Kaynak ve Kader Efsanesi


HERAKLEİTOS
Bölüm 2 

Eski Yunan'da Herakleitos'a gelinceye kadar, tarihsici niteliği açısından seçilmiş halk doktriniyle karşılaştırılabilecek teoriler görmeyiz. Homeros'un tanrıcı, daha doğrusu çok-tanrıcı yorumuna göre, tarih ilahi iradenin ürünüdür. Fakat, Homeros'un tanrıları, tarihin gelişiminin genel yasalarını koymazlar. Homeros'un belirtmeye ve açıklamaya çalıştığı şey, tarihin birliği değil, daha çok birliksizliğidir. Tarih Sahnesindeki oyunun yazarı bir tek Tanrı değildir; birçok tanrılar burunlarını sokarlar. Homerosçu yorumun Yahudilerinkiyle paylaştığı şey, bir çeşit yarı-belirsiz kader duygusu ve perde arkasında kuvvetler olduğu düşüncesidir. Fakat sonul kader, Homeros'a göre açıklanmamıştır; Yahudilerdeki eşinin tersine, esrarlı kalır.

Daha belirgin bir tarihsici öğreti getiren ilk Yunanlı, olasılıkla Doğu kaynaklarından etkilenmiş bulunan Hesiodos olmuştur. O, tarihin gelişiminde bir genel çizgi ya da yönelim olduğu düşüncesini kullanmıştır. Hesiodos'un tarih yorumu karamsardır. O, insanlığın Altın Çağdan bu yana gelişiminde hem beden, hem de ruhça soysuzlaşmasının kaçınılmaz olduğuna inanır. İlk Yunan filozoflarının ortaya attığı çeşitli tarihsici düşünceler, Yunan kabilelerinin ve özellikle Atinalıların yaşayışını ve tarihini yorumlamaya girişerek dünyanın muhteşem bir felsefi tablosunu yapan Platon'da en yüksek noktaya ulaşmıştır. Onun tarihsiciliği çeşitli öncülerden, özellikle Hesiodos'tan kuvvetle etkilenmiştir; fakat en önemli etki, Herakleitos'tan gelmiştir.

Herakleitos, değişim düşüncesini keşfeden filozoftur. Onun zamanına kadar Yunan filozofları, Doğu düşünüşünden esinlenerek dünyaya inşa malzemesi maddi şeyler olan kocaman bir yapı diye bakıyorlardı. Dünya, eşyanın bir toplamıydı - (aslında, bir Doğu çadırı ya da örtüsü olan) 'kosmos'tu. Filozoflar, kendilerine şu soruları soruyorlardı: «Dünya hangi malzemeden yapılmıştır?» Ya da, <<Nasıl kurulmuştur, gerçek kuruluş planı nedir?» Onlar, felsefeyi veya fiziği (bu ikisi uzun bir süre ayrılamamıştır) ''doğ''nın, yani bu yapının, dünyanın yapıldığı esas materyeli aramak sayıyorlardı. Şu ya da bu çeşidinden süreçlere gelince, böyle hareketlerin ya bu yapının içinde oluştuğu, yahut onu kurmak veya devam ettirmekten, temelinde statik sayılan bir kuruluşun istikrarını veya dengesini bozmak ve düzeltmekten ibaret olduğu düşünülüyordu. Bunlar, döngüsel süreçlerdi (bu yapının kaynağıyla ilişkili süreçlerden başka, «Onu kim yaptı?» sorusu da Doğulularca, Hesiodos ve başkaları tarafından tartışılıyordu). Bugün birçoğumuza bile doğal gelen bu çok doğal yaklaşımı, Herakleitos'un dehası aşmıştır. Onun getirdiği görüşe göre, böyle bir yapı, böyle bir istikrarlı kuruluş, böyle-bir kosmos yoktur. Herakleitos, ''Kosmos, olsa olsa rastgele dağıtılmış bir çöp yığınıdır'' der. O, dünyayı bir yapı olarak değil, daha çok devasa bir süreç olarak görmüştür; bütün şeylerin bir toplamı değil, daha çok bütün olayların veya değişikliklerin, yahut olguların hepsi. «Her şey akıştadır ve hiçbir şey duruşta değildir», onun felsefesinin baş sözüdür.

Herakleitos'un buluşu, Yunan felsefesinin gelişimini uzun bir süre etkilemiştir. Parmenides, Demokritos, Platon ve Aristoteles'in felsefelerini, Herakleitos'un keşfettiği bu değişen dünyanın sorunlarını çözmek yolunda girişimler diye anmak yerinde olur. Bu buluşun büyüklüğünü abartmak güçtür. Bu, dehşetli bir şey diye anlatılmış ve etkileri, «her şeyin ... sarsıldığı bir deprem»inkine benzetilmiştir. Bu buluşu, Herakleitos'a gününün toplumsal ve siyasal huzursuzluklarının sonucunda çekilmiş kişisel sıkıntıların esinlendiğinden benim kuşkum yok. İlk olarak, yalnız «doğa»yla değil, hatta daha çok ahlaksal-siyasal problemlerle uğraşan bu filozof, Herakleitos, bir toplumsal devrim çağında yaşamıştı. Onun zamanında Yunan kabile aristokrasileri, yeni demokrasinin gücü karşısında gerilerneye başlamışlardı.

Bu devrimin etkisini anlamak için, bir kabile aristokrasisinde toplumsal yaşayışın yerleşmişliğini ve bükülmezliğini hatırlamamız gerekir. Toplumsal yaşayış, sosyal ve dinsel tabularla belirlenir; herkese toplumsal yapının bütünü içinde belli bir yer verilmiştir; herkes kendi yerinin, dünyayı yöneten güçlerin ona verdiği doğal yerin uygun olduğunu hisseder; herkes «kendi yerini bilir».

Söylenceye göre, Herakleitos'un kendi yeri Efes rahip-krallar hanedanının veliahtlığıymış, fakat kardeşi lehine haklarından feragat etmiş. Şehrinin siyaset hayatına karışmaktan kibirle geri duruşuna rağmen, yeni devrimci güçlerin yükselen met dalgasını boşu boşuna önlemeye kalkan aristokratların tarafını tutmaktan geri kalmamış. Toplumsal, yahut siyasal alandaki bu deneyler, onun eserlerinin bize kalan parçalarına yansımıştır. Herakleitos, aristokrat arkadaşlarından Hermodoros'un halk tarafından yurt dışına sürülmesi üzerine, «Efesli bütün erginler kendilerini teker teker asmalı ve şehrin yönetimini çocuklara bırakmalıları » diye hırsla haykırır. Halkın neden böyle hareket ettiği hakkındaki yorumu son derece ilginçtir; çünkü, hala kullanılan anti-demokratik savların demokrasinin ilk günlerinden beri pek değişmemiş olduğunu gösterir. «Dediler ki: Hiç kimse aramızda en iyi olmasın; ve biri sivrilirse, o zaman başka yerde ve başkalarının arasında öyle olsun.» Demokrasiye karşı bu düşmanlık, Herakleitos'tan kalmış parçaların her yerinde kendisini ortaya koymaktadır: «... ayak takımı hayvanlar gibi karnını doldurur. . . . Onlar, çoğun kötü ve ancak azın iyi olduğunu bilmeden, ozanları ve yaygın inançları kendilerine rehber olarak alırlar ... Priene'de sözü başkalarından daha değerli olan Teutames oğlu Bias yaşardı. (Bu adam, «Çoğu insanlar kötüdür» demiş). Ayak takımı, rastladığı şeylere bile dikkat etmez; kendi alırız sansa da, ders almayı dahi bilmez». Aynı hava içinde şöyle söylemektedir: <<Bir Tek -insanın iradesine uyulmasını kanun da gerektirebilir». Herakleitos'un tutucu ve anti-demokratik anlayışının bir başka anlatımı, herhalde niyetçe olmamakla birlikte, lafca demokratlara da pekala uygun gelebilecek şu sözdür: <<Halk, şehrin yasaları uğruna, surları için dövüşüyormuş gibi dövüşmelidir.»

Fakat, Herakleitos'un şehrin eski yasaları uğruna dövüşmesi boşuna olmuş ve her şeyin geçiciliği onda güçlü bir izlenim yaratmıştır. Onun değişim teorisi bu duyguyu dile getirir. Herakleitos, <<Her şey akar» demektedir; ve <<Aynı nehire iki kere giremezsiniz». Hayal kırıklığına uğramış olarak, var olan toplumsal düzenin İlelebet süreceği inancına karşı koymuştur: <<Dar bir "bize böylesi verildi" görüşüyle yetiştirilmiş çocuklar gibi davranmamalıyız.»

Değişim ve özellikle toplumsal yaşamın değişimi üstündeki bu ısrar, yalnızca Herakleitos'un değil, fakat genellikle tarihsiciliğin önemli bir niteliğidir. Her şeyin, hatta kralların bile değiştiği, özellikle toplumsal ortamlarını tartışmasız kabul edenlerin yüzüne çarpılması gerekli bir gerçektir. Bu kadarını teslim ederiz. Fakat, Herakleitosçu felsefede, tarihsiciliğin övülmeye daha az değecek özelliklerinden biri de kendisini ortaya koyar: Değişmez ve sarsılmaz bir kader yasası'na inançla tamamlanmış olarak değişim üstünde fazla bir ısrar.

Bu inançta, ilk bakışta tarihsiciliğin değişim üstündeki abartmalı ısrarıyla çelişkili görünmekle birlikte; bütün değilse, çoğu tarihsicilerin karakteristiği olan bir tavırla karşılaşıyoruz. Bu tutumu belki, tarihsiciliğin değişim üstünde fazla ısrar etmesini, değişim düşüncesine karşı bilinçdışı bir direnmeyi bastırma çabasının bir belirtisi diye yorumlamakla açıklayabiliriz. Bu, bugün bile birçok tarihsiciyi, yapacakları işitilmemiş serimlernelerin yeniliğini ısrarla belirtmeye götüren duygusal gerilimi de açıklayabilir. Bu gibi yorumlar, bu tarihsicilerin değişimden korktuklarının ve değişim düşüncesini ciddi bir iç mücadele geçirmeden kabul edemediklerinin mümkün olduğunu düşündürtmektedir. Çoğucası, sanki durolmuş bir dünyayı yitirmenin üzüntüsünü, değişimi değişmeyen bir yasanın yönettiği görüşüne yapışarak dindiriyorlarmış gibidir. (Parmenides'te ve Platon'da, içinde yaşadığımız dünyanın bir hayal olduğu ve değişmeyen daha gerçek bir dünya bulunduğu teorisini bile göreceğiz.)

Herakleitos'un değişim üstündeki ısrarı, onu ister katı, ister sıvı, yahut gaz çeşidinden olsun bütün maddi şeylerin alev gibi oldukları teorisine götürmüştür - bunlar, şeyler olmaktan çok, süreçlerdir ve hepsi ateşin dönüşümleridir; görünüşte katı olan (külden ibaret) toprak, yalnızca bir dönüşüm halinde ateştir ve sıvılar (su, deniz) bile dönüşmüş ateştir (ve belki yağ halinde, yakıt olabilirler). <<Ateşin ilk dönüşümü denizdir; fakat denizin yarısı toprak, yarısı sıcak havadır».  Böylelikle bütün öteki <<Unsurlar» -toprak, su ve hava- dönüşmüş ateştir: «Her şey ateşin karşılığıdır ve ateş her şeyin;. tıpkı altının mallar ve malların altın için olduğu gibi.»

Fakat her şeyi alevlere, yanma gibi süreçlere indirgeyince, Herakleitos bu süreçlerde bir yasa, bir ölçü, bir akıl, bir hikmet sezmektedir; ve kosmosu bir yapı olarak yıktıktan ve bir çöp yığını olduğunu ilan ettikten sonra, onu dünya süreci içinde, olayların kaçınılmaz bir düzeni olarak geri getirmektedir.

Dünyadaki her süreç ve özellikle, ateşin kendisi, belirli bir yasaya, «Ölçü»süne göre gelişir. Bu, sarsılmaz ve kaçınılmaz bir yasadır ve bu bakımdan, modern tarihsicilerin tarih ya da evrim kanunları kavramına olduğu kadar bizim modern doğa kanunu kavramımıza da benzer. Fakat bu kavramlardan, tıpkı kanunun devlet tarafından konulması gibi, aklın ceza ile yaptırımlanan bir buyruğu olduğu ölçüde ayrılır. Bir yanda hukuk kanunları ve normları ve öte yanda doğa kanunları ve düzenlilikleri arasında bir ayrım yapamamak, kabile tabuculuğunun bir özelliğidir: Her iki çeşit kanuna birden sihirli şeyler diye bakılması, insan yapısı tabuların akıl yoluyla eleştirilmesini, doğa kanunlarının dayandığı sonul hikmet ve aklı ıslah etmeye kalkışmak kadar düşünülemeyecek bir şey haline getirir: «Bütün olaylar kaderin zorunluğuyla ilerler . . . Güneş yörüngesinin ölçüsünden dışarı çıkmaz, yoksa Adaletin hizmetkarları olan Kader tanrıçaları onu nasıl bulacaklarını bilirler.» Fakat, güneş yalnızca kanuna itaat etmekle kalmaz; güneş ve (göreceğimiz gibi) Zeus'un yıldırımı biçiminde Ateş, kanuna nezaret eder ve ona göre yargılar. «Güneş, sürelerin bakıcısı ve bekçisidir, bütün şeyleri ortaya çıkaran değişiklikleri, mevsimleri sınırlar ve yargılar, müjdeler ve gösterir ... Her şey için aynı olan kosmosun bu düzeni, ne tanrılar ne de insanlar tarafından yaratılmamıştır; o ölçüye göre yükselen ve ölçüye göre dinelen ebedi bir ateştir, eskiden de öyleydi ileride de öyle olacaktır ... Ateş ileri yürüyüşünde her şeyi tutacak, yargılayacak ve icabına bakacaktır.» Tarihsiciliğin amansız bir kader fikriyle birlikte) sık sık bir mistisizm unsuruna rastlarız. Mistikliğin eleştirici bir çözümlenmesi; Bölüm 24'te yapılacaktır. Burada yalnızca Herakleitos'un felsefesindeki anti-rasyonalizmin ve mistisizmin rolünü göstermek istiyorum. Ona göre, «Doğa saklanmayı sever» ve «Kehaneti Delphi'de bulunan Tanrı ne açıklar ne gizler, anlatmak istediğini ipuçları vererek gösterir.» Herakleitos'un daha deneyci kafalı bilginleri aşağılayışı, bu tavrı takınanlar için tipiktir: «Çok şey bilenin çok beyinli olması gerekmez; yoksa Hesiodos ve Pythagoras' ta beyin çok olurdu, Ksenophanes'te de... Pythagoras sahtekarların dedesidir.» Bu, bilimcileri küçümsemenin yanı sıra, mistik bir sezgisel anlama teorisi vardır. Herakleitos'un akıl teorisi, hareket noktası olarak, uyanıksak ortak bir dünyada yaşadığımız olgusunu almaktadır. Birbirimizle haberleşebilir, birbirimizi kontrol edebilir, denetleyebiliriz; bizim bir hayalin kurbanları olmadığımızın kanıtı buradadır. Fakat, bu teoriye ikinci bir sembolik, mistik anlam verilmiştir. Bu teori, seçilmişlere, uyanık olanlara, görmek-duymak ve konuşmak gücü olanlara verilmiş bir mistik sezgi yetisi üstünedir: «Uykudaymış gibi hareket edip konuşmamalıdır ... Uyanık olanların Bir ortak dünyası vardır ... Onlar dinlemek gücünden de, konuşmak gücünden de yoksundur ... Dinleseler bile sağır gibidirler. Vardırlar ama yokturlar, sözü onlara uyar ... Bir tek şey bilgeliktir: Her şeyi her şeyin içinde sürükleyen fikri anlamak.» Uyanık olanlarda yaşantısı ortak olan dünya, yalnız akılla kavranabilecek mistik birlik, bütün şeylerin tekliğidir: <<Her şeyde ortak olanı izlemelidir... Akıl her şeyde ortaktır ... Her şey Bir olur ve Bir Her şey olur ... Tek bilgelik olan Bir, Zeus diye çağırılmayı hem ister hem istemez ... O, her şeyi güden yıldırımdır.» 

Herakleitosçu evrensel değişim ve saklı kader felsefesinin genel nitelikleri hakkında bu kadarı yeter. Bu felsefeden, bütün değişimin gerisindeki bir itici kuvvet teorisi çıkmıştır; bu «sosyal statik»e karşı «sosyal dinamik>>in önemi üstünde ısrarla durarak tarihsici niteliğini ortaya koyan bir teoridir. Herakleitos'un genel olarak doğa ve özel olarak toplumsal yaşayış ,dinamiği, felsefesinin, gözlemlediği toplumsal ve siyasal huzursuzluklardan esinlenmiş olduğu görüşünü doğrulamaktadır. Çünkü o, çatışma yahut savaşın, bütün değişikliğin ve özellikle insanlar arasındaki bütün ayrılıkların hem dinamiği hem de yaratıcı ilkesi olduğunu ilan eder. Ve kendisi, tipik bir tarihsici olduğu için, tarihin yargısını bir ahlak yargısı diye kabul eder; ona göre, savaşın sonucu her zaman adildir: «Savaş her şeyin babası ve kralıdır. Bazılarının tanrılar, bazılarının da sadece insanlar olduğunu gösterir. Şunları köle, berikileri efendi yapar ... Bilinmelidir ki, savaş evrenseldir ve adalet çatışmadır; her şey çatışmayla ve zorunluluk yolundan gelişir.» 

Fakat, eğer adalet çatışma, yahut savaşsa; eğer «Kader tanrıçaları» aynı zamanda <<Adaletin hizmetçileri» ise; eğer tarih, ya da daha pekin olarak, eğer başarı, yani savaşta başarı liyakatın ayracı ise, liyakatin ölçüsünün kendisi «akış halinde» olmalıdır. Herakleitos, bu problemi göreceliği (rölativizmi) ve karşıtların özdeşliği öğretisi ile karşılar. Bu, onun (Platon'un ve hatta daha çok Aristoteles'in teorisinin temeli olarak kalan) değişim kuramından gelmektedir. Değişen bir şey, bir niteliğini bırakıp karşıt niteliği .alıyor olmalıdır. Bu, bir şey olmaktan ziyade, bir durumdan karşıt bir duruma geçiş süreci ve böylelikle karşıt durumlar arasında bir birliktir: «Soğuk şeyler ısınır ve sıcak şeyler soğur; ıslak olan kurur ve kuru olan ıslanır ... Hastalık, sağlığın değerini bilmemizi sağlar ... Dirim ve ölüm, uyanıklık ve uyku, gençlik ve yaşlılık, bütün bunlar özdeştir; çünkü biri ötekine ve öteki öncekine döner ... Ayrılan kendiyle anlaşır: Bu, karşı gerilimlerden çıkan bir uyumdur (ahenktir), yayda veya ilerde olduğu gibi... Karşıtlar birbirine aittir, ve iyi uyum uyumsuzluktan doğar ve her şey çatışmayla gelişir ... Yukarıya çıkan . yolla aşağıya inen yol özdeştir ... Düz yolla eğri yol birdir ve aynıdır ... Tanrılar için, her şey güzel, iyi ve adildir; ama insanlar bazı adil bazı gayrı adil şeyler edinmişlerdir ... İyi ve kötü özdeştir.»

Fakat, son parçada dile getirilen değerlerin göreceliği (buna bir ahlak göreceliği bile denilebilir), Herakleitos'un savaşın adaleti ve tarihin yargısı teorisinin temeli üstünde, kabileci ve romantik bir Şöhret, Kader ve Büyük Adamın üstünlüğü ahlakı geliştirmesine engel olmaz - bütün bunlar, birtakım pek modern düşünceleri garip bir şekilde andırmaktadır: <<Dövüşürken vurulan, tanrılarca da insanlarca da yüceltilir ... Vuruluş ne kadar büyük olursa, kader de o kadar yüce olur... En iyi insanlar, başka her şeyin üstünde bir tek şey ararlar: Ebedi şöhret ... Bir adam, Büyükse, on bin kişiden daha değerlidir.» 

İ. Ö.500'den arta kalmış bu eski parçalarda, modern tarihsici ve anti -demokratik yönelimlerin bunca niteliğini bulmak şaşırtıcı bir şeydir. Fakat Herakleitos'un aşılmamış güçte ve orjinallikte bir düşünür olduğu ve dolayısıyla düşüncelerinden birçoğunun (Platon aracılığıyla) felsefe geleneğinin esas bir bölümü olmuş bulunduğu gerçeğinin yanı sıra, öğretilerin benzerliği, belki bir dereceye kadar bu dönemlerdeki toplumsal koşulların benzerliğiyle açıklanabilir. Tarihsici düşünceler, büyük toplumsal değişiklik zamanlarında kolaylıkla belirgin hale geliyor gibi görünmektedir. Bu düşünüş, Yunan kabile hayatı parçalandığı zaman ve Yahudilerinki Babillilerin fethiyle dağılınca ortaya çıkmıştır. Ben, Herakleitos'un felsefesinin -toplumsal yaşayışın eski kabile biçimlerinin çözülmesine karşı tipik bir tepki olarak görünen- bir sürükleme duygusuna anlatım verdiğinden şüphe edilemeyeceğini sanıyorum. Modern Avrupa'da tarihsici düşünceler, endüstri devrimi sırasında ve özellikle Amerika ve Fransa'daki_ siyasal devrimlerin etkileri sonucunda canlandırılmıştır. Herakleitos'un düşünüşünden bu kadar çoğunu benimseyen ve bütün modern tarihsici akımlara geçiren Hegel'in, Fransız Devrimi'ne karşı baş gösteren gerici tepkinin sözcüsü oluşu, yalnızca bir rastlantıdan fazla bir şey gibi görünmektedir.

Karl Popper
Açık Toplum ve Düşmanları
Mete Tuncay
Çeviren
Murat Apay
Metin Düzenleme, Vurgu, Fotoğraflar ve Dipnotlar

Yorum Gönder

0 Yorumlar