NEDEN BİLİM? NEDEN EVRİM?
Prof. Dr. Ali Nihat Bozcuk
Hacettepe Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü, ANKARA
Önce, Türk bilim dünyasında ve eğitim sisteminde önemli yeri olan evrim gibi bir güncel konuyu tartışmak olanağı sağladığı için ve Sempozyum’a yaptığı her türlü destek için Sayın Rektör Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’na Düzenleme Kurulu adına teşekkür ediyorum. Tüm katılımcılara toplantının yarar sağlamasını dilerken, hoş geldiniz diyorum.
Neden Bilim?
Baş döndürücü bir hızla gelişen bilim ve teknoloji çağında yaşamaktayız. İnsan hayatı bilimle şekillenmekte, refahı bilimle sağlanmaktadır. Yaratıcı bir faaliyet olan araştırma yoluyla yepyeni buluşlara varmak ve bunları teknolojiye dönüştürerek toplumun hizmetine sunmak dünyanın en büyük amacı haline gelmiştir. Bu amaca yönelmiş, önemini kavramış ülkeler mali ve insan gücü kaynaklarının cömert bir şekilde bilim yolunda seferber etmekte, elde ettikleri sonuçları kullanarak tüm insanoğlunun kaderine hakim olmaktadırlar (Türk Bilim Politikası, 1983-2003). Dünyadaki bilgi öylesine hızla artmaktadır ki, yaklaşık 20 yıl önce her 7 yılda bir ikiye katlanırken şimdilerde kimi alanlarda neredeyse her 5 yılda bir 2 katına çıkmaktadır.
Bir yandan evrenin gerçek başlangıcının keşfine yönelinirken, diğer yandan lazerler, optik fiber ve diğer iletişim-bilişim teknolojileri, bilgisayar teknolojisi yaşamın her alanına yayılmış, robotik, nanoteknoloji, biyoteknoloji, moleküler biyoloji, genetik mühendisliği, gen tedavisi, evrim biyolojisi ve genomik, v.b. kavramlar insanoğlunun yaşama bakış açısını değiştirmiş ve sonsuz ufuklar açmıştır.
Bunların gerçekleştiren insandır, eğitilmiş beyinlerdir. Ancak insanların ürettikleri bilgi ve teknoloji yaklaşık 20 kadar ülkenin tekelindedir. Kalkınma bir süreçtir. Bu sürecin hızlandırılmasında en etkin araçlar ise bilim, araştırma ve geliştirme etkinlikleridir. Bunların kaliteli bir eğitim süreci içinde hız kazandığı ise bir diğer gerçektir. Çağdaş dünyada “Bilim-teknoloji” ilişkisi giderek belirginleşmektedir, toplumu etkilemekte ve sonuçta değerler sistemini altüst etmektedir.
Araştırma ve Geliştirme (ARGE) harcamalarının GSMH’ya oranı kabaca, gelişmekte olan ülkelerde %1 değerinin altında, orta düzeydeki ülkeler %1-2 arasında, gelişmiş ülkelerde %2 ve üstü düzeydedir.
Türkiye’nin 1983 yılında Devlet Bakanlığı ve TÜBİTAK tarafından yapılan ilk bilimsel envanterine göre ARGE harcamalarının GSMH’ya oranı %0.24 olarak hesaplanmıştı. O zaman ülkemiz dünya sıralamasında 41. durumda idi. Oysa 1983’teki %0,24 değerinin Devletimizce önerilen Bilim Politika’sına göre bu yüzyılın başında %2’ye yükseltilmesi ve ilk 20 arasına girme amaçları ortaya konmuştu. Bugün 19. – 20. sıradayız ancak, ARGE’ye ayrılan gerçek pay %0.6 civarındadır. Eğer ARGE payı %2’lere çıkarılmış olsaydı, ilk 15’lere girmemiz belki bir hayal değil gerçek olurdu. Üstelik bu dönemde ayrılan GSMH payının büyük bir kısmı ARGE’ye değil, yüksek öğrenimleşme politikası nedeniyle eğitime harcanmaktadır.
Neden Bilim? diye sorulunca, bunun kısa yanıtı olarak “çünkü bilim kalkınmanın anahtarıdır” diyebiliriz. Bilim, araştırma ve eğitiminin kalkınmaya katkısı böylece özetlendikten sonra şimdiki sorumuz şudur:
Bilim Nedir?
Webster Dictionary’ye göre iki tanım:
* Sistematik olarak düzenlenmiş ve genel yasaların işleyişini gösteren gerçekler kümesi ile ilgilenen araştırma veya bilginin dalı.
* Fiziksel ya da maddesel dünyanın gözlem ve deney yaparak elde edilen sistematik bilgisi.
Türkiye’de Bilim Gündemi
Dünyada ve ülkemizde bilim, emperyalizmden ve Ortaçağ düşüncesinden kaynaklanan iki yönlü bir saldırı altındadır. Bu saldırıların temel amacı, bilimin, toplum hayatının merkezinden uzaklaştırılarak etkisizleştirilmesi; genel düzlemde güvenilirliği sorgulanan, sadece dar uzmanlık alanlarında geçerli ve bütünüyle teknik nitelikte bir etkinliğe indirgenmesidir. Bilim gündemi, günümüzde bu amaçlar doğrultusunda yalnızca doğrudan getirisi olan sorunlara kısıtlanmış, bilimsel çalışma süreçleri ticarileştirilmiştir. Bilimin uğratıldığı bu dönüşümün gerçekleştirilmesinde kullanılan temel araç da, bilginin, kamu değeri olmaktan çıkarılıp, alışverişin konusu olan özel bir değişim değeri haline getirilmesi olmuştur.
Büyük Atatürk’ün “Dünyada her şey için, uygarlık için, yaşam için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir. Bilim ve teknoloji dışında yol gösterici aramak aymazlıktır, bilgisizliktir ve hıyanettir… Yalnız: … Binlerce yıl önceki bilim ve teknik dilinin çizdiği ilkeleri, şu kadar bin yıl sonra bugün, olduğu gibi uygulamaya kalkışmak elbette bilim ve tekniğin içinde bulunmak değildir” ilkesi gereğince bilimi hayatın merkezine çekmek ve onu geleceğimizin kurulmasında temel araç konumuna getirmek durumundayız. Şimdi bizde bilim özetle “siyaset-tarikat-ticaret” ilişkisinin uçurumundadır.
Evrim Bilimi
Tüm canlıların ortak atadan modifikasyonla gelmiş olduğu, evrimin tarihsel gerçeği olarak, 150 yıla yakın bir süredir bilimcilerce sorgulanıyor. Ancak, yaşamın evrimi hakkında her şeyi tam bilmesek de, mekanizması ve tarihi hakkında detayda ayrılıklar olsa da, bu bilim dalı, maddenin atomik yapısı ya da dünyanın güneş çevresinde dönmesi kadar bilimsel bir gerçektir. Bununla birlikte evrime hiç inanmayanlar da vardır. Amerikalılar (ABD’liler)’ın % 40’dan fazlası insan türünün Tanrı tarafından doğrudan yaratıldığına inanır; (Türkiye bu konuda 1. sırada, ABD 2. sıradadır). Ama diğer primatlarla ortak bir atadan evrimleştiğine (ya da çok daha uzak olan diğer türlerle birlikte ortak bir atadan köken aldığına) inanmazlar. Bu görüşleri savunanlara ‘yaratılışçı’lar deniyor. Öte yandan, pek çok Avrupalı resmi ve kurumsal bir dini olan İtalya bile- evrim gerçeğini sorgulamaz. Avrupalılar, evrime karşı böylesine bir bilim-karşıtı tutumun, dünyada teknik ve bilimsel açıdan çok ileri olan ABD gibi bir ülkede ortaya çıkmasına şaşırıyorlar.
Bunların dışında, pek çok koyu dinsel inançlı insan evrime, Tanrının yaratma eyleminin devam edebilmesi için gerekli olan doğal bir mekanizma olarak bakarlar. Papa John Paul II, 1996’da evrim gerçekliğini doğrulamış ve Katolik Kilisesi’nin teolojik doktrini ile evrim arasında bir çatışma olmadığını vurgulamıştır (The Quart. R. of Biology 72: 381-406). Papanın görüşü teistik evrim’e yakındır: Buna göre Tanrı doğal yasaları (Doğal seçilim gibi) koydu ve evrenin kendi başına, daha başka doğaüstü müdahale olmadan ilerlemesine/yürümesine izin verdi.
Neden Evrim?
Evrim: Canlı ve cansız sistemlerin zaman içinde değişim sürecidir. Bizim bu sempozyumdaki konumuz "biyoloji eğitiminde evrim" (canlıların evrimi ve bunun eğitimi) olacaktır. Gen etkinliğini düzenleyen mekanizmaları keşfettiği için Biyoloji ve Tıpta Nobel Ödülünü kazanmış olan büyük genetikci François Jacob, 1973’te bu konuda şunları söylemiştir: “Biyolojide birçok genelleme vardır, fakat çok değerli olan birkaç tanedir. Bunlar arasında, evrim kuramı en önemli olanıdır; çünkü, çok değişik kaynaklardan toplanan ve ayrı ayrı nitelikteki gözlemler yığınını bir araya getirir; canlılarla ilgili tüm disiplinleri birleştirir; çok çeşitli organizmalar arasında bir düzen kurar ve bunları yerkürenin geri kalan kısmına sıkıca bağlar; kısaca, canlılar dünyasında çok türlülüğünün mantıksal bir açıklamasını sağlar”.
Jacob’un kendisi evrimde araştırma yapmadı, fakat pek çok düşünen biyolog gibi, evrimin biyolojik bilimlerdeki eksensel öneminin farkına vardı. Bugün moleküler biyologlar, gelişimsel biyologlar, ve genom biyologlarından başka ekologlar, davranışçılar, antropologlar ve birçok psikolog Jacob’un görüşünü paylaşır.
Evrim, genomun yapı ve büyüklüğünden, insan davranışının birçok özelliğine kadar değişen olguları anlamanın vazgeçilmez çerçevesini vermektedir. Daha da ötesi, evrimsel biyoloji pratikteki yararlılığı nedeniyle giderek daha çok tanınmaktadır: Evrimsel biyolojinin kavram, yöntem ve verileri halk sağlığı gibi konulardan, tarım ve bilgisayar bilimine kadar, hem temel ve hem de uygulamalı araştırmalara vazgeçilmez yardımlar sağlar. Eğitim görmüş herhangi bir kimsenin, evrim hakkında bir fikri bulunmalıdır ve okullarımızda neden evrim okutulması gerektiğini anlamalıdır. Yaşam bilimlerinin bir dalında kariyer yapmayı düşünen herhangi bir kişi için -doktor ya da biyolojik bilimler araştırıcısı olsun farketmez- evrim anlayışı vazgeçilmezdir. DNA yapısının ortak buluşçusu ve Nobel ödüllü bilim adamı James Watson: “bugün evrim teorisi, köktendinci azınlık dışında, herkesin kabul ettiği bir gerçektir.” diye kaydetmiştir.
Evrimsel biyolojinin özü, evrim olayının geçmişini tanımlamak ve bunun nedenlerini ve mekanizmalarını analiz etmektir. Evrimsel biyoloji alanında, bütün canlıların tüm özellikleri evrimsel değişimin tarihi ve ürünleridir. J. Maynard Smith (2002) “Bizim kendi türümüzde, kültürel kalıtım (sosyal – kültürel evrim) tarihsel değişimin temelidir” diyor. Evrimsel biyoloji ile diğer biyolojik disiplinler şu konuda gerçeği paylaşırlar: çoğu kez görünmeyen olay ya da nesneler hakkında yorumlar yaparız. Geçmişteki evrimsel değişimleri işlerken göremeyiz; aslında ne DNA kopyasını, ne de büyüme ve üremeyi düzenlediğini bildiğimiz hormonuda görebiliriz. Daha ziyade, nesneler hakkında şöyle yorumlar yaparız:
a) Bunların ne olduğu ve nasıl çalıştığı hakkında hipotezler ileri sürerek,
b) Bu hipotezlerden elde edilen verilere dayanarak çıkarımlar, kestirimler üreterek, ve son olarak,
c) Eğer hipotez doğru ise, görmeyi beklediğimizle gözlediklerimizi karşılaştırarak hipotezin geçerliliği hakkında yargıya varılır. Buna, "varsayımsal-tümden gelim” (hipothetico-deduktive) yöntemi denir ve Darwin, tüm bilimlerde yaygın ve etkili olarak kullanılan bu yöntemin başarılı ilk yandaşlarındandır.
Bilimde çok çeşitli olay ve gözlemleri açıklayan birbiri ile ilgili bir grup hipotez, böyle sınamalarla kuvvetle desteklenirse, o zaman kuram adını alır. Jacob ve Watson'un kullandığı anlamda kuram yalnızca bir tahmin değildir. “Kuram” , kuantum kuramı, atom kuramı ya da hücre kuramı gibi iyi desteklenen ve geniş bir açıklama çerçevesi sağlayan ilkeler için saptanmış onurlandırıcı bir terimdir. Evrimsel biyolojideki ağırlık, öyleyse, ilk olarak, kuramın öğrenilmesi (bunlar hep birlikte canlılar hakkındaki çok çeşitli gözlemleri açıklayan evrimsel değişimin ilkeleridir.) ; ikinci olarak verilerle evrimsel hipotezleri sınama yollarını ö ğrenmek olmalıdır (Futuyma, 2005’den). Doğal seçilimin olanaksızı yaratmak konusundaki gücünü bazı invitro deneyler göstermektedir
(Maynard Smith, 2002).
Bilim ve İnanç
İleri Dünya ülkelerinde biyologlar ve diğer bilimciler, yaratılışçılığı çağrıştıran herhangi bir bilimsel eğitim müfredatının okullarda uygulanmasına karşıdır. Ayrıca bunun serbest konuşma hakkına karşı olduğu, ya da dinsel inançları söndürme amaçlı olduğu da söylenemez. Fen dersleri ile dinsel bilgi ve eğitiminin birlikte verilmesi, genelde eğitim ve özellikle de çağdaş fen eğitimi anlayışı ile bağdaştırılamaz. Laik, demokrat ve sosyal bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nde eğitimin çağdaş olacağı Anayasanın 42. maddesinde yazılıdır. Bu Anayasa maddesi “eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve İnkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz” demektedir.
Doğal bilim, gerçeklerin kolleksiyonu değildir; doğal olayları anlamayı sağlama sürecidir. Hipotezler ileri sürme, bunları gözlemsel ve deneysel kanıtlarla test etmeyi içerir. Matematikte olduğu gibi hipotezler ispatlanmaz, geçici olarak kabul edilir, izleyen kanıtlara göre değişir, kapsam alanı genişler ya da reddedilir ya da daha iyi bir hipotez tasarlanabilir. Benzer konulardaki destek görmüş hipotezler bir arada bir “kuram” a da dönüşebilir (Evrim kuramı gibi).
Burada iki hipotez (varsayım) örneği ele alalım:
1) Daha önce yerküredeki kıtaların sabit olduğu varsayılırdı; fakat daha sonra ‘levha tektoniği’ kuramı (gerçeği) 1950’lerden sonra Jeoloji’de devrim yarattı.
2) Mendel genetiğindeki ‘serbest ayrılım’ ve ‘bağımsız açılım’ yasaları -ki bunlar çağdaş genetiği başlatmıştır- daha sonra linkaj (genlerin bağlantısı) ve ‘mayotik sürüklenme’ olayları keşfedilince biraz değişti ve genişledi. Fakat kalıtımın genlere (partiküllere) dayalı olduğu temel ilkesi, bugün bir gerçeklik olarak devam etmektedir.
Bilimciler teker teker bir hipotezi işleseler de, bilim insanları topluca, herhangi bir bilimsel inanca, güvenilir tersine kanıtlar ortaya çıkınca, geri dönülmez tarzda bağlı kalmaz. Kanıtlar nasıl gerektiriyorsa öyle olmaları, yapmaları ve fikirlerini değiştirmeleri gerekir.
Böylece bilim sosyal bir süreçtir, geçici-sorgulayıcıdır. İnançları ve otoriteyi (yetke) sorgular. Görüşlerini sürekli olarak kanıtlarla birlikte sınar. Biyoloji’de birçok bilimsel iddialar (savlar), gerçekte doğal seçilim sürecinin bir getirisidir; bilimcilerin fikirleri, birbiri ile yarışarak böylece keşif dünyası ve gücü içinde büyüyerek ilerler. Bilim bu yönüyle, iddialarını kanıtlamak için test/deney/sınama yöntemini kullanmayan “yaratılışçılık”tan ayrıdır. Ayrıca, “yaratılışçılık” doğal dünyayı açıklamak için zamanla kapasitesini geliştiremez.
Eğitim
* Eğitim, kişileri yeni icat ve buluşları daha kolay kabul edebilir hale getirir.
* Teknik, ekonomik ve siyasal kararları verme durumunda olan sorumlulara gerekli bilgi ve beceriyi kazandırır.
* Eğitim, kişilerin çağdaş topluma uyum gücünü arttıran ve dolayısıyla düşünce ve davranış değişimine yol açan bir eylem sürecidir.
* İnsanı değiştirmedikçe kalkınma dediğimiz gelişme görülemez.
Gelin görün ki, Sultan Abdülhamit II'nin son Maarif Nazırı (Eğitim Bakanı) Haşim Paşa (18521920) – [1903-1908 yıllarında bakanlık yapmıştır]; “Darülfünun (üniversite) öğrencilerin ahlakını bozuyor” diyerek kapatılmasını önermiştir. Aynı Nazır: “Mektepler olmasa Maarifi ne güzel idare ederdim” diyen kişidir.
Rastlantıya bakın ki, 2005 yılında ülkemizde Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileri: Evrim dersi ile öğrencilerin beyinlerinde tahribat yapılıyor” diyebiliyor (gazetelerden). Oysa, çağdaş evrim bilimi düşünmeyi öğretiyor; ırk kavramını, öjeniyi reddediyor. İnsan ve toplumların geleceğine kuramsal ve uygulamalı katkılar sağlıyor.
Ayrıca, kuşku duymayı ve düşünme disiplinini öğretiyor. Şimdilerde basın haberlerine göre, ilköğretim 4. ve 5. sınıflara “düşünce eğitimi” dersi konacakmış. Bu dersi hangi öğretmenler verecek, felsefe öğretmeni mi? Hayır.
Biyoloji Kitaplarında Yaratılış ve Evrim
Yurdumuzda yaratılış görüşünün biyoloji müfredatına ve ders kitaplarına girişi 1985 yılına rastlamaktadır.
* 1962, 1968 ve 1982 yılında basılan biyoloji kitapları evrim konusunu genelde bilimsel ölçütler içinde vermiştir.
* Ancak 1985’ten 1998 yılına kadarki dönemde ise yaratılış görüşü evrim kuramına bir alternatif olarak sunulmaktadır.
* 1995 yılındaki hariç tutulursa (yaratılış görüşü yer almaz) 1985, 1992 ve 1998’de basılanlar, evrim kuramının eleştirisine ayrı bir başlık altında yer verirken, yaratılış görüşü eleştirilmemiştir.
* 2000 ve 2003 yıllarının kitaplarında yaratılış görüşü eleştirilerek sunulmuştur.
* 2004 yılında basılan (2005 ve 2006 yılları da buna benzemektedir) ve öğrencilere bedava dağıtılan Fen Bilgisi 8. sınıf kitabında evrim teorisi ile ilgili bilgiler dengesiz olarak verilirken, bu teorinin adı kullanılmamış, yalnızca üç kez “evrim” sözcüğü kullanılmıştır. Lise 3. s ınıf biyoloji kitabında ise, önce “Yaratılış Görüşü” anlatılmıştır: “Tüm canlı ve cansız varlıklar Tanrı tarafından yaratılmıştır. Evrendeki her bir varlık bir amaca yönelik olarak yaratılmıştır. Bu amacı belirleyen de Tanrı’nın kendisidir” denerek daha sonra yer alan “canlıların evrimi” ile ilgili görüşler zayıf düşürülmüştür.
Bu tip kitaplarla yapılan eğitim, toplumu ileriye değil geriye götürür.
Eğitimde Yaratılış ve Evrime Eşit Zaman mı?
Biyolojik çeşitlilik ve canlıların karakteristik özellikleri için ileri sürülen yaratılışçı açıklamalar bilimsel yöntemle uyuşamadığına göre, yaratılışçı görüş ile evrimsel teoriye eğitimde eşit zaman verilmeli mi? Nasıl ki, bugün kimya derslerinde öğretmenler simyayı ö ğretmiyorlarsa, yerbilimi derslerinde yerkürenin düz (tepsi biçimli) olduğuna dair eski kaydı ve ayrıca depremin eskiden varsayılan nedenini hiç zikretmiyorsa, biyoloji disiplini içinde de evrim dersini anlatırken dinsel görüşlere eşit ağırlık verilmemelidir. Bu konular “din kültürü ve ahlak bilgisi” dersinde anlatılmalıdır.
Bilim ve din aynı alanlarda hüküm sürmezler. ‘bilim öğrenir, din öğretir. Bilimin itici gücü kuşkudur; dinin çimentosu ve tutkalı inançtır’. İkisinin yetki alanlarını karıştırmamak gerekir. Bilim dünyayı anlamaya çalışır; dinler ve felsefeler insan yaşamına bir anlam verme görevini üstlenmişlerdir.
“Uygarlık yolunda yürümek ve başarılı olmak, yaşamın koşuludur. Bu yol üzerinde duraklayanlar ya da bu yol üzerinde ileri değil geriye bakmak gaflet ve cehaletinde bulunanlar, genel uygarlığın coşkun seli altında boğulmaya mahkumdurlar. Uygarlık yolunda başarı yenileşmeye bağlıdır” (Atatürk, 30.08.1924, Başkomutan Savaşı 2. yıldönümündeki söylevinden).
Değerli katılımcılar,
Bu sempozyumda evrim biliminin evrensel gerçekliği, yeni veriler ışığında güncel konumu ve ileriye dönük beklentileri ile pratik yararları dile getirilecektir. Ayrıca, Eğitim sistemimiz içinde yer alan doğal bilimler alanındaki “Fen bilgisi” ve “Biyoloji” derslerinin kapsamı içinde “evrim” olgusunun yeri ve önemi, niye ve nasıl öğretilmesi gerektiği üzerinde durulacaktır. Umuyorum ki, bilimsel evrim eğitiminin gereği hakkındaki bilgi ve düşüncelerimiz bu toplantıyla daha çok aydınlanacaktır.
0 Yorumlar