İNANÇ GELİŞİM TEORİSİ: İNANÇ AŞAMALARI*
Mustafa ULU
Yrd. Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
mustafaulu@erciyes.edu.tr
Öz
İnanç gelişim teorisi kaleme alındığı 1981 yılından günümüze kadar inanç ve onun
gelişimi konusunda en çok incelenen, değerlendirilen ve tartışılan teorilerden birisi
olmuştur. Bu teori üzerinde 200’den fazla çalışma gerçekleştirilmiştir. Bizzat James W.
Fowler’in kendisi, 2015 yılı Ekim ayındaki vefatına kadar sürekli olarak inanç olgusu
üzerinde çalışmalarda bulunmuş ve çok sayıda makale ve kitap kaleme almıştır. Bu
makale de Türkiye’de üzerinde çok az çalışmanın yapıldığı bir konunun detaylı olarak
incelenmesi amaçlanmaktadır. Fowler, inanç konusunda bebeklerin inanç gelişimini
kategorize eden bir ön aşama da dahil edildiğinde yedi basamaklı bir aşama modeli ileri
sürmüştür. Fowler’in teorisine göre bir aşamadan diğerine geçiş otomatik olarak
gerçekleşmemekte, bireyin bir önceki aşamada ortaya çıkan gelişim ödevlerini başarılı bir
şekilde tamamlaması gerekmektedir. Ayrıca teoride sürekli bir ilerleme meydana
gelmekte olup tamamlanan bir aşamaya geri dönmek söz konusu değildir. Çalışmanın son
bölümünde ise kısa bir şekilde insanların hangi inanç basamağında oluklarının tespit
edilmesi amacıyla Fowler tarafından geliştirilen ‘İnanç Gelişim Mülakatı’ hakkında bilgi
verilmektedir.
* Bu makale yazarın “Dindarlığın Tanımı, Boyutları ve Ölçülmesi Üzerine Psikolojik Bir
Araştırma -Erciyes Üniversitesi Öğrencileri Örneği-” isimli doktora tezinden üretilmiştir.
Giriş
James W. Fowler, deneysel bir araştırma programı bağlamında bir
inanç gelişim teorisi geliştirmeyi amaçlayan uygulamalı bir teologdur. James
W. Fowler’ın inanç gelişim teorisi, son otuz yıl içerisinde ortaya çıkan en
önemli dini ve manevi gelişim modellerinden biridir. İnanç gelişim teorisi,
insan yaşam döngüsündeki dini/manevi değerler ve davranışların
gelişiminin evrimsel sürecini anlamayı amaçlayan disiplinler arası bir
yaklaşımdır. Bu model, din eğitimini, dini danışmanlık çalışmalarını ve
gelişim psikolojisini etkilemiştir (Parker, 2006, s. 337). Fowler’in “inanç
aşamaları” modeli, 200’den fazla araştırma projesine ilham vermiş (Fowler,
1990, s. 399-401), tartışma ve ilgi odağı olmaya da devam etmektedir (Streib,
2001, s. 143; Streib, 2005, s. 99).
Fowler, 1981 yılında teorisine ilişkin ilk metinleri kaleme almaya
başladığında “inanç gelişimi”, din psikolojisi çalışmaları açısından nispeten
yeni bir kavramdı. Fowler bu kavramı, Hristiyan düşüncesi ve psikolojik
gelişim teorileri kullanarak açıklamıştır. Bu nedenle Fowler’in inanç gelişimi
kavramını Hristiyan geleneği ve Piaget’in “Bilişsel Yapısal Gelişim Teorisi”,
Erikson’un “Psiko-sosyal Gelişim Dönemleri” ve Kohlberg’in “Ahlakî Gelişim
Teorisi” ismindeki psikoloji ve eğitimle ilgili çalışmaları üzerine inşa ettiği
ifade edilebilir (Fowler, 2001, s. 159).
Kohlberg’in öğrencilerinden olan James Fowler, Piaget’in teorisini baz
alan araştırmaların sınırlılıklarından bazılarını göstermeye çalışmıştır.
Fowler, Piaget’nin kendi araştırmalarından ziyade Kohlberg’in ahlaki gelişim
alanında Piaget’nin teorisini ve metodolojisini detaylandırmasından ve
geliştirmesinden oldukça etkilenmiştir. O, bireyin anlamlandırma ve
ilişkilendirme şeklinin gelişimsel yolunu, bireyin “nihai çevresi” (Fowler,
1995, s. 92-93) olarak isimlendirmiş ve bunu ortaya koymak için çok boyutlu,
Kohlberg’in ahlaki gelişim modeline yapısal olarak dikkat çekici şekilde
benzeyen 6 aşamalı bir inanç gelişim modeli geliştirmiştir (Gottlieb, 2012, s.
246-247).
İnanç gelişimi teorisi, esasen 1970 ve 80’lerde, insanoğlunun tanrıyı
ya da yüce bir varlığı zihninde nasıl canlandırdığını ve bu yüce varlığın temel
değerler, inançlar, bireyin kişisel yaşamı ve diğer insanlarla ilişkilerindeki
manalara nasıl bir etkisinin olduğunu anlamak adına bir taslak olarak öne sürülmüş (Fowler & Dell, 2006, s. 34) olsa da teoriye gösterilen yoğun ilgi
eleştirileri de beraberinde getirmiştir. Jardine ve Viljoen, Fowler’in kişilik
teorilerini hesaba katmadığını ve Piaget’in yapısal gelişimsel yaklaşımına
aşırı derecede dayandığını ifade ettikten sonra Fowler’in iddialarının aksine
inanç gelişiminde etkili alanların büyük ölçüde göz ardı edildiğini iddia
etmişlerdir (Jardine & Viljoen, 1992, s. 74-85). Broughton, ise teori hakkında
iki eleştiri ortaya koymuştur. Bunlardan ilki olan yapısal eleştiri teorinin
metodolojisine yöneliktir. Broughton’a göre orijinal çalışmanın altıncı
aşamasında sadece bir tane katılımcı bulunması, erkeklerin kadınlara oranla
daha yüksek puanlara sahip olması, örneklemin etnik ve dini önyargılara
sahip olması ve mülakat protokolünün arkasında sağlam temellere dayanan
bir mantık olmaması, metodolojik olarak teorinin geçerliliğini ve
güvenirliğini olumsuz etkilemektedir. Ayrıca Broughton, insanların
yaşantıları konusunda doğru ve kesin ifadeler kullanabilme kabiliyetlerinin
de metodoloji açısından endişelerini güçlendirdiğini belirtmiştir. İkinci
eleştiri ise teorinin diğer dinleri de içerecek şekilde genişletilmesidir.
Broughton’a göre Fowler’in orijinal örneklemindeki Katolik ve Hristiyanların
ezici çoğunluğu evrensel olarak teorinin bütün dinlere uygulanabilmesi
önündeki en büyük engeldir (Broughton, 1986, s. 90-114).
A. Aşamalar
Piaget ve Erikson gibi teorisyenlerden büyük oranda etkilenen Fowler,
inanç hakkında bebeklerin inanç gelişimini kategorize eden bir ön aşama da
dahil edildiğinde yedi basamaklı bir aşama modeli ileri sürmüş ve inanç
gelişimindeki değişimin sadece ileri doğru olduğunu vurgulamıştır (Hart,
Limke, & Budd, 2010, s. 123). Fowler’in inanç gelişim teorisinde bireyin
bulunduğu inanç aşamasından geriye doğru gitmesi söz konusu değildir.
a. Aşama 0: Temel inanç (bebeklik)
Aslında bu dönem bir aşama değildir. Çünkü diğer basamaklarda
olduğu gibi sonraki aşamaların çeşitli yapıları, bu basamağa ilişkin aynı
deneysel doğrulama için uygun değildir. Erikson’un psiko-sosyal gelişim
aşamalarından ilki olan temel güvene karşı güvensizlik aşamasına dayanarak
Fowler, bebeklerin güvene dayalı bir ilişki kurma konusunda doğuştan gelen
bir kabiliyete sahip olduğuna inanır (Fowler, 1995, s. 119-120). Fowler,
yaşamın ilk, konuşma öncesi döneminde bebek ve birincil bakıcı arasındaki
karşılıklı etkileşimi inancın temeli olarak görür (Parker, 2006, s. 339). Bu
gelişmemiş inanç, bebeklik dönemi boyunca meydana gelen ayrılıklardan
kaynaklanan kaygıyı dengelemek ya da ortadan kaldırmak için bizi aktif hale
getirir ve bebek bakımının, duygusal değişimin ve karşılıklı ilişkinin temel
ritüellerini biçimlendirir. Çocuk büyüdükçe bu ilişki de yaşamın sonraki
dönemlerinde inanç gelişiminin temellini oluşturur (Neukrug, 2012, s. 310).
Ancak sonraki inancımızın seyrini belirlememesine rağmen bu gelişmemiş
inancın, inancın üzerine inşa edileceği temelde ya da sonraki inanç
dönemlerinde yeniden inşa edilmesi gerekir.
Çocuk ve ebeveyni ya da bakıcısı arasındaki bağ, çocuğun gelecekteki
ilişkileri açısından önemli sonuçları olan bir süreçtir. Bu bağ, doğumda
başlayan ve daha sonra aylarca beslenen ve devam eden, bireysel yetişkin ve
çocuk birlikteliğine özel ve fiziksel yakınlığı hem uyaran hem de onun
tarafından uyarılan duygusal bir birlikteliği ifade eder. İlk bakıcısına başarılı
bir şekilde bağlandıktan sonra çocuk duygusal olarak bağlanma yeteneğini
diğer insanlarla iletişim kurmak adına genelleyebilir. İlk yıl çocuğun diğer
ilişkilerde sağlıklı bağlar kurma yeteneğini şekillendirme konusunda çok
önemlidir. Erkek ya da kız birçok bebekte yetersiz bakım, istismar ve ihmal
bu çok önemli süreci olumsuz etkiler. Bu ilk aşamada, dil öncesi güven eğilimi
kişinin ebeveynleri ve diğer bakıcılarıyla ilişkilerinin birlikteliğiyle oluşur.
Bu güven duygusu, kaygıyı ve bebeklik döneminde meydana gelen
güvensizliği engeller (Fowler & Dell, 2006, s. 37). Aşama I’e geçiş, konuşma
ve oyunlarda sembollerin kullanılmaya başlamasının sonucunda düşünce ve
dilin yakınlaşması ile başlar
(Fowler, 1995, s. 121).
b. Aşama I: Sezgisel-Yansıtıcı İnanç (4-6)
Fowler’in teorisinde birinci aşama olan sezgisel-yansıtıcı inanç, dört
ile altı veya yedi yaşları arasındaki çocukların özelliğidir. Dilin öğrenilmesi
ve okul öncesi çocuğun zengin hayal dünyası ile karakterize edilen bu aşama
aslında kişinin kendisini ilk kez fark ettiği aşamadır (Parker, 2006, s. 339).
Piaget’in işlem öncesi aşamasına dayanarak Fowler, bu aşamadaki
çocukların genellikle hikayelere, duygulara ve betimlemelere ilgi duyduğunu
ifade eder. Bu dönemde çocukların dünyası mantık üzerine kurulu değildir,
aksine sembollere dayalı bir gizemdir ve yetişkinlerin inançlarından büyük
ölçüde etkilenir (Fowler, 1995, s. 133). Semboller ve hikayeler, tamamen
ezberlenir. Bu aşamada inanca, mantıksal düşünce tarafından kuşatılmamış
hayal gücü hakimdir (Gottlieb, 2012, s. 276). Bu dönemde hikayeler,
semboller tarafından uyarılan ancak henüz mantıklı düşünme tarafından
kontrol edilmeye başlanmayan hayal gücü, kalıcı inanç imgeleri oluşturmak
için algı ve duygularla birleşir. Bu imgeler bireyin yaşamını çevreleyen hem
koruyucu hem de korkutucu güçleri temsil eder. “Tanrı”, Süpermen veya
Santa Claus’tan farklı, güçlü bir hayali varlıktır (Parker, 2006, s. 339).
Bu aşama yaşamın ikinci yılındaki ahlaki duyguların ve standartların
farkına varma ile uyumludur. Ayrıca o, tabuların ve kutsalın ve otonominin
dengelenme mücadelesinin farkındalığı ile de uyumludur. Bu dönemde Tanrı
sembolleri, bilinçli bir form kazanır. Bu dönemde çocuk, Tanrıyı, iyiliği ya da
iradeyi anlayabilmek için yaşamın ilk yıllarında duygusal açıdan bağlı olduğu
ebeveynleri ya da çevresindeki diğer yetişkinler hakkındaki tecrübelerini
kullanır (Fowler, 1991b).
Çocuklar yaklaşık iki yaşında dil yeteneklerini geliştirmeye başlarlar.
Onlar, etrafta özgür ve araştırmacı bir şekilde hareket edebilirler ve kendileri
hakkında sorular sorabilirler. Onların yaşamları, bir fantezi, öyküler,
tecrübeler ve betimleme dünyasıdır. Bu aşama boyunca kendileri tecrübenin merkezindedir. Çocukların tecrübe ettikleri şeyleri öğrenmesi ve
düzenlemesinde içsel yapılar mevcut değildir. Bu aşamadaki yaşam, organize
edilmemiş imgelerin bir resmidir. Bu imgeler, günlük yaşamın gerçek
olaylarını ve çocukların hayal ürünü fantezi yaşamlarını içerir. Bu dönemde
çocuklar, ebeveynlerine ve diğer yetişkin figürlere tamamen bağımlıdır. Bu
aşamada otorite, fiziksel ölçü ya da üniforma gibi harici sembollerin gücüne
dayandırılır. Bu aşamada çocuklar, öyküler ve başkalarının davranışlarından
etkilenir. Fowler, bu aşamanın gücünün, hayal gücünün gelişmeye
başlamasının, güçlü imajlar ve öykülerdeki sezgisel anlayış ve duygulara
sahip olma kabiliyetinin altında yattığını iddia eder (Fowler, 1995, s. 122-
134).
Bu aşamada çocuklar, tamamen uysal olurlar ve etraflarındaki kişileri
taklit ederler. Bu aşama, inanç gelişimi için bir fırsat sunar. Ancak bu fırsat,
aynı zamanda eğer çocuk korku veren bir ortamda bulunuyorsa çocuğun
inancı geliştirme kabiliyetini kısıtlayabilir (Fowler, 1995, s. 134; Neukrug,
2012, s. 310).
Bir sonraki aşamaya geçişi hızlandıran en önemli faktör, somut
işlemler düşüncesinin ortaya çıkışıdır. Söz konusu geçişin merkezinde
çocuğun nesnelerin mahiyetini bilme isteği ve gerçek olanla gerçek gibi
görünen şeyler arasındaki ayrımların kökenini netleştirme arzusu yer alır
(Fowler, 1995, s. 134).
c. Aşama II: Öyküsel-Lafzî İnanç (6-8)
Fowler ve Dell, Melvin Levine’nin 6-8 yaşları arasındaki orta çocukluk
dönemi için 12 ‘gelişimsel amaç’ belirlediğini naklederler. Bunlar: 1. öz
saygıyı korumak, 2. öncelikle akranları tarafından, sosyal kabul görmek, 3.
bireyselliği uyumla bağdaştırmak, 4. rol modelleri belirlemek ve onları
izlemek, 5. değerleri sorgulamak, 6. aile içinde başarılı hissetmek, 7.
özgürlüğü ve otonominin sınırlarını araştırmak, 8. bilgi ve yetenek açısından
gelişmek, 9. bedeniyle barışık olmak, 10. korkularla başa çıkmak, 11. dikkat
çekme, maddi istekler, yeme vb. dürtüleri de içeren istek ve güdüleri
sınırlandırmak ve kontrol etmek, 12. ‘kendini bilmek’ ya da öz bilinç
durumunu geliştirmek. (Fowler & Dell, 2006, s. 38)
Piaget’in somut-işlem olarak isimlendirdiği dönemine girdikten sonra
bu aşamadaki çocuklar, özellikle inancın lafzî yorumları açısından
çevresindekilerden kolaylıkla etkilenir. Bireyin geleneklerindeki semboller,
hikayeler ve inançlar, tek boyutlu ve lafzî olarak değerlendirilir. Onlar,
oldukları şeylerdir. Çocuklar, mantıklıdır, nedenselliğe inanırlar ve
ebeveynleri gibi otoritelerin inandığı gerçeklere güvenirler. Bu nedenle
özellikle çocuğun çevresindekiler, onun anlamlandırma sisteminin
gelişiminde önemli rol oynarlar.
Bu dönemde somut işlemsel düşünme yani mantıklı düşünme
kabiliyetinin gelişmesi dünyayı nedensel, sayısal ve yer ve zamana dayalı olarak kategorilere ayırarak düzenleme konusunda çocuğa yardım etmek
için ortaya çıkar. Bu dönemde çocuk, gerçeği hayalden ayırabilir.
Başkalarının dünya görüşlerini fark etmeye ve hayatı ve hem hikaye hem de
öykülerdeki manayı anlamaya başlayabilir.
Bu ikinci aşamaya geçişte çocuk, ister istemez ‘somut operasyonel
düşünme’nin bilişsel gelişim dönemine geçecektir. Bundan dolayı çocuk,
uzayın, zamanın ve nedenselliğin durağan kategorilerini resmedebilir. Bu
aşamadaki çocuk için dünya, çizgisel, düzenli ve tahmin edilebilirdir.
Çocuklar bu aşamada, mantıksal olarak daha iyi düşünebilirler. Onlar,
kendilerinin dışındaki birisinin perspektifini alabilirler; bunun anlamı, onlar
dürüstlük konusunda net bir his geliştirebilmesidir. “Bu aşamadaki inanç,
öykülere, kurallara ve ailenin anlamının tamamının ifade edilmeden
anlaşılan değerlerine güvenin konusu olur” (Fowler, 2000, s. 55).
Bu aşamadaki çocuğun dünyasının sınırları genişlemiştir. Ailenin ilk
etkisi, öğretmenlerin, okulun, televizyonun, filmlerin ve okuduğu kitapların
etkileriyle birleşmiştir. Bu genişleme, çocuğa etki eden faktörlerin
çeşitliliğinden dolayıdır. Çocuk burada “bizim gibi olanlar” düşüncesiyle
çevresindekilerle normal olarak güçlü ilişkiler kurar, “farklı” olanlara ise
eleştirel gözle bakar (Fowler & Keen, 1985, s. 50). Bu aşama boyunca çocuk
“öyküleri onaylamaya” başlar ve kendi toplumuna ait sembollere inanır.
Semboller, tek boyutlu ve lafzî olarak değerlendirilir. Hikaye ve öykü
tarafından güçlü bir şekilde etkilenmesine rağmen bu aşamadaki çocuklar,
geri çekilemezler ve olaylara tarafsız bir gözlemcinin pozisyonundan
bakamazlar.
Öyküsel-Lafzî aşamada, çocuk, ergen ya da yetişkin, içselleştirme
sürecini henüz başaramamıştır. Yani 10 yaşındakiler henüz güvenilir
biçimde kendi hislerine sahip değillerdir. Benzer şekilde, Tanrıyı da özellikle
kişisel terimlerle anlayamazlar ya da tanrıya son derece ayrıştırılmış içsel
duygular ve kişilerarası hassasiyetler atfedemezler. Bu yüzden nesnelerin
düzeninin daha geniş bir anlamda anlaşılması adına, bu aşama temel
doğruluk ve etik mütekabiliyet çizgilerinin yanı sıra Tanrının hükmü ve
kontrolü altındaki evrenin kozmik örüntüsü olan nihai ortamı oluşturur.
Tanrı, bir hükümdar ya da ata olarak genellikle tutarlı ve şefkatli bir model
üzerine kurgulanır. Bu dönemde, iyiliğin ödüllendirildiği, kötülüğün ise
cezalandırıldığı kozmik bir doğruluk algısının işe yaradığı görülür (Fowler &
Dell, 2006, s. 38).
d. Aşama III: Yapay-Geleneksel İnanç (12-13):
Çocuk ergenliğe girdiğinde Piaget’in soyut işlemler dönemine de girer
ve giderek daha karmaşık ve soyut dünya görüşüne sahip olmaya başlar. Bu
aşamada birey, başkaları ile etkileşimini kusurlu bulabilir ve değer
sisteminin gelişimi için önemli olan şeyi fark edebilir. Sonuçta bu aşamadaki
birey, kendi sosyal atmosferindeki bazı bakış açılarını kendine özgü bir anlamlandırma sistemi içerisinde sentezler. Ancak birey kendi sosyal
atmosferine sıkı bir şekilde bağlı olduğu için bu anlamlandırma sistemi,
yeteri kadar gelişmemiştir. Çünkü bu sistem, sadece mevcut sistem
içerisindeki değerleri yansıtır. Bu nedenle bireyin inancı, kendine yakın
olanlar temelinde kendine özgüdür.
Formel işlemsel düşünmenin ortaya çıkışı, bireyin dünyayı
anlamlandırabilmesi için soyut düşünce ve kavramlara güvenmenin yolunu
açar. Kişi bu aşamada geçmiş tecrübelerini hatalı bulabilir ve onlara anlam
ve doku kazandıracak yeni anlamlar arayabilir. Aynı zamanda bireyin kişisel
geleceği ile ilgili kaygılar ve bireyin kişisel ilişkileri önemli olmaya başlar.
Yeni bilişsel kabiliyetler, karşılıklı olarak bireyler arası bakış açısı kazanmayı
mümkün hale getirir (Fowler, 1991b). Bu aşamada değerleri anlamlandırma
ve onlara bağlanma süreci kişiye, önceki aşamalarda mümkün olmayan daha
kişilerarası bir boyut kazandırır. Öz-kimlik ve inanç, değerli başka şeylere
yakından ilişkilidir ve derinden hissedilen düşünce incelenmemiştir. “Tanrı”,
iyi bir arkadaşlığın kişilerarası özelliklerine benzer (Parker, 2006, s. 339).
Fowler ‘Yapay’ terimi ile bu düzeyde bireyin birleştirilmiş bir kimlik
içerisindeki yaşamının ayrı öğelerini birlikte çizmeye çalışabileceğini ifade
eder. ‘Geleneksel’ terimi ile de bir grup önemli kişinden kaynaklanan ve
çoğunlukla sınanmadan kabul edilen, onların sahip olduğu değerleri ve
inançları gösterir (Fowler, 1995, s. 173).
Bu aşama, genellikle ergenlerin özelliğidir fakat pek çok yetişkinin
saplanıp kaldığı bir yer haline gelir. Bu aşamada inanç, değer verilen kişilerin
yargıları ve beklentilerine göre düzenlendiği için uyumlu bir yapı arz eder.
Bu aşamada bireyler, belirli bir inanç ve değer sistemine zımnen
bağlanmakla birlikte bu sistemin diğer pek çok sistemden yalnızca biri
olduğunun farkında değillerdir (Gottlieb, 2012, s. 276).
Ancak yine de bu düzeydeki bir kişi derin inançlara sahip olsa da henüz
bu inançlar genellikle ciddi bir şekilde sınanmış değillerdir. Fowler’a göre
üçüncü aşamadaki bireyler, inançlar ve değerlerin tutarlı bir şekilde bir
araya gelmesiyle vücut bulan bir ideolojiye sahiptir. Fakat o henüz bunları
incelemek için somutlaştırmamıştır ve bir anlamda onlara sahip olduğundan
habersizdir
(Fowler, 1995, s. 173).
Bu aşamada bir birey çok faklı rollere girebilir. Bunların hepsinde
farklı bakış açıları, inançlar, ideolojiler ve işletim yolları vardır. Bu durum, bu
rollerin her birinin birey hakkındaki farklı beklentilerde bulunabileceği
gerçeği ile örtüşmektedir. Çünkü özkimlik başkalarının tahminlerine ve
yargılarına ayrılmaz bir biçimde bağlanmıştır. Fowler, kendi farklı rolleri
içerisinde onların üzerindeki beklentilerin ya da yargıların uyumsuzluğu ile
başa çıkmakta bireylerin bir ya da iki strateji kullanabileceğini ileri sürer.
Bunların ilkini o, “yoğun düşünme” olarak isimlendirir. Bu strateji altında
birey, bir grup içerisindeyken onların beklentilerine başka bir grup içerisindeyken de onların beklentilerine uygun olarak davranır. Bu
uyumsuzlukla başa çıkmada kullanılan diğer strateji ise bir kişisel
“otoritelerin hiyerarşisi” oluşturmaktır. Onunla bir grubun beklentileri ve
otoritesi öncelikli olarak görülür ve diğerleri bunun gerisinde bırakılır. Bu
aşamadaki insanlar genellikle kendi kiliselerine kuvvetli bir bağlılık hissine
sahip olan işçiler ve hizmetçilerdir. Onlar, genellikle inanca analitik yaklaşım
sergileyemezler. Fowler bu aşamadaki insanları “Tanrıyla ve çevrelerindeki
önemli kişilerle bir ilişki arayan ve bu ilişkiyi devam ettirebilmek için önemli
kişilerin kendileri hakkındaki beklentilerine uyarak yaşamaları gerektiğini
hisseden” kişiler olarak tanımlar (Fowler, 1987, s. 87).
Bu dönemde bireyin kendindeki ve nesnel ilişkiler örüntülerindeki
noksanlar giderilip iyileştirilmezse, bunlar ergenlikteki kimlik ve ideoloji
oluşturma görevlerinde bilişsel yeteneklerin kullanımını engelleyebilir.
Ergenlerin ve yetişkinlerin duygusal ve bilişsel fonksiyonları arasında direkt
olarak erken çocukluktan gelen bu tarz çözülmemiş meseleler ve ilişkilere
atfedilebilecek bölünmelere sık sık rastlarız. Bazen yapıcı bir narsist olarak
Tanrı potansiyeli bir kenara konmalıdır çünkü Tanrı sadece ilk baştaki ve en
göze çarpan nesnel ilişkilerimizdeki tecrübelerimizden meydana gelen utanç
verici ve narsist niteliklerle duygusal olarak doldurulabilir.
Yapay-geleneksel inancın tek kesin sınırı üçüncü şahıs
perspektifinden bakmanın eksikliğidir-kendini ve diğerini aynı çerçevede
tutacak bir perspektif oluşturacak ve işletecek, kişiler arası ilişkiler söz
konusu olduğunda gelişen bir tarafsızlığa temel sağlayacak bir gücün
eksikliği. Bu demek oluyor ki, yapay-geleneksel karakter, bireyin kimliği ve
diğerleri için taşıdığı manayla ilgili doğrulama ve açıklık konularında önemli
şahıslara bağımlı olmasıyla, henüz kendilerinin dışında bir bakış açısından
kendi-diğerleri arasındaki ilişkileri görüp değerlendirebileceği bir üçüncü
şahıs perspektifine sahip değildir. Yapay-geleneksel dönemde genç birey ya
da yetişkin ‘Onların istibdadında’ yani nüfuzlu, önemli şahısların tepkileri ve
değerlendirmelerinde- kapana kısılmış kalabilir (Fowler & Dell, 2006, s. 40).
e. Aşama IV: Bireysel-Tefekküri İnanç (18-19):
Bireysel-yansıtıcı inanç şeklinde adlandırılan dördüncü aşama çift
gelişmeyle kendini gösterir. Bireyler, kendi kimlikleri ve genel görünüşleri
üzerinde artan bir oranda eleştirel olarak düşünebildikleri için başkalarının
yorumları, yargıları ve anlamlarından bağımsız olan kendilerine ilişkin
kavramları ve kendi sınırlarının bilincine vardıran açık anlam sistemlerini
oluşturmaya başlarlar. Özellikle dördüncü aşama sembollerin, hikayelerin ve
mitlerin kavramsal anlamlara dönüştüğü bir mitolojiden arınma aşamasıdır
(Gottlieb, 2012, s. 276).
İnancın bu aşaması, bireyin inancı ve onun benlik üzerindeki etkisi
konusunda kasıtlı yansıtma ile karakterize edilir. Bireyin kendi inancı ya da
anlamlandırma şekli hakkındaki bu güçlü, kritik yansıtması, tutarsızlıkların ve paradoksların ortadan kalkmasına bağlıdır. Ayrıca bu güçlü ve kritik
yansıtma bireyi önceki değerli inanç gruplarına yabancılaşmış biri haline de
getirebilir. Tanrı, gerçeklik, adalet, aşk vb. şeyler hakkındaki prensiplerin
bizzat kendisidir (Parker, 2006, s. 339).
Bu aşamaya ulaşan bireyler artık kendi inanç gelişimlerinin
sorumluluğunu alma kabiliyetine sahiptirler. Bu duruma, bireyin sadece bu
aşamadaki sosyal atmosferine temel oluşturan değerlerden vazgeçebilme
kabiliyeti ve içgözlem ve tefekkür vasıtasıyla yeni bir anlamlandırma sistemi
geliştirebilme kabiliyeti somut örnek teşkil eder. Bu aşamadaki birey, inancın
farklı türleri olduğunu fark eder ve güçlü ve zinde bir şekilde yeni bir
ideolojiye doğru ilerleyebilir.
Bir yandan kişi, bireysel-tefekküri aşamaya girerken diğer taraftan da
yaşamındaki bu noktaya kadar biçimlendirdiği değerleri ve inançları
sorgulamalı, incelemelidir. Bu gerçekleştiğinde artık inançlar, net olmayan
(incelenmemiş) bağlılıklardan ziyade kesin (şuurlu olarak seçilen)
bağlılıklara dönüşür. Bireyler, ergen oluncaya kadar yaşamının dramasında
oynayacağı çok sayıda karaktere sahip olur. Bireysel aşamanın görevi,
“yönetici egoyu” meydana getirmektir. Bu bireyin yaşamının sorumluluğunu
yeni bir şekilde üstlenmesi, yansıtıcı otonominin ve sorumluluğun yeni bir
niteliğini istemek anlamına gelir (Fowler, 1991a).
Üçüncü aşamadan dördüncü aşamaya geçiş genellikle ertelenmiş,
kolay anlaşılamayan, tamamen dengesizleşebilen ve bir kişi için kolayca
yönlendirilemeyen bir süreçtir. Bireysel-Yansıtıcı aşamaya geçmeye,
“kişilerin inanç ve kimliklerini oluşturan öğeler hakkında nesnel, ölçülebilir
ve kritik seçimler yapmalarını gerektiren bir çeşit tecrübe sebep olur”
(Fowler, 2000, s. 62).
Yapay-Geleneksel aşamadan Bireysel-Yansıtıcı aşamaya geçiş
sırasında iki anahtar süreç meydana gelir:
1. Kişiliğin temelinde ve yöneliminde bir değişim olmalıdır. Bir benlik
tanımından kişinin ilişkilerine, rollerine ve onlara uygun olan
beklentiler ağına ulaşılır. “Yönetici ego”nun ortaya çıkması gerekir.
Benliğin ayrımı kişinin takındığı maskelerin (personae) ve taşıdığı
rollerin ötesindedir. Bir nesnelleştirme ve sistemli bir birlik halinde
alınan kişinin inançları, değerleri ve bağlılıkları eleştirel bir seçime
tabi tutulmalıdır. (Fowler, 2000, s. 62).
2. İkincisi, bu geçiş yetişkin yaşamında meydana gelir. Geçiş, bireyin
otuzlu ya da kırklı yaşlarına kadar geciktirildiğinde “bütün
biçimlendirilmiş roller ve ilişkiler ağına tamamen dağılabilir.” Yani
hayatın diğer bütün yönlerini de etkileyebilir. Bazen insanlar, yukarıda
anlattığımız iki değişimden sadece biri ile meşgul olurlar (Fowler,
2000, s. 62).
Dördüncü aşamada birey, önceki önemli kişi ve önemli grupların
kendisini kuşatan etkisinden kurtulmaya başlar. Bu aşamadaki insanlar
kendilerini ve başkalarını sahip oldukları “güvenilirlik, benzerlik ve
tutarlılığa” karşı daha sorumlu tutma eğilimindedirler (Fowler & Keen, 1985,
s. 70). Kendi inançlarının, eylemlerinin ve kararlarının sorumluluğunu almak
bu aşamadaki insanlar için önemlidir. Onlar, kalabalığı takip etmezler. Kendi
kararlarını vermek onlar için çok daha önemlidir.
İki önemli gösterge bireysel-mütefekkir inanca işaret eder. İlk olarak
birey, değerler, inançlar ve bir önceki aşama olan yapay-geleneksel aşamayı
oluşturmanın bir parçası olarak kabul ettiği taahhütler üzerine eleştirel bir
şekilde düşünme yeteneğini geliştirmiş olmalıdır. Bu derinlerde tutulan
inançların revizyonu açısından sancılı bir süreç olabilir. İkincisi, kişi diğer
bireylerle, kurumlarla ve bireyin o zamana kadar ayakta durmasının kanıtı
olan dünya görüşüyle bağlantılı bağımsız yargı yeteneği taşıyan bir öz kimlik
ve öz-değer geliştirme adına mücadele etmesi gerekir. Bu dönemin temsili
soruları: birisinin kızı, oğlu ya da eşi olarak tanımlanmadığımda kimim?
Eğitim, iş ve profesyonel kimliğimden ayrı olarak kimim? Arkadaş çevrem ve
aile topluluğunun da üzerinde kimim? Bireysel-mütefekkir duruşu
oluşturmada, kalıtımla geçmiş ya da tanıdık semboller, itikatlar, inançlar,
gelenekler ve dini göstergeler dikkatlice gözden geçirilir ve diğer inanç ve
geleneklere ait olanlar ne sunmak zorunda kalacaklarıyla alakalı
değerlendirilebilir. Bu değerlendirme laik değerler sistemi, dünya görüşleri
ve onları destekleyen çevrelere de uygulanabilir. Sonunda, tanıdık ya da
geleneksel inançlar ve pratikler reddedilip terk edilmeyebilir, fakat
duruyorlarsa, farkındalık, açıklık ve kasti seçimle duruyor olurlar (Fowler &
Dell, 2006, s. 41).
Bireysel-Yansıtıcı aşamada, ilişkiler, kişisel bağımsız kimlik ve
başkalarının bağımsız kimliğine saygı duyma düşüncesi üzerine kurulur.
Fowler, bu düzeyde “kişilerin grup(lar)a ahlakî sorumluluğun daha geniş
olduğunu hesaplayarak bir kimlik ve çevre kazanma amacıyla katıldığını”
söyler. En azından bu, farklı grup ilgilerinin göreliliğinin ve çeşitliliğinin
resmen kabulüdür ve sınıflar, etnik ya da radikal gruplar, ulusal topluluklar,
dini cemaatler vb. diğer grupların bakış açılarını ve iddialarını öğrenme
zorunluluğunun da zımnen kabulüdür (Fowler & Keen, 1985, s. 72).
Bireysel-Yansıtıcı inanç aşamasında semboller, mitler ve ibadetler
eğer kullanışlı kavramlara dönüştürülebilirlerse anlamlı bulunurlar. Bu
kavramların kullanışlılığı, onların, bireylere kişisel anlam ve inançlarının,
eylemlerinin, durum ve kararlarının ‘manasını’ kazanmak için yardım
etmeleriyle sınırlıdır. İbadetler, semboller ve mitler altında yatan mananın
fark edilmesinden dolayı kullanışlıdır. Onlar, gerçeğin örnekleri olarak kabul
edilebilirler.
Bu aşamanın tehlikesi ise, diğer aşamalarla birlikte, aşamanın
gücünün aşırı önemsenmesidir. Dördüncü aşamadaki insanlar, kendilerini normal olarak kendilerine güvenen, kendilerini güdüleyen, kendilerini
yöneten ve kendilerini onaran üniteler olarak görürler. Bu sadece, aşamanın
gücünü belirleyen topluluk ve ilişkiler gereksinimine karşı olarak kişiliğin
konumunun aşırı potansiyelde olmasıdır. Fowler’e göre bu durumda olanlar,
kendilerini büyük görme hissine kapılabilirler. Bu aşırı kendini beğenme
durumunda ise kendilerine verilen ayrıcalıklarını ve daha sonra kendilerini,
ilişkilerini ve her ikisi üzerinde yıkıcı bir etkiye sahip olan ahlaki bocalamayı
yaşayabilirler. Kişiliğin bağımsızlığı, bir sönüşe, aşırı eleştirel bir davranışa
ve kendi hakkında bir umutsuzluğa götürebilir (Fowler, 1987, s. 91-92).
Bu aşamadaki insanlar, bağımlı olmaları gereken bir liderlik yapısıyla
kolay bir şekilde uyuşamazlar. Onlar, özel eğitimli liderler, kutsanma ayinleri
vb. tarafından çok az etkilenirler. Onlar, kendi kişisel durumlarını onaylayan
ve onlara saygı duyan, grubun aldığı kararlara katılmalarını sağlayan bir
liderlik yapısı isterler. Onlar, grup içinde anlaşmazlık olsa bile eleştirme ve
tartışma konusunda daha rahattırlar. Önceki aşamalarda potansiyel olarak
korkutucu görülen çatışma ve anlaşmazlık, şimdi daha olumlu şekilde
görülür hatta bazen zevk bile verebilir.
f. Aşama V: Paradoksal-Birleştirici İnanç (30’dan 32 yaşına kadar):
İnancın bu göreceli tecrübesi, birey kendi inançlarını reddetmeden,
farklı inançlara mensup kişilere saygı gösterdiğinde ve onların inançlarının
da doğru olabileceğini kabul ettiğinde meydana gelir. Bu, bireyin kendi inanç
geleneği ile ilgili sembol ve metaforların anlamını yeniden keşfetmesidir. Bu
aşamada diğer bakış açılarına karşı bir açıklık, kendi dünya görüşüne bir
bağlılık ve bilinen ya da bilinmeyen her şeye ilişkin olarak bir tevazu hissi
vardır.
Bu aşama, “göreceliliğe bağlılığa” karşı güçlü bir eğilime sahiptir.
Bu aşama, sembolik gücün kavramsal anlamlarla birleştirildiği “ikinci
bir saflık” aşamasıdır. Bu aşamaya orta yaşlardan önce nadiren ulaşılır ve bu
dönem, paradokslara açıklıkla ve bir grubun en güçlü sembollerini, mitlerini
ve ritüellerini aynı zamanda bunların göreceli ve kısmi olduğunun da farkına
vararak takdir etme ve onlara katılma kapasitesiyle karakterize edilir
(Gottlieb, 2012, s. 276). Bu dönemde sosyal kapsamın sınırlarını genişletme
arzusu ile birlikte inancın görünen paradokslarını bir araya getirme biçimini
arzulamak ortaya çıkabilir. Kişi zıtlıkları saf bir şekilde ya da eleştirmeden
kabul etmese bile, Tanrının gizem ve paradoks içerdiği görülür (Parker,
2006, s. 339).
Birleştirici inanç aşaması, tüm doğrulara birçok perspektiften
yaklaşılabileceğini ve inancın bu çoklu perspektifler arasındaki gerilimi
dengelemesi ve sabit tutması gerektiğini kabul eden yetişkin bir kişinin
karakteristiğidir. Bu aşama paradokslardan yola çıkar. Ayrıca bireyin
yaşamındaki kutupların ve zıtlıkların kucaklanmasını ve birleştirilmesini
gerektirir. Bu aşamada hem bireyin kendi geleneğinde hem de diğer
kültürlerde bulunan sembol ve hikaye, metafor ve mitin yeni bir yaklaşımla değerlendirildiği görülür. Geleneklerine eleştirel bir gözle bakarak ve onların
anlamlarını kavramsal anlayışlara dönüştürerek birey, sembollerin aracılık
ettiği gerçeklikle kurulacak daha derin ilişkiye duyulan açlığı tecrübe eder.
Bu aşamada bireyin kutsal metinlerin anlamlarını bireyin kendinin
yorumlamasından ve biçimlendirmesinden ziyade kutsal kitapta anlatılan
hikayelerin bireyi kendi içine çekmesine ve bireyin yaşantısını düzelterek ve
dönüştürerek yorumlamasına izin vermesi önemli bir hale gelir (Fowler,
1991b).
Birleştirici aşamadaki bireyler, diğer kültürel ve dini geleneklerin
gerçeklerine ilkeli bir ilgi ve açıklık gösterirler ve bu farklı kişilerle diyalog
kurmanın kendi gelenek ve inançlarına derin anlamlar ve yeni kavrayışlar
getireceğine inanırlar. Bu aşamada ele alınan diğer paradokslar bireyin hem
yaşlı hem de genç, aynı zamanda erkeksi ve kadınsı özelliklere sahip olması,
bilinçli ve bilinçsiz, kasti olarak yapıcı ve iyi maksatta olurken aynı zamanda
hayatın bazı yönlerinde ve toplum üyeliğinde kasıtsız olarak yıkıcı olması
gibi gerçeklikleri içerir. Birey tek ve bireyselleşmiştir, fakat hem arkadaşları
hem de yabancılarla dayanışık bir yardımlaşmaya bağımlı olduğunun da
yüksek farkındalığına sahiptir. Bu, Tanrı, diğerleri ve kendisiyle bağlar
kurmak adına yeni yollar arayışına neden olur (Fowler & Dell, 2006, s. 41)
Fowler, birçok yetişkinin asla beşinci aşamaya ulaşamayacağını iddia
eder.
g. Aşama VI: Evrenselleştirici İnanç (38 ya da 40 ve üzeri):
İnancın inanç geleneğine ve aşamasına bakılmaksızın başkalarını
onaylamayı gerektiren bu evrenselleştirici aşamasına az sayıda kişi ulaşır.
Fowler bu durumu benlikten uzaklaşma (Fowler, 2000, s. 55) ya da
başkalarının düşüncelerini tamamen doğru anlama ve dünyayı onların
gözünden görme kabiliyeti olarak isimlendirir. Bu aşamadaki birey, inancı,
belirli ideolojik inançların ötesinde evrensel olarak tecrübe eder. Bu nedenle
de başkalarını kucaklama yeteneğine sahip olur. Bu aşamadaki birey,
tamamen farklı geleneklere ait inançları birleştirebilir ve onları, kendine
özgü bir inanç tecrübesi içerisinde sentezleyebilir (Neukrug, 2012, s. 310-
312). Bu kişi bütün düşüncelere karşı anlayışlı ve merhametlidir:
Yakın akrabalarla kurulan ilk ilişkilerden başlayarak biz, farkındalık
dairemizi aşamalı olarak genişletir ve daha uzak akrabalarımıza ve
arkadaşlarımıza, bizimle aynı politik ya da dini düşünceleri paylaşan kişilere
ve son olarak da kuşatıcı bir hisle insanlara ve canlılara dikkat ederiz… Bu da
dünyayı kişilerin, sınıfların, ulusların tecrübeleri ve gözleri aracılığıyla ve
bireyin sahip olduğundan tamamen farklı inançlar vasıtasıyla “bilmek”
anlamına gelir (Fowler, 2000, s. 55).
İnanç evrenselleşmesi sürecinde iki önemli (anahtar) geçiş meydana
gelir. Öncelikle “kendinden pay biçme” vardır. Burada benlik, merkezden ya
da bireysel yaşamın odak noktasından hareket eder. Burada birey dünyayı kişilerin kendi tecrübelerindeki, sınıflarındaki, uluslarındaki ve
birbirlerinden tamamen farklı bir şekildeki inançlarındaki diğer gözler
aracılığı ile öğrenebilir.
İkinci süreç, onların diğerlerinden aldıkları değerlendirmenin hissi ve
bir bireyin değerlerinin olduğu şeylerdeki, bir harekettir. “İnsanların inanç
aşamaları arasında hareket ettiği gibi, grupların ve değerleri kendi ilgilerinin
bir konusu olan bireylerin başarılı bir genişlemesi gerçekleşmiştir. “Bu süreç,
inanç evrenselleşmesindeki tamamlamanın bir türüne uzanır. Bu aşamada
olan bir birey, bu kadar geniş bir alana değer biçme konusunda başkalarının
da bakış açılarını dikkate alır ve o, yaratıcının değerlendirmesine iştirak eder
ve diğer varlıklara değer biçer –ve savunmasız, koruyucu ve kaygılı yaratığın
bakış açısından ziyade yaratılanlar için yaratıcının sevgisiyle daha yakından
tanımlanan bir bakış açısından olur” (Fowler, 2000, s. 69).
Evrenselleştici aşamadaki bireyler, paradox ve kutupların ötesinde
varoluşun gücü ve Tanrıyla birlik oluştururlar. Bu kişiler, kendilerini
ayrılığın, baskının ve şiddetin ortadan kaldırılmasına ve sevgi ve adaletin
hakim ulusuna ve Tanrının hakim krallığının gerçekliğine etkili ve nedensel
olmayan tepkinin verildiği yaşantıya adamışlardır (Fowler, 1991b).
Bu aşama, inanç gelişiminin “normatif son noktasıdır” (Fowler, 1995,
s. 199). Bu aşama, beşinci aşamanın paradokslarının, nihai çevrenin bütün
varlıkları içine alan bir yapı olarak algılanması ve evrensel kaygıların ahlaki
ve zahidane bir hayat yaşamak suretiyle çözüme kavuşturulması ile
karakterize edilir. Fowler, altı düzeyi de dengeli bir şekilde içeren
evrenselleştirici aşamaya ulaşan insanlara örnek olarak Mahatma Gandhi,
Dietrick Bonhoeffer, Martin Luther King, Abraham Joshua Heschel, Rahibe
Theresa ve İsa gibi istisnai şahsiyetleri gösterir. Bunlardan her biri topluluk
uğruna “benliğinden” vazgeçen insanlardır. Mevlana Celaleddin Rumi’nin de
altıncı aşamada olduğu ifade edilmiştir. Antrim’e göre Fowler, altıncı
aşamada olan kişilerin “etkileyici” kişiler olduğunu belirtmiştir; Rumi’nin
etkisi de vefatının üzerinden sekiz yüz sene geçmiş olmasına rağmen hala
hissedilmektedir (Antrim, 2010, s. 797). “Kuşatıcı ve bütünleşmiş bir insan
topluluğu ruhunun var edici ve cisimleştiricileri” olarak bu insanlar, Fowler’a
göre evrenselleştirici inancın bedenleşmiş timsalleridir (Fowler, 1995, s.
200; Gottlieb, 2012, s. 276).
İnanç gelişiminde bu son aşamaya kadar her bir aşamada ‘dikkate
alınan insanlar’ çevresi giderek genişlemiştir, böylece birey inancı
evrenselleştirme aşamasına ulaştığında ulus, sosyal sınıf, cinsiyet, yaş, ırk,
politik ideoloji ve dini geleneği önemsemeden yaratılış ve varlıkla bir bütün
olarak ilgilenir. İnancın bu nihai aşamasında, karakter kendi limitlerinden bir
temelsizliğe ve bireyin kutsal olanı anlamadaki katılımına çekilir. Bir
zamanlar düşman olarak görülenlerin de Tanrının çocuğu olduğu ve
koşulsuz sevgiyi hak ettikleri anlaşılabilir. Tanrının sevgisi ve adaletinden
doğan bütün canlılara itibar etmenin göstergesi olarak aksi yöndeki sosyal şartları değiştirmeye uğraşan aktivizm hareketine öncülük ederek her türlü
kötülüğe şiddet göstermeden karşı çıkılır. Evrensel inancın bireyleri ortak
noksanlar ve tutarsızlıklarla insanoğlu gibi yaşamaya devam ederken, bütün
yaratılanların Tanrının iyiliğine işaret etmesi ve tüm insanlığın barış içinde
birlik olması gerektiği konusundaki tutkularının gücüyle istisnadırlar.
İnançlarını yaşamadaki cesaretleriyle, geri kalanımız için hem özgürleştirici
hem de tehdit edicidirler. Nispeten çok az birey bu görüş ve inanç-bağlantılı
hareket seviyesine ulaşır. Evrenselleştirme sürecini yaşayan ya da çoğu
kişinin yaşadığı konusunda mutabık olduğu bu istisna figürler arasında
Mohandas Gandhi, Rahibe Teresa, Aziz Dr. Martin Luther King Jr., ve belki de
bazılarının iddia edeceği gibi eski Amerika başkanı Jimmy Carter,
başpiskopos Desmond Tutu, ve idam cezası karşıtı aktivist Rahibe Helen
Prejean vardır (Fowler & Dell, 2006, s. 41-42).
Fowler, inancın herhangi tek bir yapıya (ahlaki gelişim gibi)
indirgenebileceğinin düşünülmemesi için bütün bu yapılar arasındaki
interaktif tamamlayıcılığı tartışır. Bu yedi yapının yapısal bütünlüğü ya da
sağlamlığı, Fowler’in inancın çok yönlü doğasını ifade şeklidir ve inancın
bilişsel, duygusal ve ilişkisel yönlerini doğrulamak için tasarlanmıştır. Aşama
geçişi, meydana geldiğinde, bu yapısal yönlerin her birindeki daha büyük
karmaşıklığa ve kapsamlılığa doğru hareket etmeyi gerektirir (Parker, 2006,
s. 339).
Son olarak Fowler, evrensel adalet ve aşk gibi değerlere net ve sağlam
bir şekilde bağlılıkları sürdürürken kapsamlılığı arayan “evrenselleştirici
inanc”ın bir türüne doğru hareket edildiğini varsayar. Eleştiriler, bu
aşamanın diğer aşamalardan daha fazla içerik-yönelimli ve daha az yapısal
olarak göründüğüne işaret eder (Parker, 2006, s. 339).
B. İnanç Gelişiminin Ölçülmesi
Fowler’in doktora tezi, kendi inanç kavramı üzerinde Paul Tillich ve
din bilgini Wilfred Cantwell Smith kadar etkili bir teolog olan H. Richard
Niebuhr hakkındaydı. Fakat Fowler’in insanların manevi hikayelerini
dinleme tecrübeleri, deneysel olarak desteklenen bir gelişim teorisi
oluşturmaya kalkışmasına sebep oldu (Fowler, 1992a, 2004). Önce Harvard
daha sonra da Emory Üniversitesinde farklı insanlarla çalışarak Fowler, her
biri üç saatte tamamlanan yarı yapısal “inanç gelişim mülakatları”nın birkaç
yüz kopyadan oluşan bir veritabanını meydana getirdi. Heinz Streib, böyle
mülakatlardan günümüzde çeşitli araştırmacılar tarafından yaklaşık olarak
bin tane gerçekleştirildiğini ifade etmektedir (Astley, 2009, s. 231)
Görüşmelere katılan denekler, kendi ilişkileri, tecrübeleri, önemli
bağlılıkları ve imanları hakkındaki sorulara cevap verirler; yaşamı anlamlı
hale getirecek şeyleri ve önemli kararları nasıl aldıklarını tartışırlar ve dini
görüşleri kadar yaşamın amacı ve ölümün anlamı hakkındaki düşüncelerini
de ifade ederler. Mülakatın sonuçları, Fowler’in inancın yapısı hakkındaki önceden oluşturduğu kavramların ışığında ve diyalog süresince şekillenen
gelişimsel hipotezler ışığında analiz edilmektedir
(Astley, 2009, s. 232).
Onun aşama modeli, yaşam süresince bilişsel yolların nasıl geliştiğini
tanımlamaya çalışır. Fowler’in modelinin deneysel temelleri 4 ile 84 yaşları
arasındaki 500’ün üzerinde Kuzey Amerikalı ile yapılan bireysel
görüşmelerden elde edilmiştir. Bu görüşmeler, Goldman ve Elkind’inkilerden
daha açık uçluydu ve görüşmelerin amacı, katılımcıları “kendi yaşamları ve
kutsal yolculuklarının… onların anlamlandırma süreçlerini nasıl
biçimlendirdiği” hakkında daha derinlemesine konuşmaya ikna etmekti
(Fowler, 1991, s. 33). Mülakatın ilk yarısında katılımcılardan, yaşamlarını
etkileyen önemli tecrübe ve ilişkilere vurgu yaparak otobiyografilerini
gözden geçirmeleri istenmekte; ikinci yarısında ise hem genel olarak hem de
özellikle din ile ilişkilendirdikleri mevcut değer ve bağlılıkları hakkında
kendilerine bazı sorular sorulmaktadır (Gottlieb, 2012, s. 275).
Sonuç
Fowler’in inanç gelişimi konusundaki düşünceleri oldukça ciddi bir
etki uyandırmış ve üzerinden otuz yıldan fazla zaman geçmiş olmasına
rağmen hala ilgi odağı olmaya devam etmektedir. Fowler’in inanç kavramına
yüklediği anlamların karmaşık olmasına ve teoriyi anlamanın zor olmasına
rağmen başta Streib, Dykstra ve Parks başta olmak üzere çok sayıda
araştırmacı hala Fowler’in teorisi üzerinde araştırmalarına devam
etmektedir. Teorinin son yıllarda Fowler’in yaklaşımının kültürlerüstü
olduğu iddiasından dolayı karşılaştırmalı kültür araştırmalarında yoğun
olarak kullanıldığı görülmektedir. Ülkemizde de Ok tarafından İnanç Gelişim
Teorisi ampirik bir araştırmaya tabi tutulmuştur.
Fowler’in teorisinin özünü oluşturan inanç kavramına güven ve
bağlılık kelimelerine yakın bir anlam yüklediği görülmektedir. Ayrıca Fowler,
inancın evrensel ve insan doğasına uygun olduğuna inanmış ve onu insanın
anlamlandırma süreci ile ilişkilendirmiştir. İnanç gelişimi de bu düşünceye
paralel olarak bireyin hayatı boyunca kendi içinde bütünsel ve hiyerarşik bir
gelişim süreci takip eden ve evrensel bir karakter taşıyan bir model olarak
kurgulanmıştır.
Yapısal açıdan bakıldığında Fowler’in, teorisini Kohlberg’in “Ahlak
Gelişim Kuramı” ve Piaget’in “Bilişsel Gelişim Teorisi” üzerinde şekillendirdiği
anlaşılmaktadır. Teori içerisindeki her bir aşama yedi görünüme sahiptir.
Aşamalar ve her görünümle birlikte toplamda 42 basamaklı bir yapı ortaya
çıkmaktadır. Bu yapı sarmal bir görünüme sahiptir. Bebeklik dönemini
kapsayan temel inanç aşaması deneysel geçerliliğe uygun olmadığı için
herhangi bir görünüme sahip değildir. Bu aşama da yapıya dahil edildiğinde 43 basamaklı bir model elde edilmektedir. Teorinin bu kadar çok basamağa
sahip olması modelin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır.
Uyandırdığı güçlü etkiye rağmen İnanç Gelişim Teorisine hem
psikolojik hem de teolojik açılardan çeşitli eleştiriler de yöneltilmektedir. Bu
eleştiriler, teorinin kültürel hassasiyeti, Fowler’in inanç kavramına yüklediği
anlamlar, aşamaların ve görünümlerin karmaşıklığı ve ölçme araçlarından
kaynaklanan problemler üzerine odaklanmaktadır.
Fowler’in inanç gelişimi teorisi ve bu olguyu ölçmek için geliştirdiği
İnanç Gelişim Mülakatı, din psikolojisi açısından güçlü bir yaklaşım ve araç
olmaya devam edecek gibi görünmektedir.
KAYNAKÇA
ANTRIM, L. (2010). Rumi, Celaladin. D. Leeming , K. Madden, & S. Marlan
içinde, Encyclopedia of Psychology and Religion (Cilt 2, s. 795-797).
New York: Sprenger Reference.
ASTLEY, J. (2009). The Psychology of Faith Development. M. de Souza, L.
Francis, J. O’Higgins-Norman, & D. Scott içinde, International
Handbooks of Religion and Education for Spirituality. London, New
York: Springer. doi:10.1007/978-1-4020-9018-9 13
BROUGHTON, J. M. (1986). The Political Psychology of Faith Development
Theory. C. Dykstra, & S. Parks içinde, Faith Development and Fowler
(s. 90 – 114). Birmingham, ALABAMA: Religious Education Press.
DYKSTRA, C. (1986). What Is Faith?: An Experimental in the Hypotetical
Mode. C. Dykstra, & S. Parks içinde, Faith Development and Fowler
(s. 45-64). Alabama: Religious Education Press.
FOWLER, J. (1976). Stages in Faith: The Structural-Developmental Approach.
T. Hennessy içinde, Values and Moral Education (s. 173-211). New
York: Paulist Press.
FOWLER, J. (1986). Faith and the Structuring of Meaning. C. Dykstra, & S.
Parks içinde, Faith Development and Fowler. Birmingham, Alabama:
Religous Education Press.
FOWLER, J. (1987). Faith Development and Pastoral Care. Philadelphia:
Fortress Press.
FOWLER, J. (1990). Faith development research. R. J. Hunter içinde,
Dictionary of Pastoral Care and Counseling (s. 399-401). Nashville:
Abingdon Press.
İnanç Gelişim Teorisi: İnanç Aşamaları
|155|
bilimname
düşünce platformu
XXX, 2016/1
FOWLER, J. (1991). Stages in Faith Consciousness. New Directions For Child
Development, 52(Summer), 27-45.
FOWLER, J. (1991a). The Vocation Of Faith Developmental Theory. J. Fowler,
K. Nipkow, & F. Schweitzer içinde, Stages Of Faith And Religious
Development: Implications For Church, Education, And Society (s.
19–37). New York: Crossroad Publishing.
FOWLER, J. (1991b). Weaving the New Creation: Stages of Faith and The
Public Church. New York: Harper Collins.
FOWLER, J. (1992). Faith, Liberation and Human Development. J. Astley, & L.
Francis içinde, Christian Perspectives on Faith Development: A
Reader (s. 3-14). Michigan: Eerdmans Publishing.
FOWLER, J. (1995). Stages of Faith: The Psychology of Human Development
and The Quest for Meaning. New York: Harper & Row.
FOWLER, J. (2000). Becoming Adult, Becoming Christian: Adult Development
And Christian Faith. San Francisco: Jossey-Bass.
FOWLER, J. (2001). Faith Development Theory and the Postmodern
Challenges. The International Journal For The Psychology Of
Religion, 11(3), 159-172.
FOWLER, J. (2004). Faith Development At 30: Naming The Challenges of
Faith in A New Millennium. Religious Education, 99(4), 405-421.
FOWLER, J., & DELL, M. L. (2006). Stages of Faith From Infancy Through
Adolescence: Reflections on Three Decades of Faith Development
Theory. E. Roehlkepartain, P. E. King, L. Wagener , & P. Benson içinde,
The Handbook of Spiritual Development in Childhood and
Adolescence (s. 34-45). California: SAGE Publications.
FOWLER, J., & KEEN, S. (1985). Life Maps: Conversations on the Journey of
Faith. Texas: Waco Word Books.
GOTTLIEB, E. (2012). Dini Düşüncenin Gelişimi. (C. Osmanoğlu, & M. Ulu,
Çev.) Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, 12(1), 269-289.
HART, J., Limke, A., & BUDD, P. (2010). Attachment and Faith Development.
Journal of Psychology and Theology, 38(2), 122-128.
JARDINE, M. M., & VILJOEN, H. G. (1992). Fowler’s theory of faith
development: An evaluative discussion. Religious Education, 87(1),
74-85.
NELSON, E. (1992). Does faith develop? An evaluation of Fowler’s Position. J.
Astley, & L. Francis içinde, Christian Perspectives on Faith
Development: A Reader (s. 62-76). Michigan: Eerdmans Publishing.
NEUKRUG, E. (2012). The World of the Counselor: An Introduction to the
Counseling Profession (4. b.). Belmont: Brooks/Cole.
OK, Ü. (2005). Bir Aktivite Sistemi Olarak “İnanç”: İnanç Gelişimine SosyoKültürel
Bir Yaklaşım. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi,
5(4), 111-135.
OK, Ü. (2006). Faith Development And Perception Of Diversity Among
Muslims In Turkey: Construction And Initial Test Of A Measure For
Religious Diversity In Islam. Dinbilimleri Akademik Araştırma
Dergisi, 6(3), 221-247.
OK, Ü. (2007). İnanç Psikolojisi: Hayatı Anlamlandırma Biçiminin Yaşam
Boyu Gelişimi. Ankara: İlahiyat Yayınları.
OK, Ü. (2012). Biyografik Anlatıya Dayalı İnanç Gelişimi Biçimleri ve Nicel
Ölçümler. Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 12(2),
121-155.
PARKER, S. (2006). Measuring Faith Development. Journal of Psychology and
Theology, 34(4),
PARKER, S. (2010). Research in Fowler's Faith Development Theory: A
Review Article. Review Of Religious Research, 51(3), 33-252.
STREIB, H. (2001). Faith Development Theory Revisited: The Religious Styles
Perspective. The International Journal for the Psychology of Religion,
11(3), 143-158.
STREIB, H. (2005). Faith Development Research Revisited: Accounting for
Diversity in Structure, Content, and Narrativity Of Faith.
International Journal for the Psychology of Religion, 15(2), 99-
ULU, M. (2013). Dindarlığın Tanımı, Boyutları ve Ölçülmesi Üzerine
Psikolojik Bir Araştırma -Erciyes Üniversitesi Öğrencileri Örneği-
(Basılmamış Doktora Tezi). Kayseri: Erciyes Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü.
ULU, M. (2013). James W. Fowler'e Göre İnanç ve İnancın Yapısal Modeli.
Bilimname: Düşünce Platformu, 2013/2(XXV), 157-168.
0 Yorumlar