ne olacaktır (XXII)? Kişisel bir iğrenme nasıl olurda bir erdemi oluşturur?1 Blyenbergh, Spinoza’nın doğrudan cevaplayamadığı başka bir soru daha ekler: Bir şeyin zehirli olduğunun bilinebilmesi sadece deneyim yoluyla mı olur? Kötülük sadece deneyimle ilgili, a posteriori bir şey midir? Ve öyleyse, “bildirim”in ya da “bilgi”nin anlamı nedir (XX)?
Problemin özenle düşünülerek doğrudan getirildiği bu aşamada Spinoza’ya sorulması gereken, zehirlenmelerin neleri kapsadığıdır. Her cisim parçalara sahiptir, “çok parçalı”dır. Fakat bu parçalar ona, sadece onun özelliklerini oluşturan bir takım ilişkiler (hareket ve dinginlik) içinde bağlıdır. Bileşik cisimler, çok çeşitli ilişkiler içine giren çok değişik düzen parçalarına sahip olduğu için, epey karmaşık bir durum söz konusudur. Bu çeşitli ilişkiler, bu ya da şu seviyede, belirli bir bireyin kendisine özgü ya da ona egemen ilişkileri oluşturmak için birleşmiştir. Böylece her cisme ait ve bir cisimden diğerine birbirine bağlanan ilişkiler söz konusudur ve bu “biçim” i kurar. Örneğin, Oldenburg’a yazdığı mektupta (XXXII) Spinoza’nın gösterdiği gibi, kilüs ve Lenf, her biri, kanı üçüncü bir egemen ilişkiye göre oluşturan, kendi ilişkileri tarafından belirlenen iki cisimdir. Kan ise başka bir özellik ve egemen ilişkiyle belirlenmiş, bir hayvan ya da insan bedeninin parçasıdır. Aynı ilişkilere sahip iki beden yoktur- örneğin, aynı kana sahip bireyler yoktur. Öyleyse zehirlenme durumunda ne olmaktadır? Ya da alerji durumunda (her bir ilişkinin bireysel öğeleri göz önüne alındığında)? Bu durumlarda cismin kurucu ilişkilerinden biri parçalanmış, ayrılmış görünür. Ölüm, bedene özgü ya da ona egemen ilişki parçalanmaya yüz tuttuğunda gerçekleşir. “Bir bedenin öleceğini onun parçaları farklı bir hareket ve dinginlik ilişkisi kazanacak kadar ayrıldığında anlarım.”2 Böylece Spinoza yıkılan ve bozulan bir ilişkinin ne anlama geldiğini açık kılar. Bu, kendisi ebedi bir doğru olan ilişki, varlığını sürdüren parçalarda artık fark edilmediğinde, gerçekleşir. Burada, son bulan, ebedi doğru olan ilişki değil fakat aralarında bu ilişkinin kurulduğu ve şimdi başka tarz ilişkilere sahip parçalardır3. Örneğin, zehir kanın parçalarını, başka cisimleri belirleyen farklı ilişkilere tabi kılarak onu bozmuştur (artık o, kan değildir…). Burada, Blyenbergh tekrar aynı sonucun ruh için de geçerli olacağını düşünerek, bunu son mektubunda (XXIV) açıklamıştır: kendisi bir çok sayıda parçanın birleşiminden oluşurken, parçaları, başka, insan-dışı ruhlara dönüşerek, benzer bir dağılmaya uğrar...
Spinoza, böylece kötülüğün hiçbir şey olduğunu savunan klasik teze özel bir anlam verir. Spinoza için, her durumda, her zaman için birbiriyle uyumlu ilişkiler vardır. (Örneğin zehir ve kanın parçalarının girdiği yeni ilişkiler arasındaki uyuşum) Fakat, doğal düzene göre, uyuşan ilişkiler, yok edilen ya da artık devam etmeyen belirli bir ilişkinin korunumu ile çakışması zorunlu değildir. Bu anlamda kötülük (kendi içinde) yoktur, fakat kötü(benim için) vardır: “İnsan bedeni parçaları arasındaki hareket ve dinginlik ilişkisinin korunumunu sağlayan şeyler iyidir. Öte yandan, insan bedeni parçaları arasında farklı bir hareket ve dinginlik ilişkisine yol açan şeyler kötüdürler4. İlişkileri, ilişkilerimle uyuşan her nesneye (convenientia) iyi, ilişkilerimi bozana ise, öteki ilişkilerle uyuşuyor olsa bile, kötü denilecektir (disconvenientia).
Şüphesiz, detaylara inildikçe durum çok daha karmaşıklaşmakta. Kurucu ilişkilerimiz o kadar çoktur ki, bir ve aynı nesne bir taraftan bizimle uyuşabilirken diğer taraftan uyuşmayabilir. İkinci olarak ilişkilerimizin her biri, çocukluktan yaşlılığa ve ölüme kadar değişiklik gösteren, belirli bir etkinlik alanına sahiptir. Dahası, hastalık ya da diğer koşullar bu ilişkileri öyle bir erime kadar değiştirebilir ki, yaşamına devam eden kişinin aynı kişi olup olmadığı düşünülür. Bedenleri cesetleşmeden önce, ölen insanlar vardır. Son olarak, değişim öyle olabilir ki değiştirilmiş parçamız, diğerlerini bozan ve onlara karşı olan (birtakım hastalıklar ve, uç bir durumda, intihar) bir zehir gibi davranabilir5.
Zehirlenme modeli tüm bu karmaşık durumlar için geçerlidir. Onlar sadece çektiğimiz acılar için değil, verdiğimiz zararlar için de söz konusudur. Sadece zehirlenenler değil aynı zamanda zehirleyenleriz. Aynı anda, zehir ve panzehir olarak etkiniz. Blyenbergh üç örnek verir. Öldürme edimiyle, başka bir insan bedenine özgü ilişkiyi parçalarım. Çalma edimiyle, kişi ve eşyası arasındaki bağı yıkarım. Benzer olarak, zina ile, bir çifte özgü ilişki, sözleşmeye dayalı kurumsal sosyal bir bağ olmasına rağmen, yine de belirli bir tip bireysellik kuran evlilik ortaklığı bağı çözülür.
Söz konusu bu modelle birlikte Blyenbergh itirazlarının ilk dizisini ortaya koyar. 1) Kötülük erdemden, suç haklı bir edimden nasıl ayırt edilir? 2) Tanrı’nın sorumlusu ve nedeni olmadığı, salt bir varolmayana kötülük nasıl yüklenebilir? Gerçekte bir takım ilişkiler bozulurken diğer taraftan sürekli olarak birleşime giren ilişkilerin olduğu doğruysa, şu kabul edilmelidir ki, bir taraftan, her şey aynı yere varır “tüm dünya sonsuz ve sonu gelmeyen bir karışıklığa sürüklenecek ve biz insanlar hayvanlara dönüştürüleceğiz”: ve diğer taraftan kötülük ve iyilik eşit derecede var olacaklardır çünkü başka bir adamın karısıyla gerçekleştirilen cinsel ilişkideki olumsallık aynı kişinin kendi karısıyla gerçekleştirdiği bir ilişkidekinden daha az değildir. (XX)
Ayırt etmenin olanağı ve zorunluluğu söz konusu olduğunda Spinoza edim mantığının doğrularına sarılır. Fakat bu mantık o kadar özeldir ki, Onun cevapları son derece belirsizdir “örneğin, olumlu bir şey içerdiği sürece, Neron’un annesini öldürüşü şövalyelik değildir. Benzer şekilde, Orestes de annesini öldürme niyetiyle aynı dışsal edimi gerçekleştirmiştir. Her yine de O, en azından Neron kadar acımasız biçimde suçlanmadı. Öyleyse Neron’un şövalyeliği neydi? Şundan başka bir şey değildi: O, bu davranışıyla, vefasız, duygusuz, ve asi…olduğunu gösterdi. Tanrı, bunun değil Neron'un davranış ve niyetinin nedeni idi (XXIII). Bu örnekte, zor bir metin “Ethika” ile açıklanacaktır. Spinoza şöyle sorar: dövme ediminde olumlu ya da iyi olan nedir?6 İyi olan, bu edimin (kolumu kaldırmam, yumruk sıkmam, çevik ve güçlü hareketim) bedenimin bir gücünü ifade etmesidir; Bedenimin bir takım ilişkiler içinde neler yapabileceğini anlatır. Bu edimde kötü olan nedir? Kötü olan edim, bu edim, ilişkisi yine bu edim tarafından bozulan şeyin imgesi ile birleştiğinde görünür(Birini döverek öldürürüm). Aynı edim, eğer o, ilişkisi kendisi ile uyumlu bir şeyin imgesi ile birleşmiş ise iyidir (örneğin, demiri dövmek). Bu şu anlama gelir, edim ne zaman bir ilişkiyi doğrudan bozsa kötü, ne zaman ilişkisi diğer ilişkilerle doğrudan birleşse iyidir7. Bir takım ilişkilerin dağılması ve diğerlerinin bir araya gelmesi olan, birleşme ve dağılmanın, her durum için birlikte bulunduğuna itiraz edilebilir. Fakat burada sorun, edimin bir şeyin imgesiyle, bu şey onunla birleşebildiği sürece, ya da tersine, onun tarafından bozulduğu sürece, birleşip, birleşmediğini bilmektir. Şimdi, şu iki anne cinayetine dönelim: Orestes, babası Agememnon’u öldürdüğü için Klytemnestra’yı öldürür; böylece Orestes’in edimi kesinlikle ve doğrudan doğruya edimin kendisiyle uyuşan ebedi bir doğru olarak, Agamemnon’un imgesi ile, Agamemnon’a özgü ilişkiyle birleşmiştir. Fakat, Neron Akrippina’yı öldürürken, Onun edimi sadece, doğrudan doğruya bozduğu annesinin imgesi ile birleşmiştir. O bu anlamda kendisinin “vefasız, duygusuz ve asi” olduğunu gösterir. Benzer olarak “öfke ve nefret ile” bir yumruk attığımda edimimi kendisiyle uyuşmayan, fakat, tersine onun tarafından bozulan bir şeyin imgesiyle birleştiririm. Kısacası, kötülük ve erdem, iyi ve kötü edim arasında, kesinlikle bir ayrım vardır. Fakat, bu ayrım, edimin kendisinde ya da onun imgesinde (“sadece kendinde düşünülen hiçbir edim iyi ve kötü değildir”); hatta niyette de bulunmaz. O, sadece edim imgesinin birleştiği şeyin imgesi ya da, daha doğrusu, kendi bağlamı içinde edimin imgesi ve kendi bağlamı içinde şeyin imgesi olarak, iki ilişkinin bağlamı olan belirlenimle ilgilidir. Edim, ilişkisini bozduğu bir şeyin imgesiyle mi yoksa kendi ilişkisini bağladığı bir şeyle mi birleşir?
Eğer ayrım noktası gerçekten buysa, kötülüğün hangi anlamda hiçbir şey olduğu anlaşılır. Doğa ya da Tanrının duruş noktasından her zaman için ebedi yasalara göre olan birleşik ilişkiler, ve sadece birleşik olan ilişkiler vardır. Ne zaman bir fikir upuygun ise, ilişkilerini sürdürdükleri sürece, kesin olarak, benimki ve diğeri olmak üzere, en azından iki cisim içerir (“genel mefhum”). Öte yandan, uyuşmayan cisimlerin upuygun fikirleri yoktur. Bedenim ile uyuşmadığı sürece bir cismin upuygun fikri yoktur. Bu anlamda, kötülük ya da kötü, sadece upuygun olmayan fikirler bağlamında ve onlardan kaynaklanan (nefret, öfke vb.) kederli duygulanımlarda bulunur8.
Burada, şimdiye kadar tartışılanlar tekrar sorgulanacaktır. Doğa yasalarına göre oluşmuş ilişkilere bakarak, Kötülüğün hiçbir şey olduğunu var sayarsak; aynı şey bu ilişkiler içinde ifade edilen “özler”le ilgili olarak da söylenebilir mi ? Spinoza, edimlerin ve davranışların eşit mükemmellikte olabileceklerini ancak edimi gerçekleştirenlerin, özlerin eşit mükemmellikte olmadıklarını kabul eder (XXII).9 Bu tekil özlerin kendileri de, bireysel ilişkilerin oluşumlarına benzer bir şekilde kurulmazlar. Buna göre, kötülükle indirgenemezcesine birleştirilen – mutlak bir kötülüğün konumunu yeniden tanıtmak için yeterli olacak – tekil özler yok mudur? Onun zehirlemek için katıldığı tekil özler yok mudur? Böylece, Blyenbergh ikinci bir itiraz dizisi ortaya çıkarır: suç işlemek, başkalarını öldürmek, hatta kendilerini öldürmeleri için bir takım özlere katılmaz mı (XXII)? Cinayette bir zehir değil, leziz bir yiyecek bulan özler yok mudur? Bu itiraz, hastalık kötülüğünden talihsizlik kötülüğüne taşınmıştır. Ne zaman üstüme talihsizlik çökse, ne zaman ilişkilerim dağıtılsa, doğada öteki ilişkiler kurulmuşsa da, bu olay benim özüme katılır. Bunun için onun bir suç olabilmesi benim özüme katılabilmesiyle olanaklıdır... (XX ve XXII) Spinoza’nın kendisi “özlerin duygulanmalarından”10 söz etmez mi? Spinoza kötülüğü bireysel ilişkilerin düzeninden uzaklaştırmada başarılı sayılsa bile, kesin olmayan şey, Onun kötülüğü bu ilişkilere göre daha derin tikellikler olan tikel özlerin düzeninden uzaklaştırmayı başarıp başarmadığıdır.
Spinoza’nın cevabı çok açıktır: suç, benim özüme katılıyorsa, saf ve basit bir erdem olmalıdır (XXIII).11 Fakat tüm sorun, kesinlikle, şudur: özekatılmak ne demektir? Öze katılan şey her zaman için, bir gerçeklik, bir duygulanım gücü ya da yetisini ifade eden bir mükemmellik olan bir durumdur. Böylece bir kişi sahip olduğu duygulanımlara göre değil sahip olmadığı duygulanımlara göre kötü niyetli ya da talihsizdir. Ne kör bir insan ışıktan, ne de kötü niyetli biri zihin ışığından duygulanabilir. Onun kötü niyetli ya da talihsiz olduğu söyleniyorsa, bu, onun sahip olduğu durumdan değil, sahip olmadığı ya da artık sahip olmadığı bir durumdan kaynaklanır. Buna göre bir öz başka bir öze sahip olamayacağı gibi, kendininkinden başka bir duruma da sahip olamaz. “Böylece görme bu insana çelişkisiz biçimde katıldığından fazla taşa katılmaz. Benzer olarak, duyusal haz uğruna iştahı tarafından yönlendirilen bir insanın doğasını ele alırken, onun şu anki iştahını başka bir zamanki iştahıyla karşılaştırırız... Daha iyi bir iştah, insan doğasına, Şeytan, ya da bir taşın doğasına katıldığından fazla katılmaz. (XXI).” Bunun için, kötülük, özlerin düzeninde, ilişkilerin düzeninde varolduğundan daha fazla var değildir. Çünkü tıpkı onun hiçbir zaman bir ilişkiye değil ilişkiler arasındaki bir ilişkiye dayandığı gibi, kötülük de asla bir durum ya da bir öze değil, özlerin bir karşılaştırılmasından fazla geçerliliğe sahip olmayan durumların bir karşılaştırılmasına dayanır.
Blyenbergh’in en yoğun itirazda bulunduğu yer burasıdır: iki özü, birini diğerinde bulunan güçlere sahip olmamakla suçlamak için, karşılaştıracak yetkim yok ise (krş. Görmeyen taş), yoksa bu aynı zamanda, aynı özün iki durumunu karşılaştırırkenki bir durumdan diğerine gerçek bir geçitin bulunduğu, daha önce sahip olduğum gücün bir azalışı ya da kayboluşunun sözkonusu olduğu durum mudur? “Eğer eski halimden daha az yetkin olduysam, yetkinsizleştikçe daha kötü olacağım” (XX). Spinoza tüm oluşum ve süreyi anlaşılmaz yapan özün anlıksallığını varsaymaz mı? “Senin bakış açına göre, birşeye, sadece o algılandığı anda ona ait olanlar dışında, hiçbirşeye katılmaz” (XXII).12 Şu daha da ilginçtir ki, Spinoza’nın kendisi “Ethika”da geçidin gerçekliğini daha az bir yetkinliğe, “keder”e indirdiği için, bu mektuplaşmalardan bıkarak, Blyenbergh’e bu konuda cevap vermedi. Sonrakinde (kederde), ne daha büyük mükemmelliğin eksikliğine, ne de iki mükemmellik durumunun karşılaştırılmasına indirgenemeyen bir şey vardır.13 Keder durumunda, indirgenemeyen, ne olumsuz ne de dışsal bir şey vardır: deneylenen ve gerçek bir geçit. Birsüre. “Kötünün” biricik indirgenemezliğini gösteren bir şey vardır. Bu, edim gücünün, ya da duygulanım yetisinin bir azalışı olan kederdir. Bu kötü niyetlinin kinlerinde olduğu gibi talihsizin umutsuzluğu içinde açığa çıkmış bir kederdir (kötü niyetli olanın mutlulukları bile, düşmana çektirilen kedere dayandıkları için tepkiseldirler).14 Sürenin varlığının inkarından uzakta, Spinoza varoluşun sürekli çeşitlemelerini süre ile tanımlar. Gerçekte onu kötünün son sığınağı olarak düşüyor görünür.
Öze katılan sadece bir durum ya da bir duygulanımdır. Öze katılan, yetkinliğin ve gerçekliğin mutlak bir niceliğini ifade ettiği sürece, sadece durumdur. Şüphesiz, durum ya da duygulanım sadece gerçekliğin mutlak bir niceliğini değil aynı zamanda edim gücünün bir çeşitlemesini, bir artma ve azalmayı, bir neşe ve kederi de ifade eder. Fakat bu çeşitleme, bu haliyle, öze katılmaz; o sadece varoluş ya da süreye katılır. Sadece varoluştaki durumun oluşumu ile ilgilidir. Bir artma ya da azalma tarafından varoluşta üretilip üretilmemesine bağlı olarak, özün durumlarının çok farklı olmaları olgusu hala bir tarafta durmaktadır. Dışsal bir olgu, edim gücümüzde bir artışa neden olduğunda, bu gücün kendisine dayanan başka bir durum ona bağlanır. Böylece, der Spinoza, bizimle birleşime giren, bizimle uyuşan bir şeyin fikri bizi kendimizin ve Tanrının upuygun bir fikrini oluşturmaya götürür. Bu, dışsal durumun, sadece bize dayanan bir mutluluk tarafından bütünlenmesi gibidir.15 Bunun tersine, dışsal durum bir azalmaya uğrarken - gücümüz henüz hiçbir şeyin zarar veremeyeceği seviyeye ulaşmamışsa - sadece upuygun olmayan ve bağlı diğer durumlarla ilişkili olabilir. Kısaca, özün durumları daima olabilecekleri kadar mükemmeldirler fakat varoluştaki kendi üretim yasalarına göre farklılık gösterirler. Onlar özlerinde gerçekliğin mutlak bir niceliğini, fakat varoluşlarında içerdikleri değişimlere karşılık gelen niceliği, ifade ederler.
Bu anlamda, varoluş bir sınamadır. O fiziksel ya da kimyasal bir sınama, bir deneyleme, bir yargının karşıtıdır. Bu Blyenbergh ile karşılıklı tüm mektuplaşmaların neden Tanrının yargısı konusuna çevrildiğini gösterir. Tanrı, kendisini İyi ve Kötü’ye göre yargılayan bir yargıç yapan bir anlayış gücüne, bir istence ve tutkulara sahip midir? Gerçekte bizler kendimiz ve durumumuz dışında hiçbir şeyle yargılanmıyoruz. Durumların fiziksel ve kimyasal sınamaları ahlak yargılarına karşıt olarak Ethika’yı oluştururlar. Öz, tikel özümüz anlık değil; ebedidir. Fakat, özün ebediliği sonradan gelmez. O süredeki varoluş ile eşzamanlı, eşvaroluşsaldır. Bu ebedi ve tikel öz, kendisini ebedi bir doğruluk olarak bağıntısal açıklayan yeğin parçamızdır. Varoluş, bu süresel bağ altında bize ait uzamsal parçalar kümesidir. Eğer, varoluşumuz süresince bu parçaları edim gücümüzü artırmak için oluşturabilmişsek bununla sadece kendimize, yeğin parçamıza dayanan, oransal olarak daha büyük sayıda duygulanımlar deneyimlemişizdir. Bunun tersine, eğer biz sürekli kendimizin ve diğerlerinin parçalarını yıkmayla ve dağıtmayla uğraştıysak, yeğin ve ebedi parçamız, özsel parçamız, kendinden gelen çok az bir sayıda duygulanım almaktan ve kendisine dayanan hiçbir mutluluk bulamamaktan başka bir şey yapamayacaktır. Sonuç olarak bu iyi adam ve kötü adam arasında temel bir ayrımdır. İyi ya da güçlü birey öyle tam ve yeğin varolandır ki o ebediyeti kendi yaşamında kazanmıştır, böylece daima uzamsal, dışsal ölüm onun için çok az önemli kalır. Bunun için etik sınama, ertelenmiş yargının karşıtıdır: ahlaki bir düzen kurmak yerine etik sınama, burada ve şimdi, özlerin ve onların durumlarının içkin düzenini doğrular. Ödüller ve cezalar dağıtan bir sentez yerine etik sınama kimyasal bileşiğimizi çözümlemekle yetinir (altın ve kil testi).16
Üç bileşiğimiz vardır. 1) Tikel ebedi özümüz, 2) Belirleyici bağlarımız (hareket ya da dinginlik), ya da aynı zamanda ebedi doğruluklar olan duygulandırılma yetilerimiz. 3) Varoluşumuzu, süre içinde tanımlayan ve şu ya da bu bağımızı kurdukları sürece özümüze katılan uzamsal parçalar (aynı biçimde dışsal duygulanımlar duygulanım yetilerimizi doldurur). “Kötülük” sadece doğanın bu son katmanında söz konusudur. Kötü, bir ilişki içinde bize ait uzamsal parçalar dış etkenlerce başka ilişkiler içine sokulduğunda ya da duygulanım yetimizi aşan bir duygulanım ile karşılaştığımızda meydana gelir. Bu olayda bağımızın dağıtıldığını ya da duygulanım yetimizin parçalandığını söyleriz. Gerçekte bağımızın oluşumu sadece uzamsal parçalar tarafından ya da yetimiz hiçbir ebedi doğruluklarını kaybetmeksizin sadece dışsal duygulanımlar tarafından durdurulur. Kötü dediğimiz her şey kesin olarak zorunludur. Dahası, dışardan gelir: raslantıların zorunluluğu. Ölüm, yoktan geldiği için, daha da zorunludur. İlk başta, içinde gerçekleşebileceği ortalama bir süre bir bağ olarak verilirse, varoluşun ortalama bir süresi olacaktır. Daha ileride, raslantılar ve dışsal duygulanımlar onun gerçekleşmesini her an engelleyebilir. Bizi ölümün bize içkin olduğuna inandıran şey ölümün zorunluluğudur. Gerçekte yıkımlar ve dağılmalar, kendinde olan bağlarımızla ya da özlerimizle ilgili değildirler. Onlar sadece, geçici olarak bize ait olan ve sonra bizimkinden başka ilişkiler içine sokulan, uzamsal parçalarımızla ilgilidir. Ethika’nın dördüncü bölümde sözde öz-yıkım olgusuna çok büyük bir önem vermesinin nedeni budur. Gerçekte burada söz konusu olan daima başka ilişkiler içine sokulan ve sonuçta içimizde yabancı cisimler gibi davranan bir parçalar kümesidir. Aynı şey “özbağışık hastalıklar”da da bulunur. Bağı dış bir etken, genellikle virüs, tarafından rahatsız edilen bir hücre topluluğu bize özgü (bağışık) dizgemiz tarafından yok edilecektir. Bunun tersi durumda, intiharda ise gerçekleşecek durum şudur: bu defa rahatsız edilen küme denetimi ele geçirir ve farklı ilişki içinde diğer parçalarımızı, bize özgü dizgemizi bırakmaları için ayartırlar (“bilinmeyen dışsal nedenler bedeni öyle etkilerler ki, beden öncekine karşıt başka bir doğaya bürünür...”)17 Böylece zehirlenmenin evrensel biçimi Spinoza'ya yabancı değildir.
Bağlarımızdan birini oluşturdukları sürece uzamsal parçalarımızın ve dışsal duygulanımlarımızın özümüze katıldıkları doğrudur. Fakat onlar şu bağ ya da bu özü “kurmazlar.” Öze katılmanın iki yolu vardır. “Özün duygulanımı” ilk olarak tamamen nesnel bir yolda anlaşılmalıdır: duygulanım, özümüze değil varoluşta etkin olan dışsal nedenlere dayanır. Bu duygulanımlar, bazen ilişkilerimizin gerçekleşmesini engellerler ya da tehlikeye sokarlar (edim gücünün bir azalması olarak keder). Bazen de onu güçlendirir ya da arttırırlar (bir artış olarak neşe). Sadece ikinci durumda, dışsal ya da “edilgin” duygulanım, sıkı sıkıya edim gücümüze bağlı etkin bir duygulanıma eklenmiştir ve özümüze içkin, onun kurucu unsurudur: etkin bir neşe, özün bir özduygulanımı öyle ki iyelik bildiren şey burada özerk ve nedensel kaynak olmaktadır. Böylece, öze katılma kötü ve kötülüğü dışlayan yeni bir anlam edinir. Bu şekilde kendi özümüze indirgememizle değil; tersine bu içsel, bağışıksal duygulanımlar, kendileri aracılığıyla, içerden ve ebedi özsel olarak kendimizin, diğer şeylerin ve Tanrı’nın, bilincine vardığımız biçimlerdir (üçüncü tür bilgi, sezgi). Varoluşumuz süresince bu öz-duygulanımları ne kadar fazla edinirsek varoluşumuz yiterken, ölürken ya da acı çekerken bile o kadar az kaybederiz ve gerçekte kötülüğün hiçbir şey olduğunu ya da kötü hiçbir şeyin veya hemen hemen hiçbir şeyin öze katılmadığını o kadar iyi söyleyebiliriz18.
0 Yorumlar