TASARIM, DOĞAL TASARIM, ZEKİ TASARIM



TASARIM, DOĞAL TASARIM, ZEKİ TASARIM 

Ayhan Sol 

asol@metu.edu.tr ODTÜ Felsefe Bölümü 


Tasarım kavramı günlük yaşamda sorunsuzca kullandığımız ve bize yeterince açık gibi görünen, ama üzerinde düşünmeye başladığımızda kolayca kafamızı karıştıran hakikat, doğruluk, iyi, zaman gibi kavramlardan biridir. Diğer bir deyişle her birimiz, tasarımlanmış bir nesne gördüğümüzde onu kolayca tanıyabileceğimizden ve diğer nesnelerden ayırt edebileceğimizden emin olsak da, bu kavramın çözümlemesini yapmaya kalkıştığımızda işimiz hiç de kolay olmayabilir. Tasarımlanmış olarak aklımıza ilk gelen nesneler saat, dolma kalem, buzdolabı, bilgisayar, cep telefonu gibi yapıntılardır (artifacts). Bu yapıntıların tasarımlanmış olduğunu söyleyebilmemizin nedeni, bunların insanlar tarafından belirli bir amaca hizmet etmek için yapılmış olduğunu bilmemizdir. Ancak bir nesnenin insan ürünü olması, onun tasarımlanmış olduğu sonucunu çıkarmamız için yeterli midir? İnsanın saç, ter, dışkı gibi doğal olarak “ürettiği” nesnelere tasarımlanmış demeyi tercih etmeyiz. O halde bu tür doğal ürünlerle tasarımlanmış ürünleri birbirinden ayırt etmenin bir ölçütü var mıdır? 


Bu yazıda ilk önce günlük anlamıyla tasarım kavramını inceleyerek açık ve net bir tasarım kavramımız olup olmadığını ortaya çıkarmaya çalışacağım. Bu çözümlemeden elde edeceğim sonuçları doğal tasarım ve zeki tasarım kavramlarını anlamak için kullanacağım. Göreceğiz ki sıradan tasarım kavramı da yeterince belirsizlikler içermektedir. Böylesi bir kavramın biyolojik/felsefi bir iddiaya temel oluşturamayacağını, ve aslında bu kavrama gerek de olmadığını göstermeye çalışacağım. Daha sonra ise zeki tasarım düşüncesini inceleyecek ve bu görüşteki sorunları göstermeye çalışacağım. 


Tasarım 



Allen ve Bekoff, tasarım teriminin gündelik kullanımının bile yeterince açık olmadığını iddia etmektedir. Onlara göre bu terim “farklı fakat birbiriyle ilintili en az iki” anlama gelebilir (s. 613). Bunlardan birincisi “belirli bir ereğe yönelik bir dizi eylem öncesi ya da süresince yapılan ayrıntılı planlama” anlamına gelen erek güdümlü tasarımdır (a.g.e., s. 614). “Erek güdümlü tasarımın ürünleri uygun bir şekilde ‘yapıntı’ olarak adlandırılabilir” (a.g.e.). İkincisi ise “eylemin sonuçları üzerine çok az düşünülse de belli bir yönelim (intention) içerdiği söylenebilecek” eylemlere işaret eden yönelimli tasarımdır (a.g.e.). Allen ve Bekoff, “binaları ve odaları dekore etmek için kullanılan doğal nesnelerin …(muhtemelen, yönelimli tasarım bağlamında, planlı bir şekilde stratejik noktalara yerleştirilmiş olsalar bile) bu amaç için tasarımlanmış olmadıklarının çok açık olduğunu” söylemektedir (a.g.e.). Doğal nesnelerin belli bir şekilde yerleştirilmesinin erek güdümlü tasarıma örnek olamayacağı görüşüne katılıyorum, çünkü böyle bir yerleşim, düzenleyen kimsenin her bir parçanın ait olduğu yere kasıtlı olarak yerleştirilmesiyle ortaya çıkacak bir tasarım oluşturmaya dair hiçbir yönelimi olmadan da gerçekleşebilir. Böyle bir yerleşim yalnızca tasarımlanmış gibi gözükür. Ancak bence bir odanın dekorasyonu incelikli bir planlama gerektirdiğinden, bir yerleştirme, erek güdümlü bir tasarım olmadığı sürece tasarım olarak değerlendirilemez. Dolayısıyla, erek güdümlü tasarım ve yönelimli tasarım arasındaki fark (eğer gerçekten böyle bir fark varsa) bundan daha başka bir düzeyde olmalıdır. Allen ve Bekoff’un erek güdümlü tasarım örneğinde, tasarımcı hem (değiştirilmiş ya da yapılmış olan) parçaları, hem de bütünü tasarımlar. Yönelimli tasarım örneğinde ise kişi, nesneleri (doğal varlıklar ya da yapıntıların parçalarını) bir bütünü tasarımlamak maksadıyla kullanır. Sanırım bütün bir yerleştirilme göz önüne alındığında her ikisi de erek güdümlü tasarımdır. Parçaların durumu ise şöyledir: eğer üzerlerinde değişiklik yapıldıysa tasarımlanmış; yapılmadıysa (bir tasarımın parçaları sayılabilseler de) tasarımlanmamışlardır. 


Yukarıda özellikle belirtilmese de tasarım düşüncesi, insan etkinliği sonucu ortaya çıkan ürün ve durumları kapsamaktadır. Bu, tasarım ürünlerinin sadece insanlar tarafından üretilebilecekleri anlamına gelir mi? Tasarımlanmış olma özelliğini taşıyan insan ürünü olmayan nesneler olabilir mi? Örneğin kunduzlar nehirlere baraj kurar, leylekler çalı çırpıdan yuva ve arılar ise kovan yapar. Arı ve leyleğin bu nesneleri “içgüdüsel” olarak yaptığı söylenebilse de kunduz gibi memelilerin ürettiği nesnelerde hem zekâ hem de ereksellik veya yönelimliliğin izlerini bulabileceğimizi söylemek bilimsel verilerle çelişmeyebilir. 


Diğer taraftan zekâ ve erekselliğin en iyi örneği olan insan ürünü nesne ve durumlar da her zaman göz kamaştırıcı sonuçlara yol açmaz. İnsanlar bir bomba ile bir kenti yerle bir edebilir veya kimyasal atıklarla çevreyi kirletebilirler. Sistematik olarak bombalanarak tahrip edilen bir kentin ya da kirletilen bir nehrin zekâ ürünü olduğu söylenebilirse de tasarım eseri olduğunu söyleyebilir miyiz? Tereddüt etmemizin nedeni tasarım eserlerinin yararlı bir amacı/işlevi olması gerektiğini düşünmemiz kuşkusuz. Yoksa bu sonuçlar ne kadar korkunç olsalar da bu ürün ve durumlar diğer tasarım nesnelerinden ilkece farklı değildirler. O halde şimdilik, nesneleri tasarımlanmış kılan (iyi ya da kötü) bir yönelimle yapılmış olmalarıdır diyebiliriz. Yönelim ortaya çıkacak nesnenin amacını/işlevini büyük ölçüde belirler. Ancak tasarımcının yönelimi doğrudan gözlenebilir olmadığından, bu yönelimi ortaya çıkan nesnenin işlevinde aramamız daha doğru görünebilir. Bu durumda bilinç taşıdıkları düşünülen hayvanların yaptığı nesneler de tasarım nesnesi sayılmalıdır çünkü onlar da bir işleve sahiplermiş gibi görünmektedirler. O halde işlevi olan nesnelerin tasarımlanmış nesneler olduğunu söyleyebilir miyiz? 


Fakat bu durumda işlevi olan―yani bir amaç için kullanılan―nesneleri de tasarımlanmış nesneler mi sayacağız? Örneğin yukarıda söz ettiğimiz, insanların hiçbir değişiklik yapmadan kullandığı (işlevi olan) doğal nesneleri tasarımlanmış olarak görmeli miyiz? 


Bana öyle görünüyor ki tasarım kavramının işlevi açıklamada önemli bir rolü var. Bunu şu şekilde ifade edebiliriz: “Şayet X, Z için tasarımlanmışsa, Z, X’in işlevidir.” Bununla birlikte işlevin zorunlu olarak tasarımın garantisi olamayacağını düşünüyorum. Diyelim ki bir taş parçası herhangi bir kimse tarafından kasıtlı bir biçimde kâğıt ağırlığı olarak kullanılıyor olsun. Bu durumda taşın işlevinin kâğıtların uçmasını engellemek olduğu rahatlıkla söylenebilir. Ama bu taşın kâğıt ağırlığı olarak tasarımlandığını söylemek istemeyiz. Diğer yandan, yapıntıların ve kasıtlı olarak bir iş için kullanılan ama tasarımlanmamış nesnelerin bir işlevi olması için, tasarımlandıkları veya niyet edildikleri gibi iş görmelerine gerek yoktur. Tasarımlanmış nesneler olan yapıntılar için bu daha belirgindir. Sözgelimi konserve açacağı gibi bir yapıntı, tasarım hatası nedeniyle bir konserve açacağı olarak iş görmeyebilir (yani konserve kutularını açmayabilir). Ancak hala konserve açacağına bu işlevi yüklemek yanlış sayılmaz. Diğer örnekte ise taş, kâğıt ağırlığı gibi iş görmek zorunda değildir, çünkü bunun için yeterince ağır olmayabilir. Bana göre, bu işlev ya da amaç için kullanılmaya niyet edildiğinden, onun işlevinin ya da kullanılış amacının halâ kâğıtların uçmasını engellemek olduğunu söyleyebiliriz. 


İşlev ve tasarım arasında bir ilişki varsa bile, bu ilişki bize tasarımın ne olduğunu söylememekte tam tersine eğer bir nesne tasarımlanmış olarak kabul edilirse, onun işlevi olduğundan söz etmemizi olanaklı kılmaktadır. Bunun dışında geçmiş deneyimlerimizden kaynaklanan “sezgilerimiz” dışında bir nesnenin tasarımlanmış olduğunu gösterecek bir ilkeye ulaşmak zor görünüyor. O halde belirsizlikler tasarım teriminin günlük dilde kullanımı açısından bir sorun yaratmasalar da, tasarım hakkında çok belirgin olmayan sezgilerimizden yola çıkarak kuramlar oluşturmaya başladığımızda bu sorunları kuramlarımıza da taşıyabileceğimizi söyleyebiliriz. Örneğin, yapıntılarla olan benzerliklerine dayanarak doğal varlıkların da tasarımlanmış olduğunu kabul ederek, buradan tüm evrenin veya bazı doğal varlıkların doğaüstü veya alışılmadık zeki tasarımcılar tarafından tasarımlandığı gibi çabuk sonuçlar çıkararak ciddi yanlışlara düşebiliriz. 


Doğal Tasarım 



Bu kısımda doğal nesneler ve doğal tasarım düşüncesi üzerinde duracağım. Yukarıda da gördüğümüz gibi tasarım ve işlev arasında kuvvetli bir bağ olduğundan doğal tasarım düşüncesi biyolojik işlevin açıklanmasında da kullanılmaktadır. Bu ilişkiden yararlanarak biyolojik işlevin de açıklanabileceğini iddia eden felsefeciler vardır. Bunlardan biri olan Michael Ruse, doğal tasarımı biyolojik işlevi açıklamak için bir eğretileme olarak kullanabileceğimizi düşünmektedir. Ruse’a göre “[e]ğer canlı organizmalar tasarımlanmış gibi görünmeselerdi, işlevleri de olmazdı ve varolamazlar ve üreyemezlerdi. Fakat organizmaların işlevleri var ve tasarımlanmış gibi görünüyorlar ve böylece tasarım eğretilemesi ... uygun görünmektedir” (s. 276). Ruse ayrıca şunu belirtmektedir: “bilimde eğretilemeleri sürekli kullanmaktayız … [söz gelimi] kuvvet, basınç, çekim, itki, iş, cazibe, direnç … Bu tür eğretilemeler olmasaydı, bilimin sonu gelirdi” (s. 273). Öyle görünüyor ki, eğretilemeler gerçekten de bilimsel etkinliğin bir gerçeği. Bu yadsınamaz kullanımları onları vazgeçilemez kılıyor. Fakat, yine de bilimde kullanılan eğretilemelerin iyi eğretilemeler olup olmadığını sorgulayabiliriz. Ruse da bu sorunu dikkate alarak “[a]slında gerçek soru, bir eğretilemenin gerçekte uygun olup olmadığı sorusudur. Soru, eğretilemeler hiç kullanılmalı mı değil, söz konusu eğretileme evrimi açıklamak için kullanılmalı mıdır?” diye sormaktadır (s. 278). 


O halde tasarım eğretilemesinin işlevi nedir? Ruse’a göre “bir eğretileme kullandığınız zaman, bir alandaki bir düşünceyi alıp onu bir diğer alana uyguluyorsunuz demektir―böylece ikinci alan eğretilemenin merceğinden görünmeye başlıyor” (s. 265). Bu, birinci alanda bulduğumuz doğruyu eğretileme yardımıyla ikinci alana aktardığımız anlamına mı geliyor? “[K]esin konuşmak gerekirse eğretileme ikinci alana aktarıldığı zaman yanlıştır, fakat benzerlikler ve üst üste gelmeler―ve bu hareketin yarattığı şok―benzerlikler ve hatta birinci alanda olandan daha fazlasını görmeniz için sizi kışkırtır” (a. g.e.). Bu ifade eğretilemenin sadece bir ilham kaynağı olarak rol oynadığını akla getiriyor ise de, Ruse burada ilhamdan daha fazlasının olduğunu söylemek istiyor gibi görünüyor çünkü eğretilemenin kullanımıyla (ya da keşfedilmesiyle) “başlangıçta eğretileme olan ama daha sonra anlaşılabilir olan ve düz anlamlı (literal) olana doğru ilerleyen yeni bir doğrunun ortaya çıktığını“ söylüyor (a.g.e.). Bu durumda eğretileme başka türlü keşfedemeyeceğimiz bir doğrunun ortaya çıkmasına neden oluyor. Fakat yine de Ruse bizi eğretileme ile ortaya çıkan doğrunun, benzerlikle elde edilen “asıl doğru” olmadığı konusunda uyarıyor. Bence Ruse’un iddiaları her ne kadar ilham verici görünseler de duruma gizem katmaktan ya da en iyi olasılıkla eğretileme tarafından harekete geçirilen psikolojik bir sürecin betimlenmesinden öteye gitmiyor. Oysaki yukarıdaki ilk alıntıda çok açık görülebileceği gibi, sadece psikolojik bir süreci betimlemeye çalışmıyor. Orada yapıntılar ve organizmalar arasındaki bir alandan diğerine çıkarım yapmayı olanaklı kılan daha kuvvetli bir bağlantının olduğunu anlatıyor. 


Tasarım eğretilemesinin en azından organizmalar ile gerçekten tasarımlanmış yapıntılar arasında benzerliğe işaret ediyor olması gerekir. Bir varlığın diğerine benzemesi ise o varlığın diğerinin sahip olduğu özelliklerden en az birine sahip olması anlamına gelir. Bu özellik işlev, amaç, organizasyon gibi özelliklerden biriyse (Ruse bu konuda bir bilgi vermemektedir) bu özelliklerden yola çıkarak organizmaların tasarımlanmış gibi olduklarını söyleyerek fazla bir şey söylemiş olmayız. Oysaki yapıntılar söz konusu olduğunda, tam tersine yapıntıların tasarımlanmış olmaları onların işlev ve amaçsallık gibi belli özellikler taşıdığı anlamına gelir. Ayrıca tasarımlanmış olmak yapıntıların neden bu özellikleri olduğunu da açıklar. Ruse’un ifadesiyle, “bir yapıntının amacı ona insanlar tarafından kendilerinin belli bir sonuca ulaşması için verilir” (a.g.e., s. 276). Fakat organizmalar (her nasılsa) tasarımlanmış gibi olduklarından onların ancak işlev veya amaçsallığı da olması beklenebilir çünkü bu tür bir uslamlama ile organizmaların gerçekten bu özelliklerinin olduğunu bildiğimizden hiç bir zaman emin olamayız. 


Doğal tasarım kavramını Ruse’dan daha fazla ciddiye alanlar da var. Bunlara göre biyolojik varlıklar sadece tasarımlanmış gibi gözükmezler, gerçekten de tasarımlanmıştırlar. Ancak bu iddiada bulunanların, biyolojik varlıkların doğaüstü bir varlık tarafından tasarımlanmış “yapıntılar” olduğunu söylemediklerini vurgulamalıyım. Onlara göre doğal seçilim süreci tasarıma yol açan bir süreçtir. Bunu vurgulamak içi “tasarımcısız tasarım” kavramını ortaya atmışlardır. Sözgelimi Daniel C. Dennett, doğal seçilim sürecinin bir algoritma ile betimlenebilecek bir süreç olduğunu ve sonucunda organizmalar gibi tasarımlara yol açtığını iddia etmektedir. Burada vurgulanması gereken nokta, tasarımlanmış nesnelerin bir işlevi/amacı olduğu düşüncesinin bu düşünürler tarafından kabul ediliyor olmasıdır. Mineraller gibi doğada gözlediğimiz düzenliliklerden farklı bir şekilde, tasarımlanmış nesneler olarak düşünülen biyolojik nesneler işlevi/amacı olan varlıklardır. Diğer doğal varlıklardan farklı olarak biyolojik varlıklara atfedilen işlevin açıklayıcı bir gücü vardır. Mesela minerallerin doğal işlevi olduğundan söz etmek mineral hakkında bize yeni bir (bilimsel) bilgi vermez ama Harvey’nin kalbin işlevinin kanı pompalamak olduğunu keşfetmesi kalbi anlaşılır kılmıştır. Ancak bir organa gelişigüzel bir şekilde işlev atfedemeyiz. Bir organın yaptığı birçok şey vardır. Mesela kalp hem kanı pompalamaz hem de ses çıkarır ve göğüs kafesi içinde bir yer kaplar. Bu durumda kalbin işlevinin ses çıkarmak veya yer kaplamak değil de kanı pompalamak olduğunu nasıl söyleyebiliriz? Daha önceki kısımda bir yapıntının işlevinin yapması için tasarlandığı iş olduğunu söylemiştik. Benzer şekilde kalp gibi organlar ve diğer canlı organizma parça ve kısımları bazı işleri görmek için tasarımlanmıştır diyebilir miyiz? 


Doğal tasarımı savunanların doğal seçilim sürecinin böylesine bir tasarım süreci olduğunu iddia ettiklerini belirtmiştim. Onlara göre bir yapıntının işlevi, o işlev için tasarımlanmış olmasıyla belirlenirken, biyolojik bir özelliğin işlevi ise, bu karakterin soyunun daha önceki bireylerindeki örneklerinin yapmış olduğundan dolayı seçilmiş olduğu iştir. Bugünkü bir kalbin işlevinin kanı pompalamak olmasının nedeni ilk kez bu organa sahip bireylerde bu organın kanı pompaladığı için seçilmiş ve sonraki kuşaklara aktarılmış olmasıdır.1 Bu durumda (bir önceki kısmın sonunda belirttiğim gibi) tasarımlanmış bir yapıntı, yapmak üzere tasarımlandığı işi göremese bile onun işlevinin tasarımlanmış olduğu iş olduğunu söyleyebiliyorsak, bir özelliğin işlevinin de (o işi görmese bile) soyunun daha önceki örneklerinde yaptığı için seçilmiş olduğu iş olduğunu söyleyebiliriz. O halde yapıntı tasarımında tasarım, doğal seçilim modelinde ise seçilim, işlevi belirlemekte bu kadar önemli görülmektedir diyebiliriz. İşte bu nedenledir ki seçilim süreci bir (tasarımcısız) tasarım süreci olarak görülmektedir. 


1 Kalp gibi karmaşık organların bu durumlara örnek olarak kullanılması sorunlu olsa da işlevini çok iyi bildiğimiz bir organ olduğu için biyoloji felsefesi yazınında kullanılmaktadır. Ben de bu nedenle bu örneği kullanıyorum. 

Bu benzerliklere rağmen yapıntılar ve organizmalar arasında önemli farklılıklar da vardır. Bunlardan biri tasarımlanmış bir yapıntının ilk örneğinin bile (tasarımlanmış olduğu işi görmese de) tasarımlanmış olduğu işlevi onun işlevi olarak kabul edilebilirken, biyolojik bir karakterin işlev kazanması için ilk birkaç kuşaktaki örneklerinin söz konusu işi yapmış ve bunun için seçilmiş olmaları gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle, bir eşi daha olmayan bir yapıntının işlevinden söz edebilirsek de, bir eşi daha olmayan biyolojik bir karaktere işlev yüklemek olanaklı değildir. Biyolojik işlevi yapıntı işlevinden ayıran en önemli nokta bence budur. Bunun nedeni açıktır: Doğal seçilim her zaman için varolan karakterler üzerinden çalışmak zorundadır. Örneğin, bir mutasyon sonucu yeni bir karakter oluşabilir. Belli koşullara bağlı olarak, bir şey olarak işlev görür ve yerine getirdiği bu işlev nedeniyle seçilirse, bir işlev edinmiş olur. Bir başka deyişle, bir biyolojik karaktere işlev atfedebilmek için, türün en azından (önceki) bazı örneklerinin daha sonradan seçilmelerini sağlayacak olan işi görmeleri gerekir. Ayrıca ortaya çıkmış bir özellik hiçbir değişiklik geçirmeden doğal seçilim tarafından bir türde yaygınlaştırılabilir. Bu durumda doğal seçilimin yaptığı tek şey onun yaygınlaşmasını sağlamaktır. Bu durumda seçilim bu özelliği tasarımlamış sayılmaz. Bu farklılık da seçilim süreci ile tasarımlama arasındaki diğer bir farklılıktır. Bu nedenle tasarım ve seçilim arasındaki benzerlikler ilham verici olsa da bu iki sürecin birbirinden ayrı tutulmasında yarar vardır. Seçilim süreci, kendine özgü mekanizması ile biyolojik işlevi bir düzeye kadar açıklayabilmektedir. Biyolojik varlıkları tasarımlanmış nesnelere benzetmek ve süreci de bir tasarım süreci olarak görmek bilgimize yeni bir şey eklemezken tasarım kavramındaki belirsizlikler ve farklılıklar sadece kafa karışıklığına neden olabilir. 


Zeki Tasarım 



Bir önceki kısımda doğal tasarım düşüncesine biyolojik işlevi açıklamak için başvurulduğunu belirttim. İki bin yılı aşkın bir geçmişi olan doğaüstü yaradılış görüşünün günümüzdeki mirasçısı olan Zeki Tasarım düşüncesidir. Bu düşünce, doğal seçilime bağlı evrim kuramının açıklayamadığı iddia edilen bazı biyolojik olguları açıklayabilecek yeni bir “bilimsel” kurammış gibi ileri sürülmüştür. Platon’a kadar giden metafizik/teolojik görüşler, doğadaki düzeni ve/ya canlılardaki uyumluluğu (ve işlevi) açıklama çabasının bir ürünüdür. Ancak örneğin Thomas Aquinas tarafından tanrının varlığını ispatlamak için de kullanılmıştır. Aquinas beş “kozmolojik” ispat önerir. Ama Aquinas’a göre bu ispatlar inancın yerini almayı amaçlamaz, sadece inanç ve aklın insanı aynı sonuca ulaştırabileceğini gösterir. Bunlardan beşincisi bugünkü zeki tasarımcıların da mirasçısı oldukları ispattır. Bu ispat doğada bir düzen olduğundan yola çıkar. Şöyle ki, zekâsı olmayan doğal varlıklar da bir amaçları varmış gibi hareket ediyorlar çünkü onlar da en iyiye ulaşmak için her zaman ya da hemen her zaman aynı şeyi yapıyorlar. O halde bu davranışları rastlantısal olamaz. Bir tasarıma göre davranıyor olmalıdırlar çünkü zekâsı olmayan bir varlık ancak zekâsı olan birisi tarafından bir amaca yönlendirilirse o amaca ulaşabilir. Mesela bir ok ancak okçu tarafından yönlendirilirse hedefe ulaşabilir. Bu nedenle doğal varlıkların hepsine amaçlarını veren (hedeflerine yönlendiren) zeki bir varlık olmalıdır. Bu varlık da Tanrı’dır. (Aquinas, s. 26) Aquinas’ın bu ispatta başvurduğu yöntem benzerliğe dayalı bir akıl yürütmedir. Şöyle ki ok ve okçu arasındaki ilişkiden yola çıkılarak doğal varlıkların da onlara bir amaç verecek yaratıcıya ihtiyaç duydukları sonucunu çıkarmaktadır. David Hume, Aquinas’ın ispatı da dâhil olmak üzere genel olarak tasarıma dayalı ispatın yürümeyeceğini çeşitli yollardan göstermiştir. Hume’un görüşünü şöyle özetleyebiliriz. Hume’a göre tasarım ispatı farklı tür nesneler arasındaki benzerliğe dayanır ve zayıf tarafı da budur. Bu ispatlarda bize öncelikle insan ürünü karmaşık cihazların bir tasarımcı tarafından yapılmasının gerekli olduğu gösterildikten sonra, bu cihazlara “çok benzeyen” organizmaların da ancak bir zeki tasarımcı/yaratıcı tarafından yapılmış olması gerektiği sonucu çıkarılır. Örnek olarak, 


Saatler zeki tasarım ürünüdür. 
Saatler ve canlılar benzerdir. 
===================== 
O halde, canlılar da zeki tasarım ürünüdür. (Sober, s. 33)2 


Hume’a göre buradaki en önemli sorun, çıkarımın karşılaştırılan iki varlık arasındaki benzerliğin derecesine bağlı olmasıdır. 


İnsanlarda kan dolaşımı vardır. 
İnsanlar ve köpekler benzerdir. 
===================== 
O halde, köpeklerde de kan dolaşımı vardır. (a.g.e., s. 34) 

2 Bu ve sonraki çıkarımlarda öncüllerden sonra kullanıla iki çizgi çıkarımın mantıksal bir çıkarım olmadığını göstermektedir. 


Bu çıkarım gayet makuldür çünkü insanlar ve köpekler birbirine yeterince benzemektedir. Ancak aşağıdaki çıkarım bize o kadar da kabul edilir gözükmez. 


İnsanlarda kan dolaşımı vardır. 
İnsanlar ve bitkiler benzerdir. 
===================== 
O halde, bitkilerde de kan dolaşımı vardır. (a.g.e.) 


Bu çıkarım yanlış bir sonuç vermektedir çünkü bitkiler ve insanlar böyle bir sonucun çıkarılabilmesi için yeterince benzememektedirler. O halde sonucun doğru olduğuna olan inancımızın benzeştirilen iki nesne türü arasındaki benzerliğin derecesine bağlı olduğunu söyleyebiliriz (a.g.e.). Bu iki nesne köpek ve insan olduğunda her ikisinde de kan dolaşımı olduğu sonucunu çıkarabiliyorsak da bitki ve insan benzerliğinden aynı sonucu çıkaramıyoruz. Hume’un vurguladığı önemli nokta, öncelikle iki varlık türü arasındaki benzerliğin derecesinin gösterilmesi gerektiğidir. Ama ondan sonra da bu varlıkların birbirine benzemeyen tarafları da dikkate alınmalıdır çünkü bu farklılıklara dayanarak yapılacak çıkarımlar da benzerliklere dayanarak yapılan çıkarımlar kadar meşrudur. Söz gelimi eğer canlılar ve insan ürünü yapıntıların benzerliğine dayanarak tanrının varlığından söz etmek istiyorsanız şunları da düşünmeniz gerekmektedir: İnsan ürünleri çoğu zaman deneme-yanılma yoluyla ve birçok tekrardan sonra ortaya çıkar. Bu durumda organizmalar da bu tür bir deneme yanılma sürecinin bir sonucu mudur? (Hume’un dönemindeki Hıristiyanlar buna evet diyemezdi çünkü bütün canlı türlerinin ayrı ayrı ve bir kerede yaratıldığına inanıyorlardı.) Hume’un diğer bir örneği ise şöyledir. Çoğu zaman insan yapısı yapıntılar birden fazla tasarımcı tarafından meydana getirilmektedir. Bu durumda canlıların da bir tanrı grubu tarafından yapıldığını mı söyleyeceğiz? 


David Hume’dan sonra yaşamış olan William Paley’nin tasarım görüşü her ne kadar Hume’un ele aldığı ve çürüttüğü tasarım görüşüne çok benzese de, bazı çağdaş felsefeciler Paley’nin akıl yürütmesinin çok farklı olduğunu ve Hume’un itirazlarının geçerli olmadığını iddia etmektedir. Onlara göre Paley de önce insan ürünü nesnelerle başlar ve bunların varlığını bir tasarımcı ile açıklayarak canlıların da zeki bir tasarımcının ürünü olduğu sonucunu çıkarıyormuş gibi görünür. Ancak onun akıl yürütmesi şu şekilde işlemektedir. Elliott Sober’a göre Paley’nin görüşünün mantıksal yapısı şudur: 


Doğru olduğunu gözleme dayalı olarak bildiğimiz bir önerme alalım ve buna O diyelim. Sonra O’nun neden doğru olduğunu gösterecek H1 ve H2 gibi iki varsayıma başvuralım. Bu durumda olabilirlik (likelihood) ilkesi şu şekilde ifade edilebilir: Eğer H1 O’nun olasılığını H2’den daha fazla arttırıyorsa O H1’i H2’ye göre daha fazla destekler. … [Daha biçimsel bir ifadeyle] 


Eğer P(O/ H1) >> P(O/ H2) ise O H1’i H2’den daha fazla destekler. (s. 31) 


Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus bir varsayımın bir gözlem önermesinin olasılığını arttırması ve buna karşın gözlem önermesinin de bu varsayımı diğerinden daha fazla desteklemesi, o varsayımın sadece olabilirliğini (likelihood) arttırır ama onun olasılığını arttırmaz, ya da onu daha kabul edilir (plausible) veya doğru yapmaz. 


Şimdi aynı mantığı Paley’nin çıkarımlarını anlamak için kullanalım. Yukarıdaki saat örneğimize dönersek Paley’nin görüşünü şu şekilde ifade edebiliriz: 


A: Bu saat karmaşıktır ve zamanı göstermeye uygundur. 



W1: Bu saat zeki bir tasarımcının ürünüdür. 
W2: Bu saat rastlantısal fiziksel süreçlerin ürünüdür. (Sober, s. 33) 


Burada W1 ve W2 varsayımları A gözlem önermesinde verilen gözlemi açıklamak üzere öne sürülmektedirler. Eğer zeki bir tasarımcının ve rastlantısal fiziksel süreçlerin olduğunu varsayarsak W1 ve W2’den hangisi A’yı daha iyi açıklar? W1’in bunu daha iyi yapacağı açıktır çünkü rastlantısal fiziksel bir sürecin sonucu olarak bir saatin oluşmasının olasılığı olanaksızlığa yakındır. Ama zeki bir tasarımcının olduğunu varsayarsak bu saatin nasıl oluştuğunu açıklamamız kolaylaşır. Diğer bir ifadeyle, eğer P(A/W1) >> P(A/W2) ise, o zaman A, W1’i W2’ye göre daha kuvvetli bir şekilde destekler. (A gözlem önermesine göre W1’in olabilirliği W2’nin olabilirliğinden daha yüksektir.) Paley aynı mantığı canlılara da uygular. 


B: Canlılar karmaşıktır ve hayatta kalma ve üreme etkinliğine çok uygundurlar. 



L1: Canlılar zeki bir tasarımcının ürünüdür. 
L2: Canlılar rastlantısal fiziksel süreçlerin ürünüdür. (Sober, a.g.e.) 


Saate benzer şekilde canlıların rastlantısal fiziksel süreçlerin ürünü olması varsayımının canlıların oluşumunu açıklaması zeki tasarımcı varsayımıyla karşılaştırıldığında çok zayıftır. Diğer bir ifadeyle, Paley’e göre burada P(B/L1) >> P(B/L2) ise, o zaman B, L1’i L2’ye göre kuvvetli bir şekilde destekler (Sober, a.g.e.). (B gözlem önermesine göre L1’in olabilirliği L2’nin olabilirliğinden daha yüksektir.) Ancak daha önce belirtildiği gibi bu sonuç, bu varsayımın doğruluğu hakkında herhangi bir bilgi vermez. Sadece bu varsayımın, söz konusu gözlem ışığında diğer varsayıma göre olabilirliğinin (likelihood) daha yüksek olduğundan söz edilebilir. 


Zeki tasarımcı varsayımının olabilirliği ancak rastlantısal fiziksel süreçler varsayımıyla karşılaştırıldığında artmaktadır. Paley’nin zamanında canlıların oluşumuyla ilgili bir başka bilimsel varsayım olmadığı için, zeki tasarım varsayımı birçok kişiye doğru gibi görünmekteydi. Darwin’in evrim kuramı bu durumu tamamen değiştirmiştir çünkü artık zeki tasarım varsayımı rastlantısal fiziksel süreçler varsayımı ile değil evrim kuramıyla rekabet etmek zorundadır. Şimdi zeki tasarım varsayımını evrim kuramı ile karşılaştırabiliriz. Öncelikle şunu belirtmemiz gerekmektedir. Eğer zeki tasarımcı Paley’nin de inandığı gibi Hıristiyan tanrısı ise onun sadece bir tasarımcı olmadığını, başka çok önemli özelliklerinin de olduğunu kabul etmek zorundayız. Diğer bir ifadeyle Hıristiyan tanrısı mutlak zeki, mutlak iyi, mutlak güçlü ve her şeyi bilen bir varlıktır. Bu durumda bu sıfatlara sahip bir varlığın yaratacağı varlıkların da hatalı olmaması gerekir. Bir saat ne kadar karmaşık ve hassas olursa olsun ancak sınırlı bir zekânın ürünüdür. Oysaki tanrı bundan daha iyisini yapmış olmalıdır. Onun yarattığı canlılar çevrelerine mükemmel uyum sağlamış, hatasız varlıklar olmalıdır. Ancak bilimsel araştırmalara göre her ne kadar genellikle canlılar çevrelerine çok iyi uyum sağlamış olsalar da bu uyum mükemmel değildir. Birçok hatalı örneğin yanında zaman içinde çevresine uyum sağlayamayarak yok olan milyonlarca tür vardır. O halde açıklamak isteyeceğimiz gözlem önermesi (G) şu şekilde ifade edilmelidir. 




G: Canlılar çevreleriyle mükemmel olmayan bir şekilde uyumludurlar. 



V1: Türler, mutlak zeki, iyi, güçlü ve her şeyi bilen bir tanrı tarafından ayrı ayrı yaratılmıştır. 
V2: Türler (ortak bir atadan) doğal seçilim yoluyla evrim geçirerek ortaya çıkmıştır. 


Bu iki varsayımı gözlem önermemiz ile karşılaştırdığımızda, evrim varsayımının olabilirliği (likelihood) daha yüksek gözükmektedir çünkü eğer V1’in gerçek olduğunu kabul etseydik, canlıların çevrelerine mükemmel olmayan uyumunu çok iyi açıklayamazdık. Mükemmel bir yaratıcının mükemmel olmayan varlıkları yaratmış olması çelişkilidir. Oysaki doğal seçilim mükemmel olmayan uyumu gayet iyi bir şekilde açıklayabilmektedir. 


Bir önceki örnekte bir varsayımın olabilirliğinin diğerine göre yüksek olmasının onun daha kabul edilebilir, daha doğru olduğu anlamına gelmediğini belirtilmiştim. Burada da aynısı geçerlidir. Doğal seçilime bağlı evrim kuramının sadece söz ettiğimiz gözlem önermesini daha iyi açıklıyor diye doğru olması beklenemez. Bunun için başka kaynaklara başvurmamız gerekmektedir. Son yüz elli yıldır yapılan araştırmalar evrim kuramını bilimsel bir varsayım olarak destekleyecek sayısız kanıt sağlamaktadır. Ama yine de zeki tasarım ile evrim arasındaki son savaş henüz yapılmamış gibi gözükmektedir, çünkü son yıllarda öne sürülen Zeki Tasarım görüşü öncekilerden bazı farklılıklar göstermekte ve görünüşte yeni bir iddiada bulunmaktadır. Oysaki yeni olan sadece gözlem önermesi olarak seçtikleri önermelerdir. Onlar doğadaki düzeni ya da canlılardaki mükemmel uyumluluğu açıklamaya çalışmak yerine sadece belli tür olguları açıklama konusu etmektedirler. Zeki Tasarımın bu yeni kuramcılarından Michael Behe bunu “indirgenemez karmaşıklık” olarak adlandırmaktadır. Behe ve diğer kuramcılara göre birçok biyolojik olay evrim kuramıyla açıklanabilir olsa da (kuşkusuz bu evrim kuramını kabul ettiklerini göstermiyor) öyle biyolojik olaylar vardır ki bunlar Darvinci kuramla açıklanamaz. Onlara göre Darvinci kuram her bir özelliğin daha önceki daha basit özelliklerden küçük ilerlemelerle oluştuğunu iddia etmektedir. Öyle ki memeli gözü gibi çok karmaşık bir organ bile daha önceki daha basit gözlerden oluşmuştur. Ancak onlara göre memeli gözünün tüm parçaları öyle bir bütünlük oluşturmaktadır ki bunlardan herhangi birinin çıkarılması gözü işlevsiz hale getirecektir. Göz ancak var olduğu haliyle, bir kerede (zeki bir müdahale ile) ortaya çıkmış olmak zorundadır çünkü “yarım göz” hiçbir işe yaramaz. Oysaki evrimsel biyologlar göz gibi karmaşık organların bile adım adım nasıl oluşabileceğine dair kanıt ve modeller öne sürmüştür. Bu modellerin ortak yanı karmaşık bir organın tüm parçalarının doğal seçilim yoluyla, sırayla eklenmesinin gerekmemesi ilkesidir. Çok eskiden beri bilindiği gibi doğal seçilim elinde fazla malzeme olmayan bir tamirci gibi çalışır. Bir ihtiyaç ortaya çıktığında daha önce başka bir işe yarayan bir parça yeni bir işlev kazanabilir. Bunu çimento kullanılmayan kemerli taş köprülerin yapılmasına benzetebiliriz. Kemerli köprülerde merkezdeki kilit taş olmadan diğer taşların durması olanaksızdır. İlk bakışta bu köprülerin yapılması için mucize gerektiği düşünülebilir. Oysaki köprüyü yapmadan önce onu ayakta tutacak bir başka yapı inşa edilerek, taşların tek tek yerine konulması olanaklıdır. 


Sonuçlar 



1) Tasarımı bir tasarımcının ürünü olarak tanımlamak yeni bir bilgi vermez. Tasarımcının amacı, yönelimi gibi özellikler, tasarım hakkında net bir bilgi sağlamaz çünkü bu kavramların kendileri yeterince açık değildir. Tasarımı, nesnenin düzenlilik, organizasyon, işlev gibi bir özellikle tanımlamak ise istenenden daha çok sayıda nesneyi tasarımlanmış olarak kabul etmemize yol açmaktadır. 


2) Biyolojik işlevi açıklamak için ortaya atılan ve doğal seçilim süreci içinde açıklanan doğal tasarım, biyolojik işlevi açıklamakta yetersiz kalmakta ve hatta ancak işlev kavramıyla açıklanabilen yararsız bir düşünceye dönüşmektedir. 


3) Zeki tasarım ise 2500 yıldır çeşitli yorumlarıyla birlikte biyolojik işlevi/uyumluluğu açıklamak ve tanrının varlığını ispat etmek üzere ileri sürülmüş bir kavram olarak bu amaçlarından hiçbirini layıkıyla yerine getirememektedir. 
79 


Değinilen Kaynaklar 



Allen, C. and Bekoff, M. (1995) Biological Function, Adaptation, and Natural Design. Philosophy of Science, 62, 609-22. 


Aquinas, T. (2006) Summa Theologiae, Questions on God. (Editörler: Brian Davies ve Brian Leftow) Cambridge, Cambridge University Press. 


Behe, M. (1996) Darwin's black box: the biochemical challenge to evolution. New York, NY, Simon & Schuster. Dennett, D. C. (1995) Darwin’s Dangerous Idea: Evolution and the Meanings of Life. London, Simon & Schuster. 


Hume, D. (1980) Dialogues Concerning Natural Religion and the other Posthumous Essays. Indianapolis, Hackett Publishing Company. 


Paley, W. (1963) Natural Theology. Indianapolis, Bobbs-Merrill. 


Ruse, M. (2003) Darwin and Design: Does evolution have a purpose? Cambridge, Mass.: Harvard University Press. 


Sober, E. (1993) Philosophy of Biology. Oxford, Oxford University Press. 


Yorum Gönder

0 Yorumlar