Ye’cüc - Me’cüc ve Türkler




Ye’cüc -  Me’cüc ve Türkler 


Doç. Dr. İsmail CERRAHOĞLU 


Kur’anı, Kerimde, insanlara ibret olabilecek pek çok kıssalar vardır. Ekseri müfessirler bu kıssalar hakkında çok şeyler söylemişler, asıl mühim olan, onlardaki ibret yönünü bırakıp, kıssanın mahiyetini ortaya çıkarmak için çok çeşitli rivayetlere müracaat etmişlerdir. Bu yönden, ifade ettikleri uzun ve kısa beyanları, akıl ve nakil noktasından, günümüzün kültürlü insanını tatmin edecek durumda değildir.  İşte  bunlardan biri de Ye'cüc ve Me'cüc meselesidir ki, bu, çözülmesi güç olan , çok yönlü bilinmeyen problemlerden birdir. Mukaddes kitabımız Kur’anı Kerimde bu mesele, Zu'l-Karneyn ve onun yaptığı  sed münasebetiyle geçmektedir. Şimdiye kadar yapılan tetkikler neticesinde ne Zu'l-Karneynin kim olduğu ve ne de yapmış olduğu sed kat'î olarak meydana çıkarabilmiştir. Bu iki bilinmeyenin gerisinde bulunan Ye'cüc Me'cüc meselesi de, kolayca halledilebilecek bir iş değildir.  Halli çok güç olan, belkide mümkün olmayan bir meseleyi ele alışımızın elbette bir sebebi olacaktır.  Gerek Ahdi Atik ve Ahdi cedit'de ve gerekse çeşitli Kur'ân tefsirleriyle, islâmî eserlerde Ye'cüc ve Mec’cücün menşeini araştırma ve onların kimler olduğunu ortaya çıkarma gibi gayretler kendini göstermektedir. Bu kavmin, Türkler olduğu fikri geniş bir yer işgal etmektedir. Nedense, bugün olduğu gibi, geçmişte de bazı milletlerin veya kişilerin, çeşitli sebeblerle Türklere karşı düşmanlıkları devam etmiş , acı olan taraf, tekerrür eden tarihten halâ ibret alamayışımızdır. Bu makalemizde, Türklere karşı düşmanlık hareketinin Yahudi menşelerden çıktığını, onun Hristiyan âlemine intikal ettiğini, hatta bu fikirlerin islâmî kaynaklarda paylaşıldığını, daha acı olan taraf, sanki bu fikirler dini bir nâs imiş gibi, bizzat aslı Türk olan müellifler tarafından işlendiğini ve kendi asıllarını inkâr eder dereceye düşürdüğünü göreceğiz. Düşmanlık fikrinin, başlangıcından nihayetine kadar takip ettiği seyri iyi anlayabilmek için kronolojik bir sıra takip edilerek, Tevrat ve İncillerdeki durum ile, müslim müelliflerin fikirleri, Ye'cüc ve Mecücün Kur'ân ve hadislerdeki durumu tefsir ve şerhleri nazarı dikkate alınarak bir neticeye ulaşılmaya çalışılacaktır. 

Burada bilinmesi lüzûmlu olan bir hakikat de şudur:  Bu gün insanların elinde bulunan Tevrat ve İncillerle, Kur’an arasında dil, üslup ve nakil yönünden genel ayrılıklar olduğu gibi, müphem meselelerin cüziyatına kadar inme gibi hususlarda da ihtilâflar vardır. Tevrat ve İncillerde cüz'iyatla meşgul olunurken, müphemattan alınacak ibret ve hikmetler kaybolmaktadır. Halbuki Kur'ân, müphemat ve gayb haberlerinin teferruatına  fazla temas gibi, onları araştırmayı da bizlere teklif etmemiştir. Müphemat nasdaki şekliyle kabul edilir. Onun dışına çıkılmakla bir faide umulmaz. Ondan genellikle bir ibret alınması gerekir ve bize yapılan teklif, bu haberin doğruluğuna imandır. 

Tevrat ve İncillerde  Ye'cüc ve Me'cüc:


Kitabı Mukaddeste yer alan eski ahid, Yahudi ve Hıristiyanlar indinde kudsiyetine 39 kitaptan teşekkül eder. Eski Ahdi meydana getiren bu kitaplar da, mahiyet ve muhteviyatları itibariyle Tevrat, Kutubim (tarih ve hikmet kitapları) ve Nebiim (peygamberlerin eserleri) gibi üç bölüme ayrılırlar.1 Ye'cüc ve Me'cüc, daha ziyade Gog ve Magog altında çeşitli bölümlerde geçmektedir.

1 İlk beş kitap Tevrat’ı teşkil eder. Altıncısı olan Yeşu’yu da Tevrat'a ilâve ederler. 7-22 kadar Kutuıbim, 23-39 arası da Nebiimdir.
Tekvin 10/2:Yafetin oğulların: Gomer ve Me'cüc ve Maday ve Yevân ve Tubal ve Meşek ve Tiras."
Burada Me'cüc, Yafetin oğullarından biri olarak görülmektedir.
Tesniye 28/49-51:Rab uzaktan, dünyanın ucundan bir milleti, dilini anlayamayacağın bir milleti, kartal uçar gibi senin üzerine getirecek, kocamış olan şahsına itibar etmeyen ve çocuklara acımayan sert yüzlü bir millet ve seni helâk edinceye kadar, hayvanlann semeresini yiyecek ve seni bitirinceye kadar sana  buğday, yeni şarap ve yağ, hayvanlarının yavrularını ve koyunların yavrularını bırakmayacaktır…’'
Bu babda doğrudan doğruya sarih bir isme rastlanmamakla beraber, Allah’a karşı kulluk vazifesini  yapmayan Yahudi milletinin, sert bir milletle te’dib edileceği tehdidi mevcuttur. Zaten Tesniye kitabı, bozulan Yahudi dinini ıslah ve Musa şeriatını yeniden temin gayesiyle kaleme alınmış olduğundan, aynı zamanda bu kitaba, ikinci şeriat kitabı denildiğini unutmamak gerekir. 
Yeremya: 5/15: ‘’İşte, ey İsrail evi, uzaktan üzerinize bir millet getireceğim, Rab diyor, o zorlu bir millet, eski bir millettir, bir millet ki, sen onun dilini bilmez, ve ne dediklerini anlamazsın.’'
Bu ifade de, Tesniye kitabında geçen ifadenin bir tekrarından ibarettir. Yeremya (M.Ö. 630-587)  yıllarında Yahudada yaşamış Yahudi Peygamberidir. Eserinde, ekseriyetle Yahudi halkının azgınlıkları ve isyanları sebebiyle, kendilerinin büyük belâlara maruz kalacaklarını bildirir.
Hezekiel 38/2-3: ‘’Ademoğlu,  Magog diyarından olan, Roşun, Meşekin  ve Tubalın beyi Gog'a yönel ve ona karşı peygamberlik et ve de: Yehova şöyle diyor: Roşun, Meşekin ve Tubalın beyi Gog, işte  ben sana karşıyım.’'
İlk  defa burada Gog ve Magog tabirlerine rastlıyoruz. Metnin ifadesinden anlaşıldığına göre Magog bir memleket adı,  Gog ise, o memleketin reisi olmaktadır.
Hezekiel 38/14-16: “Bundan dolayı Âdem oğlu peygamberlik et ve Gog'a de: Rab Yehova diyor: Kavmim İsrail emniyette oturunca, sen o gün öğrenmeyecek misin?  ve sen, ve seninle beraber bir çok kavimler, hepsi atlara binmiş, büyük bir cumhur, ve kuvvetli bir ordu olarak, şimalin sonlarından, kendi yerinden geleceksin, ve diyarı örtmek için bir bulut gibi kavmim İsrail’e karşı çıkacaksın, son günlerde vâki olacak ki, milletlerin gözü önünde sende takdis olunacağım zaman, ey Gog, onlar beni tanısınlar diye, seni kendi diyarıma karşı getireceğim.''
Bu ibareden azmış olan İsrail oğullarını terbiye ve te'dib etmek için onları şimalden gelecek kuvvetli bir kavim ile tehdid etmektedir. Burada Gog ya bir reis veya bir kavmin ismi olduğu anlaşılmaktadır.
Hezekiel 38/18: "ve Gog İsrail diyarına karşı geldiği zaman, Rab Yehovanın sözü, o günde vâki olacak ki, ateş püsküreceğim.''
Burada da Gog, reis veya kavim olabilir.
Hezekiel 39/1-6: "ve sen, ademoğlu, Goga peygamberlik et, ve de: Rab Yahova şöyle diyor: Roşun, Meşekin ve ve Tubalın beyi Gog, işte, ben sana karşıyım.  Ve seni geri çevireceğim  ve seni ileri götüreceğim ve Şimalin sonlarından seni çıkaracağım ve sol elinden yayını ve sağ elinden oklarını vurup düşüreceğim. Sen, bütün ordularınla ve yanında olan kavimlerle, İsrail dağları üzerinde düşeceksin, yesinler diye her çeşit yırtıcı kuşa ve kırın canavarlarına seni vereceğim. Açık kırda düşeceksin, çünkü ben söyledim, Rab Yehovanın sözü ve Magog üzerine ve adalarda emniyette oturanlar üzerine ateş göndereceğim, ve bilecekler ki, ben Rab’ım.''
Bu ifadelerde Gog, büyük bir memleketin, kuvvetli bir kavmin reisini olarak görülmektedir. Magog’da bir memleketin halkı olduğu anlaşılmaktadır. Bunlar Yahudilerle çarpışacak ve neticede mahvolacaklarına işaret edilmektedir.
Hezekiel 39/11-12: "Ve o gün vâki olacak ki, İsrail'de denizin şarkında Geçiciler deresinde Goga kabir yeri vereceğim ve oradan geçenleri o durduracak, ve orada Gogu ve bütün cumhurunu gömecekler, ve oraya Hamon-Gog deresi denilecek. Ve memleketi temizlesinler diye İsrail evi yedi ay onları gömmekte devam edecekler."
Burada da Gog'un reis ve kabilesinin çok kalabalık olduğu ve neticede mahvolacağı belirtilmektedir. Hezekiel kitabında geçen ibarelerin hepsi aşağı yukarı doğru olup, biraz farklı tavsiflerle  aynı anlamı ifade etmektedirler.
Yuhannanın Vahyi 20/7-8: "Ve bin yıl tamam olunca, şeytan zindanından çözülecektir. Ve yerin dört köşesinde olan milletleri, Ye'cüc ve Me’cücü, saptırmak ve onları cenk için bir araya toplamak üzere çıkacaktır. Onların sayısı denizin kumu gibidir."
Bu ibarede de,şeytan yer yüzünün bütün milletlerini, Ye'cüc ve Me’cücü saptırmak için çalışacak, bu müfsid taifesinin sayısının  çok olacağı ifade edilmektedir.

Görüldüğü gibi, Tevrat ve İncillerde Ye'cüc ve Me'cüc hakkındaki fikirler, yukarıda zikrettiklerimizden ibarettir. Kitabı Mukaddesin  latin  harfli türkçe tercümesinde, bir defa Tekvinde Yafesin oğlu  Ye'cüc ile, Yuhannanın Vahyinde Ye'cüc ve Me’cüc lafızları geçmekte, diğerlerinde ise ekseriyetle Gog-Magog şeklinde zikredilmektedir. Zikredilen şu ibarelerden genel olarak mana, Yahudilerin, Allah'a isyanları karşısında, onları çok kuvvetli bir kavim ve reisleriyle çarpışmak mecburiyetinde kalacakları ve Allah’ın yardımıyla bu mütecaviz ve müfsid kavimin mahvolacağı ve onların mekanları olarak ta uzak şimal gösterilmektedir. Bu kavmin ismi, yeri ve zaman  hakkında kat'î bir bilgi yoktur. Böyle olmasına rağmen, bunların Türkler olduğu fikri nereden gelmektedir. Bu hususda biraz da gayrı müslim müelliflerin Gog ve Magog hakkında tefsirlerini gözden geçirmemiz gerekecektir.

Gayrı Müslim Müelliflerin Eserlerinde Ye'cüc ve Me'cüc;


Gayn müslüm yazarlar, Gog ve Magog adı altında meseleyi ele almışlar, onlar bu meseleyi bir neticeye  ulaştırmaktan ziyade, daha karışık ve müphem bir mecraya sürüklemişlerdir. Şimdi bunlardan bazılarını görelim:

Encylopedie de I'Islam: Yafeth maddesinde, Yafes, Ye'cüc ve Me'cücün ceddi olarak zikredilir. Bunlar, ekseriyetle Hazer Türklerine itlak edilmekle beraber, nadiren de Slavlara hamledilir.1 Ye'cüc ve Me'cüc maddesinde ise, Onlann Gog ve Magog diye takdim edildiklerini ve bunların iki millet olduklarını zikreder. Bunların Katab-ı Mukaddes ve Müslüman eskatolojisinde şeklini bulduğu beyan edildikten sonra, Magog'un Yafesden geldiği ve bu fikrin arap kaynaklarında bulunduğu kaydedilir. Ahdi Atik ve arap kaynakları, bu milletleri dünyanın  kuzey doğusuna yerleştirdiklerini, âhir zamanda hücuma geçerek Cenuba geçeceklerini, sayılarının çok olduğunu, yer yüzü sakinlerini öldüreceklerini ve bütün suları içeceklerini kaydeder.2

La Grande Encyclopedie: Gog ve Magog: Yuhannanın rüyalarında belirttiği dehşetli bir buhrandır.  Orada şeytan, Allah’ın seçilmiş kullarına, bütün milletleri kışkırtması adı altında hülâsa edilir… Ezekiel Gog'u, Magog diyarında bir prens olarak gösterir. Bunlar Islah edilmiş Yahudiliğe muhalif olan Kuzey milletleri topluluğunun başıdır. Bunlar, İskitler diye isimlendirilen barbar milletlerdir. Kitabı  Mukaddese âit bölümlerin tavsiflerine, Hıristiyan şarihlerin tasavvurlarını da katarak, Asya milletlerinin Avrupa’yı istilaları, zihinleri işgal etmiş, âdeta bu istilalarda, âhiret günü sahneleri ihdas etmeye kalkışmışlardır. Bu da Macarların (Hunların olsa gerek) Londra'da Guild Hall'de görülen iki acâib şeklin menşei, şüphesiz ki, bu efsaneden gelmektedir.3

1 Encyclop6die de I'İslâm, IV. 1208
2 Aynıeser IV. 1204-1205.
3 La Grande Encyclopedie, Paris, XVni. 1167-1168.

The Universal Jewish Encyclopedia: Gog ve Magog maddesi...


Yafesin oğullarından biridir. Magog ise tam manasıyla tayin edilememiştir. Belki onlar sâmi olmayan küçük Asyadaki ırkı gösterir. Ezekiel'in kehanetlerinden biri de Gog ile ilgilidir. Bu Me'cüc arazisi kralıdır.  O büyük bir fâtih olup bir çok ülkeleri ve milletleri istila eder. Sonunda Filistin'deki İsrail dağlarına kadar gelir. Çeşitli fesadlar zuhur eder ve İsrail bu karışıklıklar sonunda nihai hürriyetine  kavuşur. Ezekiel’in bu kehaneti vazıh olmadığı gibi, Gog ve Magog da açıkça belli değildir.  Bu şekilde bahis konusu edilen kimseler, o zamanın kuvvetli devleti olan Lidyalılardır. Zira Gog kelimesi Lidya krallarının lakabı olan Gyges’le aynıdır. Diğer bir tahmin de Magog, Bâbilin Cipher'i dir...Daha sonra Yeni Ahiddeki yerlerine işaret edilmekte ve bu hikâyenin Yahudilerden Araplara geçtiği söylenmektedir. Buna Kur'anda atıflar vardır. Yü’cüc ve Me'cüc bunun arapça şeklidir.  Gog ve Magog, cin ve devlerin ismi olumuş, ayrıca bu iki isim, Londra'da Guild HalI'de dikilen iki odun heykele verilmiştir.1

The Jewish Encyclopedia: Magog, Yafesin ikinci oğludur.  Gommer ile Maday arasında bulunur, Magog, Cimmarias’ların Medyalıların batısına yerleşmiş,  Kuzey doğudan gelen karışık barbar halk toplulukları olmalıdır. Joscphus, onları İskitler olarak belirtir. Ve onları bilinmeyen vahşi kabileler olarak tanımlar.  Jerom'a göre,  Magog, Hazer denizi ile Kafkasya arasına yerleşen Kafkas menşeli kimselerdir. İran veya İndo-Avrupa  lehçelerinden gelmiş olması tatmin edici değildir. Hezekilde Magog bir bölge veya bir millet ismi olarak geçer, lider leri de Gog’dır. Gog  kelimesinin, Gyges diye tarifi, ister halk ananesinden gelsin, isterse müellifin fikri olsun, açıkça bir yakıştırmadan  ibarettir.2

Encyclopedia Britannica: Gog, kıyametten önce kendini ortaya koyacak habis bir kuvvettir. Magog, Ermenistan'da bir mevkii temsil eder. Efsaneler, devler ve cinlerle şekillenir.  Gog ve Magog iki heykel Londrada Guild Hall’dedir.3

The Encyclopedia Americana: Gog ve Magog, Ezekiele göre bir kral ve onun milletidir. Vahy kitabına  göre (Rosh, Medhech ve Tubal ülkesinden) Gog,  Magog halkının kralını Magog’da  Batı Asyada yayılmış olan göçebe kabileleri temsil eder. 

1 The Universal Jewigh Encyclopedia, Nev York 1948, Y. 10. 
2 The Jewish Encyclopedia, London 1904, VI. 19.
3 Encyclopedia Britannica, London 1953, X. 475.

Muhtemelen Yunanlıların Gyges'idir. Gyges de Asurluların  Kuzey Batısındaki kralların tipik ismidir. Suriye'nin Kuzeyindeki milletlerin istilalarına işaret eder. Gog ve Magog, ilk İngiliz tarihinin iki devi temsil eder. Onların heykelleri Guild Hall’de dikilmiştir. Bu heykeller 1666'da yanmıştır. 14 fit yüksekliğindeki  kopyaları 1708'de yeniden dikilmiş, 1940'da Londra'ya vuku bulan hava akınlarında tahrip edilmişlerdir.1

A. Jeffery: Ye'cüc ve Me'cüc, bu iki pasaj. Büyük İskenderle ilgili Süryanî hikâyelerinin bir in'ikasıdır. Kabul edilmiştir ki, bu isimlerin arapça olup olmadıkları hususunda şüpheler vardır. Hemzeli veya hemzesiz okunacağı hakkında fikirler ileri sürülmüştür. Bu isimler, açık olarak islâmdan önce de bilinmekteydi. İlk şiirlerde onlara atıflar yapılmaktadır. Onlar hakkında şiirlerde görülen ifadeler, Hıristiyanların âhiretle ilgili yanlarından gelmiştir. Şüphesiz bu isimler İbrani ve Süryânicedir. Horowitz'in zikrine göre Mandeenlerde'de Hag ve Mag vardır.2

1 The Encyclopedia Americana, U.S.A. 1957, XIII. 7.
2 A. Jeffery, The Foreign Vocabolary of the Qur'an, Geekwad'5 Oriental Series, No,LXXIX.p. 288-289.

D. Sindersky: Gog ve Magog, Peygamber Ezekiel 38 ve 39. cu bölümlerinde Gog ve Magog halklarından ve kıyamete yakın olan günlerde onların tahriblerinden bahsolunmaktadır. Yahudi Aggadahın bir çok pasajlarında Gog ve Magog harbinden bahsedilmektedir. Mesih devri olan Yahya Peygamber de buna etmektedir.

Muhammed'in barbar milletlerden, tuhaf bir detay ilâve ederek, Kur’anda bahsettiği mana, Kitabı Mukaddesteki ile aynıdır. Büyük İskender (Zü'l-Karneyn) onların akınlarını nihayet vermiş ve geçebilecekleri yagâne geçite tunçdan yükselen bir duvar koymuştur.  Bu duvar kıyamet gününe  doğru gürültülerle yıkılacaktır. Zü'l-Karneyn (iki boynuzlu) ismi, Makedonyalı fâtihe denilir ki, o, dünyanın öbür ucuna kadar gitti. Ye’cüc ve Me'cüc gog ve Magog Orta Asyadaki barbar millet dalgalarına verilen isimdir. Büyük iskender, onların akınlarını, müslüman göre, duvardan bir set çekerek durdurdu. Ahdi Atikde bu isimlerle İskitler benimsenir. Barbarların istilalarına mâni olmak için Büyük tarafından yükseltilen tunç duvarın efsanesi çok eskidir. M. Roth bunu, bir çok eserlerden yaptığı iktibaslarla isbât etti. Bu efsanenin tam bir metni Pseudo-Callisthene'nin Süryâni yazmasında muhafaza edilmiştir. (Bu doküman üçüncü asra ulaşır) Bu, M. Ernest A. Wallis-Budge tarafından neşredilmiştir. (TheHistory of AIexander the Great, Cambridge 1887). Pseudo-Callisthene metnini müteakib M.Budge, İskenderiye arşivinde bulunan, İskender'e ait bir Hıristiyan efsanesini orada yeniden zikretti ki, onu pasajda icmalen yazacağız:

Bir gün İskender Kuzey bölgesinde yüksek bir dağın girişine  (Kafkas dağına) ulaştı… Pers kralı Tubarlak tarafından idare edilmelerine rağmen 300 ihtiyar ona tebliğde bulundular… Oradan dar bir patika, Hunların, vahşi kabilelerin oturdukları mekânlara doğru sevkeder ki, onların prensleri Gog, Magog, ve Nawal, Japhet'in sülalesinden gelen krallardır. Bu barbarlar çiğ et yerler, insan kanı içerler ve hayvanlar gibi yaşarlar. Önlerine gelen her şeyi yakıp yıkarlar, öldürerek, ekseriya medeni komşularına akınlar yaparlar. Mısırlı işçilerin yardımıyla İskender, demirden ve tunçtan kuvvetli demir bir ile, iki dağın yamaçları arasındaki dar geçiti kapatarak, barbarların dışarıya sirayet etmelerine mâni oldu.1

E. Montet; Ye'cüc ve Me'cücün, Tevrattaki Gog ve Magog olduğunu söyler. Genellikle bunlar Asyadaki barbar milletlerdir. Ahdi Atikdeki bu isimler İskitlere uygulanır.2

Bunlar, Büyük İskender tarafından, iki dağ arasına yapılan demirden bir duvarla durdurulmuşlardır.  Âhir zamanda bu demir kapı kırılacaktır. Burada mahcur şehir insanlarının, yeniden dirilme ve hüküm gününde oraya tekrar döneceklerine bir imâ vardır.3

M. Kasımirski: Ye'cüc ve Me’cüc, Tevrattaki gog ve Magog’dur. Orta Asyadaki müphem barbar milletlere verilen isimdir. İslam inancına göre Büyük İskender bir duvar yaparak onların istilalarına mâni olmuştur.4

1 D. Sidersky, 1/es Originee des L^gendes Musulmanes dans ]e Coran et dans les Vies des Prophetes, Paris 1933, p. 132-134.
2 E. Montet, Le Coran, Paris 1949, p. 414.
3 Eser, p. 451.
4 Le Coran, Paris (Fusquelle), II. 646.

Ye'cüc ve Me'cüc, komşularını korku içinde korkunç iki kabiledir. Zü'l-Kameyn, geçişe müsait olan yegâne bir boğaza, tunçtan bir duvar yükselterek, onların istilalarına mâni oldu. Bu duvar yeniden dirilme zamanında yıkılacak ve bu zaman, burada bir geleceğe işaret etmektedir.1

M. Savary: Bu zatta Ye'cüc ve Me'eücü Jagog ve Magog diye isimlendirir. Bunlar iki barbar kabilenin adıdır. Zamchascar, onlan Nuhun üçüncü oğlu Yafesin neslinden yapar. Onların yamyam olduğu ileri sürülür. Diğer yazarlar da Jagog ve Magogun dev veya cin olduklarını ileri sürerler. Bizzat onlar Ezechiel’in bahsettiği Gog ve Magog olarak görünürler. Aynı zamanda onlar Yahya’nın kitabında zikrettikleridir.2

H. Lammens: Dünyanın sonunun yaklaştığını haber veren musibetler ve garib hadisler tekaddüm edecektir. Meselâ Ye'cüc ve Me’cüc istilaları gibi.3

Gregory Abu'l-Farac (Bar Habraues): İranlı Kurus'dan sonra oğlu Kampiz 8 hüküm sürdü. İbraniler onun Nebuchadnezzar adını taşıdığını söylüyorlar. Onun devrinde Judith, Magoglardan yani Türklerden olan Holophernesi (ki bu, Kampiz orduları başkumandanı idi) öldürdü. Devrinin altıncı yılında Sûr kamilen tahrib edildi.4

Artaxerxes Ochus, bir rivayete göre Büyük İskender'in gayrı meşru babasıdır. Ochus Yahudileri de hükümü altına aldı ve bunları kendisine vergi vermeye mecbûr ederek, onları Hazer denizi kıyısındaki  Hyrcania şehrine yerleştirdi.5

İskender 12 şehir inşa etti ve Hunların geçmesine mâni olmak için bir demir kapı yaptırdı. Kapının yüksekliği 12 ve 8 genişliği 8 arşındı.6

Hüen-Cang'a göre. Peygamberin Orta Asya: Buraya demir kapı denilmesi, bu kapı yüzündendir. Bu Tu kiu yani Gök Türklerin hududu (yani İran, yahut Baktarya hududlarını) aşmamaları için mania olarak yapılmıştır. Bu mevki Orhon Abidelerinde, Çin ve Arap kaynaklarında zikredilen, bu gün de mevcûd Demir Derbenttir.7

1 Aymeser,11.651
2 H.Savary, Le Korao, Paris (tmprimerie Lutetia), p. 297.
3 H.Lammens, L'IsIam Croyances et lostitution), Beyrouth 1943, p. 70.
4 G.Abu'l-Farac, Abu'l-Farac Tarihî, Ankara 1945. I. 103.
5 Aym eser, I. 105.
6 Aym eser, I. 109.
7 Hüen -Cang'a göre Peygamberin Orta Asya, (tslam Tcliklcri Enstitüsü Dergisi Cild IV. Cüz 1-2

Nouveau Petit Larousse: Gog, Magog diyarının kralı olarak geçer. Magog ise, Küçük Asyanın, yani Anadolu'nun Kuzey Doğusu meselâ İskitler olarak gösterilir.

Joseph Horovitz'de, Kur'anın 18/93 ve 21/96 ayetlerinde ye'cüc kelimesinin Me'cüc ile beraber kullanıldığını ve bu lafızların geçtiği her iki sûrenin Mekke'de ikinci devirde nâzi olan sureler olduğunu kaydettikten sonra, Muhammedin Gog kelimesini Ye'cüc ile tahvil ettiğini ve bu kelimenin de aslının Suriye menşeli "Agog” dan geldiğini hatta Hag ve Mag şeklindeki Mandeen isimlerle ses yönünden benzerliklerini ele alır. Ye’cüc ve Me'cüc gibi isimlerin sıhhatı sabit olmayan İmreu’l-Kays'a ait şiirlerde bulunduğunu kaydeder.1

1 Joseph Horowitz, proper Nomes und Derivatives in the Koran, Hebrew unioncollege annuel, Ohio U.S.A. 1925. IT. 163-16-1.

Ahdi Atik ve Ahdi cedid'de Ye'cüc ve Mecüc varsa da, onların hiç birinde Türk lafzı yoktur. Yukarıdaki misallerde de gördüğümüz gibi, bu lafzın Türklere delâlet söyleyen. Kitabı Mukaddes müfessirleri ve gayrı müslim yazarlar olmuşlardır. 

Kur’anı Kerim'de Ye'cüc ve Me'cüc:


Ye'cüc ve Me'cüc Kur’anı Kerimin iki âyetinde geçmektedir. Bu iki âyetin siyak ve sıbâkı,  Zü'I-Karneyn hâdisesiyle ilgilidir. Bu iki âyetten biri el-Kehf sûresinin 94. cü "Onlar dediler ki: ey-Zülkarneyn, Ye'cüc ile Me'cüc yer yüzünde fesad çıkarıyorlar, bizimle onlar arasında bir set çekmek üzere sana bir vergi versek olmaz mı?'’ Diğeri ise el- Enbiye suresinin 96-97. ci "Nihayet Ye'cüc ve Me'cüc (sed) açılıp da her tepeden saldıracakları ve gerçek va'd olan (kıyamet) yaklaştığı vakit işte o zaman o küfür edenlerin gözleri dikilip kalacak eyvah bizlere, doğrusu biz bundan gaflet içindeydik. Hayır biz zâlim kimselerdik” ayetleridir.

Genelikle, Ashabı Kehf, Hazreti Musa ve Hızır,  Zü'I-Karneyn ve diğer Peygamberlerin kısalarını  ihtiva eden el-Kehf ve el-Enbiya sûreleri, Hazreti Muhammedin nübüvvetini inkâra kalkışanları red mahiyetindedir. Hazreti Peygamber Mekke'de nübüvvetini ilân zaman, umumiyetle araplar ona inanmamışlar, kendisinden mucizeler istemişlerdi. Fakat kendilerine verilen aklî mucizeleri kabul etmemişler, onların bir sihirden ibaret olduğunu söylemişlerdi. Bu İslâm düşmanları, etraflarında bulunan Yahudi ve Hrıstiyanlardan, bazı çapraşık  sualler öğrenmişler ve onları Hz. Muhammed’e  sormuşlardı. Ümmi olan ve geçmiş dini kitaplara muttali olmayan Hz. Muhammed, bu suallere cevap veremiyecek, onlar da onun nübüvvetini inkâra fırsat bulacaklardı. Onların soracakları sualler, bu iki sûrede bulunan tarihi hâdiselerdi. Allah Taâla Peygamberine bu olayları açıklamış, âyetlerini okumuş, onları hayretler içerisinde bırakmış ve nihayet imtihanlardan yüz ile çıkmıştı.

Ye'cüc ve Me'cüe, Zü'l-Karneyn hâdisesi dolayısıyla geçtiğini söylemiştik. Gerek Zü'l-Kerneynin şahsiyeti ve gerekse ülkeler, rastladığı milletler ve garib hâdiselerin hepsi birer problem âdeta çok bilinmeyenli bir denklem halindedir. Bilinmeyenler tam olarak çözülebilmeli ki, problemimiz sağlam  bir neticeye ulaşabilsin. Zaten biz de bu yazımızda bir neticeye ulaştığımız veya ulaşacağımız iddiasında değiliz. Daha doğrusu, şimdiye kadar söylenenleri bir nevi aklî tenkid süzgecinden geçirip, aczimizi itiraf edeceğiz.

Zü'l-Karneyn hakkında gerek islâm âlimlerinin ve gerekse müsteşriklerin söyledikleri sözler ve gösterdikleri şahsiyetler bir birlerini tutmadığı gibi bunlar Kur'ânın tarif ve tavsifini vermeye çalıştığı kimseler de değildir. Onun Büyük İskender olduğunu söyleyenlerden tutun da, İran Med imparatoru Dara veya Filibin oğlu olan İskender olmayıp başka bir İskender olduğu ve nihayet Himyer hükümdarlarının biri diyenler dahi vardır. Çünkü Zu tabiri arablarca kullanılır. Bilhassa Yemen'deki Himyeriler, Zu Nuvas, Zu Kila', Zu Geden lakaplarını bol bol kullanmışlardır.  Hatta Zü’l-Karneynin bir melek olduğu dahi söylenmiştir. 1

1 Zü'l-Karneyn bilgi için bkz. İbn Hişam, es-Siretu'n- N’ebeviyye, Mısır 1375 /1955, I. 307; Tefsiru'l-Kurtubi, XI. 45; Zamanşeri, 11.580; Tefsiru’t-Taberi, Mısr 1373/1954. XVI. 8; es-Sübeylî, er-Ravzu'l-Unf, 1332/1914, 1. 195. İbn Kesir, el-Bidâye ve'n -Nihaye, Mısır 1351-1932, II. 105; İbn Haldun, Turihu İbn Haldûn, Mısır 1284. II. 54.; Tefsiru İbn Kesir, Kahire 1375, III. 100; et-Taberî, Târihu'l-umem ve'I— Mülûk (Zâkir Kadiri Ugan tercemesi) Ankara 1954, 12. 143; Ebû Hayyân el-Endelûst, Tefsiru'l-Bahri'l-Muhit,1328, VI. 158.; el-Alûsi, Ruhu'l-Muânî, Mısır 1301, V. 127; Seyyid Kutub, Fi Zilâli’l-Kur'ân, Mısır 1953, XVI. 9;cl-Gazalî, Sırru’l-Alemyn, Mısır 1327, s. 3; eI-Beydâvi, Envâru’t- Tenzil ve Esrâru’t-Te’vil, İstanbul 1296, II -25.; Fuhruddin cr-Râzi, Mefâtibu'l- Gayb, İstanbul 1307, V. 752; Ebu'l-Fida, el -Muhtasar fi Tarihi’l-Beşer, Mısır 1325, 1. 45 .; el-Kastallâni, İrşadu's-Sârî li Sabibi’l-Buhari, Mısır 1304, V. 336. Yazıcızade Mubammed, Mubam mediyye, İstanbul 1289,s. 73.; Müverrih .Alî, Kunhu'l -Ahbâr, II. 126. Müneccim başı, Sa-hâifu’l Ahbâr (Şair Nedim tercemesi) İstanbul.1283,I448,514,; Şemseddin Sâmi, Kâmusu’l-a’lâm,=İstanbul.1306,II.926; Esat Sezâi Sümbüllük, Zülkarneyn hikayesi, Hârut ve Mârut (Bkz. Ömer Faruk Kutay) Kur’ân âyetlerine göre Ye’cüc ve Me’cüc, İstanbul. 1950,s.21; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân dili, İst. 1936,IV.3276; Abdu’l-Kadir Gölpınarlı, Kur’ânı kerim, ve Meâli, İst. 1958 II.LXXX.; Mevlâna Şibli, Asrı Saâdet (Ömer Rıza Tercemesi, İst. 1928,IV.1725.

Her millet, büyük şahsiyetleri kendilerinden yetişmiş göstermeyi sever. Bu sebeble, Zü'l-Karneynin, İran, Yunan veya Himyer hükümdarları olduğu söylenmiş ve onun hayat hikayesine pek çok uydurma haberler karışmıştır. Zü'l-Karneyn, Allah’ı seven, Allah’ın da  da kendisini sevdiği sâlih bir kuldu. Tarihçilerin ve Müfessirlerin Zü'l-Karneyn diye tanıtmaya çalıştıkları şahsiyetlerde bu vasıfları görememekteyiz. Kur'ânda bu zâtın ismi zikredilmemiş, lakabından bahsedilmiştir. Müphemâtu'l-Kur'andan olan bu meselede merci nakildir. Bu hususta re'y hiç bir mana ifade edemez. Müphemât  hakkındaki haberlerin sağlam senetlerle, Peygamber ve sahabeye ulaşması gerekir. Sahih haberlerin yanında, belki ondan çok daha fazla mevzu haberlerin yer ve İsrâiliyât dediğimiz islâm dışı fikirlerin girmesine müsait oluşu sebebiyle, müphemâtu'l-Kur'ân konusu, kanaatimce  İslâm'da epeyce istismar edilmiştir. 

Kur’ânı Kerim, Tevrat ve İncillerde olduğu gibi, hâdiseleri, şahısları ve yerlerini zikrederek anlatmaz. Onun gayesi, bir tarihi hâdise olarak anlatmak değil, insan oğluna ibret dersi verip, onu düşünmeye sevketmektir. Çok kere müphemin tayin edilmesinde büyük bir fâide umulmayacağı gibi, isim zikretmeksizin, kâmil bir vasıf ile, onu yüceltmek veyahutta nakıs bir vasıfla onu tahkir etmek daha beliğdir. 

Allah yüce kitabında "Ey Zü'l-Karneyn onları azaba uğratmada yahut haklarında güzellik tarafını tutmanda, serbestsin" (el-Kehf 86) şeklinde kendisine salâhiyet verilen ve dağ kadar bir seddi bina ettikten sonra da gururlanmayıp  "Bu Rabbimden bir merhamettir. Fakat Rabbimin va'di gelince. O, bunu dümdüz yapar. Rabbimin va'di bir haktır'' (el-Kehf 98) gibi gayba âit garib sözleri lalettayin kimseler söyleyemez. Kendisine serbesti nimeti verilmiş olan büyük bir kimseyi, Daralar, İskenderler ve Himyer hükümdarları arasında aramaya kalkarsak istediğimiz şahsı bulmakta güçlük çekeceğimiz aşikardır. Zü'l-Karneynin kim olduğu, gezdiği yerler, kara balçık, bulunduğu kavimler, sed, Ye’cüc ve Me'cüc hepsi de müphemattan olan hususlardır. Bunların kim oldukları ve mahiyetleri mühim değil, mühim olan onlardan alınacak ibarettir.

Hadislerde Ye'cüc ve Me'cüc :


Yukarda, müphamâtu'l-Kur'ân hususunda yegâne merciin hadisler olduğunu söylemiştik. Acaba Ye'cüc ve Me'cüc hakkmda hadislerde neler denmiş, biraz da bunlar üzerinde duralım.

Muteber hadis mecmualarında Hazreti Peygamberden rivayet edilmiş hadislerde Ye'cüc ve Me'cüc hakkında bilgiler vardır. Zeyneb binti Cahş şöyle demektedir: 
"Hz. Peygamber bir kere, lâ ilâhe illallâh, vukuu yaklaşan şerden dolayı vay arabın haline,. Bugün Ye'cüc ve Me’cücün seddinden şunun gibi bir delik açıldı, sözlerini söyleyerek uykusundan uyandı. Ben, ya Allah’ın rasulü, içimizde bunca iyi kimseler varken biz helak olurmuyuz? dedim. Allah’ın rasulü, evet, fısk ve fücur çoğaldığı zaman (helak olursunuz) diye cevap verdi.”'1
Buna benzer bir haber biraz değişik bir variyantla, yine Zeyneb binti Çahş'dan gelir: 
Allah’ın Rasulü bir gün yüzü kıpkırmızı olduğu halde dışarı çıktı,  lâ îlâhe illallah, vukuu yaklaşan şerden vay arabın haline. Bu gün Ye'cüc ve Me’cüc seddinden, şunun gibi bir delik açıldı, buyururken, baş parmağı ile onu takip eden (şahadet) parmağını halkaladı. Bunun üzerine ben: Ey Allah’ın Rasulü, içimizde bunca iyi kimse ler varken biz helâk olurmuyuz? diye sordum. Allah’ın rasûlü, evet, fâcirlik, ahlâksızlık, zulüm gibi pislikler çoğaldığı zaman (helâk olursunuz) diye cevap verdi.2
1 Sahihu Müslim IV. 2207 (Kitâbu'l-Fiten 52, bab 1); Sahihu'l-Bubâpi IV. 367-368 (Ki- tâbu'l-Fiten 92, Bab 4); Miisnedu II. 341, 529-530.
2 Sahihu Müslim, IV. 2208(Kitabu'l-Fiten 52, bab 2); Süuenu îbn MâceII. 1305 (Kitâ- bu'l-Fiten 36, bab 9, badis no. 3953); II. 338 (Kitâbu'l-Enbiye 60, bab 7), IV. 383 92, bab 28), Sünenu't Tirmizi IV. 480 (Kitâbu'l-Filen 34, bab 23); Miisnedu Ahmed VI. 428.

Bu iki hadisin tercümelerine, Sahihi Müslim mütercimi Mehmet Sofuoğlu, ilâve ettiği notta şöyle demektedir. 
"Ye'cüc ve Me'cüc beliyyesi bütün beşeriyete şamil bir âfettir. Halbuki terceme ve izahı ile meşgul bulunduğumuz Zeyneb binti Cahş ve Ebu Hureyre hadislerinde ise Peygamber: Yaklaşan bir fitnenin şerrinden vay arabın haline, şu saatte Ye'cüc ve Me’cüc seddinden bir delik açılmıştır, buyurub, Ye'cüc ve Me’cücden erişecek  musibeti Araba tahsis buyurmuştur. Bu tahsis, Ye'cüc ve Me'cüc beliyyesi ve bunları önlemek üzere yapılan sadden bir gedik açılması tabirleriyle hakikaten bunların kast olunmayıp, fakat buna benzer bir fitnenin pek yaklaştığı haber verilmiş oluyordu. Bu da kendisi ile ilk iki halifesinin hilâfeti zamanları geçtikten sonra Hz. Osman’ın şahadeti ile, o fitneden ilk kapının açıldığını ve bunu da bir takım müessif hâdiselerin takib edeceğini remz ve ihbardı. Nitekim bu nebevi ihbârın o kısmı aynen vuku bulmuştur. İkinci kısmı da Peygamberin haber verdiği gibi tahakkuk edeceğine ona inananların hiç şüphe ve  tereddüdü yoktur.”1
Yine Müslimin Sahihinde, Deccal, vasıfları, Nevvâs b. Sem'ân tarafından anlatılırken 
"Hazreti Peygamber bir gün, Deccalden bahsederken, sözü Ye'cüc ve Me'cüce getirir... Onlar, her tepeden yürür geçerler. Onların öncüleri Taberiyye gölüne uğrarlar da onun suyunun hepsini içiverirler, peşlerinden gelenler ise, bir zamanlar burada su vardı diyecekler. Allah’ın Rasulü İsa ve ashabı  da o sırada hazır bulunacaklar. Nihayet onlardan herhangi birine bir öküz başı, bugün birinizin yüz dinarından daha hayırlıdır…’'2
Müsnedu Ahmed b. Hanbelde, İbni Mes'uddan gelen rivayette ise şöyle denilmektedir: 
"Ye'cüc ve Me’cüc çıkarlar ve her tepeden saldırırlar, memleketleri çiğnerler ve her önüne geleni mahvederler. İçilecek her şeyi de içerler. İnsanlar durumdan bana şikayette bulunurlar. Ben de dua ederim. Allah da helâk eder. Âdeta yer yüzü kötü kokuya bulanır. Sonra Allah yağmur yağdırır, hasıl olan seller onların cesedlerini denize kadar sürükler …’'3
1 Sabibu Müslim Tercemesi, 1970, VIII. 409.
2 Sabibu Müslim (Kitabu'l-Fiten, ban 20, badis no. 110); Siinenu Mâce. II. 1358(Kitabu'l-Fiten 36, No. 4075); Tefsiru't Taberi XVII. 89-90.
3 Müsnedu Abmed, I. 375, III. 77.

Ebû Hureyreden merfu olarak gelen bir haberde, Ye'cüc ve Me'cüc her gün seddi yıkmak ve delmek için çalışırlar. Tam delecekleri sırada güneş ışığını görürler. Biri delmeyi bırakın, yarın gelir delersiniz der. Onlar da bırakırlar. Tekrar geldiklerinde, delmeye çalıştıkları yeri daha kuvvetli bulurlar. Bu durum böyle devam eder gider. Va’dı İlâhi tahakkuk edince o deliği açarlar, insanlara saldırırlar, bütün  suları içerler. Onların şerlerinden insanlar kalelere ve sığınaklara toplanırlar. Onlar oklarını gök yüzüne atarlar, geri dönen oklarını kanlanmış görürler. Dünyadakileri kahrettik, şimdi göktekilere yükseldik. Bunun üzerine Allah onlara gök yüzünden çekirge, kurt yağdıracak ve onları helâk edecek. Bunun üzerine peygamber, nefsimi yedi kudretinde tutan Allah'a yemin ederim ki, yer yüzünün hayvanları onların  etinden ve kanından beslenirler 1’’der.  

Müsnedu Ahmed II. 510-511.; Tefsiru'l-Taberi XVI. 21 (et-Taberi, Huzuyfe b. el Yemândan, o da, Hz. Peygamberden naklen, kıyamet alametlerini sayarken, Ye'cüc ve Me’cüc hakkında aynı habere temas eder. Tefsirut Taberi XVII. 87 Yine buna benzer bir haber Ka'bu'l-.Ahbardan gelmektedir. Bkz. Aynı eser. XVII 89). İbn Kesir, Ebû Hureyreden gelen buhaberlerin isnadı cidden kuvvetlidir der. Fakat metinde, âyetin zahirine muhalefet olduğu için, belirsizlik olduğunu söyler. Ka'bu'l-Ahbar da buna benzer bir haber rivayet etmiştir. Muhtemelen Ebû Hureyre bunu Ka'bdan olabilir. Zira o, Ka'bın meclisinde çok bulunur, onunla oturur kalkardı, denilmektedir. (Tef. Kesir III. 105). (Aynı mealde, onların vasıflarını bildiren haberler için bkz. (İbn Kesir, III. 105—106, 195-196).

Bu şekilde Hz. Peygamberden Ye'cüc ve Me’cüc hakkında daha bir kaç haber aynı minval üzere gelmektedir. Onlarda da, âyetlerde olduğu gibi, bu kavim hakkında fazla bir bilgi yoktur. Onların isimleri, mevkileri hakkında malûmat olmadığı gibi, onların sadece müfsid olduğundan bahsedilmekte ve ifsadlarını ne şekilde icra edeceklerine dâir bilgi verilmektedir. Daha evvelce zikrettiğimiz islâmî  haberler, islâmî eserlere girmek suretiyle, onları çok acâib bir şekilde tanımlamış, hattâ onları, yerlerini ve isimlerini verecek kadar bir gafletin içerisine sürüklemiştir. 

Çeşitli İslâmî eserlerde YeVüc ve Me'cüc:


Tevratta ve onların  tefsirlerinde acâib bir şekilde vasfedilen Gog ve Magog, Kur'ândaki Ye'cüc ve Me’cücle aynı olarak gösterilmiş ve İsrâil'i hikâyeler islâmî eserlere de girmiştir. İslami eserlerde, bu hususda denilenleri sıra  ile nakletmeye çalışacağız. Bunların yerleri ve kimle olduğu tayin edilmeye çalışılmıştır. Şureyh b. Ubeyd, Ye'cüc ve Me’cüc üç sınıftır. Biri sedir ağacı gibi uzun, diğeri eni boyu müsavi, üçüncüsü de, bir kulağını yatak diğerini yorgan yapar ve cesedlerini örterler, demektedir.2 Ebu Said el-Hudrî,  Peygamberden naklen "onlardan bir kimse kendi sulblerinden bin erkek gelmedikçe ölmez”der.3 İbn Abbas,""Onlar Zü'l-karneyn seddinin arkasında iki ümmettir4 

2 Tefsiru't-Taberi, XVI.22. 
3 yer.
4 eser XVI. 16.

Vehb b. Münebbih, Zul-Karneyn rumdan bir recüldür. Kendisinden başka çocuğu olmayan bir ihtiyarın oğludur. İsmi de İskender'dir. Allah’ın salih bir kulu olduktan sonra, çeşitli beldelere gitmiş, arzın ortasına geldiğinde, cinnilerden, sâir insanlardan olan Ye'cüc ve Me'cüce rastlar. Daha sonra doğuya doğru  Türkler tarafından kesilmiş yollara geldi. Salih insanlardan bir grub ona, ey Zü'l-Karneyn, şu iki dağın arasında Allah’ın mahlûkatından bir grub var ki, ekserisi insana bir kısım da hayvana benzer. Ot yerler, vahşi hayvanlar gibi bulduklarını parçalarlar, yılan ve akreb gibi her türlü haşerâtı yerler.1 Yine Vehb b. Munebbih "kitâbu't Ticân fi Himyer" eserinde, Zu'l karneynin Ye'cüc ve Me'cüc beldesine gittiğini, onlarla mukatele ettiğini, sonra onlan Ermeniyye'de terkettiği için, kendilerine Türk ismi verildiğini kaydeder.2 Abdullah b. Selâm "Onlardan biri geriye bin kişi bırakmadıkça ölmez3 demekte, Amr el Bukâlî’de… ''İnsanlar on kısma ayrılmıştır,  bun 9 /10 Ye'cüc ve Me'cüc olup diğer insanlar bir cüz’ü teşkil etmekte”’4 olduğunu söylemektedir. İbn Cüreye, ''onların Zü'l-Karneyn seddi arkasında iki ümmet söyler.''5 et-Taberi, Nuh Peygamberin zürriyetinden bahsederken, Vehb b. Münebbih'den nakledilen beherde, Nuhun Sam, Arab, Fars ve Rumun babası, Hanım ise Sudanlıların Yafes ise Türk, Ye'cüc ve Me’cücün babası olduğunu Ye'cüc ve Me’cüc'ün Türklerin amcaı oğlu olduğunu kaydeder.6 Yafesin oğulları sayılırken, onların Türk ve Hazer topraklarının doğusunda olduğu kaydedilir.7 Said b. Müseyyibden gelen bir haberde, Nuhun üç oğlu sayılırken, Samdan olan Arap, Faris ve Rûm, Yafes evladı olan Türk, sakalibe, Ye'cüc ve Me’cücden hayırlıdır.  Bunlardan hiç biri, Hâm oğulları olan Kıbt, Sudan ve Berberden daha hayırlı olmadılar, demektedir. Damra b. Rebia, İbn Atâdan o da babasından rivayet göre Hanım çocukları siyah, Yafes evlâdları büyük yüzlü, küçük gözlü, Samın çocukları ise, güzel yüzlü ve güzel saçlıdırlar.8 Müfessir Taberi, Ye'cüc ve Me'cüc hakkında söylenen çok çeşitli fikirleri nakleder, Kendisi ise. onlar milletlerden hapsedilmiş iki millettir der. O, milletin cinsiyetini tayin etmez. Hattâ tarihinde Türk, sakalibe, Ye'cüc ve Me’cüc şeklinde bir sıralama yaptığına  göre, Türklerin tamamen Ye'cüc ve Me'cücden ayrı olduğunu ortaya koymaktadır.9

1 Tefsiru't-Taberi, XVI. 17-21.
2 Vehb. b. Kitâbut- Tican, 28 b (yazma, Britsh Museum or. 2901).
3 Tefsiru Abdirrazzâk (Ankara, tsmnil Sâib ktp.) ktp.) 59 b.; Tefsiru't-Taberi, XVII. 88. 4 eser, 59 b; aynı eser, XVII. 89.
5 Tefsiru't -Taberî XVII. 89.
6 Târihu'r-Rusûl ve'I-Mülûk, Brill 1879-1881, 1. 211.
7 Aynı eser I. 218.
8 Aynı eser I. 223.
9 Tefsiru't-Taberi XVI. 15-23, 87-91.

el-Ya'kubî tarihinde, Nuhun oğlu Yafesden bahsederken, Onun şarkla garb arasına indiğini ve beş oğlu olduğunu, Me'cücden, Ye'cüc ve Me'cüc meydana geldiğini, onlarında da arzda şer olduklarını söyler.1 Yahya b. Sellâm, tefsirinde, onlar arzı dolaşır ve ifsad ederler, dedikten sonra, onların Âdem evlâdı dışında olmadığını söylemektedir.2 Yunus b. İshâk o da babasından naklen, bana baliğ oldu ki, Onlar Ye'cüc ve Me’cüc oğulları olan Türklerdir.3

İhvanı Safa Risalelerinde, Beşinci iklimden bahsedilirken, onun hududları Doğudan başlatılıp  Ye'cüc ve Me'cüc beldesinin ortası ile Türk beldelerinin ortasından geçer. Yedinci iklimden bahsedilirken, bu bölgenin Ye'cüc ve Me’cüc bilâdının Güneyini teşkil ettiği söylenir.4 İbn Hordazbîh, el-Mesâlik ve'l-Memâlik adlı eserinde, el-Vâsık Billah’ın rüyasında gördüğü Zülkarneynin yaptığı seddi tetkik için Sellâm at Tercümanı bir heyetle gönderdiğini ve Ye'cüc ve Me’cücü dağın üstünde gördüklerini, kara bir rüzgar esip onlan câniblerine attığını ve boylarının bir buçuk karış olduğunu söyler…5 Ebu'r-Reyhân Muhammed b.Ahmed el-Bîrûni de, Zülkarneyu ve Sed meselesini incelerken, Ye'cüc ve Me'cüce temas eder. Coğrafya Mesalik ve Memalik kitaplarının, bunların yerlelerini göstermek hususunda gösterdikleri gayreti anlatır ve onların 5.ci ve 6.cı iklimlerde yaşayan Doğu Türklerinden bir sınıf olduğunu söylediklerini kaydeder. Bununla beraber, Muhammed b. Cerir et- Taberi ve İbn Hordazbîh'in Ye'cüc ve Me’cüc haklarında onların doğuda değil Hazer civarında daha doğrusu Kuzey batıda oldukları görüşünü savunurlar ve  bunların Bulgarlar ve Sevar’lar olacağını söyler. Bu iki kavimin de Sed'den bahsetmediklerini ileri sürerek, bu gibi delilerle Zu'l kameyn hakkında sağlam  bir neticeye ulaşamayacağını ifade etmeye çalışır.6

1 Tarifau Ya'kubi, Necef 1358. 1.9.
2 Tefsiru Yahya b. Sellâm. Tunus Abdeliyye Kütüphanesi, 36 b, 37 a.
3 Aynı tefsir, 20 b, 37 a.
4 Resâili Safa, 1. 4. cü Risale s. 127-128.
5 Horriazbih, el-Mesâlik ve'I-Memâlik, j. Brill 1889 (M.J.De Goeje) s. 162.
6 el-Birûni, el-Asaru'l-Bâkiyye an Kuruni-Hâliye, (Dr. C. Eduard Sachau tarafından neşredilmiştir) Leipzig, 1923, p. 36-42.

ez-Zamanşeri; Ye'cüc ve Me'cüc Yafes oğullarındandır, denilir ki, Ye’cüc Türklerdir, Me’cüc ise el-Ciyl ve ed-Deylemlilerdir. İnsanları yediklerini, İlk Baharda çıkıp yeşil bir şey bırakmazlar, onlar katı  ve şiddetli ezâdan başka birşey ilka etmezler. Onlardan bir kimse kendi neslinden olan bin kişi eline silâh almadıkça ölmez, onlar iki sınıftır, bir kısmı uzun, bir kısmı da kısadır.1 Bu şekilde haberleri İbn Adiy mevzu addetmiş ve İbnu’l-Cevzi onları mevzuatında zikretmiştir.2 ez-Zamah-şeri, onları insan cinsinden iki kabile olarak kabul eder ve insanlar on cüzdür, 9/10'nu Ye'cüc ve Me’cüc teşkil eder, demektedir.3

İbn Kesir, Ye'cüc ve Me'cüc nesli ve kültürü yok eden fesadçılardır der. Âdemden çıkan meninin toprağa dökülmesiyle yaratılmış olduğunu söyleyen haberi tenkid ederek onu çok garib bulur ve nakli ve aklî yönden bunu teyid edecek bir delilin bulunmadığını söyler. Burada ehli Kitabın naklettiklerine de itimat câiz kaydeder. Onlar seddin arkasında terkolundukları için Türk diye tesmiye olunduklarını kaydeder.4

Nesefi Tefsirinde, Ye'cüc ve Me'cüc kelimesi sarfdan menedilmiş iki acemi isimdir. Her ikisi de Yafes oğludur. Veya Ye'cüc Türkler, Me'cüc ise el-Ciyl ve Deylemdendir.5 Tenviru'l-Mikbas'da, Onlar arzı ifsad ederler, yaş olanları yerler, kurularını da götürürler, evlâdlarını öldürürler, insanları yerler. Ye'cüc ve Me'cüc Yafes oğullarından iki recüldür. Çocuklarından dolayı onlara Ye'cüc ve Me'cüc denmiştir.6

Fahrudin er-Râzî, Bu iki şeyin hangi kavim olduğunda ihtilâf edildi. Denildi ki bu ikisi Türklerdir. Yine denildi ki, Ye'cüc Türklerdir. Me'cüc ise el-Ciyl ve Deylemlilerdir. Sonra bu insanları, bu boylu, küçük cüsseli ve bir karış boyunda vasfettiler, bazıları da uzun boylu, büyük cüsseli, uzun tırnaklı, yırtıcı hayvan dişli olarak vasfederler. Onların arzı ifsad edişlerinde de ihtilâf olundu. Denildiki onlar, insanları katlederler, insan eti yerler, ilk baharda çıkıp etrafta hiç bir şey bırakmazlar. Hülâsa olarak, fesaddan kastolunan şunlardan biri olabilir. Doğrusunu Allah bilir.7 er-Râzî, onların insan cinsinden iki kabile olduğunu, on cüz olan insanların dokuzunu onlar teşkil ettiğini  kaydeder.8

1 es- el-Kahire 1373/1953, 11. 583. 
2 Aynı yer, dip not. 2.
3 Aynı eser 111. 106.
4 Tefsiru Ibn Kesir, el- Kalure 1373. 111. 106.
5 en-Neseit, Medâriku't-Tenzil Hakaikut-Te'vil, Mısır, Matbaatu İsa el-bâbî'l-Halebi, III. 25, 89.
6 el-FiruzâbâdI, Tenviru’l-Mikbâs min Tefsiri İbn Abbas, Mısır 1316, 8. 188. 
7 Fahuddîn er-Râzî, Mefâtihu'l-Gayb, İstanbul 1307. V. 757.
8 Aynı eser, VI. 195.

Ebû Hayyan, Ye'cüc ve Me'cüc, Âdem oğludur ve iki kabiledir. Onların Yafes b. Nuh oğulları olduğu  söylenir. Ye'cüc Türklerdendir, Me'cüc el-Ciyl ve Deylemlilerdir. es-Süddî ve ed-Dahhâk, onların Türk olduğunu söylerler. Seddin arkasında kaldıkları için kendilerine Türk denildi, adedleri hususunda ihtilâf olunur. İfsadları, insanları yemeleridir denir. İfsad katil ve zulümdür…1

et-Tabressi, Yecüc ve Mecüc iki kabiledir, Vehb ve Mukatil, onlar Türklerin babaları olan Yafes oğullarındandır, es-Süddi ise, onlar Türk'tür. Ka'bu'l-Ahbar onlar Âdem oğullarından nadir kimselerdir, der. Ona göre, Âdem A.S. ihtilam olur, nutfesi toprağa dökülür. Allah Taâla bundan Ye'cüc ve Me’cüc yaratır. Onlarla baba cihetinden bîr benzerlik vardır. Ana cihetinden böyle bir şey bahis konusu değildir demektedir.2

el-Kurtubî, Ye'cüc ve Me'cücün ifsadlarında ihtilâf olduğunu söyledikten sonra, şu haberleri nakleder. Said b. Abdilaziz, ifsaddan maksad insan eti yemeleridir. Bazıları da onların ifsadı, beşer tarafından malûm olan zulüm ve katl gibi şeylerdir. Ka'bdan naklen, Âdemin ihtilamı hâdisesi, Süddi ve Dahhaktan naklen de Türkler olduğunu, Süddi ve Kata de'den naklen de, Seddin arkasında bırakılmış olamalrından dolayı Türk ismini aldıklarını kaydeder.3

Ebû Hanife ed-Dineverî, el-Ahbâru't-Tivâl eserinde, İskender Çin hükümdarını sulh ile yola getirdikten sonra, oradan Allah’ın kitabında Ye'cüc ve Me'cüc diye bahsettiği bir kavme döndü. Bu milletin cinslerinden sordu. Kendilerine Y e'cüc ve Me'cüc dendiği, zırhlı ve evlerinin köprülü olduğu söylenir.4

el-Hâzin, onlar Nuh oğlu Yafes evlâdıdırlar. Türkler de onlardandır. Zü’l-Karneyn onlardan bir guruba sed çektiği için, diğer bir kısmı hâriçte bırakıldıklarından Türk ismiyle tesmiye olunmuşlarıdır.5

1 Tefsiru Babri'l-Mubit, Mısır 1328, VI. 163.
2 Mecmau'l-Beyân fi Tefsiri'l-Kur'ân, Tahran 1373, VII. 494.
3 el-Câmi li Abkâmi'l-Kur'ân. Kahire 1360/1941, XI. SS-58.
4 el-Ahbâru’t-Tıvâl, el-Kâbire 1960, s. 37.
5 Lübibu’t-Te’vil, Mısır 1317, III. 244-245.

el-Âlûsî, Yahudi Ahbarının rivayetine göre Ye'cüc ve Me'cüc en uzak şimaldedirler, onlardan başka kimse orada yaşamaz. Ye’cüc ve Me' cücün el-Hazer ve Türkler olmasına tarihçiler muhaliftirler. Tarihçiler indinde seddin yapıcısı Kisra Nuşirevân veya İsfendiyar olduğu söylenir.1

Kâtib Çelebi, Ye'cüc ve Me'cüc ve Seddi Zü'l-Karneyn Kur’ânı Azimuşşanda mezkûr olup, müfessirler Ye'cüc ve Mecüc esnafı kavmi Türkten aksayı mamurede sakin bir sınıftır. Kesiru'l-Kâme, kulakları büyük vahşi insan şeklinde bahaim gibi olup munatı arzı Türkdedir...Kâtib Çelebi Zü'l-Karneyni İskender olarak kabul etmez. Onun Hz.İbrahim zamanındaki Himyer meliki olduğunu, ve her ikisinin Mekkede karşılaşmış olduklarını söyler.2

İbn Hacer el-Askalâni, Onlar Âdem evladındandır. Denildi ki onlar Türklerdir, bunu Dahhak söyledi. Yine denildi ki Ye'cüc Türklerdir,  Me'cüc de ed-Deylemlilerdir. Ka'bdan rivayete göre onlar, anneleri Havvasız olarak dünyaya  gelmiş Adem oğludur... Ye'cüc ve Me'cüc birer ümmettir, her ümmet 400 bin adettir. Onlardan bir adam kendi sulbünden bin kişi silâh taşıdığını görmedikçe ölmez, denilen bu haberi cidden zayıf bulmakta, hatta hadisin mevzu olduğunu söylemektedir. İbn Ebi Hâtim de buna münker demiştir. Bazı haberlerde Ye'cücve Me’cüc kadınları diledikleriyle cima ederler denilmektedir. Zaten Zeyneb hadisinde geçen el-habs lafzı, zina veledi zina, füsûk, fücur ile tefsir edilmiştir. Şerir kötü amelinde ısrar ederse ve onu ifşa ederse fesad umumileşir.  Neticede bu işi az yapan da çok yapan da helâk olur. Sonra herkes niyeti üzere haşrolunur, (demektedir).3

1 Ruhu'l-Maânî, Bulak 1301, V. 137.
2 Kitâbu 1145. s. 377-37&.
3 Fethu'l-Bâri bi  Şerhî Sahihi’l-Buharî Hatbaatu'l-Hayriyye 1329, XII. 86-90

Seyyid Kutub, Ye'cüc Me'cüc kimdir? Şimdi onlar nerededir? Onların hâdiseleri ne zaman oldu veya ne zaman olacak? Bütün bunlara cevap vermek güçtür. Onlar hakkında Kur'ân ve  bazı sahih haberlerden başka bir şey bilmiyoruz. Kur'ân da Zü'l-Karneynin anlatıldığı mahalde ‘'Rabbımın vadi geldiğinde...” diye başlayan nasda zaman tahdid edilmemektedir. Allah’ın Va’di seddi yıkmaktır. Enbiya süresindeki "Nihayet Ye'cüc ve Me’cüc (seddi) açılıpta..." âyetinde ise, onların çıkış zamanı hududlandırılmamaktadır. Bu beşeri bir hesab değil ilâhî bir hesabdır. Bu milyonlarca sene ve asırlar olabilir. Beşer onu çok uzun bir müddet gibi görür, halbuki o Allah indinde kısadır. Hazreti Peygamberin rüyasını, Moğolların arab mülkünü ve Abbasî hilafetini yıkması ile mümkün olabileceğini  de ihtimaller içinde tutmaktır.1

Şeyh Hüseyn el-Cisri, küçük bir risalesinde, Yecüc ve Me’cüc dünyanın neresindedir? Şeklinde sormakta, sonra da, dünyada bu isimde bir kavme rastlanmadığını, onların vasıfları dikkate alınırsa, dünyanın en kısa insanlarının kutuplar bölgesinde yaşayan Eskimolar, en uzun insanların da Cenub Kutubuna yakın Patagonyalılar olduğunu söyleyerek, bu iki kavmin kutup sakinleri olduğunu ileri sürmektedir.2

Vânî Mehmed Efendi (Ö.1096 /1685), Osmanlı Medresesinin tassubuna karşı çıkan ve konumuz olan davayı seleflerine nisbetle başka açıdan müdafaa eden bir zattır. Arâisu’l-Kur’ân ve Nefâisu'l-Furkân adlı Mevize kitabında Oğuz Hanın, Zü'l-Karneyn söyler. Türkler, Kur'ânda bahsi geçen Zü-'l-Karneyden maksad Oğuz Hân olduğunu söylerler ki, bu hususta tereddüdü mucib olacak bir nokta yoktur. Arap müfessirlerinin, Ye'cüc ve Me'cücün Türkler olmalarını söylemelerine mukabil, Vâni Mehmed efendi, yukarıdaki ifadesiyle, aksini iltizam ederek Ye'cüc ve Me’cüce karşı demir ve bakırdan bir bir sed yaptıran Zülkarneyni Türkleştirmiştir.3

1 Fi Zılâli’l-Kur'ân XV!. 15.
2 Müellifin Trabluşşam gazetesinde neşredilen arapça makalesi Mehmed Tevfik tarafından Türkçeye çevrilmiş ve Ye'cüc ve Me'cüc adı altında 1327 tarihinde İstanbul’da basılmıştır. 
3 İsmail Hâmi Dânişmend, Türklük ve Müslümanlık, İstanbul 1959. s. 132-133.

Ye'cüc ve Me'cüc Kelimelerinin Menşei:


Ye'cüc ve Me'cüc kelimelerinin menşeini bir asla dayandırmak ta güç bir iştir. Dilciler bu kelimenin menşei hakkında geniş ihtilâfa düşmüşlerdir. Bu iki kelimenin asılları hemzeli midir? Hemzesiz midir? Yedi kıraat imamaında sadece Asım hemzeli olduğunu söylemiştir. el-A’meş ve Ya'kub da hemzeli okumuşlardır.  Geri kalan imamlar hemsezis olarak kabul etmişlerdir. el Ferra, bunun Benu Esed dili  olduğunu söylemiştir. Hemzeli olarak kabul edenler el-Ecic, ateşin alevlenmesi, el-İcâc ise tadında acılık ve tuzluluk olan suya denir. Teeccüc ise ateşin kendi kendine tutuşup alevlenmesine denir. el-Kisâi ise, Ye'cüc kelimesinin, "teeccücün nâr’dan alındığını, hareketindeki süratten dolayı böyle tesmiye edildiğini, Me'cüc ise Mevcu'l-Bahr’den alınmıştır''der. Bu kelimelerin yecece ve Mecece’den müştak olduğunu söyleyenler olduğu gibi, bu kelimeleri arapça olmayıp a'cemî olduğunu iddia edenler de vardır. Bunlar devamlı hareket ve dalgalanma halinde olduklarından alevli ateşe veya fırtınalı denize benzetilmişlerdir. Diğer yönden bu milletin hareketlerinin şiddetinin ifade ettiği fenalık ve acılık, tuz acılığına benzetilmektedir. Veyahut deve kuşu nasıl hızlı koşarsa, Ye'cüc de düşmanını hisseder etmez üzerine hızlı koştuğu için, ona benzetilmiştir. et-Taberi de hemzesiz olarak okur.1 Avrupalı müsteşlikler, bu iki kelimenin menşeinin İbrani ve Süryaniceden geldiğini, iddia etmektedirler.2

Ye'cüc ve Me’cüc hakkında kıymetli bir araştırma yapmış olan Musa Carullah Bigi, bu iki kelimenin aslının Yunanca olduğunu söyler. Ye'cüc, Teos ve Agos kelimelerinden teşekkül eden Demagog kelimelerinin arapçaya geçmiş şeklidir. Demagog önceleri şahsının arzusunu, nefsinin ihtiyaçlarını kendi çıkarı uğruna, milleti sevk ve idare eden demektir. Sonraları müfsidlik manasına, halk dalkavuğu namasına kullanıldı. Teagog ise İlahları, şahsi garzları yolunda sevketmek, heva ve heveslerine mübtela, kibirli, merhametsiz ve fesad çıkaran manalarına gelir.3

1 Bu konuda fazla bilgi için bkz. Lisanu'i-Arab, Beyrut 1374, II. 206-207; Sıhalı el-Cevheri. Mısır 1376, I. 297-298; Tâcu'l-Arus, 1311. II. 3-4; Ez-Zamanşeri, Esâsu'l-Belâga, Mısır 1327,1.6; Mefâtihu'l-Guyb V.756; Tefsiru Bahri’l Muhil VI.163.; Tefsiru’ı-Nesefi III, 25; II. 583; Tefsiru'l-Kurtubt, XI. 55; Tafsiru't-Tabressi VII. 492.
2 A. jeffery. The p. 289.
3 Veciic. Berlin 1933, s. 32.

NETİCE


Görüldüğü gibi Kitabı Mukaddeste, Allah’ın emirlerini tam olarak yerine getirmeyen ve ona karşı isyan eden yahudileri korkutmak ve onları doğru yola getirmek maksadıyla dehşet ve kuvvete sâhip bir milletten ve onların reislerinden behsedilmektedir. Şunu da bilmek gerekir ki, eski devirlerde dünyanın her tarafı meskûn olmadığı gibi, her taraf da bilinmiyordu. Anadolu, Yunan, Roma, Mısır, Arabistan, İran bilinmekte, Çin ve Hindistan içleri, Kafkasyadan itibaren Kuzey ve Sibirya, Amerika ve Okyanusya insanların meçhulü idi. Medeniyetler bilinen bölgelerde gelişmişti. Kısacası o gün dünya bu güne nisbetle dar bir bölgeden ibaretti. Filistinin Kuzeyinde, Suriye, Anadolu ve Kafkasya çeşitli ırklara mensûb çeşitli milletlerin cevelengâhı olmuştu. Göçebe halinde yaşayan Orta Asya kabilelerinin de cevelengâhı olan bu bölgeler, Katâbı Mukaddes müfessirlerince, Türklere ve Türk ırkına  mensûb kavimlere atfedilmiştir. Kuvvetli ve cengâver olan Türklerden sadece İranlılar ve Avrupalılar korkmamış, Yahudiler de korkuya kapılmışlardı. İnsan psikolojik bir hal olarak, korktuğu şeyleri çok çeşitli şekillerde tahayyül etmeye mütemâyildir.

Kitabı Mukaddes’de Ye'cüc ve Me'cüc kuvetli bir kavim ve onların yeri uzak Şimal olarak gösterilir. Bunların kim olduğunun daha fazla bir beyanı yoktur. Uzak şimalden maksad, o gün için bilinen İran ve Anadolunun Kuzey tarafları olan Kafkasya mı? Yoksa o gün için bilinmeyen Kuzey bölümleri mi?  Olduğu hususunda da sarahat yoktur. Kitabı Mukaddes müfessirlerinin eski coğrafya kitaplarındaki haritalarda Türklerin anayurtları olan bölgeler Ye'cüc ve Me'cüc diyarı olarak gösterilmiştir. Bunlar İslâmi eserlere kadar girmiş ve dünyanın iklim bölgeleri gösterilirken, Orta Asya bölgesi Ye'cüc ve Me'cüc memleketi olarak zikredilmiştir. Bütün bunlar Kitabı Mukaddesteki metinlerin muhayyel bir şekilde tefsir edilmesinden çıkarılmıştır. 

Yuhannanın vahyi, kısmındaki metinden göre, şeytanın kışkırtmasıyla, Yahudilere saldıracak olan,  dünyanın bütün milletleri Ye'cüc ve Me'cücdür. Bu da isyankâr ve âsi Yahudileri terbiye etmek maksadıyla, Allah onların üzerine bütün milletleri zaman zaman sevkedecektir. Kuvvetli düşmanın şiddetli pençeleriyle Yahudiler yola geldikten sonra, Yehova (Yahudilerin Allah’ı) Yahudiler uğruna bütün milletleri kurban edecektir. Bu gün kendini bir gösteren Siyonizmin, dünya Emperyalizminin temeli buraya dayanır. Burada garib olan taraf, zikredilen bu hususlar, sadece Yahudi havralarında değil, Hıristiyan kiliselerinde de okunur durur ve her sene milyonlarca basılan Mukaddes Kitabları dünyanın her tarafına dağıtılır. Halbuki, insanlık, Yahudilerin egoist tabiatlarını, kendilerinden gayrı olan insanlara saygısızlıklarını biraz düşünse onların gayelerini anlamaması mümkün değildir.

Kur’ânı Kerimin iki âyetinde zikredilen Ye'cüc ve Me'cücü, rivayet meftunu olan ekseri müfessirler.  Kitabı Mukaddesin ve Onların müfessirlerinin sözlerini, kâhin ve şâirlerin hayal kuvvetiyle ortaya koyduklarını, halkın korku vehmiyle uydurdukları masalları, İsrâiliyat namı altında nakletmişleridir.  İslâm dinine bir çok dinlerin hurafeleri İsrâiliyât adı altında girmiştir. İslâmiyetin zuhurundan itibaren ihtida eden Yahudiler ve diğer din sâlikleri, Kitabu Mukaddesin, Kur’ânı Kerimle müşterken bahsettikleri neseb ve târihî hâdiseler de, islâmî ilimler ve bilhassa tefsirde derin tesir icra etmişler, bunun neticesi olarak ta pek çok müfessir,  İsrailiyatı aşırı bir şekilde tekrarlamışlardır. Ahdi Atik nebilerinin sözleri, Yuhannanın rüyaları, Yahudilerin vehimleri, Hristiyanların cehaletleri gibi haller, Kur’ânı Kerim âyetlerine hâkim olup, onları izah edemez, böyle bir durum Kur'âna tecâvüzdür. Zaten Ye'cüc ve Me'cücün geçtiği iki âyet dikkatle tetkik edilecek olursa, sıfat fesadcı anlamını açıklamaktadır. Ye'cüc ve Me'cücün cinsiyetleri, zamanları ve mekanları tayin edilmediğine göre, Bunlar yer yüzünde her yerde ve her millette olabilir. Bunu Türklere hamletmek hata, gaflet ve cehaletten başka bir şey değildir. 

Türkler, İslâm dininde kendi manevî benliklerini için müslüman olmuşlar ve bu dini kabul ettikten sonra da, onu müdafaa için en büyük cehd ve gayreti göstermişlerdir. Onlar hiç bir şey yapmamış olsalar dahi, Sünniliği, Şiiliğin istilâsından korumaları; haçlı ordularına karşı, İslâmı savunmaları ve İslâmiyet için en büyük tehlike olan Doğu Roma İmparatorluğunu ortadan kaldırıp, Avrupa ortalarına kadar İslâm bayrağını dikmeleri, kâfi bir hizmet sayılırdı. Avrupada islâm dini yerine, Türklerin dini bir ifadenin kullanışı, Türklerin islâma hizmetlerinin en mühim delilini teşkil eder. Türk ırkının Asya ve Avrupadaki istilâlarının husule getirdiği umumi dehşet, mağlub milletleri, bu istilaları hep Ye'cüc ve Me’cüc akınlarıyla tefsir ve te’vil etmeye sevketmiştir. Yahudi ve Hristiyan müfessirler Türk ırkının ilk atasını tayin etme hususunda, Kitabı Mukaddes fıkralarıyla Türk tarihinin muhtelif inkişafları arasında  bir takım münasebetler kurmaya çalışmışlardır. Ye’cüc ve Me'cüc Türkler ilk söyleyenler de Ahdi Atik müfessirleri Milâdî birinci asrın meşhur Yahudi tarihçisi Josephe Fleavius (37-95), Ye'cüc ve Me'cüc isminin muhatabı Kafkasya Kuzeyindeki İskitler olduğunu söylemiştir. Hristiyan-Latin edebiyatı, umumi insan tipinden büsbütün ayrı muhayyel bir tip ortaya çıkarmışlar, yamyamlık ve canavarlığı da ilâve ederek, bu muhayyel Ye'cüc ve Me'cücü, Türk ırkına  mal etmişlerdir.

Müphemât ilminin kaynağının sağlam rivayetler olduğunu söylemiştik. Hz. Peygamberden Ye'cüc ve Me'cüc gelen sahih hadis mecmualarındaki haberlerde de, cinsleri, yerleri ve zamanları hakkında fazla bir bilgiye rastlanmamaktadır.  Hadislerin ekseriyetle ifade mana, müfsid, ahlâksız ve fücûru artırıcı oluşu yer almaktadır. 

Kur'ân ve Hadislerde, cinsleri, yerleri ve zamanları bildirilmeyen Ye'ciic ve Me'cücü, müfessirler ve bu konuya temas eden islâm müellifleri çoğunlukla isrâili hikayeleri bir tenkid süzgecinden geçirmeksizin nakletmişler, bu, ırkçılık ve milletçilik tassubuuu körküklemek isteyen ve Türklerin îslamiyetteki büyük hizmetlerini çekemeyenler için, bulunmaz bir ganimet olmuştur. Asıl üzülünecek  acı taraf, Türkler aleyhine uydurulan bu garazkârane efsaneler, arab medresesinden Türk medresesinede intikal etmiş,  bu efsaneler birer dinî hakikatmiş gibi Osmanlı medreselerinde de tekrarlanmış ve bunu tenkid eden bir kaç âlimi de, İslâm vahdetine halel verecek bir tefrikacılıkla ve diğer milletlere karşı aşırı bir taassubla itham etmişlerdir. Tarih, Hun, Cengiz, Hülagu ve Timur istilalarından bahseder. Galibler için görünen bu fetihler. Yahudi kâhinlerinin, Hristiyan kilise tarihçilerinin hayalleri, Orta  Çağda Avrupada din namı adı altında girişilen İnsanlık dışı hareketleri kadar vahşi olamaz. O devirde Engizisyonun insanları inleten vahşeti, Hristiyan âleminin son asırlarda tatbik misyonerlik ve sömürgecilik hareketlerini, yirminci asır medeniyetinde insanları yok eden cihan harplerine, Komünizmin insanlık dışı Jenosid (bir milleti toptan yok etme, katletme) hareketlerini gördükten sonra, Ye'cüc ve Me'cüc Türklerdir demek, aşırı bir saflık, gaflet ve kasıttan başka bir  şey olamaz. Vaktile kuvvetli olan ve çeşitli milletleri korku ve içinde bırakan Türkler, Ye'cüc ve Me'cüc olsalardı, her halde bu gün milyonlarca ırkdaşımız komünizm Ye'cüc ve Me’cüclüğünün zulmü toptan yok olma durumuna düşmeleri gerekirdi.

Rivayet meftunu olmayan, aşırı ırkçılık tassubundan kendini koruyabilen kimseler, Türklerin îslâm alemindeki hizmetlerini çok güzel bir şekilde ortaya koymuşlardır.1 Türklerle Arabların ilk teması Hz. Ömer’in son senelerinde İran devletinin ortadan kalkmasıyla, Horasan ve Maveraunnehirde, vukua gelmiş, daha sonra halife Mansûr (Ö.158 /775) devrinde, Türklerin devlet hizmetinde kullanıldığını görmekteyiz.1 Harun er-Reşid devrinde, halifenin muhafız taburunun bir kısmı Türklerden teşekkül etmekte idi. Me’mun ve Mu’tasım devirlerinde, Türkler hilâfet ordusunun en mühim kısmını teşkil  etmekteydiler. Dr. Ramazan Şeşen, neşrettiği Câhızın eserinde. Köprülü kütüphanesinde bulduğunu söylediği  bir coğrafya kitabında  Türklerden bahsedilirken, orada enteresan bir hususa temas  edildiğini görmekteyiz:

1 Kaynaklarda Türklerin seciyelerinden ve yaşayışlarından bahseden eserler hakkında bkz. Abmed b. Fadlan, er-Rıhle, Leipzig 1939 (Zeki Velidi Togan tarafindan neşredilmiştir. Eserin Türkçe tercümesi. Dr. Lülfi Doğan tarafından yapılmıştır. (İlahiyat Fak. Dergisi, Sene 1954. s. I-II, s. 59-80); Ebu'Alâ Muhammed b. Hassûl (ö. 450/1058) Tafdilu’l Etrak, Belleten. IV. 14-15; İbn Hordazbih. Kitabâu'l-Mesâlik, 1889, s. 162;Mu'ccmu'l-Buldân (Türkistan Maddesi; Kamil fi't-Târih; el-Câbiz, Hilâfet ordusunun menkibeleri ve Türklerin faziletleri; İsmail Hami Dânişmend, Türklük ve Müslümanlık; Şerafettin Yultkaya, Türklere dâir arapça şiirler (Türkiyat Mecmuası V.307 326).

Tokuz Oğuzların (Uygurların) Memleketleri:


Burası Çin seddi ile sınır olan büyük bir memlekettir. Uygurların geniş bir ülkesi, büyük bir ordusu vardır. Onlar dokuz kabileden müteşekkildirler. Hükümdarlarının senenin günleri sayısınca 360 tane cariyesi bulunur… İçtikleri üzüm şırasındadır. Halk hükümdarı ancak senede bir gün görebilir. O gün hükümdar çıkacağı sırada yollar ve sokaklar insanla dolar. İnsanlar yolların iki tarafına sıralanır. Hükümdar sarayından çıkınca, veziri atının dizginini tutar. Halk onu görünce secde ederler... Elbiseleri çin ipeklerindendir. Kıyafetleri Çin halkının kıyafetleri gibidir. Hükümdarın kuşandığı bir altın kemeri vardır. Onlar esirlere iyi muamele ederler ve onları öldürmezler. Mani dinine mensubdurlar. Hükümdarları seddin başına kabileler tayin etmiştir. Bu kabileler seddi bekleyip, Ye'cüc ve Me’cüc, seddin yapımının devam ettiğini zannederek, harekete geçmemeleri için çekiçlerle sedde vururlar. Uygurların  memleketinde yer yüzünün en yüksek dağı bulunmaktadır...

Burada, Uygurlar, Çin seddi arkasına Ye'cüc ve Me'cüc olarak vasfettikleri Çinlileri beklemektedirler. Sümmame b. Aşras: "Türklerin elinde bir müddet esir kaldım. Onlar gibi, insana ikram ve taltifte bulunanları görmedim" demektedir.2

1 Hilafet Ordusunun ve Türklerin Faziletleri. Ankara 1967, s. 28-29.
2 Hilafet Ordusunun menkibeieri, s. 76.

Bilhassa el-Câhız, Türkler hakkında şöyle demektedir: Türkler yaltaklanma, yaldızlı sözler, münafıklık, kovuculuk, yapmacık, yerme, riya, dostlarına karşı kibir arkadaşlarına karşı fenalık, bidat nedir bilmezler. Çeşitli fikirler onları bozmamıştır.  Hileli şer’iyye ile başkalarının mallarını helal saymazlar. Onların tek ayıbı ve başkalarının  kendilerinden soğutan husus, vatanlarına karşı çok iştiyak duymaları, zaferin sevincini, birbiri peşinden vukuunu, ganimetin tadını ve çokluluğunu ...uzun zaman boş durmakla kahramanlıklarının boşa gitmesini, aradan uzun müddet geçmekle enerjilerinin tükenmesini istemedikleri için, muhtelif memleketlerde dolaşmayı sevmeleri, yağmaya ve çapulculuğa düşkünlükleridir. Zira bir şeyin ustası olan insan, ondan mahrum kalmaya tahammül edemez. Bir işi  bilmeyen, ondan kaçar.1

Türkler, Arablardan milletler içinde vatan sevgisine en fazla sahip olan millettir. Çünkü onların vücudlarının terkibi de, tabiatlarının karışımında başka milletlerin sahip olmadıkları derecede memleketlerine, topraklarına dair hususiyetler, vatanlarının hasretini çekme hassası ve diğer kardeşlerine benzerlik vardır…Türklerin kadınları erkekleri gibidir. Hayvanları da kendileri gibi Türk hususiyetini taşır.2 

Kuvvetli bir azme sahip olmalarından ve alışmadıkları âdetlerden daha fazla Türkleri vatanlarına  dönmeye sevkeden başka bir sebep de şudur. İkâmet etmek, bir yerde eğlenmek, uzun müddet kalmak, beklemek, az hareket etmek, az işle meşgul olmak Türkere çok gelir. Zira onların bünyeleri hareket üzerine kurulmuştur. Durmaktan nasibleri yoktur. Ruhî kuvvetleri bedenî kuvvetlerinden daha fazladır. Onlar ateşli, hararetli anlayışlı kimselerdir. Hatıraları çok, bakışları keskindir. Kıt geçimi acizlik, uzun zaman bir yerde kalmayı ahmaklık, rahatlığı ayak bağı, kanaatkârlığı azimsizlik, muharebeyi terketmenin zillet kabul ederler.3

1 Hilafet ordusunun menkıbeleri, 772 yer.
2 Aynı yer.
3 Hilafet ordusunun menkıbeleri a. 79.

Şimdi birazda Türklerin vasıflarını İbn Hassûl'dan dinleyelim: ‘’Şimdi bu milletin yani Türklerin müstahak olmadıkları vasıfları kendilerine vermeksizin ve aynı zamanda mâlik oldukları evşafı kendilerinden nakzetmeksizin ne lehlerinde ne de aleyhlerinde bir taaassub eseri göstermeden tabiat ve huylarını ve diğer hayatî vasıflarını söyleyelim...Tarihî hakikatler ve tarihî vak'alar ve hususiyle siyasî meseleler, vukuları esnasında bir takım ahvalin müdahalesi, şurût ve zurûfun ihatası altında bulunduğundan salih surette görülmez. Binaenaleyh çok zamanlar tarihî vakaları yaşayan muasırlara itimat bizi hataya sevkeder. Tarihî harikatler satıhdan görülmeyen, alttan akan nehirler gibi derin ve gizli yollar ile intişar eder. Tarihî haberler, İlmî seyahatler, hac ve ticaret yollarıyla, başkalarının lisanlarıyla yayılır. Bunlarda muhtelif temayüller âmil olduğundan, tarihî haberlerin tebliğleri de muhtelif tarzlarda olur. Bunlar içinde itimada şayan olanları, kendilerine vüsûk ve itimad edilecek zatların verdikleri haberler içinde nâkiller tarafından nazarı tetkik ve tenkitden geçirilmiş olanlardır.

Dahhâk hakkında Fürs arasında bir takım hurafat ve ebatıl  devam eder. Güya onun omuz başlarında iki yılan varmış, bunlar acıkınca Dahhâki ısırırlarmış ve bunlara her gün ahaliden bir gencin beyni verilirmiş. Bu gibi şeyler aklı başında olanlarca merduddur. Bu Dahhâk, zalim ve insafsız bir cebbar hükümdar olduğundan, ahali korkularından bunu böyle garib ve korkunç bir şekilde tasvir ve tasavvur etmişlerdir. (Araplar ve onlardan daha evvel Yahudi ve Hristiyanlar Türklerden korktuklarını onları Ye'cüc ve Me'cüc olarak vasfetmişlerdir) İran ve Turan cinsleri adalet eksik olmamış, dâima bir taraf gâlib, diğer taraf mağlup  olarak, aralarında harp devam ededurmuş ve bu harplar arapça ve farsça manzum ve mensur kitablarda şehredilmiştir.  (Zâl oğlu Rüstemin kahramanlıkları gibi). İran’da yapılmış olan pek çok sağlam kaleler, İranlıların Türklerden korktuklarının delili değil midir? Sasan Hanedanının kurucusu olan Erdeşir  bile Türklerle iyi geçinme siyaseti takip etmiş,  kendisinden sonra geleceklere de, bu siyaseti terketmemelerini tavsiye etmişti.1

1 İbn Hassûlun Türkler bir Eseri, (Abbas Azzâvî, Türkçeye çeviren Şerafuddin Yaltkaya, Belleten IV. s. 235-266).

Yahudi ve Hristiyan evhamı ve rüyaları neticesi olan Gog ve Magogu Türk ırkına  tahsis etme gibi bir durum, bu büyük milletin şan ve şeref ve haysiyetiyle tarih önünde alay etmektir. Hele, Gog ve Magogu, Kur'ândaki Ye'cüc ve Me'cüc ile aynı olduğunu söylemek ve Kur'ân âyetlerini bir vesika gibi göstermekte tatmin edici değildir. Kendilerini Allah’ın seçilmiş kulu addeden ve Allah’ı da kendilerine tahsis eden Yahudiler, kendileri dışında bulunan bütün milletleri Gog ve Magog addederler. Gog ve Magog adında bir millet yer yüzünde hiç bir zaman bulunmamış, böyle bir millet Yunan mitolojisinde bile yoktur. Kerim Yahudi hayal ve  rüyalarına asla vasıta kılınamaz.

Baş tarafta, çok bilinmeyenli bir problem olduğunu söylediğimiz bu meselenin en doğrusunu Allah bilir. Kur'ânda zikri geçen sed, Zü'l-Karneyden, onun yapılması isteyen kavmin, bu sayede teşkil ettikleri heyeti içtimâiyeleri olsa gerektir ki, demir kütleleri gibi kuvvetli olan unsurlarına akıtılan feyzi Rabbani ile maddi ve manevi bir sed demek olabilir.

Bütün bunlardan sonra Ye'cüc ve Me'cüe kimdir? Nerededir? Neler yapmışlar? ve Neler yapacaklardır? gibi sorular, kati olarak cevaplandırılması zor olan şeylerdir. Biz, Kur'ân ve Sahih hadislerin bu hususta verdiği bilgilere inanır, daha ilerisini araştıramayız. ‘’Allah’ın va'di geldiğinde’' vahyi ilahîsi bir zamanla tahdid edilmiş değildir. Bu Va’din zamanı gelip geçmiş olabileceği gibi, gelecekte de olabilir. İlahî hesaba göre olan zaman mefhum, insanlarınkinden bambaşka birşeydir. Ye'cüc ve Me’cüc hakkında söylenilenler yazarların tahayyül ve tercihlerinden ibarettir. Yoksa bunlar kesin bir ifade değildir. Baş tarafta verdiğimiz, Kitabı Mukaddes metinlerinde zikri geçen Gog ve Magogu cinsleri ve yerleri tayin edilmediği halde, Kitabı Mukaddes  şârihleri onları, korkutukları ve tahayyül ettikleri şekillerde vasıflandırmışlardır. Gayrı müslim müelliflerin bunların kimler olduğu hakkında bir ittifakları dahi yoktur.

Kur'ânda ve Hadislerde geçen Ye'cüc ve Me'cücün cinsiyetleri, mekânlan ve zamanları tayin edilmemekte, sadece bir vasıf olarak yeryüzünü ifsad edenler manasına alınmaktadır. Bazı islâm müelliflerinin eserlerinde, Türklere tahsis edilme gibi bir durum, sadece onların şahsî taassub, rivayet meftuniyetlerini ve tercihlerini göstermektedir.Yoksa bunlar asla ilmî bir hakikat değildir. Her devrin Ye'cüc ve Me'cücü mevcudtur.

Bazı haberlerde Ye'cüc Ve Me’cüc kadınları, diledikleriyle cimaettikleri söylenir. Sert ve Türklerde böyle birşeyin olmadığı ve zinaya en şiddetli cezalar tatbik ettiklerine dâir rivayetler vardır. Cemiyetleri fesada götüren bu gibi hareketler her zaman ve her devirde az veya çok görülebilir.

Cinsiyetleri, zaman ve mekan bildirilmeyen Ye'cüc ve Me’cücün gerek Zü'l-Karneyn zamanında  mevcûd olup hapsedilmeleri, gerekse kıyamet alameti olarak âhir zamanda ortaya çıkıp,dünyayı fesada vermeleri gibi ifadelerden anlaşılıyorki, onlar herzaman ve her devirde dünyayı ifsad eden kimselerdir. Her milletten de olabilir.


Murat Apay

Yorum Gönder

0 Yorumlar