SPİNOZA VE BİZ


Gilles Deleuze 
Fransız Yazar, Filozof

“Spinoza ve biz”- deyimi birçok anlama gelebilir. Diğer anlamlarının yanı sıra “Spinoza’nın ortasındaki biz” anlamına da gelir. Bunun anlamı Spinoza’yı ortanın yolu ile algılamaya ve anlamaya çalışmaktır. Genel olarak bir filozofun ilk ilkesi ile başlanır. Fakat burada önemli olan aynı zamanda üçüncü, dördüncü ve beşinci ilkedir. Herkes Spinoza’nın ilk ilkesini bilir: tüm öznitelikler için tek töz. Fakat biz aynı zamanda üçüncü, dördüncü ya da beşinci ilkeyi de biliyoruz; tüm cisimler için bir Doğa, tüm bireyler için sonsuz sayıda farklı değişiklikler gösteren bir birey olan tek Doğa. Burada sorun artık tekil bir tözün olumlanması değil, üstüne tüm cisimlerin, tüm zihinlerin ve tüm bireylerin yerleştirildiği içkinliğin genel bir düzleminin ortaya konulmasıdır. Bu, içkinlik ya da tutarlılık düzlemi zihinsel tasarısı, bir proje, bir program değil, bir plandır; geometrik anlamda bir plandır: bir kesit, bir arakesit, bir diyagramdır* Böylece, Spinoza’nın ortasında olmak, bu kipsel düzlem üstünde olmak ya da kendimizi bir yaşam tarzını bir yaşama biçimini gösteren bu düzlem üstüne yerleştirmek anlamına gelir. Nedir bu düzlem ve onu nasıl kurabiliriz? Bu düzlem tam anlamıyla bir içkinlik düzlemidir ve Spinozacı bir tarzda yaşanacaksa bu kurulmalıdır. 

Spinoza bir cismi nasıl tanımlamaktadır? Bir cisim, ne türlü olursa olsun, Spinoza tarafından eşzamanlı iki tarzda tanımlanır. İlk olarak, bir cisim, ne kadar küçük olursa olsun, sonsuz sayıda parçacığın bir bütünlüğünden oluşur; Bu, bir cismi, bir cismin bireyselliğini tanımlayan parçacıklar arasındaki hareket ve dinginliğin, hızların ve yavaşlıkların ilişkileridir. İkinci olarak, bir cisim öteki cisimleri duygulandırır ya da öteki cisimler tarafından duygulandırılır. Aynı zamanda, bir cismi kendi bireyselliği içinde tanımlayan şey bu duygulandırma ve duygulandırılma yetisidir. Bu iki önerme çok basit görünür; biri devinimsel diğeri ise devimseldir. Kendimizi bu önermelerin ortasına koyup yaşayacak olursak, şeyler çok daha karmaşıklaşacak ve niçin olduğunu anlamadan önce Spinozacı olduğumuzu fark edeceğiz. 

Böylece devinimsel önerme, bir cismin parçacıklar arasındaki hareket ve dinginlik, yavaşlık ve hız ilişkileri ile tanımlandığını anlatır. Bu ise onun bir biçim ya da işlevler tarafından tanımlanmadığını gösterir. Küresel biçim, özel biçim ve organik işlevler hız ve yavaşlık ilişlilerine dayanır. Bir biçimin gelişimi, bir biçimin gelişim süreci bile bu ilişkilere bağlıdır, tersine değil. Önemli olan şey, yaşamı, her yaşayan bireyliği bir biçim ya da biçimin bir gelişimi olarak değil, ayrık hızlar arasındaki, parçacıkların yavaşlama ve hızlanması arasındaki karmaşık bir ilişki, içkinliğin bir düzlemi üstünde hızların ve yavaşlıkların birleşimi olarak anlamaktır. Aynı şekilde, müziksel bir biçim ses parçacıklarının hızları ve yavaşlıkları arasındaki karmaşık bir ilişkiyle ilgilidir. Bu sadece bir müzik sorunu değil bir nasıl yaşama sorunudur. Hız ve yavaşlık yoluyla şeylerin arasına sızılarak başka bir şeyle bağ kurulur. Sıfırdan başlanmaz; asla bir tabula rasa taşımadık; içine sızılır ve ortasına yerleşilir; böylece ritim edinilir ya da ortaya dökülür. 

Cisimlerle ilgili ikinci önerme, bizi duygulandırma ve duygulandırılma yetisine götürür. Bir beden (ya da bir zihin) ne biçimiyle ne de organları ya da işlevleriyle tanımlanabilir. O bir töz ya da bir özne olarak da tanımlanamaz. Her Spinoza okuyucusu, bu nedenle bedenlerin ve zihinlerin töz ya da özne değil fakat kip olduklarını bilir. Bunu sadece kuramsal olarak düşünmek yeterli değildir. Somut olarak bir kip, bedende ve aynı zamanda düşünce içinde, hızın ve yavaşlığın karmaşık bir ilişkisidir. Cisme ya da düşünceye ait duygulandırma ve duygulandırılma yetisidir. Somut olarak, bedenler ve düşünceler duygulandırma ve duygulandırılma yetileri olarak düşünülürse birçok şey değişir. Bir hayvan ya da bir insan varlığını biçimiyle, organlarıyla ve işleviyle, hatta bir özne olarak da tanımlamazsanız; yetenekli olduğu duygularla tanımlayacaksınızdır. Duygulanım yetisi, en üst eşiği ve en alt eşiği ile, Spinoza’da sabit bir mefhumdur. Herhangi bir hayvanı alın ve herhangi bir düzen içinde duyguların bir listesini yapın. Çocuklar bunu nasıl yapacaklarını bilirler: Freud tarafından aktarılan bir örnekte, Küçük Hans, bir şehirde vagon çeken bir yük atının tüm duygularının listesini yapar (asil olmak, körlüklere sahip olmak, hızlı gitmek, ağır bir yük taşımak, çökmek, kırbaçlanmak, kişnemek, vb.). Örneğin: çift sürüm atı ya da yük atı ile yarış atı arasında bir öküz ile bir sürüm atı arasındakinden daha büyük ayrımlar vardır. Bu, yarış atı ve çift sürüm atının ne aynı duygulara ne de aynı duygulanım yetilerine sahip olduğu içindir; çift sürüm atının öküz ile paylaştığı daha çok ortak duygu vardır. 

Duyguları paylaştıran içkinlik düzleminin, Doğa düzleminin, doğal olarak adlandırılabilecek ve yapay olarak adlandırılabilecek şeyler arasında hiçbir ayrım yapmadığı açık olmalıdır. Yapay birşey, doğanın içkin düzlemi üstündeki her şey onun içine girdiği hareketler ve duyguların düzenlenmeleri tarafından tanımlandığı için Doğa’nın bir parçasıdır. Spinoza’dan çok sonra, biyologlar ve natüralistler duygular ve duygulandırma ve duygulandırılma yetileri tarafından tanımlanmış hayvan dünyalarını tanımlamaya çalışacaklardır. Örneğin, J. Von Uexüll bunu kene, memelilerin kanını emen bir hayvan, için denedi. Bu hayvanı üç duygu aracılığıyla tanımlayacaktır: ilki ışıkla ilgilidir (bir dalın üstüne tırmanır); ikincisi koku almayla (kendini dalın altından geçen memelinin üstüne bırakır); ve üçüncüsü sıcaklıkla ilgilidir (tüysüz olan en sıcak noktayı bulur). Sık bir ormanın içinde her şeyin ortasında yaşayan sadece üç duyguya sahip bir dünya. Duygulandırılma yetisinin içindeki iyimser ve kötümser bir eşik: ölecek olan boğazlı bir kene ve çok uzun bir sürede beslenebilme yetisinde olan kene.1 Hayvanları ve insanları yetenekli oldukları duygular aracılığıyla tanımlayan bu gibi çalışmalar, bugün etoloji olarak adlandırılan bilimi kurmuşlardır. Bu yaklaşım sahip olunan yetiler önceden bilinemeyeceğinden bizim için, insan varlıkları için, hayvanlar için olduğundan daha az geçerli değildir. bu, bir içkinlik ya da tutarlılık düzleminin kuruluşuna işaret eden, sabırlı bir titizlik, Spinozacı bir bilgelik gerektiren uzun bir deneyleme sürecidir. Spinoza’nın Ethika’sının ahlakla hiçbir ilgisi yoktur. Spinoza bunu bir etoloji olarak, bu içkinlik düzlemi üstündeki çabuk ve yavaş hızlarının, duygulandırma ve duygulandırılma yetilerinin bir bütünlüğü olarak kavrar. Bu, Spinoza’nın kendi kurduğu yolda bize şunu bildirmesinin nedenidir: daha önceden kötü ya da iyi neye yetenekli olduğunuzu bilemezsiniz; önceden, verili bir karşılaşmada, verili bir düzenlemede, verili bir bileşik içinde bir bedenin ya da bir zihnin ne yapabileceğini bilemeyiz. 

Etoloji öncelikle her şeyi belirleyen hız ya da yavaşlığın, duygulandırma ve duygulandırılma yetilerinin ilişkileri üstünde bir çalışmadır. Her bir şey için, bu ilişkiler ve yetiler kendilerine özgü bir genişliğe, eşiklere (en üst ve an alt) ve değişikliklere  ya da dönüşümlere sahiptirler. Onlar dünyanın ve Doğa’nın içinde bu şeye karşılık geleni seçerler; onlar bu şeyi duygulandıran ya da bu şey tarafından duygulandırılan şeyi, onu hareketlendiren ya da onun tarafından hareketlendirilen şeyi seçerler. Örneğin bir hayvan ele alalım, sonsuz dünyada kendisi tarafından bu hayvanın duygulandırılamayacağı şey nedir? Onun olumlu ya da olumsuz tepki vereceği şey nedir? Onun için besinler ve zehirler nelerdir? O kendi dünyasının içine neyi “alır”? Her nokta kendi karşıt noktasına sahiptir: bitki ve yağmur, örümcek ve sinek. Böylece bir hayvan, bir şey asla dünya ile olan ilişkilerinden ayrı tutulamaz. İçsel olan sadece seçilmiş bir dışsal ve dışsal olan da yansıtılmış bir içseldir. Metabolizmaların, algıların, edimlerin ve tepkilerin hızı ya da yavaşlığı dünya içinde belirli bir birey kurmak için birbirleriyle birleşirler. 

Bu hız ve yavaşlık ilişkilerinin koşullara göre gerçekleştirildiği bir yol ve duygulandırılma yetilerinin kendilerine göre bir doldurulma yolu vardır. Onlar, her zaman, fakat, mevcut duyguların bu şeye gözdağı vermesi (gücünü azaltması, onu yavaşlatması, en düşük dereceye indirmesi) ya da onu güçlendirip, hızlandırması ve artırmasına bağlı olarak farklı tarzlarda vardırlar: zehir ya da besin? - tüm karmaşıklıklar ile birlikte, çünkü bir zehir düşünülen şeyin bir parçası için besin olabilir. 

Etoloji farklı şeyler arasındaki ilişkilerin ya da yetilerin bütünlüğünü de araştırır. Bu, öncekinden farklı olarak sorunun diğer tarafıdır. Buraya kadar olan şey sadece, nasıl olup da belirli bir şeyin diğerlerine kendisinin bir bağıyla uyuşan bir bağ vererek ötekileri parçaladığı ya da tersine onun diğer şeyler tarafından parçalanmayı nasıl göze aldığını bilme sorunudur. Fakat şimdiki sorun, ilişkilerin (ve hangilerinin?) yeni ve daha “uzamsal” bir ilişki oluşturmak için doğrudan birleşip birleşemeyeceğini ya da yetilerin daha “yeğin” bir yeti ya da güç oluşturmak için doğrudan birleşip birleşemeyeceklerini bilme sorunudur. Sorun artık faydalanmalar ve kazançlar sorunu değil, birlik sevgisi ve topluluklar sorunudur. Bireyler nasıl, sonsuza dek sürecek daha büyük bir birey oluşturmak için birbirleriyle bütünlük kurarlar? Bir varlık nasıl diğerini , ona ait ilişkileri ve dünyayı koruyup, gözeterek kendi dünyası içine alabilir? Bu bağlamda, örneğin, birlik sevgilerinin farklı türleri nelerdir? İnsan varlıkları toplumu ve akıllı varlıklar toplumu arasındaki fark nedir?… Burada söz konusu olan ne noktanın ona karşı duran nokta ile bir ilişkisi ne de bir dünya seçimidir fakat Doğa’nın bir senfonisi, alabildiğine geniş ve yeğin bir dünyanın bütünlüğüdür. Güçler, hızlar ve yavaşlıklar hangi düzen ve hangi tarz içinde birleştirilebilir? 

Bir müzik parçası düzlemi, sonsuz değişken parçalarıyla birlikte en dolu ve en yeğin Birey olduğu sürece Doğa’nın bir düzlemidir. Etolojinin ana kurucularından biri olan Uexküll, önce her şeye karşılık gelen melodik dizileri veya kontrapuntal ilişkileri tanımlayıp, sonra bir senfoniyi bir genişlik ve doluluk üstünde ele alan içkin daha yüksek bir birlik (“doğal bütünlük”) olarak tanımlamasıyla bir Spinozacıdır. Bu müziksel bütünlük kendisini, Ethika’yı metin boyunca hız ve yavaşlık ilişkileri ardışık ve eşzamanlı biçimde sürekli değişkenlik gösteren bir ve aynı Birey olarak kurarak sergiler. Ardışık olarak: Ethika’nın farklı parçalarına, üçüncü tür bilgide düşüncenin mutlak hızı yakalanana kadar, değişken bağıl hızların nasıl verildiğini gördük. Eşzamanlı olarak ise: önermeler ve yan notlar aynı hızda ilerlemezler fakat kesişen iki hareketi birleştirirler. Ethika, parçaları, tümüyle hareket içinde, en yüksek hız ile ileri götürülen bir bütünlüktür. Lagneau çok başarılı bir metinde, Ethika’yı bir müzik parçasıyla karşılaştırmasına neden olan bu hız ve genişlikten söz eder: Şimşek gibi bir “düşünce hızı,” “geniş-yayılımlı bir güç,” “olanaklı en büyük sayıda düşüncelerin ilişkilerini tek bir edim içinde kavramak için bir yeti”2 

Kısaca, eğer Spinozacıysak bir şeyi ne onun biçimiyle, ne organlarıyla ne de bir töz ya da öz olarak tanımlayacağız. Onu Ortaçağlara ya da coğrafyaya ait terimleri kullanarak, boylam ya da enlem aracılığıyla tanımlayacağız. Bir cisim herşey olabilir; bir hayvan, seslerden bir cisim, bir zihin ya da bir fikir olabilir. Dilbilimsel bir yapı, toplumsal bir yapı, bir birliktelik olabilir. Bir cismi biçimlenmemiş öğeler arasından o bakış açısıyla oluşturan parçacıklar arasındaki hız ve yavaşlık, hareket ve dinginlik ilişkileri kümesini bu cismin boylamı olarak adlandırıyoruz.3 Her durumda bir cismi içeren duygular kümesini, belirsiz bir kuvvetin (varolma kuvveti, duygulandırılma yetisi) yeğin durumlarını enlem olarak adlandırıyoruz. Bu şekilde bir cismin haritasını kurarız. Boylamlar ve enlemler birlikte, daima değişken olan ve bireyler ve birliktelikler tarafından sürekli değiştirilen, bütünleştirilen ve yeniden bütünleştirilen Doğayı, bu içkinlik ya da tutarlılık düzlemini kurarlar. 

Bu iki kavrayış birbirleriyle karışmış  olsa ve birinden diğerine farkında olunmaksızın gidilse bile, “plan” sözcüğünün ya da bir plan fikrinin iki karşıt kavrayışı vardır. Yukardan gelen ve bir aşkınlığa dayanan bir düzenleme, gizlenmiş de olsa, tanrıbilimsel bir plan olarak adlandırılabilir: tanrı zihninde bir tasarı fakat aynı zamanda doğanın varsayılan derinliklerindeki bir evrim, ya da toplumun güç oluşturması. Bu tür bir plan yapısal veya soysal ya da aynı anda iki şekilde olabilir. O daima biçimleri ve onların gelişimlerini, özneleri ve onların biçimlenmelerini içerir. 

Biçimlerin gelişimi ve öznelerin b içimlenmeleri: bu ilk tür planın temel özelliği budur. Bu, böylece, bir düzenleme ya da gelişim planıdır. Bu şekilde o daima, kim ne derse desin, özneler kadar biçimleri de yönlendiren ve gizli kalan, asla verili olmayan, sadece onun verdiğinden sezilebilecek, varılabilecek, çıkarsanabilecek bir aşkınlık planı olacaktır. O daima ek bir boyuta sahiptir; ve daima verili olanın boyutlarına ek bir boyuta işaret eder. 

Bunun tersine, bir içkinlik düzleminin hiçbir ek boyutu yoktur; bütünlük süreci kendisi için, kendi verdiği şey yoluyla ve kendi verdiği bu şey içinde anlaşılmalıdır. O bir bütünlük planıdır, bir düzenleme ya da gelişim planı değildir. Müzik, sessizlikler, ve sesler bu tür plana aitlerken, renkler ilk tür planı gösterirler. Artık biçim yoktur fakat sadece biçimsiz bir maddenin bölünemez parçacıkları arasındaki hız ilişkileri vardır. Artık bir özne yok, sadece belirsiz bir kuvvetin bireyleştirici duygulanım durumları vardır. Burada plan sadece hareketler ve dinginliklerle, devimsel duygusal doluşlarla ilgilidir. Biz ilerledikçe o, onun bizim için algılanabilir yaptığı şeyle algılanacaktır. Her iki plan üstünde aynı şekilde yaşayamayız, düşünemeyiz veya yazamayız. Örneğin, Goethe ve belirli açılardan Hegel bile Spinozacı olarak düşünülmüşlerdir. Fakat Onlar planı asla bir Biçim’in düzenlenmesine ve bir Öznenin şekillenmesine bağlamaktan vazgeçmedikleri için gerçekten Spinozacı değildirler. Gerçek Spinozacılar, hızlar ve yavaşlıklar, dondurucu katılaşma ve hızlanan hareketler, biçimsiz öğeler ve özneleştirilmez duygular bağlamında düşündükleri için Hölderlin, Kleist ve Nietzsche’dir. 

Yazarlar, şairler, müzisyenler, filim yapımcıları – ressamlar, şanslı okuyucular bile - kendilerinin Spinozacı olduklarını göreceklerdir; Gerçekte, böyle bir şey onlara usta filozoflardan daha çok yakışır. Bu “plan”ın pratik kavranışının bir sorunudur. Bu, Onu bilmeden bir Spinozacı olunabileceği anlamına gelmez. Spinoza başka kimse tarafından değil sadece kendi tarafından oluşturulmuş farklı bir ayrıcalık sahibidir. Spinoza olağanüstü kavramsal araçlara hakim, çok gelişmiş, dizgesel ve çok çalışkan bir filozoftur. Spinoza filozof olmayan ya da resmi hiçbir eğitim almamış birinin kendisinden bir “parlama” ani bir aydınlanma alabilecek, dolayımsız, hazırlıksız bir karşılaşmanın en iyi örneğidir. Bu karşılaşma sanki birinin kendisinin Spinozacı olduğunu keşfetmesi  gibi bir şeydir; Spinoza’nın ortasına ulaşan biri bu dizgenin ya da bütünlüğün içine emilir ve sürüklenir. Nietzsche “çok şaşırdım ve büyük keyif aldım…Spinoza’yı oldukça az biliyorum: şimdi beni Ona götüren şey içgüdünün rehberliğidir”4 derken sadece bir filozof olarak konuşmaz. Çetin bir felsefe tarihçisi olan Victor Delbos mükemmel bir örnek ve aynı zamanda gizli içsel bir itki olan Spinoza’nın bu ikili rolüne vurulmuştur.5 İkili bir Spinoza okuması söz konusudur: bir taraftan, genel mefhumun ve parçaların birliğinin peşinde olan dizgesel bir okuma, diğer taraftan ve aynı zamanda, bir bütünlük fikri olmaksızın, içinde şu ya da bu parçanın hızına göre sürüklendiğimiz veya durdurulduğumuz, harekete veya dinginliğe sokulduğumuz, sarsıldığımız veya yatıştığımız, duygusal okuma. Kim Spinozacıdır? Tabii ki bu, saygınlık ve hayranlık söz konusuysa, Spinoza ve Onun kavramları “üstüne” çalışan biridir. Aynı zamanda bir filozof olmaksızın Spinoza’dan bir duygu, bir duygular kümesi, devinimsel bir belirlenim, bir itki alan ve Spinoza’yı bir karşılaşmaya, bir tutkuya dönüştüren bireydir. Spinoza hakkında biricik olan şey, filozofların en felsefisi olan Onun (Sokrates’ten farklı olarak, Spinoza sadece felsefeyi gerekser…) filozofa nasıl bir filozof olmamayı öğretmesidir. Hiçbir şekilde en zor olmayan fakat sonsuz bir hıza sahip olmakla en hızlı olan V. Bölüm’de bu ikisi, filozof ve filozof olmayan, bir ve aynı varlık olarak bir araya getirilirler. V. Bölüm’deki olağanüstü bütünlük buradan kaynaklanır; bu kadar olağanüstü olan şey orada gerçekleşen kavram ve duygunun buluşma şekli ve bu buluşmanın hazırlanma şeklinin, göksel ve yeraltı hareketler tarafından birlikte önceki parçaları birleştirmelerinin zorunlu kılınmasıdır.  

Spinoza hakkında konuşan birçok yorumcu, bir Akım uyandıracak derecede Onu sevmiştir. Başka bir karşılaştırma yeterli olmayacaktır. Filozof Delbos’un sözünü ettiği dev, sakin rüzgarı mı düşünmeliyiz? Yoksa, Ethika’yı bir kopek karşılığında almış ve her şeyin birbirine nasıl uyduğunu anlamayan tipik bir filozof olmayan fakir bir Yahudi, “Kievli adamın” söz ettiği kasırga ya da cadı sopasını mı düşünmeliyiz?6 İkisi de, çünkü Ethika sürekli olan önermeler, tanıtlamalar ve sonuçlar kümesini kavramların dev bir hareketi olarak ve öğretinin süreksiz olan dizgesini de duyguların ve itkilerin, bir dizi kasırganın bir başlangıcı olarak içerir. V. bölüm son derece yayılımlı bir birliktir. Bunun nedeni, onun aynı zamanda üzerinde en dikkatli çalışılan yeğin bir zirve olmasındandır: artık kavram ve yaşam arasında hiçbir ayrım yoktur. Fakat, önceki bölümlerde şimdiden - Romain Rolland’ın “tözün beyaz güneşi” ve “Spinoza’nın ateşli sözleri” dediği - iki unsurun bütünlüğü veya birbirine örülüşü hazır bulunmaktadır.   

Not: Daha önceden başkası tarafından taranıp word formatında paylaşılmış bu kitabı yeniden editleyip, biçim yönünden daha okunur hale getirmeye çalıştım. Umarım fayda sağlamış olur. 

Çok ama çok teşekkürler...

qooxtar

Yorum Gönder

0 Yorumlar