Fen Bilimci Gözüyle Teori ve Evrim:
Bir Bilimsel Teorinin Alternatifi Ancak Başka Bir Bilimsel Teoridir!
Battal ÇIPLAK
Akdeniz Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü 07058 Antalya
Evrim kelimesi her insanda farklı bir algılama uyandırır. Kimileri ilk defa duymuş gibidir ve kendileri için hiçbir şey ifade etmez. Kimilerine tanıdık gelir, bir yerlerden işitmişlerdir, fakat fazla ilgilendirmez. Kimileri için ise evrim, dünyevi bir sapkınlık, kutsal olanın aksine insanın yüceliğine bir hakarettir. Bu gruptaki kişiler için bu terim ve onunla barışık her şey ne pahasına olursa olsun, mücadele edilmesi, hatta ve hatta uçtakileri için ortadan kaldırılması gereken savlar olarak algılanır. Bu kişilerin dogmalarına ve değer yargılarına ters olan her şey onlar için değersiz birer saçmalıktır. Bazen evrim terimine pozitif olanlar da evrimi bir yandaşlık tarzı ile algılar ve bu yaklaşım ile terime yine duygular yüklenir ve o değer yargıları ile özdeşleştirilir. Dolayısıyla arı bilimsel biçimiyle değerlendirme bulanıklaşır.
Terime yönelik yaklaşımların bu denli çeşitli olmasının nedeni, evrimin canlı bilimleri dışında çok sayıda bilimsel ve edebi/sanatsal alana etkisinin olmasıdır. ‘Süreçte değişim’ olgusuna bağışık bir alan neredeyse düşünülemeyeceği gerçeği evrim kavramının istisnasız her alana yansımasının ve bir şekilde terminolojisinde yer almasının ve içeriğine tınısının sızmasının bir nedenidir. Bu nedenle de bir o kadar anlam yüklü bir terim halini almıştır. Doğaldır ki her bir entelektüel yaklaşım evrim terimini, temel nitelikleri benzer kalmak kaydıyla, kendi pencerelerinde tanımlar ve kullanır. Ancak, bu durum bireysel olarak evrim kavramına her yönüyle hakim olmayı da güçleştirir. Dolayısıyla, ‘doğal seçilim yoluyla evrim’ kavramının sınırlı bir çerçevede, asıl alanı olan doğa bilimlerinin bakış açısıyla ele alınıp tartışılması, bizlere daha somut değerlendirme ve saptamalar yapma fırsat verir.
Hiç şüphe yok ki evrim ile ilgili tüm değerlendirmelerde Darwin işin içindedir. Oysa süreç içerisinde değişim olgusunun Darwin ile doğrudan bir ilgisi yoktur. Hatta tarihsel planda ‘doğal seçilim yoluyla evrim’ yaklaşımından çok önce hem genel anlamda hem de canlı bilimlerinde evrim kavramı literatürde mevcuttur. Fakat yine de ‘karşıtlar’ diğerlerine değil Darwin’e tepkilidirler. Öyle ki evrim bu çevrelerde filozofik bir akım olarak görülüp “Darwinizim” olarak adlandırılmaktadır. Tabi bu yaklaşım tarzı aynı zamanda bu çevrelerin konuya ne kadar bilimsel bakabildiklerini de ortaya koymaktadır. Belirtilmesi gereken bir durum var ki, o da Darwin’nin kitabının en başında bahsettiği gibi (Türlerin kökeni sayfa 9-20) kendisinden önce de türlerin sabit varlıklar olmadıkları ve süreç içerisinde değiştiklerine ilişkin hatırı sayılır verinin mevcut olduğudur ve 17. ve 18. yüzyıllarda birçok bilim insanınca da benimsediğidir. Bilinmeyen ise bu değişimin nasıl gerçekleştiğidir. Hatta Lamarck bir değişim mekanizması önermiş, ancak Lamarck tarafından tanımlanan değişim mekanizmasının bilimsel sınamalarda destek almaması nedeniyle bilim çevrelerince benimsenmemiş ve tarihteki yerini almıştır. Bilinmelidir ki Lamarck’ın evrimsel biyoloji tarihinde çok önemli katkıları vardır. Lamarck’ın görüşleri bu alandaki çalışmalara bir ivme kazandırmış ve ileri sürdüklerinin bilim çevrelerince sınanması bilim insanlarını yeni açılımlara götürmüştür. Sözgelimi türlerin sabit varlıklar olmadıkları, süreç içerisinde değiştiklerinin bir genel kabul haline gelmesinde onun çok önemli katkısı olmuştur. Keza her ne kadar önerdiği temel değişim mekanizması (somatik değişimlerin kalıtımı) doğru olmasa da kullanılan özelliklerin korunduğu ve kullanılmayanların gerilemeye yüz tuttuğu da canlı dünyasına bakış açısından çok önemli bir aşamadır.
Darwin ‘doğal seçilim yoluyla evrim’ teorisini formüle ettiği iki önemli eseri olan (i) Türlerin Kökeni Üzerine ile (ii) Eşeysel Seçilim ve İnsanın Türeyişi’de ortaya koyduklarının dolaylı olarak işaret ettikleri bir yana, bir felsefi veya dini tartışma içerisinde de olmamıştır. Hatta Türlerin Kökeni Üzerine adlı kitabında (Darwin, 1859: 386) ‘bu kitapta sunulan görüşlerin her hangi bir kimsenin dinsel inançlarını sarsması için anlaşılır bir gerekçe görmüyorum’ diyerek kendisine yöneltilecek dinsel eleştirilere olan şaşkınlığını önceden belirtmiştir. Günümüzde de, tıpkı o dönemde olduğu gibi, karşıtların tüm yaklaşımları bilimsel değil, inanç çerçevesindendir. Peki, neden Darwin’in ‘doğal seçilim yoluyla evrim’ teorisi hem kendisinden önceki düşünürlerin (Aristo, Buffon, Lamark, Geoffroy, Dr. Wells, W. Herbert, Prof. Grant, Prof. Haldeman, Prof. Owen, Herbert Spencer vd.) aynı konuya yönelik teorilerinin yerini almış, hem de neden yerine yeni bir teori önerilememiştir? Ya da neden bu gün alternatifi olabilecek bilimsel bir teori yoktur? Bu soruların cevapları ile alınan tepkilerin nedenleri arasında bir paralellik olduğu açıktır.
Bir bilimsel teorinin alternatifi ancak başka bir bilimsel teoridir!
Bilim veya ilişkili kavramlar doğru tanımlanmadan doğal seçilim yoluyla evrim teorisi de doğru olarak değerlendirilemez. Başka bir şeklide söylemek gerekirse bilimi algılama ile evrimi algılama arasında birebir bir paralellik vardır. Bilim veya ilişkili kavramlar yanlış algılanıyor veya tanımlanıyorsa evrim de yanlış algılanır ve tanımlanır. Ülkemizde evrim karşıtlığının asıl nedeni budur. Bu noktada bazı terimleri evrensel olarak bilindikleri veya tanımlandıkları şekli ile doğru olarak tanımlamak önemlidir (Kenenedy vd., 1998; Örs, 2007; Yıldırım, 2005)
Bilim (science): Kabul gören bilimsel metotlarla doğayı anlama yolu
Varsayım (Hipotez = hypothesis): Gözlem, deney veya her ikisi ile sınanabilen doğal bir veya daha fazla olguya (fenomene) ilişkin bir açıklama; bilimsel olarak dikkate alınması için doğrulanabilir olduğu kadar yanlışlanabilir de olmalıdır.
Gerçek (fact): gözlemlerle sürekli olarak desteklenmiş bir olgu (fenomen)
Yasa, kural, ilke veya prensip (law or rule): belirlenmiş koşullarda doğal bazı olguların nasıl işleyeceğine ilişkin tanımlayıcı genelleme
Teori veya Kuram (theory): Çok sayıda gerçek, yasa ve doğrulanmış varsayımı (veya başka teorileri) ilişkilendiren, doğa ile ilgili iyi desteklenmiş bir açıklama
Yukarıdaki tanımlar günümüz biyoloji literatüründe yer alan ve canlı bilimcilerin üzerinde uzlaştıkları tanımlardır. Canlı bilimciler de bu terimleri kabul ederek iş yaparlar. Bu terimsel arka plan olmadan neyin bilimsel veya neyin bilimselliği olmadığına karar vermek olası değildir. Örneğin, bir açıklamanın bilimsel olması, kabul gören bilimsel metotlarla sınanabilir olmasını gerektirir. Benzer şekilde, teori birçoğumuzun günlük hayatta kullandığı gibi bir insanın bir konudaki rastgele görüşü değildir. Bir konuya ilişkin bir görüşün bir varsayım olabilmesi için, sınandığında ret veya kabul edilebilme potansiyeline sahip makul bir açıklama olmalıdır. Diğer taraftan bir teorinin şekillenmesi bir süreç işidir ve çok sayıda sınamadan geçmiş ve destek almış olması gerekir. Bilimsel terminoloji açısından belirtilmesi gereken önemli bir konu teori kavramının bir şemsiye kavram niteliğinde olduğudur. Bir teorinin kapsamlı açıklamalarına dayandırılan birçok bilimsel gerçeği, aynı çatı altında yer alan değişik olgulara yönelik birçok doğrulanmış varsayımı ve birçok yasa (genelleme) veya kuralı ilişkilendirmesi söz konusudur. Örneğin evrim teorisi şemsiyesi altında tanımlanmış çok sayıda alt teori söz konusudur: eşeysel seçilim teorisi, zıt eşeysel seçilim teorisi, antagonistik birlikte evrim teorisi, dişi tercihi teorisi, sperm rekabeti teorisi, iyi gen teorisi, vikaryant türleşme teorisi, simpatrik türleşme teorisi, soyiçi üreme çöküşü teorisi, hibrit üstünlüğü teorisi ve daha onlarcası.
Bilimsel genellemeler (teori, yasa, kural veya bilimsel gerçek) için öncelikle belirtilmesi gereken temel noktalardan biri, hiç birisinin mutlak olarak kabul edilemeyeceğidir. Bir genellemenin açıklamaları mutlak olarak kabul edildiğinde o genelleme bilimsel niteliğini yitirir. En iyi şekilde açıklanmış ve sürekli destek almış açıklamalar bile her zaman yanlışlanabilme veya tekrar tekrar doğrulanma potansiyelini korumalıdırlar. Bilimsel gerçekler bile zaman içerisinde nitelik değiştirebilirler. Mutlaklaştırma bilimsel genellemeyi bilimin ruhuna uygun ussal eylem olan “bilmekten” çıkarır ve bilimsel olmayan diğer bir ussal eylem olan “iman etmeye” (yani sorgulamaksızın kabul etmeye) götürür.
Bilimin birikimsel bir özelliğinin olduğunu bilmek önemlidir. Doğada gözlenen bir örüntü için mantıklı ve nesnel bir açıklama (bir varsayım) önerme ve bu ön açıklamayı makul sınama metotları ile doğrulama/yanlışlama basamakları önemli olsa da, genel bilimsel birikim için ayrıca önemli konular vardır. Örneğin Charles Darwin genetik bilmiyordu ve teorisini temel genetik prensiplerden bihaber formüle etmiştir. John Gregor Mendel bazı temel genetik prensipleri Darwin’den çok sonra formüle etti, ancak o da DNA’nın ne olduğunu bilmiyordu. Dobzhansky modern genetik biliminin önemli otoritelerindendi, ancak, DNA’da fazladan yazılım (overprinting) onun ölümünden sonra keşif edildi. Süreçte bilimsel birikim teorileri süreç içerisinde netleştirir, boyutlandırır, derinleştirir ve ilk halinden farklı kılabilir ya da bazen yerlerine yenilerinin önerilmesini sağlar. Bu süreç bir teorinin veya çatısı altında oluşturulan diğer bilimsel genellemelerin (yasa, bilimsel gerçek, kural vb.) yenilenmesini veya değiştirilmesini getirir veya yeni genellemelere olanak sağlar. Bilimin bu birikimsel niteliği bazen yanlış yorumlanır veya tanımlanır. Bazı çevreler bir “açıklamanın önce bir varsayım olarak ortaya çıkacağı ve doğrulanmamış bir teori olarak varlığını sürdüreceğini ve doğrulandığında yasaya dönüşeceği” gibi yanlış bir tanım içerisindedirler. Bir yasa belirli koşullarda bir olayın gerçekleşme olasılığını tanımlayan bir genellemedir. Teorinin böyle bir niteliği yoktur ve bilimsel teoriler için böyle bir koşul öngörme evrensel bilimsel anlayışla bağdaşmaz.
Doğal bir fenomene (olguya) ilişkin birden fazla alternatif teori söz konusu olabilir ve bu alternatif teorilerin her biri fenomeni belirli yönleriyle açıklamada daha başarılı olabilir. Ancak bir fenomenle ilgili bir açıklamanın alternatif teori olarak kabul görebilmesi için her birinin bilimsel ölçütlere uygun olması bir ön koşuldur. Bu açıdan değinilmesi gereken birçok nokta bulunmasına karşın, bazı temel konular ayrıca önemlidir. Hiçbir zaman sınanmamış bir açıklama bir teoriye alternatif olamaz. Örneğin ülkemizde çocuklar ebeveynlerine “ben nasıl oldum veya nereden geldim” diye sorduklarında yaygın olarak verilen bir cevap olan “leylek getirdi” açıklaması üreme biyolojisine ilişkin genellemelerin bir alternatifi olamaz. Burada, söz konusu varsayımın ne kadar makul olduğunun hiçbir önemi yoktur. Leyleklerin insanlara çocuk getirmesi makul ve sınanabilir olsa bile gözlem veya deneylerle sınanıp doğrulanmadığından hiçbir bilimsel geçerliliği yoktur. Mantıklılığı s ınamaya değer bir açıklama olmasından öte bir şey ifade etmez. Alternatif teorilerin tam olarak bir birinin zıttı kapsamlara da sahip olmaları gerekmez. Hatta birçok kez iki veya daha fazla alternatif teorinin kapsamları geniş kesişim kümelerine sahiptirler. Örneğin biyolojide tür dediğimiz canlı birliğine ilişkin genellemelerin (literatürde dikkate alınan 20’den fazla tanım vardır) hemen tümü türü bir üreme birliği olarak kabul ederek varsayımlarda bulunurlar. Aynı bağlamda değinilmesi gereken diğer bir nokta alternatif iki açıklamanın her birinin kendi açıklayabildiği ile güçlü olduğudur. Yaygın olarak bazı çevrelerce başvurulan bir yöntem olmasına karşın, hiçbir zaman alternatif iki açıklamadan biri diğerinin açıklayamadığı bir nokta ile güçlü değildir.
‘ Doğal seçilim yoluyla evrim’ teorisi fen bilimlerine ait olup bu alanın ölçütlerine göre, kısaca bilimsel metotlar penceresinden ele alınmalı ve değerlendirilmelidir. Bilim, doğada gözlenen olay ve olgulara nesnel, makul bir açıklama getirme ve bu açıklamaları uygun bilimsel metotlarla (deney, gözlem veya karşılaştırma) sınama işidir. Tanımından da anlaşılacağı gibi doğrudan ya da dolaylı olarak gözlenemeyen hiçbir şey bilimin uğraş alanı içerisinde yer almaz. Bu açıdan bilimin turnusol kâğıdı nesnelliktir. Deney ve gözlemlerle somut veri haline getirilemeyen hiçbir açıklamanın bilimde yeri olmadığı gibi hiçbir değeri de yoktur. Zaten eğer ölçemiyorsanız bilginiz eksik veya yetersiz demektir. Yeterince bilmiyorsanız “biliniyor” veya “bilimsel” diye değerlendiremezsiniz. Nesnellik, bilimsel yöntemin sağladığı güvenilir bilginin ve olguları açıklama gücünün tek kaynağıdır. İnsanlık tarihindeki hiçbir çaba (felsefe, mitoloji, metafizik vb) bu güce erişememiştir. Bu yüzdendir ki günümüzde bilim büyük bir itibar görmekte ve kullandığı yöntemler ve nesnelliği de onu diğer düşünce tarzlarından ayırıp özel kılmaktadır.
İyi bir teorinin, bilim felsefesi yönüyle belirtilmesi veya tartışılması gereken başka birçok yönü bulunsa da, teorinin anlaşılırlığının basitliği ile ve gücünün her sınamadan almış olduğu desteklerle doğru orantılı olduğunu bilmek önemlidir. Doğal seçilim yoluyla evrim yukarıda tanımlanan temel nitelikleri karşılamanın yanında, hem basit hem de güçlüdür. Bu nedenle, Darwin-Wallace’in açıklamaları yerine, aynı konuları açıklayabilen alternatifleri henüz geliştirilememiştir. Hatta daha da önemlisi o, aynı çatı altında daha özgül konuları açıklayan çok sayıda yeni teorinin geliştirilmesine kaynaklık etmiş ve günümüz biyolojik bilimlerinin omurgasını oluşturmuştur.
Doğal seçilim yoluyla evrim teorisinin özü ve bilimsel nitelikleri
Peki, doğal seçilim yoluyla evrim teorisi nedir? Bu soruya cevap vermeden önce şu konuya açıklama getirelim; her ne kadar bu teori çoğunlukla Charles Darwin’in adıyla anılsa da, Darwin’in teorinin tek babası olmadığı bilinmelidir. İlk olarak Charles Darwin- Alfred Russel Wallace Kuramı adı ile Darwin tarafından 1858’de Londra’da bir doğa tarihi kuruluşu olan Linnean Society’nin Temmuz ayı toplantısında sunulmuş ve derneğin dergisinin üçüncü cildinde yayınlanarak kamuoyuna duyurulmuştur. Dolayısıyla Darwin, ‘doğal seçilim yoluyla evrim’ teorisinin sahibi olma onurunu Wallace ile paylaşmıştır.
Doğal seçilim yoluyla evrim teorisi aslında bir önermeler zinciridir. Türlerin kökeni üzerine’de Darwin (1859) teoriyi bir sayfada 4 önerme şeklinde özetlemiş ve 459 sayfalık kitabın kalan kısımlarında bu dört önermeyi sınamaya yönelik verileri sunmuştur.
Darwin’in birinci önermesi “Türleri oluşturan bireyler varyasyon gösterirler” şeklindedir. Yani tür dediğimiz koyun, keçi, toprak solucanı, kedi, sirke sineği ve insan vb. canlı birliklerinin bireyleri başka bir türün bireylerine göre birbirlerine daha benzer olsalar da tıpa tıp birbirlerine benzemezler ve hemen her özellikleri bakımından birbirlerinden farklıdırlar. Bu durum şimdiye kadar saptanmış 2 milyon kadar türde gözlenmiştir ve Darwin’in önermesinin aksi yönde tıpa tıp aynı bireylerden oluşan bir tür henüz bildirilmemiştir. Doğal seçim yoluyla evrim teorisinin bu önermesi herkesin sınamasına açıktır ve gelecekte de açık olacaktır. Bilimsel yöntem acımasızdır ve aksi yönde veri elde edildiğinde, teori ya değiştirilecek ya da tamamen reddedilecektir.
Darwin’in ikinci önermesi “var olan bu varyasyonların bazılarının gelecek kuşaklara kalıtılır” olduğu şeklindedir. Türlerde görülen varyasyonların küçük bir kısmı çevresel etmenlere bağlı olarak oluşur. Ancak günümüzde ulaşılan genetik bilgi birikimi varyasyonların, hatta çok büyük bir kısmının, kalıtsal olduğunu göstermektedir. Henüz bilinen 2 milyon kadar canlı türünün (şu an yeryüzündeki toplam tür sayısının 20-30 milyon kadar olabileceği tahmin edilmektedir) tümünün genetik yapıları çalışılmamış olsa da, çalışılanlardan edinilen veriler Darwin’in bu önermesini tereddütsüz desteklemektedir. Darwin’in kendisi genetik bilmiyordu ve kalıtımın esasları Türlerin Kökeni Üzerine (Darwin, 1859) yayınlanandıktan 7 yıl sonra Gregor Johann Mendel tarafından bir makaleyle yayınlandı (1866). Buna karşın kalıtımın esaslarının yaygın şekilde anlaşılması 1900’lü yıllarda olası olmuştur ve bu süreç içerisinde yapılan çalışmalardan edinilen veriler Darwin’in bu önermesini açık şekilde doğrulamıştır. Yeni çalışmalar sonucu ortaya çıkan veriler doğrultusunda varsayımın tekrar tekrar en katı şekilde sınanması bilim adamlarına düşen bir görevdir.
Darwin’in üçüncü önermesi “her nesilde, yaşayabilecek olandan daha fazla döl üretilir” şeklindedir. Aslında bu önerme “her türün üretken bireylerinin verdiği döllerin tümü yaşayamaz” şeklinde de ifade edilebilir. Verilen döllerin tümünün yaşayamadığı çalışılmış tüm canlılarda gözlenen bir durumdur ve bu önerme ile iyi bir uyum içindedir. İnsan bağırsağında yaşayan bir sığır tenyası (Taenia saginata) dişisi 1 yılda 600 milyon kadar yumurta üretir ve toplam ömrü olan 18 yıl kadar sürede bu sayı 10 milyar 700 milyonu bulabilir. Bu durumda bir tek dişi dünyadaki tüm insan populasyonunu parazitlemeye yeterdi. Benzer şekilde doğada var olan tüm canlı tür veya populasyonları herkes tarafından çalışılabilir ve de çalışılmaktadır. İşte bu nedenledir ki verilen döllerin yaşayabilenlerinin sayısı çok azaldığında türler yokoluşa sürüklenmektedir. Sonuç olarak doğal seçilim yoluyla evrim teorisinin bu önermesinden kuşku duymayı gerektirecek bir bilimsel veri mevcut değildir.
Doğal seçilim yoluyla evrim önerme setinin sonuncusu aslında teorinin kendisinin özetlendiği bir önermedir. Başka bir ifade ile önceki önermelerin mantıksal sonucu olan “kimler yaşayacak veya kimler yok olacak” sorularının cevabı olan açıklamadır. “Bireylerin üreme ve hayatta kalmaları rasgele değildir: Hayatta kalan ve üremeye katılan bireyler, ya da üremeye en fazla katkısı olanlar, en elverişli varyasyonlara sahip olanlardır. Bunlar doğal olarak seçilmişlerdir.” Bir türün verdiği döllerin tümü yaşayıp üreyemediklerine göre ve bu bireyler kalıtsal varyasyonlara sahip olduklarına göre, hayatta kalma ile sahip olunan varyasyonlar arasında bir ilişki vardır. Başka bir ifade ile seçilenler ve elenenler sahip oldukları varyasyonlara göre belirlenecektir. En uygun varyasyonlara sahip olanlar, olmayanlara göre seçilme/elenme ikileminde avantajlı olanlar olacaktır ve sonraki nesillerin oluşumuna daha fazla katkıda bulunacaklardır. Uygun varyasyonlara sahip olmayanlar ise elenecek ve sonraki nesillin oluşumuna katkıda bulunmayacaktır. Yada daha az uygun varyasyonlara sahip olanlar sonraki nesle daha düşük derecede katkıda bulunacaklardır. Kısacası, sonraki nesillere katkıları taşıdıkları varyasyonların uyumluluk derecelerine paralel olarak gerçekleşecektir. Günümüzde yüzlerce canlı türü veya populasyonunda hayatta kalma oranları, bir populasyonun hayatta kalan bireylerinin sahip olduğu özellik seti ile elenenlerin sahip oldukları özellik seti iyi bir şekilde ortaya konmuş ve konmaktadır. Hatta işe karışan farklı özelliklerin her birinin uyum gücüne (sonraki nesli oluşturmaya katkı oranı “fitness”) etkisi birçok model organizma bazında çalışılmış ve çalışılmaktadır. Teorik çerçevede veri üretmenin yanında, özellikle koruma biyolojisi alanında bunlardan iyi bir şekilde yararlanılmaktadır. Bu nitelikteki binlerce çalışma önermenin aksine veri üretmemiştir ve dördüncü önermeyi açık şekilde doğrulamıştır.
Değişim “doğal seçilim yoluyla evrim” teorisinin neresinde?
Bir türün yaşayacak olandan fazla üretilen dölleri, yani türün bireyleri, hemen hemen tüm özellikleri bakımından birbirlerinden farklıdır ve bu özellikleri kalıtım yoluyla ebeveynlerinden miras olarak kalmıştır. Yaşayacak olandan fazla üretilen bu döllerden en uygun varyasyonlara sahip olanlar seçilecek ve uygun olmayan veya daha az uygun varyasyonlara sahip olanlar elenecektir. Organizmalar bağlamında süreç içerisinde değişim olarak evrim, seçilme/elenme süreçlerinin ardışık nesillerdeki tekrarının doğal bir sonucudur. Bir tür var olduğu sürece, ister bin nesil isterse bir milyon nesil, her nesil için aynı saptamalar geçerli olacak ve aynı mekanizma işleyecektir. Her nesilde uygun özelliklere sahip olanların bir sonraki nesle katkıları daha fazla olacak ve uygun özellikleri oluşturan genler oransal olarak daha da artacaktır. Uygun olmayan özellik setlerine sahip olanlar sonraki nesillere daha az katkıda bulunacaklarından uygun olmayan özellik setlerini üreten genler süreç içerisinde azalacaktır.
Uygun olmayanların azalma hızı, uygun olmayan özelliğin neden olduğu dezavantaja paralel olarak gerçekleşecektir. Yılda bir döl veren bir tür için düşünüldüğünde 1000 yıllık bir süre içerisinde seçilme/elenme 1000 nesilde, bir 1.000.000 yılda 1.000.000 nesilde seçilme/elenme gerçekleşecektir. Dolayısıyla, bir türe ait birinci nesildeki populasyon ile bininci veya bir milyonuncu nesildeki populasyon hiçbir zaman birbirinin aynı olmayacaktır. Başka bir ifade ile tür populasyonunun genetik özellikleri (gen havuzu) itibarıyla var olduğu sürece dinamik bir değişim içerisinde olacaktır; zaman içerisinde “değişim olarak evrim” ardışık nesillerdeki bu seçilme/elenme süreçlerine bağlı olarak ortaya çıkan değişimin ta kendisidir. Bu nedenledir ki bazı araştırmacılar genetik bilimini ‘özelliklerin bir nesilden sonrakine olan kalıtımını inceleyen bilim dalı’ olarak tanımlarlarken evrimi ‘özelliklerin çok sayıda ardışık nesildeki kalıtımını inceleyen bilim dalı’ olarak tanımlarlar.
Bir türün özelliklerini belirleyen şey türün sahip olduğu genetik bilgi, yani gen havuzudur. Populasyonun her bir bireyi gen havuzunda var olan genetik bilgi doğrultusunda özelliklere sahip olacaktır. Ancak, hangi özelliklere sahip olanların seçilenler ve hangilerine sahip olanların elenenler olacağı organizmanın yaşadığı çevredeki koşullarca belirlenir. Başka bir deyişle ortamın koşul kombinasyonları elek görevi görür. Organizma içinde yaşadığı ortamın biyolojik (birlikte yaşadığı diğer organizmalar) ve biyolojik olmayan (fiziksel ve kimyasal) farklı koşulları ile etkileşim halindedir. Ortam koşullarına uyum sağlayan özelliklere sahip olanlar, uyum değerlerine paralel olarak, daha fazla hayata kalma şansına da sahip olacak, daha fazla döl verecek ve bu yolla sonraki nesle daha fazla gen vermiş, yani seçilmiş olacaklardır. Aksi nitelikte özelliklere sahip olanların ise hayatta kalma şansları daha az olacak, ya hiç yada daha az döl verecek ve genleri sonraki nesle ya hiç ya da daha az aktarılacak ve elenenler olacaklardır. Ortam koşulları sabit olmadığından, hem aynı ortamda süreç içerisinde hem de ortamdan ortama değiştiğinden, elenen veya seçilen genetik kombinasyonlar (bir türün her bir bireyi türün genlerini sonraki nesle taşıyan birer genetik paket olarak düşünülebilir), hem aynı ortamda süreç içerisinde hem de ortamdan ortama farklı olacaktır. Bu nedenle değişik ortamlarda yayılış gösteren ve aynı köken populasyondan gelen alt populasyonların her biri, kendi ortamlarının koşullarının belirlediği seçilme/elenme süreçlerini yaşayacaklardır. Mikro evrimsel süreçte bireylerin alelleri üzerinde gerçekleşen bu seçilimler geçen her nesilde populasyon içerisindeki alel kompozisyonunda küçük değişmelere neden olarak uzun vadede (makro evrimsel süreçte) başlangıç ve son populasyonların birbirlerinden farklılaşmasına neden olacaktır. Ortam çeşitliliğine paralel olarak az veya çok ayrı işleyen farklı seçilim süreçleri, barındırdıkları her bir populasyonun bağımsız evrimsel yollarda ilerlemelerine neden olacak ve yeterli süre sonucunda aynı köken populasyondan farklı populasyonların veya farklı gen havuzlarının, tam ifadesi ile farklı türlerin, oluşumunu getirecektir.
Tüm doğa tarihi boyunca yaşanmış ve yaşanmakta olan benzer süreçler biyolojik çeşitliliği oluşturan temel mekanizma olmuştur. Doğal seçilim yoluyla evrim süreci populasyon bazında, yani mikro düzeyde, değişimin mekanizmasını tanımlar. Ancak, her bir zaman kesitindeki biyolojik çeşitlilik bu mikro düzeyde değişimlerin toplamıdır. Başka şekilde söylemek gerekirse, günümüz biyolojik çeşitliliği ilk organizmadan bu yana süreç içerisinde artan sayıda mikro değişim birimlerinin oluşturduğu makro kümenin kendisidir. Bu nedenle doğa tarihini anlamanın aracı mikro düzeyde değişimleri bilmekten geçer. Bu yolla hangi organizmanın kimlerden geldiği veya hangi soy hattının (aynı kökenden gelen organizma gruplarının) nasıl şekillendiği ortaya konabilir. Genetik ifadesiyle, bugünkü gen paketlerinin kimlerin kaçıncı nesilleri olduğu ve onların genetik miraslarının ne kadarını taşıdıkları saptanabilir. Bir bakteriden insana kadar, evrim, canlılığın temel özelliklerinden biri olduğundan (i-bir genotip taşıma, ii- bir fenotip ifade etme ve iii-süreç içerisinde değişme –yani evrim), tüm doğal varlıklar bu esaslar çerçevesinde ele alınabilir ve bu bağlamında değerlendirmeye tabi tutulabilir.
Biyolojinin ondalık sayı istemi evrim
Doğal seçilim yoluyla evrim mikro düzeyde değişimlerin temel mekanizmasını tanımlamak ile Einstein’ın ünlü formülü (E = mc2) veya matematikteki ondalık sayı sistemi gibi değişik alanlarda kullanılabilecek muhteşem güçlü bir mekanizma sunar. Bu mekanizmalar hangi organizmaların nereden nasıl bir süreç yaşayarak ortaya çıktıklarını belirlememizin bir aracıdır. Çünkü evrim günlük tutmuştur. Her evrimsel basamakta meydana gelen değişimler organizmaların kalıtsal materyaline, yani DNA’larına, kodlanmıştır. Dolayısıyla, her türün gen havuzunda atalarının kalıtsal mirası ile birlikte yaşamış oldukları değişimler yazılmıştır. Bu nedenle ya doğrudan DNA veya DNA’nın belirlediği özellikleri (yani homolojiler) kullanarak evrimsel değişim basamaklarını geriye doğru tahmin edebilir ve organizmaların doğa tarihlerini açıklığa kavuşturabiliriz. Bu yolla ilk organizmaları, bunların ilkin çeşitlemelerini, sonraki grupların ne zaman ve nasıl karaya çıktıkları, hangi zamanda nasıl bir biyolojik çeşitliliğin var olduğu, günümüz canlı türlerinin ne zaman ve nasıl oluştukları, bu değişimlerden hangi çevresel etmenlerin sorumlu olduğu gibi birçok soruya cevap bulma olanağına sahip oluruz. Keza, biyolojik dünyanın değişimi sürekli olduğundan gelecekte yaşanabilecek olanlara ilişkin sorulara aynı yaklaşımı kullanarak cevap verebiliriz. Söz gelimi yaşanmakta olan küresel ısınma hangi canlı türlerini nasıl etkileyebilir? Günümüz türlerinden hangileri hangi coğrafyalarda yaşayabilir? Kimler yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalabilir? Bölgesel fauna/floralar nasıl etkilenir? Hangi türler korunmalıdır?
Nasıl korunabilir? İnsan eliyle belirli türlerde evrimsel değişime yön verilebilir mi? İnsan türü bu değişimlerden nasıl etkilenebilir? Bu ve benzeri birçok soruya “doğal seçilim yoluyla evrim” mekanizması bir araç olarak kullanılarak cevap vermek olasıdır ve günümüzde bu nitelikte yıllık binlerce çalışma yayınlanmaktadır. Örneğin, Amerika bizonu yok olmak üzere iken aynı yaklaşımla kurtarılmış ve tekrar doğaya kazandırılmış bir türdür.
Organizma çeşitliliğinin değişim basamaklarını zamansal bir boyutta tanımlamak, başka bir ifade ile doğa tarihlerini açıklığa kavuşturmak, evrimsel anlamda kimin kimlerle akraba oldukları saptamamıza ve bu yolla biyolojik çeşitliliği bir düzen içerisinde tanımlamamıza da olanak sağlar. Evrim, biyolojik çeşitliliği veren esas süreç olduğundan organizma çeşitliğini düzenleme ve adlandırmanın (ki sistematik biyolojinin uğraş alanıdır) tek doğal yoludur. Bu doğal ilişkiyi göz ardı eden hiçbir yaklaşım doğal ve dolayısıyla işlevsel bir düzen oluşturamamıştır ve şimdiki bilimsel bilgiler ışığında da oluşturabilir gözükmemektedir. Bu nedenle, sistematik biyolojinin işlevsel olabilmesi ancak bu mekanizmanın kavranıp uygulanması ile mümkün olacaktır.
Evrim yararlıdır!
Doğal seçilim yoluyla evrim mekanizması tanımlandığı ilk dönemlerde olmasa da, bu bilimsel disiplinde yakın zamanda yaşanan olağanüstü bilgi birikimi ve yeni teknikler evrimin insan eliyle gerçekleştirilmesine olanak vermiştir. Öyle ki, bilim insanları yapay olarak seçilim uygulayarak belirli canlı türlerinin belirli yönlerde değişimini sağlamayı başarmışlardır. Amerika’da bir tarımsal araştırma enstitüsü 60 nesil sürekli olarak en fazla yağ içeren tohumları seçerek yağ oranı % 6 kadar olan bir anaç mısır populasyonundan %16 yağ içeren bir mısır populasyonu seçmeyi başarmışlardır (çalışma halen devam etmektedir). Dolayısıyla bu ve benzer çalışmalar damızlık tohum veya hayvan ırkı elde etmenin asıl olarak insan eliyle evrimin gerçekleştirilebildiğini göstermektedir. Bu durumun farkında olmak birçok nedenle önemlidir. Özellikle insan nüfusunun bu kadar arttığı ve gıda ve canlı kaynaklı diğer ürünlere ne kadar ihtiyaç duyulduğu açık olduğundan, bu soruna çözüm üretmede evrimin işlevsel olacaktır.
Evrim canlılığın temel özelliklerinden biri olduğundan hiç bir canlı veya canlı bilimlerinde hiçbir alan evrimle ilişkisiz olarak düşünülemez. Bu nedenle Homo sapiens (yani insan türü) biyolojisi ve tıp, evrim bilimsel disiplini ile geniş bir kesişim kümesine sahiptirler. İnsan türünün nereden geldiği, kimlerle akraba olduğu, gen havuzunda kimlerin kalıtsal mirasını taşıdığı, hangi özelliklerinin kendisine has olduğu ve hangilerinin önceki ardışık atalarından geldiği ancak evrimsel yaklaşım ve metotlarla cevap aranabilir. Keza, günümüz insan gen havuzunun nasıl bir değişim dinamizmi içerisinde olduğu, gelecekte nasıl bir gen havuzunun şekilleneceği, beslenmenin ve ilaç kullanımının bu gen havuzunun şekillenmesinde nasıl bir rolü olacağı vb diğer birçok soruya ancak evrimsel yaklaşım ve metotlar kullanılarak bilimsel cevaplar bulunmuş ve bulunmaya devam etmektedir. İnsanın doğrudan kendisine ilişkin sorulara olduğu gibi, insan ile ilişkili ve evrimsel dinamikleri insanla birlikte işleyen diğer organizmalara (örneğin patojen ve parazitler) ilişkin sorulara da yine aynı yaklaşım ve araçlar kullanılarak bilimsel cevaplar verilmektedir. Buna paralel olarak hangi parazitler insana nasıl geçmiştir? Neden bazılarının patojenitesi daha sert bazılarınınki daha mutedildir? Neden bazıları bölgesel olarak (belirli insan ırklarında) bulunurken bazıları oldukça yaygındır? İnsan için yeni patojen ve parazitler ortaya çıkmakta mıdır? Örneğin bilim insanları HIV virüsünün 1900’lü yılların ilk yarısında maymunlardaki SIV virüsünden evrimleşerek insana geçtiğini belirtmektedirler. Evrim, şimdiki patojen ve parazitlere karşı mücadelede kullanışlı araçlar sunabilir mi? Patojenler nasıl evrimleşmektedir? Bugünkü patojen ve parazitler gelecekte nasıl olacaklardır? Bunlardaki değişimler insan türünü nasıl etkileyecektir? H5N1 nasıl bir evrimsel değişim geçirdiğinde insandan insana geçebilecektir? Bugün insanlık için HIV’den bile daha tehlikeli ve daha hızlı yayıldığı (HIV’den 100 kat enfeksiyöz) görülen Hepatit B virüsünün baz analoglarına ve interferonların seçilim baskısına karşı cevabı (HBeAG serokonversiyonu), diğer virüs enfeksiyonları ile birlikte insanlık için ne gibi bir tehlike oluşturacaktır? Bakterilerde antibiyotik direnci ne zaman antibiyotik kullanımını tamamen devre dışı bırakacaktır?
Önceki paragraflarda sorulan veya sorulabilecek daha binlerce benzer soru bilim insanlarınca sorulmuş veya sorulmakta ve evrimsel yaklaşım ve araçlar yardımıyla cevaplanmış ve cevaplanmaktadır. Bu yöndeki bilimsel çalışmalar ile şu an bile olağanüstü hacimde veri üretilmiş ve üretilmeye de devam etmektedir. Tüm bunların ortaya koyduğu temel konu, canlılığın temel özekliklerinden biri olan evrimi dışlayan bir yaklaşımla canlı bilimlerinde sonuç verici, dikkate alınır veya işlevsel sonuçları olan araştırmalar yapmanın mümkün olmadığıdır.
Sonuç
Darwin-Wallace’ın ‘doğal seçilim yoluyla evrim’ teorisi onların evrim konusundaki temel katkılarıdır. Canlıların süreç içerisinde değişimi olarak evrim, Darwin-Wallace’tan önce de vardı ve bu bağlamda çok sayıda araştırmacı buna katkıda bulunmuştur. Ancak, doğal seçilim yoluyla evrimin günümüzde dikkate alınan tek bilimsel yaklaşım olmasının, bilimsel olmayan itirazlar olsa bile, temel nedeni dört önermenin her birinin açık olarak formüle edilmiş olması, net olarak bilimsel sınamalara tabi tutulabilmesi ve önerildiklerinden bu yana en katı şekildeki sınamalardan pozitif destek almış olmalarıdır. Bu önermelerin tümü herkesin nesnel sınamalarına açıktır ve isteyen her insan bilimsel metodu uygulayarak tekrar tekrar sınayabilir.
Doğal seçilim yoluyla evrim temel yaklaşımının yansımadığı bir canlı bilimleri alanı yoktur ve canlılara ilişkin her temel araştırmanın yolu evrim kavşak noktasından geçmek durumundadır. Başka bir ifade ile evrimsel yaklaşım ve evrimsel araçlar kullanılmadan canlı bilimlerinde evrensel araştırma yapılamaz. Çünkü ‘evrim bilim dalı’ canlı bilimlerinin alt disiplinlerinin tümünün kesişim kümesini oluşturmaktadır. Bu niteliği nedeniyle evrim kavramını sadece Darwin-Wallace’ın önerdiği zamandaki boyutu ile bir teori olarak değerlendirmek yerine, canlı bilimlerinin en sıcak ve en işlevsel bilgilerinin üretildiği bir bilimsel alan olarak değerlendirmek en doğru ve günümüzdeki evrim algılamasını en net tanımlayan yaklaşım olacaktır. Başka bir yönüyle bakıldığında, organizmaların genleri nesilden nesle aktarılır ve milyonlarca yıllık canlılık tarihi bu genetik bilgiye (DNA’ya) işlenerek kayıt edilmiştir (evrim günlüğünü DNA’da tutmuştur). Bu günlüğe kayıt edilenler saptanarak sadece canlılığın tarihi değil, değişik amaçlar için işlevsel olabilecek veri üretmek mümkündür ve de çağdaş dünyada üretilmektedir. Bu nedenle evrimi sadece üzerinde sofistike sohbetlerin veya kıran kırana tartışmaların yapılabileceği bir teori olarak değerlendirmek yerine, çağdaş dünyada olduğu gibi tüm canlı bilimlerine veri üreten ve insanlığın hizmetine sunan işlevsel bir bilimsel disiplin olarak görmek hem en doğru hem de ihtiyaç duyulan yaklaşımdır.
Yararlanılan kaynaklar
Freeman, S. & Herron, J. 2001. Evolutionary Analysis, Prentice-Hall, Çeviri Çıplak, B., Başıbüyük,
H.H., Karaytuğ, S. ve Gündüz, İ. (Çeviri editörleri) 2002. Evrimsel Analiz, Palme Yayıncılık, Ankara.
Darwin, C. 1859. The Origin of Species. Çevirisi/Ünalan, Ö. (Çeviren) 1980. Türlerin Kökeni. Onur Yayınları, Ankara.
Darwin, C. 1871. Selection in relation to sex. Çevirisi/Ünalan, Ö. (Çeviren) 1977. Seksüel seçme. Onur Yayınları, Ankara.
Darwin, C. 1871. The Decents of Man. Çevirisi/Ünalan, Ö. (Çeviren) 1984. İnsanın Türeyişi. Onur Yayınları, Ankara.
Keton, W.T., Gould, J.L. &Gould, C.G. 1993. Biological Sciences. 5. baskısının çevirisi/ Demirsoy, A. & Türkan, İ. (Çeviri Editörleri). 1999. Genel Biyoloji. Palme Yayıncılık, Ankara.
Kennedy, D. et al. (Working group on teaching evolution), 1998. Teaching about evolution and nature of the science. National Academy of Sciences USA.
Klug, W.S.& Cummings, M.R. Concepts of Genetics. 6. baskısının çevirisi/ Öner, C. (Çeviri Editörü). 2002. Genetik Kavramlar, Palme Yayıncılık, Ankara.
Örs, Y. 2007. Bilimsel felsefe açısından bilimde kuramlar ve karıştırıldıkları kavramlar (bir ön çalışma). Bilim ve Bilimsel Felsefe Çevresi (yayına hazırlanmakta).
Şahin, Y. 2007. Biyolojide Geçmişe Yolculuk. Palme Yayıncılık., Ankara.
Yıldırım, C. 2005. Bilim Felsefesi, 10. basım. Remzi Kitapevi, İstanbul.
0 Yorumlar