Hayatta herkesin kendi gücü ve imkanları hakkında kesin bir fikre sahipmiş, bir aksiyonun başından beri herhangi bir problemin zorluğunu veya kolaylığını biliyormuş, kısacası, davranışı görüşünden meydana geliyormuş gibi hareket ettiğine şüphe yoktur. Duygu organlarımızla oluşları değil de sadece dış dünyanın sübjektif bir hayalini, bir yansımasını belirlediğimiz için bu bizi fazla hayrete düşürmez. Hayatın temel ve önemli oluşu hakkındaki görüşümüz, hayat tarzımıza bağlıdır. Yalnız, haklarındaki görüşümüzde yanıldığımızı bize haber veren olaylarla doğrudan doğruya karşılaştığımız zamanki deneyimimiz yardımıyla görüşümüzün bir kısmında düzeltme yapmayı kabul ederiz. Fakat hayat hakkındaki genel görüşümüzü değiştirmeyiz. Yanıma yaklaşan yılanın gerçekten zehirli olması veya zehirli olduğunu düşünmem benim için aynı sonucu verir. Annesi yanından uzaklaşan şımarık çocuk hırsızlardan korktuğu zaman veya gerçekten eve hırsızlar girdiğinde aynı şekilde hareket eder. Şımarık çocuk, hangi şekilde olursa olsun, hatta, kendisini korkutan düşüncesinde yanıldığını anladığı zamanlarda bile, annesi olmadan yaşayamacağına inanmaya devam eder. Meydan korkusuna olan ve toprağın ayağının altından kaydığı düşüncesini taşıdığı için sokağa çıkmayan insan, normal halinde toprak gerçekten ayaklarının altından kayşa da aynı şekilde hareket eder.
İşbirliğine hazırlanmadığı için faydalı işten kaçan ve hırsızlığı daha kolay bulan suçlu, hırsızlıktan daha zor olduğunu düşündüğü için çalışmaktan nefret edebilir. İntihar etmek isteyen kimse ölümün ümitsiz saydığı hayattan üstün olduğunu düşünür. Eğer hayat gerçekten ümitsiz olsaydı aynı şekilde hareket ederdi. Uyuşturucu maddelere düşkün olan kimse, hayatın problemlerinin dürüst çözümünden daha üstün bulduğu rahatlamayı, zehirinde arar. Gerçekten böyle olsaydı yapacağı iş aynı olurdu. Kadınlardan korkan cinsel sapık onlardan tiksinir. Buna karşılık, ele geçirilmesi kendisine bir zafer gibi görünen erkek kendisini çeker. Hepsi, doğruluğu halinde davranışlarını objektif olarak doğru gösterecek bir düşünceyle hareket ederler.
Şu olayı inceleyelim: 36 yaşında bir avukat mesleğinden soğumuş, başarısız olmaya başlamaştı. Başarısızlığının nedenini az sayıdaki müşterilerinin üzerinde yaptığı kötü etkilerde aramıştı. Başkalarına yaklaşmakta, özellikle, genç kızların yanında daima zorluk çekiyor. Evlenmekte uzun zaman tereddüt etmiş nihayet çekine çekine evlenmiş, bir yıl sonra da boşanmıştı. Şimdi dünyadan tamamıyla çekilmiş, ebeveynlerinin yanında yaşamaktaydı.
Ailesinin tek çocuğu idi. Kendisiyle daima ilgilenen annesi tarafından fazla şımartılmıştı. Anne; çocuğunu ve babasını oğlunun bir gün çok önemli bir adam olacağına inandırmıştı. Çocuk da parlak okul başarılarını doğrular gibi bu bekleyiş içinde yaşadı. Hiçbir arzusundan vazgeçemeyen şımarık çocuklardan çoğu gibi o da, kendisini endişe verecek derecede mastürbasyona kaptırdı ve kısa bir zamanda gizli kusurunu anlayan genç kızların alaylarına hedef oldu. Onlardan uzaklaşarak, aşk ve evlilik hakkında en büyük zafer hayallerine kendini kaptırdı. Fakat tamamıyla hakim olduğu annesine karşı yakınlık ve cinsel arzular duydu. Bundan da kolayca anlaşılacağı gibi, ödip kompleksi denen şey "temel" değildir. Bu çocuklarını şımartan annelerin suni bir eseridir. Bu durum, çocuğun aşırı derecede gelişmiş gururu ile genç kızların eğleneceği kadar göze çarpmaktadır. Çocuk başkalarına katılmak için gerekli ilgiyi kendisinde fazla geliştirememiştir. Öğreniminin bitiminden az bir zaman önce bağımsız bir hayat ihtiyacı ile karşılaşmış melankoliye tutulmuştu. Böylelikle yeniden geçmişe dönmüştü. Şımartılmış bir çocuk olduğundan korkaktı. Yabancı kimselerden, erkek ve kız arkadaşlarından kaçıyordu. Bu durum, hafif bir şekilde de olsa, mesleğinde de devam etti.
Bu açıklama ile yetiniyor ve onda yer alan diğer belirtilere, "nedenlere", bahanelere kaçışı "sağlayan" diğer arazlara geçiyorum. Burada aşikar bir olay vardır: Bu adam hayatı boyunca değişmedi. Daima birinci olmak istedi ve başarıdan emin olmadığı zaman "kaçtı". Kendisinin bilmediği hayat hakkındaki düşüncesini şu şekilde ifade edebiliriz: "Mademki dünya bana zaferi esirgiyor, ben de bir yana çekiliyorum." İnsanlar vardır; mükemmelik ideallerini başkaları karşısındaki zaferlerinde ararlar.
Daha az yana çekilme eğiliminin yaptığı durumu şöyle görmekteyiz: 26 yaşında bir adam anne tarafından tercih edilen iki çocuk arasında büyümüştü. Ağabeyinin parlak başarılarını kıskanarak izlemişti. Annesine karşı çok erkenden tenkit edici bir durum almıştı. Babasına güveniyordu. Büyükannesinin ve dadısının çekilmez davranışları sonucu, annesine karşı duyduğu nefreti kısa bir zamanda bütün kadınlara yaymıştı. Kadınların egemenliği altına girmemek, buna karşılık, erkeklere egemen olmak ihtirası aşırı ölçüler kazanmıştı. Her çareye başvurarak kardeşinin başarılarını azaltmaya çalışmıştı. Kardeşinin vücut gücü bakımından, jimnastikte ve avda üstün olması yüzünden idmandan nefret etmişti. Kadınları bir yana bırakmaya çalışması gibi, idmanı da yaptığı işlerin dışında bırakmıştı. Kendisini yalnız zafer duygusuna bağlı faaliyet şekilleri ilgilendiriyordu. Bir süre genç bir kızı uzaktan sevmişti ve ona hayran olmuştu. Çekingenliği genç kızın hiç de hoşuna gitmemiş, genç kız bir başkasını tercih etmişti. Kardeşinin evlilikten memnun olması onda mutlu olmama ve tıpkı çocukluğunda annesinin yanında olduğu gibi, başkalarının düşüncelerinde kötü bir etki yapmak korkusunu meydana getirmişti. Onun kardeşinin üstünlüğünü ne kadar istemediğini şu örnek göstermektedir: Birgün kardeşi avdan güzel bir tilki postunu getirmişti. Kardeşi bununla çok övünüyordu. O, kardeşinin başarısını önemsizleştirmek için postun kuyruğunun beyaz ucunu gizlice kesmişti. Cinsel içgüdüsü, kadından uzak kalmasından sonra kendisinde bulunan eğilimle birleşmiş, böylelikle cinsel sapık olmuştu. Bundan sonra onun için hayatın manasının ne olduğunu anlamak kolaydır: "Yaptığım her işte üstün olmalıyım." Bu büyük başarıyı kendisine sağlamayacak zorlukları bir yana bırakıp üstünlüğe ulaşmaya çalışmıştı. Eğitsel konuşmalarımızda ilk sıkıcı ve acı şey şu oldu: Sapık cinsel münasebetlerde sihirli cazibesi sayesinde üstünlüğü paylaşmak...
Bu halde de "özel akim" bozulmadığını iddia edebiliriz. Belki de birçok kimse, genç kızların tamamıyla uzak kalmaları karşısında bu yolu seçerdi. Büyük genelleştirme eğilimi çoğu zaman hayat stilinin dokusundaki başlıca eksiklik şeklinde kendisini göstermektedir.
"Hayat planı" ve "düşünce" karşılıklı olarak birbirini tamamlamaktadır. İkisinin de kökleri, çocuğun deneyimlerinin sonucunu söz ve kavramlar ile ifade edemediği bir evrede bulunur. Fakat çocuk, daha bu evrede, sözle ifade edemediği deneyimlerinin sonuçlarında, çoğu zaman, önemsiz sanılan olaylardan ve açıklamadığı güçlü duygusal deneyimlerinden hareketle davranışının genel şekillerini geliştirmeye başlar. Konuşulmayan ve kavramların bulunmadığı bir evrede meydana gelen genel sonuçlar ve ilgili eğilimler değişmelerine ve bozulmalarına rağmen, daha sonraki evreleri etkilenmeye devam eder. Bu evrelerde kamu anlayışı az veya çok düzeltici bir faktör gibi işe karışır. İnsanları kurallara, sözlere ve prensiplere fazla önem vermelerini önleyebilir. Oldukça sık görülen aşağıdaki olay, diğerleri yanında, aynı bozuk sürecin hayvanlarda da meydana geldiğini göstermektedir. Küçük bir köpek sokakta sahibini takip edecek şekilde yetiştiriliyor. Bu yetişme bir hayli ilerlediği sırada köpek hareket halindeki bir arabanın üstüne atılarak, yana fırlıyor. Fakat yara almıyor. Bu elbette özel bir deneydi. Bu deneye doğasal hazır bir cevap verilemezdi. Bu köpeğin yetiştirilmesinde ilerlemeler olduğu ve kaza yerine götürülmesine imkan bulunamadı. Böyle olunca kolay kolay şartlı refleksten söz açamayız. Köpek sokaktan ve arabadan korkmuyordu. Fakat olay yerinden korkuyordu. Dikkatsizliğini ve deney yetersizliğini değil de yeri sorumlu ve tehlikeli buluyordu. Birçok insan da bu köpek gibi hareket etmektedir. Onlar da benzer bir düşünce taşımaktadır. Hiç olmazsa "şu veya bu yerde" kaza geçirmeyecekleri sonucuna ulaşmaktadırlar. Benzer dokular çoğu zaman nevrozda da kendini göstermektedir. Nevrozda insan bir başarısızlık tehlikesinden, kişilik duygusunun zayıflamasından korkar. Vücut veya ruh arazlarından faydalanmak, bu arazları benimsemek suretiyle kendisini korumaya çalışır. Bu arazlar, iyi anlaşılmadıkları için çözülmez sanılan problemlerden doğan ruh tansiyonlarından meydana gelmektedirler. Bütün bunlar insanın bir yana çekilmesine yol açar.
"Olaylar"dan değil, olaylar hakkındaki düşüncelerimizden etkilenmekteyiz. Bu aşikârdır. Olaylara uyan düşünceleri ortaya attığımız hususundaki inancımız, özellikle, tecrübesiz çocuklarda ve sosyal olmayan yetişkinlerde; tamamıyla yetersiz deneye, düşüncedeki katılığa ve düşüncemize-uyan aksiyonlarımıza dayanmaktadır.
Böylece şu sonuca ulaşıyoruz: Herkes kendisi ve hayatın sorunlarıyla ilgili bir "görüşe", bir hayat çizgisine ve bir dinamik kanuna sahiptir. Bu kanun onları idare eder Fakat onlar bunu anlamazlar, bundan haberdar olmazlar. Bu dinamik kanun çocukluğun dar çevresi içinde meydana gelir ve pek fazla bilinmeyen bir seçime göre gelişir. Bunu yaparken çocuk yaradılış kuvvetlerinden ve dış dünya izlenimlerinden serbestçe yararlanır. Bunu ifade etmek veya matematik bir formül ile tanımlamak mümkün değildir. "İçgüdülerin", "eğilimlerin" dış dünya izlenimlerinin, eğitimin yönü ve bunlardan yararlanma yöntemi çocuğun sanat eseridir.
Hayatının başından itibaren annesi tarafından her türlü çabadan uzak tutulan, şımartılmış bir çocuk, sonraları işlerini nadiren düzen içinde yapabilir. Herşeyin başkaları tarafından yapılması gerektiği düşüncesini taşır. Burada da, aşağıdaki hallerde olduğu gibi, teşhisin zorunlu kesinliği ancak daha güçlü bir doğrulama ile elde edilebilir. Kendisine erkenden ebevenylerine isteklerini yaptırmak imkanı verilen bir çocuğun hayatta başkalarına egemen olma isteği duyacağını düşünebiliriz. Bu ise, hayal kırıklığını doğuran dış dünya deneyleri yüzünden çocuğun çevresine karşı "çekingen bir durum" almasına yol açabilir. Çocuk, cinsel arzuları da içine alan bütün arzuları ile evine çekilir. Kendini sosyal duygu yönünden düzeltmeye çalışmaz. Erkenden, verim olanakları ölçüsünde en geniş anlamda işbirliğine alışan çocuk bütün hayat problemlerini insan üstü isteklerle karşılaşmadıkça, daima ortak haya hakkındaki doğru düşüncesine göre çözmeye çalışır.
Aynı şekilde, ailesini ihmal eden bir babanın kızı; bütün erkeklerin aynı olduğu hususundaki düşüncesini, özellikle, erkek kardeşlerinin, yakın akrabalarının, komşularının, kitap-lardaki izlenimlerin verdikleri benzer örneklerin de etkisiyle, değiştirmez. Erkek kardeşin daha yüksek öğrenime, daha önemli bir mesleğe yönelmesi, genç kızlarda aynı şeyi yapamayacakları veya haksız olarak yüksek öğrenimden yoksun edildikleri düşüncesini kolaylıkla doğurabilir. Evlerinde ter- kedildiğini veya ihmal edildiğini hisseden çocuk, şöyle demek ister gibi güçlü bir utangaçlık geliştirebilir: Daima geri kalmaya mecbur olacağı fikriyle, ya da düşüncesini bir başarı imkanına dayandırarak aşırılığa kaçan ihtiraslarla herkesi geçmeye ve herşeyi değersizleştirmeye çalışabilir. Oğlunu aşırı derecede şımartan bir anne oğlunun her yerde ilgi merkezi olması gerektiği düşüncesini taşıyabilir. Anne oğlunu aralıksız olarak tenkit ve azarlamalar ile küstürdüğü, bundan başka, diğer bir oğlunu tercih ettiği takdirde, çocuk sonraları bütün kadınlara güvensizlikle bakabilir. Bu ise her türlü sonuçlara yol açabilir. Bir çocuk çeşitli hastalıklara tutulduğu takdirde dünyanın tehlikelerle dolu olduğu düşüncesine ulaşabilir ve bu düşünceye göre hareket edebilir.
Binlerce çeşitleriyle bütün bu düşünceler gerçeklik ve gerçekliğin istekleriyle çatışabilir. Bir insanın kendisi ve hayat problemleri hakkındaki yanlış görüşü er geç, sosyal duygu yönünde çözüm isteyen gerçekliğin yumaşamaz mukavemetiyle karşılaşır. Bu karşılaşma esnasında meydana gelen sonuç bir şokla karşılaştırılabilir. Bütün bu hallerde "görüş" bir bireyin dünya hakkında tasarımına uyarak bireyin düşüncesini, duygularını, iradesini ve aksiyonunu değerlendirir.
0 Yorumlar