GERÇEK İNANCIN YERİ
Prof. Bahri SAVCI
Başbakan, tabii ve kontenjan senatörlerini birer siyasal realite olarak değil, ancak, Anayasa gereği Parlâmentoda bulunan kuvvtler olarak görüyor ve bunların politik ve sosyal değerine inanmıyor. "Bizim inancımız, Türk milletinedir, hakka, adalete ve aklıselimedir" diyor.
Soyut bir demokrasi yapısı unsuru olarak bunlara yer ver- miyebiliriz. Fakat milletin, bir ihtilâlin içinde arayıp bulduğu ve bir referandum ile de teyid ederek kabul ettiği Anayasa ku- rumlarmı, bugünün bir siyasal realitesi olarak inkâra kalkmak, doğru değildir.
Evet Türk milletine, hakka, adalete ve aklıselime inanacağız. Yâni, davranışlarımızı tâyin eden faktör, şartlandıran etken olarak bunları kabul edeceğiz.
Peki, bunlar, vakıa halinde nerededir? Milletin, hakkın, adaletin, aklıselimin ifadesi nerededir? Bunları siyasal olay olarak kim temsil eder?
* Cum huriyet 16.10.1966
Buna hükümetin cevabı hazırdır: "Ben... çünkü sandıktan ben çıktım" Bu cevaba da siyasal bilimin cevabı hazırdır: Bunların ifadesi, her zaman ve her an sandıktan çıkan değildir.
Bir demokraside bir milletin kendisi, onun hak duygusu, adalet telâkkisi, aklıselimi, ancak o milletin sosyal paktı olan Anayasadadır, Anayasanın tüm kurumlarındadır, bütün Anayasa kurumlan harekete geçiren, işleten Anayasanın temel fel- sefesindedir, yönetici ilkelerindedir. Hakkın özü, adaletin niteliği, aklıselimin ölçüsü ve nihayet dayandığı felsefesi, sahip olduğu hayat görüşü ile millet realitesinin kendisi, Anayasadan başka bir yerde değildir.
Hükümet, bir uyanmamışlık içindeki tutucu eğilimlerinden, günlük iktisadi çıkarlarından yakalanmış yığınların üstünde, birbuçuk yüzyıllık demokrasileşme ve modernleşme çabası geçiren Türk milletini tarihsel gelişmesinin tabii doğrultusundaki gerçek istekleri, ihtiyaçları, dilekleri içinde teşhis etmek istiyorsa, Anayasa bakmalıdır.
Hükümet, halkın, adaletin, aklıselimin nerede olduğunu kavramak istiyorsa, başlangıç bölümünde deyimlenen ilkelerden itibaren Atatürk devrimlerine kanat germiş maddelerine kadar tüm Anayasanın hürriyetçi-eşitçi-halkçı-sosyâl- layik ilkelerine bakmalıdır. Bu hakkın, bu adaletin, bu aklıselimin ışığı altında Türk milletinin tabii gelişim ihtiyaciyle kimleri, neden mahkûm ettiğini öğrenmek istiyorsa gene bu anayasa}7a bakmalıdır. Anayasanın partizan ön yargılardan uzak incelenmesi inanılacak ve siyasal davranışlarımızı tâyin eden etken olarak kabul edilecek değerleri öğrenmemize yarar. O zaman, 27 Mayısı daha iyi değerlendiririz.
Azınlığın tahakkümü
BİZDEN ÖTESİ AZINLIĞIN TAHAKKÜMÜDÜR
Gerçek inancın yeri sandıktan çıkarak Türk milletiyle ayniyet haline gelmiş olan ,rbiz...iz" demek isteyen hükümet, kendisinden başka yerden gelen "takdir"leri, azınlığın tahakkümü sayarak bertaraf ediyor. Azınlıktan gelen takdirlere de bir mutaiyet tanımanın miletiıı kendi kendini idaresiyle bir uyuşmazlık teşkil ettiğini belirtiyor. Kendilerine göre çıkacak kanunların memlekete yararlı olduğunu azınlık tâyin ve takdir edemez. Bu suretle kanunların çıkmasına mâni olamaz. Böyle olursa, bu, azınlığın tahakkümü olur.
Demek ki, kanunların zararsız olduğunu, tersine yararlı olduğunu yalnızca sandıktan çıkan çoğunluk tâyin ve takdir edecek.
Peki, bu da, bir çoğunluğun tahakkümüne yol açmaz mı? Onun için, en iyisi, işlerinizi, tahakkümlerin ötesinde görmek değil midir? İçine girdiğimiz demokrasi oyununda ne azınlık, ne de çoğunluk tahakkümü yer almalıdır.
Bunun da yolu, çoğunluğu bir yönetme, ama ancak Anayasa için bir yönteme hakkı tanımaktır. Fakat bu öteki Anayasa kurumlan ve öteki sosyo-politik kuvvetlerle denge halinde kalan bir yönteme; sosyo-politik realiteyi Anayasa içinde değerlendiren bir yönetme olacaktır. Yoksa, sandıktan çıkmışlığın; bütün milletin adaletini, hakkını, aklıselimini kendisinde "tecelli ve temerküz ettirdiği" galatına kapılarak bir çoğunluğun mutlakiyet haline giren ve kendisinden ötesini bir tahakküm sayarak reddeden bir yönetme değil....
Şart ve Müeyyide
BİR NİZAMIN HAYAT HAKKINA SAHİP OLMASININ ŞARTI VE MÜEYYİDESİ
Hükümete göre bir nizam kurmada, bu nizamı yaşatmada esas dayanak, halkın itibarı, halkın hakemliğidir.
(Bu pek doğru bir görüştür.)
Hükümet felsefesine göre bir nizamın; kuvvetin, olupbittinin şu veya bu zorun ile yerleştirilmesinin ötesinde, meşru olarak hayat hakkına sahip olması şu kurallara bağlıdır:
1- Bir nizamı "milletin iradesine", "milletin güvenine", "milletin teveccühüne" dayanmalıdır.
(Bu da, hiç kimsenin itiraz edemiyeceği bir gerçektir.)
2- Bir nizamın meşruiyeti "bizzat milletçe meşru" sayılmaktadır.
(Bu da demokrasinin bir diğer değerli prensibidir.)
3- Oysa ki, bazı davranışlar, bir nizama meşruiyetini veren "millet iradesine tasallut" istidadmdandır. Ama o zaman bu tasallutun karşısında yer alacak kuvveter vardır: "Devletin gücü", "vatandaşların uyanıklığı"
İşte böylece Başbakan bazı gerçekleri, yukarıda gösterilen güzel formüller içinde deyimlemiştir.
Başbakanın bir ders veriş halinde bu formülleri ileri sürmesinin bir nedeni olmak gerekir. O da şudur:
Başbakan sandıktan çıkmışlık olayı sonucu, milletin güvenini teveccühünü yalnız kendisinin haiz olduğunu; "milletin iradesine-yalnız kendisinin" dayandığını; halkın hakemliğinin ve itibarının yalnız kendisinde olduğunu; binaenaleyh, bizzat "milletçe" ancak kendisinin "meşru" sayıldığını; bundan ötede nizam unsuru olma iddiaları vardı-ki, kendilerince sırf Anayasa gereği mevcut olan bazı unsurlar, kendilerinde haksızca bu niteliği görerek siyasal rol oynamak istemektedir. - Bunların yaşama hakkına sahip olmadıklarını bilmeleri gerektiğini; Bu gereği kavrayıp da kendisinde tecelli ve temerküz eden millet iradesine bu tasallutlarını sürdürmekte İsrar ederlerse, devletin gücünün vatandaşların uyanıklığının, onları yok edeceğini belirtmek istiyor.
Bir kelime ile Başbakan, tarihsel kaj'nağını, Anayasal dayanağını düşünmeden, kendisini bir demokrasi içinde sandıktan çıkmışlık gerçeği sonucu millet ile ayniyet halinde görüyor. Artık milletin "hak"kı, r'Adalet"i, "Aklıselim"i kendi vicdanında, kendi bilgisinde, kendi bilincinde hâsıl olan ilhamlardan ibarettir. Kendi vicdanına, bilgisine, bilincine gelen "Sünühât", milletin hakkı, adaleti, aklıselimi olmuş oluyor "bu sünühât" içinde bu ilhamlar içinde, bu inançlar ve görüşler içinde bulunmayan, yer almayan unsurlar, kurumlar, değerler, milleten gelmeyen ve millet ile ilgisi olmayan, şeylerden ibaret kalıyor. Belki onlar, Anayasa içindedir, denecektir. Olsun. Onlar, ancak şeklen Anayasa içindedirler. Şeklen bir Anayasa unsurudurlar. Aslında ise, milletten gelmeyen milletin dileklerinde ve kabulünde olmayan şeylerden ibarettirler. Günü geldiğinde şartları doğduğunda kendi vicdanı, bilgisi ve bilincinde tecelli edecek millet hakkı, adaleti, aklıselimi ile tasfiye edileceklerdir.
İşte hükümet görüşünde böyle bir galat vardır ve bu galata bir tek cevap verilebilir.
Milletin bir ihtilâl içinde arayıp tarihinin içinden bulup çıkardığı ve bir referandumla da teyit edip yasal ve sosyal etikleri yirminci yüzyılın ikinci yarısında ve kendi mo- denizasyonunun 150. yıllarında millet ile ayniyet vahimesine ve galatına bırakması, teslim etmesi, sosyal determinize ve siyasal tâbiata aykırıdır.
Milletçe meşru sayılmak
Burada ayrıca, bizzat milletçe meşru sayılma kuralı üzerinde durmak gerekir.
Milletçe meşru sayılmak:
İktidarı milleten serbest ve halkın tam aydınlanmış olduğu samimi bir seçimle almak;
Bütün icraatında; ilkeleri, temelleri, dayanak güçleri, kurumlan ile yürürlükte tutulan Anayasa içre kalmak suretiyle elde edilebilir.
Sandıktan çıkmak meşruiyet şartlarından başta gelenidir. Fakat hiz bir zaman milleti "ikame" etmek, onun yerini almak
değildir. Binaenaleyh, milleti ikame ederek bazı Anayasa ilkeleri ve kurumlan üzerinde operasyonlara teşebbüs etmek meşruiyete aykırı düşer.
0 Yorumlar