TÜRKİYE’DEKİ BİYOLOJİ EĞİTİMİNİN BİLİMSEL DÜŞÜNCENİN GELİŞMESİ


TÜRKİYE’DEKİ BİYOLOJİ EĞİTİMİNİN BİLİMSEL DÜŞÜNCENİN GELİŞMESİ ÜZERİNE ETKİLERİ 
Prof. Dr. Mustafa KURU
Başkent Üniversitesi-ANKARA 

 Eğitimin amacı, toplumun gelişmesine katkıda bulunabilecek bireyler yetiştirmektir.  
Bu amaçla kazandırılabilecek davranışlar şunlardır:  
1- Konu ile ilgili temel bilgileri kazandırmak ve yeni bilgileri edinme yöntemlerini, yani nasıl öğrenileceğini öğretmek.  
2- Bilimsel düşünce, bağımsız düşünme ve eleştirebilme yeteneğini kazandırarak, karşılaşılan sorunlara bilimsel yöntemle yaklaşabilme becerilerine ulaştırmak.  
3- Yeryüzünde yaşayan canlıların birbirleriyle ilişkilerini öğretmek.  
4- Yeryüzünde yaşayan canlıların ve kendisinin biyolojik yapısını tanıtmak.  
5- Edinilen bilgi ve becerileri günlük yaşamda kullanabilme becerilerini kazandırmak, yani biyoloji bilgilerini öğretmek yanında eğitmektir.  
6- Araç-gereç kullanım yeteneğini geliştirmektir.  
7- Grupla çalışabilme özelliğini kazandırmak ve sorumluluk duyan bireyler halinde yetiştirmektir.  
8- Güven duygusunu kazandırmak ve tartışabilme yeteneğini geliştirmektir.  

Bu amaçlardan burada, özellikle biyoloji eğitiminde çok önemli hedef olarak görülen,  “ Bilimsel Düşünce Yeteneğini Kazandırmak” konusu üzerinde durulacaktır.  

Biyoloji eğitiminde belirtilen hedefe ulaşabilmek, ancak uygun fiziki mekanlarda, yaparakyaşayarak yapılan ve ilköğretimin ilk yıllarında başlayan bir eğitimle mümkündür.  

Burada çocukların bilimsel yöntemlerle tanıştırılması, bilimsel yöntemleri kavramalarının sağlanması, araştırma ve incelemeye yönlendirilmesi ve sonuçta da sorgulayan,  sorgulatan, nedenininiçinini yargılayan bir kuşak şeklinde yetişmesini sağlamak amaçlanmaktadır. 

Bilindiği gibi çocuklar kendilerinde var olan bir içgüdü ile çevresindeki herşeye karşı ilgi duyar, onları sürekli inceler, sorular sorar ve böylece onları öğrenmeye çalışırlar. Bu davranış bir bilim adamının araştırma yaparken gösterdiği davranıştan farklı değildir. Çünkü hem çocuklar hem de bilim adamları öğrenmeyi inceleme ve araştırma ile sağlamaktadırlar.  

Fen Bilgisi ya da Biyoloji dersinde bir çocuğun mikroskop altında birhücreli canlıları incelerken, bir terliksi hayvanı gördüğü zaman “buldum, buldum” diye öğretmenine koşması sırasında duyduğu heyecan, ünlü bilim adamı Archimedes’in hamamdan çırıl çıplak   “buldum, buldum” diyerek saraya koşması sırasındaki yaşadığı heyecandan daha az ve önemsiz değildir.  

 İşte çocuğun doğuştan getirdiği bu yetenekler, uyguladığımız eğitim ile köreltilmekte hatta yok edilmektedir. Ya (A) ya da (B), ya (Hep) ya da (Hiç), ya (Siyah) ya da (Beyaz) gibi kavramların öğretildiği ikili mantık ile, bunların ara seçeneklerinin de bulunduğu kavramlar, yani çocuğun yaratıcılık yeteneği kaybedilmektedir.  

“Bizim çocuk çok akıllıdır, hep uslu uslu oturur ve hiç konuşmaz. Büyükleri ne derse aynısını yapar” mantığıyla, ya da “Bir çocuk ben basıl dünyaya geldim diye sorduğunda, seni leylekler getirdi” şeklinde verilen cevaplarla çocuğun doğuştan getirdiği yeteneklerin köreltilmemesi hatta yok edilmemesi mümkün değildir.   

En iyi öğrendiğimiz şeyler, kendi kendimize öğrendiğimiz şeylerdir. Tıpkı bir çocuğun ya da bir bilim adamının kendi-kendine, yaparak-yaşayarak öğrendiği gibi. O zaman eğitimde, öğretim yöntemlerinin önemi çok büyüktür.  

Yapılan araştırmalara göre, fen bilimlerinde; Eğer bir konu düz anlatımla anlatılırsa, % 15 öğrenme, gösteri deneyi yapılarak anlatılırsa % 35 öğrenme ve öğrenci deney yaparsa % 85 öğrenmenin olduğu saptanmıştır. 

O zaman kendimize şöyle bir soruyu sormamız gerekir. Böyle bir eğitim veriyor muyuz? 
Daha da önemlisi Üniversiteler olarak böyle bir eğitimi verecek öğretmenleri yetiştiriyor muyuz?  

Bilimsel düşüncenin geliştirilmesinde tam donanımlı, fiziksel koşulların sağlandığı s ınıf ve laboratuvarların bulunması ve bunları gerçekleştirmek için ülkenin milli gelirinden araştırma-geliştirme faaliyetlerine yeterli bir payın da ayrılması  çok önemlidir. Bu bakımdan Türkiye’nin diğer ülkeler arasındaki yeri de çok iç açıcı değildir. Örneğin, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaklaşık eşit konumda olan, Güney Kore’nin GSMH’dan AR-GE faaliyetlerine ayırdığı pay %4,5 iken, Türkiye’nin ayırdığı  bu pay % 0,64’tür. 

Bilimin, bilimsel düşüncenin çok önemli olduğunu belirttik. Acaba bilim nedir.? 

Bir çok sözlükte yapılan tanıma göre Bilim “Gözlem ve deneylere dayanarak, doğada meydana gelen olayların nasıl oluştuğunu açıklayabilmek için yapılan çalışmalardır” 

Yani bilimde kanaat belirtmek yoktur. “Bana göre böyledir” demek söz konusu değildir. Ortaya atılan görüşler mutlaka bir gözleme ya da deneye dayanmalıdır. 

Biyolojik anlamda ilk bilimsel çalışma M.Ö. 1550 yıllarında Papyrus tarafından yapılmıştır. Papyrus incelemelerini, bazı böceklerin gelişimlerini gözlemlere dayanarak gerçekleştirmiştir. Bu dönemden sonra bilim ve özellikle Biyoloji Bilimi çok hızlı bir şekilde gelişmiştir. O halde bilimde gelişme ve dolayısıyla değişme, bilimin en temel özelliğidir. Nitekim Aristo düşüncesinden bugün Nanoteknolojiye ulaşılması bu gelişimin ve değişimin sonucudur. 

Çalışmalarda araç-gereç kullanımı, daha önce yapılmış olan çalışma sonuçlarını bilimsel deneyler ve gözlemler yaparak çürütme, yani bilimsel otoriteye karşı çıkma ve Rönesans döneminde, 1517’de Avrupa’da dinde yapılan reform bilimin gelişmesini etkileyen en önemli etkenlerdendir. 

Örneğin, mikroskobun keşfi ile birhücreli   canlıları ve üreme hücrelerini inceleme mümkün olmuştur. Vesalius, Galen’in görüşlerinin yanlış olduğunu yaptığı deneylerin sonuçlarına dayanarak çürütmüş, böylece bilimsel otoriteye ilk kez karşı ç ıkmıştır. 1517’de dinde yapılan reform ile İncil Almanca’ya çevrilmiş ve halk dinini özgün kaynağından öğrenmiştir. 

Bilimsel düşüncenin en kolay kazandırılabileceği bilim dalı Biyolojidir. Çünkü, fazla araç-gereç gerektirmeden örneğin, laboratuvarda bir fasulye tohumunun çimlendirilmesiyle, ya da doğada yapılacak bazı basit gözlemlerle bu amaca kolaylıkla ulaşılabilir. 

Evrim dersinde ise; 

1. Evrimsel değişim kuramı anlatılarak, öğrencilerin canlılığın nasıl ortaya çıktığını anlamaları sağlanır. 
2. Dünyamızda çok sayıda canlının bulunduğu ve bunların birbirleriyle birleştirici bağlarla ilişkili oldukları ve ortak bir atadan geldikleri kavratılır. 
3. Moleküler Genetik bilgilerinden yararlanılarak, genlerin dölden döle geçişi ve yaşamın genetik sürekliliği öğretilir. 
4. Yapısal özelliklerin gerçekte Genetik karakterlere bağlı olarak ortaya çıktığı kavratılır. 
5. Etoloji, Fizyoloji, Paleontoloji, Embriyoloji ve Karşılaştırmalı Anatomi ve Morfoloji gibi bilim dallarının evrimin anlaşılmasında gerekli olduğu anlatılır.  

Böylece öğrencilere bilimsel düşünce kazandırılır. 
Tüm bunlara rağmen, Ülkemizde ilk Biyoloji dersi 1912’de verilmiştir. 
İlk bilimsel gezi 1928’de yapılmıştır.  

Anadolu fauna ve flora çeşitliliği bakımından dünyada 8. sırada bulunmasına ve bir kıta özelliği taşımasına karşın, henüz bir Ulusal Tabiat Tarihi Müzemiz yoktur. Londra, Paris, Berlin, Moskova ve diğer birçok şehirde çok sayıdaki Tabiat Tarihi Müzelerinde Ülkemizden götürülen örnekler sergilenmektedir. 

Tüm bunların nedeni, Medresede böyle bir bilimsel ortamın oluşmaması ve Osmanlı’nın katı kalıplar içerisinde kalmasıdır. 

Osmanlı İş kanununda: Nev-zuhur ve Nev-icat zararlıdır denilmektedir. Matbaa bulunuşundan ancak 300 yıl sonra Osmanlı’ya girebilmiştir. 

Fakat Cumhuriyetle birlikte çok hızlı bir gelişim ve dönüşüm sağlanmıştır. Çünkü Atatürk eğitime çok önem vermiştir. Verdiği bu önemi Sakarya Savaşı s ırasında, top sesleri Ankara’dan duyulurken, cepheden gelerek Ankara’da toplanan öğretmen kurultayına katılarak göstermiştir. 

1920’de 20 öğretmen okulu açmış ve en iyi eğitimcileri bu okullarda görevlendirmiştir. 

Millet Mekteplerini kurmuş, bizzat kendisi kara tahta başında yeni Türk Alfabesinin halkımıza öğretilmesinde görev almıştır. 

Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu çıkarmış ve bütün okulları Milli Eğitim Bakanlığı’nın çatısı altında toplamıştır. 

Eğitimi demokratikleştirmiş ve laikleştirmiştir. Tebaa değil vatandaş yetiştirmiştir. Böylece Türk toplumunu ümmet olma konumundan, millet olma bilincine ulaştırmıştır. 

Avrupa’dan ülkemize davet edilen bir çok bilim adamı ile, bilimsel çalışmalara başlanmıştır. 

Cumhuriyetin ilk 50 yılında Türkiye Cumhuriyeti ideolojisiyle eğitim veren okullar açılmıştır. 1970’li yıllardan  sonra bu tip okulların  hemen hemen tümü kapatılmıştır.  

Ulu Önder Atatürk’ün bilim konusuna verdiği önemi şu iki vecizesinden de anlamak mümkündür. 

Ulu Önder Atatürk bu vecizelerinde şöyle diyor. 

“Benim manevi mirasım akıl ve bilimdir.”  “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında murşit aramak gaflettir, dalalettir hatta ihanettir” 


KAYNAKLAR 

Akyüz, Y., 2003: Eğitim Tarihimizde Günümüze kadar Öğretmen Yetiştirilmesi ve Sağlanması İlkeleri, Uygulamaları. Çağdaş E ğitim Sistemlerinde Öğretmen Yetiştirme Ulusal Sempozyumu Kitabı, 21-23 Mayıs 2003, Cumhuriyet Üniversitesi-Sivas. S.48-66. 

Arsal, Z., 2004: Ülkemizi 21. Yüzyılda Hazırlayacak ve Kalkındıracak Öğretmen Tipinin Özellikleri. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, A:7, S.99-116. 

Duman, T., 1991: Türkiye’de Orta Öğretime Öğretmen Yetiştirme Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Araştırma-İnceleme Dizisi: 20, 360 S. Milli Eğitim Basımevi-İstanbul. 

Kavcar, C., 2003: Alan Öğretmeni Yetiştirme. Çağdaş Eğitim Sistemlerinde Öğretmen Yetiştirme Ulusal Sempozyumu Kitabı, 21-23 Mayıs 2003, Cumhuriyet Üniversitesi-Sivas. S.81-97. 

Kuru, M., 2005: Eğitim Fakültelerinde Yeniden Yapılanmanın Getirdiği Sorunlar. Eğitim Fakültelerinde Yeniden Yapılandırmanın Sonuçları ve Öğretmen Yetiştirme Sempozyumu Kitabı, 21-24 Eylül 2005, Gazi Üniversitesi-Ankara. S.41-44. 

Nasuhoğlu, R., 1984: Fen (Fizik, Kimya, Biyoloji) Öğretiminde Durum Değerlendirmesi. Ortaöğretim Kurumlarında Fen Öğretimi VE Sorunları Türk Eğitim Derneği Bilimsel Toplantısı, 12-13 Haziran 1984, Ankara. S.3-21. 

Soylu, H., 2004: Fen Öğretiminde Yeni Yaklaşımlar. Nobel Yayın Dağıtım-Ankara. 218 S. 


Yorum Gönder

0 Yorumlar