Dışişleri Bakanı Sn. Ahmet Davutoğlu'nun İngiliz The Guardian Gazetesinde Yayımlanan Makalesinin Gayriresmi Tercümesi, 16 Haziran 2013
Hakkında çok şey yazılıp çizilen Gezi Parkı olaylarını anlamak için, hadiseleri daha geniş bir perspektifle ele almak gerekiyor.
Birincisi, Türkiye’de bir demokrasi açığı olduğu iddiası geçersizdir. AK Parti olarak iktidara geldiğimiz ilk günden itibaren, hukukun üstünlüğü ilkesi altında, toplumun tüm kesimlerinin en temel haklardan faydalandığı istikrarlı ve adil bir sistem kurmaya çalıştık. Bu hiç de kolay bir yolculuk olmadı. AK Parti’yi ve liderini siyaset sahnesinden silmeyi amaçlayan, başarısız birkaç darbe girişimi, keyfi ve siyasi hesaplarla şekillenen yasa yorumları da dahil olmak üzere birçok engelin üstesinden gelmek zorunda kaldık.
Zorlukların üstesinden gelme sürecinde, demokratik ilkelere sıkı sıkı sarıldık, yasalar çerçevesinde ve kamuoyunun sağduyusuyla hareket ettik. Biz, kendimizi, basitçe ülkeyi yönetenler olarak değil, milletin kendisine hizmet etsin diye seçtiği demokrasinin hizmetkarları olarak gördük.
AK Parti olarak, milletimizin düşünce ve inançlarındaki çeşitliliğe saygı duyuyor ve bu zenginliği, gücümüz olarak görüyoruz. Bize iktidarı sağlayan unsur, vatandaşlarımızın gücü ve desteğidir. Tam da bu yüzden, üst üste yedi ayrı seçim yarışından zaferle çıkabildik.
İkincisi, biz siyaseti ve başarımızı asla seçim sandığıyla sınırlamadık. Bu yüzden tüm barışçıl gösterileri; demokratik katılımın ve tartışmayı güçlendirme çabamızın bir yansıması olarak görüyoruz. Türkiye’de, başta gençler olmak üzere, daha fazla kesimin siyasi alana katılmasını, muhalif görüşlere ve siyasi pozisyonlara saygı gösteren demokratik kültürün daha da derinleşmesine katkı olarak görüyorum.
Siyasi katılımı ve muhalefeti bir tehdit olarak değil, demokrasiyi güçlendiren, teşvik edici bir unsur olarak görüyouz. 2002’den beri Türkiye, bu açıdan büyük mesafeler kat etmiştir. Demokratikleşme, Kürt meselesi, azınlık hakları gibi konular dahil olmak üzere birçok meselenin aydınlar, kanaat önderleri, gençler gibi farklı kesimlerle birlikte yapılan çalıştaylarda ele alınması bunun bir örneğidir. Gezi Parkı ile ilgili olarak da aynı katılım kaygısı göz önüne alınmış ve Başbakan Yardımcısı Bülenç Arınç’ın göstericilerin temsicileriyle görüşmesi dışında, bizzat Başbakan tarafından, olayların başladığı ilk günden bu yana def’atan görüşmeler için çağrıda bulunulmuş ve görüşmelerle beraber plebisit önerisi gündeme getirilmiştir.
Üçüncü olarak, bizler barışçıl protestoları, toplantıları ve gösterileri demokratik sistemin bir parçası olarak görüyoruz. Fakat bu prensiple kamu düzeni arasında makul bir dengenin kurulması gerektiğini de biliyoruz. Protestolar tam da bu çerçevede, çevreci bir grubun bir projeye karşı itirazı olarak başlamış fakat maalesef açık bir biçimde şiddet kullanan gruplar sürece dahil olarak bu kesimlerin taleplerine el koymuş ve öne çıkmıştır. Yasadışı ve gayri meşru grupların kamu düzenini bozmasına, polise saldırmasına, kamu ve özel mallara zarar vermesine hiçbir demokratik hükümet izin vermez. Hiçbir hükümet, illegal veya gayrımeşru hiçbir grubun kamu düzenini tahrip etmesine, emniyet mensuplarına saldırmasına veya kamu-özel mülkleri tahrip etme girişimine izin vermez. Maalesef bu süreçte, bazı protestoculara karşı zaman zaman aşırı güç kullanımı söz konusu olmuş fakat hükümet her düzeyde bundan duyduğu rahatsızlığı ifade etmiştir. Bununla ilgili soruşturma talimatları verilmiş ve gerekli adımlar atılmaya başlanmıştır.
İlginçtir, sırf provokatörler AK Parti karşıtı diye, uyguladıkları açık şiddet bazı medya grupları tarafından göz ardı edilmiş hatta bu gruplar demokrasi yanlısı gibi gösterilmek istenmiştir. Bu noktada Gezi Parkı olaylarının, Türkiye´nin demokratik ve ekonomik güçlenmesini istemeyen kesimlerce istismar edildiğini düşünüyoruz. Aynı grupların Reyhanlı’daki terörist saldırıyı çok az haber yaptığını biliyoruz mesela.
Biz, AK Parti olarak, toplumun büyük bir kısmının desteği ile seçildiğimizin ama milli iradenin tamamını temsil edip taleplerine cevap verme durumunda olduğumuzun farkındayız. Demokrasinin katılımı, müzakereyi ve uzlaşma inşasını kapsadığını da gayet iyi biliyoruz. Tam da bundan dolayı, Gezi Parkından yükselen sesi duyduğumuz gibi, Ankara ve İstanbul’da yüzbinlerin katılımıyla düzenlenen mitinglerde yükselen sese de kulak veriyoruz.
Seçimler, demokratik bir düzende hükümet değişikliğinin yegane yoludur. İnşa ettiğimiz birinci sınıf demokrasiye her zamankinden daha çok değer veriyoruz. 1950’lerden bu yana, seçilmiş hükümetlere karşı, siyasetin dışından müdahaleyle 4 defa darbe yapıldığını da unutmadık. Biz, milletin iradesini temsil ediyoruz ve siyasi gücümüz tüm vatandaşlarımızın siyasi gücüdür.
Birincisi, Türkiye’de bir demokrasi açığı olduğu iddiası geçersizdir. AK Parti olarak iktidara geldiğimiz ilk günden itibaren, hukukun üstünlüğü ilkesi altında, toplumun tüm kesimlerinin en temel haklardan faydalandığı istikrarlı ve adil bir sistem kurmaya çalıştık. Bu hiç de kolay bir yolculuk olmadı. AK Parti’yi ve liderini siyaset sahnesinden silmeyi amaçlayan, başarısız birkaç darbe girişimi, keyfi ve siyasi hesaplarla şekillenen yasa yorumları da dahil olmak üzere birçok engelin üstesinden gelmek zorunda kaldık.
Zorlukların üstesinden gelme sürecinde, demokratik ilkelere sıkı sıkı sarıldık, yasalar çerçevesinde ve kamuoyunun sağduyusuyla hareket ettik. Biz, kendimizi, basitçe ülkeyi yönetenler olarak değil, milletin kendisine hizmet etsin diye seçtiği demokrasinin hizmetkarları olarak gördük.
AK Parti olarak, milletimizin düşünce ve inançlarındaki çeşitliliğe saygı duyuyor ve bu zenginliği, gücümüz olarak görüyoruz. Bize iktidarı sağlayan unsur, vatandaşlarımızın gücü ve desteğidir. Tam da bu yüzden, üst üste yedi ayrı seçim yarışından zaferle çıkabildik.
İkincisi, biz siyaseti ve başarımızı asla seçim sandığıyla sınırlamadık. Bu yüzden tüm barışçıl gösterileri; demokratik katılımın ve tartışmayı güçlendirme çabamızın bir yansıması olarak görüyoruz. Türkiye’de, başta gençler olmak üzere, daha fazla kesimin siyasi alana katılmasını, muhalif görüşlere ve siyasi pozisyonlara saygı gösteren demokratik kültürün daha da derinleşmesine katkı olarak görüyorum.
Siyasi katılımı ve muhalefeti bir tehdit olarak değil, demokrasiyi güçlendiren, teşvik edici bir unsur olarak görüyouz. 2002’den beri Türkiye, bu açıdan büyük mesafeler kat etmiştir. Demokratikleşme, Kürt meselesi, azınlık hakları gibi konular dahil olmak üzere birçok meselenin aydınlar, kanaat önderleri, gençler gibi farklı kesimlerle birlikte yapılan çalıştaylarda ele alınması bunun bir örneğidir. Gezi Parkı ile ilgili olarak da aynı katılım kaygısı göz önüne alınmış ve Başbakan Yardımcısı Bülenç Arınç’ın göstericilerin temsicileriyle görüşmesi dışında, bizzat Başbakan tarafından, olayların başladığı ilk günden bu yana def’atan görüşmeler için çağrıda bulunulmuş ve görüşmelerle beraber plebisit önerisi gündeme getirilmiştir.
Üçüncü olarak, bizler barışçıl protestoları, toplantıları ve gösterileri demokratik sistemin bir parçası olarak görüyoruz. Fakat bu prensiple kamu düzeni arasında makul bir dengenin kurulması gerektiğini de biliyoruz. Protestolar tam da bu çerçevede, çevreci bir grubun bir projeye karşı itirazı olarak başlamış fakat maalesef açık bir biçimde şiddet kullanan gruplar sürece dahil olarak bu kesimlerin taleplerine el koymuş ve öne çıkmıştır. Yasadışı ve gayri meşru grupların kamu düzenini bozmasına, polise saldırmasına, kamu ve özel mallara zarar vermesine hiçbir demokratik hükümet izin vermez. Hiçbir hükümet, illegal veya gayrımeşru hiçbir grubun kamu düzenini tahrip etmesine, emniyet mensuplarına saldırmasına veya kamu-özel mülkleri tahrip etme girişimine izin vermez. Maalesef bu süreçte, bazı protestoculara karşı zaman zaman aşırı güç kullanımı söz konusu olmuş fakat hükümet her düzeyde bundan duyduğu rahatsızlığı ifade etmiştir. Bununla ilgili soruşturma talimatları verilmiş ve gerekli adımlar atılmaya başlanmıştır.
İlginçtir, sırf provokatörler AK Parti karşıtı diye, uyguladıkları açık şiddet bazı medya grupları tarafından göz ardı edilmiş hatta bu gruplar demokrasi yanlısı gibi gösterilmek istenmiştir. Bu noktada Gezi Parkı olaylarının, Türkiye´nin demokratik ve ekonomik güçlenmesini istemeyen kesimlerce istismar edildiğini düşünüyoruz. Aynı grupların Reyhanlı’daki terörist saldırıyı çok az haber yaptığını biliyoruz mesela.
Biz, AK Parti olarak, toplumun büyük bir kısmının desteği ile seçildiğimizin ama milli iradenin tamamını temsil edip taleplerine cevap verme durumunda olduğumuzun farkındayız. Demokrasinin katılımı, müzakereyi ve uzlaşma inşasını kapsadığını da gayet iyi biliyoruz. Tam da bundan dolayı, Gezi Parkından yükselen sesi duyduğumuz gibi, Ankara ve İstanbul’da yüzbinlerin katılımıyla düzenlenen mitinglerde yükselen sese de kulak veriyoruz.
Seçimler, demokratik bir düzende hükümet değişikliğinin yegane yoludur. İnşa ettiğimiz birinci sınıf demokrasiye her zamankinden daha çok değer veriyoruz. 1950’lerden bu yana, seçilmiş hükümetlere karşı, siyasetin dışından müdahaleyle 4 defa darbe yapıldığını da unutmadık. Biz, milletin iradesini temsil ediyoruz ve siyasi gücümüz tüm vatandaşlarımızın siyasi gücüdür.
0 Yorumlar