OLUŞTURMACILIĞIN KURAMSAL TEMELLERİ



OLUŞTURMACILIĞIN KURAMSAL TEMELLERİ 


Yrd. Doç Dr. Ahmet ŞİRİN 





ÖZET 



Oluşturmacı yaklaşımın epistemolojik temelinde nesnel bir gerçeğin olmadığı; anlamın birey tarafından, kendi deneyimleri ışığında oluşturulması yatmaktadır. Öğrenme kavramı da bu temele dayanmaktadır. 


Oluşturmacı yaklaşımın tarihçesi, Sokrates ve Kant’a dayamaktadır. John Dewey, Piaget ve L. S. Vygotsky, J. Bruner, E.Von Glaserfeld bu yaklaşımı temsil eden önemli isimlerdir. Bu çalışmada bu isimlerin oluşturmacılık hakkındaki görüşleri ve oluşturmacılık ile öğrenme arasındaki ilişkiler belirtilmeye çalışılmıştır. 




GİRİŞ 



Oluşturmacılık (constructivism) temel olarak bilişsel kuramlara dayanmaktadır. Bu görüş bilginin öğrenen kişinin var olan değer yargıları ve yaşantıları tarafından oluşturulduğunu ileri sürer. Bu yüzden bilgi kişiden bağımsız olarak değil de kişinin oluşturduğu ve yapılandırdığı şekilde ortaya çıkar (Kaptan ve Korkmaz, 2000). Kişi kendi dışında var olan gerçekleri algılama yerine, zihninde var olan hipotezleri test ederek gerçekler(in)e ulaşmaya çalışır. 


Oluşturmacılık açısından bilgi nesnel değil, görecelidir. Positivist paradigma gerçeğin nesnel olduğunu kabul etmiş ve gerçeğin kişinin dışında var olduğunu, keşfedildiğini ve ortaya çıkarıldığını ileri sürmüştür (Bağcı Kılıç, 2001). Positivist yaklaşımdan farklı olarak, oluşturtmacılıkta bilgi dış dünyanın kişideki bir kopyası veya bir kişiden diğerine geçen bir olgu değil, bizzat kişi tarafından oluşturulan bir yapı olup, kişiye özeldir (Yurdakul, 2005). Oluşturmacı anlayışta bilgi bilenden bağımsız bir şekilde doğada var değildir. Bilgi özneden bağımsız değildir. Özne bilgiyi kendi içindeki öteki öznelerle etkileşimi sırasında oluşturur, oluşturduğu bilgiden kendi de çevresi de etkilenir. Bilginin oluşturulması, zihinsel süreçlerin gerçekleşmesi ile başarılır; bilginin oluşturma şekli ve süreci (ve bilgi) bireysel ve içsel bir kavramdır. 


Oluşturmacılık hem eğitim, öğrenme kavramlarını hem de bilgi felsefesini açıklayan bir kuramdır. Oluşturmacılık kuramının en önemli ilkesi, insanların kendi anlayışlarını yine kendilerinin etkin bir şekilde oluşturduklarıönermesidir. Oluşturmacılık çerçevesinde eğitim, öğrenme ve anlama, gerçek deneyimler sonucunda eski bilginin üzerine yeni bilgi ve anlayışlar oluşturulmasıdır. 


Oluşturmacılık çok yeni bir kavram değildir, kökleri felsefe, sosyoloji, antropoloji, bilşsel psikolojive eğitime kadar uzanır (Hanley,S.,1994). 


Oluşturmacılığın tarihsel gelişimi, 1800 ve 1900’lü yıllardaki Kant felsefesine ve İtalyan filozofu Giambattista Vico’nun düşüncesine dayandırılmaktadır. 20. yy’ın başlarında ise William James, John Dewey, F. C. Barlet, Jean Piaget ve L.S. Vygotsky gibi isimlerin öncülüğünü oluşturduğu oluşturmacılık kuramı bir şekil kazanmaya başlamıştır. Oluşturmacı yaklaşımın gelişimesi birçok düşünür ve bilim adamı ilgilenmiştir. Bunlardan başlıcaları şöyle sıralanabilir: John Dewey, Jean Piaget, Lev S. Vygotsky, Jarome Bruner ve E. von Glasersfeld olarak bilinmektedir. Bu yazıda bu kişilerin oluşturmacılık ile ilgili görüşleri toplanmaya çalışılmıştır. 


John Dewey (1859-1952) 



Dewey, 20. yy.’da eğitim düşüncesini ve Amerikan eğitimini önemli bir düşünür ve eğitimcidir. Dewey ‘in eğitim felsefesi instrumantalism veya pragmatizm olarak bilinir. Pragmatizm, yaşantı, yansıtma ve ilişki kavramlarını içerir ve toplum ve demokrasi ile ilgilidir. Dewey’e göre doğmatik yönergelerle öğrenme yerine, günlük hayattaki uygulamaları yaşayarak öğrenmeyi savunur. Kant’ın “Saf Aklın Eleştirisi” adlı eserine dayanan Dewey’e göre her birey sunacağı bilgiyi kendi deneyimleri üzerine kurarak şekillendirebilir. Bilginin tek bir doğru sunumu yoktur (Beydoğan, 2005). Dewey, resmi eğitimin nesnel bakışını eleştirerek, özellikle onların geçmiş yaşantılarından yeni anlamlar oluşturmalarını sınırladığını belirtmiştir. Ayrıca eğitim sisteminin, öğrencilerin henüz olgunlaşmamış duygu ve hayallerini bile açıklamaya izin verecek özgürlük ve elastikiyet ortamına sahip olması gerektiğini ifade etmiştir (Gulati, S., 2008). 


Öğrenenler sınıf içi çeşitli öğrenme araçlarıyla yönlendirilip, birlikte gerçek bir toplulukta olduğu gibi bilgilerini oluştururlar. Bireyin eylem düzeyinde çevresiyle olan sürekli ve içsel ilişkisi bilginin oluşturulmasını desteklemektedir. Bilmek, daha sonraki deneyimleri kontrol edebilmek için önceki yaşantıların oluşturulması eylemidir. Yaşanılan her deneyim yeni bir gerçeklik yaratır. Anlamak, birlikte düşünmek ve ötekinin eylemlerini göz önünde bulundurmaktır. Anlayamamak da ortak yaşantılarda bulunamamaktır. 


Bilme, gerçekliğin insan tarafından kaydedilmesi değil, insanın gerçekliğe dâhil olması sürecidir; bilgi de dışsal, bağımsız ve nesnel bir gerçeklik değil eyleme dahil olan bir süreci ifade eder. 


Jean Piaget (1896-1980) 



Piaget’ye göre insanın kendisini ve çevreyi anlamaya dönük çabaları bilişsel gelişime yol açar (Şirin, 2002). Piaget, bireyin bilişsel gelişimiyle çevresini ilişkilendirmiştir, dahası bilginin bu ilişkiden doğduğunu ve bireyin kendisi tarafından bilinçli ve etkin bir şekilde oluşturulduğunu belirtmiştir. Piaget’e göre birey kendi dışındaki dünyada olup bitenlere körü körüne tepki vermez. Algılama, düşünme, seçme, ilişkiler kurma ve karar verme gibi zihinsel süreçlerden sonra tepkide bulunur. Bu kavramlar Piaget tarafından özümseme, uyma, dengeleme olarak adlandırılmıştır (Beydoğan, 2005). Çevre ile etkileşim sonucu bilginin oluşturulması sürecinin nasıl geliştiği özümseme, uyma, dengeleme kavramlarıyla açıklanmıştır (Özden, 2005). Çocuk veya birey karşılaştığı yeni durumu eski bilgi ve deneyimleri (şemaları) ile anlamaya çalışır buna özümseme denir. Eski bilgiler yetersiz gelirse zihninde yeni bir kavram (şema) oluşturarak yeni duruma uyum sağlar. Yeni duruma karşılık yeni bir kavram oluşturarak, bozulandenge tekrar kurulur. 


Bunu bir örnekle açıklamaya çalışalım: Hayatında ilk defa kaplan gören bir çocuk, onu zihnindeki kedi kavramı ile karşılaştırarak, özümsemeye çalışacak, bir süre sonra onun kediden farklı olduğunu görerek bilişsel denge bozulacaktır. Ancak çocuk bir süre sonra kaplan kavramını oluşturarak yeni duruma uyum sağlayacak ve dengesizlikten kurtulacaktır. 


Bu yaklaşımda kişinin o ana kadar sahip olduğu bilgiler önemlidir. Yeni bilgileri mevcut bilgi ve kavramlarını kullanarak anlamaya çalışır. Mevcut bilgilerin yetersiz kaldığı ortamlarda bilişsel denge bozulur. Kişi mevcut bilgilerin yetersiz kaldığını gördüğünde, yeni durumu anlamak için yeni bilgileri oluşturacaktır. 


Piaget, bilişsel gelişimin dört dönem halinde geliştiğini belirtmiştir (Bacanlı, 2000; Şirin, 2002). 

Bu dönemler 
(1) duyusal motor dönem, 
(2) işlem öncesi dönem, 
(3) somut işlemler dönemi, 
(4) soyut işlemler dönemi olarak sıralanmaktadır. 


(1) Duyusal-motor dönem, 0-2 ya şlarını kapsamaktadır. Bu dönemde reflekslere sahip olarak dünyaya gelen bebek, duyu organları ve motor becerileri kullanarak anlamaya çalışır. Basit refleksleri organize ederek yeni şemalar geliştirir. Konuşma ve sembolik düşünce başlar. Kendini dış dünyadan ayrıştırır. 


(2) İşlem öncesi dönem, 2-7 yaş arasında sürer. Dil ve sembolik düşüncenin geliştiği bu dönemde çocuk nesneleri kategorilere ayırıp, sınıflandırabilir. Süreçlerin tersinin de olabileceğini ve nesnelerin farklı durumlarda değişmediğini henüz kavrayamaz. 


3) Somut işlemler dönemi, 7-11 yaşlar arasında sürer. Sayılarla sıralama, sınıflama gibi işlemleri yapabilen çocuk, olayların tersinin de olabileceğini kavrar. Sembolik düşünce gelişir. Ben merkezcilik sosyal yönelişlerle yer değiştirir. 


(4) Soyut işlemler dönemi, 12 yaş sonrası görülür. Yetişkinliğe adım atan çocuk, bu dönemde soyut ve karmaşık işlemleri yapabilir. Sistematik düşünce gelişir ve hipotezler kurup bunları test edebilir. 

Vygotsky (1896-1934) 

Çocukların gelişim sürecinde kendi kavramlarını oluşturduğunu vurgulaması nedeniyle temelde oluşturmacı olduğu söylenebilir. Vygotsky geliştirdiği teori oluşturmacılık açısından üç ana başlıkta incelenebilir, 
bunlar; 

(1) anlamlandırma, 
(2) bilişsel gelişim araçları ve 
(3) yakınsal gelişim dönemleridir (Bağcı Kılıç, 2001). 

(1) Anlamlandırma: Vygotsky, çocukların öğrenme sürecinde bilimsel kavramları ve günlük düşüncelerini yetişkinlerle olan ilişkilerinden öğrendiğine inanmaktadır. Bilişsel gelişimde, bir başka deyişle bilgiyi anlamlandırmasında sosyal etkileşimin önemli rol oynadığını ileri sürmüştür Çevremizdeki insanlar ve kültür bizim olayları anlamlandırmamızda etkilidir. (Şirin, 2004). 

(2) Bilişsel Gelişim Araçları: toplum, kültür, dil ve çocuğun yetişmesine yardım ve rehberlik eden yetişkinler çocuğun bilişsel gelişimine katkı sağlayan kişilerdir. Bu araçların kalitesi bilişsel gelişimde etkilidir. 

(3) Yakınsal Gelişim Dönemleri Vygotsky’nin teorisindeki üçüncü önemli kavram ise yakınsal gelişim dönemi diyebileceğimiz “the zone of proximal development”dir. Vygotsky’ye göre bilişsel gelişim bu dönemler içerisinde olmaktadır ve bu dönemler ile sınırlıdır. Gelişimi sınırsız bir silindire benzeten Vygotsky, bu silindirin tabanında çocuğun yardım almadan çözebileceği problemler, tavanına doğru ise yetişkinlerin yardımı ile çözebileceği problemler vardır. Yakınsal dönemdeki gelişimi tamamlayan çocuk üst dönemlerdeki gelişime adım atabilir. 

Çocuklar bilgilerini açıklamalar yaratarak ve yaptıkları işleri yorumlayarak başkalarına göstermelidirler. Öğretmen ve yetişkinlerin görevi öğrencilerin kendi anlayış seviyelerini ve bilgilerini formüle veya inşa etmelerine ortam ve imkân sağlamaktır. Öğretmen, öğrenci ve diğer kişilerle kurulan etkileşimin gücü, çocuğun bilişsel gelişimini hızlandırır.( John Dewey and Lev Vygotsky) 

Vygotsky, özet olarak toplumsal etkileşimi ve toplumsal bağlamı vurgulamaktadır. Çocuk çevresinden kaynaklanan sorunları çözerken yalnız değildir, yetişkinlerden sürekli yardım alır. İçselleştirme süreci bir şeyi düşünebilme ve o şeyi yapabilme arasında ayrımın fark edilmesi olarak adlandırılır. Ona göre bireydeki bilişsel yapıların oluşmasını sağlayan, içinde yaşamış olduğu sosyo- kültürel çevredir. 

Jarome Bruner (1915- ) 


Halen Harvard Üniversitesi profesörlerinden olan Bruner, eğitim ve öğretim programlarında yapılacak yenilik ve iyileştirmelerin çocuğun bilişsel gelişimini temel alması gerektiğini savunmaktadır. 

Bruner’in kuramının ana teması öğrenmeyi aktif bir süreç olarak görmesidir. Öğrenenler yeni fikir ve kavramları mevcut ve eski bilgilerinin üzerine inşaa ederler. Öğrenmenin etkin bir süreç olarak görüldüğü bu yaklaşımda, öğrenen yeni düşünce ve bilgileri var olan eski yapılar üzerinde oluşturmaktadır. Öğrenen seçer, bilgi alış-verişinde bulunur, hipotezler oluşturur, kararlar alır ve bunlarla yeni bilişsel yapılar oluşturur(şema, zihni model vb.) ve mevcut seviyesinden ve verilen bilgiden daha ileri gitme fırsatını yakalar. Öğrenme sürecinde öğretenle etkin bir konuşma içerisinde olan öğrenenin, öğrenme ilkesini keşfetmesi gerekmektedir. Ders araçları öğreten tarafından öğrenenin bilişsel düzeyine indirgenmesi gerekir. Araçların kullanımı çizgisel değil spiral olmalıdır. Gerçek yaşam içerisinde çok yönlü ve farklı bakış açıları vardır ve bu olgu çok erken yaşlarda edinilmektedir. Çocuklar deneyimlerine üç şekilde anlam vermektedirler: eylemleri, görsel araçları ve dili kullanarak. Bruner’e göre bir öğretim kuramı şu dört özelliğe sahip olması gerekir: 

(1) güdüleme; öğrenmeye karşı ilgi ve merak uyandırmak; 
(2) yapı; öğrenenin bilgiyi en iyi şekilde özümseyebileceği bir bilgi yapısı ve seviyesi; 
(3) sıralama; materyali sunmak için mümkün olan en iyi yolları bulmak; 
(4) Pekiştirme; güdüleme için ödül ve cezalardan en iyi şekilde yararlanmak. 

Basitleştirme, yeni öneriler üretme ve bilginin ustalıkla idaresi, yeni bilgilerin inşası/ oluşturulması için en iyi yöntemlerdendir. 


(1) Güdüleme: Öğrencinin öğrenmeye hazır oluşu ile ilgili yaşantıların bilinmesi gerekmektedir. Gelişimin bir parçası olarak ortaya çıkan keşif ve merak duyularının teşvik edilmesi gerekir. 

(2) Yapı: Öğrenilecek bilgilerin anlamlı olması ve bir bütünlük teşkil etmesi gerekir. Burada bilginin(içeriğin) kendi içinde tutarlı ve düzenli olması kast edilmektedir. 

(3) Sıralama: Bruner, programların zihinsel gelişim dönemlerine ve sıralarına uygun olmasının gerektiğini belirtmektedir. 

(4) Pekiştirme: Uygun zaman ve mekânda verilmeyen pekiştirme öğrenmeye fayda sağlamaz. Uygun ödül ve cezalarla ve öğrenci kendi başına öğrenmeyi sağlar. 

Buluş yolu ile öğrenmede ‘yapı’nın anlaşılabilmesi için, 

(1)öğretmenin örnekler sunması, 
(2)öğrencilerin örnekleri açıklaması, 
(3)öğretmenin ek örnekler sunması, 
(4)öğrencilerin ek örnekleri açıklaması, 
(5) öğretmenin zıt örnekler sunması, 
(6)öğrencilerin zıt örnekleri karşılaştırması, 
(7)öğretmenin öğrencilerin ortaya koyduğu buluşları vurgulaması, 
(8) öğrencilerin yeni örnekler ortaya atması şeklinde aşamalı bir öğretme yöntemi takip edilmektedir (Selçuk, 2000). 

Von Glaserfeld 


Ernst Von Glaserfeld, radikal oluşturmacılığın önde gelen temsilcilerinden birisidir. Glaserfeld, oluşturmacılığı kökleri felsefe, psikoloji ve sibernetiğe dayanan bir bilgi teorisi olarak tanımlamıştır (Murphy,1997). Realizmin geleneksel pozisyonunu ret eden radikal oluşturmacılık göreceliği vurgulayan bir konumdadır. Geleneksel pozitivizme göre bilgi dış dünyada var olan tam gerçekliğin bir sunumudur. Radiklal oluşturmacılar ise bilgiyi, toplumsal olarak kabul edilen ortak kavramlarla anlamlandırılan ve aktif bir yöntemle kişiler tarafından inşaa edilen bir ‘şey‘ olarak görürler. Glaserfeld, bilginin, kişinin aktif yaşantısı ile oluşturduğu bir sonuç olduğunu ve bunun lisan ile taşındığını belirtmiştir. (Learning Theories: Constuctivism, 2000) 

Glaserfeld’ e göre oluşturmacılığın iki ana yüzü vardır, (1)öğrenme, bilgiyi özümseme olayından çok, bilgiyi inşaa sürecidir. Bizim bilgilerimiz (kavramlarımız), kendi algı ve kendi dünyamızın kavramları üzerine inşa edilir. Oluşturmacı yaklaşıma göre öğrenme, fikir ve soyutlamalarımız üzerine yeni kavramsal yapıların inşaasını icap ettirir. Öğrenme kavramların öğretmenden öğrenene kelimelerle ulaşması ile gerçekleşmez, aksine öğrenenin aktif olarak kavramların yeniden organizesine ve inşasına katılması mümkün olur. (2) Bilgi, öğrenenin yaşantı ve bilgiyi oluşturduğu çevre ile yakından ilgilidir. Bir başka deyimle anlama, deneyim(yaşantı) ile doğrudan ilgilidir. Bu sebepten oluşturmacılar doğal bilişsel yaşantıların önemini vurgularlar. Öğrenme faaliyetleri gerçek hayatın içinde olmasa bile yerli kültürün bir parçası olmalıdır. 

Öğrenme 


Oluşturmacı görüşte öğrenme etkin bir süreçtir. İnsanlar, öğrenirken öğrenmeyi de öğrenirler. 

Anlam oluşturma etkinliği zihinseldir, zihinde gerçekleşir. Öğrenme yaşantıya dayanır. Eski yaşantı ve öğrenmelerimiz yeni öğrenmeleri ve dünyayı tanımamızı etkiler. Öğrenmenin toplumsal boyutları da vardır. Fiziki ve sosyal çevre öğrenmeyi etliler, yeni öğrenmelerin oluşumuna katkıda bulunur. 

Oluşturmacı yaklaşıma göre etkin bir öğrenmenin gerçekleşebilmesi için aşağıdaki ilkeler göz önüne alınmalıdır: 

1. Öğretmen öğrencinin otonomi ve özgürlüğünü kabul ve teşvik etmelidir. 
2. Rehberlik edici, etkileşimli ve fiziki materyallerin yanı sıra, ilk kaynaklara ve temel kaynaklara başvurulmalıdır. 
3. Öğretimde sınıflandırma, çözümleme, tahmin etme ve yaratma gibi bilişsel kavramlar kullanılmalıdır. 
4. Öğrencilerin içeriği, öğretim stratejilerini ve dersleri düzenleme ve değiştirmesine izin verilmelidir. 5. Öğrencilerin kavramları anlamalarından önce, bu kavramlar hakkındaki bilgileri araştırmalıdır. 6.Öğrenciler, öğretmen ve diğer öğrencilerle diyaloga girmeleri teşvik edilmelidir. 
7. Öğrenciler birbirlerine, açık uçlu ve anlamlı sorular sormaya teşvik edilmelidir. 
8. Öğrencilerin ilk tepki ve cevapları değerlendirilmelidir. 
9. Öğrenciler tecrübelerini tartışmaya ve ilk hipotezleri ve çelişen sonuçlarını karşılaştırmalıdır. 
10. Sorular hazırlanmadan önce, uygun zaman beklenilmelidir. 
11. Öğrencilerin tartışma yaratmaları ve ilişkileri oluşturmaları için vakit sağlanmalıdır. 
12.Öğrenme çemberlerinin kullanılması ile öğrencilerin doğal meraklarını geliştirmeleri sağlanmalıdır. 

Öğretmenler sınıf içi uygulamaların oluşturmacı görüş ile ilişkilerini karşılaştırmalıdırlar. Kuram ve uygulamaların birbiriyle örtüşmesine zemin hazırlamalıdırlar 

SONUÇ 


Oluşturmacılık, eğitim alanında yenilikler ortaya koymaya çalışarak, bazı öğretmenlerin kuramsal temelleri olmaksızın yaptığı şeylere, sağlam kavramsal temeller sağlama çabasındadır. Oluşturmacılık kuramına göre, öğrenenden bağımsız bir bilginin var olamayacağını, öğrenirken sadece kendi oluşturduğumuz bilginin varlığını kabul etmemiz gerekir. Öğrenme, nesnelerin gerçek doğasını anlamak yada düşünceleri hatırlamak değil, öğrenme sürecinde örgütlediğimiz açıklamalar, şemalar ve yapılardan bilişsel, duyuşsal, kişisel veya toplumsal anlamlar oluşturmaktır. 


KAYNAKLAR: 


Bacanlı, H. (2000) Gelişim Ve Öğrenme Ankara: Nobel Yayın Dağıtım 
Bağcı Kılıç, G. (2001). Oluşturmacı Fen Öğretimi, Kuram ve Uygulamada Eğitim Bilimleri, Haziran 2001 1 (1) s.7-22 
Beydoğan, H.Ö. (2002) Öğretim Stratejilerindeki Değişmeler ve Öğretmenin değişen Rolleri Çağdaş Eğitim Mayıs 2002, 27 (287) s.34-39. 
Chen, C. (2003 ) A Constructivist Approach to Teaching: Implications in Teaching Computer Networking 
Hanley,S.(1994)John Dewey and Lev Vygotsky 
Kaptan, F. ve Korkmaz, H. (2000) Yapısalcılık Kuramı ve Fen Öğretimi, Çağdaş Eğitim Mayıs 2000, 25 (265) s.22-27. 
Learning Theories: Constuctivism (2008) 
Murphy , E. (1997) Constructivist Epistemology: From Philosophy to Practice 
Özden, Y. (2005) Öğrenme ve Öğretme. Ankara: Pegama s.55-75 
Selçuk, Z. (2000) Gelişim Ve Öğrenme Ankara: Nobel Yayın Dağıtım 
Shalni G. (2008). 
Şirin, A. (2002) “Gelişim Psikolojisine Giriş”, Gelişim Psikolojisi Ed. Betül Aydın Ankara: P.A. Yayınları 
Yurdakul, B. (2005) “Yapılandırmacılık” Eğitimde Yeni Yönelimler Ed. Özcan Demirel Ankara: Pegama s.39-66

Yorum Gönder

0 Yorumlar