YRD. DOÇ. DR. HASAN DURAN
Dumlupınar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü.
GİRİŞ
Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra, bağımsızlık mücadelesi yaparak kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, dış politikasında uluslararası sistem açısından kabul edilebilir bir deklarasyon yayınlayarak iki temel unsura vurgu yapmıştır:
Birincisi, uluslararası alanda Misak-ı Milli sınırlarını ve ulus-devleti savunma stratejisi.
İkincisi, yeni Türk Cumhuriyeti’nin yükselen Batı’ya karşı muhalif ya da alternatif değil, bu kutbun bir parçası olduğu.
Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesiyle tanımlanan bu yeni yaklaşım barış eksenli bir uluslararası ilişkileri gösterirken, sömürgeciliğin zirvede olduğu bir dönemde de sömürgeci güçlerle çatışmaktan kaçınan realist bir dış politikayı öne çıkarmıştır.1 Bu çerçevede Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1923 yılında kuruluşundan bu yana dış politikasında, Mustafa Kemal Atatürk’ün bırakmış olduğu miras doğrultusunda, “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesini benimsemiştir.
Türkiye, Kurtuluş Savaşını Batı medeniyetine karşı değil, Batılı güçlere karşı vermiştir. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte, Batı ulaşılması gereken bir hedef, işbirliği yapılması gereken bir taraf haline gelmiş ve Batıcılık, Cumhuriyetin resmi ideolojisinin bir parçası olmuştur.2 Türkiye’nin Avrupa -özellikle de AB- ile olan ilişkilerinde temel motivasyon kaynağı, Batının refah seviyesine ya da mali yardım imkanlarına ulaşmaktan çok, Türkiye’yi Batılı demokratik uluslar topluluğunun saygın bir üyesi yapmaya yönelik Atatürkçü bir hedeftir.3
1 Ahmet Davudoğlu, Stratejik Derinlik: Türkiye’nin Uluslararası Konumu, İstanbul, Küre Yayınları, 2001, s. 69.
2 İdris Bal, “Türk Dış Politikasının Ana Hatları”, Değişen Dünyada Uluslararası İlişkiler: Uluslararası Siyaset Uluslararası Hukuk ve Temel Sorunlar, (Editör: İdris Bal), Ankara, Lalezar Kitabevi, 2006, s. 667.
3 William Hale, “Türk Dış Politikasındaki Ekonomik Sorunlar” Türkiye’nin Yeni Dünyası: Türk Dış Politikasının Değişen Dinamikleri, (Derleyenler: Alan Makovsky- Sabri Sayarı), İstanbul, Alfa, 2002, s. 41.
Lozan sonrası dönemde iç yapılanmaya odaklanan genç Türkiye Cumhuriyeti, dış ilişkilerinde, Lozan Barış Antlaşması görüşmelerinde, sonuçlandırılamayan Osmanlı borçları ve sınır sorunları gibi konuların çözümlenmesine çalışmıştır. Uluslararası ortamın hızla bozulduğu 1930’ların ortalarında Türkiye, batı ve doğu sınırlarında birer güvenlik kuşağı oluşturmak için çaba göstermiştir. 1934’te Balkan Antantı’nın ve 1937’de Sadabad Paktı’nın kurulmasında öncülük yapmıştır. 1936 yılında ise, Türkiye’ye stratejik Türk Boğazları üzerindeki egemenliğini iade eden ve Boğazlardan geçişi düzenleyen Montrö Sözleşmesi imzalanmıştır.4
İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesini takiben Türkiye, 1945 yılında Birleşmiş Milletler, 1949’da ise Avrupa Konseyi’nin kurucu üyelerinden biri olmuştur. Avrupa’da artmakta olan güvenlik tehditleri çerçevesinde -SSCB temelli-, 1952 yılında Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO) katılmıştır.5 1954’te Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında Dostluk Anlaşması (Balkan Paktı) imzalanırken, aynı yıl Pakistan’la, 1955’te de Irak’la anlaşma (Bağdat Paktı) imzalanmıştır. Bu anlaşmalar, Türk dış politikasının görünümü konusunda önemli bir göstergedir. İlk olarak, Türkiye’nin mevcut durumu koruma ve barış içerisinde olma arzusuydu. Milli Mücadele’nin kazanılmasından sonra yani 1922’den itibaren Türkiye Kore Savaşı hariç hiçbir savaşa girmemiştir. İkinci olarak, SSCB ve Doğu Bloğunun Türkiye için potansiyel bir tehlike olarak görülmesi ve son olarak, ilk ikisine destek olmak amacıyla komşularla iyi ilişkilerin sürdürülmesidir.6 1963 yılında ise, Avrupa Birliği’nin temelini oluşturan Avrupa Ekonomik Topluluğu’na ortak üye olmuştur.
Devletler dış politika stratejilerini sahip oldukları ulusal güç çerçevesinde belirlerler. Ulusal güç nicel ve nitel unsurlardan oluşur. Nicel unsurlar arasında nüfus, ekonomik durum, coğrafya, doğal kaynaklar, askeri hazırlık derecesi ve teknolojik durum yer alırken, nitel unsurlar arasında da hükümetin niteliği, diplomasinin niteliği ve ülke insanlarının karakteri yer almaktadır.7
4 Genel Görünüm, 12 Eylül 2007.
5 Roderic H. Davison, Kısa Türkiye Tarihi, (çev. Durdu Mehmet Burak), Ankara, Babil Yayıncılık, 2004, s. 15.
6 Roderic H. Davison, a.g.e., s. 188.
7 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, 6. bs., İstanbul, Alfa Yayınları,2006, s. 137.
Türkiye Soğuk Savaş8 döneminde uluslararası konumdan çok, sınırlarını korumaya yönelik bir dış politika ve askeri stratejiler oluşturmuş ve uluslararası konumunu güvenlik anlayışının dar kapsamı içinde yorumlamaya çalışmıştır.9
1980’lerin ortalarından başlayarak uluslararası sistemde meydana gelen köklü ve şaşırtıcı değişiklikler, Avrupa’daki devletlerin dış politikalarını yeniden değerlendirmesine yol açtığı gibi, bu bölgeye komşu olan ya da içinde yer alan Türkiye’nin de bu yeniden değerlendirme dışında kalması beklenemezdi.10 Türkiye açısından bu dönemde yeni olan bölgesel çıkarlarını bağlı olduğu ittifakın çıkarlarının üstünde tutması, diğer bir deyişle Soğuk Savaş döneminin global çıkarları yerine, Soğuk Savaş sonrası dönemin belirsizliği, dengesizliği ve düzensizliğinden dolayı, bölgesel çıkarlarını vurgulamıştır.11
Avrupa’da totaliter rejimlerin 1980’lerin sonları ve 1990’ların başlarında çökmesi, Varşova Paktı’nın dağılması, SSCB’nin dağılması, yeni bağımsız devletlerin ortaya çıkması, çoğulcu demokrasi ve serbest pazar ekonomilerinin yaygınlaşması, iki Almanya’nın yeniden birleşmesi gibi çarpıcı değişimler, Doğu-Batı rekabetine ve iki kutuplu sisteme son vermiştir. Soğuk Savaş sonrası dönemde Türkiye, kendisini Avrupa’dan Orta Asya’ya uzanan ve jeopolitik önemi giderek artmakta olan geniş bir coğrafi bölgenin, Avrasya’nın merkezinde bulmuştur. Avrasya, yeni bin yılda jeopolitik önemi artacak olan bir bölgedir.
Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra uluslararası sistemdeki değişiklikler, Türkiye’yi komşu ülkelerle olan ilişkisinde ve bölgede gerçekleşen gelişmelerde, daha atak bir pozisyona ve dış politikaya yöneltmiştir.12
Soğuk Savaş sonrası dönemde uluslararası barışı koruma faaliyetleri önem kazanmıştır. Bu bağlamda, Türkiye, BM, NATO, AGİT ve AB liderliğinde dünyanın dört bir yanındaki barışı koruma operasyonlarına katkısını sürdürmektedir. Çeşitli uluslararası barışı koruma harekâtlarına bugüne kadar on binin üzerinde Türk askeri katılmıştır.13
8 Soğuk Savaş hakkında ayrıntılar için bakınız: Abdülkadir Baharçiçek, “Soğuk Savaş’ın Sona Ermesinin Türk Dış Politikası Üzerindeki Etkileri”, 21.Yüzyılda Türk Dış Politikası, (Editör: İdris Bal), 3. bs., Ankara, AGAM, 2006, s. 57-74.
9 Ahmet Davudoğlu, a.g.e., s. 73.
10 Oral Sander, “Yeni bir bölgesel Güç Olarak Türkiye’nin Dış Politika Hedefleri”, Türk Dış Politikasının Analizi, (der. Faruk Sönmezoğlu), İstanbul, 2. bs., Der Yayınları, 1998, s. 607.
11 Oral Sander, a.g.m., s. 608.
12 Heinz Kramer, Avrupa ve Amerika karşısında Değişen Türkiye, (çev. Ali Çimen), İstanbul, Timaş Yayınları, 2001, s. 143.
13 Türkiye’nin barışı destekleme harekatlarına katkısı için bakınız:
Yine bu dönemde Türkiye, yeni bir stratejik çevre ve yeni bir psikoloji ile karşı karşıya kalmıştır. Karşılaşılan durumun Türkiye’nin lehine ya da aleyhine olması, büyük oranda izleyeceği politika ve geliştireceği stratejilere bağlı olarak şekillenecektir. Soğuk Savaş döneminde Batının çıkarlarını tehdit eden unsurlar Avrupa’da iken, sonrası dönemde ise, bu unsurlar, Avrupa’nın çevresinde ve sınırlarının ötesinde yer almaktadır.14
Soğuk Savaş sonrası Doğu bloğunun çözülmesiyle birlikte Türkiye’nin ABD ve Batı için öneminin sorgulanması, AB ile iyi gitmeyen ilişkiler,15 Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde tezlerini kabul ettirememesi veya yalnızlığı, Türkiye’nin çevresindeki bölgelerde genel olarak istikrarsız bir yapının olması, Türkiye’nin bu dönemde yeni bir dış politika anlayışı geliştirmesinde oldukça etkili olmuştur.16
Soğuk Savaş’ın bitmesi, Türkiye’nin jeo stratejik rolünü yeniden gözden geçirmesine de neden oldu. O günden itibaren Türkiye, uluslararası alanda çok da ha aktif bir aktör haline geldi. 1991 deki Körfez Savaşı bu konuda önemli bir başlangıç olarak dikkat çekmektedir. Bosna ve Kosova’da yaşanan çatışma ve krizler, Türkiye’nin Balkanlarda ve Güneydoğu Avrupa’da anahtar konumundaki bir ülke haline gelmesini sağladı.17
Türkiye’nin Körfez Savaşı’nda Irak’a karşı kurulmuş uluslararası koalisyona katılmasında hem ulusal güvenliğini, hem de tek kutuplu olarak adlandırılabilecek yeni uluslararası sistemdeki yerini koruma isteği etkili olmuştur.18 Türkiye’nin en fazla güvenlik tehdidi algıladığı bölge, Ortadoğu bölgesidir. Bu bölgedeki komşularıyla ilişkilerinde bölücü ve ayrılıkçı teröre verilen dış destek, en önemli sorundur.19 Suriye ile yaşanan su sorunu, İran’a yönelik dinî hassasiyetler, Türkiye’nin Irak’taki istikrarsızlıktan dolayı Kuzey Irak’a müdahalesi gibi sorunların da iç tehditlerle bağlantısı iç ve dış politika arasındaki içi içe geçmişliği keskinleştirmektedir.20
Son olarak, Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve bunun meydana getirdiği gelişmeler, Türkiye’nin bölgesel güç olma, Ortadoğu, Kafkasya ve Balkanlarda daha etkili rol oynama ve Türk Cumhuriyetleriyle daha yakın ilişkiler kurma fırsatını yakalamasına yol açmış, dünya enerji kaynaklarına yakın bir coğrafyada bulunması ve enerji köprüsü olarak görülmesi de stratejik öneminin artmasını sağlamıştır.21
Batı Avrupa ülkeleri günümüzdeki ekonomik gelişme düzeylerine ve siyasal olgunluklarına yüzyılı aşkın bir süreç içerisinde -en az 200 yıl- ve büyük sıkıntı ve çalkantılarla ulaşmışlardır. Türkiye de Batı’nın ulaşmış olduğu bu düzeyi daha kısa sürede gerçekleştirmek için çaba göstermektedir. Bu nedenle hızlı hareket etmek zorundadır ve süreç içerisinde bir takım aksaklıkların ve duraksamaların olması da tarihsel perspektif içerisinde doğal karşılanmalıdır. Temel amacı Batı toplumu içerisinde demokratik bir üye olarak yer almaktır. Ekonomik kalkınmışlık da yine bu sistem içerisinde geliştirilmek istenmektedir. Bu nedenle Türkiye, istikrarlı, barışçıl bir dış politika izlemekte ve önceliğini Batı’ya vermektedir.22 Batılı ve modern bir ülke olma hedefi aynı zamanda Türkiye’de demokrasi ve insan haklarına saygılı bir yapının oluşması açısından son derece önemli bir dış dinamiktir.23
14 Hüseyin Bağcı, “Türk Dış Politikası: Genel Bir Bakış”, Türk Dış Politikasında Gelenek ve Değişim, (Der: İhsan D. Dağı), Ankara, Siyasal Kitabevi, 1998, s. 3.
15 Atilla Eralp, “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türkiye ve Avrupa Birliği”, Türkiye’nin Yeni Dünyası: Türk Dış Politikasının Değişen Dinamikleri, (Derleyenler: Alan Makovsky- Sabri Sayarı), İstanbul, Alfa, 2002. s. 236.
16 İdris Bal, a.g.m., s. 694.
17 Barry Rubin, “ Türkiye’nin Uluslararası Alanda Değişen Rolü”, Günümüzde Türkiye’nin Dış Politikası, (Derleyenler: Barry Rubin-Kemal Kirişçi), İstanbul, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2002, s. 3.
18 Şule Kut, “1990’larda Türk dış Politikasının Ana Hatları”, Günümüzde Türkiye’nin Dış Politikası, (Derleyenler: Barry Rubin-Kemal Kirişçi), İstanbul, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2002, s. 8.
19 Kemal Kirişçi, “Türkiye ve Müslüman Ortadoğu”, Türkiye’nin Yeni Dünyası:Türk Dış Politikasının Değişen Dinamikleri, (Derleyenler: Alan Makovsky- Sabri Sayarı), İstanbul, Alfa, 2002, s. 58.
20 Şule Kut, a.gm., s. 17.
21 Abdülkadir Baharçiçek, a.g.m., s. 74.
22 Oral Sander, Türkiye’nin Dış Politikası, 2. bs., Ankara, İmge Kitabevi, 2000, s. 151.
23 İhsan D. Dağı, “İnsan Hakları, Uluslararası Sistem ve Türk Dış Politikası”, Türk Dış Politikasında Gelenek ve Değişim, (Der: İhsan D. Dağı), Ankara, Siyasal Kitabevi, 1998, s. 53.
I. TÜRK DIŞ POLİTİKASININ İLKELERİ
Bir devletin dış politikası maddi ve maddi olmayan unsurlar tarafından belirlenmekle birlikte, dış politikayı oluşturan temel ilkeleri belirlemek oldukça zordur. Bu zorluk başlıca iki sebepten kaynaklanmaktadır. Birincisi, 1923 ten beri ayakta olan bir devletin ilkelerini birkaç maddeye indirgemek, ikincisi de, ilke olarak kabul edilecek uygulamalarda bir tutarlılık ve süreklilik bulabilmektir.24
A. Statükoculuk
Türk Dış Politikasında etkili olan ilkelerin başında statükoculuk25 gelmektedir. Türkiye coğrafi konum olarak son derece hassas bir bölgede yer almaktadır. Bölgede daha önce var olan Osmanlı Devleti’nden de statüko politikasının miras olarak kaldığı söylenebilir. Hassas dengeler üzerine kurulu olan bu politikanın Türkiye için anlamı son derece büyüktür.
1. Gerçekçilik
Kuruluş döneminde dış politika belirlenirken, ulusal ve uluslar arası gerçekler göz önünde bulundurulmuş ve Türkiye gerçekçi dış politikası sayesinde bağımsızlığını ve egemenliğini korumuştur.26 Gerçekçilik politikasının en iyi örneklerini Milli Mücadele ve Kurtuluş Savaşı dönemlerinde, Misak-ı Milli’nin kabul edilmesi ve kurtuluş savaşında Sovyetler Birliği ile iyi ilişkilerin ve işbirliğinin yürütülmesinde görmek mümkündür.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Avrupa’nın bütün güçlü devletleriyle komşu durumundaydı. Doğuda Sovyetler Birliğiyle, Irak ve Kıbrıs’tan dolayı İngiltere’yle, Fransa ile Suriye’de mandası olduğundan ve On iki Ada’dan dolayı İtalya ile sınırdaş olmuştu.27 Bu devletler arasındaki çıkar çatışmaları ve kamplaşmaların ortasında kalan Türkiye gerçekçi bir dış politika izlemek zorunda kalmıştır.
Türkiye’nin Lozan’dan sonraki davranışı, I. Dünya Savaşı’nın mağlup devletleri arasında özel bir konuma sahiptir. Bağımsızlık mücadelesinin zaferle sonuçlanmış olması Türk liderlerinin özgüvenini arttırarak Türk Halkının moralini yükseltmiştir. Duygusal nedenlerle ve milliyetçilik duygusuyla hareket edilerek, I. Dünya Savaşı sonrası düzeninden memnun olmayan devletlerin arasına katılmak mümkün olmasına rağmen, Türkiye gerçekçi bir dış politika izleyerek memleketin maceraya sürüklenmesine izin vermemiştir. Savaştan yenilgiyle çıkan Almanya’nın, kısa süre içerisinde kendini toparlayarak statükoyu değiştirmek amacıyla özellikle güney doğu Avrupa’da ekonomik ve ticari etkisini sistemli bir şekilde arttırma çabasına girişmesi, Türkiye’nin yakın tehlikelerle karşı karşıya kalmasına neden olmuştur. Bu gelişme üzerine Türkiye bir yandan komşularıyla dostluk ilişkilerini sürdürmeye çalışırken, diğer yandan Milletler Cemiyeti’ne girerek ortak güvenlik sisteminden yararlanmaya ve batı ve doğudaki komşularıyla bölgesel anlaşmalar yapma yoluna gitmiştir.28
Devletlerin ulusal çıkarları ve hedefleri vardır ve her devlet çıkar ve hedeflerine ulaşmak ister. Ama bazen devletlerin gücü hedeflerini gerçekleştirmeye tek başına yeterli olmaz. Başkalarının gücünden yararlanarak çıkarlarını gerçekleştirmeye çalışırlar bu durumda da uluslararası işbirliği kaçınılmazdır.
Büyük bir devletin gücü ancak başka bir büyük devletin gücü ile dengelenebilir. Uluslararası sorunları barışçı yollardan çözmek isteyen Türkiye’nin, devletlerarasındaki gruplaşmaları göz önünde bulundurduğunda gerçekçi bir politika olarak revizyonist29 devletlerle işbirliği içinde olması düşünülemezdi. Uluslararası ilişkilerde sürekli dostluklar ve düşmanlıklar söz konusu değildir. Bu doğrultuda hareket eden Türkiye, Kurtuluş Savaşında savaştığı Batılı devletlerle ilişkilerini normalleştirmiş hatta dostluk ilişkisi kurmuştur.30
24 Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, (Editör: Baskın Oran), C.1, İstanbul, İletişim Yayınları, 2001, s. 46.
25 Statüko kelimesi Fransızca kökenli bir isim olup, yürürlükte bulunan antlaşmalara göre olması gereken veya süregelen durumu ifade etmektedir.
26 Mehmet Gönlübol, Atatürk’ün Dış Politikası: Amaçlar ve İlkeler, (Atatürk Yolu adlı kitaptan ayrı bası), İstanbul, Gün Matbaası, 1981, s. 258.
27 Mehmet Gönlübol,Cem Sar, Atatürk ve Türkiye’nin Dış Politikası (1919-938), Ankara, 1990, s. 53.
28 Mehmet Gönlübol, Atatürk’ün Dış Politikası: Amaçlar ve İlkeler, s. 261.
29 Revizyonist kelimesi Fransızca’dan gelmekte olup, Bir öğretinin, bir durumun, bir anayasanın, bir antlaşmanın yeniden gözden geçirilmesi için savaşan (kimse) anlamındadır.
30 Mehmet Gönlübol, Atatürk’ün Dış Politikası: Amaçlar ve İlkeler, s. 262.
2. Misak-ı Milli’ye Bağlılık ya da Mevcut Sınırları Korumak
Statükoculuğun Türk dış politikasındaki bir diğer anlamı da, var olan ülke sınırlarını koruma, değiştirmek istememe ve memnun olmayı ifade etmektedir. Türkiye, Misak-ı Milli sınırlarıyla yetineceğini kabul ederek kendisini maceralara sürükleyecek davranışlardan kaçınmıştır. Bu politikanın sonucu olarak Türkiye toprakları dışında kalan soydaşlarına yönelik olarak yayılmacı bir politika izlemeyeceğini de kabul etmiştir.31
Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırları ile bağlı olması, uzun süreli bir barış dönemi yaşamasına neden olmuştur. 1911’de Trablusgarp’ta başlayarak, Balkan savaşları ve I. Dünya Savaşı ile devam eden ve ulusal kurtuluş mücadelesiyle son bulan 10 yılı aşkın savaş döneminden sonra, 1923’ten bu güne Türkiye önemli bir savaş yaşamamış sayılı devletlerden birisidir. Türkiye’nin sahip olduğu coğrafi konum ve stratejik önem göz önünde bulundurulduğunda, barış içerisinde kalabilmenin önemi ve zorluğu daha iyi anlaşılabilmektedir.32
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde etkili olan Pan-İslâmist ve Pan-Türkist politikalar terk edilerek, “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi ile yeni düzene vurgu yapılmıştır. Mevcudu koruma politikasının izlenmesinin birçok nedeni olduğunu söyleyebiliriz; birincisi yeni kurulan devletin tehdit edilmedikçe dışa dönecek hali yoktu, içerde karşılaştığı sorunların üstesinden gelmeye çalışıyordu. İkincisi Atatürk’ün etkisi, İtalyan ve Alman liderlerinin aksine amacı fethetmek değil, yeni kurduğu ulus-devleti güçlendirmekti. Üçüncüsü, milli mücadele sırasında en çok Türk kökenli halkın yaşadığı Sovyetler Birliği ile yapmış olduğu anlaşmayla Turancılık politikası izlemeyeceğini kabul etmişti.33
31 Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, (Editör: Baskın Oran), s. 47.
32 Mehmet Gönlübol, Atatürk’ün Dış Politikası: Amaçlar ve İlkeler, s. 274.
33 Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, (Edi.: Baskın Oran), s. 47-48.
3. Yurtta Sulh, Cihanda Sulh
Yurtta sulh, cihanda sulh ilkesi ile hareket eden Türkiye, tüm devletlerle dostane ilişkiler içinde olmaya, barışı bozmak isteyen devletlere karşı da barışçı devletlerle daha sıkı işbirliği yapmaya çalışmıştır.34
“Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesinin içe ve dışa yönelik iki boyutu vardır. Birincisi, yurtta iktisadi, ideolojik ve siyasal açıdan Batıcı bir düzenin kurulduğu ve bunun uluslararası toplumca kabul edilmesi. İkincisi ise, yurtdışından bağımsızlık ve egemenlikten başka bir isteğin bulunmadığı, ülke sınırları içerisinde yaşamaktan memnun olunduğu, sınır ötesi bir müdahale isteklerinin olmadığı, başkalarının da kendi sınırlarıyla ilgili isteklerinin olmaması durumunda çatışma olmadan barış içerisinde yaşamak.35 Atatürk’ün dış ve iç politikası barışçı idi. O’na göre içte barış, milletimize huzuru, güveni ve refahı getirecekti; millî birlik ve bütünlüğü sağlayacaktı. Şüphesiz bu çok doğru bir görüştü. Dışta barış ise uluslararası insanî duyguları geliştirecek, haklara saygıyı sağlayacak ve uluslararasında karşılıklı güven doğacaktı.36
Türkiye, 1923’ten sonra iyimser bir yaklaşımla, Megali İdea’nın Anadolu’ya gömüldüğünü varsayarak Yunanistan’la ilişkilerini dostluk temeli üzerine oturtmaya çalışmış, Balkan ülkeleriyle de var olan dostluk bağlarını güçlendirmeye çalışmıştır. Sürekli kendisini tehdit eden İtalya ile bile ilişkilerini karşılıklı bir anlayış içine yerleştirmeye çalışmış, Musul ve Hatay sorunu yaşadığı İngiltere ve Fransa ile de ilişkilerini normalleştirmiştir. Revizyonist devletlerin statükoyu değiştirme girişimleri üzerine Milletler Cemiyetine üye olmaktan çekinmemiş, tarihte ilk kez savaşı hukuken yasaklayan Briand-Kellog Paktını imzalamıştır. Diğer bir ifadeyle Türkiye, uluslararası güvenlik ve barış çabalarının hemen hemen tümüne katılmıştır.37
Türkiye dış politikasını belirlerken mümkün olduğunca duygusallıktan uzaklaşmaya çalışmıştır. Eğer duygusal hareket etmiş olsaydı, İkinci Dünya Savaşı’nın çıkmasına neden olan revizyonist gruba katılabilirdi. Bu dönemde Türk dış politikasının ana hedeflerinin belirleyicisi durumundaki Atatürk, ülkeyi yeni maceralara sürükleyebilecek girişimlerden kaçınmıştır. Türkiye’nin “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesini dış politikasının esaslı bir unsuru olarak kabul etmesi, uluslararası sistemde revizyonist ve statükocu gruplaşmaların başladığı dönemde olmuştur.38
34 Mehmet Gönlübol, Atatürk’ün Dış Politikası: Amaçlar ve İlkeler, s. 270.
35 Oral Sander, A.g.e., s. 78., Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, (Editör: Baskın Oran), s. 47.
36 Bekir Tünay, “Jeopolitik Tehditler Karşısında, “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh””, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 6, Cilt: II, Temmuz 1986,
37 Oral Sander, a.g.e., s. 77-78 ve s. 146.
38 Mehmet Gönlübol, vd., Olaylarla Türk Dış Politikası:1919-1973, 9. bs., Ankara, Sevinç Matbaası, 1996, s. 93-94.
Türkiye, uluslararası uyuşmazlıklarını barışçı yollarla çözümlemeye çalışmakla, kuvvete ve kuvvet tehdidine müracaat etmemekle barışa hizmet etmiştir. En önemli iki uyuşmazlık, Hatay Sorunu ve Montreux Boğazlar Sözleşmesi, ilgili devletlerin karşılıklı rızaları ile çözümlenmiştir. Türkiye uluslararası hukuk kurallarına saygılı olmuştur.
Yurtta Sulh, Cihanda Sulh ilkesi Türk dış politikasının belirleyicisi olarak -Montreux Boğazlar Sözleşmesi, Hatay’ın Türkiye’ye katılması ve Kıbrıs’a müdahale hesaba katılmazsa- günümüze kadar devam etmiştir.39 Lozan’da düzenlenen Boğazlar Sözleşmesinin yetersizliği, yeniden bir düzenleme yapılmasını gerekli kılmış, ilgili devletlerin uygun bulmaları ile Montreux’de toplanan konferans, 20 Temmuz 1936’da Montreux Boğazlar Sözleşmesini kabul etmiştir.40 Zaten Montreux ve Hatay olayları gerçekleştiği dönemde uluslararası hukuka uygun olarak ve silah kullanılmadan gerçekleştirilirken, sınır dışına müdahale olarak gerçekleşen Kıbrıs olayı ise, Türkiye’nin taraf olduğu 1960 tarihli Garanti Anlaşması’nın bir sonucudur.41
Soğuk Savaş sonrası dönemde, ekonomik işbirliğini ve karşılıklı dayanışmayı destekleyerek bölgesel barış ve istikrara katkıda bulunmak, Türk dış politikasının temel amaçlarından birisidir. Bu çerçevede, Karadeniz Havzası’na yönelik olarak bölgenin bir barış, huzur, refah ve istikrar bölgesi olmasını sağlamak amacıyla Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ) projesinin öncülüğünü yapmıştır.42 KEİ gerek bölgesel gerekse global gelişmeleri göz önünde bulundurarak bütün üye ülkelerin çıkarına olacak bir işbirliğine zemin olmayı hedeflemiş43 ve bölgede bir ekonomik ve siyasal canlılık oluşturmayı amaçlamıştır.44
Türkiye’nin öncülüğü yaptığı bir diğer uluslararası organizasyon da D-8’dir. Güney-Güney diyalogu çerçevesinde gelişme yolundaki ülkeler arasında oluşturulan işbirliği örneklerinden biri olan D-8, üye ülkeler arasında ekonomik ve ticari işbirliğinin geliştirilmesine yönelik bir oluşumdur. D-8’in amacı, kalkınma yolundaki ülkelerin dünya ekonomisi içindeki konumlarını iyileştirmek, ticari ilişkilerini çeşitlendirmek ve ticaret alanında üye ülkelere yeni imkanlar oluşturmak, uluslararası seviyede karar verme mekanizmalarına güçlü biçimde katılımlarını sağlamak ve halklarının yaşam seviyesini yükseltmektir. İlkeleri ve kapsadığı coğrafi alan itibariyle bölgesel olmaktan çok küresel bir oluşum özelliğine sahiptir.45
39 İdris Bal, a.g.m., s. 668.
40 Hamza Eroğlu, “Yurtta Sulh Cihanda Sulh”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 2, Cilt: I, Mart 1985,
41 Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, (Editör: Baskın Oran), s. 48.
42 Mehmet Gönlübol, vd., Olaylarla Türk Dış Politikası:1919-1973, s. 708.
43 Alaeddin Yalçınkaya, “Değişen Dünyaya Uyum Açısından Türkiye Merkezli Uluslararası Örgütler: KEİ, EİT ve D-8 Örnekleri”, Değişen Dünyada Uluslararası İlişkiler: Uluslararası Siyaset Uluslararası Hukuk ve Temel Sorunlar, (Editör: İdris Bal), s. 363.
44 Selahaddin Bakan, “Teoriler Işığında Dış Politika”, 21.Yüzyılda Türk Dış Politikası, (Editör: İdris Bal), 3. bs., Ankara, AGAM, 2006, s. 22.
45 Uluslararası Kuruluşla İlişkiler, 29 Ekim 2007. D-8 developing8.org
4. Dengeleri Koruma
Türkiye’nin statükocu dış politika uygulamasının sonucu olarak, var olan düzen içerisinde dengeleri sağlamak veya sürdürmeye yönelik politikalar izlemiştir. Denge politikası izlemek son derece zor olup, uluslararası sistemle de yakından ilgilidir. Uluslararası sistemin niteliği denge politikasının izlenmesini kolaylaştıracağı gibi zorlaştırabilir de.46
Türkiye’nin dengeleri koruma politikası iki türlü uygulama yapmasına yol açmıştır. Birincisi, Batı yanlısı politikaya rağmen, konumundan (coğrafi ve stratejik) kaynaklanan nedenlerle Batı ile onun karşısındakiler arasında denge kurmaya yönelik uygulamalar. İkincisi de yine benzer nedenlerle Batı’yı oluşturan unsurlar arasında denge kurulması. Türkiye’nin birinci dengeyi sağlaması kolay olmamıştır. Türkiye’nin kuruluşundan sonraki dönem dikkate alındığında, Batı sürekli olarak uluslararası politikada yükselen güç konumunu korumuştur. Bu görüntü İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra iki kutuplu dünya olarak ortaya çıkmış, 1990’lı yılların başında da SSCB’nin ve doğu bloğunun dağılmasıyla birlikte tek kutuplu dünyanın hakim tarafı haline gelmiştir. Bu dönem içerisinde Türkiye sürekli Batı bloğunun içinde yer almakla birlikte seçeneklerini farklılaştırmak ve alternatifler oluşturmak için dönem dönem denge oyunu oynamıştır. 1923-1939, 1939-1945 ve 1960-1980 yılları arasında SSCB’den bir denge unsuru olarak yararlanmaya çalışmıştır.47
46 Ayrıntılı bilgi için bakınız: Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, İstanbul, Filiz Kitabevi, 1989, s. 569-606. Tayyar Arı, a.g.e., s. 153-170.
47 Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, (Editör: Baskın Oran), s. 49.
1923-1939 iki savaş arası dönem için Haysiyetli Dış Politika deyimi kullanılmaktadır. Bu dönemde Türkiye daha önce dış politikada görülmeyen büyük bir göreli özerklik sağlamış ve bu fırsatı sonuna kadar kullanmıştır. Elindeki kozlarla ve olanaklarla orantılı rasyonel bir politika izlemiştir.48 Türkiye’nin karşılaştığı en çetin dış politika sınavlarından biri, 1939-1945 (İkinci Dünya Savaşı) yılları arasında gerçekleşmiştir. Bir tarafta Mihver devletleri (Almanya, İtalya ve Japonya), diğer tarafta Müttefik güçlerinin (İngiltere, Fransa, ABD ve SSCB) karşılıklı etki ve baskılarına maruz kalan Türkiye, baskılara karşı akılcı bir politika izleyerek belirlenen hedef doğrultusunda savaş dışında kalmayı başarmıştır. Savaşan taraflarla yapılan görüşmelerde savaşa doğrudan girmemek için gerek iki taraf arasındaki gerekse tarafların kendi içlerindeki çelişkilerden yararlanmıştır.49 Savaşan ülkelerle imzalamış olduğu anlaşmaların niteliği, savaş içerisinde değişen dengeler, her iki grubun da Türkiye’yi kendi yanlarında savaşa sokma çabaları ve savaş cephelerinin Batı ve Doğu’dan Türkiye’ye yaklaşması ülke yöneticilerini oldukça güç bir durumla50 karşı karşıya bırakmasına rağmen, izlenen strateji ve manevralar savaş dışında kalmasını sağlamıştır.51
1945-1960 yılları ise göreli özerklikten uzak ve ikinci dünya Savaşı’nın ağır mirasının etkisiyle de tamamen dışa bağımlı –özellikle de ABD’ye- bir dönem olarak yaşanmıştır. 1960-1980 dönemi, dış politikada kararların alınması ve sonuçlandırılması bakımından Türkiye açısından göreli özerkliğin yaşandığı bir dönem olmuştur. Cezayir’e self determinasyon hakkının tanınmasının kabulü, Johnson Mektubuna karşı kararlı tepkinin gösterilmesi, 67 Arap-İsrail savaşında ilk kez Arapların desteklenmesi, ABD’nin Vietnam Politikasına karşı çıkılması, Haşhaş ekim yasağının kaldırılması, Kıbrıs’a çıkarma yapılması ve Amerikan silah ambargosuna karşı direnme vb. olaylar bu dönemde gerçekleşmiştir. Bu dönemde Türkiye, Batı’ya ekonomik ve siyasal bağımlılığını azaltacak dış politika girişimlerinde bulunmuştur.52
İkinci tür denge ise 1923-1939 ve 1939-1945 yılları arasında Batı Avrupa ülkelerini karşılıklı dengelemek açısından uygulandı. ABD’nin dünya sahnesine etkin bir güç olarak girmesinden sonra -ikinci Dünya Savaşıyla birlikte- söz konusu denge ABD ile Avrupalı güçler arasında sağlanabilirdi ama Türkiye bunu batı Avrupa’nın savaştan zayıf çıkmasından dolayı gerçekleştiremedi. 1960-1980 yılları arasında Türkiye AET (daha sonra AT ve son olarak AB adını alacaktır) ile olan ilişkilerini bir türlü netleştiremedi. 1980 askeri darbesinden 2000’li yıllara kadar olan dönemde de AB’nin Türkiye’ye karşı tavrı belirleyici olmuştu.53
Her iki dengenin sağlandığı dönemlerde Türkiye’nin Statükocu dış politikasını izlemesi ve devam ettirmesi kolaylaşırken, dış politikada göreli özerkliği artarken, aksi durumlarda statükocu politika izlemesi zorlaşmış ve dış politikada özerkliği azalmıştır. Türk dış politikasının sadece ABD’ye dayandığı dönemlerde (1950-1960) statükocu politikalardan sapma görülürken, dengelerin kurulduğu dönemlerde 1923-1939, 1939-1945 ve 1960-1980 statükoyu korumak mümkün olmuştur. 1950-1960 yılları arası dönemde ve 1990’lardan sonra göreli özerk liği azalırken, 1923-1939, 1939-1945 ve 1960-1982 dönemlerinde ise artış olmuştur.54
1990’larda Türkiye’nin statüko yanlışı d ış politikasında değil, Türkiye’yi çevreleyen bölgelerin statükosunda önemli değişiklikler yaşanmıştır. Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve Orta Asya’daki çatışmalar ve istikrarsızlıklar Türkiye’nin yol açtığı veya neden olduğu gelişmeler değildi.55
48 Ayrıntılar için bakınız: Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, (Editör: Baskın Oran), s. 256.
49 A.g.e., s. 394-396. Türkiye’nin bu dönemde izlemiş olduğu tarafsızlık politikası güç tarafsızlık olarak tanımlanmaktadır. Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, (Çeviren: Metin Kıratlı) 3. bs., Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1988, s. 294.
50 Nevin Yurdsever Ateş, “Cumhuriyet Dönemi Türk Dış Politikası ve Hükümet Programları”, 21.Yüzyılda Türk Dış Politikası, (Editör: İdris Bal), 3. bs., Ankara, AGAM, 2006, s. 37.
51 Günay Göksu Özdoğan, “II. Dünya Savaşı Yıllarındaki Türk-Alman İlişkilerinde İç ve Dış Politika Aracı Olarak Pan-Türkizm”, Türk Dış Politikasının Analizi, (der. Faruk Sönmezoğlu), 2.bs., İstanbul, Der Yayınları, 1998, s. 477. ve Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, (Editör: Baskın Oran), s. 388.
52 Ayrıntılar için bakınız: Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, (Editör: Baskın Oran), s. 672-679.
53 Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, (Editör: Baskın Oran), s. 49.
54 A.g.e., s. 49.
55 Şule Kut, a.g.m., s. 15.
B. Batıcılık
Dünya haritası coğrafi olarak bölündüğünde Türkiye bir Ortadoğu ülkesi olarak görülmekle birlikte ülkenin Avrupa’da da toprakları vardır. Tarih boyunca Balkanlar’da etkin olmuş ve bölge ile ilgili gelişmelere kayıtsız kalmamıştır. Bu yönüyle de bir Balkan ülkesidir. Genel olarak Akdeniz özelde de Doğu Akdeniz ülkesi olmasından dolayı Güney Avrupa ve Kuzey Afrika ülkeleriyle bağlantıları vardır. Topraklarının büyük bir bölümü de Asya’da olduğu için Asya ülkesidir. Türkiye 4 yüzyıl boyunca Avrupa’nın üçte birini yönettiği için Batı merkezli diplomasiye yabancı değildir. Osmanlı Devleti yıkılmaya başladığı dönemlerde de “Avrupa’nın hasta adamı” olarak adlandırılmıştır. Türkiye’nin siyasal tercihleri de coğrafi bağlantısını güçlendirmektedir.56
Türkiye’nin dış politikasında Batı’yı ve Batıcılığı tercih etmesinin birçok nedeni olduğunu söylemek mümkündür. Topraklarının büyük çoğunluğu Asya’da çok azı Avrupa’da olan bir ülke neden Batı’yı tercih etmektedir? Böylesi güçlü bir eğilimin ortaya çıkmasında tarihsel, ideolojik, toplumsal ve kültürel unsurların etkisi olmuştur. Türkiye’nin Batıcı dış politikasını anlamak için Atatürk’ün niteliklerini de göz önünde bulundurmak gerekir. İlk olarak Atatürk Osmanlı Devleti’nin Batı’ya en açık kurumu olan Harbiye’den mezun olmuştur. İkinci olarak realist birisidir ve bu realizmi onu batılı büyük devletlerle doğrudan bir çatışmayla karşı karşıya getirmemiştir.57
Atatürk döneminde Türkiye’nin Batı’ya yönelen dış politikası her alanda Batı ile ilişkiler kurmak çabasıyla birlikte devam etmiştir. Atatürk, Türkiye’nin çağdaş dünyada yerini alabilmesi için Batılılaşmasının gerekli olduğuna inanmıştı. Kurtuluş Savaşını Batılı devletlere karşı vererek zaferle ayrılan Türkiye’de milliyetçi duygular psikolojik bir güven duygusu kazanmışlar bu durumunda etkisiyle hızlı bir Batılılaşma süreci yaşanmıştır.58 Ülkede modern bir Batılı ulus oluşturmaya çalışan Atatürk, dış politikayı da bu hayalini gerçekleştirmek için kullanmıştır. Türk toplum ve devletini Batılılaştırmak amacıyla çok sayıda devrim yapıldığı gibi, dış politikada da Batılılık ve Batı medeniyetinin standartlarına uygun hareket temel alınmıştır. Atatürk’ün en samimi arzularından birisi Türkiye’yi Batı dünyasının eşit ve saygın bir üyesi olarak görmek olduğu için, özellikle onun döneminde ülke kararlı bir şekilde yüzünü Doğu’dan Batı’ya çevirmiştir.59
Türk siyasal sistemi ile Atatürk devrimlerinin Avrupa ülkelerindekilere benzer amaçlarının olması, Türkiye’nin ekonomik koşulları ile ekonomik ve toplumsal kalkınma konusundaki temel görüşler ülkeyi dış yardım ve yatırım aramaya yönlendirmişti. Bu yardımın bu dönemde Batı Avrupa ülkeleriyle ABD’den gelebilecek olması, parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya kalmamanın güvencesinin Batılı devletler topluluğunda yer almada görülmesi de Türkiye’nin Batı yanlısı bir politikanın izlemesine yol açan nedenlerdendir.60
Batı ile yakın işbirliğinin bu gün daha net görünen amaçları ise; ilk olarak 2. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Türkiye’nin toprak bütünlüğüne yönelen Sovyet tehlikesinden kurtulmak. İkincisi önceki dönemin devamı olarak Türk yöneticilerin ülkenin ekonomik kalkınmasının gerçekleşmesi için ihtiyaç duydukları dış yardımı sağlamak. Sonuncusu da Batılılaşma ile modernleşme hareketlerini ve çabalarını güçlendirmek olarak tanımlanabilir. Batı ile sağlanan her işbirliği ve yakınlaşma Türkiye’nin güvenlik ve modernleşme amacının gerçekleştirilmesine katkıda bulunacaktı.61
56 Oral Sander, a.g.e., s. 141. İ.Reşat Özkan, Dış Politika: Dış Kapının Dış Mandalı, İstanbul, Çınar Yayınları, 1996, s. 14.
57 Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, (Edi.: Baskın Oran), s. 52-53.
58 Mehmet Gönlübol, Cem Sar, a.g.e., s. 141.
59 Şaban H. Çalış, “Ulus, Devlet ve Kimlik Labirentinde Türk Dış Politikası”, Türkiye’nin Dış Politika Gündemi: Kimlik, Demokrasi, Güvenlik, (Der: Şaban H. Çalış vd.), Ankara, Liberte, 2001, s. 7.
60 Oral Sander, a.g.e., s. 155.
61 Oral Sander, a.g.e., s. 156.
Türkiye uzun zamandır ABD ve Avrupa’nın müttefiki olan bir ülke, özellikle Soğuk Savaş’ın başlangıcından itibaren NATO’nun güneydoğu kanadını savunarak -eski- Sovyetler Birliği’nin çevrelenmesi politikasına büyük katkılarda bulunmuştu.62
Sovyet tehdidi ve onun sonucunda iki kutuplu sistemin gereği olan nispi istikrar ve disiplin ortadan kalkınca güvenlik endişeleri tamamen değişti ve çeşitlendi. Değişimin merkezi Balkanlar, Ortadoğu ve eski SSCB toprakları gibi Türkiye’yi kuşatan bölgelerdi. Bu bölgeler Türkiye için yepyeni fırsatlar meydana getirdi63 Soğuk Savaş sonrası gelişmeler stratejik bakımdan Avrupa’yı kendi içine döndürürken, Türkiye’yi ise dışa yöneltti. Türkiye, bir taraftan dıştan gelen tehdit ve tehlikelere karşı, eskiye oranla daha aktif önlemler alırken bir taraftan da ortaya çıkan yeni fırsatlardan yararlanmak için kendisini çevreleyen bölgelerde ekonomik ve siyasal bakımdan daha girişimci rol oynamaya başladı.64
SSCB’nin ve Doğu bloğunun dağılmasından sonra Türkiye’nin Misak-ı Milli’den sonra kendisine temel olarak yeni yaşam alanı belirlediğini söylemek mümkündür. İlk alan, Osmanlı Devleti zamanında, sınırları içerisinde yaşayan Müslümanların oturduğu bölgeler. Arnavutluk, Bosna Hersek, Makedonya, Kosova ve Batı Trakya’yı kapsayan Balkan topraklarıyla Irak ve Suriye’deki Türk ve Kürtlerin yaşadığı alanlardan oluşmaktadır. Diğer alan ise SSCB’nin dağılmasından sonra eski Sovyet toprakları üzerinde kurulan 15 devletten 5 tanesi olan ve Türk Cumhuriyetleri olarak adlandırılan devletlerin oluşturduğu bölge. Her iki bölgenin de Türkiye’nin bölgesel güç olma süreci içerisinde önemli rol oynayacaklardır.65 Türkiye sahip olduğu siyasal ve ekonomik yapısıyla, Batı ile kurduğu yakın ilişkileriyle ve bölge devletleriyle olan tarihsel bağları nedeniyle bu ülkeler için güçlü bir çekim merkezi olabilme potansiyeline sahiptir. Türk Cumhuriyetlerinin uluslararası örgütlere üye olarak alınmasında (BM, AGİT ve IMF gibi) öncülük yapmıştır. Ayrıca ikili ilişkilerle de bölgeye kültürel, ekonomik ve siyasal katkılar sağlamıştır.
62 Heinz Kramer, a.g.e., s. 13. ve Mustafa Aydın, “Global Değişim ve Genişleyen Türk Dünyası: Türkler ve Türkîler”, Türkiye’nin Dış Politika Gündemi: Kimlik, Demokrasi, Güvenlik, (Der: Şaban H. Çalış vd.), Ankara, Liberte, 2001, s. 273.
63 Şule Kut, a.g.m., s. 10.
64 Ali Karaosmanoğlu, “Türkiye Açısından Avrupa Güvenlik Kimliği: Jeopolitik ve Demokratik Ufuk”, Türkiye’nin Dış Politika Gündemi: Kimlik, Demokrasi, Güvenlik, (Der: Şaban H. Çalış vd.), Ankara, Liberte, 2001, s. 66, Berdal Aral, “Türk Dış Politikası Söylemine Eleştirel Bir Yaklaşım: TürkiyeAvrupa Birliği Ortaklığı”, Türkiye’nin Dış Politika Gündemi: Kimlik, Demokrasi, Güvenlik, (Der: Şaban H. Çalış vd.), Ankara, Liberte, 2001, s. 198., Heinz Kramer,a.g.e., s. 147.
65 Mehmet Gönlübol vd., Olaylarla Türk Dış Politikası:1919-1995, s.652.
SONUÇ
Türkiye’nin gelecekteki dış politika vizyonu bakımından belirleyici olan iki ana hedefi bulunmaktadır.
Birinci hedef, Avrupa Birliği’nin ayrılmaz bir parçası olmaktır. Tarihi, coğrafi ve ekonomik olarak Türkiye bir Avrupa ülkesidir. Dolayısıyla, 3 Ekim 2005’te başlayan katılım müzakerelerinin sonuçlanmasıyla birlikte Avrupa Birliği’ne tam üye olması gayet doğaldır. Müzakerelerin başlaması stratejik hedefe ulaşılması yönünde önemli bir adım olmuştur. Türkiye, demokrasi, laiklik, serbest piyasa ekonomisi, iyi yönetişim ve bölgesel işbirliği konusundaki çağdaş standartları Orta Doğu ve Avrasya’nın eşiğine taşımak tadır.
İkinci hedef, tümü Türkiye’nin dış politikasında önemli yere sahip olan Balkanlar, Kafkaslar, Karadeniz, Orta Doğu, Akdeniz ve Orta Asya ile Avrupa’nın doğal kesişim noktasında yer alan ülke toprakları etrafında bir güvenlik, istikrar, refah, dostluk ve işbirliği ortamı oluşturulmasıdır.66
Türkiye’de dış politikanın teori ve uygulamasında sergilenen statükocu tutum, içte ve dışta var olan kurumları ve güç ilişkilerini sürekli ve verili gerçekler olarak kabul etme eğilimini desteklemektedir. Dinamik bir yapıya sahip olan uluslararası ilişkilerde değişimi sadece kavramak yeterli değildir. Değişimi etkilemek ve yönlendirmek için, uluslararası politika ve teori ile gücün günlük yaşamdaki bağlantıları arasında sebep sonuç ilişkileri kurmak, kullanışlı ve fonksiyonel bir zihinsel araç olacaktır.67
Uluslararası ilişkilerin nasıl bilindiği ve tanımlandığı, gerçeğin bu veriler sayesinde nasıl şekillendirildiğini değerlendirmek, günümüz dünyasının etkin, saygın ve etkili bir üyesi olma hedef ve amacındaki bir ülkenin yapması gereken zorunlu bir bilgi ve zihin atılımıdır.68
66 Dış Politika ve Genel Görünüm, 29 Ekim 2007.
67 Burcu Bostanoğlu, “Uluslararası Politikada Kuramın Gerekliliği: Türk-Amerikan İlişkilerine Eleştirel Bir Bakış” Türk Dış Politikasında Gelenek ve Değişim, (Der: İhsan D. Dağı), Ankara, Siyasal Kitabevi, 1998, s. 77. 68 Burcu Bostanoğlu, a.g.m., s. 77.
KAYNAKLAR
Aral, Berdal; “Türk Dış Politikası Söylemine Eleştirel Bir Yaklaşım: Türkiye-Avrupa Birliği Ortaklığı”, Türkiye’nin Dış Politika Gündemi: Kimlik, Demokrasi, Güvenlik, (Der: Şaban H. Çalış vd.), Ankara, Liberte, 2001.
Arı, Tayyar; Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, 6. bs., İstanbul, Alfa Yayınları, 2006.
Ateş, Nevin Yurdsever; “Cumhuriyet Dönemi Türk Dış Politikası ve Hükümet Programları”, 21.Yüzyılda Türk Dış Politikası, (Editör: İdris Bal), 3. bs., Ankara, AGAM, 2006.
Aydın, Mustafa; “Global Değişim ve Genişleyen Türk Dünyası: Türkler ve Türkiler”, Tür kiye’nin Dış Politika Gündemi: Kimlik, Demokrasi, Güvenlik, (Der: Şaban H. Çalış vd.), Ankara, Liberte, 2001.
Bağcı, Hüseyin; “Türk Dış Politikası: Genel Bir Bakış”, Türk Dış Politikasında Gelenek ve Değişim, (Der: İhsan D. Dağı), Ankara, Siyasal Kitabevi, 1998.
Baharçiçek, Abdülkadir; “Soğuk Savaş’ın Sona Ermesinin Türk Dış Politikası Üzerindeki Etkileri”, 21.Yüzyılda Türk Dış Politikası, (Editör: İdris Bal), 3. bs., Ankara, AGAM, 2006.
Bakan, Selahaddin; “Teoriler Işığında Dış Politika”, 21.Yüzyılda Türk Dış Politikası, (Editör: İdris Bal), 3. bs., Ankara, AGAM, 2006.
Bal, İdris; “Türk Dış Politikasının Ana Hatları”, Değişen Dünyada Uluslararası İlişkiler: Uluslararası Siyaset Uluslararası Hukuk ve Temel Sorunlar, (Editör: İdris Bal), Ankara, Lalezar Kitabevi, 2006.
Bostanoğlu, Burcu; “Uluslararası Politikada Kuramın Gerekliliği: Türk-Amerikan İliş kilerine Eleştirel Bir Bakış” Türk Dış Politikasında Gelenek ve Değişim, (Der: İh san D. Dağı), Ankara, Siyasal Kitabevi, 1998.
Çalış, Şaban H.; “Ulus, Devlet ve Kimlik Labirentinde Türk Dış Politikası”, Türkiye’nin Dış Politika Gündemi: Kimlik, Demokrasi, Güvenlik, (Der: Şaban H. Çalış vd.), Ankara, Liberte, 2001.
Dağı, İhsan D.; “İnsan Hakları, Uluslararası Sistem ve Türk Dış Politikası”, Türk Dış Politikasında Gelenek ve Değişim, (Der: İhsan D. Dağı), Ankara, Siyasal Kitab ev i, 1998.
Davison, Roderic H.; Kısa Türkiye Tarihi, (çev.: Durdu Mehmet Burak), Ankara, Babil Yayıncılık, 2004.
Davudoğlu, Ahmet; Stratejik Derinlik: Türkiye’nin Uluslararası Konumu, İstanbul, Küre Yayınları, 2001.
Eralp, Atilla; “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türkiye ve Avrupa Birliği”, Türkiye’nin Yeni Dünyası: Türk Dış Politikasının Değişen Dinamikleri, (Derleyenler: Alan Makovsky- Sabri Sayarı), İstanbul, Alfa, 2002.
Eroğlu, Hamza; “Yurtta Sulh Cihanda Sulh”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 2, Cilt: I, Mart 1985.
Gönlübol, Mehmet; Atatürk’ün Dış Politikası: Amaçlar ve İlkeler, (Atatürk Yolu adlı kitaptan ayrı bası), İstanbul, Gün Matbaası, 1981.
Gönlübol, Mehmet ve Sar, Cem; Atatürk ve Türkiye’nin Dış Politikası (1919-938), Anka ra, 1990.
Gönlübol, Mehmet vd.; Olaylarla Türk Dış Politikası: 1919-1973, 9. bs., Ankara, Sevinç Matbaası, 1996.
Hale, William; “Türk Dış Politikasındaki Ekonomik Sorunlar” Türkiye’nin Yeni Dünyası: Türk Dış Politikasının Değişen Dinamikleri, (Derleyenler: Alan Makovsky- Sabri Sayarı), İstanbul, Alfa, 2002.
Karaosmanoğlu, Ali; “Türkiye Açısından Avrupa Güvenlik Kimliği: Jeopolitik ve De mok ratik Ufuk”, Türkiye’nin Dış Politika Gündemi: Kimlik, Demokrasi, Güv enlik, (Der: Şaban H. Çalış vd.), Ankara, Liberte, 2001.
Kirişçi, Kemal; “Türkiye ve Müslüman Ortadoğu”, Türkiye’nin Yeni Dünyası:Türk Dış Politikasının Değişen Dinamikleri, (Derleyenler: Alan Makovsky- Sabri Sayarı), İstanbul, Alfa, 2002.
Kramer, Heinz; Avrupa ve Amerika karşısında Değişen Türkiye, (çev. Ali Çimen), İstanbul, Timaş Yayınları, 2001.
Kut, Şule; “1990’larda Türk dış Politikasının Ana Hatları”, Günümüzde Türkiye’nin Dış Politikası, (Derleyenler: Barry Rubin-Kemal Kirişçi), İstanbul, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2002.
Lewis, Bernard; Modern Türkiye’nin Doğuşu, (Çeviren: Metin Kıratlı) 3. bs., Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1988
Özdoğan, Günay Göksu; “II. Dünya Savaşı Yıllarındaki Türk-Alman İlişkilerinde İç ve Dış Politika Aracı Olarak Pan-Türkizm”, Türk Dış Politikasının Analizi, (der. Faruk Sönmezoğlu), 2.bs., İstanbul, Der Yayınları, 1998.
Özkan, İ. Reşat; Dış Politika: Dış Kapının Dış Mandalı, İstanbul, Çınar Yayınları, 1996.
Rubin, Barry; “Türkiye’nin Uluslararası Alanda Değişen Rolü”, Günümüzde Türkiye’nin Dış Politikası, (Derleyenler: Barry Rubin-Kemal Kirişçi), İstanbul, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2002.
Sander, Oral; Türkiye’nin Dış Politikası, 2. bs., Ankara, İmge Kitabevi, 2000.
_______; “Yeni bir bölgesel Güç Olarak Türkiye’nin Dış Politika Hedefleri”, Türk Dış Politikasının Analizi, (der. Faruk Sönmezoğlu), İstanbul, 2. bs., Der Yayınları, 1998.
Sönmezoğlu, Faruk; Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, İstanbul, Filiz Kitabevi, 1989. Tünay, Bekir; “Jeopolitik Tehditler Karşısında, “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh””, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 6, Cilt: II, Temmuz 1986.
Yalçınkaya, Alaeddin; “Değişen Dünyaya Uyum Açısından Türkiye Merkezli Uluslararası Örgütler: KEİ, EİT ve D-8 Örnekleri”, Değişen Dünyada Uluslararası İlişkiler: Uluslararası Siyaset Uluslararası Hukuk ve Temel Sorunlar, (Editör: İdris Bal), Ankara, Lalezar Kitabevi, 2006.
_______; Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, (Editör: Baskın Oran), C.1, İstanbul, İletişim Yayınları, 2001.
0 Yorumlar