Yrd. Doç. Yener Özen
Erzincan Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü
yenerozen@gmail.com
Öz
Eğitim, belirlenen amaçlar doğrultusunda bireyi yetiştirme süreci olarak tanımlanabilir. Bu süreçte kazanılan bilgi, beceri, tutum ve değerler, bireyin karakterini farklılıklaştırır. Karakteri gelişen, bilgi ve beceriler ile donatılan birey ise, toplumsal yapı üzerinde olumlu değişmeler meydana getirir. Bu durum ise, temel değerlerin öğrencilere kazandırılması ile mümkün olabilir.
Temel değerlerin kazandırılması amacı; Türk Milli Eğitim Temel Kanunu ve ders programlarının amaçları incelendiğinde de açıkça görülür. Temel Kanunun başlangıcında millî eğitimin amaçları sayılırken ahlâkî, manevî değerleri benimseyen, beden, zihin, ahlâk, ruh ve duygu bakımından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere sahip kişiler yetiştirmekten bahsedilmektedir.
Değer Kavramı
Değer kavramı sözlükte; insanların, hayatın anlamı ve günlük yaşamın biçimlendirilmesi konusunda alternatif yollar arasından bir tercih yapmalarını sağlayan yol gösterici nitelikteki soyut yahut somut ilke, inanç veya varlıklardan her biri olarak tanımlanır.1
Değer kavramı, bireyi temel alan bir yaklaşımla oldukça geniş bir bakış açısı ile yorumlanmıştır. Bu bakış açısı felsefede değer kavramı ile ilgili, “(…) Değer en geniş anlamında insanın yarattığı her şeydir” söylemi ile yer bulmuştur. Daha ayrıntılı bir ifadeyle kavramlar arasındaki farklılıkları ve aralarındaki ilişkileri de ele alarak, değer kavramına şu şekilde açıklama getirmiştir:
„Değer‟ ile „değerler‟ ayrı ayrı şeylerdir. „Değerler‟ var olan şeylerdir, var olan imkânlardır; „Değer‟se bir şeyin değeridir; bir şeyin bir çeşit özelliğidir. Bu bakımdan değerleme, değerlerin gerçekleşmesi oluyor ve bir eylem veya bir eserdir; değerlendirme ise insanın ve insanla ilgili var olan her şeyin değerinin gösterilmesidir. Değerlerin değerlendirilmesi felsefenin işi; değerlere değer biçmekse morallerin, estetiklerin işi oluyor insanların akan yaşamında…2
Bilişsel süreçlere gönderme yaparak değerleri somut bir şekilde ele alan (…) Hofstede değerlerin zihinsel bir programda kayıtlı olduğunu söyler. Bu zihinsel programın evrensel, kolektif ve bireysel olmak üzere üç düzeyi vardır. (…) Hofstede, bir kişinin zihinsel programını ve içinde bulunduğu durumu ne kadar doğru bilirsek, o kişinin göstereceği davranış hakkındaki tahmin de o kadar kesin olacaktır der.3
1 Demir Ö. Acar M., (1997). Sosyal Bilimler Sözlüğü, Vadi Yayınları, Ankara, s.54
2 Çotuksöken, Betül, (2005). Değerler, Toplum/Topluluk - Birey, Maltepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi ve Fen Edebiyat Fakültesi, Gençlik ve Rehberlik Sempozyumu‟nda Sunulan Bildiri,
3 Aktan Coşkun Can, Ahlak ve Ahlak Felsefesi, ARI Düşünce ve Toplumsal Gelişim Derneği Yayını, İstanbul-1999
Manevi Değerler
“Değer; arzu edilen, ihtiyaç duyulan şeye karsı beslenen amaçtır. Değerleri işlevi, insanın aklını müspet yönde, iyilikler yönünde kullanılmasını sağlamaktır. Bu bakımdan değerler, insan davranışına ölçü getirdiği gibi sınır da getirir.”
Manevi değerler ise; “insanın ruhunda özünde var olan ve evrensel ruhun sunduğu ilkelerdir. Sevgi, adalet, sabır, hoşgörü insan doğasında var olan değerlerdir.” Manevi değerler insan hayatı için önemli anlam referansları arasında yer alır. Sağlıklı bir toplum yapısı oluşturmakta ve insanlar arası ilişkilerin geliştirilmesinde manevi değerler belirleyici özelliğe sahiptir. Manevi değerler insanı olgunlaştırır ve diğer insanlar karsısında saygınlığa götürür. Günümüzde bir değerler dizgesine sahip olmamanın, psikolojik olarak sağlığı bozucu olduğunu görüyoruz. İnsan nasıl gün ışığına kalsiyuma ya da sevgiye ihtiyaç duyuyorsa, aynı şekilde anlayacağı ve o doğrultuda yaşamını sürdürmekten zevk alacağı bir dine ya da yasam felsefesine ihtiyaç duyar 4
İnsanın değerlerden yoksun olması pek çok ruhsal hastalığı beraberinde getirdiği gibi bunları bedensel rahatsızlıklara da dönüştürebiliyor. Birtakım değerlerden yoksun olmak ilk önce insanın yaşamdan zevk alma, hayatının amacını belirleme duygularına büyük bir darbe indirecektir. Daha sonra pek çok şeye ve pek çok kişiye karsı, ilgisizlik, ilkesizlik, ümitsizlik, aşırı kuşkuculuk gibi rahatsızlıklara dönüşebilecektir. Bütün bunların yaşandığı bir durumda bireyin özgüvenin oluşmasından ve gelişmesinden bahsetmek mümkün değildir. Özgüven ancak, değerlerin olduğu ortamda oluşur ve gelişir.5
4 Erol Güngör, Ahlâk Psikolojisi ve Sosyal Ahlâk, İstanbul -1995, s: 42-54
5 Yılmaz Hasan Kamil, Şahsiyet / Kişilik İnşası ve Değerler, Diyanet Dergisi, Mayıs 2011, Sayı 245.
Bugün refah düzeyi yüksek toplumların büyük bölümünün değerler yoksunu olduğu tespit edilmiştir.
Bu durumu yüzeysel sebeplerle açıklamak mümkün değildir. Pek çok insan durumunun farkına varmaksızın değer yoksunluğu içinde mutsuz yasam sürdürmeye devam etmektedir. Böyle bir durumda birçok insan dine dönüş yaşayacaktır. Manevi değerler bütünü olan din, sağlıklı toplum yapısı oluşturmakta belirleyici özelliğe sahip olmuştur. İnsanın kendini çoğu zaman gerçekleştirmesi ahlak ile maneviyat ile dinle olabilmektedir.
Psikolojide Değer Kavramı
Psikoloji değer problemini felsefeden daha farklı bir şekilde ele alır. Psikolojide değerin önemi onun objektif bir esasa dayanıp dayanmamasında değil, fakat insan davranışlarının yol göstericisi olarak oynadığı roldedir. Bu bakımdan psikolog değeri sadece bir inanç olarak alır ve bu ona yeter. Özellikle ahlaki davranış konusunda değer, bir kimsenin çeşitli insanları, insanlara ait nitelikleri, istek ve niyetleri, davranışları değerlendirirken başvurduğu bir kıstas demektir.6 Teorisyenler değer kavramı konusunda birbirine paralel farklı tanımlamalarda bulunmuşlardır.
Değer kavramını Allport, bir insanın tercihine göre davranmasına ilişkin bir inanç Williams, tercihin kriterleri ya da standartları, Kluckhohn, bir gurubun niteliğini ya da bir bireyin özelliğini örtük ya da açık olarak belirten, eylemin tarzları, araçları ya da amaçları arasından tercih yapmayı etkileyen arzu edilebilen bir kavram Hofstede, belirli durumları diğerlerine tercih etme eğilimi Güngör, bir şeyin arzu edilebilir ya da edilemez olduğu hakkındaki inanç olarak tanımlamışlardır.7
Rokeach ise değeri, belirli bir davranış ve var oluş amacının kişisel ve toplumsal olarak karşıtlarına tercih edilmesine dair bir inanç; değer sistemini ise, görece önemi süresince var oluş amacı ya da tercih edilen davranış tarzları ile ilgili inançların kalıcı bir organizasyonu olarak tanımlanmaktadır.
Rokeach‟e göre değerlerin en önemli fonksiyonu çeşitli durumlarda davranışa rehberlik eden standartlar sağlamasıdır.
Değerler, kendimizi başka insanlara tanıtmada, başkalarının davranışını ve kendi davranışımızı yargılamada, kendimizi Ahlak, bir sosyal bilim dalı olarak toplum içerisinde oluşmuş örf ve adetlerin, değer yargılarının, normların ve kuralların oluşturduğu sistem bütününü inceler. Bu sistem bütünü; bir bireyin, bir grubun ya da tüm toplumun doğru ve yanlış davranışlarını belirler ve yönlendirir.8
Ahlak, felsefede temellerini bulan bir olgudur. İnceleme alanı ahlak felsefesi bugünkü anlamıyla “etik” dir. Etik sözlükte “(…) [Yun. Ethike < ethos = töre, ahlak]: Ahlak felsefesi. Ahlaksal olanın özünü ve temellerini araştıran bilim, insanın kişisel ve toplumsal yaşamındaki ahlaksal davranışları ile ilgili sorunları ele alıp inceleyen felsefe dalı. // “İyi nedir?” ya da “ne yapmalıyız?” gibi soruları kendisine ödev olarak koyan felsefe dalı olarak da belirlenebilir.” ifadeleri ile karşılık bulmaktadır.
6 Güngör Erol, Değerler Psikolojisi Üzerinde Araştırmalar, Ötüken Neşriyat Yayınları, İstanbul-1998.
7 Özlem Doğan, Kültür Bilimleri ve Kültür Felsefesi, İnkilap Kitabevi, İstanbul-2000.
8 Aktan Coşkun Can, Ahlak ve Ahlak Felsefesi.
Mengüşoğlu‟na (2005) göre; (…) “insanın yapıp etmelerini özel bir problem alanı olarak araştıracak, bu alanın varlık-nitelikleri ile bu alanı yöneten ilkelerin, değerlerin, varlık-niteliklerini, insanın yapıp-etmelerinin bağımlı ya da bağımsız olduklarını inceleyecek disipline etik adı verilmektedir.”
(…) Etik “iyi” ve “kötü” hakkında bir bilim ya da belirli bir gurup (dinsel topluluk, halk vb.) veya her insan için geçerli genel eylem kurallarının toplamı olarak yorumlanabilir.9
Felsefedeki ahlak anlayışı; sözlükteki karşılığından da anlaşılabileceği gibi “iyi nedir?” ve “iyi nasıl olunur?” problemleri ile gündeme gelir. “İyi olmak ne demek?”, “kime göre iyiyiz?”, “hangi davranışlar bizi iyi kılar; hangi davranışlar bizi kötü kılar? ve yine “kime, neye, hangi yere ve zamana göre iyi ve kötü kılar?”, “kimler için ne iyidir ya da ne kötüdür?” soruları filozofların ahlak olgusu üzerinde açıklama getirmeye çalıştıkları sorulardır. Ahlak olgusu (etik) ve değer kavramı insanın inançları ve tercihleri doğrultusunda yapıp etmelerinde buluşur.
Filozofların iyi-eski deyimiyle hayâ-veya “doğru”nun mahiyeti hakkında başlıca üç bakış tarzı geliştirdiklerini görüyoruz. Bunlardan bir kısmına göre bir şeye iyi dediğimiz zaman ona şu veya bu cinsten bir kalite (keyfiyet) atfetmiş oluyoruz. Bir kısmına göre, bir şeye iyi diyen kimse kendi duygularını belirtmiş olur. Bir üçüncü gurup filozofa göre ise ahlaki kavramlar başkalarına belli bir şekilde davranmaları için verilmiş birer emir ve kumanda sayılır. Filanca şey iyidir demek o şeyi yapın veya o şeye saygı gösterin demektir.10
Sokrates‟in bütün çalışmaları ahlaka yönelmiştir. “(…) Sokrates ilk defa “nasıl davranmamız” gerektiği hakkında sistemli fikirler ileri sürdüğü zaman Ahlak Felsefesinin ne olduğunu göstermiş bulunuyordu”11.
9 Özlem Doğan, Günümüzde Felsefe Disiplinleri, İnkilap Kitabevi, İstanbul-2001, s.366.
10 Güngör Erol, Değerler Psikolojisi Üzerinde Araştırmalar.
11 Güngör Erol, a.g.e..
Kültürel Açıdan Değer Kavramı
“Kültür”, sözlüklerde ve ansiklopedilerde en çok tanıma sahip sözcükler arasında bulunur. Terim olarak “kültür”, Latince colere fiilinden türetilmiştir. Colere; işlemek, yetiştirmek, düzenlemek, onarmak, inşa etmek, bakım ve özen göstermek, ekip biçmek, iyileştirmek, eğitmek vb. anlamları birlikte içeren çok zengin bir anlam içeriğine sahiptir.12
Toplumlar farklı kurallara sahip, farklı gelenek ve adetleri içerisinde barındıran, farklı yapılanmalardan ve düzenlemelerden geçerek büyüyüp gelişen yapılardır. Toplumun bu açılarıyla, insanın gelişimine ve davranışlarına etkisi büyüktür. Bu gelişme evresinde insan neyin kendisi için iyi, neyi kötü olduğunu; yaşadığı toplumun kültürel özelliklerinin bir yansıması olan değer yargıları ile anlamaya ve bilmeye çalışır.
Kültür, kişilerin davranışları hakkında bize bilgi veren ve bu davranışlarda yansımasını bulan soyut görüşler, değerler ve dünyaya dönük algılardan oluşur. Kültür, bir toplumun üyeleri tarafından paylaşılır ve o toplumun üyeleri tarafından anlaşılır davranışlar üretir. Kültürler bize biyolojik olarak atalarımızdan miras kalmamıştır; kültür öğrenilir ve kültürün bütün değişik parçaları bütünleşmiş bir biçimde işlev görür (Haviland vd, 2008).
Felsefede Değer Kavramı
Felsefi bir kavram olarak değer sözlükte;
1- Kişinin, isteyen, gereksinme duyan, erek koyan bir varlık olarak, nesne ile bağlantısında beliren şey olarak tanımlanır. İnsanların gereksinme, duyma biçimi ve istemelerinin türlü türlü oluşu, değerlemeleri de çoğalttığından sayısız değer türleriyle karşılaşılır. Ayrıca, birine yüksek bir değer olarak görünen bir şey, bir başkasına değeri az ya da değersiz görünebilir.
2- Her türlü deneysel yaşantının dışında, insanın isteme, duyma ve eğilimlerinden bağımsız olan, kendi başına var olan, “kendinde değer” i kabul eden felsefe görüşüne göre, aralarında bir aşama düzeni olan bu değerler bir “değerler alanı” kurarlar. Max Scheler ve Nicholai Hartmann bu görüşü savunurlar.
Değerler biçimsel olarak; Olumlu ve olumsuz, göreli ve salt, öznel ve nesnel değerler olarak ayrılırlar; içerik bakımından: nesne değerleri (hoş, yararlı, kullanışlı), mantıksal değerler (doğru), ahlaksal değerler (iyi), sanat değerleri (güzel) olarak ayrılırlar.13
13 Akarsu Bedia, A.g.e.
Mengüşoğlu değer kavramını farklı anlamlarda daha geniş açıdan şu şekilde dile getirmiştir:
Tarihsel varlığın determinasyon probleminde değerler de çok önemli bir rol oynar. Çünkü bir geleneğin sürmesi, akıcı ya da donmuş bir şekil kazanması, bir eğitim sisteminin yeni yetişen kuşaklara şekil kazandırması gibi fenomenlerin hepsi, değer-determinasyonlarına dayanır.
Aynı şekilde eğer belli bir mekân parçası olan vatan seviliyorsa; onu savunmak için acılara katlanılıyorsa; eğer üç boyutlu zaman içinde olup biten olaylar arasında bir bağ kuruluyor; onlardan bazılarına bir öncelik veriliyor ve gelişmelerine çalışılıyorsa; eğer insan başarıları birbirini karşılıklı etkiliyorsa; bu, bu fenomenlerde belli değer-yapılarının bulunduğunu gösterir; çünkü insan hayatı, insanın yapıp- ettikleri, insanın başarıları, herhangi bir şekilde değerle bezenmiş ve değerler tarafından yönetilmişlerdir. Tarihsel varlık-alanında ağır basan determinasyon, değerlerin sağladığı determinasyondur. Çünkü insanın herhangi bir ilgisinin, herhangi bir idealinin bulunmadığını kabul etmek, onun hayat eylemleri, olup biten şeyler karşısında hiçbir tavır takınmadığını, onlar karşısında kayıtsız kaldığını kabul etmek demek olur ki, buna olanak yoktur. Böyle bir durum, hayatın durduğu, hareketsiz ve eylemsiz kaldığı anlamına gelir.
Hâlbuki insan, çözülmesi, gerçekleştirilmesi gereken sayısız problemler karşısında, sayısız yapıp-etme ve eylemler içinde bulunur. İnsanın onlara bir yön vererek, bazılarını öne alması, bazılarını sonraya bırakması gibi birtakım çarelere başvurması gerekir. Bu da ancak insanın bunlar karşısında kayıtsız kalmadığı, onlar karşısında herhangi bir tavır takındığı bir durumda gerçekleşebilir. Fakat her tavır takınma, değerlere dayanan bir tavır takınmadır. İnsan sayısız, ardı arası kesilmeyen durumlar içindedir; insanın bu durumların içinden sıyrılıp çıkması, onun bir değer-duygusuna sahip olmasını gerektirir. Ancak böyle bir değer-duygusu, yapıp-etme ve eylemlerimizden bazılarına öncelik verir, bazılarını da sonraya bırakır.
Burada değer kavramı çok geniş anlamda anlaşılmalıdır; Her türlü amaç ve hedefler, her türlü ilgi ve çıkarlar; tutkular, her türlü idealler, her türlü güç ve iktidar etkenleri, her türlü ün ve şan hırsı; yerme, övme, saygı ve saygısızlık, inanma ve inanmama, sözünde durma ya da durmama, dürüstlük, sevgi ve nefret… gibi.
Fakat bütün bu değerler iki gurupta toplanabilir:
1. yüksek değerler;
2. araç-değerler.
Araç değerlerle yarar, ilgi, çıkar-feri, her türlü maddesel değerler, tutkular, güç ve iktidar faktörleri, ün ve şan hırsı vb. gibi değer-yapıları kastedilmektedir.
Yüksek değerlerden de idealler, inançlar, dürüstlük, dostluk, sözünde durma, sevgi, nefret ve saygı gibi değer yapıları anlaşılmalıdır.
İnsan, yalnız hayatına bir anlam, bir değer vermekle kalmaz; aynı zamanda bütün eylemlerinde ve bu eylemlerin ürünlerinde, başarılarında herhangi bir şekilde değer görür. İnsan hayatı, insan eylemleri ve bunların ürünleri yüksek değerler tarafından yönetildiği gibi, ikinci gurup, yani araç değerler tarafından da yönetilmektedir.
Özellikle ikinci gurup değerler, geniş insan kitlesinin hayatında ön planda yer alırlar. Çünkü insanların çoğunluğunun hayat eylemleri, yarar, ilgi ve çıkar-feriyle ilgili olan araç-değerler tarafından yönetilir.
Değerlerin bu determinasyonları ister politik alanla ilgili olsunlar, yani bir sosyal-birliğin hayatını ilgilendirsinler, isterse belli gurupların hayatıyla ya da bireylerin hayatıyla ilgili olsunlar; bütün bu alanlarda araç-değerlerin önemli bir rol oynadıklarından şüphe edilemez.14
14 Mengüşoğlu Takiyettin, Felsefeye Giriş, Remzi Kitabevi, İstanbul-2005.
Kişilik kavramı
(…) Kişilik (personality) sözcüğünün kökeni Latince maske sözcüğüdür ve herkesin yaşam sahnesinde kendisine düşen rolü oynaması görüşünü yansıtır. Bu maske çocuğun yüzüne konduktan sonra artık dışarıdan yapıştırılmış gibi durmayana kadar, yavaş çocuğu biçimlendirmeye başlar. Maskemiz artık sanki onunla doğmuşuz gibi doğal gelir. Bu aşamaya gelindiğinde birey artık kültürü tamamen içselleştirmiş demektir.15
Adler‟e göre, “(…) Bir insanın kişiliği asla ahlaki bir yargının temelini oluşturmaz. Bu bireyin çevresiyle nasıl bir ilişki içinde olduğunun ve içinde yaşadığı toplumla ilişkisinin niteliğinin toplumsal bir değerlendirmesini kullanmayı yeğleriz."16
“(…) Genel bir yaklaşımla kişiliği özel bir kişiyi karakterize eden psikolojik özelliklerin tamamı olarak belirtmek mümkündür” (Erdoğan, 1987).
Pek çok psikolog, kişiliği bireyin kendine özgü olan, değişik durumlarda ve zaman içinde kalıcı olan duygu, düşünce ve davranış örüntüsü olarak tanımlanabilir. Bu tanım, insanı diğerlerinden ayıran ve onu kendisi yapan farklılıkları kapsarken, diğer yandan, kişiliğin durağan ve sürekli olduğuna işaret etmektedir; bu bireysel farklılıklar zaman içinde ve değişen koşullarda hep aynı kalmaktadır. Psikologlar kişilik konusuna birkaç şekilde yaklaşırlar. Bazıları kişiliğin en önemli özelliğini belirlemeye çalışırken, diğerleri kişilikler arasındaki farklılıkları anlamaya çalışır. Bu ikinci gurupta olan bazı psikologlar aileyi kişilik gelişiminde en önemli faktör olarak kabul ederken, bazıları da aile dışındaki çevresel faktörlerin önemini vurgularlar. Bir gurup psikolog da kişiliği, kendimizi ve deneyimlerimizi düşünmeyi öğrenmenin bir sonucu olarak görmektedir. Bütün bu yaklaşımlar ortaya kişilik kuramlarını çıkarmıştır.17
(…) Psikologlara göre kişilik, bireyin özel (characteristic) ve ayırıcı (distinctive) davranışlarını içermektedir. Özeldir çünkü bireyin sıklıkla yaptığı ya da en tip davranışlarını temsil eder. Ayırt edicidir çünkü bu davranışlar kişiyi başkalarından ayırır (Morgan, 2004: 311).
Kişilik, bireyin kendisinden kaynaklanan tutarlı davranış kalıpları ve kişilik içi süreçler olarak tanımlanır. Bu tanım içindeki tutarlı davranış kalıplarını her zaman ve her durum içinde gözlemleyebiliriz. Bugün dışa dönük olan bir insanın yarında dışa dönük olmasını bekleriz. Karakterdeki bu tutarlılığı, “Bu tam ondan beklenecek bir davranıştı” ya da “Her zamanki gibi davranıyordu” şeklinde yorumlarla ifade ederiz. Kişilik içi süreler ise kişiler arası süreçlerden farklı olarak, nasıl davranacağımızı ve hissedeceğimizi etkileyen ve içimizde gelişen bütün duygusal, güdüsel ve bilişsel süreçleri kapsar. Kişilik psikologlarının çoğunun depresyon, bilgiyi işleme, mutluluk ve inkâr gibi konularla ilgilenmesinin nedeni budur.18
15 Haviland A. W., Prins H.E.L., Walrath D., Mcbride B.,Kültürel Antropoloji, Kaknüs Yayınları, İstanbul-2008.
16 Adler A., İnsanın Doğası, Payel Yayınevi, İstanbul-2004.
17 Morris C.G.,Psikolojiyi Anlamak, Türk Psikologlar Derneği Yayınları, Ankara-2002.
18 Burger J.M., Kişilik, Kaknüs Yayınları, İstanbul-2006.
Kişilik ve Değerler
Felsefî antropolojide bilme, yapıp etme, tavır koyma, inanma, ideleştirme vb. nitelikler yanında bir “değerler dünyasına sahip olma” da insanın varlık şartları arasında yer alır. Bu, hangi dönem insanına bakarsak bakalım, onun mutlaka bir değerler dünyasının olduğunun, dolayısıyla insanın bütün yapıp etmelerini bu değerlerin determine ettiğinin ifadesidir. Ve bu, insana özgü olan, insanı insan yapan niteliklerden biridir. O halde birtakım değerlerin mevcudiyetinde ve bunların insan davranışlarındaki belirleyici rolünde felsefî anlamda bir problem yoktur. Problem, bu değerlerin yapısında, onların öznel mi, yoksa nesnel mi olduğu konusundadır. Tartışma bu noktada yoğunlaşmaktadır.
Sokrates, doğruluk, adalet, cesaret, cömertlik vb. değerler hakkında insanlar arasında bir görüş birliği olduğuna inanıyordu. Bu tür kavramlar ya da değerler hakkında insanlar başta farklı şeyler dile getirseler de, Sokra tik yöntemle bu kavramlar sorgulandığında, onların benzer, hatta aynı şeyleri dile getirdikleri anlaşılacaktır. Ona göre, örneğin adalet diye, doğruluk diye bir şey vardır ve bunlar, insanların duygu ve eğilimlerinden bağımsız olarak ne ise, o olarak vardır. Başta farklı düşünseler bile, planlı bir soruşturma sonucunda birçok kişi aynı görüşü ifade edecektir. Dolayısıyla değerler, Sokrates‟e göre nesnel bir varlığa sahiptir.
Platon da aynı düşünceyi daha büyük bir kararlılıkla ve daha net olarak ortaya koyar. Ona göre değerler herhangi bir kimsenin kanısından ve eğiliminden bağımsız, mutlak olarak mevcuttur. Mutlak anlamda doğru ya da yanlıştır. Bir ahlâkî yargı, örneğin “adam öldürmek kötüdür” yargısı, “iki kere ikinin dört ettiği” kadar kesin ve nesnel bir yargıdır. Çünkü bu tür yargıların konusunu oluşturan gerçekler, nesnel gerçeklerdir. Hatta Platon ahlâkî değerlerin, ahlâk standartlarının Tanrı‟dan bile önce geldiğini söyleyecek kadar ileri gider: İyi olan ve iyilik, ona göre Tanrı‟dan önce gelir. Bir şey Tanrı onu istediği için iyi değildir. Tersine, o iyi olduğu için Tanrı tarafından istenir.19
İnsanın bir “yetenekler ve eğilimler varlığı” olarak doğduğunu söyleyebiliriz. O, ne zaman, nerede, nasıl davranacağının bilgisi kendisine açıkça verilmiş olarak doğmuyor. Bunun bilgisini insan, aldığı eğitimle ve özellikle yakın çevresinden aldığı etkilerle, gözlemleriyle belli bir zaman sürecinde kazanıyor. Değerlerin farklı toplumlarda farklı biçimler alması ve farklı biçimlerde değerlendirilmesi de onların sonradan öğrenildiğinin göstergesidir. Biz, hangi durumlarda nasıl davranmamız gerektiğini, içinde yaşadığımız toplumun büyüklerinden ve yaşıtlarımızdan öğreniriz. Sonra biz de kendi küçüklerimize o “iyi ahlâk” kurallarını öğretiriz. O halde, değerler her şeyden önce bir eğitim işidir. Bu eğitim sadece okullarda ve benzeri kurumlarda verilen derslerden ibaret değildir. Bir bakıma bütün toplum bir okul ve her bireyi de bu okulun bir öğretmeni ve öğrencisi sayabiliriz. Değer insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen bir kurallar sistemi olduğuna göre, sosyal ilişkilerin yaşandığı her yer ve her durum bize ahlâkî değer modelleri sunuyor demektir. Ama bizim bu örneklerin hepsini öğrendiğimiz ve benimsediğimiz söylenemez.20
Kaynakça
Adler A., İnsanın Doğası, Payel Yayınevi, İstanbul-2004.
Akarsu Bedia, Felsefe Terimleri sözlüğü, İnkılap Kitabevi, İstanbul-1998 ss. 49-162.
Aktan Coşkun Can, Ahlak ve Ahlak Felsefesi, ARI Düşünce ve Toplumsal Gelişim
Derneği Yayını, İstanbul-1999
Burger J.M., Kişilik, Kaknüs Yayınları, İstanbul-2006.
Çotuksöken, Betül. (2005). Değerler, Toplum/Topluluk - Birey, Maltepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi ve Fen Edebiyat Fakültesi, Gençlik ve Rehberlik Sempozyumu‟nda Sunulan Bildiri,
Demir Ö, Acar M., (1997). Sosyal Bilimler Sözlüğü, Vadi Yayınları, Ankara, s.54
Güngör Erol, Ahlâk Psikolojisi ve Sosyal Ahlâk, İstanbul–1995.
Güngör Erol, Değerler Psikolojisi Üzerinde Araştırmalar, Ötüken Neşriyat Yayınları, İstanbul-1998.
Haviland A. W., Prins H.E.L., Walrath D., Mcbride B.,Kültürel Antropoloji, Kaknüs Yayınları, İstanbul-2008.
Mengüşoğlu Takiyettin, Felsefeye Giriş, Remzi Kitabevi, İstanbul-2005.
Mengüşoğlu Takiyettin, İnsan Felsefesi, İstanbul-1988, s.13, 97-109.
Morris C.G.,Psikolojiyi Anlamak, Türk Psikologlar Derneği Yayınları, Ankara-2002.
Özlem Doğan, Günümüzde Felsefe Disiplinleri, İnkilap Kitabevi, İstanbul 2001, s.366.
Özlem Doğan, Kültür Bilimleri ve Kültür Felsefesi, İnkilap Kitabevi, İstanbul-2000.
Yılmaz Hasan Kamil, Şahsiyet / Kişilik İnşası ve Değerler, Diyanet Dergisi, Mayıs 2011, Sayı 245.
Künye:
Özen, Yener, “Değerlerin Kişilik ve Kimlik Kazanımındaki Rolü”,
İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi IV, (2012):167-181.
0 Yorumlar