DEMOKRASİ GÜÇLERİNİN KAYNAĞI

     Genel olarak, bütün Batılı demokrasilerin, özel olarak da, hâlâ ona uymaya çabalıyan bizim demokrasimizin güçlükleri vardır. Bunlar, bir bakıma, tarihi oluş içinde, hem Batılı demokrasiyi, hem de bizim demokrasimizi tehdit eden güçlüklerdir. Her iki demokrasi, buna çare bulmak zorundadır.

     Batılı demokrasi, insan hakları doktrini ve ekonomik serbestlik ilkelerine dayanarak, önce, merkeziyetçi büyük monarşilerin mutlakiyetini kırmıştır. Sonra da; "en iyi toplum, içinde hürriyet bulunan bu topluma ait olduğu toplumdur" diyen ilkelere dayanarak monarşileri veya monarşik mutlakiyet idarelerini tasfiye etmiştir. Bireyci ve özel teşebbüsçü hürriyet düzenini ve bu anlamda, bu anlama yarıyan millet egemenliğini kurmuştur.

     Bu Batı'ı demokrasi, kuvvetini, tarih içinde ispat etmiştir: Dayandığı Greko-lâten Hıristiyani medeniyetin unsurları ile Osmanlı otoritaryanizmine, önce dayanmış, sonra onu çökertmiştir. 1917 denberi, Markçı demokrasi karşısında, hayatına ve kendi gelişmesine devam etmektedir.
* Cumhuriyet 4.12.1962

     Birinci Dünya Savaşından sonra ta kendi bünyesi ve medeniyeti içinde doğmuş bulunan faşizm ve nazizm otoritaryanizmlerine, önce dayanmış, sonra da bunları tasfiye etmiştir. Franko ve Salazar otoritaryanizmlerini ise, siyasi sebeplerle tasfiye yoluna gitmemiş ise de, îberik Yarımadasında hapsetmiştir. Batılı demokrasi, jeopolitiğin geniş etkisinin de bir sonucu olarak, ancak Doğu Avrupa'da ve Balkanlar'da yer ve nufüz kaybetmiştir.

     İşte bu tablo, Batılı demokrasinin, tarih içinde gerçekleşmiş kuvvetini göstermeye yetmektedir.


     Prensipler ve siyasal kurumlar alanına baktığımız zaman da, bu demokrasinin bir hayli mesafe aldığını ve birçok noktaları gerçekleştirdiğini görürüz: Bireyci ve özel teşebbüsçü temel üzerindeki bir hürriyeti, sağlam bir anayasa rejimine bağlama: İktidarı, her hal ü kârda halk seçimine dayatma; iktidarın bütün icralarım bir hukuki temele dayatma; iktidarın bütün icralarını hukuki ve sosyal yollarla sürekli denet altında tutma; siyasal kuvveti, mümkün olduğu kadar kamu oyu dalgalanmaları ile paralel yürütme; kişiyi, kendi, bireyciliği içinde, siyasal, dini, ahlâki serbestliğe kavuşturma ve korkudan âzade kılma gibi... Bunlara, kişide, şimdiye kadar tarih içinde görülmemiş seviyede bir maddi refah getirilmiş olmasını da ekleyebiliriz.


     Fakat, bu tablonun rekli çizgilerine rağmen, Batı demokrasileri altında yaşıyan toplumların, XX. Yüzyıl uygarlık düzenine uygun olarak mesut olduklarını söylemek; toplumsal münasebetlerin, modern bilim, sanat ve teknolojinin getirdiği imkanlar derecesinde gelişmiş olduğunu ileri sürmek pek de mükün değilir. Batılı demokrasi, bireyci ve özel teşebbüsçü hürriyet düzeni içinde yapılabileceklerini başarmıştır, fakat, toplumsal adalet, toplumsal güven meselelerini XX. Yüzyılın insani ve ahlâki seviyesine uygun olarak henüz çözememiştir. "Genel Oy"u, yüzyıllar boyu teşkilatlanmış türlü özel menfaat, 
baskı ve kuvvet merkezlerinin etkisinden kurtarıp, gerçek toplum ihtiyaçlarının ve toplum eğilimlerinin gerçekleşmesine hizmet eden bir demokratik liderlik kurumunun dayanağı haline getirememiş; böyle bir liderliğin toplumsal adaleti, toplumsal güveni yerleştiren ve uygulayan dinamik hürriyetçi teşkilâtını kuramamıştır. Bu: Batılı demokrasinin, çağımızda uğradığı güçlüktür. Bu güçlük, dış görünüşünde şimdilik, hiçbir buhranlı olay izi görülmiyenler de dahil, bütün Batılı demokrasi ülkelerinin birleşik güçlüğüdür; Batılı siyasal düşüncenin, teoride ve uygulama alanında çözmeye uğraştığı ve çözme zorunda olduğu bir meseledir.

     Bir başka deyimle, Batılı demokrasi de, çağımızda, çağımıza özge bir güçlüğe uğramıştır. Bunun da kaynağı, bu demokrasinin, tarihi temelinde yatan bireyci ve özel teşebbüsçü unsurlara dayanan hürriyet anlayışı ve düzenini, zamanın ihtiyaçları karşısına ayarlayıp, her yerde çağımızın idrak seviyesine uygun bir insani ve ahlâki ölçü içinde toplumsal adaleti, toplumsal güveni sağlıyacak hale getirememiş olmasıdır.

Demokrasi modeli; iktidar mevkiini hukuki açıdan ras- yonalizasyona tâbi tutmada pek ileri gitmiştir. Fakat, bireyci temelini; çağımızın gerekli kıldığı toplumsal adaleti, toplumsal güvenliği ve refahı sağlıyacak şekilde rasyonalize edip bir sosyal muhteva istikamatinde - her yerde ve geniş ölçüde - geliştirememiştir.

     Keza demokrasi modeli; atılgan, cesur, öncü, akıncı özel teşebbüsçülük üzerinde devam ederken, modern çağın süratle getirdiği nüfus, teknoloji, sosyal münasebetler alanlarındaki müdil gelişmeler yüzünden yerine getirilmesi gereken kalabalık ve müdil hizmetleri topluma arzetmede bir noksana uğramıştır; özel teşebbüsçülük temelini, topluma ve onun bireylerine ar- zedilecek yekûn hizmeti getirmeye kadir kamu teşebbüsleri lehine ayarlamaya ve fakat, ekonomik ve sosyal alanda bu geniş 
ve hızla tatminleri getirecek kamu teşebbüsçülüğünün bir dik- tatoryaya düşmemesi için de kişiyi, "insan" yapan bütün moral, entellektüel, fikri değerleri korumaya ve geliştirmeye son derece önem verip, ileri derecede başarı gösteren bir ma- nipulâsyon bulmağa muvaffak olamamıştır. Fransa gibi eski demokrasilerin bazılarında bunları başarmak için, iktidarın gerçek halk temeli ile siyasi müesseseler arasındaki ayniyetini ilmi anlamda daha sağlam esaslara, pratik alanda da daha verimli mekanizmalara kavuşturma araştırmaları yapılmaktadır. Daha yeni demokrasilerin bazılarında da, o memleketlerde daha belirli olarak gerçek anlamından sapıp, pek dar bir ağalık, sermayedarlık, dincilik gibi baskı grıplannın tekeline düşen "genel oy"u, bu sapmalarından kurtarma yollarının araştırılması yapılmaktadır. *

     Bizim demokrasilerimizin güçlüğüne ve bunun da kaynağına gelince: Bunu da şöyle incelemek mümkündür: 1- Bizatihi bir Batılı Hıristiyan uygarlığı eseri olan Batılı demokrasinin, pek eski "Islâm-Osmanlı telâkkileri kalıntıları"ndan gelen güçlükler: 2- Bizatihi demokrasinin kendisinde mündemiç olan bazı meselelerin, Türk toplumunda daha belirli bir kesafet kazanmasından doğan güçlükler.


     I- Gerçekten, Batılı uygarlığın eseri olan demokrasi, bu uygarlığın, "kişiye saygı gösteren ve kişiyi muhtar bir ünite sayan" bir prensibi ile, "kişiyi kendinin, kendi kaderinin hâkimi ve yapıcısı sayan” bir değer prensibine dayanır.

     Genel olarak söylemek mümkünse diyebiliriz ki; pek eski Islâm-Osmanlı telâkkilerinin kalıntıları içinde ise, kişi, kendi kendinin hâkimi, kendi kaderinin yapıcısı değildir; bir merkezi otoritenin tâbiidir. Muhtar bir ünite değildir, böyle bir otoriteye tâbi bir kuldur.

     Keza Batı uygarlığında iktidarı, beşeri bir olay sayma; dev
leti, beşeri bir oluş sayma anlayışı, pek eskiden ve sağlam olarak kurulmuştur. Binaenaleyh bu uygarlık içinde, iktidarı, beşeri yollarla düzenleme, sınırlama kontrol etme, bu anlayışın mantıki bir sonucu olarak mümkün olabilmiştir. Bunun da mantıki sonucu olarak; "idare eden-İdare edilen" ayırımı, kökte bir ayırım değildir, biçimde bir ayırımdır ve geçici bir ayırımdır: Bugün idare edilen, yarın, kolaylıkla idare eden olabilir. Bizim kalıntı telâkkilerimizde ise; iktidar semavi bir hâdisedir; Devlet, Tanrısal bir oluştur. Binaenaleyh, onu, yeryüzü kurumlan ile, yeryüzü araçları ile düzenleme, sınırlama, kontrol etme söz konusu edilemez. İktidar, bir semavi farklılaşmadan doğan bir haktır, geçici bir durum değildir.

     İşte, Türk demokrasisi; kişiyi, kendinin ve kendi kaderinin hâkimi muhtar bir ünite değil; bir merkezi otoritenin tabii bir kul sayan bu anlayış kalıntılarından gelen bir güçlük ile karşılaşmaktan belki tam kurtulamadığı içindir ki, kendisini bilimse] ve pratik açılardan sarsılmaz bir temele oturtmakta zorluk çekiyor denebilir.


     Keza, Türk demokrasisi; iktidarı beşeri yollarla bir hukuk temeli üzerinde rasyonalize edebilecek bir beşeri olay değil; ancak, tanrısal mevki tarafından üzenlenebilcek bir metafizik olay sayan bu anlayışın kalıntılarından gelen bir diğer güçlük ile karşılaşmaktan da tam kurtulamadığı içindir ki, onu, bir hukuk devleti halinde teşkilâtlandırmada ve işletmede zorluk çekiyor, denebilir.


     Fakat, Türk toplumu, bu kalıntılardan gittikçe sıyrılmaktadır. Atatürk İnkılâpları, kadına ve halk tabakalarına inen yönü ile, kişiyi laisize eden felsefi temeli ile, kişiyi "saygı değer bir özgür ünite" fllarak ele alıp geliştirmenin en büyük hamlesidir. Bu inkılâplar; Halife-Sultan iktidarını tasfiye eden yönü ile, halk temeline dayanan bir idare ve siyaset mekanizması kurma prensipi ve tatbikatı ile, yine toplumu laisize eden felsefi temeli ve tatbikatı ile de, iktidarı,
beşeri yol ile rasyonalize ederek Hukuk Devletini kurma yolunu açmanın hamlesidir. Bu itibarla, Batı uygarlığı mahsulü olan Batılı demokrasiyi, Türk toplum yapısında tutturma konusundaki tarihsel çalışma bilhassa Atatürk'ten beri gittikçe daha geniş ölçüde gerçekleştirme imkânı elde etmektedir.

     II- Fakat: Türk demokrasisi, aynı zamanda, bizatihi Batılı demokrasinin zamanımızın mudil şartlarla dolu toplumlarında, gerek teori, gerek tatbikat alanlarında çözemediği problemlerinden gelen güçlüklerle karşı karşıyadır ve bu güçlükler, az gelişmiş bir toplum ortamında, büsbütün belirli bir durum kazanmaktadır. Yâni demokrasinin bireyci temelini, bir sosyal muhteva ile zenginleştirip, toplumsal adaleti, toplumsal güvenliği ve refahı sağlıyacak bir rasyonalizasyona ulaşmayı mümkün kılacak bir gelişmeye kavuşmada, büsbütün güçlükler ortaya çıkıyor. Kişi muhtariyeti, kişiyi etkisi altında hapsetmiş özel menfaat gruplarının hesabına işlemiye istidat kazanıyor. Bu sebeple de, bizatihi demokrasinin çözmeğe uğraştığı "iktidarın halk temeli ile siyasi müesseseler arasındaki gerçek ayniyet"! bulma problemi, Türkiye'de, daha kesin bir problem halini alıyor.


     Keza demokrasinin özel teşebbüsçülüğü Türkiyede, Topluma ve onun bireylerine arzedilmesi yekûn hizmeti, adaleti güvenliği tam olarak getirmek için kamu teşebbüsü lehine âyarlama teşebbüsü de, Türkiyede, veriminden kaybediyor. Çünkü, bugün, siyasete hâkim aydınlar çevresinde, kamu teşebbüsçülüğü nü, bir diktatöryaya götürmemek için kişiyi, insan yapan moral, fikrî, entellektüel değerleri koruma manipülâsyonu bulma araştırmalarına girişmekten uzak duruluyor.


      Demokrasinin yukarıda gösterilen güçlüklerini teoride yenmek ve çözmek, sonra da bu işi başaran teoriye uygun bir modern demokrasi manipülâsyonu bulup uygulamak, hem Batı demokrasilerinin, hem de Türkiyenin sorunlarından birisidir.


Yorum Gönder

0 Yorumlar