21. Yüzyıl İçin 21 Ders : 21 Meditasyon




Sadece izle


Bu kadar çok anlatıyı, dini ve ideolojiyi eleştirdikten sonra, kendimi de ateş hattına koyup, bu kadar kuşkucu birinin nasıl olup da sabahları hala neşeli uyanabildiğini açıklamak hakkaniyetli olacaktır. Ne var ki, kısmen bir rahat düşkünü gibi algılanmak korkusuyla, kısmen de sanki benim için iyi işleyen bir sistem herkes için aynı şekilde işleyecekmiş gibi bir yanlış intiba uyan­dırmak istemediğimden, bunu yapma konusunda tereddüt ediyorum. Gen­lerimin, nöronlarımın, kişisel tarihimin ve dharma'mın herkeste ortak olma­dığının son derece farkındayım. Ama okurların en azından benim dünyaya bakarken taktığım gözlüğün camlarının hangi tonlarla renklendiğini, dola­yısıyla aslında görümü ve yazımı çarpıttığını mutlaka bilmesi belki de iyidir.

Gençken sorunlu ve huzursuz biriydim. Dünya bana hiçbir şey ifade etmiyordu ve hayata dair aklımdaki büyük sorulara ilişkin hiçbir cevabım yoktu. Özellikle, dünyada ve benim hayatımda neden bu kadar çok acı oldu­ğunu anlamıyor, bu konuda ne yapılabileceğini bilmiyordum. Çevremdeki insanlardan ve okuduğum kitaplardan tek öğrendiğim, ayrıntıları incelikle işlenmiş kurmacalardı: tanrılar ve tanrı katı hakkında dini mitler, anavatan hakkında milliyetçi mitler, aşk ve macera hakkında romantik mitler ya da ekonomik büyüme, satın alma ve tüketmenin beni nasıl mutlu edeceğini an­latan kapitalist mitler. Bunların hepsinin muhtemelen sadece kurmacadan ibaret olduğunu fark edecek kadar kafam çalışıyordu ama hakikati nasıl bu­lacağıma dair hiçbir fikrim yoktu.

Üniversiteye başlayınca, üniversitenin cevapları bulmak için en uygun mekan olacağını zannettim. Ama hayal kırıklığına uğradım. Akademik dün­ya beni insanların şimdiye kadar yarattığı bütün mitleri yıkmak için güçlü aletlerle donattı ama hayatın büyük soruları için tatmin edici cevaplar sun­madı. Aksine beni gitgide sınırları daha da dar sorulara odaklanmaya teş­fivik etti. Nihayetinde kendimi Oxford Üniversitesi'nde ortaçağ askerlerine ait otobiyografik metinler üstüne bir doktora tezi yazarken buldum. Hobi olarak onlarca lse kitabını okumaya ve birçok felsefi tartışmaya girmeye devam ettim. Bunlar bitmez tükenmez bir entelektüel eğlence kaynağı sunsa da, bana gerçek anlamda neredeyse hiçbir içgörü kazandırmadı. Bu son derece siniri bozucu bir durumdu.

Sonunda bir gün, yakın arkadaşım Ron bütün kitapları ve entelektüel tartışmaları bir kenara bırakıp Vipassana meditasyonu dersini denememi tavsiye etti. ("Vipassana" Eski Hindistan'ın Pali dilinde "içe bakış" anlamına gelir.) Bunun yeni akım saçmalıklardan biri olduğunu düşündüm ve bir mit daha duymaya hevesim olmadığından gitmeyi reddettim. Fakat Ron beni bir yıl boyunca sabırla yokladıktan sonra, Nisan 2000'de on günlük bir Vipassa­ na meditasyonu kampına gitmeye ikna etti.1

1 www.dhamma.org

Bunun öncesinde meditasyon hakkında çok az şey biliyordum ve her tür karmaşık mistik kuramdan nasibini almış bir şeyle karşılaşacağımı varsa­yıyordum. Bu yüzden son derece uygulamalı bir öğretiyle karşılaşınca çok şaşırdım. Dersin hocası S. N. Goenka, öğrencilere bağdaş kurup gözlerini kapamalarını ve bütün dikkatlerini burun deliklerinden giren ve çıkan ne­fese yoğunlaştırmalarını söyledi. Sürekli, "Hiçbir şey yapmayın, ne sinizi kontrol etmeye ya da belli bir biçimde nefes alıp vermeye çalışmayın. Sadece şu anın gerçekliğini, bu her neyse, izleyin. Nefesin bedeninize girerken bu­nun sadece farkına varın, şimdi nefes bedeninize giriyor. Nefesiniz bedeni­ nizden çıkarken bunun sadece farkına varın, şimdi nefesiniz bedeninizden çıkıyor. Dikkatiniz dağıldığında, zihniniz anılar ve hayaller arasında dolaş­ maya başladığında bunun sadece farkına varın, şimdi zihniniz ne sinizden uzaklaştı," deyip durdu. O zamana kadar herhangi birinden duyduğum en önemli şeydi.

İnsanlar hayata dair büyük sorular sorduklarında, genellikle nefeslerinin burun deliklerine ne zaman girip çıktığıyla zerre kadar ilgilenmezler. Daha ziyade, öldükten sonra kendilerine ne olacağı gibi şeyleri bilmek isterler. Oysa hayatın gerçek esrarı siz öldükten sonra ne olacağı değil siz ölmeden önce ne olacağı. Ölümü anlamak için yaşamı anlamanız gerek.

İnsanlar, "Ölünce tamamen yok olup gidecek miyim? Cennete mi gide­ ceğim? Yeni bir bedende yeniden doğacak mıyım?" diye sorarlar. Bu sorular, doğumdan ölüme dek varlığını sürdüren bir "Ben" bulunduğu varsayımına dayanır ve asıl soru şudur: "Ölünce bu Ben'e ne olacak?" Ama doğumdan ölüme kadar varlığını sürdüren nedir ki? Beden her an değişip durur, beyin her an değişip durur, zihin her an değişip durur. Kendinizi ne kadar yakın­ dan izlerseniz, aslında hiçbir şeyin bir andan diğerine bile aynı kalmadığı o kadar aşikar olur. O halde bütün bir hayatı bir arada tutan nedir? Eğer bu­nun cevabını bilmiyorsanız, hayatı anlamamışsınız demektir ve şurası kesin ki ölümü anlama ihtimaliniz hiç yoktur. Hayatı neyin bir arada tuttuğunu bir gün keşfederseniz, o zaman ölüme ilişkin büyük sorunun cevabı da or­ taya çıkacaktır.

İnsanlar, "Ruh doğumdan ölüme kadar varlığını korur ve dolayısıyla ha­yatı bir arada tutar," der ama bu sadece bir anlatıdır. Hiç bir ruhu izlediniz mi? Bunu sadece ölüm anında değil, her an keşfedebilirsiniz. Eğer bir an bi­tip diğer an başladığında size ne olduğunu anlayabilirseniz, ölüm anında da size ne olacağını anlayabilirsiniz. Eğer kendinizi bir nefes alış süresi boyunca gerçekten izleyebilirseniz, her şeye vakıf olursunuz.

Nefesimi izleyerek öğrendiğim ilk şey, okuduğum bütün kitaplara ve üni­versitedeyken katıldığım bütün derslere rağmen, zihnim hakkında aslında neredeyse hiçbir şey bilmediğim ve zihnimi neredeyse hiç kontrol edeme­diğimdi. Var gücümle çabalamama rağmen burun deliklerimden giren ve çıkan nefesin gerçekliğini izlemeye başladıktan on saniye sonra, zihnim ne simden uzaklaşıp gezinmeye başlıyordu. Onca yıl hayatımın efendisi ve kendi kişisel markamın patronu olduğum yanılsamasıyla yaşamıştım. Oysa birkaç saat meditasyon yapmak, kendi üzerimde neredeyse hiç kontrolümün olmadığını göstermeye yetti de arttı. Bırakın patron olmayı, neredeyse kapıcı bile değildim. Bedenimin kapısında, burun deliklerimde durmam ve neyin girip çıktığını gözlemlemem söylenmişti. Ama birkaç saniye sonra dikkattim dağılıyordu ve görev yerimi terk ediyordum. Ufkumu açan bir deneyimdi.




Meditasyon dersi ilerledikçe öğrencilere sadece nefeslerini değil tüm be­denlerindeki hissiyatı da gözlemlemeleri söylendi. Mutluluk ve coşku gibi özel hisler değil daha ziyade en alelade, en sıradan hisler: sıcaklık, baskı, acı ve dahası. Vipassana tekniği, zihnin akışının beden hislerine sıkı sıkıya bağ­lı olduğu içgörüsüne dayanır. Dünyayla aramda her zaman bedensel hisler vardı. Ben hiçbir zaman dışarıdaki dünyaya tepki vermem, her zaman ken­di bedenimdeki hislere tepki veririm. Bu his nahoş olduğunda tiksinmeyle tepki veririm. His hoş olduğunda daha fazlasını isterim. Bir başka kişinin yaptığı bir şeye, Başkan Trump'ın attığı son tweet'e ya da geçmişte kalmış bir çocukluk anısına tepki verdiğimizi zannettiğimizde bile, gerçek şu ki, her zaman o andaki bedensel hislerimize tepki veririz. Biri milletimize ya da tan­rımıza hakaret etti diye öfkeden deliye döndüğümüzde, hakareti dayanılmaz kılan midemizdeki yakıcı his ve kalbimizi avcuna alan acı kuşağıdır. Milleti­miz bir şey hissetmez ama bedenimiz gerçekten acır.

Öfke nedir, bilmek ister misiniz? O halde öfkeliyken bedeninizde yükse­len ve bedeninizden geçen hisleri gözlemleyin sadece. Bu meditasyon kampı­na gittiğimde yirmi dört yaşındaydım ve öncesinde belki on bin de öfkeyi deneyimlemiştim ama öfkenin gerçekten nasıl hissettirdiğini gözlemlemeye zahmet etmemiştim. Öfkelendiğimde, öfkenin hissi gerçekliğine değil öfke­lendiğim şeye, birinin yaptığı ya da söylediği bir şeye odaklanmıştım.

Sanırım kendi duyumlarımı on gün boyunca izleyerek, kendim ve insan­ lar hakkında bütün hayatım boyunca öğrendiğimden çok dahafazlasını öğ­rendim. Dahası, bunu yapmak için herhangi bir anlatıyı, kuramı ya da miti kabul etmek zorunda kalmadım. Sadece gerçeği olduğu gibi izlemek zorun­da kaldım. Fark ettiğim en önemli şey, çektiğim acının en derin kaynağının kendi zihnimin örüntülerinde olduğuydu. Bir şey istediğimde ve istediğim olmadığında zihnim acı üreterek tepki veriyor. Acı dış dünyadaki nesnel bir koşul değil, kendi zihnimin ürettiği zihinsel bir tepki. Bunu öğrenmek, daha fazla acı üretmenin önüne geçme yolunda atılacak ilk adımdır.

2000 yılında katıldığım o ilk dersten beri günde iki saat meditasyon ya­pıyorum ve her yıl bir ila iki aylığına uzun meditasyon inzivalarına çekili­ yorum. Gerçeklikten uzaklaşmak için değil. Gerçeklikle temas etmek için. Geri kalan yirmi iki saatte e-postaların, tweet'lerin ve sevimli köpek vide­olarının altında ezilirken, en azından günde iki saat gerçekliği gerçek ha­liyle gerçekten izliyorum. Bu egzersizin sağladığı odaklanma ve berraklık olmasa ne Sapiens'i yazabilirdim ne de Homo Deus'u. Meditasyon en azın­dan benim için asla bilimsel araştırmayla ters düşmedi. Aksine bilimsel do­nanımıma eklenen kıymetli bir araç halini aldı, özellikle de insan zihnini anlamaya çalışırken.

İki uçtan kazmak


Zihnin gizemlerini çözme konusunda bilim genellikle etkin araç yoksunlu­ğundan zorlanır. Birçok biliminsanı da dahil olmak üzere birçok kişi zihinle beyni karıştırmaya meyillidir ama aslında bu ikisi birbirinden son derece farklıdır. Beyin nöronların oluşturduğu somut bir ağken zihin acı, zevk, öfke ve aşk gibi öznel deneyimlerden mürekkep bir akıştır. Biyologlar beynin bir biçimde zihni ürettiğini ve milyarlarca nörondaki biyokimyasal tepkilerin de bir biçimde acı ve aşk gibi deneyimleri ürettiğini varsayarlar. Ancak şimdiye kadar zihnin beynin faaliyeti sonucu oluştuğuna dair hiçbir açıklamaya ulaşmış değiliz. Niçin milyarlarca nöron belli bir biçimde elektrik sinyali gönde­rince acı hissediyorum da sinyal başka biçimde gönderilince aşık oluyorum? Elimizde bir ipucu yok. Bu yüzden zihin gerçekten beynin faaliyetinin bir sonucu olarak ortaya çıkıyorsa bile zihni incelemek beyni incelemekten, en azından şimdilik, farklı bir görev.

Mikrospkoplar, beyin tarayıcıları ve güçlü bilgisayarlar sayesinde be­yin araştırmaları büyük bir hızla ilerliyor. Ama zihni mikroskop altında ya da beyin tarayıcısında göremiyoruz. Bu araçlar beyindeki biyokimyasal ve elektrik aliyetlerini saptamamıza imkan sağlıyor ama bu aliyetlerle iliş­kilendirilen öznel deneyimlere erişmemizi sağlamıyorlar. 2018'den itibaren doğrudan erişebildiğim tek zihin kendi zihnim. Hisleri olan diğer varlıkların neler deneyimlediğini anlamak istersem, bunu ancak dolaylı kaynaklara da­ yanarak yapabilirim ve bu kaynaklar doğal olarak pek çok kısıtlamadan ve çarpıtmadan mustarip.

Elbette çeşitli insanlardan dolaylı bilgiler toplayabilir ve tekrarlayan örüntüleri saptamak için istatistiksel araçlar kullanabiliriz. Bu tür yöntem­ler, psikologların ve beyin üzerine çalışan biliminsanlarının zihni daha iyi anlamalarını sağlamakla kalmadı, aynı zamanda milyonlarca kişinin hayat koşullarını iyileştirmesine hatta hayatını kurtarmasına imkan tanıdı. Ancak dolaylı bilgiler kullanarak belli bir noktanın ötesine geçmek zor görünüyor. Bilim dünyasında belli bir olguyu araştırırken sözkonusu olguyu doğrudan gözlemlemek en iyisidir. Örneğin antropologlar ikincil kaynakları yaygın bir şekilde kullanırlar ama Samoa kültürünü gerçekten anlamak istiyorsanız er ya da geç bavulunuzu hazırlayıp Samoa'ya gitmekten başka çareniz yoktur.

Hiç şüphesiz, gitmek yeterli değil. Samoa'yı gezen sırt çantalı bir gezginin yazdığı bir blog, bilimsel bir antropolojik çalışma kabul edilemez çünkü çoğu gezgin antropolojik çalışma için gerekli araçlardan ve eğitimden yoksundur. Onların gözlemleri zlasıyla gelişigüzel ve taraflıdır. Güvenilir antropolog­lar olmak için insan kültürlerini sistemli ve nesnel bir biçimde nasıl gözlem­leyebileceğimizi öğrenmemiz gerekir. Antropoloji bölümünde öğrendiğiniz ve antropologların farklı kültürler arasında köprü kurmak gibi önemli bir görev üstlenmelerini sağlayan şey budur.

Zihnin bilimsel açıdan incelenmesi nadiren bu antropolojik modeli izler. Antropologlar uzak adalara ve gizemli ülkelere yaptıkları ziyaretleri sık sık rapor ederken, bilinç üstüne araştırmacılar zihnin topraklarına bu tür kişisel seyahatlerde nadiren bulunurlar. Çünkü doğrudan gözlemleyebileceğim tek zihin kendi zihnim ve Samoa kültürünü önyargısız ve tarafsız bir biçimde gözlemlemek son derece zor olsa da kendi zihnimi tarafsız bir şekilde göz­lemlemek daha da zor. Bir yüzyıldan fazla süren yoğun bir çalışmanın ar­dından, günümüzde antropologların emrinde nesnel gözlemler yapmak için güçlü yöntemler var. Zihin üstüne çalışan araştırmacılar dolaylı bilgileri top­lamak ve analiz etmek için birçok araç geliştirmiş olsa da, kendi zihinlerimizi gözlemlemek sözkonusu olduğunda daha işin başındayız.

Zihni doğrudan gözlemlemek için modern yöntemler bulunmadığı için modern öncesi kültürlerin geliştirdiği bazı araçları deneyebiliriz. Pek çok eski medeniyet, zihni incelemekle yoğun bir şekilde ilgilenmiş ve zihni an­lamak için dolaylı bilgiler toplamaya değil, insanlara kendi zihinlerini sis­temli bir şekilde izlemeyi öğretme yoluna gitmiştir. Geliştirdikleri yöntemler "meditasyon" genel başlığı altında bir araya geliyor. Günümüzde bu terim ge­nellikle din ve mistisizmle ilişkilendirilir ama aslında prensipte meditasyon kişinin kendi zihnini doğrudan doğruya gözlemlemesi için kullanılan her­ hangi bir yönteme verilen isimdir. Gerçekten de birçok din çeşitli meditasyon tekniklerine fazlasıyla başvurmuştur ama bu meditasyonun ille de dinsel bir pratik olduğu anlamına gelmez. Aynı şekilde birçok dinin kitaplara fazlasıy­ la başvurmuş olması da kitaplara başvurmayı dinsel bir pratik kılmaz.

İnsanlar bin yıl boyunca, ilke ve etkinlik açısından değişiklik gösteren yüz­lerce meditasyon tekniği geliştirdi. Benim sadece bir teknikle, Vipassana'yla ilgili kişisel bir deneyimim oldu, dolayısıyla hakkında söz söyleyebileceğim tek teknik de bu. Bir sürü farklı meditasyon tekniği gibi Vipassana'nın da Eski Hindistan'da Buda tarafından icat edildiği söylenir. Yüzyıllar içinde, genellikle herhangi bir destekleyici delil olmaksızın Buda'ya sayısız kuram ve anlatı atfedilmiştir. Fakat meditasyon yapmak için bunlardan hiçbirine inanmanız gerekmez. Vipassana'yı bana öğreten hocam Goenka uygula­maya son derece ağırlık veren bir rehberdi. Öğrencilere zihni gözlemlerken dolaylı bütün tarifleri, dinsel dogmaları ve felsefi çıkarımları bir kenara bı­ rakmalarını, kendi deneyimleriyle bizzat karşılaştıkları gerçekliğe odaklan­maları gerektiğini yineleyip dururdu. Her gün sayısız öğrenci odasına gelip kendilerine rehber olmasını ister, sorular sorardı. Odanın girişinde asılı bir işaret levhasında şöyle yazıyordu: "Lütfen kuramsal ve felsefi tartışmalardan kaçın ve kendi pratiğinle ilgili meselelerde kendi sorularına odaklan."

Pratik, bedensel hisleri ve bu hislere verilen zihinsel tepkileri sistemli, sürekli ve nesnel bir tavırla gözlemlemek ve böylece zihnin temel örüntülerini açığa çıkarmaktır. İnsanlar meditasyonu bazen birtakım özel mutluluk ve coşku deneyimleri arayışına dönüştürür. Oysa aslında bilinç evrendeki en büyük gizemdir ve sıcaklık ya da kaşıntı gibi alelade duyguların her bir zerresi bile en az aşkın bir sevinç duygusu ya da vahdet-i vücud kadar esra­rengizdir. Vipassana meditasyonu yapanlara, asla özel bir deneyim arayışına girmemeleri, kendi zihinlerinin gerçeğini anlamak için konsantre olmaları tembih edilir.

Son yıllarda hem zihin hem de beyin konusunda çalışan biliminsanları­nın bu tür meditasyon tekniklerine ilgisi giderek arttı ama araştırmacıların çoğu bu aracı şimdiye kadar sadece dolaylı şekilde kullandı.2 Tipik bir araştır­ macı meditasyonu kendi başına yapmaz. Meditasyon yapan deneyimli kişi­ leri laboratuvarına çağırır, başlarına elektrotlar takar, onlardan meditasyon yapmalarını ister ve bunun sonucunda beyinde ortaya çıkan aliyetleri göz­ lemler. Böyle bir çalışma beyinle ilgili birçok ilginç şey öğretebilir bize ama amaç zihni anlamaksa, o zaman böyle bir yaklaşımla en önemli içgörülerden bazıları ıskalanır. Bu tıpkı maddenin yapısını anlamaya çalışan birinin eline bir büyüteç alıp taşa bakmasına benzer. Bu kişiye bir mikroskop verip, "Al bunu dene. Çok daha iyi göreceksin," deyin. Kişi mikroskopu alır, sonra çok güvendiği büyütecini kaldırır ve büyüteçten bakarak mikroskobun neden yapıldığını dikkatli bir biçimde inceler. Meditasyon zihni doğrudan gözlem­ lemek için bir araçtır. Kendiniz meditasyon yapacağınıza, meditasyon yapan başka birinin beynindeki elektriksel aliyetleri izlediğinizde meditasyonun sunduğu potansiyeli büyük ölçüde kaçırırsınız.

2 Britta K. Hölzel vd., "How Does Mind lness Meditation Work? Proposing Mechanisms of Action from a Conceptual and Neural Perspective", Pers­ pectives on Psychological Science 6:6 (2oıı), s. 537-59; Adam Moore ve Peter Malinowski, "Meditation, Mind lness and Cognitive Flexibility", Conscio­ usness and Cognition 18:1 (2009), s. 176-86; Alberto Chiesa, Raffaella Cala­ ti ve Alessandro Serretti, "Does Mindfulness Training Improve Cognitive Abilities? A Systematic Review of Neuropsychological Findings", Clinical Psychology Review 31:3 (2oıı), s. 449-64; Antoine Lutz vd., "Attention Regula­ tion and Monitoring in Meditation", Trends in Cognitive Sciences 12:4 (2008), s. 163-9; Richard J. Davidson vd., "Alterations in Brain and Immune Function Produced by Mindfulness Meditation", Psychosomatic Medicine 65:4 (2003), s. 564-70; Fadel Zeidan vd., "Mindfulness Meditation Improves Cognition: Evidence ofBriefMental Training", ConsciousnessandCognition 19:2 (2oıo), s.597-605.

Beyin araştırmalarında halihazırda kullanılan araç ve uygulamaların terk edilmesini öneriyor değilim kesinlikle. Meditasyon bunların yerini tuta­ maz ama tamamlayıcı olabilir. Bu biraz, muazzam bir dağın ortasından geçecek bir tünel kazan mühendislere benzer. Neden sadece dağın tek tarafından kazalım? Aynı anda dağın iki ucundan kazmak daha iyi sonuç verir. Eğer beyin ve zihin gerçekten tek ve aynıysa, o zaman iki uçtan kazılan tünellerin ortada bir yerde buluşması gerekir. Peki ya beyin ve zihin aynı şey değilse? O zaman sadece beyin tarafından kazmayıp zihin tarafından da kazmak çok daha önemli hale gelir.

Bazı üniversiteler ve laboratuvarlar meditasyonu, beyin araştırmaları­ nın sadece nesnesi değil araştırma aracı olarak da kullanmaya başladı bile. Ancak bu yöntem, kısmen araştırmacıların sıradışı bir yatırım yapmalarını gerektirdiği için hala emekleme döneminde. Ciddi meditasyon, muazzam bir disiplin gerektirir. Nesnel bir biçimde hislerinizi izlemeye çalıştığınızda ilk fark edeceğiniz şey zihninizin ne kadar vahşi ve sabırsız olduğudur. Ör­neğin burun deliklerinizden nefesin giriş ve çıkışı gibi nispeten belirgin bir duyumu izlemeye yoğunlaşsanız bile zihniniz genellikle birkaç saniyeden fazla odaklanamaz, kısa bir süre içinde dikkati dağılan zihin düşünceler, anılar ve hayaller arasında gezinmeye başlar.

Mikroskobun odağı bozulduğunda sadece küçük bir kolu çevirmeniz yeterlidir. Kol bozuksa, tamir etmesi için bir usta çağırabilirsiniz. Ama zihin odağını kaybettiğinde, onu bu kadar kolay tamir edemezsiniz. Ge­nellikle zihnin sakinleşmesi ve konsantre olması için çokça pratik yapması gerekir ki sonunda sistematik ve nesnel bir şekilde kendini gözlemlemeye başlayabilsin. Belki gelecekte bir gün bir hap alıp anında odaklanmayı ba­ şarabiliriz. Ama meditasyon sadece zihni odaklamayı değil, aynı zamanda onu keşfetmeyi de amaçladığından, bu tür bir kestirme yöntem ters tepe­ bilir. Hap bizi son derece uyanık ve odaklanmış hale getirebilir ama aynı zamanda zihnin bütün spektrumunu incelememize müsaade etmeyebilir. Sonuçta, şimdi de zihnimizi televizyondaki iyi bir korku filmini izlemek için rahatlıkla odaklayabiliyoruz ama zihin filme öyle odaklanıyor ki kendi dinamiklerini gözlemleyemiyor.

Yine de bu tür teknolojik alet edevata güvenemesek bile onlardan vazgeç­ memeliyiz. Antropologlar, zoologlar ve astronotlardan ilham alabiliriz. Ant­ropologlar ve zoologlar bir dolu rahatsızlık ve tehlikeye maruz kalarak uzak adalarda yıllarını harcarlar. Astronotlar uzaya yapacakları kısa yolculuklar için hazırlanırlarken yıllarını zorlu eğitim süreçlerine vakfederler. Yaban­cı kültürleri, bilinmeyen türleri ve uzak gezegenleri anlamak için bu kadar çaba sarfetmeye hevesliysek, kendi zihinlerimizi anlamak için de o kadar ça­ balamaya değebilir. Dahası, algoritmalar bizim yerimize karar vermeye baş­ lamadan evvel kendi zihinlerimizi anlamamız hayrımıza olacaktır.

Kendini gözlemlemek hiçbir zaman kolay olmadı ama zamanla işler daha da zorlaşabilir. Tarih ilerledikçe, insanlar kendileriyle ilgili gide­ rek daha da karmaşık anlatılar yarattılar. Bu da aslında kim olduğumu­ zu anlamamızı daha da zorlaştırdı. Bu anlatıların amacı çok sayıda insanı birleştirmek, güç toplamak ve toplumsal uyumu korumaktı. Bu anlatılar milyarlarca aç insanı beslemek ve bu insanların birbirinin boğazını kesme­ yeceğinden emin olmak için elzemdi. İnsanlar kendilerini gözlemlemeye çalıştığında, genellikle bu hazır anlatılar çıkıyordu karşılarına. Ucu açık bir keşfe çıkmak fazlasıyla tehlikeliydi. Toplumsal düzenin altını oyma teh­likesi taşıyordu.

Teknoloji gelişince iki şey oldu: Öncelikle, çakmaktaşından yapılma bı­çaklar aşama aşama nükleer füzelere evrilirken, toplumsal düzeni istikrar­ sızlaştırmak daha tehlikeli hale geldi. İkincisi, mağara resimleri aşama aşa­ ma televizyon yayınlarına evrilirken, insanların gözünü boyamak giderek daha da kolaylaştı. Yakın gelecekte algoritmalar insanların kendileriyle ilgili gerçeği gözlemlemelerini neredeyse imkansız hale getirerek bu süreci niha­yete erdirebilir. O noktadan sonra, kim olduğumuza ve kendimiz hakkında ne bilmemiz gerektiğine bizim yerimize algoritmalar karar verecektir.

Önümüzdeki birkaç yıl ya da birkaç on yıl hala bir seçeneğimiz var. Eğer çabalarsak, gerçekten kim olduğumuzu hala araştırabiliriz. Ama bu fırsatı değerlendirmek istiyorsak, en doğrusu hemen işe koyulmak.


Yorum Gönder

0 Yorumlar