ÇİRKİN SİYASETÇİ-İRTİCA İLİŞKİLERİ


     Değişici toplumlarda çirkin siyasetçi tipi pek gelişmiştir. Onun baş müttefiki de irticadır. Osmanlı ve biraz da Cumhuriyet tarihinde, bu ülkenin gelişme sürecini saptırmaya uğraşan irtica ile, iktidarı elde etmekten ve orada kalmaktan başka amacı olmayan, bundan ötürü de kaderi kötüye giden çirkin siyasetçinin ittifak örnekleri vardır.

     Oysa ki, irticai destekçi, onu teşvikçi, ona kuryapıcı bir davranış gösterme beyhudeliği de, en çok, gene bu ülkede görülmüştür. Ama buna rağmen, Türkiyemiz, değişme sürecini tamamlamadıkça: geleneksel -ilkel- âsiyai kurumların ve değerlerin etkisinden kendisini tüm kurtaramadıkça, onun az gelişmişlik tabiatı, çirkin siyasetçiyi, "mürteci"yi, ve bu ikisi arasında bir tutuculuk ittifakını yaratmakta devam edecektir.
Bunu daha iyi anlamak için, bu terimlerin içinde yatan anlamları açıklığa kuvuşturmak gerekir.
* Cumhuriyet 29.2.1968.

     Değişici toplum

     Değişici toplum, değişen toplum ne demektir? Şüphesiz bunun ekonomik, sosyal, eğitimsel açılardan tanımları, ölçüleri vardır. Biz bunların tümünü -biraz dışardan ama esas bakımdan da bir yukarı plândan- şöyle göstermek istiyoruz: Değişici toplum, değişen toplum; sosyo-ekonomik ve kültürel açılardan bir kökten değişme, bir kökten yenileşme süreci içine girmiş; bunun sonunda lâik idrak ve kültür, bağımsız bir endüstri ekonomisi, organize halk gücüne dayalı bir milli siyasal iktidar evreslue (safhasına) erişmeğe yönelmiş bir toplumdur.

     Bu toplum; her şeyden önce, ekonomisini ilkel, tarımsal üretim ekonomisi olmaktan kurtaracaktır. Endüstri üretimi evresine geçecektir. Fakat ekonomik ilişkilerini, kapitalist para ekonomisi çemberinden de kurtarıp bir milli düzeye çıkaracaktır. Bunun sonucu ve ayni zamanda zorunlu koşulu olmak üzere de, eski arkaik geleneksel sosyal, etik ve kültürel kurum ve değerlerden de sıyrılıp, lâik düşünce içinde sosyal ilişkilere ulaşacaktır. Bütün bunların sonucu ve toptan deyimi olmak üzere de, organize halk güçlerine dayalı bir siyasal iktidara gidecektir.

     Bir kelime ile söylemek gerekirse değişici toplum; üretim biçimini ve ilişkileri değiştirerek ekonomik yapıda; sos3ro- kültürel ve hattâ estetik kurum ve değerleri değiştirerek, bu alanın yapılarında; halkla siyasal olay arasındaki sosyal- ekonomik-dinsel aracıları değiştirerek, ve saf organize halk güçlerine imkân vermeyen engelleri kaldırarak siyasal yapıda değişme ve gelişmeye yönelmiş toplumdur.


     işte bu kavramların anlattığı bir oluşun üzerine eğilen ilk toplumlardan birisi de -Japonya ile birlikte- Türkiyedir. Bu iki ülke, daha toplumsal değişmeciliği deyimleyen modern terimler ortada yok iken bir uygarlık gelişmesi süreci içinde girmişlerdir. Bu; üretimde, maddesel refahta, insancıl kültürde 
Batı Uygarlığına ulaşma süreci idi. Japonya, bir tüm endüstrileşmeye geçerek bunu başarmıştır.

     Türkiye'ye gelince


     Türkiyeye gelince: O bu endüstrileşme gelişmesine henüz erememiştir. Üretimi hâlâ, esas bakımından, ilkel tarımsal üretim biçimi içindedir. Sosyo-kültürel yapısı da geleneksel sosyal kültürel ve estetik kuramların ve dar kalıp kültürünün içindedir. Lâik düşünceli ilişkilere tüm geçemediği için, katıksız halk güçlerine dayalı bir siyasal iktidar evresine de tüm erememiştir.

     Bunların sonucu olarak da Türkiye, ekonomik ilişkiler alanında "aracı"ların egemenliği altında kalmıştır. Bu suretle de "milli bağımsız bir ekonomi"ye ulaşamamıştır. Lâik idrake karşı olan eski, geleneksel, arkaik kuramların aracılığını ve etkisini reddedememiştir. Bütün bu durum, siyasal olay alanına da yansımıştır. Bu suretle, siyasal olay alanında da, dinsel aracıların nüfusu altında kalmıştır.


     İşte -gene bir başka deyimle söylemek gerekirse diyebiliriz ki- bütün az gelişmiş ülkelerde olduğu gibi Türkiyede de toplum hayatındaki değişme sürecinin tamamlanamamasından gelen bir karma durum ortaya çıkmıştır, çıkmaktadır. Bu karma durum, bitirilememiş bir değişmecilik hayatı içinde iki sosyal kuvvetin, iki sosyal elitinin yan yana, karşı karşıya yer aldığı bir durum biçimi kazanmıştır:


     Bir yanda, az gelişmişliğin içinde bulunduğu ana sorunu gören ve bunu çözmek için milliyetçi bir felsefe ile kökten değişmeciliği gerçekleştirmeğe uğraşan aydın devrimci kitle halinde bir sosyal kuvvet, bir sosyal elit yer almaktadır.

     Bu elit, bir ekonomik "sosyal" kültürel siyasal kalkınmayı arar. Bu kalkınma, ekonomik ve siyasal alanda milli bağımsızlığı verecektir. Devlet yönetiminde halk egemenliği verecektir. Maddesel ve kültürel yüklemede bir halkçılığı teşkil 
edecektir. Bağımsızlık ve kalkınma ilkeleri dolayısiyle bu aydın devrimci elitin milliyetçi felsefesi, Atatürk devrimciliği ile birleşmektedir. Onun, İkinci Dünya Savaşı sonu koşullan içindeki "inkişafı"nı meydana getirmektedir.

     Fakat öte yandan buna karşı olan bir başka sosyal kuvvet, bir başka sosyal elit daha vardır Türkiyemizde... Bu da, değişici değişmeci bir toplum hayatının doğal ürünüdür. Hatta kökten yenileşme sürecinin bir evresinde, topluma egemen bir sosyal kuvvettir bu...

     Bu kuvvet, bu elit, değişmecilerin getirmeye uğraştığı yeni hayat kurumlarını yeni değerleri, açık kültürü ve lâik idraki bu sosyal ortamın, hemen hazmetmeğe elverişli olmamasından doğar. Çünkü bu sosyal ortam, hem ekonomide, hem sosyal alandaki ilişkilerde, bir ilkel tarımsal hayat geçiminin kurumlan ve değerleri altındadır. Direkt "gâvur silâhlı kuv- vetleri"ni kendi üzerinde görmemek hariç, iç yönetimde ve ekonomide milliyi; bağımsızlığı, yüksek maddesel düzeyi, bizzat kendi halk yönetimini, bir "sosyal talep" halinde istemeğe ve yöneticilerini ona zorlamaya pek hevesli değildir. Direkt gavur silâhı kuvvetlerini görmediği zaman, kendi üretim ve sosyal ilişkileri alanında kapalı ekonomi, kapalı aile, kapalı köy ve küçük kasaba hayatı içinde yaşamağa razı ve hatta heveslidir. Bunu da toprağa, ekonomiye, kültüre egemen çevrelerin ken- dii ine vermesinden fazla bir "sosyal talepte" bulunmaz.


     Binaenaleyh sosyal ortam,  esas bakımından toprağa- ekonomiye- kültüre egemen çevrelerin yönetimi altında yaşamağa razı bir ortamdan ibarettir. Türkiyede... Bu ortam bundan ötesini, bundan ötesinde bir milli hayat dalgalanmasını İsrarla istemez. Hatta buna lâkavıttır. Çünkü eski geleneklerine bağlıdır. Yani tutucudur. Mutluluğu, kültere egemen çevrenin kendisine verdiği metafizik unsurların içinde arar. Bu yüzden ümmetçi ve mukaddesatçı olmağa istidatlıdır.


     Yani bu sosyal ortam, ilkel tarımsal hayat biçiminden gelen bazı imtiyazlı zümrelerin (toprağa, ekonomiye, dine egemen zümrelerin) kendisine verdiğiyle yetinen kapalı, tutucu nitelikte bir sosyal ortamdır.

     Böyle olduğu için de kendisine uygun yani değişmeye ve gelişmeye kapalı lâik idrak ve açık kültüre dinsel bir direnç gösteren bir sosyal elit yaratmaktadır. Sonra da kendisini, bu sosyal kuvvete teslim etmektedir.


     Fakat


     Fakat bu sosyal kuvvet, bu elit, daha da ileri gider... Sosyal koşulların kendiliğinden, kendisine teslim ettiği, geleneklerine bağlı, ümmet ve mukaddesat değerlerine tâbi halkın, milliyetçi bir felsefe ile toplumu değiştirmek isteyen aydın devrimcilerin uyarısı ile, kendisinden, toplumsal değişme yönünde yeni sosyal, ekonomik ve milli taleplerde bulunmasından korkar. Bunun için özel tedbirlere başvurur: 


     1- Önce: dış yardım, enflâsyon, yabancı sermaye, kendiliğinden artar. İnsan gücünün kendiliğinden yaratacağı he- reket gibi faktörleri kullanarak, direkt sonuçlarını hemen verecek olan tehlikesi yok, kârı çok alanları iktisaden hareketlendirir.

     2- Bu iktisadı hareketliliği; mahire, becerikli, zekiye, enerjik olana olanak ve şans veriyormuş gibi davranarak, zaten toprak statüsüne ve toprağın fiili durumuna, para ekonomisine egemen imtiyazlı zümrelere kaydırır, onları devlet eliyle daha da zenginleştirir. Bu suretle, onların toplumsal yapıya, sosyal katlara ve katogorilere egemenliğini büsbütün arttırır. Ve bunlar eliyle, bunlar aracılığı ile, kitleye olan egmenliğini de garanti altına almış olur.

     3- Sonra ve bilhassa kitle üzerinde bir eğitim ve kültür karşı devrimine girişir: Halkın geleneklerine bağlılığını, metafizik değerlere tabiliğini kışkırtır ve yoğunlaştırır. Dinsel bir
örgütlenme halinde bir statüko yaratıp, mutluluğun ancak bunda olduğu anlayışını verir. Bu dinsel örgütlenme halindeki statükonun tek "iyi" olduğu, binaenaleyh hiçbir yolla değişmemesi gerektiği görüşünü yerleştirir ve binaenaleyh, değişme istiyenlerin, tanrısal isteğe ve emre göre yaşama düzenine karşı çıkmış isyancılar olduğu, bu yüzden de tasfiye edilmeleri gerektiği inancını yarar.

     Sonuç


     İşte bir az gelişmişlik içindeki ülkede böyle bir karma durum vardır. Yani, -bir kere daha söyliyelim- ' bir yanda az gelişmişliğin milli hayat, ekonomik bağımsızlık, sosyal- ekonomik ve kültürel kalkınma sorumunu: ekonomik-sosyal yapılarda ve siyasal ilişkilerde değişmeler yaparak bir milliyetçi felsefe içinde çözmeğe yönelmiş aydın devrimci kitle vardır. Bunun karşısında sosyal ortamın geleneksel kurum ve değerlere hâlâ dayalı olmasından doğmuş bulunan ve doğumu ile birlikte, bazı yüzeyden islâhların uyuşturuculuğu altında bu ortamı esas bakımından gene muhafazalıcıkta, ümmetçilikte ve mukaddesatçılıkta tutarak siyasal egemenliğini sürdürmek için savaşan "biçimsel düzenciler" kitlesi vardır. Bu biçimsel düzenciler kitlesi, politikasını, metafizik değerler üzerine dayatma yoluna sapınca, doğal olarak, bir çirkin siyasetçi görüntüsü kazanıyor. Bu çirkin siyasetçi de, lâik toplum, lâik yönetim, lâik ekonomik ve kültürel ilişkiler gelişmesine direniyor. Böylece irtica ile paralellik ilişkisi kurmuş oluyor. Bu ikisinin savaşı, az gelişmişliğin dramını teşkil ediyor.

Prof. Bahri SAVCI

Yorum Gönder

0 Yorumlar