MUHALEFETİN DURUMU


     iktidara göre Tabiî ve Kontenjan Senatörleri ile bir tür cephe kurmuş olan muhalefet, önce, bir vuzuhsuz tavır içine düşmüştür. Ayrıca siyasal tercihleri deyimlemesi gereken siyasal kararların, muhalefetin rızasına ihtiyaç duyurttuğu gibi bir abes görüşe kaymıştır. Bunlar, muhalefetin, meclisler içindeki aşırı hacminden ileri gelen sakatlıklardır. Bu sebeple muhalefeti, rejimin işlemesine engel olamıyacağı bir "oran"a indirmelidir.

     Bu görüşler üzerine şöyle düşünmek gerekir:

     Muhalefetin Vuzuhsuz tavrı

     İktidar açısından bakılınca muhalefeti, şu vuzuhsuz, tutarsız durum içinde görürüz:
Muhalefet, bir yandan, "demokrasi, çoğunluk rejimi değildir, parlâmente rejimidir; çoğunluğun rnûta olduğu bir rejim değildir; Yönetimin parlâmentonun iradesi, kararı, denetimi altında 5'apıldığı bir rejimdir" demek istiyor.
* Cumhuriyet 15.10.1966

     Bu suretle muhalefet siyasal kararların alınması, uygulanması işinde; çoğunluk tercihlerinin bir mutlakiyet tekeli kurmasından kurtulunulup bu kararların, parlâmento genel görüşü olması yolunun açık tutulmasını sağlamak istiyor. Yani, siyasal tercihler konusunda çoğunluk mutlakiyetinin realize edilmesi halini, parlâmentonun tüm varlığının etken olması haliyle yumuşatmak istiyor. Fakat, böyle bir görüş, tutarlı, açık bir sonucu dâvet eder: Tüm varlığı ile bu parlâmentoyu etkili kılmak için, onu tüm varlığı ile, çalışma içinde tutmak...

     işte iktidara göre muhalefet bu mantık sonucuna uymuyor. Bir taraftan meclisler etkenliğini ileri sürerken, öte yandan bu Meclisleri çalışmaktan alakoyuyor. İktidarın tercihlerinin realize edilmesini önleyeyim derken bizzat üzerine bindiği dalı kesercesine, parlâmentoyu atlete itiyor. Parlâmento denen kurumu yıpratıyor. Bu suretle onun içindeki kendi varlığını da yıpratıyor. Bu durum vuzuhsuz, tutarsız bir tavırdır.


     Gerçekten de öyle ama için aslı şu yanlıştan geliyor:


     Sanılıyor ki, demokrasi, çoğunluk görüşünün kayıtsız şartsız her türlü imkâna kavuştuğu, yürüdüğü, realize olduğu bir rejimdir. "idare" bunun içindir. Bizzat parlâmento bunun içindir. Oysaki, iktidardan başka merkezler, bunu böyle kabul etmiyorlar. Onun için, iktidarın, parlâmentoyu böyle kullanmasına direniyorlar. Parlâmentoyu atalete itmenin saiki bu konudaki görüş ayrılığıııdadır. Doğru davranışları ancak şu düşünceden kalkarak bulabiliriz: Demokrasi, ancak, bir yönü ile çoğunluğun mûta olduğu bir rejimdir. Gerçek mahiyetiyle demokrasi:


     1- Çoğunluk beğenisini kazanmış görüşlerin uygulama hakkını elde edebilmesi için, iktidarın serbest rejimden çıkması;

     2- Fakat bu iktidarın mutlaka ve mutlaka anayasa içinde hareket etmesi; bu çoğunluk idaresinin, gerçek milli irade olan anayasa iradesi ile sınırlanması;

     3- Binaenaleyh, siyasal kararların, anayasanın gösterdiği şekil ve şartlar içinde, anayasanın emrettiği prensiplerin öngördüğü muhteva alanı içinde alınabilmesi rejimidir.

     Bunun için de azınlıkların ve serbest fikir merkezlerinin, çoğunluğun kararlarını fiilen etkileyebilmesinin, onu anayasa içine irca edebilmesinin mümkün olması gerekir.

     Anayasa Mahkemesi işe karışmasın karışmasın, siyasal açıdan organize olmuş kuvvetlerin büyük bir bölümü ile, serbest fikir yuvaları, bir kararı, bizi birbirimize bağlıyan "Sosyal Pakt" ıınıza aykırı görmekte direniyorlarsa, halâ "Ben çoğunluğun; böyle irade ediyorum" diye dayatmak sosyal barışı sarsan tepkilere yol açar. Çünkü, bu kararın "Sosyal Pakt"la uyuşmazlığını gören bütün bu siyasal-sosyal kuvvet merkezleri, demokrasilerinin ancak bir şartı olan bu "çoğunluğun muta olması" kuralına kendilerini körü körüne teslim etmezler. Siyasal hayatın bütün gelmiş geçmiş yorumu, bu gerçeği teyid etmektedir. Binaenaleyh manevraları, işlemleri yaparken bu sosyo-politik gerçeği de hesaplamalıdır.

     Rızanın gerekmezliği


     Hükümet görüşü şöyle bir mantık izlemektedir: Bir parti, millete vaitlerde bulunarak iktidara gelir. O zaman, bu vaitler, millete taahhüt haline girmiş olur. Millet bu taahhütlerini yerine getirmesi için siyasal iktidara rıza göstermiştir. Şimdi, iktidara gelen bir partinin, kendisine milletin rızasını sağlayan bu taahütlerini yerine getirmesi için de muhalefetin rızasını alması düşünülebilir mi?

     Kanımızca bu konuda da unutulmaması ve sıhhatli bir siyasal ilişkiler dünyasına girilmek isteniyorsa uyulması gereken gerçek şundan ibarettir.

     Millete, genel olarak genel vaitlerde bulunulur. Bunların muhtevaları, hiçbir zaman uluorta tâyin edilmez: î. Anayasa içre tâyin edilir. Îİ. Öteki teşkilâtı siyasal akım merkezleriyle siyasal akım merkezleriyle siyasal örgüt haline gelmemiş, ama sosyal açıdan varlıklarını, ağırlıklarını duyurmakta olan gene politik kuvvet merkezlerinin etkilerini de alarak tâyin edilir.

     Böyle yapılmazsa, iktidardan ötede kalan bütün siyasal kuvvetler (Les forces politiques) direnirler. Onların bu direnmesi, demokrasinin bir âmili ve garantisidir. Bunun içindir ki, bu siyasal kuvvetlerin siyasal açıdan en örgütlenmişi ve sosyal ağırlık bakımından en önemlisi olan muhalif partileri anayasamız, demokratik siyasal hayatın vazgeçilmez unsuru saymıştır. Temel meselelerde genel vaitleriıı zamana ve yere göre somut muhtevalarını tayinde, muhalefetin, iktidarı etkilemesi vetiresi cereyan etmiyecek ise; siyasal hayatın resmi oluşma yeri olan Meclislerde, bir anayasa kurumu halindeki bir muhalefetin anlamı ne olur?


     Böylece, diyebiliriz ki: Muhalefetin rızası diye bir mesele politik olarak vardır. Bu, iktidarın yaptıklarını muhalefetin lütfen kabul ve tasvibine dayatma zorunu halinde var olan bir rıza değildir. Bu rıza, İktidarın, "Yapma işi'Yıde, muhalefetin katkısını da bir âmil haline getirerek onu parlâmentonun birleşik görevi içine sokup orada değerlendirebilmesi anlamındadır. Her meselede bunu reddederek bu muhalefet katkısından yoksun düşen iktidarlar, hem politik olarak, hem sosyal olarak zayıf düşerler. Sosyal zayıflık ise, daha da ağırdır. Bunu gördük.


     Muhalefet oranının düşürülmesi

     İktidara göre şimdiki hacmi ve oranı ile muhalefet, meclislerde müzakere ve karar nisabını sağlatmama imkanına sahiptir. Onun elinden bu nısapı almak gerekir. Muhalefet devamsızlık engellemesine kalktığı zaman bile iktidarın, kolaylıkla çoğunluğu sağlayabilecek şekilde meclisler içinde kuvvetle yerleşmesini mümkün kılmak gerekir. Yani muhalefetlerin meclislerdeki bugünkü hacmini ve oranını düşürmelidir. Muhalefeti zayıflatarak o duruma gelmelidir ki, iktidar, tek başına meclisleri toplayıp çalıştırabilsin.

     Muhalefetin gücünü zayıflatmak hatta meclisten tasfiyesini seçim yoliyle gerçekleştirmek, eski bir fikirdir. Sahiplerine de mutluluk getirmemiştir. İktidarın, seçim sistemi yoliyle bir istikrarlı hükümet elde etme fikri de, bu eski ve şanssız fikir ile - ister istemez- bir bağlantı kuruyor.


     Türkiyenin kaderi, çok yönlü bir siyasal parti sistemi içinde kendi demokrasisinin yolunu bulmasına bağlıdır. Bugünkü seçim sistemini kırmak onu Türkiyenin kendisini bulmasına yarıyacak çok yönlü parti sisteminden yoksun kılacaktır.
   
     Türkiye böyle bir şart içindeyken onun kaderini seçim yoluyla kurulacak bir parti mutlakiyetine teslim etmeyi ihtiva eden yukarıki görüş karşısında insan derin bir kedere kapılıyor "İstikrarlı Hükümet" ı. öteki partileri ve grupları zorla zayıflatmada gören bu görüş karşısında söylenebilecek olan şudur:


     Türk Demokrasisinin bazı kurumlanın zayıflatmayı ön gören bir görüş, bazı gerçeklerden habersizdir. Bir kere anayasamızın, muhalefeti neden bir anayasal kurum haline getirdiğinden habersizdir. Neden tabii ve kontenjan senatörlükleri kurduğundan da habersizdir. Bu görüş, yalnız bir şeyden haberlidir: Demokrasi, çoğunluğun iradesidir. Çoğunluğun dediği mutlaka olur. Buna ortak tanınmaz.


     Burada uzun boylu konuşmaktansa yalnız politik bir gerçek niteliğindeki şu vakıayı işaret edelim: Olmuyor işte... Milli artıklı nisbi temsil "istemi kaldırılsa da olmıyacak. Çünkü, Türkiyedeki siyasal "tabiatı eşya" ülkeyi, bir iktidar çoğunluğunun mutlakiyetine bırakma safhasını aşmıştır.


     Türkiyede bütün resmi muhalefetler ile, gayri resmi siyasal ve sosyal kuvvet merkezleriyle muvazene halinde kalınmadıkça istikrarlı bir iktidar yürütmeye imkân olmıyacaktır. Türkiyede, istikrarlı hükümeti ve sıhhatli politik düzeni demokrasinin öteki etik ve sosya-politik unsurlarını ve şartlarını ihmâl ederek sadece çoğunluk prensibinde aramak beyhudedir. Demokrasinin öteki etik ve sosyo-politik unsurlarını da iktisadi ve sosyal kalkınmanın desteği ve yaratıcısı kuvvetler olarak değerlendirip bu konuda katkıya yöneltmek gerekir. İstikrarın temel şartı budur.

Prof. Bahri SAVCI*

Yorum Gönder

0 Yorumlar