YUNANİSTAN TÜRKLERİ


YUNANİSTAN TÜRKLERİ 


     Yunanistan Türkleri derken hiç şüphesiz bugün Yunanistan adını taşıyan devletin sınırları içinde  yaşayan, fakat ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören, aşağı yukarı, Amerika’daki zencilerle aynı  kadere sahip olan ırkdaşlarımızı anlatmak istiyoruz. Yoksa, bugün Yunanistan denilen devlette, "  yunanlı " denen ve eski Helenler’in dilinden bozma bir dille konuşan topluluğun eski Yunan kültürü ve  Ortodoks mezhebiyle birleşen ve kan bakımından çoğunlukla İslav ve Arnavutlar’dan bozma karışık bir  millet olduğunu biliyoruz.    

      Bu karışık millet kendisini hem eski Yunan’ın, hem de Bizans’ın devamı ve torunları saymak gibi  gülünç bir tezadın içinde, Megalo İdea’nın hülyasıyla sarhoş bir topluluktur. Bizans’ın eski Yunan’la  kan bakımından ilgisi bulunmadığı tarihi bir gerçektir. Fakat bütün bu aykırılıklara, gülünç tezatlara  rağmen Yunanistan, Batı’nın şımarık çocuğudur. Onlarda eski medeni Yunan’ın devamını tahayyül  eden Batılıların maddi ve manevi yardımlarıyla bir Yunan devleti kurulmuş, ne gariptir ki tarih  sahnesinde gözüken her devletin zaferlerle büyümesi sosyal bir kaide iken Yunanistan bir buçuk  asırlık tarihinde hemen daima yenilerek çıktığı savaşlara rağmen, tıpkı dayak yedikçe büyüyen  Tepegöz gibi, daima büyümüş, büyüdükçe de iştahı artmıştır.    

     Yunanistan’ın haksız yere desteklenmesinin son örneğini Kıbrıs davasında Amerika Başkanı Johnson  vermiş, Kıbrıs Türklerinin öldürülmeye kadar varan kıyıcılıklardan kurtarılması için yapılacak Türk  çıkartmasına engel olarak hem NATO davasına darbe vurmuş, hem de durup dururken Türkiye’de bir  Amerikan düşmanlığı doğmasına sebep olmuştur.  

     NATO davasına vurulan darbe demekten maksadımız şudur : ikisi de NATO’nun üyesi olan bu  devletlerden Türkiye her bakımdan Yunanistan’a göre, ölçülemeyecek kadar güçlüdür. Bu ikisinden  birini feda etmek gerektiği zaman akıl, mantık ve askeri zihniyet Yunanistan’ın feda edilmesini  gerektirir.  

     Bu tıpkı savaşta bir tümen için bir taburun gözden çıkarılmasına benzer. Amerika’nın bu basit  gerçekten gaflet etmesine tabii imkan yoktur. Sebep, yukarda da belirttiğimiz gibi Yunan’a karşı  duyulan sempatidir ve herhalde Hıristiyanlık taassubu da bundan epeyce rol oynamıştır.  

     Haksız olduğu zamanlarda bile, koruyucuları tarafından mutlaka kurtarılacağını bilen Yunanistan için  Megalo İdea’yı gütmekten tabii bir yol olamaz. Bir yandan büyümek, bir yandan da başkalarının  sayesinde iç ettiği ülkelerdeki azınlıkları yok etmek onun başlıca düşüncesi ve hedefidir.  

     Lozan Barış’ı yapıldığı zaman Batı Trakya’da 120 bin Türk’e karşı beş on bin Yunanlı bulunuyordu.  1923 Lozan Barış’ından 1968 sonuna kadar geçen 45 yılda bu Türklerin, Türkiye’deki artıştan daha az,  mesela %2 oranında bir çoğalma ile bugün 228 bin kişi olması gerekirken, aksine 90 bin kişiye  inmişler, Yunanlılar ise bu bölgede sayıca Türkleri geçerek çoğunluğu sağlamışlardır. 

     Hangi partiye mensup olursa olsun, bütün Yunan hükümetleri Türklere her türlü baskı yaparak  memleketten kaçırmanın yollarını bulmuşlar, türlü kanunlar çıkararak Türklerin topraklarını çok ucuza  almayı başarmışlar, bu toprakları Yunanlıları yerleştirerek ve onları iktisaden Türklerden üstün kılarak  Batı Trakya’dan Türklüğü silme yoluna girmişlerdir.    

     Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri ise daima iç işlerle uğraştıkları, dış Türklerin varlığını unutur hale  geldikleri için gözler önündeki bu drama seyirci kalmışlar, ellerindeki İstanbul Rumları ve Patrikhane  gibi iki kuvvetli koz olduğu halde hiçbir şey yapamamışlardır.    

     Demokrat Parti zamanında bir aralık, dış görünüş bakımından düzelmiş olan Türk‐Yunan  münasebetleri dolayısı ile Batı Trakya’da bir " Celal Bayar Lisesi" açılmış, Türkiye’den öğretmenler  gitmiş, fakat bunların hepsi bir aldatmacadan ileri geçememiştir.    

     Azınlıkların devletler arasındaki dostluklara engel olduğu malumdur. Bu iki devletteki azınlıklarda,  siyasi münasebetleri, aynı sebeple aynı neticeye götürmektedir.  Resmi Gazete’de sık sık görülen "vatandaşlıktan çıkarılanlar" listelerinde Türkiyeli Rumlar büyük bir  yekun tutmaktadır. Papa Eftim taifesi olan ve Türk aslından gelen küçük bir Ortodoks topluluğu  dışında, bu Rumlar’dan Türkiye’ye hiçbir hayır gelmeyeceğini herkes bilmektedir. Yani Türklerle  Yunanlıların dost olmasına imkan yoktur. Nato ittifakı gibi siyasi mecburiyetler bile bu dostluğu  sağlayamamıştır. Yunandan dost olmayacağına göre de Türk siyasetinin oradaki Türkleri düşünmek ve  kurtarmak bakımından yeniden ayarlanması lazımdır.     

     Türkiye’nin hattı hareketi dişe diş, göze göz prensibine göre olmalı, Batı Trakya’dan ürkütülen her  Türk’e karşılık İmroz ve Bozcaada ile İstanbul’dan aynı sayıda Rum ürkütülerek Türkiye’den çıkmaya  mecbur edilmelidir. Yunanlılar, Türkleri hangi usul ve bahanelerle çıkarıyorsa Türklerde Rumları aynı  usul ve bahanelerle kapı dışarı etmelidir.    
     Bu mesele Türkiye’nin bir iç işi olduğu için irili ufaklı devletlerden hiçbirisinin karışmak yetkisi ve hakkı  yoktur. Böyle bir karışma olursa Türk hariciyesinin elbette vereceği makul cevaplar bulunacaktır. Bu  cevaplar, hiç şüphesiz diplomatik dille olmak şartı ile, mesela Amerika’ya " sen kendi zencilerine bak",  Rusya’ya " Kazaklar’dan ve Estonlar’dan, hele Kırımlar’dan ne haber", İngiltere’ye " cumhuriyet  hükümeti kraliyet hükümetinden İskoçya’nın bağımsızlığını dikkate almasını dilemekle kesb‐i şeref  eyler" şeklinde olacaktır.    

     Aktif ve milliyetçi elemanlarla işleyen cesur ve zeki bir " Dışişleri Bakanlığı" bu küçük görevi başarıyla  yapabilir.    Batı Trakya dediğimiz yer bizim dünkü bir iki kazamız, sayıları 90 bine inen Türkler’de dünkü fatih  sahiplerinin torunlarıdır. Kendisinden koparılan ülkelerdeki ırkdaşlarla ilgilenmek ise hem bir milli  ülkü işi, hem insanlık borcu, hem de şeref ve fazilet davasıdır.      

GÖZLEM , 9 Ocak 1969  
Atsız 

Yorum Gönder

0 Yorumlar