AMERİKALI MİSYONERLERİN ERMENİ MESELESİNDEKİ ROLÜ
Prof. Dr. Seçil AKGÜN
(ODTÜ Tarih Bölümü Başkanı)
M.Ö. 6 mcı yüzyıldan beri Anadolu'da varlıklarını sürdürmüş olan Ermenilerin, türlü yönetimlerden sonra Osmanlı egemenliği altına girdikleri, aynı imparatorluğun üyeleri olarak Türklerle barış içinde yaşadıkları bilinen bir gerçektir. 19 uncu yüzyılda Türk-Ermeni ilişkilerinde başlayan yozlaşmanın türlü dış etkenler ürünü olduğu da tarihsel bir gerçektir. Bu dış etkenlerin başında Osmanlı İmparatorluğunun zayıflamasından yararlanan emperyalist batı devletlerinin sömürgeci emellerle Osmanlı topraklarına göz dikmeleri gelir. İmparatorluğun gerileme döneminde bütüncüllükten yoksun ülkenin içerdiği ulusları ayaklanmalara yönelterek devleti sarsıp çöküşünü hızlandırmak, beklentili ülkelerin temel yöntemi olmuştu. Ulusallık bilinci aşılanarak devlete baş kaldıran türlü uluslardan biri olan Ermeniler de böyle yönlendirilmişlerdir.
Ermeni ayaklanmaları üzerindeki etkilerden biri, 19 uncu yüzyıl başında Osmanlı İmparatorluğuna gelmeye başlayan Amerikalı misyonerlerdir. Özellikle Amerika'da misyonerlik faaliyetlerinin başlan- gıcında tüm amaç ve düşüncelerini din olgusu çevresinde toplayan bu kimselerin, gitgide devlet politikasına alet edildikleri, ister istemez Amerika'nın izlemek istediği Emperyalist politikada kullandıkları öne sürülebilir. Misyonerlerin1 Osmanlı İmparatorluğunda Ermenilerle kurup geliştirdikleri yakın ilişki de değerlendirildiğinde, onların Amerikan emeline hizmet amacıyla Türk-Ermenl ilişkilerinin bozulmasında yadsınamıyacak roller oynadıkları ortaya çıkmaktadır. Ancak, bu değerlendirmeyi sağlıklı bir biçimde yapabilmek için, ABD'nin yapısı ve o dönemde izlediği devlet politikasına ilişkin genel bir bilgi sahibi olmak gerekir.
1 Amerikalı misyonerler, Osmanlı İmparatorluğundaki tek misyoner gurubu değildi. 16 ıncı yüzyıldan beri İmparatorluğa türlü Avrupa ülkelerinden misyonerler gelmiştir. Devletin "millet" sistemi uygulaması da herbirinin kendi camaat faaliyetlerini sürdürmelerine olanak tanımıştı. Üstelik, Amerikalı misyonerler olarak İmparatorluğa bir de Mormon dini temsilcileri gelmişti. Ancak, bu araştırmada "Misyoner" sözü ile, yılanız "Amerikalı Protestan misyonerlere" değinmiş olacağız.
Çeşitli Avrupa uluslarınndan Amerika'ya göçenlerin kurdukları kolonilerin birleşmesi ile oluşan ABD'nin yapısındaki çok ulusluluk dolayısıyle ulusallıktan birleştirici bir beklentisi pek olmazdı. Hristiyanlık, hemen hemen tek ortak olguydu. Öteyandan Yeni Dünya'daki Hristiyanlar da türlü mezheplerin temsilcileriydiler. Mezhep çatışmalarının Avrupa'yı yüzyıllarca büyük boyutlarla saıstığının bilinci ile, yeni kurulan bu ülkede de aynı gelişmeleri yaşamanın, zengin ve bakir kıtada güçlenecek devletin kalkınma hızını keseceği kavranmıştı. Bu, benzeri eylemlerin önlenmesi gereğini doğuruyordu. Lâik Amerikan anayasası çerçevesinde devletin bu işi ele alması ise olanaksızdı. Hristiyanlık mezhepleri arasında tutuculuktan uzak Protestan mezhebi çevresinde bir üstünlük sağlamak işlevini destekleyerek bütünleşmeye yönelik bu politikayı Protestan kilisesi ve cemaatinin eline bırakmak, en akılcı çözümdü. İşte bu doğrultuda, 19 uncu yüzyıl başında Protestanlığı Amerika'da güçlendiren "büyük uyanış" olarak anılan dinsel şahlanış gerçekleşti. Bu harekete paralel olarak da misyonerlik faaliyetleriyle Protestanlığı ilkin Amerika'da daha sonra da dünyada yayma atılımları birbirini izledi. 1810 yılında kurulan "American Board of Commisioners for Foreign Missions" (ABCFM)2 eliyle Amerikalı misyonerlerin Çin, Hindistan, Güney Ameıika, Orta Doğu gibi bölgelere yayılarak Protestanlığı tanıtıp yerleştirmeleri sağlandı. Bu dinsel misyonun arka perdesinde büyük devletlerin çağın akımı olarak sıkısıkıya sarıldıkları emperyalist politikanın bir yansımasını görmemek olanaksızdır. Amerika'nın öbür ülkeler gibi açık bir emperyalist politika izlememesinin nedeni düşünülüncede karşımıza ABD'nin 19 uncu yüzyıl başından beri kendisi için saptadığı devlet politikası çıkmaktadır. Bu, Monroe Doktrini'dir.
2 Yabancı ülkelere misyonerler gönderilmesi için kurulmuş merkezi kuruluş. Kısaca ABCFM olarak söz edilmektedir.
Monroe Doktrini, Amerikan bağımsızlığı kazanıldıktan sonra, bu bağımsızlığın korunması için, bir başka deyimle, ülkenin tüm zenginlikleriyle Avrupa'ya yem olmasının önlenmesi için "Amerika Amerikalılarındır" ilkesiyle saptanmış olan Amerika'nın kendi içine kapanma uygulamasıdır. Bu doktrin, Amerika'nın eski dünyanın politikasına uzak kalmasını öngörüyordu. Doğal karşılığı ise, Avrupa'nın Amerikadan uzak kalması olacaktı. İşte bu beklenli içinde Amerika, bir yandan kendisini Avrupa'nın topraklan üzerinde beslediği emellerinden korumak için Avrupa'dan uzak durmaya çalışırken, bir yandan da büyük Avrupa devletlerinin giriştikleri hızlı sömürgeciliği görmezlikten gelememişti. Dünyanın sömürgeci devletlerce bölüşülmesine kayıtsız kalmanın getireceği zararın bilinciyle, devlet politikası olarak saptadığı Monroe Doktrini'ni çiğnememek esası çarpışınca, her ikisine de uyumlu yöntemin, misyonerlerden yararlanmak olduğu görüşü belirmiştir. Bundan sonra misyonerleri dünyanın verimli yörelerinde nüfuz alanlan edinmek, politik emellerini gerçekleştirebilmek için kullanmıştır. Misyonerleri kullandı diyebiliyoruz, çünkü onları Orta Doğu'da dinsel amaçlı çabaları içinde sırtlarım Amerikan devleti güvencesine dayayarak Amerikan politikasını yaymak için de yoğun uğraşılar vermiş olduklarını görüyoruz. Vurgulamaya çalıştığımız gibi Amerika'nın Avrupa işlerine uzak kalmayı politikası olarak saptadıktan sonra büyük çıkar beklentileri ile Osmanlı topraklarına göz dikmesi ve bu topraklar üzerinde spekülasyonlara girişmesi, kendi ilkesini çiğnemek olacaktı. Böyle bir adım, karşılığında Avrupa'nın kendi işlerine burnunu sokmasına da yol açabilirdi. Laik devlet tanınmasının, devletin bu işin dışında kaldığına inandıracağı düşüncesiyle Amerika, Protestan misyonerleri bütünüyle cemaat faaliyeti görünümüyle Orta Doğu'da beklentilerini sağlamak yoluna seferber ederken, dilediği ve beklediği propagandayı onlara yaptırabilecek, böylece saptadığı siyaseti uygulayabilecekti. Bunu gerçekleştirme yöntemi de, yaygın bölgelere dağılmış Amerikan misyonerlerin yoğunlaştığı yörelere ABD konsoloslukları kurmaktı. Bu konsolosluklar eliyle, devlet olarak karışmaması gereken konulara, misyonerlerin kurduğu kuruluşların Amerikan sermayesi ile kurulduğunu öne sürüp Amerikan yatırımlarının koruyuculuğunu yaptığı savı ile karışabilecekti. Bir yandan bu kuruluşları ve misyonerlerini koruyucu kanatlan altına alırken, öte yandan onları yönlendirebilecekti. Üstelik, laik devlet olduğundan bütçe açısından da işlemin dışında kalarak emelini devlet bütçesine yük binmeksizin gerçekleştirebilecekti. Bu veriler ışığında çekinmeden diyebiliriz ki misyonerler, onlara bağlantılı olarak da Ermeniler, Amerika'nın Orta Doğu politikasında kullandığı iki unsur oldu.
Ermenilerin kullanılmasına gelince, aslında büyük Avrupa devletlerinin her biri tarafından ayrı ayrı kullanılan bu ulusun Amerika tarafından da misyonerler kanalıyla kullanılması, yine emperyalist politika ile ilintiliydi. Bu yargıyı açık biçimde sergileyebilmek için Amerikalı misyonerlerle Osmanlı Ermenileri'nin ilişkilerinin başlangıç ve gelişmesini değerlendirmek yeterli olacaktır. Aynca, bu değerlendirme bize Amerikalı misyonerlerin Ermeni meselesinin doğmasındaki rollerini de gösterebilecektir.
Amerikalı misyonerlerin Osmanlı imparatorluğuna geldikleri 1820 yılında iki devlet arasındaki ilişki, yok denecek kadar azdı. Resmilik de kazanmamıştı. Dolayısıyle, isa'yı, Protestanlık felsefesini, incil'i Orta Doğu bölgesinde tamtmak amacıyla gelen misyonerlerin de bu ülkeye ilişkin bilgileri çok kısıtlıydı. Bilinen, Osmanlı imparatorluğunun teokratik karakteri, islam çoğunluğu, ve kozmopolit yapısıydı. Bu doğrultuda başlangıçta umulan, imparatorluktaki Müslüman ve Yahudiler arasında Protestanlığı yayabilmekti. Oysa daha ilk gözlemlerden, imparatorluktaki Müslümanların Hristiyanlaştırılmasının çok güç olduğu anlaşılmıştı. Unsurlarına dinsel özgürlük tanıyan devlet, aynı anlayışı Müslüman halkına göstermiyordu. Din değiştiren Müslümanlar, gerek Şeriat yasaları, gerekse sosyal kurallar dolayısıyla çok ağır biçimde çoğu kez de ölümle cezalandırılıyorlardı3.
3 Arsel, ilhan: Teokratik Devlet Anlayışından Demokratik Devlete, Ank. 1975 s: 261
Yahudilere gelince, onlar da dinsel bütünlük içindeydiler. Bu konumda misyonerler, karşılarında değişik mezheplerin Hristiyanlarını, özellikle Rumları ve Ermenileri buldular. Rumların sırtlarım yaslayabildikleri bir Yunanistan, ayrıca onları birleştiren güçlü bir Rum- Ortodoks kilisesi vardı4. Oysa Ermeniler, imparatorlukta dağınık biçimde yaşıyorlardı. Dağınıklıkları, çoğunun Gregoriyen olmasına karşın, Gregoriyen Patrikhanesi çevresinde güçlü biçimde örgütlen-melerini de engellemişti.
4 1820 yılı, 1830'a kadar süren ve Yunanistan'ın bağımsızlığını kazanmasıyla sonuçlanan Yunan ayaklanmasının başladığı yıldı. Burada özellikle işaret etmek gerekir ki bu zamanlama, bir başka deyimle Amerikalı misyonerlerin Türkiye'ye geliş yılının değinilen ayaklanmaya denk gelmesi, iki açıdan önem taşımaktadır. Bunların ilki, bu dönemde Rumların bütünüyle Yunan ayaklanması ile ilgili olmaları dolayısıyla misyonerlerin yalnız Ermenilere yönelebilmeleridir. İkinci olarak da Yunan bağımsızlık hareketinin Amerika'ya bu atılımın Ermeniler için özendiriciliğini düşündürmüş olabileceğidir. Böylece Ermenilerin de milliyetçiliğe yönelmek doğrultusunda ilk düşüncelerinin hem zamanlama etkisiyle, hem yeni iletişim kurdukları, fikir ve düşünceleriyle özgürlük rüzgarı getiren Amerikalı misyonerlerin etkisiyle oluştuğu akla gelmektedir.
Osmanlı yönetiminin misyoner faaliyetlerine olanak tanıması, Amerikalı misyonerlerin Ermenilerle kolaylıkla kaynaşabilmelerini sağladı. Öte yandan, Ermenilerin dağınık konumlan da misyoner uygulamalarının alanını yayma olanağı getirdi: ilk gelen misyonerler, Plinky Fisk ve Levi Parsons, Ermenilere verdikleri söz üzerine arkadaşlarından yeni misyonerler gönderilmesini önerdiler. Bu öneriyle gönderilen Smith ve Dvvight'i pekçok başka misyoner izledi. 1831-1850 yılları arasında Orta Doğuda üye sayısı 268'i aşan 7 Protestan kilisesi kuruldu5.
5 Nordmann, Bernhard Frederic: American Missionary Work Among Armcnians in Turkey (1830-1923), Urbana, 111. 1929 (Bu sayı I. Dünya Savaşı öncesi 163'e «ulaşmıştı. Üye sayısı ise 15.348'i bulmuştu.
İlk misyoner merkezi 1820'da İzmir'de kurulduktan sonra bunu 1823'de Beyrut; 1831 de İstanbul; 1835'de Tranbzon; 1839'da Erzurum; 1847 de Antep; 1851 de Sivas; 1852 de Adana ve Merzifon; 1853 de Diyarbakır; 1854 de Urfa, Maraş ve Kayseri; 1855 de Harput; 1859 da Tarsus; 1872 de Van merkezleri ve geri kalan branşların açılmas' izledi6.
6 Lybyer, Albert Howe: America's Missionary Record in Turkey: Current History Mag., February, 1924 s: 804.
Kısa zamanda misyonerler bütün Anadolu'ya yayıldılar. Gittikleri yerlerde amaçladıkları propagandayı yapabilmeleri, seslendikleri toplumun kendilerine olumlu yaklaşımını gerektiriyordu. Onların kendilerini dinlemeye, anlamaya hazır olmalarını gerektiriyordu. Misyonerlerin Türkiye'de Ermenileri etkileyebilmek için kullanabilecekleri silahlarsa o dönem koşullarında gerçekten pek çoktu. Osmanlı İmparatorluğu'nun yadsınamıyacak derecede zavallı, özellikle merkeze uzak yörelerin uygarlıktan yoksun durumu, ülkedeki eğitim yetersizliği, sağlık hizmetlerinin yokluğu, hep misyonerlerin ele aldıkları konulardı. Bu yetersizlikleri giderebilmek için türlü olanakları ayaklarına götürecekleri kimselerin beğenisini toplayabilecekleri kuşkusuzdu. Ayrıca, Osmanlı İmparatorluğu'nun o dönemdeki genel siyasal durumu da misyonerlere yardımcı oldu. Şöyleki, değinilen yıllarda Osmanlı İmparatorluğunun özellikle gayri müslim çoğunluğu olan eyaletlerinde milliyetçilik fikirleri yaygınlaşmaya başlamıştı. Yüzyıllardır Osmanlı egemenliğinde kalmış bu toplumlar Fransız İhtilalinden sonra dünyayı saran bu akımın etkisi ile, artık gerileme dönemine girmiş İmparatorluk yönetimine karşı ayaklanmaya başlamışlardır. Milliyetçilik fikri, Avrupa ulusları arasında gelişirken, Avrupa büyük devletleri bu akımı bir silah olarak kullanmaya başladılar. İmparatorluğu içten çökertmek için Osmanlı unsurları arasında yaygınlaştırdılar. Ayaklanmalarla eyaletler bir bir Osmanlı İmparatorluğundan kopar oldu Ancak, Ermeniler söz konusu olunca durum farklı oluyordu. Öbür halklar üzerinde yaşadıkları topraklarla İmparatorluktan koparken, Ermenilerin, belirgin bir yerleşkesi yoktu. Onlar Türklerin ana vatanı üzerinde ve yaygın biçimde yaşıyorlardı. Ermeni ayaklanması da Ermeni yaygınlığı oranında Osmanlı topraklarından ödün ister biçimde gelişecek ve Osmanlı'yı yıkması kesin olacaktı. Bu bağlamda Osmanlı topraklarından büyük beklentileri olan, ayrıca yüzyıllardır bileğini bükemediği Türk'e asırların hıncım besleyen sömürgeci batı devletleri, Ermeni'lerden yararlanmakta kararlıydılar. Destekleriyle kurulan Ermeni İhtilal Komiteleriyle onların arasında da milliyetçilik duygularım uyandırıp geliştirmeyi, soma onları ayaklanmaya kışkırtmayı hedef aldılar. Amerika ise, daha önce de değindiğimiz gibi, bu unsuru kendi çıkarları doğrultusunda kullanmakta istekliydi, işte hem din, hem eğitim hem de sağlık konularını içeren insan duygu ve düşüncelerine egemen alanlarda misyoner faaliyetilerini de aynı zamanlarda başlatıp geliştirmek yöntemi ile Ermenilerle misyoner- lerin yakınlaşması sağlandı.
Misyonerler, Osmanlı Türklerinden pek ayrı bir yaşam biçimi olmayan Ermenilerle ilk ilişkilerini eğitim kanalıyla kurdular. Osmanlı imparatorluğunun tüm örgütlerine yansımış içler acısı yetersiz durumu, eğitim alanında da söz konusuydu. Hatta, eğitim yetersizliği bütün öbür yetersizlikleri de peşinden sürüklüyordu. Eğitimin anahtarı, Okuryazarlıktır. Okunanın anlaşılabilmesidir. Bu doğrultudan bakarak Amerikalı misyonerler, bir yandan incil'i Ermenice ve Türkçe'ye çevirmeye, bir yandan da Ermenilere okuma yazma öğretmeye başladılar. Böylece, Ermenilere dinlerini anlayarak öğrenmelerini sağlamayı görünür yakınlaşma nedeni yaparken, arka planda da onlara sağlanan eğitim içinde daha iyi, daha uygar yaşamanın mümkün olabileceğini göstermeye başladılar.
Misyonerler, din açısından Ermenilerle kurdukları yakınlık dolayısıyla ilk mücadelelerini Ermeni kilisesine karşı verdiler. Gregoriyen kilisesi misyonerlere karşı tavır alırken, onlarla ilişki kurmayı yasakladı. Protestanlaşan Ermenileriyse bir yandan afaroz etti, bir yandan da mesleki faaliyetlerini yasakladı. Alış ve verişlerinden güncel yaşamlarına kadar türlü türlü engellemeler getirdi7. Amerikalı misyonerlerse, Ermeni'lere Gregoriyen kilisesinin katı kurallarını içermeyen yalın bir din anlayışı sunuyorlardı. Onları yüzyıllardır anlamını bilmeden okudukları incil'i açarak akılcı bir çizgiye getiriyor, çabalarının onların iyiliğine olduğuna da Ermenileri inandırıyorlardı.
7 Stone, Frank: Academies for Anatolia, MD, 1984 s: 69
Osmanlı yönetimine gelince, Amerikalı misyonerlerin faaliyetlerini kısıtlamak bir yana, onlara türlü kolaylıklar bile sağlıyordu. Nedeni, öbür emperyalist Avrupa ülkelerinin yanında tarafsızlığına inandığı Amerika'nın güvencesine sığınmak düşüncesiydi. Osmanlı devleti, Amerika'nın kendi topraklarında emperyalist bir emeli olmadığına inanıyordu. Bu yakınlık, özellikle 1877-78 Osmanlı Rus savaşından sonra Rusların Ermenilerin koruyuculuğunu üstlenmelerinden sonra daha da gelişti. Aslında, 1848'de Protestanlığın millet olarak tanınması, misyonerlerin faaliyetlerini daha da kolaylaştırmıştı8. Amerikalı misyonerlerin kurmak istedikleri eğitim kurumlarına kolaylıklar sağlanmış, arazi alımı, bina yapımı v.s. gibi işlevlerde bir engellemeye gidilmemişti. Onlar da Protestan kilisesinden sağladıkları büyük maddi destekle Türkiye'nin en ücra köşelerinde bile ilkin ilkokul düzeyin'de başlattıkları okullarım kurdular. Bu okullardaki öğretim, yalnız okur yazarlık ve din eğitimi olmuyordu. Ermeni çocukların çağdaş eğitim bilgileri yanısıra, o döneme kadar yabancı oldukları pekçok yeniliği de öğrenebildikleri bu okullara kısa bir süre sonra kız çocukların da alınması istendi, örneğin, Antep'deki 10,000 Ermeninin Amerikan okulundan çok memnun oldukları, ve yazılı istekle okula kızların da alınması için başvurulan, misyoner evrakı arasında kayıtlıdır9.
8 Karal, Enver Ziya: Osmanlı Tarihi Cilt VIII, Ank. 1983 s: 128
9 Blakney, Richard: Critical Survey of Aims and Purposes of the Near East Mission (1820-1980) (Basılmamış) s: 10
Eğitim ve dolayısıyla Protestanlaştırma faaliyetleri için Amerika'dan 1830 lu yıllarda yalmz misyoner aileler gönderilirken, bir süre sonra bekar erkeklerin yanısıra bekar kadınlar da gönderilmeye başlandı. Aslında misyoner olarak gelen kadınlar, Amerika'da yüksek tahsil görmüş, ancak, kendilerine açık iş alanı pek olmayan kadınlardı. Unutulmamalıdır ki o dönemde Amerika'da yüksek tahsilli kadın sayısı bir hayli azdı ve onlara açık iş alanı da pek yoktu. Dolayısıyla, Amerika'- dan gelen misyoner kadınlar, liberal fikirli, özgürlük ve bağımsızlık anlayışı ile dolu ve yararlı olmak isteyen kimselerdi. Daha önce de değinildiği gibi, Ermenilerle Türkler arasında o dönemde büyük farklar içermeyen yaşam biçimi yönünden Türk ailelerine egemen kaç-göç, birçok Ermeni çevresinde de geçerliydi. Dolayısıyla kadın misyoner-lerin gelmesiyle, misyonerlerin etki alanı çok daha genişledi. Kadın misyonerler, erkeklerle olduğu kadar kadınlarla da görüşüp konuşa- biliyor, bir arada oluyor, fikirlerini onlara da sıralayabiliyorlardı. Kadın misyonerlerin de görevi hem okullarda öğretmenlik yapmak, hem de kapı kapı dolaşarak din propogandası yaparak Protestanlığı yaymaktı. Erkek misyonerlerin yaygın biçimde kahvelerde yürüttükleri konuşma görüşmeleri, onlar ev çevrelerinde sürdürdüler.
Nitekim, 1861 den başlamak üzere, "VVomen's Foreign Missionary Society" adı altında yabancı ülkelere kadın misyoner gönderilmesi faaliyeti, programlı bir şekilde dönüştürüldükten sonra kadın misyonerlerin faaliyetleri daha da yaygınlaştı10.
Misyoner olarak gelen kadınların nitelikleri incelenince, onlarında Ermeni hareketine büyük katkılarının görüldüğüne değinmiştik. Misyonerlerin okullarda tarım, hayvancılık, arıcılık, marangozluk gibi öğretiler vermelerinin yanısıra, kadınlar, Ermeni kadınlara ve kızlara el becerilerini .geliştirecek nakış-dikiş gibi uğraşılardan müziğe, sanata kadar türlü alanlarda öğretiler vermeye başladılar11. Okullar eliyle çocuklara, yani yeni yetişen kuşaklara, onlar kanalıyla da ailelere nüfuz edebilen misyonerler, özellikle dünyaya kapalı kalmış, eğitim görmemiş erkeklere olduğu kadar, kadınlara da yepyeni ufuklar açmaya başladılar. Bir süre sonra, misyonerler, yetişkinlere de eğitim hizmeti götürmeye başladı. Hele kadınlar için açılan bu tür yetişkin okulları, eğiticilerin kadınlardan oluşması nedeniyle, kapalı Osmanlı toplumunda herhangi bir karşı koymaya da yol açmıyordu. Örnek vermek gerekirse, yetişkinler için açılan okullar arasında Mardin'de misyoner Miss Parmelee'nin öncülüğünde kurulan okuldan söz edebiliriz. Kadınlar için açılan bu okulun ilk öğrencileri, Protestan kilisesinde görev alabilmek için eğitim görenlerin eşleriydi. Okuma- yazma ve basit hesaplar da ilk dersleriydi. Kendilerine ayrıca temizlik kuralları, ev ve çocuk bakımı da öğretilmekteydi. Birkaç yıl içinde bu okula kız öğrenciler de alınmaya başlandı. Böylece, kızların eğitim görmemelerinin daha doğru olduğuna ilişkin önyargılar da kırılmaya başladı. Zamanla, ders içerikleri genişletildi ve okul, lise düzeyine getirildi. Adana'da ise 1884 de WBM (Women's Board of Mosiins- Kadın Misyonerler Yönetimi) tarafından ilk okul, orta okul ve yuva kuruldu. 1885 de okul binasının üst katına yatakhane eklendi. 1914 de yatakhane hocalara bırakıldı. O yılki kayıtlara göre Ana okulda 25, ilkte 65 ortada 45 olmak üzere okulda toplam 135 öğrenci vardı 12.
11 Stone, Frank, A.: A.g.e. s: 37
12 Fenega, Agnes: The Mother oi' Many Daughters; Light and Life; January (Ocak) 1911.
Misyonerlerin Hristiyan ulus olan Ermenilere acıyarak onlara daha iyiyi tanıtmak için olağanüstü çaba gösterdikleri okullarda bilgi ve kültür yanısıra özendirici iyi yaşam koşullarının tanıtılması sürdürü-lürken, saçların her gün taranmasından temiz çorap giymeye, kendi çoraplarım örmeye, yünü kabartıp daha kaliteli iplik eğirmeye kadar, güncel yaşamın her parçası üzerinde duruluyordu13. O yıllarda Van' da misyonerlik yapan Martha Tinker'in anılarında okuduğumuza göre, örneğin, saçlarını her gün tarayıp ören öğrenciler, ödüllendiriliyorlardı14.
13 McLaren, Grusell M.: From Van; Life and Light, Şubat, 1905.
14 Reynolds, Martha Tinker: Mont Holyoke Koleji Arşivi, kişisel notlan: Turkey Mission
Eğitim düzeyinin geliştirilmesi, yüzyılların törelerine bile değişiklikler getirdi. Yine Martha Tinkeı'in anılarından birbaşka örneğe göre, eskiden üç gün üç gece erkeklerin içki alemleri ile süren ve çoğu kez türlü taşkınlıklara yol açan Ermeni düğünleri bile, damat ve gelinin eskiden görülmediği bir şekilde, kadın ve erkek konuklar önüne birlikte çıktıkları tek bir gün süren düğün şekline dönüşmüştü15.
15 Ibid.
1900’ler. Bitlis. Fotoğraftakiler muhtemelen Bitlis’teki Mount Holyoke Kız Okulundan mezun olup burada çalışmayı sürdüren öğretmenler.
Eğitim görmüş kimselere, gerek kilisede, gerek eğitim kurumlarında eğitimci görevler veriliyor, dolayısıyla, Ermeni'lerin bir yandan misyonerlerden eğitim görürken, bir yandan da kendi içlerinden yetişen kimselerden eğitim görmeleri sağlamyordu. Böylece daha az misyonerin daha çok iş yapılabilmesi de sağlanmış oluyordu. Verimlilik ve bilinçlenmek bir yandan öğrenimin özendirici yanı olurken, yetişmiş birçok Ermeni gencine de Amerika'ya gitme ve orada daha ileri eğitim görme olanakları da sağlamyordu. Bu gençlerin pek çoğu Amerika'da Amerikan vatandaşlığına geçerek imparatorluğa geri geliyor, Osmanlı topraklarında Amerikan vatandaşı olmamn sağladığı ayrıcalıklı durum içinde16 kendi halklarına özgürlük propagandası yapıyor, onlara yurt dışında gördüklerini anlatarak devletten reformlar istemeğe yöneltiyorlardı. Amerikan vatandaşı olanların sayılan gitgide arttıkça, Ermeni toplumu arasında bu kimselerin ayrıcalıklı durumlarına özenmeler de artıyordu. Nitekim, 1891 yılına gelindiğinde, yalnız istanbul'da Amerikan vatandaşı olmuş 6 doktor, 2 dişçi vardı. 1897-1900 arası ise yaklaşık 12,000 Ermeni, Amerika'ya göçmüştü17.
16 Knapp, Grace: "School of Bitlis" Life and Light, Haziran 1869 s: 47. (Kapitülasyonlar ve ikili anlaşmalar gereği A.B.D, vatandaşlarının Osmanlı imparatorluğunda neredeyse dokunulmazlık boyutlarına varan, örneğin yasal konularda salt kendi elçilikleri ile karşı karşıya kalmalarını mümkün kılan ayrıcalıklı durum kastediliyor).
17 Şimşir Bilal:-Ermeni Propagandasının Amerika Boyutu Üzerine; Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Erzurum, 1984, s: 104.
Amerikalı misyonerlerin asıl amaçları olan din'i geri plana bırakarak okutup eğiterek yetiştirdikleri Ermenilere sürekli olarak insancıl amaçlarla yaklaştıkları bir gerçekti. Onları daha iyi yaşatmak, onları sözde ezilmekten kurtarmak için çabaladıklarını vurgulamaları, çok geçmeden etkili olmaya da başladı. Kısa zamanda Osmanlı İmparatorluğunda artık bilinçlenmiş bir Ermeni toplumu oluştuğunun bir büyük kanıtı ise, 1863'de hazırlanan ve İmparatorluk tarafından da onaylanan Ermeni Anayasası oldu. Ermenilere benliklerini bulmada Amerikan okullarının ne büyük yardımı olduğu, zaman zaman bu okullarda yetişenler tarafından, misyonerlere yazılmış ve kendilerine daha çok yardım gösterilmesi istenmişti, Hristiyan bir ulus olarak bu na büyük gereksinmeleri olduğu vurgulanarak gerçek yardımın ancak ABD tarafından yapıldığı ve yapılabileceği söylenmişti18.
18 Harput Belgesi; Unit V V: 2, reel 219
Nitekim, misyonerlerin merkezlerine yazdıkları memorandumlarında da birçok kez Ermeniler arasında dinsel gelişme sağlamak için başlatılan faaliyetlerin, eğitim ve onların kalkınması biçimine dönüştüğü bildirilmiştir19.
19 Harput Belgesi; Unit V V: IV reel 536.
Amerikalı misyonerlerin eğitim faaliyetlerinin yanısıra değinilmesi gereken bir başka faaliyetleri de sağlık alanındaki uğraşılarıydı. Sağlık konusu da herkesi ilgilendirecek yaygınlıkta bir sorun olduğundan, toplumsal alanda eğitim kadar etkili olmuş bir girişimdi.
Orta Doğu bölgesine ilk sağlık misyonerleri, 1831 de gelmeye başladı. Önceden de değinildiği gibi Osmanlı imparatorluğunun içinde bulunduğu türlü olanaksızlıklar, sağlık konusunu da son derece yeter-siz bırakmıştı. Dolayısıyla, özellikle Türkiye'ye gelen misyonerlerin sağlık sorunları açısından gerekli görülen sağlık hizmetlerinin misyonerlerin bulundukları bölgelere götürülmesi, gitgide sağlık merkezlerinin ve bu merkezlerde doktorluk hasta bakıcılık yapmak üzere gelen misyonerlerin artmasına yol açmıştı. Sağlık hizmeti vermek üzere gelen misyonerlere Amerika'dan verilen yönerge, onlara ilkin din eğiticisi, sonra sağlık hizmetlisi olmalarını buyuruyordu. Oysa birçok yetenekli doktor, misyoner olarak Orta Doğu bölgesine geldiklerinde, insan ayrımı yapmaksızın Ermeni veya Türk herkese sağlık merkezlerinin kapılarım açık tutar oldular. Doğal olarak, bu onların din eğiticisi yönlerini de her iki topluma da sergilemeleri anlamını taşıyordu20. Sağlık hizmetlerinin Türkiyeye gelmeye başlamasından kısa bir süre sonra Anadolu, Amerikan sermayesi ve yatırımları ile kurulmuş okulların yanısıra açılan sağlık merkezleri ve hastahanelerle doldu. 19 uncu yüzyıl Osmanlı İmparatorluğunda bulaşıcı hastalıkların çokluğu, sağlık hizmetlerinin yetersizliği, değinmeye gerek olmayacak kadar ileri boyutlardaydı. Bu durumda, sağlık hizmeti vermek için tüm olanaklarıyla gelen misyoner doktor ve hasta bakıcılar, her gittikleri yerde halkın göz bebeği oluyorlardı. Sağlık misyonerleri, bulundukları yerlerde yetişmiş okur-yazar Protestanlaşmış Ermenilere hastahanelerde ve sağlık ocaklarında görevler vererek bir yandan onlara ekonomik olanaklar sağlıyor, bir yandan da kendilerine olan minnet borçlarını ödemek olanağı yaratıyorlardı. Bu merkezlerde misyonerler kadar görev alanlar da hastalarla kurdukları iletişimler dola- yısıyla, misyonerlerin amacına hizmet ediyorlardı. Misyonerlerin yetiştirmeleri olan Ermeniler, eğitim ve sağlık kurumlarındaki görevleriyle , sürekli kendi toplumlarından başkalarının da eğitilmesinde katkılı oluyorlardı. Kendileri gibi nüfuz ettiklerini de Amerikalı misyonerlerden öğrendikleri "hümanizma", "özgürlük", "bağımsızlık" sözleriyle donatıyorlardı.
20 Shepard, Mary Alice: Doctor's Care: Medical Mission in Turkey, Rehouse Press
Ermenilerin, birdenbire yüzyıllardır Osmanlı İmparatorluğu içinde sürdürdükleri alışılagelmişlikten sıyrılmaları, yüzyıllardır sürdürülen geleneksel yaşam biçiminden kopmaları, Anglosakson yaşam biçimi ile tanışmaları, batı eğitimine kavuşmaları, onların kavramlarını öğrenmeleri, Osmanlı İmparatorluğunda Türk-Ermeni toplumu arasında alışılagelmiş dengeyi bozdu. Osmanlı İmparatorluğu'nun büyük sarsıntılar içine düştüğü 19 uncu yüzyıl bitimindeyse, artık türlü etkilerle bütünüyle değişik kavramlara sahip olmuş Ermenilerin, devlete karşı ayaklanmaları başladı.
Bundan sonradır ki Amerikalı misyonerler, Türkler tarafından Ermeni meselesine katkıları dolayısıyla suçlanır oldu. Uzun bir süredir misyonerlerin tek uğraşısı, Türklerle iletişim kurmayı büsbütün savsaklayarak, Ermenileri eğitmek, haklarım aramaya yöneltmek, onları bunun için eğitmek olmuştu. Yine bundan sonradır ki Amerikalı misyonerlerin haklarını, mallarını ve yatırımlarım korumak, onları kendi politikasını izlemeye yöneltmiş olan Amerikan elçiliğinin birinci derecedeki görevi halene geldi21. Sonraki yıllarda, misyoner-Ermeni yakınlaşması bir kat daha artaraken Amerika, 1896 daki Türk-Ermeni olaylarından sonra Türk sularına sözde Amerikan yatırımlarını korumak, gerçekte ise Ermenilerin yanında olduğunu göstermek üzere iki savaş gemisi göndererek, tarafgilliğini kesin biçimde belirledi22. Sonraki yıllarda Osmanlı İmparatorluğunda daha da artan misyoner faaliyetleri o boyutlara geldiki, Amerikalı deyince, İmparatorlukta yalnız misyonerler akla gelir oldu23. Öteyandan, Amerika, devlete baş kaldırmış bir unsurun yanında yer almak suretiyle, kendi de Osmanlı'ya karşıt bir konuma girdi. Amerika'da ise misyonerlerin yayın organlarında ve yine onların yazılarıyla beslenen basında sürekli abartılarak yer verilen Türk-Ermeni olaylarına ilişkin haber ve makalelerle bir Hristiyan ulusun Müslüman İmparatorlukta sözde ezilmekte olduğu savı işlendi. Ermeniler bundan güç aldı. Amerikan kamu oyunda ise "çirkin Türk" imajı pekişti. Özellikle Birinci Dünya Savaşı sonunda, Amerikan misyonerleri Ermeniler konusunda devletleri ile yazışmışlar, devletlerine misyoner faaliyetini aşan türlü gelişmeler hakkında haber kaynağı olmuşlar hatta, devlete yardım bile önermişlerdi. Buna örnek misyoner yöneticilerinden Burton'ın bu tür yardımları öneren Boston 27 Aralık 1917 tarihinde Amerikan İçişleri Bakanlığı (State Department) yazışması gösterilebilir24.
21 Grabill, Joseph L.: Protestant Diplomacy and the Near East: Missionary Influence of American Policy, 1810-1927, Minn. 1971.
22 Griscom, Lloyd C: Diplomatically Spreaking; N.Y. 1940, s: 134.
23 İbdi. s: 17.
24 ABCEM Aceords; GROUP 58, RpU: 41, 353.
Bu veriler ışığında Ermenilerle ilgili genel bir değerlendirme yapılırsa, Ermeni sorununun. Ermenilerin başlangıçtan beri Hristiyan oldukları gözetilerek bir din sorunu olmadığı; Ermenilerin yüzyıllardır Doğu Anadolu, Trabzon-Bağdat, Samsun-Batum ticaretini ellerinde tuttukları ve Türklere oranla çok daha müreffeh yaşadıkları açısından bakılınca da ekonomik bir sorun olmadığı; ancak, İngiltere, Rusya, Fransa ve ABD gibi dünyanın güçlü, emperyalist ülkelerinin, kendi politikalarını izleyebilmek için ortaya attıkları bir siyasal sorun olduğu sonucuna erişilmektedir.
(ODTÜ Tarih Bölümü Başkanı)
Seçil Karal Akgün, Ankara üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü’nü bitirdikten sonra doktora ve doçentlik çalışmalarını da aynı bölümde yapmıştır. 1970-1981 yılları arasında bu üniversitede Türk İnkılap Tarihi Enstitüsünde ilkin asistan, sonra doçent olarak çalışmıştır.
1982 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ne geçmiş, 1989 yılında profesörlüğe yükseltilmiştir. 1991-97 yılları arasında ODTÜ’de Tarih Bölümü Başkanlığında bulunmuştur.
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kara Harb Okulu Bilkent Üniversitesi’nde de Türkiye Cumhuriyeti Tarihi dersleri vermiştir. Yurt dışındaysa Almanya’da Frankfurt, Amerika Birleşik Devletleri’nde Salt Lake City ve Columbia, İsrail’de Kudüs ve Hayfa Üniversitelerinde Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti tarihi üzerine dersler ve seminerler vermiş, araştırmalar yapmıştır.
Çalışmaları yakın dönem Osmanlı Tarihi ve Türkiye Cumhuriyeti tarihi üzerinedir. Laiklik, Ermeni meselesi, ve Kızılay Tarihi üzerine kitapları, Atatürk, T.C. Tarihi, Türk devrimi, laiklik, kadın hakları, Amerikalı misyonerler Osmanlı İmparatorluğunun son dönemi ve Cumhuriyet döneminde eğitim üzerine yurt içinde ve dışında yayınlanmış makaleleri vardır.
Seçil Karal Akgün Atatürkçü Düşünce Derneği, Anıtkabir Derneği, ODTÜ Öğretim Elemanları Derneği, Türk Felsefe Derneği, Fulbright, Tarih Vakfı ve yurt dışında Türkish Studies Association ve Enstitut des Etudes Sud Est European kuruluşlarının üyesidir.
Atatürkçü Düşünce Derneği Merkez Yönetim Kurulu üyeliği ve Genel Başkan Yardımcılığı da yapmış olan Seçil Karal Akgün ikinci kez ODTÜ Tarih Bölümü başkanlığı yapmaktadır.
0 Yorumlar