İSKÂN COĞRAFYASI


İSKÂN COĞRAFYASI 
Esas fikirler, problemler ve metod 
Ali Tanoğlu 

     İskân vâkıası (Siedlung, Settlement, habitat veya Peuplement) en geniş mânasiyle bir beşerî yerleşmedir. Av peşinde dolaşan ve bununla geçinen yahud meyve toplamakla hayatlarını idameye çalışan ibtidaî gezici insanların bulduklarını yemek, dinlenmek ve biihassa gece vakti sığınmak üzere, velev bir gece için de olsa, yaptıkları barınaklar gibi, göçebe çoban kavimlerin daha uzun zaman bir yerde kalan çadır toplulukları; mevsimlerin seyrine uyarak yer değiştiren, yazın yaylaya, dağa çıkan, kışın ovaya inen yarı göçebelerin senenin yalnız bir kısmında iskân ettikleri ve muhtelif adlarla andıkları ova, yayla ve dağ eğreti yerleşmeleri; nihayet sedanter insanların oturdukları münferid mesken, çiftlik, köy, kasaba ve şehir, geçici veya devamlı, toplu veya dağınık, büyük veya küçük bütün bu yerleşmeler, yerleşme tesisleri, münferid mesken ve mesken toplulukları yukarıda yaptığımız geniş tarifin içine girebilir.

     İnsan içtimaî bir varlıktır. Bunun içindir ki yerleşmenin âmilleri insan toplulukları olup, bunları ya âile ve kabilelerde olduğu gibi kan rabıtaları yahud dinî, siyasî, ekonomik esaslara dayanan diğer bir takım bağlar husule getirir. İskân ve iskânın bir unsuru olan meskenden gaye, soğuk, sıcak, yağmur ve kar gibi hava tesirlerine ve yırtıcı hayvan ve diğer İnsanlardan gelebilecek dış tehlikelere karşı can ve malı emniyete almak, tabiî veya sun'î az çok kapalı bir sığınakta yemek, dinlenmek, ve bilhassa uyumaktır. Uyku ihtiyacı ve bu ihtiyacı gidermek üzere bir barınak temini ve bu barınağa her gün muayyen zamanlarda sığınmak, gidip gelmek zarureti, tegaddi ile beraber hiç bir insan varlığının kaçınamıyacağı başta gelen ihtiyacıdır. Bunun içindir ki mesken, en ibtidaîsinden en mütekâmiline kadar, bütün meskûn mıntakalarm, beşerin mevcudiyeti, uykuya olan ihtiyacı ve bu ihtiyacı karşılama yolundaki faaliyetile ilgili başlıca vâkıasıdır. Kaldı ki, iskân coğrafyasında mesken denince, en basit avcı, balıkçı veya bekçi kulübesinden şehirlerin en mütekâmil ev ve apartmanına kadar sâdece ikâmetgâh olarak kullanılan yapılar değil, anbar, ahır, samanlık, hangar, atölye, mağaza,, okul, câmi, kilise, kışla, tiyatro, sinema gibi ticarî, sınaî, dinî, askerî, kültürel veya eğlence ihtiyaçlarını karşılamak üzere vücûde getirilen bütün binalar anlaşılmak lâzımdır. Geri cemiyetlerde ve umumiyetleziraî mıntıkalarda yerleşmelerin esas, hâkim unsuru şübhesiz evdir. Fakat ileri cemiyetlerde ve bilhassa şehirlerde meskenler çeşitlenir. İkametgâh olarak kullanılan ev, apartıman ve otellerin yanında gittikçe daha fazla başka maksadlara hizmet eden binalar yer alır.

     Münferid meskenler ve meskenlerin bir araya gelmesinden meydana gelen köy, kasaba ve şehrin coğrafyada büyük bir önemi ve yeri olmak icabeder. Zira mesken ve mesken toplulukları evvela, yollar, mezruat ve ehlî hayvanlarla beraber doğrudan doğruya insanın yarattığı ve tabi'î peyizaj'ın yanında «beşerî» yahud «beşerîleşmiş» diyebileceğimiz peyizaj'm başlıca unsurları, dağ, tepe, nehir gibi tabi'î yer yüzü vakıaları yanında, beşer vakıaları, insanın tabi'î peyizaja hakkettiği karakteristik manzaralar ve bu itibarla bir memleket veya mıntaka medeniyetinin, gelenek ve göreneklerinin en müşahhas ifadeleridir.

Ord. Prof. Dr. Ali Tanoğlu
     Diğer tarafdan münferid meskenler ve köy ve şehir şeklindeki mes'ken toplulukları beşer faaliyetinin dayanak noktalarıdır. Köylünün evi, ahırı, anbarı, arabalığı vesâir müştemilatı ile köylünün aynı zamanda atölyesidir. Her köy îktisad şekline, muayyen köy meskeni şekilleri tekabül eder. Bağcının, zeytincinin, tütüncünün evleri başka başka; hububat çiftçisinin, hububatla beraber aynı zamanda hayvan da yetiştiren köylünün evleri, gene birbirlerinden farklıdır. Ticaretin, sanayi'in ve münakalenin merkezleri olan şehirler aynı zamanda siyasî ve idarî organizasyon, fikir, bedi'iyat ve san'atın ibda mahalleri, bütün bu türlü faaliyetlerin adeta bir nevi atölyeleridir. Böylece mesken ve mesken toplulukları bir memleket medeniyetinin olduğu kadar, aynı zamanda o memleketde hâkim faaliyetin, hayat tarzı veya ekonomi şeklinin de ma'kesleridir ve bu itibarla da en mükemmel coğrafî' vakıalardır.

     İnsanlar ister devamlı, ister geçici, ister münferid ister toplu bir hâlde yerleşmiş bulunsunlar içecek, yiyecek ve diğer beşerî ihtiyaçlar :zoriyle dâima yerleştikleri ve ihtiyaçlarını tatmin eden mahalle veya hiç değilse onun çevresine az çok bağlıdırlar ve vücude getirdikleri mesken şekillerinde olduğu kadar yerleşme yerinin seçilmesinde ve yerleşmenin teşekkül etmesinde ve gelişmesinde bu mahallin ve onun çevresinin coğrafî şartlarının az çok tesiri altındadırlar.

     Her yerleşmeye, dâima bunun kapladığı sahadan çok daha geniş bir saha kaplayan iktisadî faaliyet sahası tekabül eder ve iskân iktisadî faaliyet sahaları dahilinde noktalar veya küçük satıhlar halinde; görünür. İskân ve iktisadî faaliyet mahallerinin sebeb ve mekân bakımından birbirine bağlılığı bir kaidedir.

     Gezici avcı basit kulübesini avının geçdiği yolun yakınında, göçebe çoban çadırını sürülerini otlattığı sahanın yanında, çiftçi evini ekibbiçtiği ovanın kenarında yahud ortasında kurar. Bu takdirde iskân, iktisad ve hareket sahaları hemen hemen birbiri üzerine gelir. Medenî ve iktisaden ileri memleketlerde ve bilhassa büyük şehirlerde nakil vasıtalarının bolluğu, mükemmelliyeti ve sür'atİ ikamet ve çalışma mahallerinin mekân bakımından birbirinden ayrılmasını ve uzaklaşmasını kolaylaştırmıştır. Bununla beraber bu gibi ahvalde dahi sarledilmesi icabeden para ve zaman, iki nokta arasındaki mesafenin muayyen bir dereceden fazla açılmasına imkân vermez. Şehirlerde yaşayan insanların ikamet mahallî beslenme sahasına bağlı olmayabilir; fakat çalışma sahasına yahud onun çevresine bağlıdır. Yalnız şehirlerde servetlerinin ve emeklerinin iradı ile geçinen kimseler bu kaidenin dışında kalabilirler.

     Her yerleşme, bir yerleşme ve iktisadî faaliyet sahasının bir unsurudur. Bu İtibarla kendi iç yollarından başka dahil bulunduğu yerleşme ve iktisadî faaliyet sahasının diğer kısımlarına dış yollarla da bağlanmağa muhtaçtır. Bu suretle her yerleşme sahası zamanla bir münakale sahası haline gelir. Yerleşme ağı içinde münakale bakımından daha elverişli coğrafî şartlar arzeden yerleşmeler, meselâ merkezî bir vaziyet arzeden, yahud İşlek ve hinterlandı geniş ve zengin bir deniz kıyısında bulunan, seyrüsefere müsaid nehir ağızlarında veya bu nehirlerin üzerinde yeralan, yahud da İktisaden birbirini tamamlıyan dağ ve ova gibi muhtelif tabi'î bölge sınırlarında bulunan yerleşmeler, bu müsâid coğrafî mevki'leri sayesinde zamanla büyük münakale ve ticaret merkezleri haline gelirler. Yerleşme ve iktisadî faaliyet sahalarının münakale durumu üzerinde, insan bâzı değişiklikler ve İslâhat yapabilirse der insanın bu müdahelesi bir hadde kadar ileri gidebilir ve esasen ancak bir hadde kadar faydalı olabilir. Yerleşme ve iktisadî faaliyet gibi, münakalenin de esas dayanağı coğrafî temeldir.


Yerleşme şekilleri 


     Şu hâlde, göıüldüğü'gibi, iskân vâkıası çok şümullü, çok mûdil ve gerçekten coğrafî bir vakıadır. Bu vâkıa önce meskenler, sonra köyler ve daha sonra şehirler ele alınarak basilden mürekkebe doğru gidilmek suretile iedkik edilebilir. Fakat itiraf etmek lâzımdır ki, bu konsepsiyonr ooğrafî olmaktan ziyade mantıkîdir- Meskenin bizatihi kendisinin tedkiki coğrafyadan ziyade sosyoloji ve ürbanizmaya âiddir. Diğer tarafdan meskenlere nazaran mesken toplulukları coğrafî bakımdan çok daha mühim, çok daha câzib, çok daha karışık problemler ihtiva etmektedir. Sn itibarla biz klâsik yoldan ayrılarak önce bu ve bunu tâkib eden iki «tüd'de yerleşmeler, bilhassa bunların definisyonlarına âid problemler üzerinde duracağız, sonra ilende ayrı bir yazıda meskenlerin kendilerini ele alacağız.

     İskân çok çeşitli şekiller arzeder. Münferid mesken (maison isolée, Einöde), münferid çiftlik (ferme isolée, Einzelhof), mandıra, ağıl, oba, kom, toi, divan, mezraa, mahalle (köy mahallesi, écart), hameau, Weiler, hamlet, köy (village, Dorf) ve nihayet kasaba ve şehir terimleri ile ifade ettiğimiz muhtelif yerleşme şekilleri ve bunların dışında kalan değirmen, kaplıca, otel, kale, şato, manastır, istasyon, enerji santralı, fabrika gibi yerleşme çeşitlerini birbirlerinden ayırd etmek, her birinin definisyonunu yapmak ve iskân kategorileri arasındaki yerlerini tâyin etmek güç olup bu mesele, yarım asırlık, hattâ milletlerarası çapında bu sahada etüdlerin başladığı Kahire milletlerarası Coğrafya kongresi (1925) hareket noktası itibar edilirse, ancak bir çeyrek asırlık bir mazisi olan iskân coğrafyasının kanaatımızca bu gün de karşısında bulunduğu ilk, en mühim ve en nâzik problemidir. Filhakika hangi dilde ve memlekette olursa olsun, hattâ iskân coğrafyası etüdlerinde en ileri gitmiş olan memleketlerde, meselâ bu nevi tedkiklerde hiç de geri sayılmıyacak olan ve ayrıca tarife, tasnife ve ifade sarahatine belki her yerden fazla ehemmiyet verilmesine rağmen, pek de kastedilen mefhuma tekabül etmedikleri hâlde, hâlâ yerleşme karşılığı olarak habitat ve peuplement terimlerinin aynı mânada olmak üzere gelişi güzel kullanıldığı Fransa'da dahi, İskân Coğrafyasına âid terimler müphemiyetlerini henüz az çok muhafaza etmektedirler; o kadar ki, ileride göreceğimiz gibi, bu gün tarihçiler ve sosyologlar kadar coğrafyacılarda da İskân Coğrafyasının iki ayrı ve ana faslını teşkil eden kır iskânı (habitat rural) ile şehir iskânı (habitat urbain) in ayırt edilmelerinde ve definisyonlan meselesinde bile hâlâ bir bocalama görülüyor1. Bununla beraber şüphesiz her memlekette ve dilde bu bakımdan vaziyet aynı olmaktan çok uzaktır. Bâzı memleketlerde İskân Coğrafyası etüdleri çok ilerlemiş, bu sayede bu memleketlerde rastlanan iskân şekilleri mâna ve vuzuh kazanmıştır. Bâzılarında da bu nev'i etüdler henüz geridir. Diğer bir takım memleketler ise İskân Coğrafyasından aşağı yukarı tamamİIe bihaberdirler.

.

1 G. Chabot, Les villes, aperça de Géographie arbainê, Paris 1948, s. 7-16.

      Biz maalesef bu sonuncu memleketler arasında bulunuyoruz. Gerçekten bizde bugüne kadar benim bildiğim, değil Türkiyedeki mesken ve iskân şekillerine âid esaslı bir tedkik, modern iskân coğrafyasının kendisine dâir dahi ne bir te'lif, ne de her hangi bir tercüme yapılmamıştır. Denilebilir ki coğrafyacı, arkeolog, sosyolog, tarihçi, edib ve şâir yazarlarımızın köy ve şehirlerimize dâir yazılarındaki2 sathî temaslar, Prof. Dr. Hâmid Sâdi Selen'in Türkiye'de köy yerleşmeleri ve şehirleşme karakterleri hakkındaki bir yazısı3; Prof. Dr. W. Ruben'in Anadolunun yerleşme tarihi ile ilgili bir takım görüşleri1; Prof. Ömer Lütfi Barkan'ın arşiv çalışmaları6; Prof. Cemal Arif Alagöz'ün yaylacılık araştırmaları11; Prof. E. Reuter'in şehirlerimizin gelişme problemleri'; Ord. Prof. Dr. Ömer Celâl Sarç'ın Türkiye'de şehirleşme meselesine dâir bir istatistik çalışması8; Mehmed Ali Şevkİ'nin İstanbul civarındaki bir köy (Kurna köyüj hakkındaki çok kıymetli, fakat çok noksan bir etüdü"; Dr. H. Özçörekçi'nin Anadoluda küçük şehir araştırmaları10; John A. Morrison'un dilimize henüz çevrilmemiş olan.


2 Hilmi Ziya Ülken, La socİologie rurale en Turçuie. «Sosyoloji dergisi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yayınlarından, No. 6», 1950, s. J04-116. Profesör Ülken bu makalesinde şimdiye kadar Türkiye'nin köy sosyolojisine dâir çıkmış olan ve bu mevzua temas eden bütün yazıları kısaca gölden geçirmekte ve. bunların küçük birer tahlilini yapmaktadır. '
3 Hâmid Sâdi Selen, Türkiyede Köy yerleşmeleri ve şehirleşme karakterleri* «Türk Coğrafya Kurumu dergisi» , III, sayı 7-8, Ankara, 1945, s. 95-107.
4 W. Ruben, Anadolu'nun yerleşme tariki ile ilgili görüşler. «Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi dergisi' , eild V, sayı 4, Eylûl-Ekim 1947, s. 369-389. s
5 Ö. L. Barkan, Kolluklar ve Ortakçı Kullar. «İktisad Fakültesi mecmuası» cild I, sayı 1, Birincitesrin IflÜt), s. 29- 75; Osmanlı imparatorluğunda bir iskân ver kolonizasyon metodu olarak sürgünler. Aynı mecmua, cild XI, No. 1-4, Ekim 1949, Temmuz 1950, s. 524-569. 8
6 C. A. Alagöz, Sur la transhumance en Anatolie, pariiculierement au Nord d'Ankara. «Comptes rendus du congres Ioternationnl de Geographİe, Amsterdam, 1938t cild II, seksiyon İlla»; Anadoluda yaylacılık. C.H.P. yayını, konferanslar serisi I, Kitab 25, Ankara 1938.
7 E. Reuter, Şehirlerimizin gelişme problemleri. «Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi dergisi» sayı 5, Temmuz-Agustos 194i), 149-163.
8 Ö. C. Sarç, Türkiyede şehirleşme temayülleri. «İktisad Fakültesi Mecmuası-, cild IX, No. 1-2, Ekim, 1947-Ocak 1948, s. 30 54.
9 M. A. Şevki, Toplu bir köyün mevkii (İstanbul köylerinden birinde yapılan bir tedkik). Siyasî İlimler mecmuası, No. 70 ve 77, 1937.
10  H. özçörekçi, Anadoluda küçük şehir yerleşmeleri. «Ankara Üniversitesi, Dit ve Tarih-Coğrafya Fakültesi dergisi», cild III, sayı 1, 1944, s. 69-83.

     Anadolu'nun bir köyü (Alişar) hakkındaki doktora tezi"; kezâ gene iürkçeye henüz tercüme edilmemiş bulunan J. Frödin'in Şimali Ana-? dolu nebatları ve iskânına âid bir etüdüIa; Kemâl Erguvanh'nın Doğu Anadoluda mesken ve inşaat malzemesine âid bir tedkiki13; İstanbul Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü öğrencileri tarafından Türkiye'nin iskân coğrafyasına âid yapılmış bâzı araştırmalar14; nihayet bu yazı sahibinin Samsun şehrine âid bir tedkiki15, kısacası bütün bu çalışmalar, yazılar ve bu yazılarda Türkiye'deki yerleşmelere dâir beliren dağınık ve bulanık bir kaç çizgi bir yana bırakılırsa, denilebilir ki, Türkiye'nin iskân coğrafyası gibi, Türkiye'de iskân coğrafyası da bütünü ile hemen hemen hiç dokunulmamış bir hâlde bekâretini muhafaza etmektedir. Bu, cidden ilim ve memleket namına esef edilecek bîr hâldir. Zira şu bir hakikatdir ki Türkiye bugün hududları dahilinde çok zengin, belki de dünyanın en zengin bir mesken ve iskân çeşitleri koleksyonuna ve bunlara âid gene aynı derecede zengin göîünen bir nomanklâtüre sahib bulunmaktadır.

     Diğer taraftan iskân coğrafyasının ilim tarafı yanında pratik, ütiliter tarafını unutmamak ve bunun ehemmiyetini asla küçümsememek icab eder,fi. İdare adamlarımızın iskân coğrafyası hakkında bir fikre sahib bulunmamaları, coğrafya ve Türkiye coğrafyasını yèter derecede bilmemeleri, bu yüzden her işinde bocalıyan bu memlekete çok bahalıya malolmaktadır.

.

11 John A. Morrison, Alisar : a unit of land occupance in the Konak-Sa basin of Montrai Anatolia. The University of Chicago, llinois, 1935.
12 J. Frödin, Quelques traits de la végétation et de l'habitat pastoral de la Taquie du Nord. Géogr. Annaler, cild XIV, 1932, heft 8, 4, s. 209-243.
13 Dr. Jeolog Kemal Erguvanlı, Doğa Anadoluda mesken ve insaai malzemesi. Î.-T.Ü.D. eild, 8, yıl 8, sayı 2, 1950, s. 85-88.
14 Hilmi-Ziya Ülken, La Sociologie rurale en Taqaie, s. 112-113.
15 Ali Tanoğlu, Samsun Şehri. "Dördüncü Üniversite haftası, Samsun, İstanbul Üniversitesi Yayınlarından, No. 217», İstanbul, 1944, s. 44-71.
16 O. Tulippe, La Géographie au service de l'Hurbanisme en Belgique "La revue de Géographie humaine et de d'Ethnologie» , No. 1, Ocak-Mart, 194S, s. 73-76.
17 İskân coğrafyasındaki bilgisizliğimizin en açık, aynı zamanda en acıklı belirti-[erinden biri, yurdumuza sığınan göçmenleri yerleştirmek üzere kurduğumuz tek tip meskenlerden mürekkeb tek tip köylerdir. Gelen göçmenlerin coğrafi menşeleri ve hayat tarzları gibi, bunları yerleştirmek istediğimiz bölgelerin iklim ve toprak şartlarını vè ekonomi şekillerini ve bu şartlar ve şekillerin gerektirdiği mesken ve iskân şekil3erioi hiç düşünmeden gelişi güzel mıntıkalarda ve rastgele yerler ve sitler üzerinde 3ciırduğumuz bu köyler ve bu köylerin bahçeden, anbardao, ahırdan vesâİr müştemilâttan mahrum dizi kol nizamındaki evleri hakikaten garibtir. Bunlar kestirme bir İfade ile bir yandan içindekilerin, diğer yandan muhitin yadırgadığı selim akla mugayir coğrafî dalâletlerdir.

     Bununla beraber, daha önce de söylediğimiz üzere, iskân coğrafyası bugünkü mânasında esasen genç bir ilimdir. Bu mevzuda şimdiye kadar diğer dillerde ve memleketlerde intişar etmiş bir çok kitab makale, bilhassa milletler arası dört coğrafya kongresinde (Kahire 1925, Paris 1931, Varşova 1934, Amsterdam 1938) sunulmuş olan ve cildleri dolduran sayısız komünikasyonlara rağmen iskân cağrafyasmm terminoloji meselesi dahi henüz tamamile halledilmiş olmaktan uzaktır.

Göçebe İskân ve Sedanter Yerleşme

     Kanaatımca iskân coğrafyasında her şeyden önce iskânın hayat tarzı veya ekonomi şekli ile ilgili uc ve iki esas şekli olan göçebe İskân (habitat nomade) ile sedanter yerleşmeler olan kır ve şehir yerleşmelerini ayırd etmek, sonra, iskân coğrafyasının asıl mevzuu gibi ele aldığı18 ve iki ayrı fasıl halinde tedkik ettiği kır yerleşmesi (habitat rural) ve şehir yerleşmesinin (habitat urbain) sarih definisyonlarma varmağa çalışmak icab eder.

     Göçebe iskânı kır yerleşmesinden ayırd etmek nisbeten kolaydır.. Bunun için ilk akla gelen ziraî kriterdir. Bununla beraber bu temyiz ve tefrikte ziraî fonksiyon kesin bir kriter sayılmaz. Zira hayvan yetiştirmenin sedanter şekilleri bulunduğu gibi, zivaatin de göçebe şekilleri vardır. Yâni her hayvan yetiştiren göçebe olmadığı gibi, her çiftçi de mutlaka sedanter değildir.

     Kurak ve yarı kurak mıntıkalarda, sulama sahalarının dışında hayvan yetiştirme, göçebelik ve yarı göçebelikten ziraate ve hakikî mânasında oturaklı hayata geçişler ekseriya çok tedricî, çok çeşitli ve hissedilmez şekillerde olur. Hattâ bâzan dönüşler bile vâki olabilir; yâni göçebe çoban ziraate başlamış, yerleşmiş, köy kurmuş iken, bir çok sebebler tesiriyle, bilhassa arka arkaya gelebilen kuraklıklar neticesinde, esasen ekstansif şekildeki hububat ziraatı ile pek sağlam olarak bağlanamadığı tarlasını ve köyünü terkederek yeniden hayvancılığa ve göçebe hayatına avdet edebilir10. Tam çobanlık ve göçebelikten ziraate ve sedanter hayata kadar giden ve bâzan dönüşler deyapan bu istikrarsız ve değişik hayat tarzlarına uyan iskân da, dâima. i'ğreti ve ibtidaî vasfını muhafaza etmekle beraber çok çeşitli şekiller arzeder ki, biraz ileride münferid mesken ile köy yerleşmesi arasındaki ara yerleşme tiplerinin tedkiki sırasında göreceğimiz gibi, İskân coğrafyasının henüz ele dahi almamış bulunduğu bu intikal şekillerinin iskân kategorilerinden hangisine âid oldukları hususunda insanda haklı bir tereddüt husule gelebilir. Meselâ biraz ileride daha genişçe bir şekilde ele alacağımız bizdeki ağıllar, mandıralar, komlar, obalar, yaylalar, yaylaklar, kışlalar, kışlaklar, güzleler, güzlekler, tollar, mezraalar,, hattâ köy adı altında görünen bir kısım yerleşmelerimiz bile böyledir.

.

Ayrıca, Bulgaristan'dan son gelen göçmenler için yaptığımız gibi, ber köye birer ikişer âile yamamak suretile gelen göçmenleri memleketin dört bucağına toz gibi serptiğimiz de vâkidir ki bunun mahzurları hakkında bk. Ö. L. Barkan, Tiirkiyede muhacir iskân işleri ve bir iş koionizasyon plânına ihtiyaç «Iktisad Fakültesi mecmuası», cild X, No. 1-4, Ekim 1948-Temmuz 1949, s. 204-223.
18 Max. Sorre, Les fondements de la Géographie humaine, cild II, L'habitat, Paris, 1952, s. 35-36.
19 A. Tanoğlu, Ziraatimizin Coğrafi karakterleri ve başlıca meseleleri «Iktİsad Fakültesi Mecmuası, cild IV, No. 4», Temmuz Î943, s. 321-353.


     Akdeniz bölgesinde ve umumiyetle stepik ve arızalı bölgelerde hayvancılığın esas ve ziraatin tâli ve hayvancılığa tâbi olduğu yerlerde yahud gene ektansif hayvancılık ile gene ektansif ziraatin ayni ehemmiyette olmak üzere başa baş gittiği mıntıkalarda hayvan yetiştirmeğini ziraat de göçebe bir karakter arzeder. Uzun zaman dinlendirilen, nadasa bırakılan ve yalınız bir kaç senede bir, ekim ve hasad için semtlerine uğranılan tarlalar yer değiştirir30. Hem çoban hem çiftçi, olan köylüler, bâzan bütün köy, bazen köyün bir kısım sakinleri göçebe bir hayat sürer. Bunların kışlık, yazlık, hattâ bâzen, meselâ bizde olduğu gibi, bunlara ilâveten bir de güzlük köyleri vardır. Kışı ovalarda kerpiçten yapılmış basit meskenlerde, yazı ve güzü hayvanları ile birlikte yayla ve dağlarda, bâzan çadırlarda, bâzan da taş ve ağaçtan yaptıkları meskenlerde geçirirler.

     Gayet tabiidir ki, bu türlü bir iskân, toprağa iyiden iyiye yapışmış, köklerini bulunduğu yerdeki toprağın derinliklerine salmış devamlı yerleşmelere nazaran çok ibtidaîdir ve ziraî fonksiyonuna rağmen devamlı yerleşme, hakikî mânasında kır yerleşmesi (habitat rural, rural settlement) pek sayılamaz.

      Bilhassa bizde, Anadolu'da görülen ve sadece hayvan yetiştirmekle değil, bâzan sayfiye ihtiyacı ile de ilgili bulunan ve milyonlarca köylümüzü, hattâ bir kısım şehirlilerimizi de içine alan ovadan yayla ve dağa ve dağdan ve yayladan ovaya doğru vâki olan bu çıkış ve inişler, mevsimler seyrinin ayarladığı bu ritmik hareketler, bu istikrarsız hayat, meskenlerimizin ve yerleşmelerimizin ibtidaîlikten kurtulmasına mâni olan, aynı zamanda içtimaî ve iktisadî kalkınmamızı köstekliyen başlıca bir faktördür. İdare ve siyaset edebiyatımızda olduğu gibi ekonomi edebiyatımızda da dâima unutulan yahud meskût geçilen bu noktanın burada iskân coğrafyası mevzuunda ehemmiyetle kaydedilmesi icab eder.

.

20 Ali Tnnoğlu, Ziraat hayatı, «İstanbul Üniversitesi yayınlarından, No. 177, Edebiyat Fakültesi Coğrafya Enstitüsü neşriyatı No. 8» İstanbul, 1942, s. 14.

     Başta bizim de içinde bulunduğumuz Akdeniz memleketleri olmak üzere, umumiyetle yarı kurak ve kurak mıntıkalarda bir yıllık nebatların ekimine çok yıllık nebatlar (Akdeniz memleketlerinde asma, zeytin ağacı, incir ağacı ve şâir meyve ağaçları) ziraatinin inzimam ettiği yahud irva ve İska ve suya hâkimiyet sayesinde ekstansif ziraatten entansif ziraate geçildiği yerlerde hayat istikrar bulur ve yerleşmeler devamlı olur21.

     Avrupa'da da dağlık bölgelerde (Alpler, Karpatlar, İspanya, İtalya,. Balkan yarımadası) yaz kış yer değiştiren bir hayvan yetiştirme tarzı bâki kalmıştır. Hattâ bâzı Alp vadilerinde bugün bile bütün bir köy halkının hayvanları ile birlikte mevsimden mevsime yer değiştirdikleri vâkidir. Maamafih hayvan yetiştirme ile ilgili bu göçler Batı ve Orta Avrupa'da istisnaî hallerdir. Bugün Batı ve Orta Avrupa'da entansif ziraatin tatbik edildiği her yerde ziraat gibi hayvan yetiştirme de tam mânası ile sedanterdir. Birbirine sıkı sıkıya bağlı bulunan bu iki işletme bu mıntıkada yekdiğerini tamamlamakta ve desteklemektedir. Hayvanlar dâima ziraat sahası içinde, yazın çitlerle çevrilmiş sun'î çayırlarda, kışın ahırlarda, sıhhî, hattâ bâzan bütün konforu hâiz, elektrikle tenvir edilen ve kaloriferlerle ısıtılan ahırlardadır. Böylece Batı ve Orta Avrupa'da hayvan yetiştirme bütün mânası ile sedanterdir22.

     Buna karşılık yukarıda gördüğümüz kurak ve yarı kurak mıntıkalardan maada, tropikal bölgelerde de göçebe ziraatin ve ziraatle beraber göçebe iskânın başka bir şekli görülür. Tropikal böigeler-de ibtidaî bir şekilde çapa ziraatinin tatbik edildiği yerlerde (Sudan, Kongo, Amazon, Yeni Gine v.s.) inbat kuvvetinin tükenmesi yüzünden tarlalar ve tarlalarla beraber köyler de sık sık yer değiştirir. Eski. köyler ve tarlalar terkedilir ve uzaklarda yenileri kurulur. Bu göçebe ziraat ve yerleşmenin diğer bir sebebi de karıncalardır. Tropikal bölgelerde ibtidaî çapa ziraatinin yapıldığı yerlerde bu hayvanlar köy ve tarlaları didik didik ederler ve bir kaç ay içinde oturulamıyacak bir hale getirirler.

     Görülüyor ki, ziraî fonksiyon göçebe iskân ile kır iskânını temyiz ve tefrik hususunda kesin bir kriter olamıyor. Bunun yerine kanaatimce sekenesi ile birlikte yerleşmenin kendisi, göçebe iskân ile kır yerleşmeşinin ayırd edilmelerinde bir kriter olarak ele alınabilir.

.

21 Ali Tanoğlu, Kurak bölgelerde Ziraat ve bu bakımdan Konya bölgesinin durumu. «Altıncı Üniversite Haftası, Konya, İstanbul Üniversitesi Yayınlarından, No. 290»r 1946, s. 86 99.
22 Ali Tanoglu, Ziraat hayatı, s. 7—17.

     Bu kritere göre sekenesi ile beraber devamlı bir yerleşme, ister hayvancılığa, ister ziraate dayansın kır yerleşmesi sayılmak icab eder. Büyük feylesof, tarihçi ve coğrafyacı İbn Haldun daha XIV. asırda sabit olarak vasıflandırdığı Hadar yerleşmesi ile yarı göçebe olarak gösterdiği Badiya yerleşmesini ayırd etmiştir ki, ibn Haldûn'un iskânı bu şekilde tasnifi, fonksiyona değil, iskânın devamlı olup olmamasına dayanmaktadıra3.

     Diğer taraftan göçebe iskândan farklı olarak sedanter yerleşmenin dâima bir adı vardır. Göçebe çobanın kurduğu çadırgâh, bu çadırları kuran ve işgal eden insan grubunun (aşiret, kabile, soy, sop, âile) yahud olsa olsa nihayet dağın, mer'anın veya çadırgâhm yanı başındaki pınarın adı ile anıldığı hâlde, oturaklı yerleşmenin dâima kendisi gibi sabit, bir yere bağlı, o yerin toprağına dahil olmuş, kayda, vesikaya geçmiş, anıldığı zaman dâima o yerde aranan bîr (bâzan iki ve daha fazla) adı vardır. Araştırılması daha ziyade Toponimi ilmine âid olan bu ad şu veya bu menşe'den meselâ memleketimizde olduğu gibi, tarihin derinliklerine gömülmüş, yok olmuş kavimlerin dillerinden (pek çok misâller arasında bir tanesi olmak üzere meselâ bizim Malatya'mız Romalıların Melita'sı, Hititlerin Maldija'sıdır34; şehir uzun tarihi boyunca Malatya ovası dahilinde yerini iki defa değiştirdiği hâlde, görüldüğü gibi, adını kaybetmemiştir) gelebileceği gibi, tarihin daha yakın zamanlarında Anadolu'yu istilâ ve kolonize etmiş olan Oğuz kabilelerinin adlarından25 (meselâ Kayı, Avşar, Beydili, Yazır, Salur gibi), yahud köyün kurucusu sayılan bir şeyh (Şeyhhüseyn köyü, Şeyhismail köyü gibi), bir Padişah (Reşadiye, Aziziye, Hamidiye gibi), bir paşa (Lalapaşa, Mustafakemalpaşa, Fevzipaşa gibi), bir bey (Alibey, Umurbey gibi), bir ağa (Hüseynağa, Aliağa gibi), bir kimse (Aliköy, Veliköy, Ahmetköy gibi) adından da gelebilir, yahud da yer leşme adını bir ağaç (Çamlıca, Zeytinli, Kestanelik gibi), bir hayvan (Kurtköy, Domuzalan gibi), bir mâden adından (Gümüşhane, Kurşunin, Demirköy gibi) veya coğrafî diğer her hangi bir unsurdan (İğneada, Adatepe, Çaybaşı, Çayağzı gibi) ve daha bir çok şeylerden alabilir2".

.

23 Comptes rendııs du Conares International de Geographie, Paris, 1931, cüd III, IV, V. ve VI. seksiyonlar çalışmaları, s. 289.
24 M Louis Delaporte, Les Hittites, Paris 1936, s. 33.
25 Anadolu'nun Oğuz Türkleri tarafından Kolonizasyonuna ve Türk Kabilelerine âid yer isimlerine dâir Coğrafyacıların da âlâka ve istifade ile okuyabilecekleri ve bugün el altında bulunan vasıtalarla kolaylıkla tekemmül ettirebilecekleri bir kaç etüd vardır! Köprülü-zâde Mehmed Fuad, Oğuz etnolojisine dâir tarihî notlar «Türkiyat mecmuası- cild I, 1925, s. 185-218.
H. Nihal ve A. Naci, Anadoluda Türklere âid ger isimleri «Türkiyat Mecmuası» cild II, 1927, s. 243-259.
Faruk Sümer, Osmanlı devrinde yaşıgan Üçoklu Oğaz sağlarına mensab teşekküller «İktisat Fakültesi mecmuası» cild XII, No. 14, Ekim 1949, s. 437-522.

      Fakat her nereden gelirse gelsin, menşe'i ne olursa olsun, kır ve şehir yerleşmelerinin, göçebe İskândan farklı olarak, hemen dâima onu işgal edenden müstakil bir adı vardır. Bu ad şehir yerleşmesi gibi gerçek mânada köy yerleşmesinin de bir nevi' hüviyeti, medenî hâlidir37.

     Göçebe iskân bu suretle sedanter yerleşmelerden ayırd edildikten ve ayrıldıktan sonra, şimdi iskân coğrafyasının esas mevzuunu teşkil eden sedanter yerleşmelere, yâni önce kır yerleşmelerine (Habitat rural, rural settlements), sonra şehir yerleşmesine (habitat urbain, urbain .settlements) ve bunlara âid esas fikir ve problemlere girebiliriz.

Kur yerleşmeleri 

     Şehir iskânından farklı olarak sadece toprak mahsûlleri yetiştiren ve bununla geçinen, üzerinde yaşadığı toprak parçası, bağ, bahçe, tarla ve mer'ası ile organik bir vahdet teşkil eden kır iskânı bize birbirine zıd başlıca iki şekilde veya iki esas tip hâlinde görünür: a. Dağınık yerleşme (habitat dispersé, dispersed settlement veya opencountry); b. toplu yerleşme (habitat groupé, agglomerated settlement). Bu iki esas tip yerleşmenin nihaî terimleri, bir uçta en mükemmel tipini Amerika Birleşik Devletlerinin Prairie'ler sahasında, bilhassa bu sahanın Göller bölgesinde gördüğümüz, İdare merkezliği hizmetini gören bir township veya county etrafında toplanmakla beraber hakikatte henüz sosyal merkezlerini bulamamış olan kendi toprak ve işletme üniteleri dahilinde kurulmuş ve böylece arazi üzerinde birbirlerinden az çok uzak mesafelerde adetâ toz gibi dağılmış, serpilmiş tek âileli münferid çiftlik yerleşmeleri (scattered, isolated, one family farmstead) — ; diğer uçta, en iyi örneğini bizde, İç Anadoluda bulduğumuz bütün bir köy cemaatini bir noktada tophyan kendi üzerine kapanmış,., adetâ içine çekilmiş, merkeziyetçi, birlikte yaşamaya ve çalışmayaalışmış, gelenek ve göreneklerine sâdık, bir câmi ve bir çeşme etrafında toplanan sık evleri ile uzaktan bir yığın halinde görünen toplu. veya küme köy (Dorf, village groupé) dür20.

.

26 Parantez içindeki isimler vo Türkiye'deki diğer yer isimleri için bk. Meskûn Yerler Kılavuzu, İçişleri Vekâleti yayınlarından, seri II, sayı 2, 1846, 1947 ve 800.000 •ölçekli Türkiye haritası yer adları cetveli, Türk Coğrafya Kurumu yayınlarından, sayı 2, Ankara 1946.
27 H. Cavallès, Comment définir l'habitat rural «Annales de géographie, XIV, 1936, s. 363.
28 Glenn T. Trawartha, The Unincorporated Hamlet, one element of the American settlement fabric «Annales of the Association of American Geographers, cild 11, 3io. 1, Mart 1943, s. 32.


     Ziraî sosyetelerin bugün üzerinde yaşadıkları ve köklerini saldıkları toprakla olan münasebetlerini, dayandıkları temeli aydınlatan vetabiî, iktisadî ve içtimaî zıd yapılara tekabül30 eden kır yerleşmesinin bu iki esas tipi ve bunların arasındaki intikal şekilleri, ilk defa Kahire Milletlerarası Coğrafya Kongresinde verdiği bir tebliğB1, bundan sonra yayınladığı bir kestiyoner3^ ve iki mühim makaless, ve daha sonra. neşrettiği diğer bir kestiyoner3i ile İskân coğrafyası etüdlerine yenibir İstikamet vermiş olan başta Albert Demangeon olmak üzere coğrafyacıların haklı olarak üzerinde en fazla durdukları bir mesele ol-muştur. Bu çalışmalar sayesinde iskân coğrafyasının bir çok meseleleri' şüphesiz aydınlatılmıştır. Fakat bunların yanında kır yerleşmelerine âid henüz iyice aydınlanmamış daha bir çok problemler de vardır. Bilhassa dağınık yerleşme ile köy yerleşmesi arasında yer alan intikal şekillerinin mahiyetleri bâzı vaziyetlerde ve bir çok memleketlerde henüzyeter derecede aydınlatılmamış ve iskân kategorileri arasındaki yerleri sarahatle tâyin edilmemiştir. Sosyologlar gibi, bâzı coğrafyacılarımız arasında da iyice kavranmamış olduğunu sandığım İskân coğrafyasının bu karışık problemlerini, ağırlık merkezini kaabil olduğu kadar bizdeki yerleşme şekillerine kaydırmak suretile çözmek değil, sadece belirtmeğe çalışmak ve bu İşe dağınık yerleşmelerden başlamak çok yerinde olur kanaatindeyim.

.

29 Söylemeye bile hacet yoktur ki, burada bahis mevzuu olmıyan kasaba ve şehirlerde iskân topluluğu en son haddine varır. Öyle ki, kasaba ve şehirler de nazar-ı: itibara alınırsa, hakikatde iskân şekilleri bakımından dağınık şekil olarak bir uçta münferid mesken, toplu şekil olarak diğer uçta şehir, site bulunur.
30 isimlerini vermediği bâzı Ankara köyleri üzerinde bir araştırmasını {Bâzı Ankara köyleri üzerinde bir araştırma «Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Felsefe Enstitüsü: neşriyatı. Sosyoloji serisi" No. 2, Ankara, 1942) okuduğum sosyoloji doçenti Niyazi Berkes, bu fikirde değildir. Sosyoloji doçentimize göre {ayni eser, s. 10), «Köy cemaatleri esas itibarile dünyanın hemen her yerinde aynıdır.»
31 A. Demangeon, De l'influence des régimes agraires sar les mondes d'habitat dans l'Europe occidentale, '^comptes rendus du Congrès International du Caire, 1925», cild IV, s. 92 97.
32 A. Demangeon, Un questionnaire sur l'habitat rural «Annales de Géographie» cild XXXV, 1926, s. 289.
33 A. Demangeon, La Géographie de l'habitat rural (birinci makale). «Annales de Géographie- cild XXXVI, 1927, s, 1-23 ve (ikinci makale), aynı cild, s. 97-114.
34 A. Demangeon, Trois questionnaires et trois enquêtes de Géographie humaines «Annales de Géographie», cild XI, 1936, s. 512-518.


Dağınık yerleşmeler 

     Dağınık iskânın (habitat dispersé) nihaî terimlerini teşhis etmek, bu tip yerleşmenin unsurlarını teşkil eden tek bir balıkçı veya avcı kulübesini, bir münferid meskeni (habitation isolée), bir münferid çiftlik binasını, Doğu Anadolu'nun bir yamaca tırmanan bir keçi yolunun müntehasında, yamacın kornişi eteğindeki bir çukurluğa ve buradaki toprağa yarı-yarıya gömülmüş, yahud aynı yolun bitiminde kayalıklar arasında gizlenmiş bir veya bir kaç meskenden ibaret bir kısım yerleşmelerini (komlarını), Doğu Karadeniz bölgesinin dar, derin ve ormanla örtülü vadilerin sarp yamaçlarına dağılmış, konabilecek her düzlük ve ekilebilecek her toprak parçası üzerine kondurulmuş ve bir kısım sakinleri hayatda bir defa olsun birbirlerinin yüzlerini görmedikleri hâlde bir köy ve muhtarlık adı altında toplanmış, bir içtima merkezinden, kahveden, çeşmeden, hattâ bâzan bir camiden de mahrum münferid evlerini, Batı Karadeniz bölgesinin bir veya bir kaç evlik küçük gruplar halinde ormanlara dağılmış ve her 50-60 tanesi bîr kariye itibarile evvelce bir divana, bugün bir muhtarlığa bağlı köy hanelerini, Amerika Birleşik Devletlerinde kır yerleşmesinin başlıca unsurunu teşkil eden ve bu memleketin orta bölgesinde, Prairie sahasında birer çakıl ve iri kum danesi gibi görünen township ve hamlet' 1er arasında her biri kendi ziraî işletme ünitesine çekilmiş, ve ince kum daneleri gibi dağılmış tek âileli münferid çiftlik yerleşmelerini (farmsteads), alınanların kendi sessizlikleri içine çekilmiş Einöde'hnni ve Einödhof 'lanm, şimalî Fransa'nın ve İngiltere'nin çitlerle çevrili tarlalar ve yeşil çayırlar ortasında tamamile kendilerine mahsus âlemlere çekilmiş ve ağaçlıklar arasına gizlenmiş münferid mesken ve münferid • çiftliklerini, hülâsa bu tiplerdeki bütün münferid yerleşmeleri ayırd etmek ve bunları dağınık iskânın uç kategorisine koymak güç değildir.
Kezâlik münferid veya dağınık yerleşmenin, yukarıda verilen mir sallerden anlaşılacağı üzere, esas itibarile ziraat mıntıkalarının karakteristik yerleşmeleri olduğu, münferid mesken veya dağnık iskân denilince her şeyden önce ziraî yerleşmelerin anlaşıldığı, o kadar ki, ziraî yerleşmeleri esas itibarile münferid yerleşmelerden ibaret olan Amerika Birleşik Devletlerinde dağınık yerleşme (dispersé settlement, open-country) ile farmstead'in ekseriya aynı mânaya alındığı malûmdur35.

.

35 Vernor C. Finch ve Glenn T. Trewartha, Elements of Geography, Physical . and cultural (Üçüncü baskı), New York, Toronto, Londra, 1949, s. 548.

     Bunun gibi dağınık yerleşme ünitesinin çekirdeği, Amerika Farms— tead'inde olduğu üzere müştemilâtı yâni anbarı, hangarı, ahırı ve sâiresile tek meskenden ibaret olabileceği gibi, bizde ve Avrupa'da görüldüğü üzere, mesken sayıları beşe kadar çıkan yerleşmelerin de dağınık yerleşmeler sayılabileceği, dağınık yerleşmenin esas karakteristiğinin kapladığı, sahib olduğu ve işlettiği saha ünitesinin cüz'îliği ve barındırdığı tek veya bir kaç âilenin İnfirad, tecerrüd, inziva içinde geçen hayatı olduğu, böyle bir hayatın insan psikolojisi üzerindeki tesirleri ve bunun doğurabileceği içtimaî mahzurlar yanında tarlalara gidip gelmek için sarfedilen zaman ve emekten tasarruf gibi ekonomik avantajları, kısacası bütün bunlar ve bunlara mümasil noktalar mün-ferid meskenin yeter derecede aydınlanmış, tasrih edilmiş taraflarıdır. Fakat bunların yanında münferid mesken veya dağınık iskân babında henüz karanlıkta ve problem halinde kalan noktalar da çoktur.

     Evvelâ münferid mesken veya dağınık iskânın kriterleri nedir? İskânda infirad, tecerrüd, dağınıklık ne zaman başlar? bunun mesafesi nedir? Bu mesafe şimdiye kadar muhtelif coğrafya kongrelerinde muhtelif memleket coğrafyacıları tarafından ileri sürülmüş olan 100,. 150, yoksa 300 ve daha fazla veya daha az metre midir? Tabi'îdir ki bu mesafe nüfus kesafetine bağlı olarak memleket ve mıntıkaya göre değişir. Muhtelif memleket coğrafyacılarının teklifleri arasındaki farklar da esasen bundan ileri gelmektedir. Fakat ne olursa olsun yerleşmede infiradı, tecerrüdü tâyin edecek ortalama bir mesafe kabûi etmek zarureti de vardır. Diğer taraftan münferid mesken veya çiftlik için: şimdiye kadar muhtelif coğrafyacılar tarafından teklif edilmiş olan mesafelerden çok daha büyük mesafelerin birbirlerinden ayırdığı, fakat küçük bir köyden daha fazla nüfus barındıran büyük çiftlikler ne olacak? Bunlar şimdiye kadar yapıldığı gibi münferid mesken terimi, altında mı bırakılacak, yoksa büyük ziraî işletmelerin ortasında yer alan bu işletme çekirdeklerini, Biasuti'nin büyük İtalya çiftlikleri (corti) için yaptığı gibi, iskânın ayrı bir kategorisi mi addedilecek?

     Nihayet münferid mesken babında şunu da ehemmiyetle kaydetmek lâzımdır ki, iskânda infiradın, tecerrüdün kriteri sâdece mesafe ve nüfus veya mesken sayısı olmamak icab eder. Bir mesken veya bir kaç mesken, bunların sakinleri ayrıldıkları köye bağlılıklarını kaybetmeden az çok uzak bir mesafeye çekilebilir, yahud bütün bir köy, bizde bazan Karadeniz bölgesinde görüldüğü gibi, köy vahdeti, köy topluluğu şuuru kaybolmadan bir veya bir kaç meskenden ibaret küçük gruplara, mahallelere ayrılabilir, parçalanır, dağılabilir. Bu türlü yerleşmelere, kendi işletme ünitelerine çekildikleri takdirde, bir bakımdan dağınık iskân şekilleri nazarüe bakılabileceği gibi, bir çekirdeğe ve birbirlerine bağlı bulunmaları itibarile bunlar köy parçaları da telâkki edilebilirler. Her ne olursa olsun bütün bu noktalar iskân coğrafyasının münferid meskene tealluk eden henüz sarahatle haledümemiş problemleridir.

Münferid yerleşme ile köy yerleşmesi arasında intikal tipleri 

     İskân coğrafyasında bir münferid mesken veya dağınık iskân meselesi bulunduğu gibi, bir köy (hattâ ileride göreceğimiz gibi bir kasaba, bir şehir), köyün morfoloji, fonksiyon ve istatistik bakımdan definisyonu problemi de vardır.

     Bizde, Anadolu'daki komlar, toliar, divanlar, mezraalar, ağıllar, mandıralar, obalar, yaylaklar, güzleler, güzlekler, kışlalar ve kışlaklar nedir?

     Büyük ehemmiyet ve mevzu olarak pek büyük cazibelerine rağmen coğrafyacı ve sosyologlar da dâhil olduğu hâlde bugüne kadar hiç bir ilim adamı tarafından ele alınıp esaslı bir tedkike tâbi tutulmamış olan bu yerleşmeler İskânın hangi kategorisine âiddir? Evvelâ bunlar göçebe veya yan göçebe iskân şekilleri mi, yoksa hakikî mânasında kır yerleşmesi şekilleri midir? Sâniyen apriori bunlardan bir kısmının kır yerleşmeleri olduğu kabûl olunduğu takdirde bu mahiyetde olanlar nedir? dağınık yerleşmeler midir, köy müdür, yoksa münferid yerleşme ile köy yerleşmesi arasında bir takım intikal tipleri midir ?

     Kanaatimce bir terim olarak kullanılamayacak derecede mefhum itibarile fazla yüklü bulunan yayla kelimesinin morfolojik ve sayfiye mânaları bir tarafa bırakılırsa, yayla, yaylak, yazlak, güzle, güzlek, kışla ve kışlak terimlerinin iskân coğrafyasındaki mânaları fazla tereddüde yer bırakmıyacak derecede açıktır. Bunlar, bütün Akdeniz bölgesinde beşer tarihinin en eski zamanlarından beri câri olan3G, belki de Pierre Deffontaines'in düşündüğü gibi37, Ük zamanlarda ya

.

36 Charles Paraio, La Méditerranée, Les hommes et leurs travaux, Paris, 1936, s. 97-116.
37 P. Deffoutaİnes, Essai de classification des genres de vie montagnardes, La vie pastorale en montagne «La revue de Géographie humaine et d'Ethnologie, No. 1" Ocalt-Mart 1948, s. 20-36.

     banî hayvanların peşinde başlayıp sonraları ehlİIeştİrilen hayvanların peşinde devam eden ve bugün de bu bölgede, bilhassa Anadolu'da •çok yaygın bulunan 38 ve hâlen bâzan bütün bir köy halkını, bâzan köy sâkinlerinin yalınız bir kısmını (kadın, çocuk ve çobanları), bâzan da köyün yalınız çobanlarını içine alan, dağ ile ova tezadının yarattığı ve mevsimlerin ayarladığı ritmik hareketlerin, «çöl hudutlarmdaki step sahalarında hakikî çoban göçebelerin daha ziyade ufkî istikametlerde vâki olan göçlerinden farklı olarak daha ziyade şâkulî istikametlerdeki göç haraketlerinin 3D> (transhumance) mevsimlik konak yerleri ve binaenaleyh, eskiden beri Türkiye'de yaylacılık üzerinde çalıştığını bildiğimiz ve bu mevzu'da milletlerarası kongrelerindeki mesaisini yakından ve sempati ile tâkib ettiğimiz Profesör Cemal Ârif Alagöz' ün yaptığı gibi40, hakikî mânasında oturaklı çiftçilerin kır yerleşmeleri (habitat rural) ile karıştırılması asla doğru olmıyan, ekonominin ağırlık merkezî hayvancılık yahud ziraate kaydığına göre çoban-çiftçi veya çiftçi-çoban olarak adlandırabileceğimiz yarı göçebelerin eğreti yerleşmelerdir. Hele, köy hattâ kasaba dediğimiz bir kısım yerleşmelerimizin bile tam mânasile devamlı yerleşmeler olup olmadığı problema¬ tik olduğu hâlde, üzerinde bulunduğu ve ekip biçtiği toprak parçasına insanları, hayvanları ve mezruatile iyice yapışmış, köklerini derinlere salmış bulunan Almanların Hof ve öor/'unu karşılık göstererek, yayla tâbirine çiftlik ve köy mânaları vermeğe çalışmak" tamamile yersizdir. Şübhesiz bir yayla yerleşmesi zamanla devamlı bir köy yerleşmesi •hâline gelebilir. Fakat bu, artık bir yayla değil, bir köydür.

     Dr. Mahmud Sanbeyoğlu'nun, doktora tezinde13, mıntıkasındaki yaylalar hakkında verdiği bilgi, bu yarı göçebe yerleşmeler hakkındaki umumî bilgilerimizi takviye edecek mahiyettedir, Sarıbeyoğlu eserinde, (Yayla) başlığı altında aynen şunları yazmaktadır43: < Yazın davarlara taze ot bulmak, süt ve tereyağı mahsullerini sıcaktan korumak için yüksek yaylalara çıkılır. Rölgenin en mühim yaylalarına Munzurların batısında tesadüf edilir. Bunların arasında Kınıkısık, Havacor, Fikrik yaylaları başta gelir. Munzur yaylaları orman sahasının dışında kalmaktadır.

.

38 C.A. AlagÖz, Anadoluda yaglacûık.
39 W. B. Fisher, The Middle East, a phgsical, social and regional georaphg, Londra, li-52, s. 113. is 40 C.A. Alagöz, Yaglâ tâbiri hakkında rapor (Birinci coğrafya kongresi) 1941, s. 150-157.
41 C.A, Alagöz, agni rapor, s.157
42 Dr. Mahmud Sanbeyoğln, Aşağı Murat bölgesinin beşerî ne iktisadî coğrafyası, İstanbul, 1951. M 43 Dr. Mahmud Sarıbeyoğlu, aynı eşer., s. 38-39.
İskân Coğrafyası 17

     Buralarda davarla geçinen kimseler yahud büyük sürü sahihleri umumiyetle bütün âile efradı İle birlikte çıkarlar. Çoğunu yürükler teşkil eden bu insanlar kıl çadırlarda otururlar. Her ailenin bir iki çadırı bulunur. Büyük yaylalarda bâzan 15-20 ve daha fazla çadırları bir arada görmek mümkündür. Bu yaylalarda Haziran başından Ekim sonuna kadar oturulur.

     Bunlardan başka bölgenin dağlık yerlerinde yazın yayla olarak kullanılan sayısız otlaklar bulunur. İcabında her yıl değişebilen bu otlakların yerlerini ve sayılarını tesbit etmek imkânsızdır. Umumiyetle iskân sınırının içinde kalan bu türlü yaylalara daha ziyade ekinleri davarların zararından korumak için çıkılır. Bu yayla müddeti, biçme zamanlarına göre yer yer değişmektedir. Umumiyetle Mayıs ve Haziran çıkış, Temmuz ve Ağustos iniş aylarıdır. Yayla zamanının kurak aylara raslaması buralarda çadıra lüzum göstermemektedir. Bunların ormana yakın olanlarında 3-4 metre yükseklikte koni, piramid veya prizma biçimlerinde çardaklara, ormana uzak olanlarında harçsız taştan yapılmış düz damlı ufak kulübelere tesadüf edilir. Erkekler tarla işleri ile uğraşmak zorunda olduklarından yaylalara daha ziyade kadın, çocuk ve çobanlar çıkarlar. Bu sebep, yayla yerlerinin mümkün olduğu kadar köy yakınlarında seçilmesine âmil olmuştur.

* * * 

     Ağıl, kom, oba, divan ve mezraaya gelince: arıların oğul vermesi" -kabilinden bâzan bir köyden, bâzan da bir kasaba, hattâ bir şehirden kopmuş, yahud müstakilen teessüs etmiş, fakat ayrı bir köy (veya kasaba hattâ şehir) sayılabilecek kadar henüz gelişmemiş hâlleri ile bâzan 1, ekseriya 2-5 meskenden ibaret olarak kaydedilen ve umumiyetle devamlı yerleşmeler şeklinde gösterilen bu yerleşmeler ihtiyat kaydile kısmen olsun kır yerleşmeleri (habitat rural) içine alınabilirler. Fakat bu takdirde diğer bir mesele ile karşılaşılır. Bu yerleşmeler bir köyden (kasaba veya şehirden) ayrılmakla beraber hâlâ bunlara bağlı kalan parçalar mıdır? Dağnık iskân şekilleri midir? köy müdür? Yoksa köy ile münferid mesken arasında bir takım intikal yerleşme tipleri midir ?

     Öyle görünüyor ki, ağıl, kom, oba, divan ve mezraa adlarını taşıyan yerleşmelerimiz arasında, gerçek mânasında kır yerleşmeleri sayılabilecekler meyantnda yukarıdaki İskân kategorilerinden her birine sokulabilecek şekiller bulunabilir. Bilhassa bunlardan mühimce bir kısmının bir köy (yahud kasaba veya şehir) parçalarına (mahalle, •écart) tekabül etmesi çok mümkündür. Filhakika bir köy yerleşmesi, köy topluluğu, (yahud kasaba veya şehir) sakinleri bu topluluğa bağlı oldukları his ve şuurunu ve köy (yahud kasaba veya şehir) kendisine şahsiyetini veren adını kaybetmeden parçalanır, birbirlerinden az çok uzak mesafelerde bulunan bir takım mahallelere ayrılabilir. Böylece Anadolu'da eski aile, kabile, aşiret derebeylik hayatı ve hayvan yetiştirmekle ilgili ve göçebe çobanlıktan, yarı göçebe çoban-çiftçiliğe ve yarı göçebe çoban çiftçilikten tam çiftçiliğe ve sedanter hayata geçişleri, fakat bâzan ters istikametde dönüşleri de ifade eder gibi görünen bu yerleşmelerin mühim bir kısmının, yukarıda söylendiği üzere,, köy (yahud kasaba veya şehir) parçaları, müstakil olanlardan ise, bâzıları münferid mesken yahut köy, bâzıları da bu son iki iskân şekli arasında bir takım intikal tipleri telâkki edilebilir.

     Bununla beraber Anadolu'daki bir kısım ağıl, kom ve obaların hayvancılık, yaylacılık ve yarı göçebelikle ilgili geçici ve iğreti yerleşmeler olduğunu unutmamak icab eder ki bu mahiyetde olanlar tabiatile gerçek mânasında oturaklı kır yerleşmeleri (habitat rural) sayılamazlar.

     Ağıl, Profesör Rahmeti Aral'ın bana lütfettikleri bir nota göre, türkçe bir kelime olup aslında köy demektir. Fakat tâbirin mânası sonradan değiştiğinden ağıl artık köy mânasında kullanılmaz olmuş, köy mânasında yerini farsça bir kelime olan (köy) almıştır. Ağılı (Moğolca agil) ayrı ayrı çadır-ev ve araba-çadırdan mürekkeb bir kaç göçebe hane olarak kaydeden B. Y. Vladimirtsof'un eserinin muhtelif yerlerinde ağıl hakkında verdiği izahat", ayni eserin bir notunda tâbirin aslî mânasının avlu olabileceği kaydedilmiş bulunmasına rağmen, Profesör Arat'ı te'yid edecek mahiyettedir. Ziya Gökalp, Dede Korkud kitabına atfen ağılın (ağayıl-ağıl) olarak aslında koyun sürüleri manasına geldiğini yazmaktadır*5. Profesör Cemal Arif Alagöz'e gore4S, ağıl «bugün mekân ismidir ve davarın muhafaza edildiği yer mânasına gelir. Bu, bir çitle, taşla, ağaçla çevrilmiş olabilir». Aynı müellif diyor ki", Coğrafî muhitin tesiri altında şekil ve ^manzarasını değiştiren ağıl Anadolu'da bir çok köylerin adı olmuştur». Profesör Alagöz bu güzel, fakat mânası güç anlaşılır cümlesile tahminime göre demek istiyor ki, Anadolu'da elverişli yerlere kurulmuş olan bir kısım ağıllar bu müsaid coğrafî muhitin tesiri altında gelişerek şekil ve manzaralarını değiştirmişler, köy haline gelmişler ve köy adını almışlardır.

.

44 B. Y. Vladimirlsof, Moğolların içtimaî teşkilâtı (Abdülkadir İnan tarafından türkçe tercümesi) Türk Tarih Kurumu yayınlarından, IV. Seri No. 2, Ankara, 1944, s. 59, 86, 155-157, 244-246.
45Ziya Gökalp, Türk medeniyeti tarihi (Birinci kısım, Islâmİyetten evvel Türk medeniyeti), İstanbul, 1341, s. 305.
46 C. A. Alagöz, Yayla tâbiri hakkında rapor, s. 154.
47 C. A. Alagöz, aynı rapor S. 154.

      Bu, gayet tabi'îdir. Anadolu'da ağıldan başlayıp sonradan sâdece köy değil, kasaba, hattâ şehir hâline gelmiş ağıllar da bulunabilir. Mesele bu değildir. Mesele bu olmadığı gibi, ağılın bugün bir mekân ismi olduğu ve çitle, ağaçla veya taşla çevrili davarın muhafaza edildiği yer mânasına gelip gelmediği de değildir. Zira ağılın bugün bu mânaya geldiğini herkes bilir. İskân coğrafyasında ağıl mevzuunda asıl mesele, bugün Anadolu'da ağıl adı altında görünen bir veya bir kaç meskenden ibaret olan ve böylece gerçek mânasında köy hâline henüz gelememiş olan yerleşme yerlerinin diğer yerleşmeler, mülkiyet ve ziraî bünye ile olan münasebetleri, fonksiyonları, nüfus ve ev sayıları ve binnetice iskân kategorileri arasındaki yerleridir ki maalesef bu noktalar meçhulü¬ m üzdür.

* * 


     Mânası ve hangi dilden geldiği iyice anlaşılamayan kom tâbiri menşe ve mahiyet bakımından daha karışık bir takım yerleşmeler ifade eder gibi görünmektedir.

     Dr. Mahmud Sarıbeyoğlu, tedkik" ettiği bölge Türkiye'nin en tipik komlarını İhtiva ettiği hâlde, muhtemelen tezini idare edenlerce dikkati bu noktaya çekilmemiş, mesâisi kısmen olsun bu istikamete tevcih edilmemiş olduğu için, iskân coğrafyası bakımından komların mahiyetlerini aydınlatma hususunda bize maalesef, fazla bir yardımda bulunamamaktadır. Bununla beraber müellifin komlar hakkında verdiği bilgi, mütenakız fikirler ihtiva etmesine rağmen, gene kıymetlidir ve alâka çekicidir. Sarıbeyoğlu eserinde, bölgesindeki komlardan ve mezraalardan aynen şu şekilde bahsetmektedir48: «Bölgemizde bâzılarının, kom, bâzılarının köm dediği yerler bir koy dışında davarları koymak için yapılmış bir veya bir kaç ağıl ile çoban kulübesinden ibaret eğreti iskân mahalleridir. Bunları mümkün olduğu kadar suya yakın yerlere yaparlar. Elverişli topraklara sahib olan komlara zamanla sahihleri yerleşerek orada ziraat yaptıkları görülür. Fakat ziraat ve devamlı iskân başladığı andan itibaren bu gibi yerler kom olmaktan, çıkarak artık mezraa sayılır. Zamanla komların mezraa ve mezraaların köy veya daha büyük iskân merkezleri olabildiklerine bakarak bölgemizdeki bütün yerleşme yerlerinin aslında kom veya mezraa halinde teşekkül ettiklerini zannetmek asla doğru değildir.

.

49 Dr. Mahmud Sarıbeyoğlu, Aşağı Marad bölgesinin beşerî ve ikiisadî coğrafyası^ s. 37-38.

     Çünkü bir kom veya mezraa adını alabilmesi için onun her hangi bir iskân yeri ile •alâkası bulunan kimseler tarafından kurulmuş olması lâzımdır. Bunlar sonradan köy veya şehir hâline gelse bile çok kerre eski adlarını taşımaktadırlar. Elâzığ'ın vilâyet merkezi oluşundan sonra bile halk arasında uzun zaman Mezraa adı ile anıldığı ve hattâ bugün bile bâzı kimselerin bu adı kullandıkları mâlûmdur.

     Eskiden bölgenin davarcılık yapan yerlerinde komlardan hâsıl olma bir kaç evli bir çok iskân yeri vardı. Bunların her birine ayrı emir ulaştırmak veya devletin kanunlarını götürm ek imkânsızlığını gören hükümet son zamanlarda bir çoklarını yıktırmak zorunda kalmıştır. Geriye kalanların büyük olanları mezraa adı ile civar köylere bağlanmış, diğer bir kısmı da eskisi gibi yalınız kışın davar ve çobanların barınmasına yarayan eğreti yerleşme yâni yerli ifade ile kom veya köm hâline getirilmiştir>.

     Tunçeli'ni 1911 yılı Temmuz-Eylül aylarında gezmiş olan L. MolyneUZ-Seelj küçük ve ekseriya vâdiler boyunca dağılmış olarak gördüğü Dersim köyleri için küçük hamlet'ler tâbirini kullanmak tadır ki 4'J, bu ifade' tam isabetli değilse bile dikkate şâyândır.

     Nâşid Uluğ50, bize Dersim konılarmı daha yakından ve başka bir çizgi altında göstermektedir. «Dersim köyünde âile yuvası ibtidaî Ve basittir. Kalabalık köyler azdır. Köylerin çoğu nihayet 10-12 evlidir", Kom denen ve birbiri arasında hayli mesafe bulunan 2-3 evin toplanmasından doğan mevkilere burada daha çok rastlanır. Bu komîarın veya köylerin içersinde işlenmemiş taştan yapılmış ve çamur harçla örülmüş bir divarla çevrili oldukça geniş bir avlu gelir ki aynı zamanda ağıl vazifesini de görür. Onun sonunda tek odalı bir çatı vardır. Bu çatının pencereleri gayet ufaktır. Âdet â birer mazgala benzer. Burası dersimli'nin evidir. Tek odalıdır. Matbahı, anbarı hepsi bundan ibarettir. Gece bütün âile efradı bu odada yatarlar. Faraza baba, ana, evli iki oğlu eşlerile ve geriye kalan dört beş çocuk... hepsi yorgan vazifesini gören ekseriya tek ve yekpare bir keçe altına girerler. İki kat elbisesi olanlar nâdirdir. Zaten biri eskİmedikçe ağa diğerini vermez. Bu odanın tek süsü asılı mavzerdir. Mavzer silinmiş, iç yağı ile yağlanmış ve ihtiram mevkiine konmuştur».
Eski Harput Amerikan kolejinde bir müddet hocalık etmiş olan ve Orta Asya'daki araştırmalarına dayanan iklim hakkındaki faraziyeleri bizim Orta Asya tarihi hakkındaki görüşümüze bir mesned teşkil eden meşhur Amerikalı coğrafyacı E. Huntington'un, 4-5 asır evvelki İskoç klanlarına benzettiği, birbirlerine ve aynı zamanda devlete meydan okuyan ve her biri bir seyyid, bir bey veya bir ağanın mutlak idaresi altında yaşıyan Dersim aşiretleri hakkındaki tasvir ve izahatı-" Naşid Uluğ'un Dersim komları hakkında yukarıdaki görüşümü teyid edecek mahiyettedir.

.

49 L. MolyneuK-Seel, A Jaurney in Dersim, The Geographîcal_ Journal, cild XLIV, ÎŞ14, a. 49-68. 50 Naşid Uluğ, Tançeli medeniyete azılıyor, istanbul, 1939, s. 99.
İskân Coğrafyası

     Erzurum civarında bir kaç komu ziyaret ve tedkikten sonra kom hakkındaki fikirlerini sıralıyan Profesör Alagöz'e göre62 kom «l- Eskj ağalardan intikal etmiş az çok büyük arazi parçalarıdır (maamafih yeni teşekkül eden komlar da vardır). Bu arazi içinde sahihlerinin veya çalışan ortakçıların sayısına göre bina vardır. Kom, bir çiftlik telâkki edilebilir. 2-Komiann bir kısmı mâmurdur. Buralarda ziraat ^yapılır ve hayvan beslenir. Harab olan veya mâmur olmıyan koroların otları satuV makla iktifa olunur. 3-Yalınız hayvan beslenen davar komları vardır» Hayvan beslenen arazideki binaya veya binalar mecmuasına kom denir. 4-Kasaba ve köyde kom ağıl demektir. 5-Bâzı komlar köy hâlini almışlardır. Komİann eski aşiret ve derebeylik hayatı île yakın rabıtaları vardır, idareten koroların bâzısı müstakil, bâzısı da civar köylere^ muhtarlıklara bağlıdırlar».

     Doğu Anadolu'nun mühim bir kısmını görmüş ve memleketimizin az bilinen bölgesi hakkında şu sırada çok kıymetli bir eser neşretmiş olan Doçent Dr. Sırrı Erinç'in53, Yukarı Murad ve Erzurum-Kars bölgelerinin komları hakkındaki mütalâaları iskân coğrafyası bakımından vakıfâne ve sarihtir. Erinç, zikri geçen eserinde Yukarı Murad bölgesinin iskân durumundan bahsederken aynen şöyle demektedir: «Yukarı Murad bölgesi Türkiye'nin en az meskûn bölgelerinden biridir. Nüfusun hemen tamamı eskiden beri depresyonlarda yerleşmiş bulunmaktadır. Kır nüfusu vâdi ve depresyonlarda veya bunların yamaçlarında ekseriya küme köy manzarasında küçük köylerde yaşar. Evler taştan, dam düz ve topraktandır. Kışın şiddeti evin büyük bir kısmım toprak içine gömülme mecburiyetinde bırakmıştır. Diğer taraftan bu saha, kom adı altında tanınan bir nevi münferid yerleşme tipinin intişar sahasına tekabül eder.

.

51 E. Huntington, The •valley af the ripper Euphrates River and its people "Bulletin of the American geogr. Society. New York, cild XXXIV, 1902, a. 301-310 ve. 384-393.
52 C.A. Alagöz, Yayla hakkında rapor, s. 156.
53 Dr. Sırrı Erinç, Doğa Anadola Coğrafyası, İstanbul Üniversitesi yayınlarıu-dan No. 572, Coğrafya Enstitüsü No. 15, İstanbul, 1953, s. 87.

     Kom aslında ziraatle birlikte hayvancılık yapan bir veya bir kaç âile tarafından kurulmuş, bir veya bir kaç haneli küçük bir yerleşmedir ve adını kurucusundan alır (Nusret Bey koma, Necmeddin komu gibi). Fakat bilâhare bunların bâzıları büyüyerek birer küme köy haline gelmiş ve bu gibi sahalarda eski münferid veya küçük yerleşmeler birer toplu yerleşme şeklini almıştır».

     Genç ve değerli ilim adamı aynı eserde54 Erzurum-Kars bölgesinin diğer yerleşme şekilleri meyanında komları hakkında da.şu izahatı vermektedir : «Nüfusun büyük bir kısmını hayvan da besleyen çiftçilerin teşkil ettiği bölgede (Erzurum-Kars bölgesi) toplu bir yerleşme şekli hâkimdir. Dağınık yerleşmeye doğru bir temayül ancak İğdır, Kağızman havzaları gibi bağ ve bahçe ziraatinin münkeşif olduğu sahalar İle hayvancılığın ziraatten ekseriya daha üstün bir rol oynadığı küçük kom sahalarında müşahede edilir. Diğer taraftan toplu köyler arasında bâzı tâli tipler ayırmak mümkündür. Bunlardan birincisi tipik küme köyüdür. Mıntıkanın her tarafında dağılmış olan bu hâkim tip îvicach sokakları ile çevresi gayrı muntazam olmakla beraber ekseriya dâireye yakın şekilleri ve sıkışık evleri ile tanılır. Bu köyler iktisadî fonksiyonları İtİbarile çiftçi ve hayvancıdırlar. Fakat hayvancılık tarla ziraatı yanında ekseriya sönük kalır. Köyün hemen yakınlarında küçük sebze bahçeleri bulunur. Bunları tarlalar çevirir ve en nihayet en dışta hayvanların beslendikleri müşterek köy mer'aları gelir. İkinci tipi komlar teşkil eder. Bunlar daha ziyade Pasinler ve Erzurum bölgelerinde görülür. Evvelce de söylediğimiz üzere kom aslında daha ziyade hayvancılık aynı zamanda küçük ölçüde ziraat de yapmak maksadı ile kurulmuş dağınık bir yerleşme tipidir. Fakat bu mıntıkada komların ekserisi zamanla büyüyerek birer küme köy haline gelmiş bulunmaktadır».

     Bu suretle Erinç Doğu Anadolu komlarını, bunların devamlı yerleşmeler olup olmadıkları noktasını meskût geçmekle beraber, takdire şâyân ilmî ve ihtiyatlı bir ifade ile, bir nevi münferîd mesken, dağınık yerleşme tipi saymaktadır ki, ben de daha önce de söylediğim gibi, devamlı ve müstakil yerleşme karakterinde olanlar için aynı fikre mütemayilim. Dâima mesken sayısı mahdud kalmak şartile bir köyden ayrılmış, fakat bu köy veya kasabaya bağlı kalan oturaklı komları bir mahalle (écart), müstakilen teessüs edip senenin yalınız bir kısmında meskûn olan komları da, yayla veya kışla gibi yarı göçebe yerleşme şekli addetmek doğru olur.

* * * 

.

54 Dr. Sırrı Erinç, Ayni eser, a. 96 — 97.

     Daha ziyade İç Anadolu'da, Konya bölgesinde, Toroslar'da ve bilhassa Doğu Karadeniz bölgesinin Ordu-Giresun gerilerinde rastlanan oba da Anadoluda oldukça yaygın bir yerleşme şeklidir.

     «Oba» Kâşgarî'ye göre (Türkçe tercümesi I, 86, 22) aslında kabile, Şeyh Süleyman'a göre, küçük çadır, çadır halkı, cemaat, Şemseddin Sami'ye göre, bir kaç bölüğe münkasem büyük ve uzun göçebe çadırı, çadır halkı, göçebe ailesi, Hüseyin Kâzım Kadri'nin Türk lûgatî'ne göre, azerî dilinde çadır, bir çadır halkı, âile, çağalaycada (ova, oba) çadır, yurt, mesken, ikametgâh, âile mânalarına gelmektedir.

     Ziya Gökalp obaya daha başka ve daha geniş bir mâna vermektedir56. «Eski Türkler, beraber konup göçen çadırların mecmuuna (oba= campement) derlerdi. Bir sop [yine Ziya Gökalp'e göre bir boy'un ihtiva ettiği daha küçük bir âile zümresi] yakutlarda olduğu gibi, ekseriya ya bir (oba) halinde dolaşır, yahud oturaklığı tercih ederse, bir (köy) tesis ederdi».

     Bununla beraber eserinin diğer bir yerinde50, Türklerin en büyük kısmının sürüleri ile geçindiklerinden, bu sürülerin göç zamanlarında yük ve binek hayvanları suretinde kullanıldığından, Türk erkekleri kadar kadın ve çocuklarının da binici olduklarından ve seyyar evlerinin üstü kapalı büyük arabalardan ibaret olduğundan edîbâne bir ifade ile bahseden aynı müellifin yerleşme yeri olarak obaya daha geniş bir mâna verdiği de anlaşılmaktadır. «Türk obası akşam üstü bir yere kondu mu, seyyar evler, aralarında sokaklar vücuda getirecek suretde dizilirlerdi. Oba bir semiye [sop] değil de bir boydan [aşiret= tribut] ibaretse, o zaman arabaların arasında satıcı arabalardan bir çarşı vücuda getirilirdi. Oba, bir boy değil de, bir il [Ziya Gökalp's göre siyasî zümre, devletin en basit şekli, eski Oğuz Türklerî'nin kullandığı mânada siyasî, müstakil ve muhtar cemiyetler] ise, o zaman konulan yer, gerçekten bir seyyar şehir olurdu. Türk seyyar şehri, ilk baharın arkasına düşerdi. İlk bahar yeşil çimenlerile, taze otları île, mavi, penbe, mor, san, beyaz, eflâtunî çiçeklerile nereye giderse, Türk seyyar şehri de oraya doğru giderdi. Türklük taraveti, tazeliği, güzelliği önüne katmıştı. Yazın yaylakta, kışın kışlakta aynı usulü takib ederdi. Mukimler, bir gün komşuluklarında yeni bir şehrin vücude geldiğini görürlerdi. Fakat beş on gün sonra bir sabah uyanınca, komşuluklarındaki yeni şehrin yerinde yeller estiğine muttali olurlardı».

     Obanın aslî mânası, eski Türkler devrinde tekabül ettiği mefhum ve mefhumlar ne olursa olsun, bugün Anadolu'da obanın bâzan çadır veya çadır topluluğu, bâzan basit bir mesken, bâzan yaylak, kışlak {aşağı oba, yukarı oba) bâzan da sadece yaylak mânasına geldiği ve nihayet bâzı köylerimizin de bu ad altında (oba, obaköy) anıldığını kaydetmek iskân coğrafyası bakımından mühimdir.

.

55 Ziya Gökalp, Türk medeniyeti tarihi, s. 259.
56Aynı eser., s. 306.

     Çadır veya mesken mânasına gelen ve keza köye inkılâb etmiş obalar bir yana bırakılırsa, acaba Anadolu'da yerleşme yeri olarak geri kalan obalar nedir? İtiraf edelim ki, ağıl, kom gibi oba dediğimiz yerleşmeler hakkındaki bilgimiz de azdır. Kesin olarak bildiğimiz bir şey varsa, o da, obaların komlardan da fazla hayvan yetiştirmekle ve yarı göçebelikle ilgili yerleşmeler oldukları ve böylece obanın Anadolu'da bugün de eski Türklerdeki mânasını geniş ölçüde muhafaza ettiğidir.

     Türkiye'de en tipik obalara Ordu-Giresun genlerindeki dağlık mıntıkalarda rastlanmaktadır57. Ordu-Giresun obaları aşağı yukarı 1500¬ 2000 metre irtifalar arasında birbirlerinden az çok geniş aralıklarla ayrılmış harçsız taştan yapılmış ve hartama ile örtülü, küçük ve basık, ortalama 5-20 İptidaî meskenden mürekkep yayla yerleşmelerine, yaylaklara tekabül eder. Kulübelerin önlerinde ekseriya bâzı sebzelerin yetiştirildiği etrafı alçak duvarlarla çevrili bağlak adı verilen bir takım bahçeler bulunur. Hayvanlar üstleri açık ve etrafları taşla çevrilmiş ağıllarda barınırlar.

     Obalar senenin yalınız bir kısmında meskûndur. İlk yaz sıcakları ile beraber dolan obalar kış soğukları ile beraber boşalır, aşağı yukarı tamamile hayvancılıkla geçinen obalar halkı hayvanları ile beraber daha aşağılarda vâdilerdeki yerleşme yerlerine, kışlaklarına inerler. Mıntıkada yüksek yerlerde bulunan obalar sahasına yayla, kışın; geçirildiği yerlere ise cenik denilmektedir. Ordu-Giresun hinterlandındaki ceniklerin ekseriya ayrı isimleri yoktur. Cenikler daha ziyade âid oldukları obaların isimleri ile anılırlar. Bundan on yıl kadar önce bu mıntıkada bir mezuniyet travayı hazırlamak üzere tedkiklerde bulunmuş olan eski öğrencilerimden Sâmi Öngör travayında bize köylülerle arasında geçen şu muhavereyi nakletmektedir: 'Bu mıntıkada dolaşırken köylülere köylerinin nerede olduğunu sordum. Bana şu şekilde cevab verdiler. Filân obada otururuz, ceniğimiz şuradadır». Dünkü değerli öğrenci ve bugünün değerli öğretmeni bu satırlara şu mütalâayı ilâve etmektedir: «Görülüyor ki, bu insanlar ikametgâh olarak muayyen bir yer gosteremiyorlar». Bugün Anadolu obalarının, hiç: değilse Ordu-Giresun hinterlandı obalarının göçebe yerleşmeler olduğunu gösterecek bundan daha iyi bir delil olamaz ve bu vâkta bir öğrenci kalemile bundan daha veciz bir şekilde ifade edilemez.

.

57 Sırrı Erinç, Kuzey Anadolu kenar dağlarının Ordu - Giresun kesiminde landşaft şeritleri «Türk Coğrafya dergisi» yıl III, sayı VII-VII!, 1945, B. 119-136.
İskân Coğrafyası

     Ordu-Giresun hinterlandı obalarını, sahil bölgesi şehir ve kasabalılarının yazı geçirmek üzere aynı mıntıkada yazın İskân ettikleri yayla sayfiyelerinden ayırd etmek icab eder. «Câmisi, karakolu, tek sıra. üzerinde dizilen dükkânların meydana getirdiği çarşısı ve bunların teşkil ettiği bir merkez etrafında oldukça geniş bir saha üzerinde serpilmiş ahşab evlerile yayla-sayfiye yerleri53» nisbeten büyük ve obalardan çok farklı yerleşmelerdir.

     Buralarda haftanın muayyen günlerinde pazarlar kurulur ve bu pazarlarda şehir, kasaba ve civardaki obalar halkı mallarını mübadele ederler. Böylece raerkez-pazar yaylaları tesir sahalarına giren obalara yazın iktisadî merkezlik hizmetini görürler. Bununla beraber OrduGiresun hinterlandı obalarını, bu yayla - sayfiye - pazar yerlerinin birer mahallesi gibi telâkki etmek 50. doğru değildir. Bunun gibi, Frödin'in"0 doğrudan doğruya hayvancılıkla ilgili obalar halkının «petite transhumance» olarak ifade ettiği mevsimlik göç hareketlerine karşılık Doğu Karadeniz bölgesi şehir ve kasabalılarının daha ziyade sayfiye ihtiyaçlarını gidermek üzere vâki olan yaylalara çıkış haraketlerini «Grande transhumance» şeklinde ifadesi de isabetli telâkki edilemez.

     Ağıl, kom ve obalardan sonra, coğrafyacı ve sosyologlarımızın dikkatini Batı Karadeniz bölgesi dağ, vâdİ ve ormanlarının karakteristik yerleşmelerini teşkil eden ve divan adı altında toplanabilecek olan küçük ve dağınık yerleşmeleri üzerine çekmek yerinde olur. Ağıl, kom ve obalardan farklı olarak tamamile sedanter olan Batı Karadeniz bölgesi divanları kanaatimce Türkiye'nin en şâyân-ı dikkat ve orijinal yerleşmeleridir. Leonhard, ekseriya bir kaç çiftlik (Hof) olarak gördüğü ve bu şekilde ifade ettiği bu yerleşmelerin Almanya'nın Weiler'lerinete kabül ettiğini söylemektedir01 ki, bu görüş yerindedir. Filhakika orman açmaları ile meydana getirilen ve geçimleri kısmen orman mahsülierine dayanan batı Karadeniz bölgesinin divan adı altında toplanan bu küçük ve dağınık yerleşmeleri, aynı bölgenin gerisinde sıralanan ovalarda (Adapazarı, Düzce, Bolu, Gerede) görülen ve toplu şekilleri ve kısmen ziraî yapıları ile gene almanların Ge.vanndorf']annaG2 benzetilebilecek oian yerleşmeler ve daha gerideki İç Anadolu köylerinden çok farklı ve hiç şübhe yok bunlardan çok yeni, nisbeten ya
kın zamanlarda, yukarıda sözü geçen ovalardan, sahil yerleşmelerinden ve dağlık mıntıka içindeki küçük havza yerleşme çekirdeklerinden itibaren vadiler boyunca dağa ve ormana sokulan kimseler tarafından kurulmuştur.

.

58 Sırrı Erİoç, ayni makale, s. 134.
59 Selçuk Trak, Giresun-Ordu ve ardiılkesinde coğrafya araştırmaları »Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi dergisi, Cuıahuriyet sayısı', cild II, sayı 1, 1943, s. 153.
60 J. Frödio, Quelques traite de la Vegetation et de l'habitat pastoral de la Tur¬ quie du Nord, Geogrofiska Annaler, V. XIV, heft 3-4, 1932 s. 240.
61 R. Leonhard, Paphlagonia, Reisen und Forschungen im nordlichen Kleinasienr Berlin, 1915, s. 374,

     Batı Karadeniz bölgesinin ormanların tahribi suretile vâki olan bu kolonizasyonu bugün de devam etmektedir. Bu bölgede yerleşme adlarının başına gelen (yeni) sıfatı dikkati çekecek derecede çok tekerrür etmektedir.

     Nihayet münferid mesken ile gerçek mânasında köy arasında bir ara tip yerleşme olarak memleketimizde görülen son bir yerleşme şekli mezraadır. Mezraada kanaatimce mesele esasından değişir. Daha çok Doğu Anadolu'da rastlanan ve halk dilinde mıntıkaya göre mezraa, mezrea, mezria, 'mezra, mezre, mezrî, mezraaçık şekillerini aldığı meskûn yerler kılavuzundan anlaşılan bu tâbir, bilindiği üzere, ziraat yapılan, ekilip biçilen yer demektir

.

62 Bilindiği üzere, Meitzen ve Gradmann'ın yalınız Cermen âleminde değil, Anglo¬ Sakson ve Lâtin âlemlerinde de iskân coğrafyası araştırmalarında örnek ittihaz edilen etüdlerinden sonra tebarüz eden ve bugün artık klâsik bir hâle gelmiş bulunan bilgilere göre, Almanya'da eskiden beri meskûn olan açık 9ahaların karakteristik iskân şekli, birbirlerinden az çok uzak mesafelerde bulunan büyük köyler halindeki toplu evleri, Almende ve Flarzwang')art ile Geıuannn'or/'tur ki bil buna toplu veya küme koy diyebiliriz. Bu köylere karşılık gene Almanya'da tarihin daba yakın zamanlarında, esas itibarile Orta Çağda orman açmaları ile meydana getirilen ziraat sahalarındaki yerleşme şekilleri daha ziyade dağınık şekiller olup başlıcaları münferid çiftlik (Einödhof), orman çiftlik köyü (Waldhufendorf) ve bilhassa Fransızların /lameau'suna ve AngloAmerikalı'ların Hamlei'ine tekabül eden Weiler1 AİT,

Geıvanndörfer sisteminde (İngiliz'lerin Open - fieldsytem, Fransız'ların champsouverts dedikleri ve bizim açık tarla diyebileceğimiz sistem) köyün toprakları Gewannen'lere, yâni köyün çevresinde bulunan tarlalara bölünmüştür. Gewann dar ve uzun parsellere ayrılmıştır. Köy sâkİnleri her bir tarlada bu parsellerden bir veya bir kaçına sahibdir. Bundan maada köyün Almende'si yâni müşterek toprakları vardır. Her köy sâltini bu topraklardan köyün tarialanuda sabib olduğu parseller nisbetinde faydalanır. Nihayet Gewanndörfer sisteminde her kes için üçlü münavebe sisteminin tatbiki mecburiyeti vardır ki bu, Flurzaıang'dir. i, yıl lelş ekimi, 2. yıl yaz eltimi, 3. yıl nadas.

Weiler yerleşme sahasında manzara ve sistem değişir. Arazide bir plânın mevcudiyeti göze çarpmaz. Köy arazisi muhtelif büyüklük ve şekillerde parsellere bölünmüştür. Flurzwang tatbiki mecburiyeti Gewanndörfer sisteminde olduğu dereeode kesin değildir. Köylüler liraai işlerinde daha serbestirler. Nihayet Weiler^er Gewanndorf'iara nazaran çok daha küçük ve nisbeten gevşek yerleşmelerdir; Weiler'äe ev sayısı 5-20 yi pek geçmez. Evler aralıklı olup birbirlerinden ekseriya meyve ve sebze bahçeleri ila ayrılmış bulunurlar.

     Böylece Anadolu'da hayvancı-çiftçi ve çiftçi-hayvancı her yerleşmenin yayla veya mer'adan maada bir de mezraası olmak lâzımdır. Bu şartlar altında Anadolu'nun fizik coğrafyası ve tarihi göz önüne getirilirse iskân coğrafyası bakımından mezraa tâbiri vesilesile aşağıdaki tâmim ve mülâhazaları ileri sürmeye yer vardır.


     Anadolu'da İstilâ harbleri, derebeylik ve âsâyiş bozukluğu gibi tarihî faktörler ve bataklık, feyezan, sivri sinek ve malarya gibi tabiî ve sıhhî sebepler dolayısile şehir, kasaba ve bir kısım köyler, bunların ilk nüveleri daha ziyade müdafaası nisbeten kolay, aynı zamanda daha müsâid sıhhî şartlar arzeden yüksek sitler, dağ, tepe, yamaç gibi topografik unsurlar üzerine kurulmuş ve ekseriya görüldüğü üzere ayrıca bir veya iç içe bir kaç sur içine de alınmışlardır. Bu şehir, kasaba ve köylerin mezraaları, tarlaları tabiatile aşağılarda, istilâ yollarının geçtiği, dağın, tepenin veya yayla yamacının eteğinde uzanan feyezanın, bataklığın ve malaryanın hüküm sürdüğü ova ve vâdilerdedir. Kışın çobanların cevelangâhı olan bu ovalar ve vâdiler gayet ekstansif bir şekilde işletilmekte, mezraalara yalınız ekim ve hasad zamanlarında inilmektedir. Hayat daha ziyade hayvancılığa ve münakale ticaretine dayanmaktadır. Bizans'ın son devirlerinde Anadolu'yu bu şekilde tasavvur etmek mümkündür03.

     Bu şartlar tarih boyunca Anadolu'da şübhesiz zaman zaman değişmiş, mmtakanın karışık ve sönük devirleri yanında, sükûn ve îmar ve parlak devirleri de olmuş ve buna bağlı olarak iskânın manzarası da değişerek hüküm süren müsbet veya menfi şartlara göre kâh ovalara -inerek serpilmiş, kâh arızalı yerlere çekilmiştir. Bu bakımdan Hasan Reşid Tankut'un fikirleri84, ilmî olmaktan ziyade edebî bir kisveye bürünmüş olmalarına rağmen, dikkate değer. En son devirde eski -şartlar tarihe karıştıktan, istilâ tehlikeleri ortadan kalktıktan, âsâyiş düzeldikten, ve nüfusun artması neticesinde ovalar daha kuvvetle işlenip İslâh edilmeğe başlandıktan sonra şehir, kasaba ve bir kısım köyler evvelâ eski kalelerinden dışarı fırlamışlar, mezraalarma yaklaşmak üzere bâzıları yamaçlardan aşağı doğru sarkmış, bâzıları eteklere kadar yayılmış, bir kısım aşağı ve yukarı mahalle olmak üzere ikiye bölün

.

63 Charles Diehl, Byzance, grandear et decadence, Paris 1930.
64 Hasan Reşit Tanltut, Köylerimiz bııgiin nasıldır, dan nasıldı, yarın nasd olma¬ Mdır, istanbul 1939.

TÜRK HALK. HİKÂYELERİNDE İBN SİN 
Ahmed Âteş 

     Hayatları, çalışmaları ve düşünceleri ile insaniyete hizmet etmiş ve büyük bir şöhret kazanmış bir çok şahsiyetlerin, hakikî hayatları yanında, halkın tasavvur ve muhayyilesinde, bâzan bununla hiç bir alâkası bulunmayan başka bir hayatları daha vardır. Onlar, halkın gözünde, kendi ideal yaşama, düşünce ve mefkûıelerinin müşahhas timsalleri haline gelmişlerdir; onların maceraları, aşkları ve aleî'âde hareketleri hakikat değil, halkın arzu ve emellerinin ifadesidir. Düşmanları, bâzan hayatta karşılarına çıkmış olan hakikî düşmanları değil, belki halkın öyle gördüğü kimselerdir. İşte İbn Sînâ da, Türk halkının gözünde, onun yaşama ve düşünce idealinin müşahhas bir timsâli haline girmiştir. Türk halk hikâyeleri —belki başka milletlerin halk hikâyeleri ile beraber—, çok zaman onun felsefesinin tamamiyle zıddı olan fikirleri ona söyletmiş, onu kendisi ile alâkası olmayan bir çok vak'aların kahramanı yapmıştır.

     Anadolu'da İbn Sina'nın hayatının —daha doğrusu halkın tasavvurunda ona isnad edilen maceraların — bir halk hikâyesi şeklinde anlatıldığının ilk deliline h. X. (mîlâdî XVI.) asrın sonlarında rastlıyoruz. O zaman, Derviş Hasan Medhî adlı biri, duyduğu Ebû Ali İbn Sînâ hikâyelerini toplamış ve bir ki t ab haline getirerek, h. 982—1003 (milâdî 1574—1595) yıiiarı arasında hüküm sürmüş olan Osmanlı hükümdarı Sultan III. Murad'a takdim etmiştir. Bu eserin elimizde hiç bir nüshası yoktur. Onun için mâhiyet ve muhtevâsı hakkında bir şey söylemek mümkün değildir. Bu hikâyeleri ikinci defa toplayıp, onlara şimdilik son şeklini vermiş olan S ey y id Zıyâeddın Yahya'ya göre, bu eser, «Murâd-ı Sâlis meclisinde tuhfe edildikte makbûl-ü hümâyûn olmayıp reddolunmuştur», çünkü «kaaide-i te'lifden hâriç olduğundan mâada, hikâyâtı nâ-merbût ve ekseriya indiyât makûlesi» idi1.

     Ebû Ali ibn Sînâ hakkındaki Türk halk rivayetleri, ikinci defa, şimdi kendisinden bahsedilen Seyyid Ziyâeddin Yahyâ tarafından topmüş, bâzıları ise tamamile yer değiştirerek eski sitlerini terk etmişlerve mezraalarına inmişlerdir.

.

1 Gencine i hikmet (Hikâye-i Ali «!» İbn Sînâ), istanbul 1284, taşbasması, s. 4.


      Anadoluda iskânın uğradığı son gelişmelere âid bir çok misâllerbulunabilir. Çok yakın bir tarihte yer değiştirmiş, eski sitini terk ederek tamamile mezraasma gelip yerleşmiş şehirlerimize en iyi misâli Elazığ şehri teşkil eder. Zengin bir ovanın üstünde yükselen bir yaylanın kenarında kâin tarihî büyük Harput şehri daha dün denilebilecek bir zamanda terkedilmiş, harputlular ovaya, mezraalarına inmişler ve burada kurdukları Elazığ şehrine yerleşmişlerdir. Bugün ismi bile unutulmak üzere bulunan büyük Harput, çökmüş, tarihe karışmış bir şehir, bir harabeden başka bir şey değildir. Ben Harput'u daha 1934 de, buradan geçtiğim bir sırada bu hâlde gördüm. Tarih boyunca--geçen asır içinde yerini ikinci defa olarak değiştirmiş olan Malatya için de aynı şey söylenebilir. Yalınız Malatya ovada kâin dar ve harab kalesinden dışarı çıkarak 7-8 kilometre daha uzakta bulunan başka nevi bir mezraaya, bağ ve bahçelerinin bulunduğu bir yere .taşınmıştır65.

     Köyler arasında, Erzurum vilâyetinde, İspir ilçesinde Hunut bucağına bağlı Fisirik köyü, kısmen mezraasma inmek suretile parçalanmış, ikiye bölünmüş, sonra da eski nüvesinden tamamile ayrılarak müstakilbir köy hâline gelmiş köylere, iyi bir misâl teşkil edebilir. Bu mıntıkada bâzı araştırmalarda bulunmuş olan coğrafya asistanı Dr. Hâmidi' İnandık'ın bana topografya haritası üzerinde verdiği mâlûmata göre,, bugün meskûn yerler kılavuzunda Kal*a-i Fisirik adı altında ayrı bir muhtarlık hâlinde görünen Fisirik köyünün, evvelce oldukça mühimbir iskân yeri olduğunu gösteren bir kal'ası vardır. Asıl köy, yâni . Kal'a-İ Fisirik, Mezraa adını taşıyan bir derenin üstünde yükselen kalker bir tepenin üzerinde, kal'anıo yanı başındadır. Burası bugün terk edilmiş bir yerleşme halindedir. Köyde ancak 10-15 hâne kalmıştır. Köyün mezraası, yâni asıl bugünkü köy, Mezre-i Fisirik, uzakta, bir saat kadar mesafede Hohorbod, Haho ve Deve dağlarının önünde Mezra deresine açılan geniş sel yataklarının meydana getirdiği düzlüktedir. İşte Kal'a-i Fisirik'iilerin asıl köyleri şimdi buradadır. Eski köy büyük kısmile terk edilmiş, fisirikliler mezraalarına gelip yerleşmişler ve burada daha büyük bir köy kurmuşlardır. Eski Fisirik mezraası bugün tek tek veya 3-4 evlik kümeler hâlinde ağıl ve samanlıklariletarla ve bahçelere serpilmiş yüz kadar hâneden ibâret büyücek bir köydür ve muhtarlık da buradadır.

.

65 A. Tanoğlu, Malatya dolaylarında coğrafî geziler «Türk Coğrafya Kurumo' dergisi. Yıl 1, savı 2, 194ü, s. 193 20ö.

     Bununla beraber Mezraalar hakkında ileri sürdüğümüz bütün bu mülâhazalar bugün Anadolu'da bu ad altında görünen yerleşmelerden i'bir kısmının henüz münferid mesken yahud köyden daha küçük bir takım yerleşmeler hâlinde bulunmasına mâni değildir. Henüz bu hâlde bulunan mezraalar tabiatile münferid yerleşmeler veya münferid mes-ken ile köy arasında intikal şekilleri olarak telâkki edilmek icabeder.
* * 
     Böylece memleketimizde rasladığımız ve muhtelif adlarla andığımız • evvelâ göçebe iskân ile gerçek mânasında kır yerleşmesi arasında, .sonra kır iskânına dâhil olan yerleşmeler meyanında münferid yerleşmelerle köy arasında bir takım intikal şekilleri olarak telâkki ettiğimiz muhtelif yerleşme şekillerini, yâni yaylâ, yaylak, kışlak, güzlek, ağıl, • oba, kom, divan ve mezraaları bir bir kısaca gözden geçirmiş bulunuyoruz. Neticede görülüyor ki, bu yerleşmelerden ancak bîr kısmı, /her hâlde bidayetde zannedilebileceğinden çok daha az bir mikdarı, yâni yalınız ziraî ve devamlı yerleşmeler mahiyetinde olanlar gerçek mânasında ziraî iskân veya kır iskânı (habitat rural, landlishe Siedlung, rural settlement) grubuna girebilir. Bu takdirde bunlardan müstakil yerleşme mahiyetinde olanlardan benim, bizim memleket için düşündüğüme göre, hâne sayıları 1-5 ve nüfus mikdarları 25 i aşmıyanları münferid mesken ve, hâne sayıları 5-25 ve nüfus mikdarları 25-150GG arasında bulunanları münferid mesken ile nüfus sayıları aşağı yukarı 100-150 den başlayıp memlekete göre 2.000 (Türkiye, Fransa, Almanya, Çekoslovakya), 2.500

.

66 Bizde köyden daha küçük itibar edilen yerleşmeleri, köyden ayırmak üzere tek
lif ettiğim bu adedî hududlar vesilesile şöyle bir aual hatıra gelebilir: Niçin hâne sa
•yısı İçin 5-25 ve nüfus için 25-159 de, 50 veya 250 değil? İtiraf edeyim ki ben bu soruyu gereği veçhile hugünku şartlar dahilinde cevablandırabilecek durumda değilim. Teklifim daha ziyade başka memleketlerde umumiyetle kabul edilmiş bâzı kriterlere ve mukayese esasına dayanmaktadır. Meselâ Fransa'da köyden küçük ve farklı bir yerleşme olarak itibar edilen hameaa için kabûl edilen âzam? nüfus mikdarı 120-150 dir. Amerika Birleşik Devletleri sosyolog ve coğrafyacıları ve onlara uyan Censııs de bu memleketde köyden (village) daha küçük bir yerleşme olarak sayılan hamlet (uuincor, porated hamlet, upon country) ile köyü (village) tefrik için pek de mucib sebepler gösterilmeden 250 nüfusu hudut olarak kabûl etmiş bulunmakta, fakat gene aynı memleketin bir kısım sosyolog ve coğrafyacıları bu mikdarı 150 hattâ 100 adedine kadar bindirmektedirler.

İşte bunlara bakarak ben de memleketimizdeki yerleşme noktalarının çokluğunu (Meskûn yerler kılavuzuna göre 45 bin kadar), dağınıklığını, yerleşme yerleri arasındaki ulaşım güçlüklerini ve nüfus istatistiklerimizin köy (village) adını verdiği ve bir muhtarlık şeklinde idare edildiğini bildirdiği 34.061 (1945 sayımına göre) yerleşme arasında nüfusun 296 sında 0-50, 1.561 İnde 51-100, 3.057 sinde 101-150 ve 3.824 ünde 151"200 arasında dolaştığını göz önüne alarak münferid mesken itibar edeceğimiz yerleşj melerimiz için hâne sayısı 1-5 ve azamî nüfus 25 ve münferid mesken ile köy arasında I bir ara tip ve bir köyden küçük olarak sayılması icabeden yerleşmelerimizle köyü

     (Amerika Birleşik Devletleri, Meksika), 5.000 (Yunanistan, Belçika, Felemenk) e kadar yükseltilen köy (village, Dorf) arasında bir takım intikal şekilleri olarak sayılabilirler. Geri kalan yayla, kışla, güzle, ağıl, kom, oba, divan ve mezraalardan, yalınız hayvancılığın yapıldığı, hayvancılığın esas, ziraatin tâli ve hayvancılığa tâbi kaldığı, hattâ ekstansif şekilde ziraatin hayvan yetiştirme ile başa baş gittiği ve kışlak ve yazlak olmak üzere iki yerleşme yerinin kullanıldığı bölgedekilerini göçebe İskân ile sedanter iskân arasında bir takım ara tipler, bir yerleşmeden kopmuş, fakat bu yerleşmeye henüz bağlı olanları âid oldukları yerleşmelerin parçalan (mahalleleri), nihayet daha büyük yerleşmeler hâline gelmiş bulunanları da, menşeleri ne olursa olsun tabiatile vardıkları tekâmül safhasına göre, köy, kasaba veya şehir olarak adlandırmak icabeder.
   
     Bununla beraber memleketimizdeki yaylâ, yaylak, güzle, güzlek, kışla, kışlak, ağıl, kom, oba, divan ve mezraalar hakkında yukarıdan beri ihtiyat kaydile ortaya koyduğumuz bütün bu müşahedeler, nakiller ve mülâhazalar yanında hakikat şudur ki, Türkiyede oldukça yaygın bulunan bu yerleşme çeşitlerinin gerçek mahiyetleri, definisyonları ve İskân kategorileri arasındaki yerleri ancak, iskân coğrafyası meselelerini iyi bilen ve yakından tâkib eden genç ilim adamlarımızın mahallinde yapacakları araştırmalar ve arşiv çalışmalarına dayanan monografyalarla aydınlanabilir. Yalınız iskân coğrafyasının değil, henüz tasvirî ve sathî karakterini geniş ölçüde muhafaza eden bütün Türkiye coğrafyasının bu gibi monografyalara olan ihtiyacı büyüktür.

* * 

      Ziraî, devamlı ve müstakil yerleşmeler mahiyetinde olup mesken sayıları 5-25 ve nüfus sayıları 150 yi pek aşmamak üzere köyden daha küçük itibar ettiğimiz bizdeki bir kısım ağıllar, obalar, komlar, divanlar ve mezraalar gibi, Avrupa ve Amerika'da da henüz köy mertebesine yükselmemiş, münferid mesken ile köy arasında intikal şekilleri olarak kabul edilen bir takım yerleşme çeşitleri vardır. Fransızların hameau'su, İngiliz ve Amerikalılar'ın hamlet'i, Almanların Weiler'i, İspanyollar'ın aldeası böyledir.

.

tefrik için de bize uygun gibi gördüğüm hâne sayısı 5-25 ve nüfus için en çok 150 rakkamım ileri sürüyorum. Yoksa elimde bu teklifimi destekliyecck maalesef ne bir anket, ue de başka bir vesika yoktur. Oysaki bunlara şiddetle ihtiyaç vardır. Zira muhtelif yerleşme şekillerinin birbirlerinden tefriki şübhesiz sâdece bir istatistik, hâne ve nüfus sayısı meselesi değildir.

      Garib değil midir ki, iskân coğrafyası etiidlerinde en ileri durumda olan bu memleketlerde bile bu iskân şekillerinin mahiyetleri, definisyonları ve iskân kategorileri arasındaki yerleri üzerinde hâlâ bir bocalama görülmektedir. * Hameau* yu nasıl tasavvur etmeli? bu bir köy müdür yoksa münferid çiftliklerden mürekkeb bir koleksiyon mudur ?G7 Bu soruyu ben değil, büyük coğrafyacı Albert Demangeon sormaktadır ki, benim bildiğime göre bu suale ne kendisi sağlığında cevab vermiş, ne de bugüne kadar başkalarından sarih bir cevab alabilmiştir. Hameau bâbında sarih olarak söylenebilecek olan yegâne şey, Fransa'da mesken sayıları 3-25 ve nüfus mikdarı 15-120 veya 150 olan mesken topluluklarının hameau adını aldığı ve bunların iskânın daha ziyade dağınık yerleşme tipine katılmak suretile münferid mesken (habitation isolée) ve münferid çiftlik (ferme isolée) ile koy (village) arasında bir ara yerleşme çeşidi olarak telâkki edildikleridir08.

     Amerika sosyolog ve coğrafyacıları arasında da, yarı köy, yarı şehir bir karakter taşıyan hamlet'İn definisyonu ve Amerika'nın köyü (village) ile arasındaki farklar ve hududları üzerinde bir tereddüdün mevcud olduğu seziliyor. Bir çok Amerikan sosyolog ve coğrafyacıları, daha önce de bir notta söylediğim gibi, nüfusu ancak 250 ile 2.500 arasında olan toplulukları köy (village) adediyorlar ki, Census'de bunu böyle kabûl etmiş bulunmaktadır. Bununla beraber köy mertebesine yükseltilmek üzere bu nüfus mikdarmı 150, hattâ 100 adedine kadar indiren sosyolog ve coğrafyacılar da vardır.

     Amerika hamlet'lerine dâir geniş ve dikkate değer bir etüdünü okuduğumuz Wisconsin Üniversitesi profesörlerinden Glenn T. Trewartha bir çok sebeplere dayanarak aşağı yukarı 150 nüfusu (mesken sayısı 38 den fazla olmamak üzere) hamlet için âzamî nüfus ve binnetİce bu nüfus mikdarmı hamlet'i köyden ayıran hudut olarak kabûl etmektedirBe. Bunun sebepleri bâbında Trewartha diyorki70: t When settlements reach that size (yâni 150 nüfus ve 38 mesken) it was found that there existed a tendency for them to incorporate. Apparently they become concious of their contrast with the country-side in general and, as a community, desire more services than the county or township in which they are located is willing to provide. It was found also that in communities with over 150 inhabitants there was a market tendency for a distinct business to develop, a feature that is not • conspicuous in most hamlets. The population figure of 150 likewise seems to separate settlements where doctors, dentists, lawyers, and other professional men are nearly completely absent, from those larger ones where they are more common. Teachers and preachers .are not so uncommon even in hamlets'.

.

67 A. Demangeon, Géographie de l'habitat raral, s. 112.
68 Max. Sorre, Lea fondements de la Géographie humaine, cild III, L'habitat raral, s. 46.
69 Glenn T. Trewartha, The Unincorporated Hamlet, s. 32.
70 Aynı makale, s. 37-38.

     Şu noktayı ehemmiyetle belirtmek icab eder ki hakikatde Amerika hamlet'leri gibi, bu memleketin village'lan ve county veya towshİp'\tXİ de ne manzaraları, nede fonksiyonları itibarile bizim köylerimize, kasabalarımıza ve şehirlerimize benzemediği gibi, bu yerleşmeler Eski iDünya'nın, Avrupa ve Asya'nın, Şark ve Garbin de köy, kasaba ve .şehirlerine pek benzemezler. Amerika'nın hamlet'leri gibi, köy ve kalabaları da, Eski Dünyada olduğu üzere, bir köylü ve köy evi kümesi gibi değil, dağınık yaşıyan çiftçiler muhitinde ve farmstead'ler arasında daha ziyade birer ticaret ve iş merkezi olarak doğmuş ve öylece gelişmişlerdir. Bu itibarla Amerika'nın hamlet'leri, köyleri (villages) ve ^kasabaları (townships) Avrupa'nın ve hele bizim köy ve kasabalarıvmızdan çok farklıdırlar. Amerika'da bizim köylerimize, hattâ en mütekâmil köylerimize benzer bir köy aramak beyhude olur.

     Hülâsa, gördüğümüz gibi, evvelâ göçebe iskân ile kır yerleşmeleri .arasında, sonra da kır yerleşmeleri babında münferid mesken ile koy -arasında, iskân şekilleri serisinde bizde olduğu gibi, başka memleketlerde de bir çok intikal şekilleri yer almaktadır. Bu ara tipler, karak.terlerine, fizyonomilerine, fonksiyonlarına, nüfus ve hâne sayılarına göre iskânın şu veya bu kategorisine yaklaştınlabilir, mal edilebilir veya intikal şekilleri olarak kalır ve bu terim altında muhafaza edilebilirler. Burada mühim olan nokta bunların mevcudiyetlerinin bilinmesi ve belirmesidir.

     Böylece göçebe iskân, bu tip iskân ile gerçek mânasında kır iskânı arasındaki intikal şekilleri, sonra kır yerleşmeleri ve bu nevi yerleşmeler serisinde yer alan münferid mesken veya dağınık iskân ve nihayet bu tip iskân ile köy arasındaki intikal şekilleri görüldükten sonra, bunu tâkib edecek olan yazımızda, köy ve şehir âlemlerine •ve bunların definisyonlarına âid problemlere girilebilir;h.

.

* Bu makalenin ingilizce tercümesi, Edebiyat Fakültesi, Coğrafya Enstİiüsü taralîından neşrolunan Review (Number I, 1954) adlı dergide intişar etmiştir.


Yorum Gönder

0 Yorumlar