Necronomicon -Deli Arabın Tanıklığı-


Necronomicon 

(Birinci Bölüm) 

Bu, MASSHU’nun üç mührüne sahip olduğum yıllarda gördüklerimin ve öğrendiklerimin tanıklığıdır. Bin bir ay gördüm ve bu, bir insanın, Peygamberlerin daha çok yaşadığı söylense de, kısa ömrü için yeterlidir. Ben güçsüzüm ve hastayım ve büyük bir yorgunluk, bitkinlik taşıyorum ve iç çekişler, karanlık bir fener gibi göğsümde asılı duruyor. Yaşlıyım.

Kurtlar gece yarısı konuşmalarında benim ismimi taşırlar ve bu suskun, anlaşılmaz ses beni uzaklardan çağırır. Ve çok daha yakınlardaki bir ses, habis sabırsızlığıyla kulağımın içine haykırır. Ruhumun ağırlığı, dinleneceği nihai yere karar verecek. Bu zamandan önce, buraya dışarıda azametle yürüyen ve her insanın kapısında bekler halde yatan korkularla ilgili her şeyi buraya yazmalıyım, çünkü bu eskinin kuşaktan kuşağa geçen, ama Kadimler’e (onların isimleri karalansın!) tapan çok az insan dışında unutulan kadim sırrıdır. Ve ben bu görevi bitiremezsem, buradakileri al ve geri kalanını kendin keşfet, çünkü zaman kısa ve insan türü her yönden, her kapıdan, her yıkık bariyerden, deliliğin sunaklarında duran akılsız yardakçılardan gelecek, kendisini bekleyen kötülüğü ne biliyor ne de anlıyor.

Çünkü bu ölülerin kitabıdır, IGIGI’nin düzlüklerinde hayatımı tehlikeye atarak, ıssızlıkların gezginleri dışındaki gaddar göksel ruhlardan onu alır almaz yazmaya başladığım, Kara dünyanın kitabıdır.

Bu kitabı okuyan herkes, insanın meskeninin zamanın başlangıcından önceki bir zamanda tanrıların ve demonların şu Kadim ırkı tarafından görüldüğü ve teftiş edildiği ve insanın yaratılışından önce, Yaşlı Tanrılar, Kaldeliler tarafından bilinen şekliyle, MARDUK’un ve Majisyenlerin Tanrısı EFENDİMİZ ENKI’nin ırkı uzayda yürüyorken, Dünyaları birbirinden ayıran, kozmosun bir yerinde meydana gelen unutulmuş savaşın intikamını almak istedikleri konusunda uyarılsın.

Bil ki, öyleyse, bütün Tanrı kuşaklarına ve aynı zamanda Azonei’nin mekanlarına ayak bastım ve ölümün ve sonsuz susuzluğun, GANZIR’in, Babil inşa edilmeden önce UR’da yapılan kapıdan ulaşılan pis mekanlarına indim. Bil ki, isimleri insan toplumlarınca artık bilinmeyen ya da asla bilinmemiş olan her tavırdaki ruh ve demon ile konuştum. Ve bunlardan bazılarının mühürleri burada yazılmıştır. Buna rağmen diğerlerini, seni terk ettiğimde yanımda götürmem gerekiyor. ANU ruhuma merhamet et!

Hiçbir haritanın göstermediği, bilinmeyen ülkeleri gördüm. Çöllerde ve ıssız topraklarda yaşadım ve demonlarla, boğazlanmış insanların ruhlarıyla ve doğum yaparken ölen kadınlarla, dişi hayalet LAMMASHTA’nın kurbanlarıyla konuştum.

Efendimizin sarayını arayışımda denizlerin altında yolculuk ettim ve kaybolmuş uygarlıkların anıtlarının taşlarını buldum ve bazılarının yazılarını deşifre ettim, diğerleri ise yaşayan her insana hala sır olarak kaldı. Ve bu uygarlıklar bu kitabın içindeki bilgi yüzünden yok edildi.

Yıldızların arasında yolculuk ettim ve Tanrıların önünde korkudan titredim. En sonunda, ARZIR’in kapısından geçmenin formüllerini buldum ve kötü IGIGI’nin yasak krallıklarına geçtim.

Demonları ve ölüleri uyandırdım.

Yıldızlara ulaşmak ve HADES’in çukurlarının en dibine dokunmak için inşa edilmiş Tapınakların tepesinden, gerçeğe ve görülebilir olana çağırdım atalarımın ruhlarını. Kara majisyen AZAG-THOTH ile güreş tuttum beyhude yere ve INANNA’ya ve kardeşi MARDUK’a, çift yüzlü BALTA’nın Tanrısına yakararak Dünya’ya firar ettim.

Hayaletler sürüsünü çağırarak Doğunun ülkelerine karşı orduları ayaklandırdım kendime tebaa yaptım onları ve bunu yaparak kafirlerin Tanrısı, ateşler üfleyen ve bin yıldırım gibi kükreyen NGAA’yı buldum.

Korkuyu tanıdım.

Kadimlerin dünyamıza giriş için durmaksızın aradığı, nöbet tuttukları, dışarıya açılan kapısını buldum. Kadimlerin, isimleri, rahiplerinin, güç ararken dehşet dolu, şer kapısını ardına kadar açarak bir saat içinde yok olan bazı ölü uygarlıkların vasiyetnamesi, berbat MAGAN metninde yazılı o Kadimin, Dışarının Kraliçesi’nin buharlarını kokladım.

Grekler tarafından Mezopotamya denilen yerdeki cahil bir çobanın oğluyken, çok özel koşullar ile bu bilgiye sahip olmak için geldim.

Delikanlılık çağımda, Doğu’ya uzanan, orada yaşayan insanların MASSHU dedikleri dağlar boyunca bir başıma yol alırken, üzerine üç garip sembol oyulmuş olan gri bir kayaya rastladım. Bir insan boyunda, bir boğa enindeydi. Sapasağlam duruyordu, hareket ettiremedim. Düşmana karşı kazanılan kadim bir zaferi göstermesi için bir kral tarafından yapılmış bir eser olabileceği dışında, üzerindeki oymaları daha fazla düşünmeden, beni oralarda başıboş dolaşan kurtlara karşı koruması için kayanın hemen ayakucunda bir ateş yaktım ve uykuya daldım, çünkü geceydi ve Bet Durrabia adındaki köyümden uzaktaydım. Shabatu’nun on dokuzunda, şafağın sökmesine üç saat kadar vardı ki bir köpeğin, belki de bir kurdun, alışılmadık şekilde güçlü ve yakından gelen ulumasıyla uyandım. Ateş köze dönmüştü ve bu kızıl, ışıldayan kömür parçalarından üç oymalı taştan anıtın üzerine soluk, dans eden gölgeler vuruyordu. Ben, yeni bir ateş yakmak için acele ederken, gri kaya parçası, sanki bir güvercinmiş gibi, yavaşça havaya yükselmeye başladı. Belkemiğimi kavrayan ve soğuk parmaklarıyla kafatasımı saran korku yüzünden ne hareket edebildim ne de konuştum. Azug-bel-ya’nın Dik’i bana, göründüğünden daha yabancı olmamıştı, ilki ellerimde eriyor görünse de!

Biraz sonra, uzaktan gelen, yumuşak, haydutlara ait olma ihtimali, daha yüzeysel bir korkuya kapılmama neden olan bir ses duydum ve titreyerek, yabani otların arasına yuvarlandım. İlk sese başka bir ses eklendi ve az sonra, hırsızlara ait siyah giysileri içinde birkaç adam, olduğum yerin yakınında, en ufak bir ürkeklik belirtisi sergilemeden, havada yüzen kayanın etrafını sararak bir araya geldi.

Kayanın üzerindeki üç oymanın, sanki kaya yanıyormuş gibi alev kızıllığında parıldadığını açıkça görebiliyordum. Figürler, yalnızca birkaç kelimesinin duyulabildiği, bilinmeyen -her ne kadar, ANU ruhuma merhamet etsin!, bu ritüeller bana artık bilinmez gelmese de bir dilde dua ya da yakarılar mırıldanıyorlardı.

Yüzlerini ne görebildiğim ne de tanıyabildiğim figürler havada kılıçlarıyla, dağ gecesi içinde soğuk ve keskince parıldayan vahşi hamleler yapmaya başladılar.

Yüzen kayanın altından, kayanın önceden durduğu yerden bir yılan kuyruğu yükseliyordu. Bu yılan, gördüğüm diğerlerinden kesinlikle daha genişti. En ince kısmı iki adamın kollarının birleşmiş hali kadar vardı ve yükseldiği zaman, ilkinin sonunun çukurun içine ulaştığı daha görülmeden, onu bir ikincisi takip ediyordu. Bunlar da başkaları tarafından takip ediliyordu ve yer, bu muazzam kolların basıncı altında sarsılmaya başladı. Rahiplerin rahipler diyorum çünkü gizli bir gücün hizmetçileri olduklarını anlıyordum söylüyor olduğu büyülü şarkı daha güçlü ve neredeyse histerik bir hale geldi.
IA! IA! ZI AZAG! IA! IA!! ZI AZKAK! IA! IA! KUTULU ZI KUR! IA!
Saklandığım yer, şahit olduğum sahnenin yaşandığı yerden bayır aşağı akan bir madde yüzünden yavaşça ıslanıyordu. Islaklığa dokundum ve bunun kan olduğunu gördüm. Korku içinde çığlık attım ve varlığımı ele verdim. Bana doğru döndüler ve kayayı kaldırdıkları hançerlerle -kanın bu ruhların en önemli besini olduğunu, ki onlarca savaştan sonra savaş alanının doğal olmayan bir ışıkla parlaması, orada beslenen ruhların tezahüründen dolayıdır, şimdi bilmeme rağmen, o an için sezemediğim mistik bir amaçla göğüslerini kestiklerini tiksinerek gördüm.

ANU hepimizi korusun!

Çığlığım ritüellerini kaos ve düzensizlik içine sokma etkisi göstermişti. Gelmiş olduğum patika boyunca var gücümle koştum ve bazılarının, belki de ritüelleri bitirmek için orada kalmalarına karşın, rahipler de koşarak peşimden geldiler. Soğuk gecede, yamaçtan aşağı vahşice koştukça, kalbim göğsümden fırlayacak gibi atıyor ve başım gittikçe ısınıyordu, parçalanan kayaların ve yıldırımların sesleri ardımdan geliyor ve koştuğum toprağı sarsıyordu. Telaş ve acele içinde yere düştüm.

Silahsız olmama rağmen, kalkarak, bana saldıran her neyse yüzleşmek için ondan tarafa döndüm. Şaşkınlık içinde, gördüğüm ne kadim korkunun bir rahibi, ne de şu yasak sanatın icracılarından bir ölülerle konuşan (Necromancer) değildi, yalnızca siyah giysilerin altlarında herhangi bir yaşamın veya bedenin varlığı görünmeksizin çimenlerin ve yabani otların üzerine düşüşünü gördüm.

Birincisine doğru ihtiyatla, yürüdüm, ince bir dal alarak giysiyi yabani otların ve dikenlerin dolaşıklığından kurtararak kaldırdım. Rahipten geriye kalan tek şey yeşil bir yağa benzeyen ve uzun süre güneşin altında çürümeye yatan bir bedenin kokusuna sahip bir sümük havuzuydu. Böylesine pis bir koku beni neredeyse alt etmişti, ama yine de diğerlerini bulmak, aynı kaderin diğerlerinin de başına gelip gelmediğini görmek için azmettim.

Birkaç dakika önce korku içinde koşarak indiğim yamacı çıkarak, ilkiyle özdeş durumda olan karanlık rahiplerden bir diğerine rastladım. İlerledikçe daha fazla giysiyi geride bırakıp, artık onları ters çevirmeye cesaret edemeyerek yürümeye devam ettim. Ardından, en sonunda, rahiplerin kumandası altında doğal olmayan bir biçimde havaya yükselen gri kaya anıtına geldim. Bir kez daha toprağın üzerindeydi, ama üstündeki oymalar hala doğaüstü bir ışıkla parlıyordu. Yılanlar ya da yılan olduğunu düşündüğüm şeyler yok olmuştu. Ancak ateşin, artık soğuyan ve kararan, ölü közlerinde bir metal levha parlamaktaydı. Onu aldım ve onun da, taş gibi, ama bir dereceden sonrasını anlayamadığım karmakarışık bir biçimde oyulmuş olduğunu gördüm. Taş ile aynı işaretleri taşımıyordu, sanki bir zamanlar bildiğim ama uzun zamandır unuttuğum bir dil gibi, karakterleri neredeyse okuyabileceğim hissine kapıldım, ama yapamadım. Ay ışığı muskanın üzerine vurduğunda, başım sanki bir iblis kafatasıma vuruyormuş gibi ağrımaya başladı, çünkü onun ne olduğunu biliyordum ve kafamın içinde bir ses belirdi ve bana bu şahit olduğum sahnenin sırlarını bir kelime ile söyleyiverdi:

KUTULU. 

O anda, kulağımın içine şiddetle söylenmiş gibi, anladım. Bunlar dışarıya açılan kapı olan gri kayanın üzerine oyulan işaretlerdi:


Ve bu da elimde tuttuğum muskaydı ve şu kelimeleri yazdıktan sonra onu her gün boynumda taşıdım:


Üç oyma sembolden, ilki yıldızların ötesinden gelen ırkımızın işaretidir ve bana bunu öğreten yaşlıların casusu Katib’in dilinde ARRA olarak bilinir. En eski Babil şehrinin dilinde ise UR’dur. Yaşlı Tanrıların Aktinin Mührü’dür ve bunu gördüklerinde bunu bize veren onlar, bizi unutmayacaklardır. Yemin ettiler! 

Gökyüzünün Ruhu, Hatırla! 

İkincisi eski işarettir ve Yaşlı Tanrıların güçlerinin çağrılabileceği yerlerde, uygun kelimeler ve şekillerle birlikte kullanıldığında Anahtar’dır. Bir ismi vardır ve AGGA olarak adlandırılır. 

Üçüncü işaret, Gözcünün Mührü’dür. BANDAR denir. Gözcü, Yaşlılar tarafından gönderilen bir ırktır. Biri uyurken o nöbet tutar, uygun ritüel ve kurbanlarla icra edilmelidir: bunun dışında, çağrılırsa, kendi üzerinize döner. 

Bu mühürler, etkili olmaları için, taşın üzerine oyulmalı ve toprağın üzerine yerleştirilmelidir. Ya da, kurbanlığın sunağı üzerine yerleştirilmelidir. Ya da, Büyülü Söz Kayası’nın yanına taşınmalıdır. Ya da, birinin Tanrısı ya da Tanrıçası’nın madeni üzerine oyulmalı ve boyna asılmalıdır, ancak dinsizin gözünden saklanmalıdır. Üçü içinde ARRA ve AGGA ayrı olarak kullanılabilir, yani yalnız ve tek başına. Buna karşın BANDAR, asla yalnız değil, biri ya da her ikisi ile birlikte kullanılmalıdır, çünkü Gözcü’ye, Yaşlı Tanrılarla ve ırkımızla birlikte ant içtiği aktinin hatırlatılması gereklidir, böyle olmazsa döner size gelir ve sizi öldürür ve insanlarınızın gözyaşları ve kadınlarınızın feryatları ile Yaşlı Tanrılar’dan imdat gelene kadar kasabanızı tahrip eder. 

KAKAMMU! 

Ateşin küllerinden kurtardığım ve ay ışığını yakalayan madeni muska dışarıdan kapısına her ne gelirse ona karşı kuvvetli bir mühürdür çünkü, onu görünce, geriye çekilirler

YALNIZCA AYIN IŞIĞINI KENDİ YÜZEYİNDE YAKALADIĞINDA 

Çünkü, ayın karanlık günlerinde, ya da ay bulutların içindeyken, bariyerleri kırarak ya da dünya üzerindeki hizmetkarları tarafından girmelerine izin verilen Kadim ülkelerin hayaletlerine karşı çok ufak bir korunma olabilir. Böyle bir durumda, ayın ışığı dünya üzerinde parıldayana kadar hiçbir şekilde yardım dilenmemesi gerekir, çünkü ay Zonei içinde en yaşlı olanı ve Paktımızın yıldızlı sembolüdür. NANNA, Tanrıların Babası, Hatırla! 

Bu yüzden, muska tamamıyla ay ışığı altında saf gümüşün üzerine oyulmalıdır ki işlemeye başladığında ay onun üzerinde parlasın ve ay büyülerinin özü ve bu Kitapta reçete edilen ritüeller burada verildikleri haliyle uygulanmalıdır. Ve muska asla Güneş ışığına maruz bırakılmamalıdır, çünkü UDU adı verilen SHAMMASH, kıskançlık içinde, onun gücünün mührünü çalacaktır. Böyle bir durumda, kafuru suyuyla yıkanması ve büyülü sözlerin ve ritüellerin bir kez daha uygulanması gerekir. Ancak, çoğunlukla, başka bir tane yapmak daha iyidir. 

Hayatımın azabı içinde size verdiğim bu sırlar asla dinsizlere ya da bertaraf edilmişlere ya da Kadim Yılan’a tapanlara ifşa edilmek için değil, kendi yüreğinde saklaman ve bu şeyler üzerine daima sessiz olman içindir. 

Huzur üzerinize olsun! 

MASSHU Dağlarındaki o kader gecesinden bu yana, bana verilmiş olan gizli bilginin arayışında kırsal bölgelerde dolaştım. Ve bu geçirdiğim zaman, hiçbir karı edinemediğim, hiçbir evi ya da köyü yuvam diye adlandıramadığım ve tüccarlarla pazarlık etmek ve onların havadislerini ve adetlerini öğrenmek için, herhangi bir yolcunun öğrenebildiği gibi üç beş dil öğrenerek, çeşitli ülkelerde, sıklıkla da mağara ve çöllerde barındığım acı dolu ve bir başına bir yolculuktu. Ancak benim asıl pazarlığım bu ülkelerde ikamet eden Güçlerin her biriyleydi. Ve bir zaman sonra, daha önce, belki de rüyalarım dışında hiçbir bilgim olmayan pek çok şeyi anlamaya başladım. Gençliğimdeki dostlarım beni bırakıp gitti, ben de onları. Ailemden ayrıldıktan yedi yıl sonra kendi kendilerine, kimsenin bana söyleyemediği sebeplerle öldüklerini öğrendim, içinde yaşadıkları topluluk garip bir salgının kurbanları olarak ölmüşlerdi. 

Kasabadan kasabaya orada yaşayan insanların uygun gördüğü kadar yemekle beslenerek, çoğu kez taşlanarak ve hapsedilmekle tehdit edilerek bir dilenci gibi başıboş dolaştım durdum. Bazen, bazı alimleri samimi bir öğrenci olduğuma ikna ediyordum ve içinde, ölülerle konuşma, sihirbazlık, maji ve simya hakkında ayrıntılar verilen kadim kayıtları okumama izin veriyorlardı. İnsanların hastalanmasına, vebaya, körlüğe, deliliğe ve hatta ölüme yola açan büyüleri öğrendim. Varolan ve Kadimlerin eski efsanelerinde yer alan çok çeşitli demon ve kötü tanrı sınıflarını öğrendim. Böylelikle kendimi, “Kılıcı Kafatasını Yarar” denilen, görünüşü korku ve dehşet ve (bazılarına göre) son derece nadir görülen tabiatta ölümler saçan dişi-iblis LAMMASHTA’ya karşı silahlandırdım. 

Zaman içinde, burada, Kara Dünyanın bu kitabında listelenen bütün demonların ve iblislerin, hayaletlerin ve canavarların isimlerini öğrendim. Astral Tanrıların güçlerini ve ihtiyaç duyulduğunda onları çağırmayı öğrendim. Aynı zamanda astral ruhların dışında ikamet eden, isimlerini burada yazamayacağım Kadimlerin Kadimlerinin, Kadim Günlerinin Kayıp Tapınağı’nın girişini koruyan korkutucu varlıkları da öğrendim. 

Tepelerde ateş ve kılıçla, su ve hançerle ve MASSHU’nun belirli yerlerinde yetişen, onunla, farkında olmadan kayanın önünde ateşimi yaktığım, akla, muazzam cennetlerde, aynı zamanda cehennemlerde yolculuk etmesi için büyük bir güç veren şu garip bitkinin yardımı ile tapındığım yalnızlık törenlerimde, Rahibin, Bilgeliğin arayışında yolculuk edebileceği küreler arasından güvenle geçmesini sağlayan ve onu takip eden muskaların ve tılsımların formülünü aldım. 

Ancak şimdi, seyahatin Bin birinci ayından sonra, Maskim topuklarımı çimdiklemekte, Rabishu saçımı çekmekte, Lammashta dehşetli çenesini açmakta, AZAG-THOTH tahtında kin ve körlükle bakmakta, KUTULU kafasını kaldırıp batık Varloorni’nin peçesinin içine, Uçurumun içine bakmakta ve bakışını benim üzerime dikmekte, bu yüzden bunları aceleyle yazmalıyım, görünüşe göre bazı açılardan ritüellerin düzenine ya da formüllere ya da kurbanlara dair bir yanlışlık yaptım, çünkü yatarak bekleyen, rüyalar gören ERESHKIGAL’in güruhu, ayrılmamı dört gözle bekliyor. Tanrılara korunmam ve Kudüs’teki (Tanrılar onu hatırlasın ve ona merhamet etsin!) Rahip, ABDUL BEN-MARTU gibi yok olmamam için dua ediyorum. Kaderim artık yıldızlarda yazılı değil, çünkü Zonei’ler üzerinde iktidar ararken Kalde Akti’ni çiğnedim. Aya ayak bastım ve artık ayın benim üzerimde gücü yok. Hayatımın çizgileri tanrılar tarafından gökyüzüne yazılan harflerin üzerinde yaptığım ıssızlıklardaki başıboş dolaşmalarımda silindi. Ve şimdi bile kurtların, o kader gecesindeki gibi, dağlardaki ulumalarını duyabiliyorum ve benim ve diğerlerinin isimlerini çağırıyorlar. Etim için korkuyorum, ama ruhum için daha fazla. 

Her boş anında, seni unutmamaları için Tanrıları çağır, çünkü onlar unutkan ve çok uzaktadır. Tepelerde, tapınakların ve piramitlerin üzerinde ateşlerini yak ki seni görebilsin ve hatırlayabilsinler. 

Formüllerin her birini benim yazdığım gibi, bir satırını ya da noktasını bir kıl payı bile değiştirmeden kopyalamayı unutma, öyle yapmazsan değersizleşir ve daha da kötüsü: sınırdaki bir boşluk dışarıdakilerin girmesi için gerekli araçları sağlar, çünkü bozulmuş bir yıldızdır GANZIR’in kapısı, Ölümün kapısı, Gölgelerin ve Kabukların kapısı. Büyülü sözleri burada yazdığı şekliyle, reçete edildiği usulde ezberden oku. Ritüelleri yanlış yapmadan hazırla ve kurbanları uygun yerde ve zamanda sun. 

Tanrılar sana merhamet etsin MASKIM’in çenesinden kaçasın ve Kadimlerin gücünü yenesin! 

VE TANRILAR SANA ÖLÜMÜ BAHŞETTİ 
KADİMLER DÜNYAYI BİR KEZ DAHA YÖNETMEDEN ÖNCE! 
KAKAMMU! SELAH!


ZONEI’YE ve NİTELİKLERİNE DAİR 

Yıldızların Tanrıları yedi tanedir. Her biri sırası ile kullanılabilen yedi mühürleri vardır. Onlara her biri sırasıyla açılacak yedi kapı ile yaklaşılır. Her birinin Işıkların Merdiveni’nde ayrı birer basamak olan Yedi Renkleri, Yedi Özleri vardır. Kaldeliler’in bilgileri eksiktir, yine de Merdivenin ve belirli formüllerin idrakına varmışlardır. Buna rağmen kapılarını geçmenin formüllerine, konuşulması yasak olan biri dışında, sahip değillerdir. 

Kapılarının geçilmesi rahibin kullanması için hem güç hem de bilgelik verir. Kendi hayatındaki işleri eskisinden daha kusursuzca kontrol etmeye muktedir hale gelirler ve pek çoğu yalnızca ilk üç kapısını geçip burada oturarak daha ileriye gitmemekten ve başlangıçtaki kürelerin sağladığı faydaların keyfini sürmekten memnundurlar. Ancak bu Kötüdür, çünkü dışarıdan gelmesi kesin bir saldırı ile baş edecek donanıma sahip değillerdir ve onların insanları, güvenlikleri için onlara yalvaracak ve o güvenlik asla gelmeyecektir. Bu yüzden, yüzünü nihai amaç için hazırla ve en uzak yıldızlara ulaşacak şekilde ilerlemek için uğraş, bu senin ölümün anlamına gelse bile, çünkü böylesi bir ölüm Tanrılar için bir kurban sunmak gibidir, hoş gelir, böylece insanlarını unutmazlar. 

ZONEI ve onların nitelikleri, öyleyse, aşağıdaki gibidir: 

Ay’ın Tanrısı Tanrı NANNA’dır. Zonei’nin babası ve Gezginlerin en yaşlısıdır. Uzun bir sakalı vardır ve avucunda lacivert taşlı (lapis lazuli) bir değnek taşır ve kanın gelgitlerinin sırrına sahiptir. Rengi gümüş rengidir. Özü gümüşte ve kafuruda ve ayın işaretini taşıyan şeylerde bulunabilir. Bazen SIN olarak adlandırılır. Onun kapısı, takip eden ritüellerde ilk geçilmesi gerekendir. Işıkların Merdivenindeki Basamağı da aynı zamanda gümüştür. 

Bu, Ay’ın otuzuncu gününde, çalışırken, etrafında seni bunu imal ederken görebilecek kimsenin olmadığı, onun madeni üzerine oyman gereken, onun Mührüdür. Bittiğindeyse, kare şeklinde en güzel ipeğe sarılmalı ve kullanmayı arzu edeceğin zamana kadar orada yatırılmalıdır ve sonra, yalnızca Güneş dinlenmeye çekildiğinde yerinden çıkarılmalıdır. Mührün üzerine gün ışığı vurmamalıdır, böyle olmazsa gücü sıfırlanır ve yeni bir Mührün yapılması gerekir.

NANNA’nın sayısı otuzdur ve işte onun mührü:


Merkür’ün Tanrısı NEBO’dur. Uzun bir sakalı olan çok yaşlı bir ruhtur ve Bilimin bilgisinin saklayıcısı olduğu gibi Tanrıların da koruyucusudur. Yüz boynuzlu bir taç takar ve Rahibin uzun giysisini giyer. Rengi mavidir. Özü, civa olarak bilinen madende ve bazen de kumda, civanın işaretini taşıyan şeylerde bulunabilir. Onun kapısı, takip eden ritüellerle ikinci olarak geçmen gerekendir. Işıklar Merdivenindeki Basamağı mavidir. 

Bu, kusursuz bir parşömen üzerine ya da palmiye ağacının geniş yaprağına, etrafında seni bunu imal ederken görebilecek kimsenin olmadığı bir anda yazman gereken, onun mührüdür. Bittiğindeyse, kare şeklinde en güzel ipeğe sarılmalı ve kullanmayı arzu edeceğin zamana kadar orada yatırılmalıdır ve sonra, yalnızca onun ışığı gökyüzündeyken yerinden çıkarılmalıdır. Bu, aynı zamanda, onun imal edilmesi için de en iyi zamandır.

NEBO’nun sayısı on ikidir ve işte onun mührü:


Venüs’ün Tanrıçası, Babilliler’in ISHTAR dedikleri en muhteşem kraliçe INANNA’dır. Tutkunun, işaretine ve gökyüzünde görüldüğü saate bağlı olarak hem Aşkın hem de Savaşın Tanrıçasıdır. Aslanların eşlik ettiği, çok güzel bir Genç kız olarak görünür ve Ay Tanrısı NANNA ile birlikte karmaşık bir astral doğa içinde rol alır. Fikir birliğine vardıklarında, yani onların iki gezegeni gökyüzünde elverişli şekilde uyumlu olduklarında, bu, iki sungu-kadehinin Tanrıların tatlı şarabının dünyaya yağması için gökyüzünde özgürce kırılmasıdır. Ve sonra büyük bir mutluluk ve neşe gelir. Bazen zırhı içinde görünür ve böyle zamanlarda kız kardeşi, dehşetli Kraliçe, KUR’lu ERESHKIGAL’in entrikalarına karşı en muhteşem koruyucudur. INANNA’nın İsmi ve Sayısı ile hiçbir Rahibin Yeraltının derinliklerinde yürümeye korkmasına gerek yoktur, çünkü Onun zırhı ile kuşanmışken tıpkı Tanrıça’ya benzer. Ben de yer kabuğunun altında açılan iğrenç çukurlara inip demonlara böyle kumanda etmiştim.

Benzer şekilde Aşkın da Tanrıçası’dır ve hak eden ve uygun kurbanı veren her erkeğe elverişli bir gelin ihsan eder.

AMA ŞUNU BİL Kİ INANNA KARARI KENDİ KENDİNE ALIR VE BU BİR KEZ SEÇİLDİ Mİ HİÇ KİMSE BİR BAŞKA GELİN ALAMAZ. 

Onun rengi en saf beyazdır. Tezahürü Bakır madeninde ve aynı zamanda bir tarladaki en güzel çiçeklerde ve bir savaş meydanında, o meydanın en parlak çiçeği olan en üzücü ölümdedir. Onun kapısı, takip eden ritüellerde geçmen gereken ve orada kalmayı gönülden isteyeceğin Üçüncü kapıdır, ama yüzünü daha öteye giden yola dön, çünkü Tanrıça seni seçmedikçe, senin gerçek amacın budur. Işıkların Merdiveninde onun, eskiden Babil’de ve UR’da inşa edilen, Basamağı beyazdır.

Bu, onun, Venüs gökyüzünde yükseldiğinde, etrafta oluşumunu kimsenin görmediği bir anda Bakır’a oyman gereken mührüdür.

Bittiğindeyse, en saf ipeğe sarılmalı ve yalnızca ihtiyaç baş gösterdiği herhangi bir zamanda yerinden çıkarılmak üzere güvenli şekilde uzakta tutulmalıdır.

INANNA’nın sayısı, takdir kazanma büyülü sözlerinde sıkça bilinen sayısı olan, on beştir , aşağıdaki onun mührüdür:


Güneşin Tanrısı, NANNA’nın oğlu Tanrı SHAMMASH’tır. İki boynuzlu bir taç takarak, sağ eli ile, yüksekte bir asa, sol elinde ise her yöne ışınlar gönderdiği alevden bir disk tutarak altın bir taht üzerine oturur. Işığın ve yaşamın Tanrısıdır. Rengi altın rengidir. Özü, altında ve bütün altından nesnelerde ve bitkilerde bulunur. Bazen UDUU denilir. Onun kapısı, takip eden ritüellerle geçmen gereken dördüncüdür. Işıkların Merdivenindeki Basamağı Altındır.

Bu, onun Güneş gökyüzünde, tek başına bir dağın zirvesinde ya da Güneş ışınlarına yakın böyle bir yerde, ama tek başına yükseldiğinde altın üzerine oyman gereken Mührüdür. Bittiğindeyse, kare şeklinde en güzel ipeğe sarılmalı ve ihtiyaç duyulacağı zamana kadar orada yatırılmalıdır.

SHAMMASH’ın sayısı yirmidir ve işte onun mührü:


Marsın Tanrısı kudretli NERGAL

İnsan başına ve aslan gövdesine sahiptir ve bir kılıç ile bir harman döveni taşır. Savaşın ve savaşın kaderinin Tanrısıdır. Bazen Kadimlerin ajanı olduğu düşünülmüştür, çünkü bir süreliğine CUTHA’da ikamet etmiştir. Rengi koyu kırmızıdır. Özü, Demir’de ve insanların ve hayvanların kanını dökmek için yapılan silahların hepsinde bulunur. Onun kapısı, takip eden ritüellerde Zones’u geçtiğinde göreceğin beşincidir. Işıkların Merdivenindeki Basamağı Kırmızı’dır.

Bu, onun Mars gökyüzünde yükseldiği zaman demir bir levhaya ya da kanlı bir kağıda oyman gereken mührüdür. En iyi şekilde gece ve insan ve hayvan yerleşimlerinden uzakta, görülemeyeceğin ve duyulamayacağın bir yerde yapılır. İlkin kalın kumaşa, daha sonra ipeğe sarılmalı ve ihtiyaç duyulacağı zamana kadar güvenli bir yerde saklanmalıdır. Ancak bu mührü acele ile kullanmamaya dikkat et, çünkü keskin bir kılıçtır.

NERGAL’in sayısı sekizdir ve işte onun mührü:


Jüpiter’in Tanrısı, Majisyenlerin Tanrısı, İki-başlı Balta, MARDUK KURIOS’tur. MARDUK Babamız ENKI’den Kadimlerin güçlerine karşı savaşmak için doğdu ve Kötülüğün ordularına boyun eğdirerek ve Kadimlerin Kraliçesini ayakları altına alarak çetin bir dövüş kazandı. Yılan öldü, ama hala rüya görüyor. MARDUK’a Yaşlı Tanrılar Konseyi tarafından bugüne kadar yitirmediği Elli İsim ve Güç ihsan edilmiştir. Rengi Mordur. Özü, teneke maddesinde ve pirinçtedir. Onun kapısı, takip eden ritüelleri izlediğinde ulaşacağın Altıncıdır. Işıklar Merdivenindeki Basamağı mordur.

Bu, onun Jüpiter gökyüzünde güçlü durumdayken, Efendimiz ENKI’ye özel bir çağrıda bulunarak teneke ya da pirinç bir levha üzerine oyman gereken Mührüdür. Diğerleri gibi işlenmeli ve saf ipeğin içine sarılmalı ve kullanılması gereken zamana kadar yatırılmalıdır. MARDUK’un kudretli bir savaşçı olarak uzun sakalı ve ellerindeki alevden diski ile göründüğünü bil. Bir yay ve bir sadak dolusu ok taşır ve Gözlemeyi sürdürerek gökyüzü boyunca ilerler. Onun yardımını yalnızca en korkunç koşullarda çağırmaya dikkat et, çünkü onun kudreti güçlüdür ve öfkesi yakıcıdır. Jüpiter yıldızının gücüne ihtiyaç duyarsan, bunun yerine bu sayfalarda listelenen uygun Güçlerden birini çağır ve mutlaka geleceklerdir.

MARDUK’un sayısı ondur ve işte onun mührü:


Satürn’ün Tanrısı NINIB, Avcıların ve Erkin Tanrısı ADAR diye çağrılır. Boynuzlardan bir taç ve uzun kılıcı ile bir aslan postu giyerken görünür. Korkunç IGIGI’den önceki son Kuşaklıdır. Rengi koyu siyahtır. Özü kurşunda, ateşin yanmış közlerinde ve ölüme ve eski zamanlara ait şeylerdedir. Sembolü bir geyiğin boynuzlarıdır. Onun kapısı, takip eden ritüellerle geleceğin en sonuncudur. Işıkların Merdivenindeki Basamağı Siyahtır.

Bu, onun, kurşundan bir levha ya da kaseye dinsizin bakışlarından saklı tutarak oyman gereken Mührüdür. Kullanılması arzu edilene kadar, diğerleri gibi sarılmalı ve uzağa konulmalıdır. Güneş gökyüzündeyken asla çıkarılmamalı yalnızca gece çöktükten ve dünya karanlığa gömüldükten sonra yerinden oynatılmalıdır, çünkü NINIB demonların gölgeler arasında kurbanlar arayarak sinsi sinsi nasıl dolaştıklarını en iyi şekilde bilir. Kadimlerin ülkelerini, onlara tapanların uygulamalarını ve kapılarının yerlerini en iyi şekilde bilir. Onun krallığı Gece Vaktinin krallığıdır. Onun sayısı, Dünyanın çeyreklerinin sayısı olan, dörttür ve mührü aşağıdadır:




Yorum Gönder

0 Yorumlar