Yaklaşan Felaketin Farkında mısınız?



Rejim değişirse, sınırlar da değişir


Cumhuriyet rejiminden vazgeçen Türkiye’nin, sınırlarını korumasının olanaksız olduğunu siyaset, sivil – asker bürokrasi ve geniş kitleler, er ya da geç öğrenecekler.


Başvekil, Türkiye’nin başkanlık sistemine geçmemesi halinde bölüneceğini söyledi. Mühendis olduğundan, bir formül attı ortaya. Formül yanlış. Sorunları yapısal olan Türkiye için Atatürk’ten uzaklaşmak, Cumhuriyet’le kavga etmek, sadece içeride rejimi, iç barışı, refahı, kalkınmayı hırpalamadı, aynı zamanda dışarıda da Türkiye’nin itibarını, caydırıcılığını, saygınlığını aşağı çekti. Bölgesinde yalnızlaştırdı. Rejimini ve sınırlarını aynı anda, Milli Mücadele’yle, savaş ve devrimle kuran, saptayan Türkiye, rejiminden vazgeçince, toprak bütünlüğünü de tehlikeye attı. Cumhuriyet rejiminden vazgeçen Türkiye’nin, sınırlarını korumasının olanaksız olduğunu siyaset, sivil – asker bürokrasi ve geniş kitleler, er ya da geç öğrenecekler. 
Memleket içindeki kutuplaşma, otoriterleşme, artan terör eylemleri, demokrasiyle bağdaşmayan gelişmeler, sadece toplumsal gerilimi beslemiyor. Bu tutum, bu üslup aynı zamanda diplomaside de Türkiye’nin elini zayıflatıyor. Misal; Irak’ta seçimle gelen, kendi ülkesinde çoğunluğu temsil eden meşru hükümetin başbakanına hakaret etmek, sıkça Irak’taki nüfus çoğunluğunun mezhebine dikkat çekmek akılcı bir siyaset değil. Doğru değil. Sonuç alıcı değil. Daha vahimi, Irak’ın toprak bütünlüğü konusunda Ankara’nın yıllarca izlediği diplomasinin değiştiğinin de kanıtı. Son 7 – 8 yıldır Kuzey Irak’ta Barzani’yi bağımsızlık yönünde özendiren, destekleyen Türkiye’nin, mevcut politikasıyla, Irak’ın toprak bütünlüğünü desteklemesi olgusal olarak mümkün değil. İkisi aynı anda yürümez. İkisi aynı tonda, aynı kararlılıkla savunulamaz. Nitekim hükümetin kimi üyeleri, Irak’ın toprak bütünlüğü bozulursa, Kuzey Irak’taki Kürt devletini ilk tanıyacak ülkelerden birinin Türkiye olacağını söylüyorlar. Elbette İsrail ve ABD ile birlikte.
Bu nedenle Türkiye Musul harekâtına katılmak için ABD’ye çok ısrar etti. Çok hevesli olduğunu gösterdi. Ama aynı Türkiye, PKK terör örgütüyle bunca yıldır mücadele ettiği halde, Kandil’e harekât düzenlemek için, hiç ısrarcı olmadı. ABD’ye bu yönde baskı yapmadı. Yanlış siyasi mevzilenmesi nedeniyle de doğru, haklı, meşru askeri harekâtların sonuçlarından yararlanamıyor. Dahası Ankara, Irak’ın bölünmesine öylesine hazırlamış ki kendisini, Kürtlerden sonra Sünnilerin de Bağdat’tan kopmasını teşvik ediyor adeta. Irak’ta en yakın işbirliği yaptığı kişiler şunlar: Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi lideri Mesut Barzani. Irak’ın eski cumhurbaşkanı yardımcısı, gıyabında idam cezası alan Tarık el Haşimi. Ve 2014’te Musul’u tek bir kurşun atmadan IŞİD terör örgütüne terk eden dönemin Musul Valisi Esil Nuceyfi. Onun hakkında da tutuklama kararı çıkarıldı, yabancı bir ülkeyle aşırı iletişimi nedeniyle. Bu ülkenin kim olduğu belli. Nuceyfi, şimdilerde Ninova Muhafızları’nın başında.
TUTARSIZ DİPLOMASİNİN YÜKSEK MALİYETİ
Hükümet, dış politikada hiçbir konuda tutarlı değil. Irak’ta hem Sünni mezhepçilik, hem Kürtçülük yapıyor. Suriye’de Sünni mezhepçilik yapıyor. Irak’ta Barzani’ye destek veriyor. Suriye’de Esad karşıtlarını destekliyor. Irak’ta Barzani’yi destekleyip, Irak’ın bütünlüğünü savunmak ne kadar tutarsız ve olanaksız ise Irak Kürtlerinin özerkliğini, hatta bağımsızlığını savunup, Suriye Kürtlerinin özerkliğine karşı çıkmak da o kadar tutarsız ve olanaksız. Irak’ın Kürtleri için istediğini, Suriye’nin Kürtleri için istemeyen Türkiye, bu görüntü nedeniyle bölgede ve dünyada tutarsız bir ülke olarak da görülüyor. Bağdat, Şam ve Tahran’da nasıl algılandığını hiç görmüyor. Birkaç yıl önce Ankara’da ağırladığı, Esad’a karşı ittifak önerdiği, PYD terör örgütünü şimdi düşman olarak görüyor. Tutarlı davranmadığı için de en haklı, en güçlü, en meşru olduğu konularda bile inandırıcılığını yitiriyor. Ve bölge başkentleri şöyle düşünüyor: “Irak Kürtleri bağımsızlığı hak ediyor diyen Türkiye, Suriye Kürtlerinin bunu hak etmediğini söylüyorsa, bunun nedenlerini açıklamalı”.
Sünnicilik yapan Türkiye’nin üslubu ve söylemi; Şii düşmanlığını, Nusayri düşmanlığını, Alevi düşmanlığını da içeriyor. O nedenle İran, Irak, Suriye ve Lübnan’da tepki çekiyor. Bu da en güçlü olduğu konularda bile elini zayıflatıyor. Manevra sahasını daraltıyor. Zaten bölge ülkeleriyle Türkiye arasında yeterince anlaşmazlık konusu, rekabet alanı varken, bunlara bir de mezhepsel gerginlikleri eklemek, sadece komşularla ilişkileri germiyor, ülkemizin içine de yansıyor. Türkiye Türkmenleri bile Şii – Sünni olarak ayırıyor, ona göre tutum alıyor.
DİL, ÜSLUP, SÖYLEM, DİSKUR ÖNEMLİ
Dil, üslup, retorik, söylem, diskur çok önemlidir diplomaside. Özenli, dikkatli, hassas olmak gerekir. Aksi halde, zaten yumuşak güç unsurları az olan Türkiye’nin inandırıcılık, güvenilirlik, öngörülebilirlik anlamında sıkıntısı büyür. Misal; son aylarda Telafer’de Türkmenlerin haklarından söz edenlere, birkaç yıl önce Türkmenler Ankara’nın kapısını çaldığında, onlara “Barzani’nin otoritesini tanıyın, gidin onunla uzlaşın” dedikleri hatırlatılır. IŞİD Telafer’de Türkmenleri kestiğinde, Türkiye’nin hiç sesini çıkarmadığı anımsatılır. 2003’te ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra, Türkmenler katledilirken, Türkmenlerin yoğun olduğu bölgelerin demografik yapısı değiştirilirken, tapu kayıtları yağmalanırken, Türkmenler göçe zorlanırken, Türkiye’nin hiç tepki vermediği gündeme getirilir. Erdoğan’ın “Irak’taki ABD askerlerinin ülkelerine sağ salim dönmeleri için duacıyım” dediği belirtilir.
Mesele şu: Türkiye’yi yönetenler hep iç kamuoyuna oynuyor. İçeriye mesaj veriyor. Kendi tabanını tahkim etmeye, pekiştirmeye çalışıyor. Misal; Almanya ile Suriyeli sığınmacılar üzerinden pazarlık yaparken, Almanya parlamentosu sözde soykırım iddialarını meclisinde kabul etti. Hem de Türkiye’yle ilişkilerinin iyi gittiği bir dönemde aldı bu kararı. Yaklaşık 3.5 milyon dolayında Türk kökenli insanın yaşadığı, milyonlarca Türk kökenli vatandaşı olan Almanya, aynı zamanda Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olarak attı bu adımı. Dahası, Türkiye Alman silah sanayisinin de en önemli müşterilerinden biri. 76.4 milyon euro ithalatla 8. sırada geliyor. Bu listede Suudi Arabistan 3. sırada, Almanya’dan 484 milyon euro tutarında silah ithal ediyor. Birleşik Arap Emirlikleri ise Türkiye’nin önünde, 85 milyon euro tutarında ithalat yapıyor. Almanya hem Irak hükümetine hem de Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’ne silah satıyor. (“Türkiye Alman silah ihracatını ihya ediyor”, Cumhuriyet, 26. 10. 2016).
Kıssadan Hisse: Emperyalizm işini biliyor. Örneğin; Almanya bir yandan dünyaya insan hakları, demokrasi, özgürlük, barış mesajları veriyor. Diğer yandan savaşları destekliyor. Herkese silah satarak para kazanıyor. Suriye’de rejim karşıtı teröristlerin en büyük destekçileri olan Suudi Arabistan’la, Katar’la da arası iyi Almanların, Birleşik Arap Emirlikleri ile de öyle. Hepsiyle silah ticareti yapıyor. Peki, Türkiye, böyle bir devlet kapasitesi, ekonomisi, teknolojisi, diplomasi kabiliyeti olmadığı halde, nasıl bölgesinde Yeni Osmanlıcılık yapmaya heves ediyor? Kendi adına mı bu işe kalkıyor yoksa ABD adına taşeronluk mu yapıyor? Lozan’a, Atatürk’e, İnönü’ye düşmanlık neyi gösteriyor?
Doç. Dr. Barış Doster

Yorum Gönder

0 Yorumlar