NAMIK KEMAL’İN MAGOSA SÜRGÜNLÜĞÜ

Namık Kemal

Namık Kemal 

Türk milliyetçiliğinin öncülerinden, Genç Osmanlı hareketi mensubu yazar, gazeteci, devlet adamı ve şairdir.
Yurtseverlik, hürriyet, millet kavramlarına bağlı bir Tanzimat Devri aydınıdır. Bu kavramları Türk fikir hayatına ve edebiyatına sokan kişi kabul edilir.[6] Heyecanlı, kavgacı kişiliği, akıcı, parlak üslubu nedeniyle devrinin diğer yazarlarından daha fazla tanındı.[7] “Vatan Şairi” ve “Hürriyet Şairi” olarak anılan Namık Kemal, şiirin yanı sıra tenkit, biyografi, tiyatro, roman, tarih ve makale türlerinde eserler verdi. Özellikle Türk edebiyatının ilk edebi romanı olan "İntibah" ve batılı anlamda Türk edebiyatının sahnelenen ilk tiyatro eseri olan "Vatan yahut Silistre" eserleriyle ünlüdür. 
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü eserleri ve fikirleriyle etkiledi.


NAMIK KEMAL’İN MAGOSA SÜRGÜNLÜĞÜ

     Namık Kemal, Vatan Yahut Silistre  adlı oyununun sahnelenmesinden sonra halkın coşkunluğa kapılması üzerine dört arkadaşıyla birlikte yargılanmadan sürgüne gönderilmiştir.  Belli bir süre konulmayan sürgünlük ıslah olununcaya kadar devam edecektir. Namık Kemal’in Magosa sürgünlüğü otuz sekiz ay sürmüş, özgürlükçü Veliaht V. Murat’ın tahta çıkışıyla  ilan edilen afla sona ermiştir.

     Namık Kemal’in  mektuplarından sürgünlük yaşamını hakkında bilgi edinilmektedir. Bu bilgileri bazen Namık Kemal doğrudan verir. Bazen de satır aralarından  sızar. İlk mektubunda en geniş bilgilerle karşılaşılır.  Vapurdan indirilip Magosa’ya getirilişini, konulduğu mezara benzeyen küçük taş hücreyi, ince bir şilte üzerinde geçirdiği geceyi anlatır. Ardından Magosa’yı her yönden tanıtan bilgiler verir.  Bu bilgilerden iklimini, coğrafyasını, bitki örtüsünü, taşını toprağını, arı iriliğindeki sivrisineklerini, timsah büyüklüğündeki kertenkelelerini öğreniriz. Magosa’da her şey olumsuzdur. Yaşanacak bir yer değildir. Namık Kemal, burada pek çok kez sıtmaya ve başka hastalıklara yakalanmıştır. Rutubetten de son derece mustariptir.

     Burada bol olan şey zamanıdır. Başka yapacak bir uğraşı olmadığından zamanını edebiyata ayırır. Birkaçı dışında eserlerinin tamamını bu sürgünlük döneminde verir.  Sürgünlükten önceki dönemde şiirleri dışında verdiği tek edebiyat  eseri Vatan yahut Silistre’dir. Dolayısıyla bu sürgünlük dönemi bize edebiyatçı Namık Kemal’i kazandırmıştır. Birçok kez hastalanmasına, imparatorluğun merkezi İstanbul’dan, ailesinden özellikle çocuklarından ayrılmasına, çok sevdiği siyaset ve gazetecilikten uzak kalmasına yol açan bu sürgünlük elbette Namık Kemal’i çok üzmüş ve yıpratmıştır. Ancak onun edebiyatla uğraşmasına yol açtığı için de hayırlı olmuş ve edebiyatçı Namık Kemal’i yaratmıştır. 

Dipnot

*Bu yazı  Marmara Üniversitesi  Türkiyat Araştırma ve Uygulama Merkezinin 4-5 Aralık 2003 tarihinde düzenlediği “Hapishaneler”  konulu sempozyumda bildiri olarak sunulmuştur 

     Namık Kemal’in Magosa’da geçen sıkıntılı yaşamını konu alan bu yazıda Namık Kemal’in mektupları  esas olarak alınmıştır. Çünkü Namık Kemal’in bu dönemi hakkındaki birinci elden  bilgilere ancak  mektuplarından ulaşabilmekteyiz. Namık Kemal’le birlikte sürgüne giden diğer dört  arkadaşından ikisi bu döneme ilişkin anılarını kitap haline getirmişler1, ancak Namık Kemal böyle bir yola başvurmamıştır. Dolayısıyla mektuplara yansıdığı kadarıyla bu sürgünlüğü değerlendireceğiz.

     Namık Kemal 24 Kasım 1870’te Avrupa’dan İstanbul’a döner Sürgüne gönderildiği  1873 Nisanına kadar geçen sürede, 1870’ten beri çıkmakta olan Diyojen ile birkaç kez kapandıktan sonra  1872’de yeniden çıkmaya başlayan İbret gazetesinde imzasız yazılar yazar. Bu yazıların altında bazen başmuharir anlamına gelen  B.M. kısaltması yer alır. Siyasetten uzak durmak, yazı yazmamak koşuluyla affedildiğinden  açık ad ve imza kullanmamaktadır. Üvey dayısı Mahir Beyin idare müdürü olduğu İbret’te Avrupa’dan da arkadaşları olan  Reşat ve Nuri Beyler de yazmaktadır. Namık Kemal aynı dönemde (1872) Hadika gazetesine de yazılar verir. Hadika’da yazdığı yazılar genellikle devlet yönetimini eleştirir özelliktedir (Tansel 1967: 223). Nitekim bu gazetenin kapanma nedeni   “adab-ı devlet ü hükümet”e  aykırı yayın yapmaktır. Aynı gerekçeyle İbret gazetesi de kapatıldıktan sonra  yazarlarının bazıları İstanbul’dan uzaklaştırılır. 

Dipnot

1 Namık Kemal,   İbret gazetesinde yayımlandığı “Tiyatro” başlıklı yazısında bu konudan şöyle söz ediyor:  “Âsâr-ı âcizânemden  ‘Vatan yahud Silistre’  ünvanlı oyunun tertîb ve ta’lîmi hitâm buldu. Birinci daf’a olmak üzere önümüzdeki Salı akamı yani Çarşamba gecesi icra edilecektir.. Yine âsâr-ı âcizânemden  ‘Râz-ı Dil’  nâmında diğer bir oyun var.” (Yetiş  1989:  46) 

      Bu çerçevede Namık Kemal, Mahmut Nedim Paşa  tarafından   1872 yılının Ağustos ayında Gelibolu mutasarrıfı olarak görevlendirilir. Mithat Paşanın kısa süren sadrazamlığı zamanında Eylül ayının sonunda Gelibolu’ya giden Namık Kemal bu görevinde uzun süre kalamaz. Üç ayı doldurmadan  azledildiğinden  25 Aralık 1872’de İstanbul’a döner. Namık Kemal’in Gelibolu dönüşü sırasında İbret ve Hadika 2 gazeteleri geçici olarak yeniden kapatılmıştır. Gazete için mesai harcamayan  Kemal de bu arada Vatan yahut Silistre  adlı oyununu tamamlar 3.

     1 Nisan 1873’te Gedikpaşa tiyatrosunda Vatan yahut Silistre oynanır. Halk duygulanıp coşkunluk gösterir ve oyunda geçen “yaşasın vatan” seslenişlerine katılır. İşi daha da ileri götürerek “Kemal Bey çok yaşa”  diye bağırırlar 4.  

     İş bununla da kalmaz, izleyicilerden bir kısmı İbret gazetesine gelir  “Var olsun Kemal-i millet!” dileğiyle başlayan bir tezkere bırakırlar5. Bu gelişmelere koşut olarak Kemal’in Avrupa’dan da arkadaşı olan  Nuri Bey bir makale yazarak halkın Kemal’e ve oyununa gösterdiği ilgiden bahseder. 6 Nisan 1873 tarihinde  bir bildirimle  İbret kapatılır. Kapatılmada 129, 130 ve 131 numaralı gazetelerdeki bazı yazılar etkili olmuştur. Özellikle de Nuri Beyin 131 numaralı İbret’te yer alan yazısı.

     Gazetenin kapatıldığı gün olan 6 Nisan  1873’te Namık Kemal ve Nuri Beyler tiyatroyla ilgili kimi konuları görüşmek için Güllü Agop tiyatrosuna giderler 6.  Bu toplantı s ırasında önce Kemal sonra Nuri Bey Zaptiye Müşirliğinden çağrılmış ve oradan hapishaneye gönderilmişlerdir 7. Bu gelişmelerden habersiz  olan Ahmet Mithat, İbret matbaasındaki işlerini bitirip akşam üzeri kardeşi Mehmet Cevdet ile Gedikpaşa tiyatrosuna gelirler. Biraz çevreleriyle ilgilendikten sonra localarına  girerler. Perde tam   açılırken localarının da kapısı aralanmış ve  Zaptiye Mü şirliğine çağrıldıkları bildirilmiştir. Oraya giden Ahmet Mithat da  tutuklanıp hapse gönderilmiştir (A.Mithat  2002: 175). Namık Kemal ve Nuri Beyin tutuklandığını Hakkı Beyin ise arandığını orada  Ebuzziya Tevfik’ten öğrenmiştir (A.Mithat 2002: 177). Aynı gün  tutuklanarak hapishaneye konulan  beş sanatçı  tutuklanma nedenlerini bilmezler.   

Dipnot

3 Namık Kemal,   İbret gazetesinde yayımlandığı “Tiyatro” başlıklı yazısında bu konudan şöyle söz ediyor:  “Âsâr-ı âcizânemden  ‘Vatan yahud Silistre’  ünvanlı oyunun tertîb ve ta’lîmi hitâm buldu. Birinci daf’a olmak üzere önümüzdeki Salı akamı yani Çarşamba gecesi icra edilecektir.. Yine âsâr-ı âcizânemden  ‘Râz-ı Dil’  nâmında diğer bir oyun var.” (Yetiş  1989:  46)
4 Vatan’ın oynanmasından sonra halkın gösterdiği çoşku konusunda Nuri Bey’in 131 numaralı  İbret’te yayımladığı bende(yazı, makale) bakılabilir. Aynı yazıya Akka adlı yarım kalmış  anılarında da yer verir (Tarih ve Toplum, S.204, s.328).  Bereketzade İsmail Hakkı da  Yad-ı Mazi’de “N.Kemal Beyin ‘Silistre yahut Vatan’ adındaki ünlü eseri bir gece Gedikpaşa’da Güllü Agop’un tiyatrosunda sahneye kondu. O gece tiyatroda, son derece izdiham vardı. Eser, peşpeşe alkışlara garkedildi.” diyerek o geceki çoşkuyu anlatır  (Bereketzade İsmail Hakkı  1997: 42).  
5 .  Mustafa Nihat Özön bu çoşku konusunda geniş bilgi veriyor. O, İbret gazetesine gelen halkın bıraktığı teşekkür tezkeresinden ve İbret’in bunu olduğu gibi yayımladığından söz ediyor. Özön, bu tezkereyi  alıntılamıştır ( Özön 1976: 5-6-7) 
6 Güllü Agop tiyatrosunun bir edebi kurulu vardır. Bu kurul tiyatroda oynanacak, çevrilecek, yazılıp yazdırılacak oyunlar konusunda karar vermektedir. Bunun dışında  tiyatroyla ilgili pek çok başka konuda da görüş belirtmektedir. Hatta Direktör Ali Bey burada Türkçeleri bozuk olan  Ermeni oyunculara diksiyon dersleri vermiştir. Edebi kurul Nafia  Nazırı Raşit Paşa, Maarif Nezareti Mektupçusu Halet Bey, Düyun-ı Umumiye  Direktörü Ali Bey, Namık Kemal ve Menapirzade Nuri Beyden oluşmaktadır. 
7 Nuri Bey yarım kalan anılarında bu konuyu anlatır. Tarih ve Toplum, S.204 (Aralık 2000,  s.9). 

     Cezaya çarptırılan sanatçıların cezalarını çekecekleri yere özel bir vapurla gönderilmelerine  karar verilmiştir. Özel vapur hazır olmadığından 9 Nisan’da  Hidivîye posta vapurlarından Mısr’a bindirilerek İstanbul’dan  çıkartılırlar8. Ne ile suçlandıklarını ve çarptırıldıkları cezayı vapurda kendilerini gidecekleri yere götürmekle görevli olan  Binbaşı Bahri Beyden öğrenmişlerdir. Gerekçe olarak gazetecilik ve  zararlı yayın gösterilmiştir9.

Dipnot

8 Ömer Faruk Akün bindirildikleri vapurun adının Fevziye Abdullah Tansel’in   söylediği gibi Dikhaliye değil Mısr olduğu konusunda bir düzeltme yapıyor. Bunun doğru okunuşunun da Dakhalîye olması gerektiğini ekliyor (Akün 1972: 377-378). 
9 Tutuklanıp  Büyük Hapishaneye gönderilen  beş kişi hapishanede kaldıkları esnada ve daha sonraları neden tutuklandıkları üzerinde düşünmüş ve kendilerince yorumlar yapmışlardır. Öncelikle hepsi haksız ve suçsuz yere tutuklandıklarına inanmaktadırlar. Gerçekten de öyledir. Ne sorgulanmış ne de mahkemeye çıkarılmışlardır. Ayrıca Vatan yahut Silistre’nin sergilenmesi üzerine hepsinin tutuklanmalarına gerek yoktur. Demek ki tek neden bu değildir. Vatan yahut Silistre, yazarının sürgüne gönderilmesinden sonra da oynanmıştır. Hatta Sultan Abdulaziz bu oyunu sarayda kendi huzurunda iki kez oynattırıp izlemiştir (Bk: Göçgün 1999: XXVIII).
Bereketzade İsmail Hakkı edebiyat ve gazete dünyasına yeni girmektedir. Kısa süre önce İbret gazetesine gidip gelmeye başlamış, Namık Kemal’i birkaç kez görmüş, Nuri ve Tevfik Beylerle hiç karşılaşmamıştır. En çok Ahmet Mithat’la görüşmüştür. Yazıya hevesli olduğu için İbret’e gelip gitmekten başka konuyla ilgisi yoktur. Buna rağmen  tutuklanıp sürgün edilmiştir.  Nuri Bey, İbret’te yazılar yazmaktadır. Şiirleri, güfteleri ve birkaç tiyatro eseri vardır. Ama o  edebiyatçı kimliğinden çok gazeteci ve siyasi kimliğiyle tanınmaktadır.  Vatan yahut Silistre oynandıktan  sonra İbret’te halkın coşkusunu aktaran bir yazı yazmıştır. Vatan’a bağlı bir ceza verildiyse 
Nuri Bey bu çerçevede suçlu sayılabilir. Ayrıca Nuri Bey, Yeni Osmanlılar adlı gizli cemiyetin üyesidir. Bu cemiyet ilk toplantılarında farkedilmiş ve üyeleri görevle İstanbul’dan uzaklaştırılmış, bir süre sonra Namık Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi yurt dışına çıkmışlardı. Nuri Bey de yurt dışına çıkıp Hürriyet gazetesinde onlara katılmıştı. Muhalif ve özgürlükçü bir siyasi kimliği vardı.
Ahmet Mithat hapse konulduğunda ve daha sonra çok düşünür ve kendisi için bir suç bulamaz, hele  zararlı yayın gerekçesini hiç anlayamaz. Çünkü izinsiz hiçbir eser bastırmamıştır. Yazdıklarının hepsi ruhsatlıdır, kendi deyişiyle  önceden görülmüş ve kontrol edilmiştir. Üstelik siyasi bir kimliği olmadığını pek çok kez ve yerde belirtmiştir. O önce edebiyatçı ve halk öğretmeni sonra da kitaplarıyla, matbaasıyla evini geçindirmeye çalışan bir esnaf,  bir  tüccardır. Uzun uzun düşünüp kurban olduğunu şaka yollu arkadaşlarına açınca Namık Kemal, “Evet en çok sana yazık oldu” demiştir.
Ebuzziya Tevfik de Yeni Osmanlılar Cemiyeti üyesidir. Tanzimatın en önemli gazetecilerindendir. Pek çok gazete çıkarmıştır. O dönemde gazete çıkarmak bile son derece riskliydi. Çıkardığı gazetelerin çoğu geçici sürelerle  kapatıldı.  Gazete çıkarmak için yaptığı izin başvurularının kabul edilmediği de olmuştur. Vatan yahut Silistre meselesiyle bir ilgisi yoksa da sözünü ettiğimiz diğer nedenlerle ve İbret’te olması nedeniyle cezalandırılmıştır.
Namık Kemal için ise  fazla bir şey söylemeye gerek. O yaşamını vatan ve özgürlük uğruna adamış ve bu yolda büyük bir mücadele vermiştir. Açıkça yazamadığı zamanlar başka adlarla yazmıştır. Arkadaşları  bu yazılardaki üslup özelliklerine ve görüşlere bakarak, onların Namık Kemal’e ait olduğunu anlayabiliyorlardı. Namık Kemal hiç çekinmeden siyasi eksiklikleri söyleyip yöneticileri eleştirebiliyordu. Bu nedenle mimlenmiş biriydi. Hareket alanı sürekli daraltılıyordu. Bunlar bir yana eğer sebep Vatan yahut Silistre  ise zaten asıl suçlu o olmalıdır. Ama sebep gazetecilik ve zararlı yayın olarak gösterilmiştir. Namık Kemal Magosa’daki ilk mektubunda diğerleri gibi davranarak suçlarını düşünür, araştırır. Kendi dışındakilerini tek tek ele alır ve suçsuzluklarını  ortaya koyar. Suçsuz oldukları noktasında, bu noktada  ortaya koydukları kanıtlarda ve konuyu değerlendiriş biçimlerinde hepsinin  görüşleri arasında tam bir uyum vardır.
10  Kala-y ı Sultaniye, Biga sancağının merkezi olan kasabadır. Kâmûsu’l-A’lâm’da bu konuda geniş bilgi bulunmaktadır. Şemsettin Sami, Kâmûsu’l-A’lâm, İstanbul 1306(1889).  Eserin tıpkıbasımı Kaşgar Neşriyat tarafından 1996 yılında Ankara’da yapılmıştır. Bilgi için bu tıpkıbasım özelliğindeki yayının 5. cildinin 3685-3686. sayfalarına bakılabilir.
11 Kemal ve arkadaşları bu konuda haklıdırlar. Osmanlı s ınırları içinde nam salmış bazı sürgün yerleri vardır. En zorlu sürgün yeri olarak adalar ve orada yer alan kaleler seçilmişlerdir. Akka,  Magosa, Malta ve Rodos  Osmanlı’nın   en güç koşullara sahip olan sürgün yerleridir. Buralara gerçekten en ağır  ve en çekinilen suçlular gönderilmektedir. Pek çok ünlü kişi, sanatçı, devlet adamı da buralarda ıslah edilmeye çalışılmıştır. Namık Kemal ve arkadaşları  bu en meşhur sürgün yerlerine dağıtılmışlardır.  Magosa’da Namık Kemal en azılı suçlularla birlikte kaldığını belirtir. Hatta dünyada hiçbir yerin kabul etmediği Babi’lerin önemli önderleri bile Magosa’dadır. Bu yüzden Namık Kemal’in Magosa’da rahat bir yaşantı sürdüğü düşünülmemelidir. Bu konu yeterince bilinmediğinden  “ O  hapislik mi, sürgünlük mü yaşadı ki!” deyip  Namık Kemal’in Magosa sürgünlüğünün son derece rahat geçtiğini, içki içip, gezdiğini düşünen ya da zannedenler olmuştur. Fevziye Abdullah Tansel de  Namık Kemal’in “çürütücü bir zindan hayatı” sürmediğini, hatta Magosa döneminin Avrupa’daki yaşamından daha “müreffeh” olduğunu söylüyor ( Tansel  1967: XXIX).  Buna karşılık aynı Fevziye Abdullah Tansel Mukaddeme-i Celal’den  şu satırları da alıntılıyor: “Âsar-ı âcizânemden neşrolunduklarını beyan ettiğim tiyatrolar Gülnihâl, Âkif Bey ve Zavallı Çocuk’tur ki Magosa dûzeh-i dünyevîsinde bulunduğum sırada tab’edilmişler idi. O vakitler ise menfi bulunanların namları da kendileri gibi bir kal’adan dışarı ç ıkmamağla mahkûm olduğu için hiçbirine imzâ konulmak mümkün olmadı.” (Tansel  1967: 289)  Tansel’in ilk görüşüyle alıntıdakiler çelişiyor.  Namık Kemal   Magosa’yı cehennem olarak niteliyor.


     Kala-yı Sultaniye’ye10 geldiklerinde karakol vapuru olan Pesendide’ye nakledilirler ve hiç karaya  çıkarılmadan üç gün kalırlar. Dördüncü gün onlara tahsis edilen Hanya vapuru gönderilir ve oraya naklonulurlar. Ebuzziya Tevfik’in adını Kandiye olarak yazdığı (Akün 1972: 379) bu vapurdaki görevliler onların kaçmayacaklarına kanaat getirince güverteye çıkmalarına, vapurda serbestçe dolaşmalarına izin verirler. Tüm görevliler ve subaylar son derece yardımcı olup, saygı gösterirler. Asıl sorumlu Binbaşı Bahri Beyin de tutumu aynı olur. Bu ortamda sanki sürgüne gitmiyorlarmış gibi son derece şen, neşeli ve moralli bir yolculuk yaparlar. Ahmet Mithat ve Ebuzziya Tevfik Rodos’ta vapurdan indirilirler. Vapur Rodos’ta kömür almak  için bir gün bekler. Bu esnada vapurdakilerle inenler arasında mektuplaşmalar olur. Kemal, bir gurup tasvirine yer verdiği mektubunu Ahmet Mithat ve Ebuzziya Tevfik’e gönderir. Bu mektup ve tasvir onların iç rahatlığını yansıtmaktadır. Bu iç rahatlığı Rodos-Kıbrıs arasında kaybolmaya başlar. Sabah uyandıklarında vapur Kıbrıs önündedir. Kemal sandalla karaya çıkarılır. Lefkoşa’ya gideceği sanılmaktadır, ama  Magosa’ya yönelinir. Vapurdakiler de Kemal’in Magosa’ya doğru gittiğini  Kıbrıs’ı bilen bir kişiden öğrenirler.

     Kemal ve arkadaşları Magosa’nın Lefkoşa’ya göre daha olumsuz  bir sürgün yeri olduğunu düşünmektedir11 Namık Kemal bu düşüncesini bir mektubunda Magosa ve Akka için  “Magosa, Akkâ gibi ufûnet ve kerâhetlerine nazaran rûy-i arzın kurtlaşmış iki çibanı denilmeğe lâyık olan yerler” nitelemesini yaparak ortaya koyar (Tansel 1967: 237). Aynı mektupta Magosa hakkında başka pek çok  bilgiye daha yer verir. Bu bilgiler Magosa’yı her yönüyle tanıtan bilgilerdir. Bir kısmı Magosa’nın coğrafyasına ve iklimine yöneliktir. Namık Kemal’in üç yıl yaşadığı yeri ve oraya ilişkin duygularını anlatması açısından bu mektup son derece önemlidir.
     İlk olarak

     “Pencereden bakıp da sahrâlar dolu harâbelerini, dağlar parçalanmışçasına taş yığınlarını gördükçe,   Sûr-ı İsrâfil çalınmış, fakat ben işitmemişim zannediyorum” (Tansel  1967: 238)  diyerek Magosa’nın doğal  yapısından söz eder. Kaldığı kaledeki evleri mezara, içindeki insanları ölüye, giysilerini de yırtık kefene benzetir. Olumsuz hava ve iklim koşulları  nedeniyle  Kıbrıs halkını gerçek bir mücahit olarak görür.

     “ Çünki havasından dört tarafa  eslâha-i cedîde sadâsı kadar mütenevvi’ ilel-i mühlike dağılıyor ve hattâ içlerinden en hafifi olan ısıtma bile insanı, şişhâne kurşunu kadar sür’atle öldürüyor.”  (Tansel  1967: 238)

     Namık Kemal, bu olumsuz iklim ve doğa koşullarına ek olarak, her şeyin  Londra’dan bile pahalı olduğu tespitini yapıp, halkın yoksulluğunu, bu yüzden arpa ekmeğini bile zor bulduklarını anlatır.  Suyu için de şu belirlemelerde bulunur:

     “Kuyulardan çektirilip de içtiğimiz sudaki şâb ile küherçileyi bir yere toplasalar, Mısır Çarşısı’nı değil, Kâhire’nin barut-hâneleri ile Tanta mevlidi’nin şâhid-i pazar olan çingânelerini,  asırlarca idare eder. Evvel ağızdaki acılığı def için rakı üzerine su içiyorduk; şimdi bi’l’akis su üzerine rakı içiyoruz.”  (Tansel  1967: 239)  

Dipnot

Namık Kemal, Celal Mukaddemesinin bir başka bölümünde Vatan yahut Silistre oynunundan söz ederken  Magosa’daki durumunu çok daha net olarak ortaya koyar: “ ... Bunda bendenizin hakkım olabilecek bir meziyet varsa  o da  evlâd-ı vatanın mefâhir-i kahramanîsine meddah olmak istediğim için birkaç garaz-kârın te’vîlâtıyla 38 ay bir zindan-ı ibtilâda ve vatanın harabına çalışmış gibi çifte karakol altında baykuşlara, yılanlara refîk-i iğtirâb ve sıtmalara, hummalara hedef-i tecrübe olmaktan ‘ibaret kalır (Yetiş  1989:  350). 
Tansel  konuya sadece para açısından yaklaşmış. Evet, para bir refah getiriyor, ama birçok sorunu çözmüyordu. Yukardaki satırlarda görüldüğü gibi para, Kemal’in defalarca sıtmaya yakalanmasını engelleyemedi. Aslında Namık Kemal para işlerinden anlamıyor ve bu işleri uşağına bırakıyordu. Midilli’de de çoğu kez parasına el sürmemiştir. Uşağı ise, Magosa’ya bazen para  bazen de borç bırakıyordu.    
İşin bir de İstanbul cephesi vardır. Ali Ekrem Bolayır anılarında babası sürgündeyken ne kadar sıkıntı çektiklerini çok açık bir biçimde anlatır. Veliaht Murad’dan yardım aldıkları dönemde rahat yaşadıklarını, ama bu yardım kesilince büyük bir geçim sıkıntısına çektiklerini, konaktan eve evden kulübeye düştüklerini, sefalet içinde yaşayıp haftada iki  gün üç öğün  yalnız  zeytin ekmek yediklerini anlatır. Rüştiyeye başladığı zaman okula biraz zeytin ekmek ve en çok biraz kuru pilav götürdüğünü, sefer kasesinin bile olmadığını  söyler. 
Bu işin yalnızca maddi yönüdür. Manevi sıkıntıları daha büyüktür. Ailede de büyük kopmalar olmuştur. Ali Ekrem annesiyle, ablası Feride dedesiyle kalmaktadır. Annesi dedelerine pek gitmemektedir. Dedesinin de maddi durumu  parlak sayılmaz. Neticede bir memurdur. Bazen aylıklarını çok gecikmeli almaktadır. Sonuçta bir bedel ödenmektedir. Bu bedeli yalnızca Namık Kemal’in ödediği de düşünülmemelidir.  (Bu konuda geniş bilgi için bk: Ali Ekrem Bolayır 1991:s.35,36,41) 
     Namık Kemal, havası ve suyundan sonra sözü Magosa’nın böcek, sürüngen ve kuşlarına  getirir:

     “ Buranın nevâdirinden olmak olmak üzere devlet-i dünya kadar müzeyyen, bîvefâ eviddâ kadar zehr-âkin yılanları var.  Hele kertenkelelerini Peder Paşa hazretlerinin şerîk-i mihnetleri olan olan Emin Beyefendi timsah zannetmiş;  fakat bendeniz cesâmetlerine, zarâfetlerine, u’cûbe-i kıyafetlerine, eğilip bükülmekte ve insanın yüzüne baktıkça ağızlarını kulaklarına değdirmekte hâletlerine, bir taraftan koğuldukça diğer taraftan baş göstermekte mahâretlerine nazaren, dünyada dört ayaklı birçok Lâstik Sa’îd peydâ olmuş kıyâs ediyorum.

     Bundan başka, eâlimizin haremlerindeki Hadım Ağaları’ndan, selâmlıklarındaki musîbet dellallarından ziyâde kargası, baykuşu var.”  (Tansel  1967: 239)  Namık Kemal,  
     Fâresi zümre-i küttâb gibî  nâ- mahdûd                              
Pîresî leşker-i küffâr gibi bî-pâyân”        (Tansel  1967:  239)
beytiyle de Magosa’nın  faresi ve piresinin sınırsız sayıda olduğunu belirtir12. Bunlara ek olarak sivrisinek ve tatarcıkların da insanın hatırını hemencecik sorduğunu söyledikten  sonra  bitki örtüsüne geçer.  Bu  bakımdan da görüntü  olumsuzdur. Hanzel ve mugeylanlarıyla bir çölle yarışır özellikte bitki örtüsüne sahiptir. Bu coğrafya ve toprak yapısından da  daha iyi bir görüntü beklemek zaten olası değildir.

     Kemal, son olarak Ada’nın madenlerden yana da nasipsiz olduğu üzerinde durur. Kayda değer bir  maden yoktur ama başta da söylediği gibi bolca taş ve kaya vardır. Bunların en ufak parçası insana “işkence” etmekte bir “cellat”  ayarındadır. Toprağının  İran çöllerinden  Magosa’ya atıldığını düşünen Kemal, “göz çıkartmakta kızgın milden geri kalmıyor”  diyerek kendince en temel özelliğini belirler. 

Dipnot

12 . Namık Kemal Magosa'nın hayvanlarından Mes Prizons  Muahezenamesinde de söz ediyor. “Hele karınca beslemek hususu başıma geldiğinden midir nedir pek zevkime gitti. Benim burada bir alay karıncalarım var. Yazıdan okumadan kesel geldiği zamanlar yanımda kimse bulunmazsa onlarla eğlenirim. Hattâ geçen gün ben yanıbaşlarında iken o ‘aceze gayretinin misâl-i zî-hayatı olan hayvancıklar koca bir sinek ölüsünün sürüye sürüye deliklerinin ağzına götürdüler. Kendilerinin güç ile sığabildikleri menfezden bin türlü himmetlerle koca sineği geçirmeğe muvaffak oldular! Ben de iki saat kadar onları seyrettim. Sivrisinekten şikâyette de Silvio'yu haklı buluyorum. Fakat kendini öldürecek veya çıldıracak mertebe şikâyette değil. Mübârekler burada insana göz açtırmıyorlar. Şimdi şu yazıyı yazarken vücudumu yoklasalar üzerinde lâ-akal otuz kadar  sivri sineğin yarası bulunur. Yara dediğime ta’accüb etme! Bunlar İstanbul'da gördüğümüz sivri sinek  kabîlinden değil, bayağı her biri ufak arı kadar; soktukları yer kanıyor, bakla kadar şişiyor. Veca’  sâ’atlerce sürüyor. Zannederim ki sıcaktan şikayet etmekte benim hakkım Silvio'dan  ziyadedir. Bu sene havalar ehvence geçti ise de geçen sene bir duvara iki karış kadar yaklaşmak bayağı ateşe girmek hükmünde idi.” (Yetiş 1989: 246)



     Namık Kemal’in  ilk izlenimlerinin ve bu yolda aktardıklarının hiç de iç açıcı olmadığı görülüyor. Onun verdiği bu bilgiler, doğal çevre, iklim, hava ve su açılarından Magosa’nın yaşanacak bir yer olmadığını ortaya koyuyor.

     Namık Kemal mektuplarında  kaledeki yaşayışa ve duruma da dikkati çeker. Bu noktada da,  yaşadığı, gördüğü, tanık olduğu olay ve durumlar  iç açıcı değildir. Namık Kemal kaleye geldiği ilk gün mezar gibi bir yere konulur. Kaleyi de bir bütün olarak  mezara benzetir  zaten. İçindeki evler için de mezar nitelemesinde bulunur. Orada yaşayanları yırtık kefenleriyle mezara girmiş ölülere benzetir.

     Kendisiyle ilgili  açık bir şey söylemezse de bu niteleme ve benzetmelerden kendisini de mezara konulmuş olarak gördüğünü çıkarabiliriz. Daha sonraki mektuplarında diri diri mezara gömüldüğünü doğrudan söyler. Karakteri gereği güçlü görünür, güçlüdür de. Bu nedenle  kendisine değil, kalede yaşayanlara acır. Onun da aynı koşulları paylaştığını düşünürsek durumunun iç acıcı olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

     Namık Kemal mektuplarında kaleye gelişini de anlatır. Bir süvari yüzbaşısı, dört süvari ve iki topçu erinden oluşan  yedi  kişilik  bir gözetim birimi kendisine eşlik eder. Bu büyük güvenlik önlemleri yolda kaçmaması için  alınmıştır13. Konulduğu yerin özelliğini “Buraya geldim; heman o gece, asker için yapılmış, tamam mezar kadar bir yere tıktılar.” (Tansel 1967: 247) cümlesinden öğreniyoruz. Kapının önüne iki de nöbetçi konulmuştur. Kemal ilk gecesini geçirdiği  “mezar”ı, kendi durumu ve duyguları hakkında kısa bir bilgi verir:
“ Altım taş olarak, üzerinde bir hasır ile, bir asker fanilâsı var idi. Sonradan fanila inceliğinde bir de şilte getirdiler. Setremi yastık, paltomu yorgan ettim; fâsılasızca dokuz saat rahat rahat uyudum;”  (Tansel  1967: 247)
     Odasına ilk geldiği zaman Namık Kemal durumunu ve yaşadıklarını değerlendirmiş, duygularını mektuplarına, bu yolla yakınlarına, sevenlerine aktarmıştır. Çektiği sıkıntılar onun inandığı yoldaki gücünü ve kararlılığını pekiştirmiş, kendisine olan güvenini artırmıştır. Yaşadıkları, yürüdüğü yola ve inandıklarına ne kadar sadık kaldığını denediği  bir mihenk taşı olmuştur.  Başına gelenler  nedeniyle hiçbir üzüntü ve pişmanlık duymamaktadır. Yürüdüğü yolda karşısına çıkacak zorlukları başından beri bilmekte ya da en azından tahmin edebilmektedir. İlk gece hiç uyanmadan dokuz saat uyuması  üzüntü ve pişmanlık duymayışının ve endişesizliğinin bir göstergesidir. Boru sesleri, askerlerin hareketliliği bile Namık Kemal’i uyandırmamış, hatta öldüğü kuşkusu yaratmıştır. Bunun da nedeni daha önce burada sürgün olan Emin Beyin tepkisidir 14.

Dipnot

13 Namık Kemal’in kaçma olasılığı ya da isteği var mıdır konusu üzerinde durmak gerekir. Osmanlı devletinde aydınlar ve sanatçılar üzerinde baskılar olmuş ve  bunun sonucunda kaçanlar da çıkmıştır. Namık Kemal ve arkadaşları da daha önce  muhalif olduklarından  Avrupa’ya çıkmışlardır. Bu nedenle bir kez daha  kaçabileceği düşünülebilir. Ancak o an için içinde bulundukları durum kaçmaları için isteseler bile  uygun değildir. Çünkü beş arkadaş kader birliği yapmak zorundadırlar. Karakter ve ahlaki özellikleri hiçbirinin diğer arkadaşlarını zor durumda bırakacak bir davranış ve eylemde bulunmalarına uygun değildir. Hepsi birbiriyle sıkı bir kader birliği içine girerler ve bu konuda birbirleriyle iyice kenetlenmişlerdir. Hiçbiri bireysel bir kurtuluşu düşünmez. Böyle bir tutumu hepsi en büyük onursuzluk ve şerefsizlik sayarlar.  
14 Bursalı olan Emin Bey, Mabeyn-i Hümayun  başkatibiyken görevinden uzaklaştırılıp Kıbrıs’a sürülmüştür. Emin Bey önceleri kalenin dışında kalmaktadır. Kalenin içine alındığı  için çok huzursuz olmuş, hatta  inme inecek kadar korkmuştur. Namık Kemal bu olaya işaret ediyor. Duruma ve kişiye göre kalenin içine alınmak bile bu kadar etkileyici ve korkutucu olabilmektedir.  

     Namık Kemal bir başka eserinde daha  odasından söz eder. Merdiven altındaki karanlık odayı bu mektubunda da mezara benzetir. Ona göre Magosa bütünüyle harabe gibi bir yerdir. Kale topçuları için yapılmış olan bina oturulmaya uygun değildir.  Namık Kemal burada bir müddet oturmak durumunda kalmıştır.
“Mahbesimin,  ‘kışlanın iki dirseği arasında yapılmış bir penceresi, bir de eğilmeden girilmesi muhâl bir kapusu var idi. İçine girdim. Kenardaki taş dirseği üzerine  yorgana benzer bir şilte serdiler; bir tarafına da çârşaf inceliğinde bir yorgan, bir tarafına şilte kalınlığında bir yastık koydular.’ ; Ben ise o câme-ha’b-ı huzur üzerine uzandım. Baktım ki odanın tûlü boyuma göre yapılmış, her taraf toprak. Bir cihette iğne deliği kadar menfez yok. Âdetâ yeryüzünde bir lahd içindeyim.”  (Tansel  1967: 254)
     Genel olarak Magosa, kale ve kaldığı ev çok uygunsuz da olsa, Namık Kemal bulunduğu yere uyum göstermeye çalışır, moralini yüksek tutar. Öte yandan vatan, özgürlük yolunun çeşitli  engellerle dolu olduğunu bilir. Bu yola girenlerin böyle sıkıntıları kabul etmeleri gerektiğinin farkındadır. Bununla birlikte zaman zaman evinin değiştirilmesi için girişimlerde bulunur. Veys Paşa zamanında İstanbul’a bu dileğini iletmiştir. Şirvanizade Rüştü Paşa sadrazam olunca Namık Kemal, onun oğlu Hakkı Beyin kendisine yakınlık göstermesine bakarak ümitlenir. Ev konusunda bir cevap beklemektedir. Hakkı Beye yazdığı mektubunda  şunları söyler:
“Evvelâ arkadaşlarım zarûrette kalmamak; sâniyen bir eve çıkıp oturabilmek. Bu ikinci mürâcaat zaten kararlaşmış olduğunu, şu arîzamı takdim eden zât, zâten tebşîr etmiş idi. Postayı bekliyorum, eğer kararlaştı ise febihâ! Kararlaşmadı ise, himmet, memlekete sarf buyurulmalıdır; çünki, bulunduğum yerin rutûbet ve bürûdetinden vücutce  fevka’-lgâye muztaribim. Şu iş kararlaşınca, bayağı hayatım kurtarılmış olur.”  ( Tansel  1967:  281 )
     Görüldüğü gibi Namık Kemal kaldığı yerden şikayetçidir. Soğuk, rutubet gibi  olumsuz koşullar onu daha da sıkıntıya sokmuştur. Sağlığı açısından kaygılıdır. Veys Paşa ile Rüştü Paşaya bir dilekçe göndermiştir. Oradaki üslubunun  biraz sert olduğunu düşündüğü  için mazur görülmesini ister. Bu ev işinin kendisi için ne kadar önemli olduğu “Hele şu eve oturmak hâsıl olur ise,  şimdilik nefsimce en büyük bahtıyarlıklardan olur.” (Tansel  1967: 281) demesi gösteriyor.

     Namık Kemal’in Magosa hakkında aktardıkları genellikle olumsuz izlenimlerdi. Magosa hakkında olumlu  sözler yazdığı da olmuştur. Kızı Feride’ye yazdığı bir mektubunda bunu görüyoruz:
“Ben burada o kadar rahattayım ki ta’rif edemem. Her akşam denize giriyorum; Magosa’da bir koca liman var; beyaz kum içinde.. İnsan, Unkapanı’ndan Galata’ya kadar bir gidiyor, yine deniz, boğazına kadar çıkmıyor.. Hele bilsen, o beyaz kum, suyun içinde ne güzel görünüyor.. Tıpkı t ıpkısına, sizin İstanbul hanımefendilerinin yaşmak altında parlayan çehreleri gibi..”  (Tansel  1967: 288)
     İnsanın psikolojik durumu ile olaylara bakışı arasında bir koşutluk olması doğaldır. Kemal kızından mektup aldığı için sevinmiştir. Üç yeni oyun yazdığı için de mutludur. Bu çevreye bakışını değiştiriyor. Daha önce Magosa’nın olumsuzluklarını anlatmış ve yakınmıştı. En çok üzerinde durduğu hususlar ise iklim ve  doğal çevreye ait olumsuzluklardı.

     İlk günlerdeki  alışma devresinden sonra Namık Kemal’in Kıbrıs’taki yaşamı   biraz daha olağanlık ve düzenlilik kazanmıştır. Mektuplar aracılığıyla ailesi ve dostlarıyla iletişim kurmaktadır. En büyük sıkıntısı gazetelere ulaşmadaki güçlüktür. Bu nedenle siyasi ve edebi havayı koklayamamaktadır. Buna karşılık istediği kadar verimli olmasa da edebi çalışmalarını sürdürmektedir.

     İstanbul’dan ve başka yerlerden   çeşitli gereksinimlerini karşılamaktadır. İçki de bunlar arasında önemli bir yer tutar. Mektubunda bir cins Kıbrıs mantarı olan Kafkarit ısmarladıklarını yazıyor. Şarabı da Limasol’a sipariş etmişlerdir15. Bütün bunlar  Ada’ya uyum sağladığını gösteriyor. Ancak haşerat konusunda şikayetleri  sürmektedir.

     Kıbrıs’ta mutasarrıf olan Veys Paşa, Namık Kemal’in ailesi ile haberleşmesinde kolaylık sağlamıştır. İlk olarak İstanbul’dan gelen  uşağıyla, kaymakam ve bir subay gözetiminde konuşmuş, uşağa bir de açık mektup vermiştir 16. Özel bir görüşme olanağı tanınmasa da bir adım atılmıştır. Bu adım dolayısıyla Veys Paşaya teşekkür için bir mektup yazar ve çektiği sıkıntılar nedeniyle  üzülmediğini, İstanbul’a dönmek gibi bir arzu duymadığını  belirtir. Veys Paşadan özellikle gazete ister. Okunmuş gazetelere bile razıdır.  Magosa’ya vapur on beş günde bir uğradığından  Lefkoşa’dan gelen okunmuş gazeteler  daha taze kalmaktadır. Veys Paşanın oğlu Zeynelabidin Reşid’in Kıbrıs’a geleceğini

     Veys Paşanın muavini Mustafa Efendiden öğrenen  Kemal çok sevinir. Zeynelabidin  Reşid’e yazdığı mektupta kendisi gelemezse Reşid’in Magosa’ya gelmesini istediğini söylüyor. Bu cümleden Kemal’in kaleden ayrılabildiği  anlamı ç ıkabilir. Ancak Kemal’in kaleden çıktığına dair pekiştirici bir bilgiye rastlayamadım. Sadece kızına yazdığı bir mektupta denize girdiğini söylemişti. Zeynelabidin Reşid’in İstanbul’dan bir şey isteyip istemediği sorusuna ise “Bir şey istemekliğimi teklif buyurmuşsunuz. Bir şeye muhtâcım;  o da mevadd-ı havâdis..Mükemmel, mufassal isterim..” diye yanıt veriyor (Tansel 1967: 266). Kemal’i en çok yalnızlık ve dostlarından doyurucu haber alamaması üzüp yıpratmaktadır. Beklenti ve istekleri maddi değil manevidir. 

Dipnot

15 Ömer Faruk Akün, Fevziye Abdullah Tansel’in  Limasol olarak verdiği  kazanın adının Kemal’in mektuplarında  Limson olarak geçtiğini belirtiyor. Tansel’in bir açıklama yapmadan Limson’u o zaman yabancıların  bugün bizim kullandığımız biçimiyle Limasol’a çevirmesini eleştiriyor (Akün 1972: 415).  
16 Namık Kemal bir mahkum olduğundan mektupları denetlenmektedir. Bu nedenle mektuplarını aracı kişilerle, iç içe zarflara koyarak elden göndermektedir.  Bu gizli olarak yapılan mektuplaşmadır. Aracıların mektupları okumaması için alınmış bir önlemdir. Bir de açık olarak yapılan mektuplaşma vardır. Bu mektuplar  resmi makam ve kişilerin denetlemesine açıktır. Bu nedenle zarflar kapatılmadan verilmektedir. Burada sözü edilen mektup da böyle bir mektuptur.  Kaymakam önünde verildiğinden zarf kapatılmamıştır. 

     Bir süre sonra Veys Paşa Kıbrıs’tan ayrılır.  Bu ayr ılık bazı s ıkıntıları da beraberinde getirdiğinden Kemal’i çok üzer. Kendisine hayat veren gazeteler gelmez olmuştur. “Veys Paşanın infisâlinden beri, gazete görmekten bütün bütün mahrum gibiyim” (Tansel  1967: 292) sözleri bu konudaki sıkıntısını ortaya koyuyor. Posta gelince oradan çıkacak  gazeteler için müteşekkir olacağını belirtiyor. Yeni atanan Nazif Paşaya yazdığı kutlama mektubunda Kemal,  bu sıkıntılarını dile getirir. Ayrıca  Veys Paşanın kendisiyle konuşmaktan, ilişki kurmaktan çekinmediğini söyler. Nazif Paşayla görüşmekten memnunluk duyacaktır. Kemal, Nazif Paşayı görmekle İstanbul’a gitmiş kadar sevineceğini de söyler (Tansel  1967: 292). Tabiî bu ilişkide  Nazif Paşanın tutumu belirleyici olacaktır. Suçu olmasa da  neticede Kemal bir mahkumdur.

     Namık Kemal’in Magosa’daki yaşamı genellikle sıkıntılı geçmiştir. Kemal büyük bir maddi sorunla karşılaşmaz. İstanbul’dan Veliaht V. Murat tarafından destek almakta, babası da kendisine birçok konuda olduğu gibi maddi konularda da yardımcı olmaktadır. Sürgündeki diğer arkadaşları maddi açıdan daha çok sıkıntı çekerler. En çok sıkıntı çekenler Akka’da olanlardır. Bir mektuplarında eti unuttuklarını, et yerine işkembeden başka bir yiyecek görmediklerini yazarlar. Kemal onlar için üzülür ve elinden geldiğince yardımda bulunur. Rodos’takiler ile Kemal, Nuri ve İsmail Hakkı Beylere  paraca yardım ederler. Buna ek olarak Kemal  Tasvir-i Efkar matbaasını satıp parasını Akka’ya göndermek ister, ama bu gerçekleşmez. Belki de buna gerek kalmamıştır. Namık Kemal’in matbaayı satıp arkadaşlarına yardım etme düşüncesi, onların birbirlerine ne kadar sıkı ve candan bir sevgiyle bağlandıklarını  göstermektedir.

     Namık Kemal Magosa’ya geldikten on dört ay sonra Hüsnü Paşaya yazdığı bir mektupta sorunlarının bitmediğini, çok ıstırap çektiğini anlatır. Kıbrıs mutasarrıflarının iyi tutumu karşısında geçici olarak rahat ve huzura kavuşur. Ancak bu kişilere bağlıdır ve sürekli olmaz. Hâlâ kaçabileceği endişesi ile aşırı baskı altında tutulmaktadır. Vaktiyle Kıbrıs’ta sürgün olarak bulunan Hüsnü Paşa şimdi Zaptiye Müşiri olmuştur. Bu yeni görevini kutlamak için  Hüsnü Paşaya yazdığı mektupta Kemal sıkıntılarının  ne derece arttığını ve ruh durumunu ortaya koyuyor:
“Kulunuzun fermanında kal’ebend olduğum ve kal’ebendlik nizâmına tevfîkan muâmele görmekliğim musarrah iken, burada bulunan kâtillerden ve hattâ Bâbîler’den  şeni’ tutularak, tevkîf-i askerî tahtında bulunuyorum. Nizâmât-ı askerîye’nin şiddeti ve kışlanın rutûbeti, havanın zâten der-kâr olan vahâmetine munzam olarak, arada sırada şedît şedît keyifsizliklere uğramaktayım. Allâh bilir ki, yine kalben münkesir değilim; fakat vücûdüm tahammül (İki kelime bozulmuştur.)...
Vaktiyle ordular batıran zâtlar buraya nefyedilmiş, yine tevkîf-i askerî (iki kelime bozulmuştur), böyle muhâkemesizce bir yere gönderilen adamın, bu derece tazyîk olunmasına ne İslâmiyet, ne insâniyet, ne hükûmet kâ’il olur zannederim.
     Eğer firârımdan ihtirâz buyuruluyor ise, onu, iki delil ile te’min edebilirim. Evvelâ kulunuz öyle bir şenî’ayı irtikâp edip de, şerîk-i felâketim olan dört arkadaşımı belâ içinde iken, belâ-ender-belâ hâline düşürecek kadar denî olmadığımı, Efendilerimiz de tasdik buyururlar sanırım. Sâniyen ondört aydanberi bu hâl içinde iken, muhâfazama me’mur olanlarca öyle bir işe kalkışabileceğimden zerre kadar şüphe verecek bir harekette dahi bulunmadım. Firar niyetinde bulunmuş olsa idim, böyle bir zindân-ı belâ içinde ondört ay bekleyecek kadar ahmak veya korkak olmadığımı da, âsâr ü ef’âl-i kemterânem gösterebilir. Bu kadar tafsîlâtın neticesi olan hulâsa-i murâd-ı kemterânem, sair arkadaşlarım gibi (İki kelime bozulmuştur.) ve kal’ebendlik nizâmı ne ise ona göre muâmele görmekliğim husûsunda, emr-i âlî-i müşîrânelerini istid’âdan ibârettir.
     İstid’â-yı kemterânem nizâm ü insâfa mugâyir ise, tervic buyurulmasın. İ’dâm ile mahkûm isem, kulunuzca böyle rutûbetçe tesmîm ve  habs ile tazyik olunarak ölmekten, kurşuna dizilmek evlâdır.”  (Tansel  1967: 298-9)
     İdarecilerin tutumuna bağlı olarak zaman zaman rahat  günler de geçiren Kemal’in bu mektubu çok sıkıntıda olduğunu gösteriyor. Neredeyse isyan noktasına gelmiştir. Bir kez daha ağır koşullardaki hapislikten şikayet eder.  Rutubet onu yavaş yavaş zehirlemektedir. Sinek ve sıtma en çok uğradığı belalar arasındadır. Sık sık  hastalanıp yatağa düşer. Bu durumda edebi çalışmaları sekteye uğrar. Bazen doktor yazı yazmasına bile  izin vermez. Hatta bir keresinde hastalıktan ve yitirdiği iki arkadaşının üzüntüsünden kör olma tehlikesiyle  karşılaşır.

     Magosa, Namık Kemal için pek çok yönden  bir çöl kuraklığındadır. Gazete bulmakta güçlük çeker. İstediği kitaplara ulaşması zaman alır. Oysa eserlerini yazmak için kitaba gereksinimi vardır. Bunu sağlamak için arkadaşlarına başvurur, İstanbul’a, Avrupa’ya sipariş verir. Magosa’da onun en büyük tesellisi kitaplar ve dostlarından aldığı mektuplardır.  “Kâğıdımın kısalığına bakmayınız; cevap-nâmelerinizi uzun isterim; çünkü zannıma göre burada aldığımız mektuplarla konuşacağız.” (Tansel  1967:  319) yazması en önemli iletişim aracının mektuplar olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Recaizade  Mahmut Ekrem’in mektubu için üç sahifecik demesi çok uzun mektuplar beklediğinin, buna gereksinim duyduğunun bir ifadesidir (Tansel 1967: 344). Kızından mektup aldığında  sevincini çok açık ve samimi olarak gösterir. Kızına yazdığı otuz sekiz mektubun hepsinde bu sevinç görülmektedir.

     Namık Kemal’in suçsuz yere Magosa’da otuz sekiz ay geçirmesi fiziksel ve ruhsal yönden kendisini yıpratmıştır. Ancak ruhsal yönden direnç göstermeye çalışır. Bu hem karakterinin güçlülüğünden hem de yakınları ve dostlarının kendisine olan desteğinden kaynaklanır. Ona direnç veren çok önemli bir şey de edebiyattır. Namık Kemal Magosa’da edebiyatla sıkıntılarını hafifletmiştir. Edebiyat aracılığıyla  düşüncelerini  halkla paylaşmış ve onlara bu araçla yol gösterici olmaya çalışmıştır. Magosa sürgünlüğünün Kemal’e en büyük katkısı edebiyatla uğraşma olanağı sunması olmuştur. Gerçekten de Kemal edebi ürünlerini çoğunu bu otuz sekiz ay içinde verir.

     Namık Kemal kendi için değil vatanı ve toplumu için yaşayan biridir. Buna bağlı olarak onun değerler sıralamasında  edebiyat ilk sırada yer almaz. Vatan, din, siyaset ve gazetecilik edebiyatın önünde yer alır (Tansel  1969:  337). Çünkü edebiyatın etki ve katkısı dolaylıdır. Oysa Namık Kemal doğrudan halka ulaşmak ister. Bu noktada siyaset ve gazetecilik daha etkindir. O yaşamını, varlığını vatanı, ülkesi ve halkına adamıştır.   Bunu hayata geçirirken gazetecilik, siyaset gibi kendisi açısından birincil sayılan araç ve yolları kullanır. Gelibolu’dan döndüğünde yazı yazabileceği gazeteler kapatıldığından kendini edebiyata verip  “Vatan Yahut Silistre” yi yazmış,  “Raz-ı Dil” adlı bir başka tiyatroya başlamıştı. Magosa’da ise tüm kanallar tıkanmış, tek kanal olarak edebiyat kalmıştır. Namık Kemal de bu kanalı verimli bir biçimde kullanmıştır.

     İlk olarak daha önce Raz-ı Dil adıyla başladığı  oyunu tamamlamıştır. Bu oyunun adı değiştirilmiş ve Gülnihal olarak yayınlanmıştır. Ardından Akif Bey, Zavallı Çocuk ve Kara Bela’yı yazmıştır. İntibah adlı romanı ile bu romandan ayrı basılan  önsözünü yazar. Cezmi romanına  başlamış ancak bunu Midilli’de bitirebilmiştir. Eleştiri türündeki eserlerinin hemen hepsini bu dönemde Magosa’da yazar. Tahrib-i Harabat ve Takip, hem eski edebiyata olan tepkisini göstermesi hem de dostu Ziya Paşayı hedef alması açısından dikkat çekicidir.  Bu dönemde daha çok eleştiriye ağırlık verir. Bunda içinde bulunduğu koşullar ve ruh durumunun etkili olduğu düşünülebilir. Yine eski edebiyatı hedef alan İrfan Paşa Muahezenamesi’ni yazar.  Mes Prizons Muahezenamesi bu yolda yazdığı hacimli eserlerinden bir başkasıdır. Bunun dışında daha küçük boyutta yazdığı eleştirileri de vardır. Kanije, Silistre Muhasarası onun çok sevdiği ve ilgi duyduğu tarih alanında yazdığı eserleridir. Bahar-ı Daniş’i ise vakit geçirmek amacıyla çevirmeye başlar. Bunu bölüm bölüm yayımlatmak arzusundadır. Böylelikle bir süre düzenli bir gelir de elde edecektir. Bu eserin kendisinden çok önsözü önem taşımaktadır. Rüya, Nevruz Beyin Tercüme-i Hali de bu dönemin ürünlerindendir.

     Buna Magosa’da yazdığı az sayıdaki şiirini de eklemek gerekir. Namık Kemal siyasetle uğraştığı dönemde şiir yazmaz. Avrupa’dayken de bu nedenle az şiir yazmıştır. Magosa’da da şiire çok ağırlık vermez. Aslında şairliğini pek iyi bulmamaktadır. Ekrem ve özellikle Hamid’in önüne geçemeyeceğini görmüştür. Bir de yeni tarzda şiirler oluşturamadığını farketmiş olabilir. Gerçekten Kemal’in yeni tarz şiirleri çok azdır ve onları Midilli’de yazmıştır. Bu döneme denk gelmesi bir tesadüf değildir. Ülkenin içinde bulunduğu koşullarla ilişkilidir. O dönemde yitirilen savaşlar ve topraklar vardır. Şiirler genellikle ülkenin durumu karşısında Kemal’in acısını yansıtan birer çığlık niteliğindeki şiirlerdir. Ayrıca  şiirler, düzenli bentler biçiminde yazılmasıyla geleneğimizle ilişkilidir. Belki biraz da bu nedenlerle  şiirden uzak durup başka türlere yönelir. Böylelikle tiyatro ve eleştiri öne çıkar. Tiyatro konusunda diğer Tanzimatçılara örnek olacağını düşünmektedir. Şiirde Hamid’e öğreteceği bir şey göremez, ama tiyatroda bunu yapabileceğine inanır. Öğreteceği hususlar arasında tiyatro teorisine yönelik konular vardır. Nitekim manzum tiyatro konusunu Ekrem ve Hamid’le mektuplar aracılığıyla uzun uzun  konuşup tartışırlar.

     Magosa sürgünlüğü, kendisini fiziksel ve ruhsal olarak yıpratması; ayrılık, özlem nedeniyle üzülmesi ve ailesini üzmesi; zaman zaman maddi sıkıntılar çekip çektirmesi; kendisiyle birlikte arkadaşlarının cezalandırılmasına yol açması, onların çektiği sıkıntılar gibi nedenlerle Namık Kemal için  üzüntü verici bir  dönem olmuştur. Buna karşılık edebiyatçı bir Namık Kemal yarattığı için de sevinmek gerekir. Midilli’deki   Namık Kemal’in edebiyatçı yanının ne kadar zayıf kaldığı dikkate alınırsa belki de Magosa sürgünlüğü yeni edebiyat için hayırlı olmuştur. Çünkü onun ölümünden sonra da özgürlük  mücadelesi sürmüş, ama özgürlük çok geç gelmiştir. Bu mücadelede Namık Kemal de bundan fazla bir şey yapamayacaktı. Nitekim Midilli’de yaptıkları herhangi bir devlet adamından çok farklı olmadı. Ama o Magosa’da çektikleri ve edebiyatta ortaya koyduğu ürünlerle kalıcı oldu.  Bu acıyı çekmiş olması nedeniyle kendisi adına üzülsek de edebiyat adına sevinmek gerekir.

Kaynaklar 

Yard. Doç. Dr. Bedri AYDOĞAN
Çukurova Üniversitesi Fen-Edebîyat Fakültesi Türk Dili ve Edebîyatı Bölümü 
Ahmet Mithat (2002)  Menfa / Sürgün Hatıraları  (Hazırlayan: Handan İnci), İstanbul: Arma Yayınları. Akün,

Ömer Faruk (1972) Namık Kemal’in Mektubları, İstanbul:İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları No: 1669 Ali Ekrem (Bolayır) (1991),

Ali Ekrem Bolayır’ın Hâtıraları (Hazırlayan: Metîn Kayahan Özgül),  Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları / 1285 .

Bereketzade İsmail Hakkı (1997) Yad-ı Mazi (Hazırlayan: Mümtaz Habib Güven), İstanbul: Nehir Yayınları:142  Hatıralarla Yakın Tarih Dizisi:24.

Dizdaroğlu,  Hikmet (1995)  Namık Kemal,  Varlık yayınları.  

Göçgün, Önder  (1999) , Namık Kemal’in Şairliği ve Bütün Şiirleri, Ankara:  Atatürk Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayını:197.

Gür, Alim (1998) Ebuzziya Tevfik Hayatı; Dil, Edebiyat, Basın Yayın ve Matbaacılığa Katkıları, Ankara:  T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları / 2171,TTK Basımevi.

Özön, Mustafa Nihat (1997), Namık Kemal ve İbret Gazetesi, İstanbul: Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş.

------------------ (1976)Vatan -yahut-  Silistre 9.b.,  İstanbul : Remzi Kitabevi.

Şemsettin Sami (1996) Kâmûsu’l-A’lâm 5 cilt (tıpkıbasım/facsimile) Ankara: Kaşgar Neşriyat

Tansel, Fevziye Abdullah  (C.1,1967 ; C.2, 1969; C.3, 1973; C.4, 1986) Namık Kemal’in Hususi Mektupları, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.

Yetiş, Doç.Dr.Kazım (1989) Namık Kemal’in Türk Dili ve Edebiyatı Üzerine Görüşleri ve Yazıları, İstanbul: İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları No:3546. 


Yorum Gönder

0 Yorumlar