OSMANLI’DA BİR DARBE VE TAHLİLİ:
GENÇ OSMAN ÖRNEĞİ
Bu makale Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal bir makale olduğu tespit edilmiştir.
Yrd. Doç. Dr. Hasan YAŞAROĞLU
Gümüşhane Ünv. İlahiyat Fak, İslam Mezhepleri ABD, El-mek: hasan_6929@hotmail.com
Murat Apay
Metin Düzenleme, Vurgu ve Fotoğraflar
Metin Düzenleme, Vurgu ve Fotoğraflar
ÖZET
Osmanlı padişahlarından III. Selim döneminde başlatılan Nizam-ı Cedit hareketi, batılılaşma yönünde atılmış önemli bir adımdır. Osmanlının son dönemlerinde bazı padişahlar benzer adımlar atmaya gayret etmişlerdir. III. Selim’in babası III. Mustafa zamanında dahi ıslahat hareketlerine girişildiğine dair kayıtlar vardır. Daha geriye gittiğimizde karşımıza Lale Devri çıkmaktadır. Lale Devri, zevku sefanın ön planda olduğu bir dönem olmakla beraber, bu dönemde dahi batılılaşma/ yenileşme yönünde bazı adımlar atılmıştır. Yenileşme yönünde atılan adımların ilkini ise Sultan II. Osman dönemi teşkil etmektedir. Mezkur dönemi sona erdiren ise bir ihtilal hareketi olmuştur. Gerek bu İlk Osmanlı yenilik hareketi ve gerekse onu sona erdiren ilk Osmanlı ihtilalı, daha sonrakilere örnek olmaları bakımından önem arz etmektedirler. Osmanlı İmparatorluğunda bundan sonra ortaya çıkmış olan çoğu yenilik hareketi bu Genç Osman yenilik hareketi ile aynı kaderi paylaşmıştır.
Amcası I. Mustafa'nın hal edilmesi üzerine padişah olan Genç Osman, sert tavırları yüzünden kısa zamanda Yeniçeri ve Ulemanın nefretini üzerine çekmiştir. Bu nefret padişahın bizzat başkomutanlığı üstlenmesi ve hacca gitmeye karar vermesi üzerine zamanla artmış ve neticede isyana dönüşmüştür. Yeniçeri ve Sipahi Ocakları öncülüğünde başlatılmış olan ve bir sonraki gün ulemanın da katılımı ile güçlenen isyancılar, taleplerini bildirmek üzere Saray'ın kapısına dayanmışlardır. Genç Osman başlangıçta isyancıların taleplerini reddetmiş ancak bu tavrını fazla sürdürememiştir. Sonunda isyancılar Saray'a girmiş ve padişahın amcası I. Mustafa’yı bulunduğu hücreden çıkarıp sultan ilan etmişlerdir. Genç Osman ise Yedi Kule zindanlarına kapatılmış ve orada katledilmiştir. Genç Osman, bir ihtilal sonucu öldürülen ilk Osmanlı padişahıdır.
GİRİŞ
Osmanlı devletinin son dönemlerinde ortaya çıkan değişim ve yenileşme hareketleri ile ihtilal hareketleri genellikle at başı bir seyir takip etmiştir. Ne zaman bir değişim planı ortaya çıksa mutlaka bir ihtilal ile kesilmiş, ülkesinin geleceğini düşünerek adım atmaya çalışan padişahlar, bu uğurda tahtlarından, hatta canlarından olmuşlardır. Hiç şüphesiz Osmanlı devletinde değişim ve yenileşmenin zirvesini Sultan III. Selim teşkil etmektedir. Değişimi başlatan ise Sultan II. Osman, yani Genç Osman’dır.
Sultan II. Osman, teamüllerin hakim olduğu, gelenekçi bir toplumda değişim ve yenileşmeye teşebbüs etme cesareti gösteren ilk padişahtır. Onun dönemi Osmanlı imparatorluğunun Batı karşısında güç kaybetmeye başladığı, oldukça sancılı bir dönemdir. İmparatorluğun bu zor günlerini en yoğun bir şekilde bizzat yaşayan Sultan II. Osman, bu dönemi atlatmanın yolunun değişimden geçtiğini kavramış ve bu amaçla cesur adımlar atmıştır. Atılan bu adımlar, Osmanlı tarihinde ilk defa1 ortaya çıkan büyük bir ihtilal hareketi ile kesilmiş ve padişah tahtından indirilerek kapatıldığı Yedikule zindanlarında acımasızca katledilmiştir. Sultan İkinci Osman'ın hunharca katledilmesi, Osmanlı tarihinin en dramatik hadiselerinden biri olarak tarihin hafızasına kaydedilmiştir.2
Osmanlı müverrihleri genellikle bu hadiseden söz etmekten sarf-ı nazar etmişlerdir. Zira olay çok dramatiktir. Vahim ve tüyler ürperticidir. Tabii olarak hiçbir millet böyle bir hadise ile yad edilmek istemez. Dolayısı ile Osmanlı tarihçileri, insanları üzmemek için bu acıklı olaya eserlerinde teferruatlı bir şekilde yer vermemişlerdir.3 Dahası bazı tarihçiler Genç Osman olayının yeni nesillere aktarılmasına şiddetle karşı çıkmışlardır. Genç Osman faciasını anlatan bir yazma nüshayı, Necip Asım Bey adlı müverrih, bu olayın tarihimiz için kara bir leke olduğunu beyan ederek, imha etmiştir.4 Bu yüzden söz konusu ihtilal ile ilgili bilgiler kaynaklarda yeterli düzeyde yer bulmamıştır.
Yaşar Yücel, Zafername neşrinde, İkinci Sultan Osman döneminin çağdaş kaynaklar açısından noksan bir dönem olduğunu, bugüne dek araştırmacıların, İkinci Osman devrini incelerken Peçevi, Katip Çelebi ve Nâimâ’yı tekrarlamaktan öteye gidemediklerini, ifade ederek, söz konusu dönemle ilgili çalışmaların yetersizliğine dikkat çekmiştir.5
Genç Osman dönemi ile ilgili bilgilere kaynak eserlerde yeterli düzeyde yer verilmediğine dair kayıtlara başka eserlerde de rastlanmaktadır. Konu tarihçiler arasında hayli tartışılmıştır. Fezleke müellifi Kâtip Çelebi, tarihçilerin bu tavrına itiraz etmiş, onların tarihî belgeler üzerinde böyle bir tasarrufa gitmelerini eleştirmiştir. Kâtip Çelebi’ye göre tarihin görevi, herhangi bir çıkarma veya ekleme yapmadan, olayları olduğu gibi aktarmaktır. Bu tutumuna uygun olarak da Kâtip Çelebi, Genç Osman hadisesini teferruatlı bir şekilde eserine almıştır. Bu bakımdan söz konusu eser kendisinden sonra gelen tarihçilere kaynaklık etmiştir.6 Dolayısı ile Kâtip Çelebi, mezkur dönemin olayları konusunda merkezî bir konum işgal etmektedir. Onun konu ile ilgili temel kaynağı ise Tûğî Solak Hüseyin Çelebi'nin vak‘ay-ı merhûm ve mağfûr Sultan Osman Han, adlı risalesidir. Tûğî Solak Hüseyin Çelebi, Genç Osman vak‘asının canlı şahididir ve vak‘a ile ilgili olarak kaleme almış olduğu söz konusu yazma risale Beyazıt Devlet Kütüphanesi Veliyyüddin Efendi bölümünde 1963/5 numarada yer almaktadır.
Solak Hüseyin, Genç Osman olayının meydana geldiği sırada Saray’da görevlidir. Dolayısı ile az önce de ifade edildiği gibi olayın görgü tanığıdır. Solak Hüseyin’in görgü tanığı olması tabi ki eserinin değerini artırmaktadır. Dolayısı ile risale hem otantiktir ve hem de dönemle ilgili teferruatlı malumat içermektedir. Risalenin önemi de buradan kaynaklanmaktadır.
1 Bundan önceki tek ihtilal benzeri olay Yavuz Sultan Selim tarafından gerçekleştirilen yarım ihtilaldir.
2 Tarih kitaplarına, haile-i Osmaniye diye geçen Genç Osman olayı çağdaş Tarihçi Yılmaz Öztuna, tarafından Osmanlının kerbelası diye nitelendirmiştir.Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, Ötüken Yayınevi 1977, V, 18.
3 Zikri keyfiyeti mükeddir-i havâtir bu makûlede belağat-ı icazın lütfi zahirdir deyu bazı tevarih nüvisler tafsilden tehaşi eylediler. Katip Çelebi, Fezleke, Süleymaniye Atıf Efendi ktb., nr. 1914, İstanbul 1286, cilt, II, s. 9. Vak’a-i merkume bir mükeddir saded olmağla icaz üzre tahrir olundi. Müneccimbaşı, Ahmed Dede, Sahaifü’l-Ahbar, İstanbul, 1285, cilt, III, s. 651.
4 Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, V, 187.
5 Yaşar Yücel, Zafername, Belleten, 170, Ankara 1979.
6 Nâimâ, Tarihi, cilt, II, s. 207.
708 Hasan YAŞAROĞLU
Gerek Türkiye’de gerekse Türkiye dışındaki bazı kütüphanelerde çeşitli nüshaları olan Tûğî risalesinin üzerinde daha önce bir takım çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalardan biri Mithat Sertoğlu’na aittir. Sertoğlu, adının İbretnüma olduğunu belirttiği Tûğî risalesini 1947 yılında Belleten’de yayımlamıştır.7 Sertoğlu bu yayını hangi yazmaya dayanarak neşrettiğini belirtmemiştir. Ayrıca Sertoğlu: “Yaptığımız araştırmaya göre İstanbul kütüphanelerinde şimdiye kadar bu risalenin bir nüshasına rastlanmadığı gibi bu işlerle alakalı kimseler tarafından böyle bir eser görülüp tetkik olunmuş değildir.” diyerek adı geçen yazmanın İstanbul kütüphanelerinde herhangi bir nüshasının bulunmadığına dair bir beyanda bulunmuştur.
Risale üzerinde yapılan bir diğer çalışma Fahir İz’in çalışmasıdır. Fahir İz, Dresten, Viyana ve Konya kütüphanelerindeki üç nüsha üzerinde yapmış olduğu edisyon kritik neticesinde iyi bir metin ortaya koymuştur. 8 Ayrıca DİA’da Hüseyin Tûğî maddesini kaleme alan yazar, Tûğî yazma nüshaları hakkında geniş bilgi vermiş ve yazmanın tenkitli metnini yayıma hazırladığını ifade etmiştir. Nezihi Aykut daha sonra bu mesaisini neticelendirmiş ve hem Türkiye’de ve hem de Avrupa’da bulunan yazmalar üzerinde yapmış olduğu çalışmasını Musibetname adıyla neşretmiştir.9 Ancak eser geniş bir mesai ürünü olmasının yanında çok yoğun ve de ebatlıdır. Bazı hususular yoğunluk dolayısı ile seçilememektedir. Dolayısı ile Genç Osman vak‘asını, bu yoğunluktan kurtarıp bir makale çerçevesinde biraz daha basite indirgemek suretiyle ortaya koymak, konunun anlaşılır kılınması bakımından uygun görünmüştür.
7 Mithat Sertoğlu, Tûğî Tarihi, Türk Tarih Kurumu Belleten, Ankara 1947, XII43, s. 489-514.
8 Fahir İz, “XVII. Yüzyılda Halk Dili İle Yazılmış Bir Tarih Kitabı Hüseyin Tûğî, Vak’aa-i Sultan Osman Han”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 1967, Ankara 1968, s. 119-164.
9 Hüseyin Tûğî, Musîbetnâme (Tahlil-Metin ve İndeks), haz: Şevki Nezihi Aykut, Türk Tarih Kurumu Basımevi-Ankara 2010.
Bu makalede Tûğî yazma nüshalarının İstanbul Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde bulunan nüshası esas alınmıştır. Öncelikle risale hakkında bir tanıtım yapılmış ve dönemle alakalı kısa bir bilgi verilmiştir. Daha sonra da söz konusu yazma nüsha sadeleştirilmiştir. Ayrıca son tarafa yazmanın orijinali ve latinizesi ilave edilmiştir.
1. Yazma Risalenin Kısa Tanıtımı
Tûğî Hüseyin Çelebi'nin risalesinin bizim üzerinde çalıştığımız Veliyyüddin Efendi nüshasındaki adı: “Vak‘a-i Merhûm ve Mağfûr Sultan Osman Hân Aleyhi’r-Rahmeti ve’l-Ğufrân” dır. Kaynaklarda ise bu olay Hâil-i Osmaniye yahut Vak‘a-i Hâile-i Osmaniye şeklinde yer almaktadır.
Söz konusu yazma on bir varaklık bir monografidir. Dili oldukça sadedir. Halk dili ile yazılmıştır. Bunun yanında zaman zaman Arapça ve Farsça terkiplere de yer verilmiştir. Metinde az da olsa arkaik Türkçe kelimelere de rastlanmaktadır. Tuğî, ulema sınıfına dahil olmadığından ağdalı bir dil kullanmamıştır. Bu da eserin anlaşılabilir olmasını sağlamıştır. Yazar olayları rastgele değil bir kronoloji takip ederek, günü gününe aktarmaya çalışmıştır. Ağırlıklı olarak nesir şeklinde kaleme alınan metin zaman zaman nazım türleri ile de süslenmiştir. Bu türler ifadeyi zenginleştirmenin yanında konuyu daha da anlaşılır kılmıştır. Tuğî aynı zamanda şairdir. Dolayısı ile metinde kendi şiir ve gazellerine ve başka şairlerin aynı türden manzumlarına da yer vermiştir. Bu türler genellikle gazel, mersiye, medhiye ve müseddes şeklindedir. Tuğî’nin en çok başvurduğu manzum türlerden birisi de kelam-ı kibar kabilinde ders verici mahiyetteki beyitlerdir. Tuğî, eş anlamlı kelime kullanmaktan ve nesirde kafiye (seci) yapmaktan hoşlanmaktadır.
Tuğî Hüseyin Çelebi, söz konusu Genç Osman vakasını geniş bir şekilde anlatmak yerine bir özet vermeyi tercih etmiş, lafı fazla uzatmamıştır. Yazının sonlarına doğru, zamanın padişahına ve idaresine yönelik ortaya çıkmış olan Yeniçeri darbesi ile ilgili gayet gerçekçi bir tahlil yapmıştır.
Tûğî, her ne olursa olsun padişahlar hakkında çok saygılı ifadeler kullanarak onları övmüş ve aynı zamanda onlara karşı saygısız bir dil kullanan isyancıları yermiştir. Ancak zaman zaman da gerek padişahları ve gerekse diğer devlet adamlarını tenkit etmekten sarfı nazar etmemiştir.
2. Risale Konusu: Genç Osman Dönemi
Risale, Sultan II. Osman'a karşı yapılan Osmanlı tarihindeki ilk ihtilalı konu alır. İhtilal duraklama döneminde ortaya çıkmıştır. Gerçi daha önce Yavuz Sultan Selim benzer bir girişimle babası Sultan Beyazıt-ı Veli’yi tahtından indirerek yerine geçmişti, ancak bu tam bir ihtilal sayılmamaktadır. Zira Sultan Beyazıt zaten tahtan inmeye karar vermişti. Sadece yerine Selim’in değil de diğer oğlu Ahmet’in geçmesini istiyordu. Yeniçerinin kışlasından çıkması padişahın arzusunu engellemiş, Padişahın desteklediği Ahmet değil de yeniçerinin desteklediği Selim tahta çıkmıştır. Bu yüzden Yavuz ihtilalı tam bir ihtilal sayılmamaktadır. Bundan dolayı Genç Osman'a karşı başlatılan yeniçeri ayaklanması ilk Osmanlı ihtilalı olarak adlandırılmıştır.
Dönemin padişahı, bazı tarihçilere göre ilk inkılapçı padişahtır. Örneğin Öztuna, Osmanlı yenileşme hareketlerini Genç Osman ile başlatan tarihçilerdendir. Ona göre, Genç Osman, Türkiye'nin yenileşme tarihindeki ilk ciddi hamlenin sahibidir. İkinci Osman'ın ortaya attığı fikirler, Türkiye'nin yenileşme, hatta inkılap tarihinin ilk safhasını teşkil etmektedir. Zira Genç Osman ta o devirlerde Yeniçeri Ordusu’nu kaldırıp yerine modern bir ordu kurmayı düşünmüştür.10
Genç Osman’ın tahta çıktığı dönem olan XVII. yüzyıl başları, duraklama dönemi sancılarının tam manasıyla yaşandığı ve bu sancılardan kurtulmanın çarelerinin arandığı bir dönemdir. Bizzat padişahın öncülüğünde, bu hengameden çıkışın yolu aranmış ve bu yolun değişim/dönüşüm, yenileşme (teceddüt) olduğu resmen tayin ve tespit edilmiştir. Bunun üzerine, değişim ve yenileşmeye dönük adımlar atılması yönünde bir irade belirmiştir. Zira bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu eski ihtişamını kaybetmiş, fetih hareketleri durmuştur. Şayet bir yenileşme hareketi gerçekleştirilebilirse Osmanlı tekrar eski ihtişamına kavuşabilecektir. Bunun için köhnemiş yapının değiştirilmesi ve yozlaşmış kurumların ıslah edilmesi gerekmektedir. Topyekun bir değişim ve dönüşüm hamlesinin başlatılması dönemin padişahı ve bazı devlet adamlarına göre kaçınılmazdır. Kurtuluş reçetesi burada yatmaktadır.
Sultan Genç Osman bu değişim ve dönüşümü gerçekleştirmeye teşebbüs etmesi bakımından önem arz etmektedir. Genç padişahın ülkesi için güzel planları ve hedefleri vardır. Batı karşısında geri kalmış olma acı gerçeğinin bir an önce üstesinden gelmek istemektedir. Bütün planlarını buna göre tasarlamıştır. Mamafih bu büyük hedefi gerçekleştirecek donanım ve tecrübeye sahip değildir. Padişah çok genç, tecrübesiz ve acelecidir. Aceleciliği ve toyluğu sebebiyle büyük hatalar yapmıştır. Bu yüzden değişim ve dönüşümü kendi gelecekleri için ciddi bir tehdit olarak gören bazı çevreler ve kurumlar padişahın yanlışlarından nemalanmayı iyi bilmişlerdir. Padişah hata yaptıkça bu çevreler güçlenmişlerdir.
Genç Osman öteden beri Osmanlı için bir ideal olan Avrupa hakimiyeti fikrini benimsemiş ve bunu sahiplenmiştir. Bunun için elden gelen her şeyi yapmaya hazırdır. Nihat Sami Banarlı’nın da belirttiği gibi, Kanuni’den sonra ilk defa sefere katılan Sultan İkinci Osman’ın hedefi Avrupa’da Osmanlı hâkimiyetidir. Söz konusu fikir ve ideal Kanuni’den sonra Sultan İkinci Osman zamanında tazelenmiştir. Sultan İkinci Osman, Lehistan seferinde çok bozuk gördüğü Yeniçeri Ordusu’nu ıslah etmek ve daha bir takım yenilikler yapmak suretiyle, tekrar Avrupa’da üstün kuvvet olmak şeklindeki arzusunu, atak fakat tecrübesiz bir hükümdar olması sebebiyle en feci bir şekilde hayatıyla ödemiştir.11
10 Öztuna, age, V, 152.
11 Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Târihi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1998, cilt, 2, s. 644.
Avrupa hakimiyeti ideallerini gerçekleştirmek amacıyla bizzat ordusunun başında fethe çıkan genç padişah daha ilk seferde derin bir sükut-u hayale uğramıştır. Yeniçeri Ocağı yozlaşmış, manevra kabiliyetini kaybetmiştir. Dahası siyasete ve ticarete bulaşmıştır. Askeri talimi kabul etmemektedir. Asker, askerlik sanatından uzaklaşmıştır. Böyle olmakla beraber, Yeniçeri Ocağı’na yönelik alınması muhtemel tedbirler Ocak tarafından çok sert bir şekilde yüz geri edilmektedir. Bu psikolojik atmosfer Ocağın ıslahını neredeyse imkânsız hale getirmiştir.
Tüm bu acı gerçekler yanında, bir taraftan da genç padişah Avrupa hakimiyeti idealini yeniden başlatma kararını uygulamaya koymuş, bizzat ordusunun başında sefere çıkmış ve sefer sırasında köhnemiş yapıyı bizzat yerinde teşhis etme imkanına kavuşmuştur. Genç padişah açısından, hayallerini gerçekleştirecek, savaş sanatını bilen disiplinli orduyu oluşturmak artık mutlak ihtiyaçtır.
Sonuç olarak askerin talimi kabul etmemesi ve ıslah yönünde atılacak hiçbir adıma yanaşmaması ister istemez yeni bir ordu kurma düşüncesinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu ihtiyaç yüksek kademelerde konuşulmaya başlanmış, halk arasında ise bu durum daha çok bir söylentiye dönüşmüş ve söz konusu söylenti askeri endişeye sevk etmiştir. Padişahın hacca gitmeye karar vermesi ve bunu ilan etmesi, söylentinin fiiliyata aktarılması şeklinde yorumlanmıştır. Bu kararı protesto etmek isteyen Yeniçeri ve Sipahi Ocakları halktan da destek alarak At Meydanı’na yürümüşlerdir.
Tarihçilerin belirttiğine göre, başlangıçta sağlam tedbirler almak suretiyle önüne geçilmesi muhtemel ihtilal, önlenememiştir. Başlangıçta üst düzey askerler işin içinde yoktur. Padişah ise asla ileri gelir devlet adamları ve ulemanın nasihatlerine kulak asmamış, karşısındaki gücü küçümsemiştir. Bu yüzden işler giderek daha da çıkmaza girmiştir. Komuta kademesinin harekete dâhil olmaması padişahı yanılgıya sürüklemiştir. O, son ana kadar başsız askerin dağılacağını düşünmüştür. Tecrübe sahibi devlet adamları ve ulemanın önde gelenleri ise daha başlangıçta asker tarafından istenen devlet adamlarının feda edilmesinin, yani ehven-i şerrin tercih edilmesinin, daha doğru ve isabetli olacağını padişaha hatırlatmışlar, fakat padişah bunu kabul etmemiştir. Dirayetli Şeyhülislam Es‘ad Efendi ve zamanın ünlü şeyhi Aziz Mahmud Hüdayi gerekli ikazları çekinmeden ortaya koymuşlardır. Şeyhülislam, padişahın hacca gitmekten vazgeçmesi yönünde fetva çıkartmış, Aziz Mahmud Hüdayi ise bu minval üzere mektup yazarak padişaha tavsiyelerde bulunmuştur. Fakat o, asla bu tavsiyelere kulak asmamış, hususi hocası Ömer Efendi ve Darüsaade Ağası Süleyman'ın sözlerinden başka hiç kimsenin sözünü dikkate almamıştır.
Genç Osman karakter olarak geleneğe fazla önem vermeyen bir yapıya sahiptir. Osmanlı padişahları öteden beri devlet yönetiminde doğuracağı mahsurlar nedeniyle hür kadınlar yerine cariyeler ile evlene gelmişlerdir. Genç Osman, bu teamülü değiştirmiş, cariyeler ile evlilik yapmayı kabul etmemiştir. Bütün karşı çıkmalara rağmen, İstanbul’un tanınmış ailelerinin hür kızları ile evlenmiştir. Genç Osman’ın bu tavrı o dönemin anlayışına göre bir eksiklik olarak algılanmış, fazilet nakisa olarak görülmüştür.12 Aynı şekilde, hacca gitmeye karar vermesi de onun teamüle aykırı karakter yapısının örneklerindendir.
Genç Osman gösteriş ve debdebeye de asla iltifat etmemiştir. Halbuki Osmanlı’da gösteriş, debdebe ve alayiş bir teamüldür. Genç padişah ise ne pahasına olursa olsun bunlardan uzak durmuştur. Resmi devlet törenlerine bile alelade kıyafetlerle katılmış, tüm uyarılara rağmen alışkanlıklarından asla vazgeçmemiştir. Genç padişahın, imparatorluğu eski ihtişamına kavuşturmaktan başka bir hedefi ve düşüncesi yoktur.
12 Reşad Ekrem Koçu, Osmanlı Padişahları, Doğan Kitap, İstanbul 2004, s. 245.
Genç Osman’ın fazilet olarak algılanabilecek tercih ve alışkanlıklarının yanında nakisa olarak değerlendirilebilecek hususiyetleri de vardır. Bunların başında da gaddarlığı gelmektedir. O, adi suçları cezalandırmada çok ileri gitmiştir. Tebdili kıyafetle çıkmış olduğu gece yarısı denetim ve teftişlerinde meyhanelerde yakaladığı yeniçeri erlerini yargısız bir şekilde acımasızca infaz etmiştir. Bu yargısız infazlar büyük rahatsızlıklara yol açmıştır. Halbuki (kanun-i kadim gereği) bu şekilde suç işleyenleri yargılanmak üzere kendi birimleri olan Ağakapısı’na havale etmesi gerekmektedir. O ise asla bu kurala uymamış, suçluları bizzat kendisi cezalandırmıştır.
Genç Osman’a karşı yapılan Yeniçeri İhtilalı, bir çok bakımdan ilk ve de üzücü olaylara sahne olmuştur. Saltanat makamında bir padişah varken aynı makama başka bir padişah oturtulmuştur. İhtilal esnasında, şimdiye kadar görülmedik bir tarzda, padişah hazretlerine ağır hakaretler yapılmıştır. Osmanlı padişahları içerisinde hiçbir padişah bu derece ağır muameleye maruz kalmamış, bu kadar aşağılanmamıştır. Hiçbir padişahın onuruyla böyle oynanmamıştır.
Netice itibariyle Osmanlı tarihinde ilk defa yücelik duvarında ihtilal eliyle bir gedik açılmış,13 kötü bir gelenek ve kötü bir teamül başlatılmıştır. Her zaman girişilebilecek makul ve yararlı yenilik ve ıslahat hareketleri bu şekil bir ihtilal ile engellenmiştir. Dolayısı ile Genç Osman’a karşı gerçekleştirilen ihtilal hareketi orada kalmamış, gelecek dönemlere de sirayet etmiştir. Konuyla ilgili Nihat Sami Banarlı’nın şu teşhisi çok yerinde ve anlamlıdır: “Eğer hadise Genç Osman’ın zaman ve hayatı çerçevesinde kalıp sirayet etmeseydi o derece vahim neticeler doğurmayacaktı. Fakat bu bir başlangıç oldu. Bundan sonra ve bilhassa gelecek asırlarda memlekette Avrupai yenilik ve ıslahat yapmak isteyen bütün büyük hükümdarlar ve vezirler bu yenilik hareketleri uğruna ya tahtlarını yahut başlarını vermişlerdir.”14
İhtilalin ardından Osmanlı İmparatorluğu tam bir kargaşa ve kaos ortamına sürüklenmiştir. Sık sık padişah değişmesi ve her padişah değişiminde teamül gereği askere yüklü miktarda cülus bahşişi ödenmesi hazineyi iflasın eşiğine getirmiştir.15 Koca imparatorluk cülus bahşişi ödeyemeyecek duruma düşmüştür. İş, enderun hazinesindeki altın ve gümüş kapların darphanede eritilerek para kesilmesine kadar gitmiştir. Ancak bu şekilde askere cülus bahşişi dağıtılabilmiştir.
Tûğî Hüseyin Çelebi risalesinin sonunda, ülkeyi ihtilal ortamına sürükleyen sebepleri maddeler hâlinde şöyle sıralamaktadır:
a. Sipahi, Yeniçeri ve diğer askeri ocaklar padişaha gücenmişlerdi. Zira bir suç üzerine mesela meyhanelerde yakalandıklarında tutuklanırlar, 400-500 sopa ile cezalandırılırlar, taş gemilerine konulurlardı. Eskiden olduğu gibi yargılanmak üzere kendi birimlerine havale edilmezlerdi.
b. Ulema sınıfı da rencide olmuştu. Zira padişah hocası Ömer Efendi kendi halinde bir vaiz iken, hususi hocalığa terfi edince, şeyhülislamın bile üstüne çıkarılmış, ulema sınıfının atama, tayin ve terfi işleri ona havale edilmiştir. Yetki gaspı ve de yetki aşımı söz konusudur. Hem padişah ve hem de Hoca Efendi yetkilerini aşmışlardır.
c. Padişahın bazı uygulamaları, özellikle küçük kardeşi şehzade Mehmet’i boğdurması, maşeri vicdanı derinden yaralamıştır. Halbuki epey zamandır bu cinayetler unutulmuştu. Genç Osman, bu acımasız töreyi yeniden hortlatmıştır. Netice itibariyle gücünü kendi idealinden alan Osmanlının bu ilk yenilik hareketi başarısız olmuştur. Hareket başarısız olunca, onun ardından gelen Osmanlı yenileşme hareketleri Batıyı örnek almaya başlamışlardır. Genç Osman yenilik teşebbüsünün temel dinamikleri arasında Batıyı örnek almak söz konusu değildir.
13 Bostan-zade Yahya Efendi, Vak’a-i Sultan Osman Han, Süleymaniye Halet Efendi Ktb., nr. 611, s. 198.
14 Banarlı, age, cilt, 2, s. 644.
15 O dönem itibariyle Bir cülus bahşişi miktarı yaklaşık 3 milyon altın tutmaktadır.
Bu teşebbüs bir manda eskiye öykünmedir. Eskiye dönüş özlemidir. Bu dahi çözüm olamamıştır. Aynı şekilde körü körüne batı taklidinin de çözüm olmadığı yıllar yılı yaşanan tecrübeler neticesinde ortaya çıkacaktır. Fakat Genç Osman yenileşme teşebbüsünün Batıyı örnek almadan kendi gücüne dayanarak ortaya çıkmış olmasının da altını çizmek gerekmektedir.
Osmanlıdan Cumhuriyete toplumun yenileşmesi ve kalkınması, aydınlanma, reform ve Rönesans gibi kısmen Batılı olan kavramların doğuya yansıması sancılı olmuştur. Aslında bu sihirli kelimelerin içindeki iksirin ne olduğu tam da anlaşılamamıştır. Her ne olursa olsun gerek Osmanlının yükselişi ve gerekse daha önceki Endülüs Emevileri ile batıya yol gösteren İslam medeniyeti, imparatorluğun duraklama dönemine girmesi ile tıkanmış ve üstünlüğü batıya kaptırmıştır. Üstünlüğü yeniden ele geçirme teşebbüsleri bir türlü sonuçlandırılamamıştır.
3. Risale Metninin Günümüz Diline Aktarımı
Merhum Sultan Osman Han Vak‘ası
Bu trajik olay Hicri 1031’de İstanbul'da meydana geldi. (Miladi 1622). Adı geçen yılın Recep ayının 7’sinde, Çarşamba günü sipahi, yeniçeri ve muhtelif zümrelerden bir kısım halk, Süleymaniye Camii yanında toplandılar. Zor kullanarak dükkânları kapattırdılar. Daha sonra Aksaray'daki Odalar Kışlası meydanında yığınak yapıp topluca Yeni Cami’ye, (Sultan Ahmet Camii’ne) yürüdüler. Uzun uzun sloganlar attılar:
“Padişahımızı, Kabe’ye gitmek adı altında Anadolu’ya geçirmeyi telkin edenleri isteriz... Padişahı Anadolu’ya gitmekten feragat ettirmek isteriz...”
Bu şekilde ayaklanan insanlar sur kapılarını kapatıp, Ahırkapı’dan, Üsküdar'a geçmek üzere olan padişahın tuğ ve otağına engel oldular.
Şikâyetlerini sürdürdüler:
“Darüssaâde Ağası Süleyman, sürekli padişah nezdinde Yeniçeri’yi aşağıladı. Padişahı yeni ordu kurma sevdasına düşürdü. Sadrazam Dilaver Paşa ve padişah hocası Ömer Efendi de bu hususta ona muvafakat ettiler. Bostancıbaşı Bebr Mehmet Ağa ise padişahı tebdil gezdirerek, meyhaneleri basıp birçok yeniçeri ve sipahiyi tutuklattı. Bir kısmına sopa cezası tatbik ettirdi, bir kısmını ise taş gemilerinde kürek cezasına çarptırdı.”
Yakın zamanlarda yaşanan olaylar asker tayfasını fena hâlde rahatsız etmişti. Sadrazam Dilaver Paşa ve padişah hocası Ömer Efendi, Süleyman Ağa'nın planları doğrultusunda padişahı, Anadolu’ya gitme konusunda ikna ettiler. Sekban ve cündi yazarak yeni bir ordu kurma fikrini karara bağladılar. Daha doğrusu durumun böyle olduğu söylentisi yayıldı. Hatta Saray görevlilerinden Eski Yusuf adında bir kişinin zahire toplamak için Arap memleketlerine gönderildiği haberi kamuya mal oldu. Bunun zahire işi olduğuna kimse inanmadı. Herkes zahirenin bahane olduğuna, gerçekte bu işin sekban ve cündi yazmak için yapıldığına inanıyordu.
Netice itibariyle bütün bu gelişmeler büyük bir isyanın patlak vermesine sebep oldu. Eski Odalar Kışlası’ndan hareket eden askerler, önce çarşıya yürüyerek dükkânları kapattırdılar, oradan Yeni Odalar Kışlası’nın ortasındaki Etmeydanı’na, katılımın iyice artmasını sağladıktan sonra da Atmeydanı’na yürüyüp sloganlarla isteklerini padişaha iletmeye çalıştılar.
Meydanda büyük bir kalabalık toplandı. İlk başta içlerindeki yaşlı ve tecrübeli yeniçerilerin tavsiyesi ile ‘Davamızı şeriat kuralları çerçevesinde halledelim.’ diye Şeyhülislam Es‘ad Efendi’ye gidip fetva istediler: “İslam Padişahını kandırıp, hazinenin israf edilmesine sebep olan, padişahın hacca gitmesi lazım değil iken, böyle bir fitneye sebep olanlara şeran ne lazım gelir?” diye sordular.
Şeyhülislam Es‘ad Efendi bu soruya şöyle bir cevap verdi: “Uyuyan fitneyi uyandıranlara katl lazım gelir.”
Yazılı fetvayı alıp meydan yerine geldiler. Fetvayı meydandaki isyancılarla paylaştılar. Her ne kadar fetva açık bir ifade ile kaleme alınmamış da olsa, onlar bu kapalılığı kendi lehlerinde bir gerçeklik olarak netleştirdiler. Muğlak fetvayı açık delil gibi yorumladılar. Dolayısı ile isyancılar bu fetva ile ellerini fevkalade kuvvetlendirmiş oldular.
Meydan yerine döndükten sonra sadrazamın evine gittiler ki sadrazam gidip bu toplantıdan padişahı haberdar eylesin de Süleyman Ağa'nın katline ferman alsın ve padişahı hacca gitmekten vazgeçirsin. Ne var ki kalabalığın sadrazamın evine doğru pürtelaş ilerlemesi sadrazamın hizmetçilerini ve korumalarını heyecanlandırdı. Korumalar derhal ileri atılıp üzerlerine gelen kalabalığı ok atışına tutular. Birkaç kişiyi yaraladılar. Pek tabii ki isyancılar böyle bir müdahale beklemiyorlardı. Ellerinde silah da yoktu. Ani bir manevra ile dönüp Sipahi Çarşısı’na doğru sel gibi aktılar. Maksatları silahlanmaktı. Bu hengamede para söz konusu olamayacağına göre çarşı yağmalanacaktı. Çarşı esnafı bin bir rica ve temenni ile çarşılarını yağmadan kurtardılar. Bu sırada akşam yakın olduğundan isyancılar ağır yeminler ederek ahitleştikten sonra dağılıp evlerine gittiler.
Aslında bu isyandan evvel Es‘ad Efendi ve sadrazam, padişahı Kâbe’ye gitmekten vazgeçirmişlerdi. İşi bozan padişahın gördüğü bir rüya oldu. Rüyaya göre padişah, bir gün tahtında oturmuş Kur’an-ı Kerim okuyordu. Aniden Peygamber Efendimiz zuhur edip geldi. Padişahın elinden Mushaf'ı alıp onu tahtından indirdi. Padişah, Peygamber Efendimizin ayağına yüz sürmek istedi fakat başaramadı, nasip olmadı.
Ertesi gün padişah görmüş olduğu bu rüyanın tabirini yaptırmak niyetiyle hocasını Saraya davet etti. Hoca Ömer Efendi ise tabir sadedinde şöyle bir izahatta bulundu: “Padişahım evvela hacca gitmeye karar vermiştiniz. Sonra bundan vazgeçtiniz. Bu yüzden böyle bir rüya gördünüz. Peygamberin mübarek ayağına yüz sürmek mümkün olmadıysa hacca gider Ravza-i Mutahharasına yüz sürersiniz...”
Padişah bu tabirden ziyadesiyle memnun kaldı ve hacca gitmeye kesin karar verdi. Ardından bir de Saray imamının tavsiyesi üzerine rüyasını tafsilatlı bir şekilde yazarak Üsküdar'a, Aziz Mahmut Hüdayi hazretlerine gönderdi. Ondan da rüyayı tabir etmesini istedi. Şeyh hazretlerinin tabiri ise şu minval üzereydi: “Padişahım! Bu vak‘a ziyade korkutucu ve tehlikeli görünüyor. Allah bilir bu vâkıa-i hâilenin (trajik olayın) vukuu tez vakitte görülür. Tövbe ve istiğfar üzre bulunun, umulur ki belalar def ola..”
Bu arada şeyhülislam, padişaha fetva gönderip dedi ki:
“Padişaha hac farz değildir. Padişahın görevi adalet üzere halkın ihtiyaçlarını görmektir.”
Meşayih, ulema ve sadrazam dahi şeyhülislam’a destek verdiler. Ancak padişahı kararından vazgeçirmek mümkün olmadı.
Öte yandan, isyancıların, sadrazamın evini basarak yağmaladıkları haberi padişaha ulaşınca ileri gelen ulemayı saraya davet ederek, kulun (askerin) muradı nedir? diye sordu. Ulema bil-ittifak dediler ki: “Saadetli padişahın Kâbe’ye gitmesini istemiyorlar ve Dârüssaâde Ağası ile Hoca Efendi’nin İstanbul’dan sürülmesini talep ediyorlar.”
Buna karşılık padişah şöyle bir mukabelede bulundu: “Tamam Kabe’ye gitmekten vazgeçtim. Yalnız istedikleri adamları sürgün etmem. Hatta görevlerinden bile almam.”
Bu gibi durumlarda padişahlar genellikle asilerin isteklerine boyun eğdikleri halde Sultan Osman bunu yapmadı. Adamlarını vermemekte direndi ve ulemayı, kulun taleplerini öğrenmek üzere Atmeydanı’na gönderdi. Ulema, asilerden isyanın sebebini sordular. Cevap olarak asiler dediler ki: “Başta Sadrazam, Dârüssaâde Ağası ve Padişah Hocası olmak üzere 6 kişinin katlini isteriz.”
İsyancılar her adımda güç kazanıyorlardı. Başlangıçta iki kişinin katlini istemişken şimdi sayıyı altıya çıkardılar. Ulema heyeti Saraya giderek isyancıların taleplerini padişaha ilettiler. Fakat padişah bu talebi kabul etmedi. Ulema, işin daha kötüye varacağını bildiğinden ısrar etti. Zira asiler avantajlı konumda idiler ve giderek isteklerini artırıyorlardı: “Asker niyeti bozmuş, eskiden beri bu hep böyle olmuştur. Ecdad-ı ızamınız zamanında da ekseriya böyle olagelmiştir. Asker ittifak ettiği zaman istediğini alır. İş daha da kötüye gidebilir.” dediler.
Ulemanın ısrarı padişahı kızdırdı. Padişah sert bir şekilde heyeti susturdu. Asilerin isteklerine cesurca direndi: “Siz sesinizi çıkarmayın. Onların icabına bakılacaktır. Onlar başsız askerdir, tez dağılırlar.”
Öte yandan isyancılar uzun zamandır meydanda bekliyorlardı. Bir türlü Saray’dan haber gelmiyordu. Yavaş yavaş hareketlenmeler başladı. Saray’dan bir haber gelmeyince isteklerinin kabul edilmediğine hükmederek Saray'a doğru yürümeye başladılar. Saray kapıları açık bırakıldığından hiçbir zorlukla karşılaşmadan içeri girdiler. Uzun müddet Saray içerisinde bağrıştılar: "Padişahımızdan altı kişinin katlini istedik, cevap gelmedi. Allah için davamız ve elimizde fetvamız vardır."
Bağrışmalar esnasında kalabalık arasından: Sultan Mustafa'yı isteriz! diye bir ses yükseldi. Ses kalabalık arasında dalga dalga yayıldı. Dalga dalga yankılandı. Sadece yankılanmakla kalmadı aynı zamanda kalabalığın hedefini de tayin etti. Asiler bir önceki padişah Sultan Mustafa'yı aramaya başladılar. Yerini tespit etmek kolay olmadı. Uzun uğraşlar ve tehditlerden sonra Sultan Mustafa'nın mahpus bulunduğu kafes odaya ulaştılar. Ancak odanın kapısı iç hareme açıldığından kapıya ulaşmak mümkün değildi. Odanın damına yöneldiler. Kubbe dam kurşunla kaplıydı. Ne olursa olsun gözü dönmüş güruh engel tanımıyordu. Kubbenin kurşunlarını keserek içeriye ip saldılar. Bu şekilde Sultanı ve yanındaki iki cariyeyi çekip yukarıya çıkardılar. Eski Saray'a götürmek üzere ata bindirdiler. Ancak Sultan Mustafa uzun zaman hapis yattığından gücünü ve kuvvetini kaybetmişti. At üzerinde durmaya mecali yoktu. Bu yüzden Eski Saray’a gitmekten vazgeçerek hemen oracıkta biat merasimi yapmaya karar verdiler.
Beri taraftan Genç Osman, Sultan Mustafa'nın mahpushaneden kurtarıldığı haberini alınca kan beynine sıçradı. Ne yapacağını bilemedi. Kısa bir tereddütten sonra sadrazamın bulunması talimatını verdi. Sadrazam bu hengâmede Üsküdar'a kaçmış, Şeyh Aziz Mahmud Hüdayi’ye sığınmıştı. Sadrazam derhal getirtildi ve Dârüssaâde Ağası Süleyman ile birlikte kalabalığın önüne atıldı. Kalabalık güruh saldırıya geçti ve iki devlet adamını saniyede paramparça etti.
İş tamamen çığırından çıkmış, dönüşü olmayan yola girilmişti artık. Sultan Mustafa'nın ikinci kez tahta çıkarılması kararından dönülmesi imkânsızdı. Buna rağmen ulema efendiler bir kez daha devreye girdiler: "Padişahınız Sultan Osman size selam eyledi. İstedikleri insanları verdim. Başka kimi istiyorlarsa vereyim, yeter ki Sultan Mustafa’yı bırakın. Biz dahi bu hususta kefil olalım.”
Ancak istekleri kabul edilmedi: “İş işten geçti artık. Bu söz önceden gerekliydi.”
İsyancılar ulemanın talebini reddettikleri gibi yeni padişaha biat etmeleri için ulemaya emri vaki yaptılar. Ulema zor durumda kaldı. Saltanat makamında bir padişah varken başka birisine biat etmenin caiz olmadığını ileri sürerek direnmeye çalıştılarsa da, kınından sıyrılmış kılıçların tehdidi altında emre boyun eğdiler. Manzara öylesine tüyler ürpertici idi ki, ulemadan Kaf-zâde Fâyizî Efendi kalp sektesinden oracıkta ruhunu teslim etti.
Bu arada isyancılar arasında, ‘Sultan Osman, Sultan Mustafa’yı katlettirecek’ diye bir haber şayi oldu. Bunun üzerine tedbir olarak Sultan Mustafa’yı Aksaray kışlasındaki Orta Cami’ye götürdüler. Sultan Mustafa camiye girerken elini açıp dua etti: “Ey padişahlar Padişahı! Ricam budur ki bana zulmeden Sultan Osman'ı burada göreyim.”
Sultan Mustafa'nın Orta Cami’ye götürülmesi üzerine Genç Osman, meseleyi yeni sadrazam Hüseyin Paşa ve Bostancıbaşı ile müzakere etti. Sadrazam ve Bostancıbaşı dediler ki: “Sultan Mustafa, Aksaray'a, odalar kışlasına gitti. Biz de Ağa Kapısına gidelim.”
Genç Osman bunu uygun bulmadı. Onun başka bir düşüncesi vardı: “Ağa Kapısına gitmemiz uygun olmaz. Anadolu’ya geçelim, taht-ı kadim Bursa’ya gidelim. Kul (asker) yazalım, yığınak yapalım. Görelim Mevla neyler, bakalım zaman içinde neler zuhur eder.”
Ancak Sadrazam ve Bostancıbaşı buna cesaret edemediler. Düşüncelerinde ısrar ettiler. Neticede yanlarına on kese altın alarak gece yarısı gizlice Ağakapısı’na gittiler ve Yeniçeri ağası ile görüştüler. Ne yapılması gerektiğini beraberce müzakere ettiler ve paranın gücünden istifade ile Yeniçeriyi yumuşatarak asker arasına ayrılık sokma kararına vardılar. Alınan kararı uygulamakla görevlendirilen Yeniçeri ağası gidip odabaşılar ile görüşerek onlara yapılacak ihsanlardan bahsetti. Odabaşılar da bunu bizzat kendisinin erata anlatmasının daha doğru olacağını söylediler. Bunun üzerine Ağa, Orta Cami’ye gitti. Merdivenlere çıkarak erata hitap etti: "Ey Ağalar ve yoldaşlar! Padişahınız mübarek olsun. Ancak Sultan Osman da ocağımıza sığındı, Kapıy’a, bize geldi. Ellişer flori verilecek ve çukalarınız mor skarletten yenilenecek. Sipahi ağalara dahi inam, ihsan..."
Ağanın sözünü bitirmesine dahi fırsat vermediler. Eteğinden çekip aşağıya indirdiler ve tıpkı sadrazam ve dârüssaâdeağasına yaptıkları gibi onu da öldürdüler. Cesedini yerlerde sürüklediler.
Maktül Ağa yarım kalan konuşmasında Sultan Osman'ın, Ağakapısı’na sığındığını dile getirmişti. Haberi duyan isyancıların gözleri fal taşı gibi açıldı. Ok gibi fırladılar yerlerinden. Hızla Sultanın bulunduğu yere, Süleymaniye’ye yöneldiler. Uzun aramalardan sonra padişahı buldular. Bir beygire bindirdiler ve Orta Cami’ye götürdüler. Yolda türlü hakaretler yaptılar. Bir padişaha söylenmeyecek yakışıksız, ağır sözler söylediler. İşi ayağa düşürdüler: “Canım Osman Çelebi! Meyhane basıp sipahi ve yeniçeriyi taş gemisine mahkûm etmek iyi miydi? Ecdad-ı izamın sekban ile mi vilayetleri fetheyledi? Sekban değil miydi, pederin Sultan Ahmed zamanında Anadolu’yu yakıp yıkan? Kalenderoğlu ve Canbolad sekban cemiyetinin desteği ile isyan etmedi mi?”
Genç Osman’ın Orta Cami’ye getirilmesi ile iki padişah bir mekanda birleşmiş oldu. Dışarıdaki kalabalık, ‘Padişahımız çıksın görelim.’ diye tezahürat yapıyordu. Bunun üzerine Sultan Mustafa kalabalığı selamladı. Gülbang-ı Muhammedi16 getirdiler. Sultan Osman gülbangı duyunca, ‘Açın pencereyi, kullarıma hitap etmek istiyorum.’ dedi. Pencere açılınca Sultan Osman acıklı bir hitapta bulundu: "Benim ağalarım, sipahi ve yeniçeri babalarım, tecrübesizlik yüzünden münafık sözüne uydum ve size karşı küstahlık ettim. Bana bu şekilde muamele etmektense keşke öldürseydiniz. Beni istemiyor musunuz?"
Bu içtenlikli konuşma kalabalığın üzerinde zerre tesir uyandırmadı. İntikam hırsı duyguları köreltmişti. Duygusuzca tepki verdiler ve ‘Seni istemiyoruz.’ dediler. Genç Osman bütün umudunu yitirdi. İstenmediğini anladı ve bir kenara çekildi. ‘Bari beni Sultan Mustafa’nın mahbesine koyun, öldürmeyin.’ diyordu.
16 Gülbank: Kelime anlamı itibariyle coşkulu bir şekilde topluca yüksek sesle bağırmak, haykırmak demektir. Yeniçeri Ocağında gülbank okunması yaygın bir adetti. Çok uzun gülbank metinleri bulunduğu gibi birkaç cümleden ibaret olanlar da vardır; Allah Allah İllallah, Allah Allah Eyvallah, Bismi Şah Allah Allah..
Artık sıra Sultan Mustafa’nın, Saraya götürülmesine gelmişti. Ata binmekten dahi aciz yeni padişahı bir pazar arabasına oturtarak Saraya götürdüler ve yarım kalan biat merasimini tamamladılar. Daha sonra bizzat Sadrazam Kara Davut Paşa ve adamları Sultan Osman'ı Orta Cami’den aldılar, onu da bir Pazar arabasına bindirip askerin eza cefası arasında Yedikule’ye götürüp hapsettiler. Kara Davud Paşa, beraberindeki askerlerin dağılmasını temin ettikten sonra, başta kethüdası Ömer, cebecibaşı ve subaşıkethüdası Kilindir Uğrusu olmak üzere yakın adamları ile akşamdan sonra Sultan II. Osman’ı zindanda katlettiler ve işledikleri cinayeti ispat etmek için bir kulağını kesip valide sultana gönderdiler.
Bu konuda çok acıklı bir gazel söylenmiştir:
Bir Şah-ı alîşan iken
Şah-ı cihana kıydılar
Gayretli genç aslan iken
Şah-ı cihana kıydılar
Hükmetmeye kadir iken
Emr-i Hakka nazır iken
Hac itmeğe hazır iken
Şah-ı cihana kıydılar
Nevi, ciğer oldu hûn.
Derdim bir iken oldu on
Kan ağladı ehli fünûn
Şah-ı cihana kıydılar
4. Risalenin Latin harfleriyle Okunuşu
Vak‘a-i Merhûm ve Mağfûr Sultan Osman Hân
Aleyhi'r-Rahmeti ve'l Ğufrân
(1a) Bu vakâyi-i acîbe ve hikâyât-ı ğarîbe bin otuzbir senesinde şehr-i İstanbul'da vâki‘ oldi ki; Merhûm Sultan Osman Hân ve Sultan Mustafa ahvâlin, Solak Hüseyin ki Tûğî tahallus îder ânın yazduği rivâyet-i sahîha ile, ki bin otuz bir Recebinin yedinci Çehârşembe güni, sipâh ve yeniçeri ve bâkî halâyık her zümreden Süleymaniye hareminde cem‘ olup, çarsûlar kapadup, ba‘dehû Odalarda, Et Meydanı’nda yığınak eyleyüp ve ba‘dehû umûmen At Meydanı’nda Yeni Cami hareminde cem‘ olup, cevablari bu ki: "Padişahımız Ka‘be'ye gitmek nâmı ile Anadolı’ya gitmege ilkâ idenleri isteriz ve Padişahı Anadolı’ya gitmekden ferâğat itdürmek isteriz," Öyle olsa halkın böyle ğulüvvesinden, ol gün hisar kapularını kapatdılar ve Âhûr Kapusından tuğ ve otâğ-ı hümâyûnı kadirğalara koyub, Üsküdar'a geçmek mahallinde komayub, alı kodılar ve Dârü’s-Saâde Ağası Süleyman Ağa, Padişahımıza her gün kulu geçmek üzre olup, yeniçeri tayfasının tüfenk endâzlığında ve sipâhi halkının cündîlikde ve cenk günlerinde meharetlerü bellüdür, bu kul kullukdan çıkmışdur, kul olursa Mısır ve Şam'ın cündîleri ve tüfenk endâzlıkda Anadolı sekbânı gibi olsa deyup ve sene-i mâziyede Hotîn. seferinde bir kâfirin azacık taburın bozmağa kâdir olmadılar, bî-hüner ve bî-menfaat, derinti ve madrabaz ve erbâb-ı maâş kul olur mı? deyu saâdetlü padişaha söyleyu söyleyu kulu soğuttu ve cündî ve sekbân yazmak sevdasına düşürdi ve Sadrazam Dilaver Paşa, ve Hâce Ömer Efendi bu cevaplarda Dâru’s-Saâde Ağasına muvâfakat üzre idiler. Ve dahî Hâce Ömer Efendi, Padişahı Anadolı'ya geçürmege medh eylemekden muradı bu idi ki, bundan evvel Hâcenin karındâşı ki Karabaş Efendi dirler idi, bir uğurdan Ka‘be'ye kadı ittirmiş idi, Ka‘be'de vali olan şerif, Karabaş'a kazayı zabt itdürmeyup selb eylemek murad eylemiş idi, ehl-i Ka‘be, şerifden recâ eylediler, bu hususda Hâce Efendiye gayret düşdügünden, Padişahı, Mısır'a götürüp ba‘dehû Ka‘be'ye iletüp şerifden intikam ala: "Padişahım, elhamdülillah ğâzi oldın sana hac eylemek farz oldu, hacı ve ğâzi unvanıyla ser-efrâz olmak gerksin," dirdi. Ve dahî bir sebep bu idi ki, Bostancıbaşı Bebr (Bebir) Mehmed Ağa, Yeniçeri Ağası Yusuf Ağa ile mâbeyn olduğundan, Padişahı her bar tebdil câme ile
(1b) gezdirup meyhâneleri ve yasakçı odaların basdırup, sipâhi ve yeniçeriden çoğun ahz eyleyup ve çoğuna dahî degneg urdurup ve taş gemilerine koydurup bu ahvâlden kul tayfası ziyade müteellim idiler. Ve bir sebep dahî mukeddemâ Hotin seferinde virdikleri biner akçe atiyye, mevcûdına virilüp, birkaç günden sonra gelenlere virmediklerinden, kul dahî tabur fethinde nevân ihmal ve tekâsül üzre idiler Biz sözümüze gelelim. Dilaver Paşa ve Hâce ve Süleyman Ağanın muradları üzre padişah dahî Anadolı’ya gitmeği mukarrer eyledi ve sekbân yazmak hususu tevâtüre irmiş idi hatta sekbân yazmak içun Saray-ı Atîk teberdârlarından Eski Yusuf nâmında bir kimesneyi zahîre cem‘i bahanesiyle sekbân ve cündî yazmak içun Diyâr-ı ‘Arab ve Şam ve Haleb'e gönderilmiş idi. Padişah ise raht ve baht ve cümle hazâyini turma Üsküdar'a geçirmek üzre idi, bu ecilden gâhi, iç halkından, taşra kul tayfasına bu ahvâli bildirup, "bilmezüz böyle itmekden padişahımızın fikri nedir?" dirler idi. Hele muhassılulmerâm halâyık cem‘ olup Sultan Mehmed hareminden At Meydanı’na geldiler, Saray’a doğru giderken sadrazam tarafından Çavuşbaşı Halıcı-zâde men‘ içun geldikte ânı taşladılar. Ba‘dehû bu cumhûrun içinden umûr görmüş ihtiyarlardan birkaç yüz âdem şer‘ ile görelim mesâlihi deyub, Şeyhülislam Es‘ad Efendi’ye varup, istifsar eylediler ki: "Padişah-ı İslamı azdırup, beytülmâlın itlafına sebep olup, Padişaha hacca gitmek lazım değil iken, böyle fetret ve fitneye bâdî olanlara şer‘an ne lazım gelür?" didiler. Cevab-ı Müftî böyle sadır oldu ki: "İkâz-ı fitne idenlere katl lazım olur," didik de, sureti fetvayı aldılar, ve cem‘ıyyet yerine geldiler, ol mahalde Sadrazam tarafından yeniçeri ağası ve bölük ağaları men‘ içun cem‘ıyyete gelüb cumhûr anları taşa tuttular. Ve dahî ol gün donanma-yı hümâyûn, Beşiktaş'dan, Yedikulle'ye giderken gemilerden donanma halkı dahî çıkub şehir kaplıları kapalu olmağın, hisar delüklerinden şehre girüp cem‘ıyyete dahîl oldular. Ba‘dehû Hâce evine varalum bu cem‘iyetten padişahı habîr eylesûn ve Ka‘be'ye gitmekden ferâğat itdürsün, deyu Hâcenin evine doğru cumhûr geldiklerinde, meğer Hâce Efendi şehnişinde oturup cumhûrun niye geldiklerin bilmez, ziyade havfinden firar eyledi. Cumhûr yürüyüş ittiler kapuyı yıkdılar bî-nihaye esbâb (esvâb) hasârat olundı. Ba‘dehû dönüb Sadrazamın sarayına geldiler ki, varsun Padişaha bu cem‘iyyetin aslın bildirüp, Süleyman Ağanın katlini ferman buyurup Ka‘be'ye gitmekden ferâğat eylesun, kaçan ki cem‘ıyyet Sadrazamın sarayına geldiler, vezirin bilcümle tevâbi‘ı‘ ileru gelüp oklar pertâb idup birkaç âdemi katl eylediklerinde, cumhûrun ellerinde yât ve yarak (yarağ) yok, buni makul gördiler ki varup Sipâhi Çarşusundan
(2a) tîr ve keman ve seyf ve sinan alup cenk eyleyeler, ehl-i sûk karşı gelup reca ve temennâ eyleyup dükkanların yağmadan kurtardılar ve hem akşam yakın olmağın îlân-ı ğılâz ve şidâd ile yarın yine At Meydanı’nda cem‘ıyyet idelim deyu, perişan oldular.Bu dahî malumun olsun ki, bu cem‘ıyyetten birkaç gün evvel Es‘ad Efendi ve Sadrazam, Padişahı, Ka‘be'ye gitmekden ferâğat itdürmişler idi, meğer bir gice Padişah hazretleri âlem-i hâbda görür ki, taht-ı pâdişâhîde oturup elinde mushaf-ı şerif tilavet ederken, Fahr-i kâyinât ve Şefi‘ul-‘usât Hazreti risalet penâhi -aleyhi's-selâm- zahir olup, Padişahın elinden mushafı alur ve tahtından aşağa indirür, Padişah Hân izzetine yüz sürmek istedikde cürete mecâl idemez, nasib olmaz, ol mahalde Padişah uyanup ve yarındâsi Hâceyi davet ider, rüyanın ta'birin istifsar eyledikde, Hâce Efendi tabir ider ki: "Padişahım evvel Ka‘be'ye gitmek murad-ı şerifiniz olup ba‘dehû ferâğat buyurdunuz, hususan ki Kelâm-ı İzzetde buyurılan ğazâ ve hacc-ı şeriftir. Kelâm-ı Şerifi okursız niçun fermân-i şerifiylc amel eylemessiz, mübarek elünüzden Mushaf-ı Şerif alunduğı budur, eger rüyanızda Hazretin mübarek kadem-i şerifine yüz sürmek olmadıysa an zamîmi’l-kalb niyyet ilen, hacc-ı şerif müyesser oldukda ba‘dehû Hazretin ravza-i mutahharasına yüz sürersiz." Padişah bu tabirden ziyade safa edüp bu defa hacca gitmekde inadına musır oldı. Bir gün kendu imamını ba‘de's-salâh davet idup, bu vâkı‘âyı söyler, İmam Efendi dir ki: "Fahru'ş-Şuyüh Üsküdârî Mahmud Efendi -kuddise sırruh- müstecâbü'd-da've dâînüzdür andan istifsar buyurun," dir. Padişah dahî bu vâkı‘âyı tafsil üzre yazup Aziz’e gönderür. Aziz dahî tabir-i hâbda yazar ki: "Padişahım, Kelam-ı İzzet hükmü rabbanidir ve ana imtisal lazımdur. Ve iclâs buyurdukları taht ise cübbe-i vücûttur, bu vâkıa‘ ziyade muhavvef ve hatarnâkdır. Ya‘lemullah bu vâkı‘â-i hâilenin vukû‘ı tîz vakitte olur. Tevbe ve istiğfâr üzre olup, festeînû min ehli'l-kubûr fehvâsınca Hak Taâlâ Hazretinin evliya kullarının merâkıd-i şeriflerinden istimdâd talep buyurun. Mercûdur ki defi beliyyât ola. Padişah dahî Ebî Eyyûb Ensârî (r.a) ziyaretine gidüp, fukaraya tasadduk ve kurban içun sığır ve koyun cem‘ idup, Bostancılar, Edirnekapusı'nda ve Karagümrük'de araba sığırların cebren alub, üç bin akçelik çifte, bin akçe virup götürüb kurban ittiler. Ve muttasıl Üsküdar'a esbâblar taşınup göçmek sadedinde, bu esnada Şeyhülislam, Padişaha fetva gönderup: "Padişahlar Ka‘be'ye gitmek farz değildir, adalet üzre reâyânın ahvâlin görmek evladur," didi. Padişah bu mazmundan gadabnâk olup,
(2b) amel eylemedi. Ba‘dehû meşâyıh-ı kiram ve ulemâ-yı ‘ızâmın ekseri haberler gönderüp men‘ itdiler, mecal olup Padişahı alı komak olmadı, bu hususta Sadrazam dahî ulema tarafında olup çok takayyud eyledi emmâ neylesun başı ve mansıbı korkusundan Hâceye ve Süleyman Ağaya mütâbe‘at eyledi. Biz sözümüze gelelim; kaçan kim cumhûr, Sadrazamın ve Hâcenin evlerin basup, ğâret eyledikleri padişahın semı‘ne müna‘kıs oldı evvel ulemanın kibarın davet eyleyup: "Kulun muradı nedür?" didi. Ulema bilittifak didiler ki: "Saâdetlü Padişahın Ka‘be’ye gitmesini istemeyüp, Dâru’s-Saâde Ağasını ve Hâce Efendiyi nefy-i beled eylesûn, dirler." Padişah buyurdu ki: "Ka‘be’ye gitmekden vaz geldim, ammâ istedükleri âdemleri şehirden sürmek değil, mansıblarından bile ref eylemek olmaz." Ba‘dehû ol gice cumhûr arasında bir söz peyda oldı ki, padişah cümle bağçelerde olan bostancıları ve iç halkın yaraklandurmış ve cepehâneden silahlandurmış ve on adet darb-zen getürmiş. Bir söz dahî bostancıların içinde şâyi‘ oldı ki, cümle donanmacı yeniçeriler kadırgalardan toplar ile derya tarafından Sarayı muhasara ve ihata ideler ve bâki cumhûr bab-ı hümâyûndan yürüyüş ideler. Bu sözden Bostancılara ziyade havf düşüp, hele yarındâsi, mâh-i Recebin sekizinci Pençşenbe güni idi, ale's-seher cumhûr Odalar Meydanı’nda cem‘ olup ba‘dehû Ebü'l-Feth haremine varup her biri âlât-ı harb ve seyf ve sinan ile At Meydanı’na geldiklerinde, emr-i pâdişâhî ile Şeyhülislam ve İftihar u Âli Yasin Nakîbu’l-Eşraf Şerif Efendi iki Kadıasker ve kudvetülmüfessirîn Şeyh Ömer Efendi ve zübdetülvâizîn Şeyh Sivasî Efendi ve Şeyh İbrahim Efendi ve Şeyh Derviş Efendi ve Kadı-zâde Efendi bi’l-külliyye cumhûrun cem‘ıyyetine geldiler: "Gulüvv-i ‘âmdan muradınız nedür"? didiler. Cumhûr dahî bi’l-ittifak: "Altı nefer kimesnenin katlin isterüz," deyu defter virdiler; biri Hâce efendi, biri Dâru’s-Saâde Ağası, biri Sadrazam, biri Kâim-i makâm Ahmed Paşa, biri Defterdar Bâki Paşa; Ahmed Paşayı istedüklerinden murad, Padişah seferde iken İstanbul'da kâim-i makâm idi, oturak ve korucıların ulûfesin eksik virdüginden taşlamışlar idi, ol mahalde Sekbânbaşı Nasuh Ağayı azledup, Kara Hasan Ağa sekbânbaşı olmuş idi, Padişah İstanbul'a geldikte Ahmed Paşa korucılardan şikayet eyledi, Padişah bir uğurdan korucılık men‘olunsun dedikte, Yeniçeri Ağası Ali Ağa: "Padişahım, bir uğurdan olmaz tedriçle idelim" deyu iki bine yakın oturak ve korucının dirlikleri kat‘ olunmuş idi, Biz sözümüze gelelim; kaçan ki cumhûr bu zikrolulanların hakkında defter virdiklerinde, ulema ile Padişaha gönderdiler idi, padişah istedükleri âdemleri virmekte inad idicek, ulema ve meşâyıh cümle didiler ki: "Padişahım cumhûr eyu değildir, ecdâd-ı ‘ızâmın zamanlarında dahî
(3a) ola gelmişdir, istedüklerin iderler, sonra güç olur." Padişah cevap eylediki: "Siz epsem olum anlar başsız askerdir tîz dağılurlar. Tekrar nasihat eylediklerinde gadaba gelup: "Anların tedarükleri görülmüştür, haklarından geldikten sonra, sizin dahî içunüzden haklarından gelecek malumumdur." Ulemâ-yı ‘ızâm padişah-i âl-î makamdan bu sözü işittikde, epsem olub taşra geldiler taşraya dahî çıkmağa komadiler, Padişahı dahî yalnız komayub şöyle durdıler. Bu taraftan cumhûr ulemânın gelüp haber getürmedügin görüp bildiler ki sözleri geçmedi, bilcümle bab-ı hümâyûna doğri yürüdiler, içerude bostancı ve iç halkı müheyyadur, toplar kurulmuşdur, deyu havflerinden. Ayasofya minarelerine âdemler çıkarup cânib-i Saraydan haraket olmaduğın bîlup, derhal tüfenklü yeniçeriyi önlerine ve sipâh ökselerinde yalın yarak, bab-ı hümâyûna geldiler, kapuyı âçuk gördiler kapucilerin bir kaçı didiler ki: "kat‘â ğâfil olman, tedarük üzre gidin." Beşyüz kadar sipâhi ve yeniçeriyi ellerinde âlât-ı cenk ve tüfenk ile kapuda bekçi kodılar, andan odun anbarına girüp, ellerinde âlâtı olmayanlar odun alup, ikinci kapuya girüp, tekbir ve gülbank ile içeru girdiler, üç bölük oldılar, bir bölügi vüzerâ oturduğı kubbe önüne doğri gittiler, ve bir bölügi matbah önünde durdiler, bir bölügi tâ arz odası kapusına girup: "Padişahımızdan altı nefer kimseyi istedük cevap gelmedi, şer' ile davamız ve elumizde fetvây-ı şerife vardur," deyu çok söylediler, asla cevap getürür yok, dahî içeru arz odasının önüne vardılar, birkaç hadimler karşu gelmek istedükte cüret edemediler, kaçan kim cumhûr hareme dahil oldılar, bir sadâ peyda oldi ki: "Şer‘ ile Sultan Mustafa'yı isterüz" cümlenin dahî lisânına bu câri oldı, bazı zülüflü baltacılardan sordular ki, Sultan Mustafa kandedir? asla cevap virmediklerinden içlerinden bir oğlan, cânib-i hareme işaret eyledi, bir kubbe gösterdi, cumhûrun içinden bazıları hezâr zor ve zahmet ile ol kubbenin üzerine çıktılar, zîrâ kapusı iç haremden idi, Sultan Mustafa'nın hizmetinde olan cevârînin bir âvaz-i hazin ile: “Sultan Mustafa bundadır!” didikde derhal matbahdan baltalar ve kazmalar getürup kubbenin üzerinde kurşunları kesüp kubbeyi deldiler. Bu taraftan Sultan Osman bu hali gördükde, can başına sıçrayup: "Tîz Dilaver Paşayı bulun" didi, meger firar etmiş imiş, derhal bostancılar varup Üsküdar'da Şeyh Mahmud Efendi’de bulub bir kayığa koyup getürdiler. Bu taraftan cumhûr kubbeyi delerken birkaç hadim oklar pertab eylediklerinde yetişüp pârelediler, ve kubbeyi tamam deldiler, amma ki aşağı inmek mümkün degil îb bulunmadığından vüzeranm oturdukları divan-hânenin perdelerin iblerin kesüp,
(3b) üç nefer sipâh ve üç nefer yeniçeri kendülerini îb ile bağlayup aşağı indiler ve kudûm-i Sultan Mustafa’ya baş koyup, içlerinden biri zâde-i tab‘ından ol mahalde bunu inşa eyledi:
Cümlenin re’yiyle şahım sözümüz budur bizim
Halis ü muhlis muhibbi bi-riya hep çekerüz
Hak senündür saltanat emrinde sen şâh ol bize
Biz senin mahkûmunuz her emrine ferman-berüz
Kâlümüzden Tûği’ya sorarsa yaran safa
Şah-ı âlem devrine irüşdügümüz söylerüz
"Padişahım asker hep taşrada padişahıma muntazırlardur " diyecek evvel cevabı: "Medet su!" oldı, birkaç yerden su yetişdürdiler içub elhamdülillah didi: "İki gündür bana su virmezler açlık ve susuzluk ile öldürmek isterler, kılıç ile öldürmeğe kadir değiller, emri hak yoktur," didi. Elhak insaf idicek ol gün öyle azîm kubbeyi yıkanlar ve gendülerin îb ile bağlayub aşağı inen şahbâzlara tahsin dimezmisin!? Şehr-i Kostantınıyye feth olalıdan beri ol mahalle kul tayfasından kimse ayak basmış degildir. Ba‘dehû Sultan Mustafa’yı îb ile bağlayup yukarı çeküp, ardınca hizmetinde olan iki cariyeyi çıkardılar ve aşağı indürüp cumhûrun içine götürdiler. Ol zaman idi ki, Sultan Osman gördi ki iş işden geçdi, Dilaver Paşa’yı ki buldurup getürmiş idi, Dâru’s-Saâde Ağası ile Saray hareminden bir kapu açdırup hâdimler taşra eylediler ve: “İşte istedüklerinizi alun” didiler, ve acele ile kızlar hareminin kapusını bağladılar, ol anda cumhûr asla tevakkuf etmeyüp ikisini dahî pârelediler. Ba‘dehû Sultan Mustafa'yı arz odasının kapusı önünde bir miktar oturdup andan Es‘ad Efendinin atına bindirdiler, zindandan çıkmış âdem za‘fdan atta oturmağa mecal yok, yine arz odasına karşu oturdup, bu mahalde Sultan Osman tarafından Şeyhülislam ve Kadıasker ve kibâr-ı ulema ve meşâyıh ve sâdât cumhûrun içine geldiler: "Padişahınız Sultan Osman size selam eyledi, istedükleri âdemleri virdim, bakilerini dahî bulayın, dahî her ne muradları var ise vireyim, Sultan Mustafa'yı kon dursun ve biz dahî bu hususta cümlemiz kefil olalım istedügünüz her ne ise murad üzre alıverelim," didiler. Cumhûr cevab eylediler ki: “Bu söz evvelden gerek idi, biz istedügimizi bulduk." didiler. Bu mahalde Sultan Mustafa orta kuşak kaftan ile oturur ferâce yok, ulemadan ferâce istediler kimse bir ferâce virmedi. Ba‘dehû: "Sultan Mustafa'dan bey‘at eylen" didiler, cevab eylediler ki: "Henüz Sultan Osman tahtında oturur, bey‘at câyiz degildir," Cumhûr, ulema ile bir saat miktar niza eylediler, akıbet Kethüda Mustafa Efendi biat eyleyüb bâki ulema ve meşayıh cümle biat eylediler. Ve şehrin içinde münadi kodular ki, Sultan Mustafa padişah oldi. Bu ğavğa içinde zümre-i ulemadan Kâf-zâde Fâyizî Efendiye kuvveti vâhime ğâlip olup,
(4a) füceten fevt oldi. Ba‘dehû cumhûr didiler ki: "Padişahım sen bunda oturma Sultan Osman sana hata ider seni Eski Saray’a iletelim." Sultan Mustafa'nın atta oturmağa iktidarı yok, taşra, hastalar arabasına bindürüp, iki cariye ve validesi ve Derviş nam yanlarınca bir ğulam arabaya her cânibden ipler takup, cumhûr birbirine el ele ulaşdırup, çekerek Eski Saray’a götürdüler. “Hüdânın emridir bu cümle işler, arada yoktur asla sun‘ u tedbîr.” Andan cumhûrun bir bölügi varup, İstanbul ve Galata zindanların açup içinde olanları halâs eylediler, bir bölügi cumhûr ile Bâki Paşanın evini ğârete gittiler, bir bölük dahî İstanbul kadısı ki Hâce Ömer Efendinin oğlu idi, ânın evini yağmaya gittiler. Bu esnada bir haber şayi oldu ki, Sultan Osman yeniçeri ağalığın Kapucıbaşı Kara Ali Ağaya virdi deyu, mezbûr Kara Ali Ağa dahî Sultan Osman'dan el öpüp evine gelüp, ağalığa layık libaslar giyip kolağaları el öpmeğe gelürler esnasında, otuz kîse akçe yeniçeriye koyun akçesi ve ikiyüz hila‘t ocak ağaları içun müheyya idüp dururken, cümle cumhûr gelüp evin basup külli memalik, eger ğırbâl ve eger elek hasârât olup, bin bela ile gendüsı firar idüp, hammam üzerinden aşağı düşüp can halas ider. Ba‘dehû bir haber şayi‘ oldaki, bu gice Sultan Osman, bostancılar ve iç halkı ile Eski Saraya gelüp. Sultan Mustafa'yı katl ider, deyu haber şayi‘ oldukda, cumhûrun ba‘zısı didiler ki: "Varalum bu gice Eski Saray’da Sultan Mustafa'yı bekleyelim." Bir bölügi: "Yok Sultan Mehmed Camiine iletelim, anda bekleylim," didikte, âkıbet Ferudun Efendi söziyle Ortacamia‘ iletmegi rey görüp arabayı müheyya idüp, Padişahı ve validesin ve iki cariyeyi bindürüp araba yanınca saray ağası ve Derviş nam silahtar ğulâm piyade akşam vaktinde Ortacamia‘ girüp ve el kaldırup dua edüp dedi ki: "Ey padişahlar padişahı, ricam budur ki, bana zulm iden Sultan Osman'ı dahî bu mescidde görem." Biz sözümüze gelelim; bu esnada Sultan Mustafa yeniçeri ağalığın yine evvelki ağaya virüp hatt-ı hümâyûn gönderdi, Ortacamia‘ gel deyu davet eyledi, gelmedi: "Ne Sultan Osman'a ne Sultan Mustafa'ya varmam, vüzera anda değil ben yalnız anda neylerem", deyu gelmedi, "padişahlık kimde karar iderse ba‘dehû ona varalum", didi. Âkıbet odabaşılardan bir kaçı Kapuya varup: "Eger bizi isteyüp dilersen elbette gelürsün," didiklerinde. Ağa dahî durub Ortacamia‘ geldi. Sultan Mustafa'ya buluşdi, el öpüp hila‘t giyüp, ba‘dehû taşra geldi. Kul tayfasına padişahınız mübarek olsun deyup henüz yatsı vakti geçmiş idi Kapuya geldikde Sultan Osman’i Kapuda buldı, Sadrazam Hüseyin Paşa ve Bostancıbaşı Beber Mehmed Ağa ile idiler. Biz evvelki sözümüze geldik. Bundan evvel kaçan ki, Sultan Osman, Sultan Mustafa’yı Eski Saraydan
(4b) Ortacamia‘ götürdüklerin bildi, can başına sıçradı, neylesun:
Hakîm-i Mutlakın olmazsa ger bir işde takdîri
Müfîd olmaz, hezâr erbab-u aklın rey ü tedbîri
Derhal Hüseyin Paşayı davet eyleyup, mihr u vezâreti ana teslim eyledi, ve: "Kendü kendümüze inadımız ile ne aceb iş eyledik, şimdi tedârük nedir ne dirsiz?" diyecek Hüseyin Paşa ve Bebr Mehmed Ağa didiler ki: "Çünkü Sultan Mustafa, Odalara vardı, biz dahî Ağakapusına varalum." Sultan Osman: "Yok, bu söz değildir eger yalnız yeniçeri olaydı, sözümüz ve sözünüz anlara geçerdi. Ulema ve sipâhi ve eşkıya biledir hala ikiyüz kîse flori bağludur birkaç yüz tevabiı‘miz ile kayıklar müheyya edüp Anadolı’ya geçelim, ba‘dehû tahtıgâh-ı kadîm Bursa'ya varalum, kul yazalum yığınak idelüm, görelim ne zuhur ider,” didi. Hüseyin Paşa ile Bebr Mehmed Ağa: “Padişahım bu makul değildir, Kapuya varmamız yeğdir,” deyup, on beş kîse flori alup yatsu nemâzından sonra Kapuya geldiler idi, ol mahal idi ki yeniçeri ağası dahî Ortacami‘den Kapuya gelüb. Sultan Osman'ı anda bulub müşavereye oturdılar, âkıbet cevabı bunun üzerine koydular ki ale’s-seher Yeniçeriağası Odalara varup odabaşları davet idüp, ellişer flori in’âm ve çukaları mor virile ve sipâhiye dahî onar akçe tarakki ve in’âm ola, Sultan Mustafa'yı tekrar Saraya götürsünler. Bu müşavere üzre yeniçeri ağası seherden Odalara gelüp, mukaddemâ kendüsi şurbacıları olduği odaların odabaşılarını davet eyleyüp, in’âm ve ihsan ahvalin bildürdükde, kalan odabaşılar dahî gelsun bu cevabı sizden istesünler deyu haber idüp, Eski ve Yeni Odaların odabaşıları hep gelüb bu cevabı işitdüklerinde: "Makul buyurdunuz biz neferâta söylesek belki itimâd eylemeyeler, kendünüz Ortacamia‘ gelüp, bu cevabı söylen umumen sipâhi ve yeniçeri işütsünler, ümitdir ki hayr ola, didiler. Ağa dahî, nola, deyub Ortacamia‘ vardi. Camia‘ girup Sultan Mustafa'ya buluşup, ba‘dehû taşra geldi Cuma kapusının önünde, nerdiban başında durup: "Ağalar ve yoldaşlar padişahınız mübarek ola, ammâ Sultan Osman dahî ocağımıza düşdi, Kapuya geldi, size sığındı, ellişer flori in‘âm ve çukalarınız mor skarlât ve sipâhi ağalara dahî in‘âm..." demeğe mecal olmadi, bir sipâhi, ağayı eteğinden çeküp nerdibandan aşağı düşürüp, yarağ üşûrüb pârelediler, ol mazlûm-i, bi-günahı, şehid eylediler. Ol mahalde cumhûrdan bir bölük, ağay-ı maktûlün ayağına ib takup Aksaray çarşusına bırakdılar ve bir bölük dahî merhûmun evini yağmaya gitdiler. Ol mahalde ocak ağaları perişan olup dağıldılar, bir cumhûr dahî gümrük emini Murad Çavşun evini târâca gitdiler, bir bölük dahî Hâcı Subaşının evine gittiler, bir alay,
(5a) eşkıya dahî. Ağakapusına, Sultan Osman içun gitdiler, çendan ki istediler bulamadılar, meger tâ içerûde hatunlar yanında imiş. Hüseyin Paşa firar eyledi ardınca yetişdiler ayağından sekirleyup Sekâ kerhânesinin önünde pârelediler ve Bebr Bostancıbaşıyı âzâd eylediler. Avretler yanında, Sultan Osman’ı bulub çıkarub, bir bârgîre bindirdiler, başında arakıyye bile yok, kâkül perişan, ol merhûm ve mazlûmun gözü yaşı ferâvân ol mahalde Pinâzoğlu namında bir sipâhi esirgeyüp kendünün dülbendini padişaha giydirdi. Eger sual olunursa ki, Bebri âzâd edüp Sadrazamı katle sebep nedür? Cevap budur ki, Sultan Osman, Hotin seferinde iken Hüseyin Paşa sadrazam idi. Cenk günlerinde mahalsiz yürüyüş teklif eyledikde asker halkı: "A Sultanım yürüyüş mahalli değildir kulu kırdırursız.," dediklerinde, "padişaha kulmu eksik olur, eşek yerine at bağlaruz," dir idi. Kul bu sebepden müteellim idiler. Bir sebep dahî bu ki, sefere giderken her sabah alem-i Resulillahın (s.a.v) yanında sure-i feth tilavet olunurken, birkaç çeşteciler asla Kelam-ı İzzete riayet eylemeyüp, Hüseyin Paşanın medh ve senasında ifrad iderler idi, huffazdan biri: "Benim sultanım Kelam-ı Şerif kıraat olunurken tahfifi Ku'ran eylemek!" didiklerinde, (Hüseyin Paşa):"Askerlik halidir bazı yerlerde tilâvet ve bazı yerde şekâvet olur," dir idi ve Bebrin halasına sebeb, kaçan ki Sultan Osman meyhâneleri basup, sipâhi ve yeniçeriden ahz eyledügini bağçe önünde muradları üzre döküb, ba‘dehû, katl eyle, deyu bostancıbaşıya ısmarladıkda, bostancıbaşı azad idüp, nice yüz âdemin halasına sebeb olub, padişaha, katleyledim, deyu cevap virir idi, iyilik zâyi olmaz, meşhurdur. Biz sözümüze gelelim; kaçan ki Sultan Osman'ı Ağa Kapusında bir bârgîre bindürüp envâ-i teşhir ve teşni‘ ile yola çıkardılar, esnâ-i rahda ona söyledikleri herze ve hezeyân ve şetûm ğalîz tîzkâr olunsa mûrisi ğam olur, ancak bu kadar var ki: "Canım Osman Çelebi meyhâne basup sipâh ve yeniçeriyi taş gemisine komak olur mi? ve Altuncuoğlu namında bir mübtezel-i hîn-i şakî, padişahın ayakların sıkup bazı şetûm eyledikde, merhûm mazlûm ağlayup: "Be hey edepsiz padişahınız degilmiyem, tâzelik başınızdan geçmedi mi?" dir idi. Bazılar dahî: "Ecdâd-ı ‘ızamın sekbân ile mi vilayetleri fetheylediler. Vilayet-i Anadolı'da sekbân eşkıyasının tuğyanından vilayet elden gidüp, pederin Sultan Ahmed'in hutbe ve sikkesine şerik olan Kalenderoğli ve Canpolad ve bunlara benzer zorbalar, sekbân cemiyeti ile haraba virdiler idi," didiler. Sultan Osman dahî: "Hey âdemler! neyleyem bana Hâce ile Dâru’sSaâde Ağasından oldı, Hüseyin Paşanın günahı yoğidi,” didi. Hele bu hal ile Ortacamia‘ getürdiler, bir bucakda kodiler, üzerine Ondört Cemaatinden Haseki Mîhâlüçlü Mehmed Ağayı müvekkil kodiler, ol mahlde ağalık Sultan Mustafa'nın hizmetinde olan Derviş Ağaya
(5b) virdiler Kethüda Begin atına bindürüp, başında iç oğlanı arakıyyesi ile Kapuya ilettiler ve sadrazamlık Davud Paşaya virdildi , bu cânibde cümle halâyık: "Padişahımız çıksın görelim," didiler. Sultan Mustafa camiden çıkup nerdiban başına gelüp halka selam virdi, gülbang-ı Muhammedi getirdiler, Sultan Osman gülbangı işidüp Mehmed Ağaya: "Sen ocakta ne idin?" didi. "Haseki kulunum," didi. "Ya yeniçeri kethüdalığın kim virdi?" "Sultan Mustafa virdi," dedi. "Ya anın hükmi nafiz midir? Aç pencereyi kullarıma söyleyeyin," deyüp, pencerei açtılar, Sultan Osman başın taşra çıkarup: "Benim ağalarım ve sipâh ve yeniçeri babalarım münafık sözü ile tâzelik belası ile bir küstahlık eyledim, beni böyle eylemekten nolaydı şimdi gelürken tüfenk ile uraydunuz ya beni istemezmüsüz!?" deyu yalvardı. Bir uğurdan didiler ki: "Seni istemezüz, öldürdüklerine dahî rızamız yoktur." Sultan Osman dahî bu cevapdan mâyus olup pencereyi kapayup: "Bari beni Sultan Mustafa olduğu yerde hapsedin öldürmen," didi. Cebecibaşı didikleri haramzâde heman kemend atdi, boğmak istedükde Mehmed Ağa ve Yeniçeri Kethüdası Ali Ağa ve Başçavuş Ahmed Ağa yetişüp cebecibaşıya yumruk üşürüb taşra eylediler. Velhasıl Sultan Mustafa'yı yine arabaya bindirüp validesi ve iki cariye bile binüp arabaya resenler bağlanup kul tayfası el ele alup çekerek Saray-ı Hümâyûna ilettiler ve tahta cülus etdürdiler. Hicretin bin otuzbir senesinde ve tarih-i İskenderinin. bin dokuzyüz otuzüç yılında ve Osmancık zuhurunun üçyüz kırk iki senesinde ve kırân- ı nahseyn-i seretânînin evvel yılında hutbe Sultan Mustafa namına okundi, Receb ayının dokuzuncu gün, Cuma güni, sala vakti idi ki bu kıssa vaki’ oldi, ol gün Ortacami‘de nemâz kılmmayup, çünki Sultan Mustafa'yı cülus etdirdiler. Ba‘dehû Sadrazam Davud Paşa ve bâki vüzera ve Yeniçeri Ağası Derviş Ağa ve ocak ağaları ve bölük ağaları, Ortacamia‘ gelüp Sultan Osman'ı bir bâzâr arabasına bindürüp ikindüden sora Yedikulle'ye iledüp habs eylediler. Muhassılu'l-kelam ol günde olan havadis bir günde dahî olmamışdur ve Sultan Osman’a olan zulümden ağlamayan taş bağirluya ne dirsin! Saltanat-ı Osmaniyede bir padişah bu veçhile tahtından hal‘ olmuş değildir, gerçi ki Sultan Bâyezîd-i Veli zemamnda altun ve akçe ve sikke bozulup ve Şâh-ı Acem zuhur idüp tâ Sivas’a gelince akın eylemişidi, oğlu Sultan Selim Hân Ğâzi -ki fâtih-i Memâliki Arap ve Acemdir- ğayret-i şehinşâhî ile gelüp kul ile yekdil olup, babası Sultan Bâyezid'i tahtından hal' eylediler, amma bu cefa olmadı idi. Velhasıl ol gice yatsu vaktinde Sadrazam kendüsi ve kethudası ve cebecibaşı varup Sultan Osman'ı, (6a) katle mübaşeret eyleyüp kemend attıklarında, gürbüz dilaver olmağın, delirâne hareket edicek Kilindir Uğrusi nam sipâhi merhûmun hayaların sıkup ol mahalde can teslim eyledi. el-Hak bu üç gün içinde zuhur iden hâdise-i acîbe ne idi ki, bir padişah-ı azîmu'ş-şâni, kulları istemeyüp yüz döndürüp saltanattan hal‘ eylemekle komayup katledeler. Ve Hak Subhânehû ve Taâlâ Hazretlerinin emri şerifi üzre müddeti medîde habs çeken bir mazlûm-i bi-günah hatırda ve fikirde yoğıken tahta geçup, rubı‘ meskûne padişah ola, -fe subhânallah el-muizzü'1-müzil subhâneke lâ ilme lenâ ilâ allemtenâ inneke ente'l-azizu'lhakîm-, ziyade dîde-i basîret açup ibret alacak yerdir. Merhûm Sultan Osman Hân'ın müddeti hilafetleri dört yıl dört ay yedi gün oldi. Bu hususda erbab-ı zâhir deseler ki, bu işler kul tarafından olmamak gerek idi. Cevab olunur ki: "Sipâh ve yeniçeri ve sair kul rencide hatır idiler, zîrâ kul tayfasının hataları vâki‘ oldukda, mesela meyhanede bulunsalar ahz olunanlara dört beş yüz degneg urulup ve taş gemisine konulup, dirliklerin kat iderlerdi, kânun-i kadîm üzre tedip içün Ağaları Kapusına göndermezlerdi Ve zümre-i ulemanın rencide olmaları Hâice Efendi bir vaiz âdem iken hâce olmağla şeyhülislamın üzerine tasaddur itdirülüp, ulema hususunda bilcümle hal ve akd ona sipâriş olunmuş idi, Ve bir sebep dahî Hekimbaşı Musa Efendi'yi bir uğurdan Anadolı kadıaskeri eylediklerinde ulema rencide hatır idiler, Bunları koyalım takdire gelelim; kaçan ki Sultan Osman Hotin seferine azimet itdikde gendüsünden üç ay küçük karındaşı Şehzade Mehmed Hân'ı boğmakdan murad ben seferde iken yahtemildir ki dimağında saltanat sevdası ola deyu ol bî-günah nazlûmi boğarken âhir nefesi bu oldu ki: "Ben ömrümden nice nâ-murad oldum ise, Hak Taâlâ Hazretlerinden ricam budur ki sen dahî tahtından ve ömründen nâ-murad ve mahrûm olasın." dimiş idi. Kaza ve kader idi geldi:
Hak, kulundan intikamı, yine abdiyle alur.
Bilmeyen ilm-i ledünni, ânı abd itdi sanur.
Hele bu hususda söz çoktur:
Bir Şâh-ı Alîşân iken, Şâh-ı cihâna kıydılar.
Geyretlü genç aslan iken, Şâh-ı cihâna kıydılar.
Gâzi bahadır hân idi, Âlî nesep sultân idi
Nâmiyle Osman Hân idi, Şâh-ı cihâna kıydılar.
Niyet edüb hac itmege, komadı kullar gitmege
Kulluk gerek işitmege, Şah-ı cihâna kıydılar.
Hükm itmeğe kâdir iken, Hak emrine nâzır iken
Hac itmege hâzır iken, Şâh-ı cihâna kıydılar.
Eşrât-ı saatdir bu dem, rûz-i kıyametdir bu dem
Kula nedamettir bu dem, Şâh-ı cihâna kıydılar.
Tûğî ciğerler doldı hun, derdim bir iken oldi on
Kan ağladı ehl-i fünûn, Şâh-ı cihâna kıydılar.
Bu dahî malumun olsun ki, yeniçeri yoldaşlar diseler ki: âlem ayağa kalkdi,
(6b) ğuluvv-i ‘âm oldi, yalnız biz degilüz nice idelim, yani bu ğavğayı biz nice def idebilürdik. Cevap iderûz ki: Bezzâz-istandan ve Sarrâchaneden siyaset geçmek memnudur eger nâgâh geçse ol çârsu halki azad itdürürlermiş, bir padişah-ı mazlûm günahını itiraf ide, yeniçeri tayfası kadîmi nimetin yiyegelmiş kulları ola katline rıza göstereler! Eger katl ideceklerin bilmedik dirlerse, Cevab ideriz ki: Yedikulle'ye konmak mahal ve mûcibi katl idügi malum idi, ale'l-husus ol merhûm-i mazlûm ocağınıza geldi. Beni Sultan Mustafa habs olduği odaya habs idin padişahınız mübarek olsun diye, kula lazım idi ki Yedikulle'ye koduğunuza rızamız yoktur Sarayda habs idin, katl olunursa Sarayda olaydı, cevaplarında aciz olup takdire havale olur mi? Biz sözümüze gelelim; kaçan ki Sultan Osman gice ile Ağakapusına geldi, Hüseyin Paşa ve Bostancıbaşı Bebr Mehmed Ağa ile on kîse flori getürdiler idi ki kul tayfasına bir hal ideler, cumhûr gelüb Sultan Osman'ı tuttuklarında padişah bunda hazîne getürmiş dinülüb cumhûrun ağızların tutmak içim ma‘hûd kîsenin birini alay içine ativerdiler, flori benâtunnakş gibi perişan olup yağma eylediler bâki kîseleri nâzikâne hazm idüp, açmaz koyan yârâna ve ağavâta aşk olsun. Hatırda değil iken bir suitan-ı azîmu'ş-şâna nikbet nâm ve nişanı yok iken habsde yatana saltanat, hiç alakası olmayan aağvâta devlet ki, dokuz kîse floriye dest ki, o da devlet dünya ikbal idicek, elhak böyle ider hikmet-i Bârî, delâlet-i tâli, ancak,
Gelmelü olsa kişiye devlet Yedilür bir kıl ile bî-zahmet
Gitmelü olsa eylemek tedbîr Tutamaz anı nice bin zencir
Bu dahî malumun ola ki; bundan evvel Sultan Ahmed Hân, merhûm olup saltanat tahtına bu Sultan Mustafa'yı cülus eyledikde üç ay dört gün padişah olup ba‘dehû kul seni istemez deyu saltanattan hal eylediklerinde. Sultan Mustafa dir ki: Bir gün ola ki seni istemezüz diyenler beni arayup bulalar padişah ideler. Bu nutk-u şerifleri dört buçuk yıldan sonra zuhur eyledi, zîrâ ol zamanda kul istemez dedikleri yalan idi. Kula bühtan eylediler, içeru halki, tavâşi ve sâyir ulema ile bir sanat idüp hal' etmişler idi, âkıbet kul tayfası dahî kendülerin ol töhmetten kurtarmak için isteyüp buldular padişah eylediler, Merhum Sultan Osman’ın hakkında zikr eyledügümüz ihanet, ve bais-i tecdid-i saltanat ulemadan idi, kula bühtan eylediler. Biz sözümüze gelelim; ol zeman ki Merhûm Sultan Osman taht-ı saltanata oturdi bin yirmi yedi senesi idi hikmeti Bârî (celle şânuhû) fi yevmi nahsin müstemir vâki oldi, ol yıl şehr-i İstanbulda ihrak çok
(7a) vâki oldi; ol yıl Bezzaz-istân ve cümle çarsu ihrak olup bin yirmi sekiz tarihinde üç gün ve dört gice kesret bârân öyle oldı ki silden çok mahalle harâp oldu, hatta Aksaray kurbunda Koğacı Dede mahallesi su içinde kalup, Kasımpaşa’ da dahî çok evler harap oldı ki görülmüş degil idi, ve ol kışın yazında emr-i Hakla bir tâûni ekber oldı ki tafsili lazım degil görenler bilürler, ve bin otuz senesinde Mecmau‘l-Bahreyn ki Üsküdar ve Beşiktaş arası donup kara gibi oldı âdemler gezüp Üsküdar'dan İstanbul'a yürüyerek gelirler idi.
Üsküdari Hâşimi Efendi didikleri tarihidir:
İstanbul Üsküdar ortası dondı, kış katı oldı
Geçer her cânibe âdem yürür havf itmeyüp buzda
Deniz âyine oldı, var ona ibret gözüyle bak
Silüp ol enânît ğubarîn var ise gözde
Yüri sözi ked az eyle, tazarru eyle mevlaya
Umarız kim burudet def ola, tesir olup sözde
Dedim ey Hâşimî tarihin anın lafzen ve manen
Yol oldi Üsküdar’a Akdeniz dondı bin otuzda
Ve ol yıl azîm kaht u ğalâ vâkı‘ oldı, zîrâ malumunuzdur ki zâd u zehâyir deryadan gelür ve derya kara olıcak sefineye ubur olur mı? Ve bu dahî malumun olsun ki, eger Sultan Ahmed ve eger Sultan Osman, defâtle Sultan Mustafa’yı katl eylemek için takayyud eylediler mecâl olmadı, zîrâ Hak Taâlâ Hazretinin emr-i şerîfi yoğ idi. Mâh-i mezbûrun yani Receb ayının onuncı güni, Es‘ad Efendi azl olup yerine Yahya Efendi şeyhülislam olup ve Kethüda Mustafa Efendi Rum ili kadıaskeri ve Bostanzade Mehmed Efendi Anadolı'ya oldı, ve Çeşmi Efendi dahî İstanbul'a oldı, Ömer Ağa sekbânbaşı olup, bölük ağaları cümlesi azl oldı. Ba‘dehû atıyye çıkdı sipâh ve yeniçeriye tevzi olundı, bunun üzerine bir ay mürur eyledi. iç oğlanlari bir gice ittifak idüp Kapuağasın pârelediler, yarındâsi kul ayağa kalkup murad ne idi dediklerinde, iç oğlanları cevab idup, birkaç küçük şehzadeler vardır anları katl eylemek istedi anınçün eyledik, didiler. Emmâ kavli esah budur ki maktûl olan ağa acemi idi yirmi yıl dahî Sarayı beklese kapuağalığı yolu gelmezdi, bir uğurdan kapuağası olmak ile, nevân mağrur olup evzâ-i nâ-hemvâra başladı sâyir ağalar hazm idemediler. Ve bu eyyamda Davud Paşa yirmi altı gün vezirazam olup bir kere divani padişahiye varup oturmadı, ahirü'l-emr kul azledüb yerine,
(7b) kendü taraflarından Mere Hüseyin Paşa sadrazam oldı. Ba'‘dehû Cuma gün Sultan Mustafa, Ahmediyye Camine nemâza çıkdı, ecdâd-ı ‘ızamı yâdigarlarından Ebu'l-feth Sultan Mehmed urundığı rıhletleri urunıp hayır duaya mazhar oldı. Dahî, Hüseyin Paşa sadrazam oldukda sipâh tayfasını kendü koluna alup Devlet-i Osmaniyede ne denlü manâsıb-ı âliye ve tevliyet var ise sipâhiye verdi, otuz beş gün mührü zabt eyledi, yine kendü çırağları, sipâh, şikayet edüp azl eylediler. Ba‘dehû, Mısır’dan mâzul Lefkelü Mustafa Paşa sadrazam oldı. Yirmi yedi gün mühri zabt edüp anı dahî kul istemeyüp, Gürci Mehmed Paşa, sadrazam oldi. Ve andan akdem Mâh-i Recebin yirmi üçünci güni Şâh-ı Acemden Ağa Rıza nam ilci geldi, elhak bir tarihde böyle hedâyâ, Devlet-i Osmaniyeye gelmiş degil idi. Ba‘dehû yeniçeri ağası olan Derviş Ağa bir divâne meşreb âdem idi, birgün ocak ağalarına der ki: "Taşradan beytü’lmâl gelmez oldı, ben gendü âdemlerim göndermek isterem" ocak ağaları dediler ki: "Kanun değildir, ocak tarafından mumcılar ve çavuşlar gide gelmişlerdir" Ağa dahî ol mahalde: "Lanet ocağınıza ve size," dedikde, Padişaha haber gönderilüp azl olundı, yerine Rikabdâr Kara Mustafa, ağa oldı. Ol mahalde bu ebyât söylendi:
Ey gelüp az günde çok devlet bulan
Pir ocağından yiyüp nân u nemek
Pirine, ocağına, huddâmına
Münkir olmayup begim hürmet gerek
Hoş dimiş pendinde, Şeyh Rûşenî
Uyuz olur inine üren köpek
Bu hal üzre bir zaman mürur eyledi. Bin otuz Rebîu’l-evvelinin evvel güni, sipâh ve yeniçeri divanda cem olup didiler ki: "Bundan evvel Sultan Osman'ı Yedikulle'ye komakdan murad habs idi, katl eylemek murad olunsa, habse konmadın katl olurdı, şimdi vilayetlerimizde urimez olduk, siz padişahınızı katl eyledüniz deyu bize tan ve teşni‘ ideyorlar, elbette katle kim sebeb oldi padişahımızdan sual iderüz," deyu rikâb-ı hümâyûna ref‘u rık‘a eylediklerinde, cevap buyruldı ki: "Hak Taâlâ Hazretinin nâm-ı pâkî hakkıçün katle rıza virmedim, bâis-i katl olan her kim ise hakkından gelünsün," deyu ferman-ı pâdişâhî sadır oldukda, çünki evvel kemend atan cebecibaşı idi, götürürp divanda boynun urdılar. Ve dahî Kilindir Uğrısi nâm şakî ki merhûmun hayaların sıkmış idi, Davud Paşa tevâbı‘ndan idi, anı dahî bulup katl eylediler. Ol mahalde Davud Paşa firar eyledi, birkaç günden sonra gendü ağavâtından biri maşatlık içun gelüp kande idügin haber virdi, Bostancıbaşı varup bir köyde samanlık içinde,
(8a) bulup tutup getürdi, kapucılar odasında habs olunup ertesi divan-ı hümûyûnda boyni urulmak ferman olundi, ol gice hatuni, Sultan Hazretleri ki Padişah ile li-ümmin karındaş idi, halâsı içun Padişahtan temenna eyledikde sözi geçmedi, padişah tarafından mâyûs oldukda buni makul gördiler ki bezl-i mâl idüp yeniçeri ocağını düşüneler, eyle olsa Eski Odalarda, kırk üçünci ağa bölüğünde Bokci Murad ve Çukurci Koroğli ve Aşci Hasan ve Kayıkci Mustafa ve Çalık Mehmed ve Altuncioğli Musli, bunlara benzer yüz miktar yeniçeri ve sipâhiden Cerrahzade Mehmed Çelebi ve Feridun Efendi,bunlara benzer Davud Paşa tevabı‘ndan nice âdemler tedârük olunup, ol gice cellâda ziyade filori virilüp, sanatında bir miktar tevakkuf eyle deyu ısmarladılar .Tamam bu tedârük görilüp yarındâsıgün divan-ı hümâyûnda ol denlü âdem cem oldı ki yevmi haşirden nişan idi, ol gice zikrolunan cumhûrun nakd-i ihsan almışlari divan halkının önlerinde durup, aya rüzgâr ne yüzden hareket ider derken, Davud Paşa’yı kapucılar odasından çıkarup çeşme önüne meydan-ı siyasete çöktirdiler, cellâd dahi ileru gelup, evvela başından hezâr nâz u istiğnâ ile dülbendin çıkarup, kah kolların sığayup, kah kılıcın çıkarup omuzunda peştemâline silup oyalandı, bu mahalde Sadrazam Gürci Mehmed Paşa, Muhzır Ağayı gönderup, tîz emr-i pâdişâhî yerine gelsün, boyni urulsun, didikde, Muhzır Ağa geldi, cellâdı bulamadi, geldikde kande idün dedikde ol bir kılcı getürmege gittim idi didi, tîz imdi maslahat gör, didi. Cellâd emir padişahın deyup, kılıcıni üryan idup Davud Paşa’nın başı üzerinde tur itdürüp indirmek sadedinde iken ma‘hûd olan ihsan-dîdeler, sakın urma deyu çağırup, bâki cumhûr elbette ur deyu çağırup kul ortasında münâzeâ-i kesîre olıcak, ihsan-dîdeler bu ğavğa ortasında Davud Paşa’yı meydan-ı siyasetten kapdılar taşrada bir çavuşun atın bulup bindürüp, tevâbiât yanınca Ortacamia‘ götürdiler, ve Sarayına âdem gönderup müjdegâne idüp başına dülbend ve libas-ı cedid istediler, ve tevâbiât gendüleri mabeyninde sadrazamlık virüp minberin ikinci payesinde orurtdılar, ol dahî kimine şurbacılık ve kimine sancak virüp Bokci Murad’a muhdırlık ve sâyire dahi manâsıb taksimine başladi. Bu yana bölük ağaları tarafından bir çavuş gönderilüp, paşayı kande iletdiler, var haber getür deyu çavuş dahî sual iderek Ortacamia‘ girdikde, paşanın nâ-mübarek başında mücevveze yok idi, miskin çavuşun başından mücevvezesin alup paşanın kelle-i bi-devletine giydirdiler, bir zemandan sonra mükellef esbab yetişdirdiler. Bu tarafdan
(8b) meydan-ı siyasetten başının kapılduğın Padişah hazretleri işidüb ğadaba geldi, heman hatt-ı şerif gönderdi ki yeniçeri ağası bi’lkülliyye ocak halkı ile varup Davud Paşa’yı Ortacami‘den kaldırub Yedikulle'ye ilete. Ber mûcib-i emr-i âli ocak halkı kalkup Ortacami‘den Davud Paşa'yı arabaya bindürüb Yedikulle'de habs eylediler. Hikmet-i Bâri Sultan Osman'ı ileten arabacı imiş, Rebîu'l-evvel in ikinci gicesi kapucılar kethüdası olan Rahîkı Damadı Ahmed Ağa varup Sultan Osman boğulduği odada boğdiler, meyyitin arabaya koyup sarayına götürüp techîz ve tekfîn idüp Ali Paşa-yı Atik hareminde defn eylediler. Bunun üzerine iki ay mürur eyledi sadrazamlıktan ma‘zûl Mere Hüseyin Paşa mühri almak arzusıyla sipâh tayfasını koluna alup hafıyyeten birkaç kîse flori gönderüp ve ocak ağalarından Ondört Bölükde, Tophanelü Ahmed Çelebi'nin evine her gice odabaşıları çağırdup her odaya yirmi beşer bin akçe ve odabaşıların her birine beşer bin akçe ve zorbabaşılara ikişer yüz flori ve bazına dahî ziyade ve ocak ağalarından bazına flori ve dört kişiye beşer bin altun ve iki büyük ağaya âdî dinilmez onar bin altun tevzi‘ olunup, hemen her gün divanda şurba yimeyüp, nedir aslı denüldükde, Gürcü Mehmed Paşa’yı istemezüz, dinildi, nola olsun Padişah cevap verdikde, imdi biz Mere'yi isteriz heman şimdi Divana gelmek gerek gelmeyince olmaz elbette gelür dediler ve Gürcü Mehmed Paşa’dan mühri alup Kapucilar Kethüdası Hüseyin Paşa’ya iletüp Divana getürdi. Ba‘dehû yeniçeri şurba yediler. Gürci Mehmed Paşa sedirden kalkup abdesthaneye girup oturup ba‘dehû atı dahî yetişmeden bir çavuşun atına binip gitti. Rûzgâr setîzekâr aya dahî ne zuhur etdürür deyu erbâb-ı basîret dîde-i ibret ile nâzır ve nekrân iken bir gün ulema-yı kibâr ittifak ile Sultan Mehmed Camii içinde cem‘ olup ve meşâyıhı götürüb Sultan Mustafa içun: "Aklında hiffet vardur, imameti cayiz değildir, tasarrufa kudreti yoktur, saltanattan hal' olunsun ve sadrazamı dahi istemezüz, tahfif-i ulema itmiştir, defâtle küfrüne fetva vardur ve gün yoktur ki Sultan Mustafa'nın validesine haber gönderup kul tayfası oğlunu istemez tedârük gör deyu kîse kîse flori çıkardup kula virüp ve kendü sarf idüp hazînei harap eyledi ve beytü’l-mâl tamam oldi." deyub, Müfti Yahya Efendiye ve Kadıaskerlere âdem gönderup davet eyleyup getürtdiler, mezkur cevapları anlara söyledikde: "Gerçekdir mesele bunun üzerinedir ammâ iki dava bir uğurdan görülmez evvel varalum,
(9a) Padişahdan Sadrazamın azlin isteyelüm ba‘dehû bâki ahval görile." Bu bahane ile cem‘ıyyetden çıkup her biri bağçelerine gitti. Cami içinde cumhûr ulema bekliyerek, Müfti Efendi Sadrazamın azli haberin getüre, Bu cânibden cümle vüzera ve bölük ağaları Ağakapusına cem‘ olup, ocak ağalarından birkaç ağa ve spâhilerden dahî cumhûr ulemanın cem‘ıyetine varup, keennehû cem‘ıyyeti tağıdın diyelim sandılar, üzerlerine ğulüv idüp “ Cümleniz kafîrsüz Mere'ye muavenet itdigünüz içun, biz divana gideriz,” deyu ulemaya tâbi sipâh ve yeniçeri dahi var idi, Aşık Paşa türbesinden sancak getürüb Sultan Mehmed haremine diküb Bıçakcıoğlu bile idi, gah Ağakapusında olanlar gelüb Sultan Mehmed hareminde olan cem‘ıyyetin üzerine gelmek isterler ve gah Ağakapusında olanlara varmak olmaz emmâ biz divana gideriz deyu ulemanın ekseri gitmek isterler, bu mahalde âdem gönderüp, Müfti ve Kadıaskerleri ve Sivasî Efendiyi, Ağakapusına davet eyleyüp getürdiler, Padişah tarafından bir hatt-ı hümâyûn dahi geldi ki elbette varup Sultan Mehmed hareminde olan cem‘ıyyeti dağıdasuz deyu, Şeyhülislam bir dahî âdem gönderilsün didi, makul gördükleri üzre Şerif Efendi Nakîbü’l-Eşraf ve meşâyıhdan Sivasi Efendi’yi gönderdiler. Cevap virdiler ki: "Sadrazamı isterüz vücûh-i kesire ile katli helaldir," didiler. Gelüb bu cevabi getürdiler, tekrar Bostancıbaşı ile bir hatt-ı hümâyûn dahi geldi ki, işte bostancılar dahi varsun bu saatte bi’l-külliyye cem‘ıyyetlerin dağıdasuz deyu, ikindü ezanı idi nemazı Kapuda kıldılar Sadrazam ve cümle vüzera ve Şeyhülislam ve Kadıaskerler ve Yeniçeriağası ve bölük ağaları ve cümle yeniçeri ve sipâh bi’l-külliyye cumhûru dağıtmak içun kalkup tamam Şehzâde Cami‘ınin haremine vardukda Şeyhülislam, rica eyledi ki, bir dahî âdem gönderesüz ola ki tağıla deyu makul gördiler ağavâttan âdem gönderdiler asla müfîd olmadı, nola gelsünler davamız şer‘iledir didiler, varanlar bu cevabı getürdiler, bunlar dahi artık veballeri boynuna gidelim dirler iken, bizzat Kapuağası ile bir hatt-ı hümâyûn dahî geldi ki ta‘cîl ile gidesüz ve ahz olunanlara asla emân virmeyüp, katlidesüz, dahî turmağa mecal olmadi. Meğer İstanbul Ağası Mimar-zâde Mehmed Ağaya sipâriş olunmuşdı ki binden ziyade acemi oğlanlari ve erâzil ve mâriyul bunların ardınca zikrolunan kibar ile yeniçeri ve sipâh yürüyüb güya kala fethine giderler gibi gitdiler heman bu tarafda cem‘ıyyete haber geldi ki, ne turursuz gelenler şer‘ile gelmezler âlâtı harb ile gelürler didiler, âkil olanlar heman âbdest alır bahanesiyle gitdi ve haremde olan sipâh ve yeniçeriden bulunanlar birbirinden mukaddemce firar itdiler, Gülbank-ı
(9b) salât-ı mağribî oldukda Allahu ekber, mukaddem acemi oğlanları ile erâzil ve mâriyul yetişüp cami‘ içinde olan efendilerin taşra huddâmı elinde olan atlarının rahtlari ve yapuklari yağma olub ve buldukların ğâret edüb, ba‘dehû cami‘-i şerifin içine girüp içerüde ve taşra bulduklari âdemi esbabları içun katl idüp hatta akşam nemazına ikamet iderken Eğribozlu Ben-zâde nâm bir müderris minber yanında katl olundi. Sâdâttan idi. Velhasıl ol mahalde üç nefer sâdâttan, dokuz nefer talebeden ki müderris ve kadı gibi, ve âdî dinilmez kibar-ı ulemadan birinin oğlu bu cümle ile ondokuz nefer kimesne katl olundi, ğârât ve haşaratı koyalım çünki cem‘ıyyet dağıldı temcid vaktinde asesbaşiyi gönderdiler, meydanda bulunan maktulleri cami‘ hareminde bir battal kuyi var idi, ağzından kapağını kaldırup ondokuz bî-günah mazlûmun meyyitini anda bırakdılar, yani bu keşte olanlar kimlerdür bellü olmasın deyu na-bedîd ettiler. Ol mahalde birisi şu müseddesi dimişdi:
Şübhemiz var şol gürûhun dinine imanına
Kim gire nâ-hak yire erbâb-ı ilmin kanına
Kadıaskerle Müftinin düşer mi şânına
Bir Yezidin râm olup dünya içün fermânına
Girdiler çok âlim-ü Âl-i Resülün kanına
Döndi sahn-ı Hân Mehemmed Kerbelâ meydanına
Cem olup Sultan Mehemmed Cami‘îne müslümîn
Didiler şer‘ıle ey Paşa-yı bed ayin-i din
Kadıaskerle Müfti eyleyüp anda yemin
Azle gittiler anı emmâki döndüler o hîn
Girdiler çok âlim-ü Âl-i Resülün kanına
Döndi sahn-ı Hân Mehemmed Kerbelâ meydanına
Kadıaskerle şol müfti-i din ğeyretsize
Ümmetimdir diye mi yarınki gün Hazret size
Râm olub dünya içün bir dini yok şefkatsize
Kırdurup ehli nemazı bir bölük sünnetsize
Girdiler çok âlim-ü Âl-i Resülün kanına
Döndi sahn-ı Hân Mehemmed Kerbela meydanına
Kadıaskerle söz bir eyleyüp ol bed gümân
Geldi Ağakapusına Müfti-i ahir zeman
Anı görünce olub seylü bela gibi revân
Bir bölük bî-din ü bed ayin ü kavmi bî-emân
Girdiler çok âlim-ü Âl-i Resülün kanına
Döndi sahn-ı Hân Mehemmed Kerbela meydanına
Vakt-i mağribde nemaza varamaz oldi müminan
Bime can ile aduvvi dinden her Müslüman
Şimdi daru’l-harbe döndi belde-i Daru’l-emân
Nice sabretsun buna imanı olan Müslüman
Girdiler çok âlim-ü Âl-i Resülün kanına
Döndi sahn-ı Hân Mehemmed Kerbela meydanına
(10a) bu hal üzre birkaç gün mürûr oldi ba‘dehû sipâh ve yeniçeri ğulüv edüp velinimetleri olan Mere Hüseyin Paşayı istemezüz deyu azlettirdiler. Bu mahalde Kemenkeş Ali Paşa sadrazam oldi. Mere Hüseyin Paşa sipâhiye cümle manâsıbı âliyeyi tevzi edüb bu kadar kere yüz bin flori dağıtdi, ancak dört ay ve yedi gün içun imiş. Velhasıl Sultan Osman vak‘asından sonra her gün bir hadise zuhur iderdi, tafsîl olunsa ıtnâb-pezîr olduğundan mâ‘adâ mûris-i ğam olur, mesela bir ademin üçyüz yıl ömrü olsa ona deselerki sen bu denlü ömr-i tavîl içinde rüzgârda ne gördün, bu yakınlarda görüp bu risalede yazduğumuz vak‘anın birini gördüm dise mahalli taaccup gelüp bu dahi olur mi demek gelür. Bu az günin içinde Hakkın nice kuvvet ve kudreti müşahede olummışdur, -celle şânuhû ve azze sübhânuhû, tuizzu men teşâu‘ ve tüzillu men teşâu‘-.Biz sözümüze gelelim; elhak Sultan Mustafa'da akıl ile alaka ohnaduğını âlem bilirdi, bir gün sipâh ve yeniçeri ve ulema efendilerin kibari, sultan Mustafa hakkında imameti cayiz değildir didiler idi, ol zemanda Mere Hüseyin Paşa bir hal ile abes işler idüp, kul tayfası ile ulema ortasına ihtilal vermiş idi, bize lazımdır ki bu hususi takayyud idelim deyu ulema ile müşavere olunup: Padişahımızın tasarrufi yoktur, aklında hiffet vardır hal ve akd ile alakası yokdur, hatt-ı hümayun dedikleri Reis Hamza Efendinin padişaha verdügi Sanavber nâm cariyenin yazusudur, Ulema bi-isrihim Padişahın validesine haber gönderdiler ki yarınki gün oğlun padişahımız Sultan Mustafa Hân hazretleri taht-ı âlîsinde otururken şer‘an suallerimiz vardur, evvela adın nedir ve kimin oğlisin, ve bu gün ne gündür, soralım, eger bunlara cevab virirse emirilmüminin padişahımızdır, ona yavuz nazarla bakan kör olsun, ve illa degil ise imameti şer‘an cayiz değildir, sabînin imameti cayiz mecnûnun değildir, Bu haber valideye vardıkda ahval bellü, kâdir olmaduğı muayyen yarındâsi sığar ve kibar divan-ı hümâyûna varılub, tekrar içeri haber gönderildi gelür gider yok, ba‘dehû Sadrazam ile Şeyhülislam içeri girüp Sultan Mustafa'nın validesine buluşub, şer‘ı budur oğlun hakkında, didiklerinde: "Emir şer‘ı şerifindir. Ben dahi şer‘a mutiyem, nihayet oğlumi katl eylemen Sultan Osman gibi olmasın," didi. Bunlar itdirdi. "Haşa ki anâ bir zarar irişe anın nâzırı Allah’dır, onu öldürmek isteyen Sultan Ahmed idi ve Sultan Osman idi, her biri katline kasd eyledikçe başlarına bir hal geldi, yine kendü yanınızda dursun," deyu ahd eylediler. Bu söz üzre cülus mukarrer olup ba‘dehû müşavereye oturub cülus mukarrer ammâ atıyye,
(10b) ahvâli nice olur. Hazîne yok eger ölageldügi üzre atıyye verilmez ise etrâf ve eknâfda din ve devlet hayinleri olan kefere, Âl-i Osman’ın şimdi nekîr ve zevâl ve nikbetleridir, cülus eylediler hazîneleri yok atıyye virmediler, dirler, eger bu sözden kaçub atıyye vermek olursa hazîne yok, buna cevap nedir meger kul tayfası bize atıyye lazım değildir, iki yıl içre üç atıyye mi olur diyeler, âkıbet buni makul gördiler ki, kul tayfası sipâh ve yeniçeri müşavere ideler, pes bu mahalde yeniçeri kethudasi Bayram Ağa ve bölük kethudalari ve altı bölük ağalari ve kul tayfasi bir yere gelüb, bu zikrolunan zabitler didiler ki: "Yoldaşlar ve ağalar şer‘an Sultan Mustafa'nın imameti cayiz olmaduğı içün yerine bir padişah cülus etdürmek isterüz, ulema efendiler şer‘ı şerif üzre bu hususda fetva virdiler, lakin atıyye ve terakki yok, terakki verilse olur ammâ atıyye mümkün değil ne dersiz?" didiler. Cümle sipâh ve yeniçeri halkı didiler ki: "Ulema kande ise biz dahi andayuz, çünki padişahımızın tasarrufi olmaduğından hal ve akd cayiz değil imiş, bize in’âm lazım değil yemin idelim ki in‘âm namini yadetmeyelim," didiler. Andan bölük ağalari ve kethudalari bu tafsil üzre ahvâli söyledikde cümle yeniçeri ve sipâh tayfasi umum üzre: "Bize atıyye lazım değil çünkü ulema efendilerimiz şer‘ıle lazım olani icra iderler hizmeti ıllıyyelerindeyüz," didiler. Ba‘dehû Sadrazam Kemenkeş Ali Paşa ve Şeyhülislam hazretleri içeni girüb, Sultan Murad hazretlerine buluşub, validesin Eski Saraydan getirdiler, divan-i hümâyûnda taht-ı âli kurulub, devlet ve ikbal ve saadet ve iclal ile Mâh-i Zilkadenin yirmi ikinci güni Yekşembe gün tarihi hicretin bin otuz ikinci yılında Sultan Marad Han-i Râbi hazretleri taht-ı âli baht üzre cülus eyledi, çünki saâdetlü padişah âlicah devlet ve izzet ile iclas eylediler adl üzere revişler merdâne cenbeşler gösterdiler. Bu maslahattan sonra bir ay kadar ancak mürûr eyledi, evvela sipâhinin kibarınden ve yeniçeri ocağının nefer sahibi ağavâtından bazıları kul tayfasına iğva virüp: "Hiç atıyyesiz padişah olur mi, niçin bahşiş istemezsüz!" didiler. Kul tayfası dahi: "Evvel ahdeyledik şimdi anınçün istemezüz," didiler. Giderek istemezüz diyenlerden isterüz diyenler çok oldi, Padişah âlempenah tarafına arz olundi nola verülsün buyurdiler, emma vüzerâ ve vükelâ bir yere gelüb, nola verilmek makuldür, amma florinin hali bellü Mere Hüseyin Paşa hazînei tamam eylemiş, flori yerine hurda akçe alsunlar didiklerinde kul yine rıza göstermiş iken ol zikretdügümüz ağavât yok elbette filori gerektir, deyu bin türlü belay-ı azîm ile in‘âm florilerin ne yüzden tedârük eyledikleri tafsil olursa
(11a) mûris-i ğam olur, ve ol in‘âmi hazzı nefsi içün alanlara ve in‘âm isteyesiz deyu iğvâ idenlere belki lanet iderdiniz. Bu mahal bunda itmâm buldi.
Sonuç
XVII. yüzyıl başı itibariyle Osmanlı imparatorluğunda yaşanan büyük Yeniçeri ihtilalı İmparatorluk tarihinde bir ilki temsil etmektedir. Genç Osman dönemi Osmanlının duraklama sancılarının yaşandığı döneme rastlamıştır. Bir bakıma ihtilal da bu sancılarını dışavurumu şeklinde kendini göstermiştir. Bu sancıların yanında ihtilalin sebebi olarak bizzat dönemin padişahı Genç Osman olarak gösterilmektedir. Bir padişah olarak Genç Osman’ın diğer padişahlardan farklı olduğu aşikardır. Teamüllere riayet etmemektedir. Genç padişah tavır ve hareketleri ile başta asker olmak üzere devlet erkanını, ulemayı rencide etmiş ve cezalandırmalarında aşırıya kaçmıştır.
Genç padişah, devlet erkanı, ulema ve askeri rencide etmesinin yanında, hiç gereği yok iken acı bir olaya da imza atmıştır. Bir şekilde sona erdirilmiş olan kardeş katli meselesini yeniden canlandırmıştır. Halbuki Sultan Birinci Ahmet kardeş katline son vererek ekberiyet/erdeşiyet usulünü getirmek suretiyle kardeş katli facialarının önüne geçmişti. Gerçi bu da tam bir çözüm olmamış, katliamdan kurtulan şehzadeler kafese kapatılmışlardı. Her ne olursa olsun halk bu acı olayların son bulması dolayısı ile büyük memnunluk duymuştu. Genç Osman’ın bu acımasız töreyi yeniden uygulamaya koyması halkın sevincini kursağında bırakmış, Genç Osman’a karşı duyulan soğukluk giderek artmıştır.
Bütün bunlara bir de Genç Osman’ın padişah olduğu yıllarda (1618-1622) sel baskını, yangın ve deprem gibi beklenmedik doğal felaketlerin eklenmesi halk nezdinde padişahın uğursuzluğuna hamledilmiştir. Doğal afetler neticesinde meydana gelen ağır kış şartları insanları ekonomik olarak zora sokmuştur.
Ekonomik açıdan çekilen sıkıntılar yanında memleket sathında görülen iç huzursuzluk, asayişteki aksamalar ve İran yönünden Anadolu içlerine doğru yapılan saldırılar ve Batı yönünde girişilen fetihlerindeki başarısızlıklar, üç kıtaya hükmeden Osmanlı imparatorluğunu ihtilal açmazı ile karşı karşıya getirmiştir. Neticede dönemin padişahı tahtından indirilmiş, yerine ise yıllardan beri kafeste mahpus hayatı yaşamakta olan amcası III. Mustafa çıkartılmıştır. Uzun yıllar kafeste kalan, akli melekelerini ve de vücut direncini kaybetmiş bir kimsenin dünyanın dörtte birine hükmeden bir imparatorluğu idare etmesi mümkün değildir. Velhasıl Sultan Osman vakasından sonra imparatorlukta tam bir kaos ortamına girilmiştir. Kısa zaman sonra yeni bir saltanat değişikliği gerçekleştirilmiş, III. Mustafa'nın yerine IV. Murat tahta çıkartılmıştır. Osmanlının durumu dönem itibariyle acıklı bir manzara arz etmektedir.
KAYNAKÇA
BANARLI, Nihat Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1998.
BOSTAN-ZADE, Yahya Efendi, Vaka-i Sultan Osman Han, Süleymaniye Halet Efendi Ktb., nr. 611.
ÇELEBİ, Katip, Fezleke, Süleymaniye Atıf Efendi ktb., nr. 1914, İstanbul 1286.
İZ, Fahir, “XVII. Yüzyılda Halk Dili İle Yazılmış Bir Tarih Kitabı Hüseyin Tûğî, Vakaa-i Sultan Osman Han”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 1967, Ankara 1968.
KOÇU, Reşad Ekrem, Osmanlı Padişahları, Doğan Kitap, İstanbul 2004.
MÜNECCİMBAŞI, Ahmed Dede, Sahaifü’l-Ahbar, İstanbul, 1285.
NAİMA, Tarih, İstanbul 1281.
ÖZTUNA, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, Ötüken Yayınevi 1977.
SERTOĞLU, Mithat, Tûğî Tarihi, Belleten, Ankara 1947.
TUĞİ, Hüseyin Çelebi, Musîbetnâme (Tahlil-Metin ve İndeks), haz: Şevki Nezihi Aykut, Türk Tarih Kurumu Basımevi-Ankara 2010. YÜCEL, Yaşar, Zafername, Belleten, 170, Ankara 1979.
DAHA BİTMEDİ ŞU YORUMA ÖZELLİKLE DİKKAT ÇEKMEK İSTİYORUM
DÜNYA TARİHİNDE,
KENDİ PADİŞAHINA TECAVÜZ ETMİŞ TEK KAVİM,
DİNİ DE ÖYLE OLUR,
O GÜN BU GÜN İKİ YAKASI BİR ARAYA GELMEYEN O MİLLET,
LANETLİDİR !
*
BU ÜLKE HİÇ BİR ZAMAN MÜSLÜMAN OLMADI,
MÜSLÜMAN GÖZÜKTÜ !
.
BİR GÜN YAKIN AVANESİ,
SULTAN ABDÜLHAMİD'E :
-- "MEMLEKET NÜFUSUNUN ÇOĞUNLUKLA MÜSLÜMAN OLDUĞU HALDE NASIL BU KADAR ACİZ KALINDIĞI" SORULARAK ELEŞTİRDİKLERİNDE...
SİZ SARAYDA ÜÇ GÜN KALIN OLACAKLARI İZLEYİN DER...
.
ABDÜLHAMİD HAN DERHAL BOSTANCIBAŞINI ÇAĞIRIR:
-- TÜM SİLAHLARINIZI KUŞANIN,SULTANAHMET CAMİİ'NDEKİ BAŞ İMAMI CUMA HUTBESİ VERİRKEN TUTUKLAYIP GETİRİN !
-- PEKİ HÜNKARIM,BAŞ İMAMI ALIP GELİRİZ...
BAŞ İMAM CAMİDE HUTBE VERİRKEN MÜSLÜMAN CEMAAT COŞMUŞ,ÖLÜRÜZ SENİN İÇİN DİYE NARALAR ATARKEN...
ZAPTİYELER CAMİYE GİRER,
BAŞ İMAMI HUTBEDEN İNDİRİRLER,
CEMAAT ZAPTİYELERE YOL AÇAR,
AZ ÖNCE ÖLÜRÜZ SENİN İÇİN DİYE ÇIĞIRTKANLIK YAPAN MÜSLÜMAN CEMAAT,
VAY NAMUSSUZ İMAM,KİM BİLİR NELER YAPMIŞTIR DİYE KONUŞURLAR...
İMAM YILDIZ SARAYINA GETİRİLEREK PADİŞAHIN HUZURUNA ÇIKARILIR...
PADİŞAH İMAMA "KUSURA BAKMA,SEN DE ÜÇ GÜN SARAYDA KAL,
OLACAKLARI İZLE" DER...
.
PADİŞAH CUMARTESİ GÜNÜ,
BU KEZ SİNAGOGU BASARAK CUMARTESİ VAAZI VERİRKEN HAHAMBAŞINI KÜRSÜDEN İNDİRİN GETİRİN EMRİNİ VERİR...
-- ZAPTİYELER HAHAMBAŞINI GETİREMEDEN GERİ DÖNMÜŞLERDİR...
PADİŞAH SORAR :
-- NE OLDU,NEDEN GETİRMEDİNİZ ?
-- HÜNKARIM,HAHAMBAŞINI KÜRSÜDEN İNDİRİNCE TÜM YAHUDİ CEMAATİ "BİZİ ÖLDÜRMEDEN ONU GÖTÜREMEZSİNİZ" DİYEREK ENGEL OLDULAR,
EMRİNİZ OLURSA HEPSİNİ ÖLDÜRELİM,HAHAMBAŞINI GETİRELİM...
-- KALSIN EVLADIM,DURUM ANLAŞILDI DER...
.
PADİŞAH PAZAR GÜNÜ ZAPTİYELERE,RUM PATRİĞİNİ VAAZ VERİRKEN KÜRSÜDEN ALIN GELİN EMRİNİ VERİR..
ZAPTİYELERİN ÖNÜNÜ KESEN KİLİSE CEMAATİ BİZİ ÖLDÜRMEDEN PATRİĞİ GÖTÜREMEZSİN DEYİNCE,
PATRİĞİ ALAMADAN SARAYA GELDİKLERİNDE...
PADİŞAH ABDÜLHAMİD HAN YANINDAKİ AVANESİNE DÖNEREK :
--- GÖRDÜNÜZ MÜ HALİMİZİ,İŞTE BEN BU VEFASIZ MÜSLÜMANLARLA MEMLEKET YÖNETMENİN FELAKETİNİ YAŞIYORUM...
--- BİR GÜN BENİ ALMAYA GELSELER,
BU DALKAVUKLUĞUNUZU UNUTUR,
HİÇ DİRENMEDEN BENİ DE TESLİM EDERSİNİZ ŞEYTANIN DÖLLERİ DEDİ..
.....VE ABDÜLHAMİD'İ GAYRI MÜSLİM BEŞ SİVİL KİŞİ TAHTTAN İNDİRİP GÖTÜRÜRKEN,
ESKİ YALAKALAR ONUN ARKASINDAN,
"VAY NAMUSUZ PADİŞAH,KİM BİLİR NELER YAPTI,YOKSA GÖTÜRMEZLERDİ DEDİLER !
.
BENİM BABA DEDEM 98 YAŞINDA ÖLDÜ,
TAM 65 YIL MAAŞ ALMADAN KÖYLÜYE BEDAVADAN İMAMLIK YAPMIŞTI...
DEDEM ABDÜL HOCA ÖLECEĞİNE YAKIN GÜNLERDE BANA DEDİ Kİ :
-- TORUNUM,BU KÖYLÜYE 65 YIL BEDAVADAN İMAMLIK YAPTIM,CAMİ CEMAATİNDEN DAHA TEHLİKELİ OLANI GÖRMEDİM
-- DEDE,NEDEN ÖYLE DİYORSUN ?
-- YAŞARKEN ÖĞRENİRSİN TORUNUM DEDİ...
EY İMAMLAR,
SECDEYE VARIRKEN BU CEMAATTEN ARKANIZI KOLLAYIN !
-- NEDEN ÖYLE DİYORUM ?
-- YAŞARKEN ÖĞRENİRSİN İMAM !
.
DÜN,
YEDİ KULE ZİNDANLARINDA KENDİ PADİŞAHINA TECAVÜZ EDEN TEK ŞEREFSİZ KAVİM OLMUŞLARDI,
BUGÜN PADİŞAH TORUNUYUZ DİYE ÖVÜNÜYORLAR ! —
SAYGILARIMI SUNARIM NEDİM ÇAKMAK BEY (KOCAKURT)
Murat APAY
0 Yorumlar