Türkler ve İlk Türk Devletleri. Türkler, Ural-Altay grubunun bir dil altında birleşmiş olan halk topluluğudur. M.Ö. 7. yüzyılda Köğmen Dağları eteklerinde ilk kez tarih sahnesine çıkmışlardır.
Asya’da Türk siyasi varlığı, Çin kaynaklarına göre ilk kez M.Ö. 3. yüzyılda Hunlar’la başlar. Hunlar, Mete Han zamanında büyük bir imparatorluk kurdular. Moğolları ve Yüeçileri yenerek, Çin’in batı kapıları ile ticaret yollarını denetimleri altına aldılar.
552 yılında, Asya Hun İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra Altay dağlarının doğu eteklerinde Göktürk İmparatorluğu kuruldu. Göktürkler, “Türk” sözünü ilk kez resmi devlet adı olarak kabul ettiler. Bilge Kağan ve Kül Tigin, Türk devlet adamlığının en bilge ve en kahraman kişileri olarak tarihte yer aldılar. Her iki hakan ve yine Göktürk hakanlarından biri olan Tonyukuk, icraatlarını “Orhun Yazıtları” adı verilen ve Türk tarihinin ilk yazılı belgeleri kabul edilen metinlerle ebedileştirdiler.
741 yılında, Göktürklerden sonra var olan tarihteki üçüncü Türk devletini Uygur-lar kurdu. Fakat kuzeybatı-daki Kırgız Türkleri’nin baş-kente düzenledikleri baskın sonucu dağıldılar.
Aral gölü ile Türkistan böl-gelerinde yaşayan ve Asya Hunları’nın torunları olan Batı Hunları, Uarlar'ın baskısıyla yurtların terk ederek Volga nehrinin batısına yerleştiler. Başbuğ Balamir, Doğu Gotları yıktıktan sonra Batı Gotlarına hücuma başla-yınca, Vizigotlar kitleler halinde batıya doğru kaçtı ve Hun askerleri de onları kovaladı. Avrupa’nın etnik yüzünü değiştiren ve Roma İmparatorluğu’nun kuzey eyaletlerini altüst ederek İspanya’ya kadar uzanan tarihi “Kavimler Göçü” bu şekilde başladı.
Avrupa’da ilk Türk devleti olarak kurulduğu bilinen Batı Hun İmparatorluğu’nun başına 434 yılında Attila geçti. Avrupa’da bulunan bütün barbar kavimlerle Bizans ve Batı Roma’ya boyun eğdiren Attila’nın zamanında Batı Hun İmparatorluğu’nun sınırları, Ren Nehri kıyılarından Volga Nehri’ne kadar çok geniş bir coğrafyaya yayılmıştı.
Türklere Avrupa yolunu Batı Hunları açtı. Batı Hunları, Türk kültür ve uygarlığını Avrupa’ya taşımakla yetinmeyip barbar kavimlerin tehdidi altında olan oradaki uygarlıkları da korumaya aldılar. Asya’dan Avrupa’ya uzanan yolu 900 yıl sürecek Türk göçlerinin hizmetine açtılar.
Avrupa’da varlığını ve gücünü kabul ettiren ikinci Türk kavmi, Avarlar oldu. Göktürk Devleti’nin kurulması üzerine 552 yılında batıya doğru kaçmaya başlayan Avarlar, önce Kafkasya’ya ve Karadeniz’in kuzeyine yerleştiler.
Batıya doğru ilerleyişlerini sürdürerek, Sabirler'i ve Onogurlar'ı yendikten sonra Tuna boylarında yaşadılar ve Balkanlara sık sık akınlar yaptılar. Bugünkü Yunanistan sınırından Almanya’ya kadar olan bölgede egemenlik kurdular. Tuna boylarındaki Slavlar ile Karadeniz kıyılarında yaşayan Bulgarlar'ı yönetimleri altına aldılar. Bulgar Türkleri ile birlikte 626 yılında İstanbul’u kuşatarak Bizans surları önüne kadar geldiler. Tarihte İstanbul’u ilk kuşatan Türkler, Avarlardır.
Avrupa’da Avarlar'dan sonra Hazarlar'ın varlığı başladı. 7. ve 10. yüzyıllar arasında Volga'dan Kiev’e kadar uzanan güçlü bir devlet kurdular. Hazarlar, egemen oldukları topraklarda yaşayan çeşitli dinlere mensup insanlara büyük bir dinsel hoşgörü gösterdiler. En yaygın dil olarak Türkçe’yi konuşan Hazarlar'ın tarihteki en önemli işlevlerinden biri de Hazar Denizi’ne adlarını vermeleriydi. Hazarlar'ın bir devlet olarak siyasi varlıkları 968 yılında sona erdi.
Avrupa’daki Türk varlığı Hazarlar'dan sonra 10. yüzyıldan itibaren Peçenekler'le devam etti. Peçenekler, Hazar-Oğuz ittifakının yoğun baskılarına dayanamayarak Volga’yı geçtiler ve Macaristan’a ulaştılar. Macarlar'ı yurtlarından çıkararak 880 yıllarında o topraklara yerleştiler. Don Nehri’nden Volga Nehri’nin batısına kadar uzanan bozkırlara yayıldılar. 1091 yılında İzmir Emiri Caka Bey’le birlikte İstanbul’u zapt etmek üzere harekete geçtiklerinde, Meriç Nehri dolaylarında yapılan kanlı savaşta Bizans-Kuman birleşik kuvvetleri karşısında tarihlerinin en ağır yenilgisine uğradılar. Böylece Peçenekler'in siyasi hayatı sona erdi. Peçenekler'in tarih sahnesinden çekilmeleriyle Türklerin Avrupa serüveninin 700 yıl süren ilk aşaması sona erdi. Türkler artık 200 yıl boyunca Avrupa’da görünmeyeceklerdi.
İslami Dönem Türk Tarihi. Uygur Devleti’nin 840 yılında yıkılmasından sonra Karahanlılar Devleti kuruldu. Karahanlı hükümdarı Saltuk Buğra Han zamanında İslamiyet resmi din olarak kabul edildi. "Türk-İslam Kültür ve Uygarlığı" denilen tarihi gelişmenin temelleri de bu dönemde atıldı.
Karahanlılar'ın hüküm sürdüğü dönemde, başkenti Afganistan’daki Gazne şehri olan “Gazneliler” adlı ikinci bir devlet kuruldu (969-1187). İlk kez “Sultan” unvanını kullanan Gazneli Mahmud, Hindistan’a birçok sefer düzenledi ve buraları İslamlaştırarak bugünkü Pakistan’ın temellerini attı. Gazneliler, Sultan Mahmud’dan sonra Selçuklular'la yaptıkları Dandanakan Savaşı’nı (1040) kaybederek Hindistan’a çekildi ve daha sonra da Selçuklu egemenliğine girdiler.
Büyük Selçuklu Devleti (1040-1157), Oğuzların Kınık boyuna mensup olan Selçuk Bey tarafından kuruldu. Selçuklular, Karahanlı ve Gazneliler'e üstünlük sağlayarak Türk birliğini kurmayı başardılar. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, 1055 yılında Abbasiler'in hilafet merkezi olan Bağdat’a girerek Şii Büveyhi Devleti’ne son verdiği için halife tarafından kendisine “Dünya Sultanı” ünvanı verildi. Yerine geçen oğlu Sultan Alparslan, Bizans İmparatoru Romanos Diogones’i 1071 yılında Malazgirt’te ağır bir yenilgiye uğratarak Türklere Anadolu’nun kapılarını açtı. Sultan Melikşah zamanında ise Selçuklu Devleti, tarihinin en parlak dönemini yaşadı ve batı üniversitelerinin mimarisine temel olan Nizamiye Medreseleri de bu dönemde yaptırıldı.
Büyük Selçuklu Devleti, Melikşah’ın ölümünden sonra; Suriye Selçukluları (1092-1117), Irak ve Horasan Selçukluları (1092-1194), Kirman Selçukluları (1092-1187) ve Anadolu Selçukluları (1075-1318) gibi küçük devletlere ayrıldı. Ayrıca, Sultan Melikşah’ın saray hizmetinde bulunan Anuşegin’in oğlu Muhammed Harzemşah tarafından Harzemşahlar Devleti (1097-1231) kuruldu.
Kutalmışoğlu Süleyman Bey tarafından kurulan Anadolu Selçuklu Devleti, Büyük Selçuklu Devleti’nin yerine kurul-muş olan en önemli topluluktu. Devletin merkezi İznik’ti. 1. Kılıçarslan’ın oğlu 1. Mesud zamanında Konya’ya yöne-len Haçlılar, Ceyhun yakınlarında yenilgiye uğratıldı. 1. Mesud’dan sonra yerine geçen oğlu 2. Kılıçarslan ise, Denizli yakınlarındaki Myriokephalon’da Bizans ordusunu bozguna uğratarak, Bizans’ın Anadolu’daki etkisini tamamen ortadan kaldırdı. Sultan 1. Alaeddin Keykubat zamanında Anadolu Selçukluları en parlak dönemini yaşadı. Ancak hükümdarın zehirlenerek öldürülmesi, ülkede karışıklıklara neden oldu. Babailer isyanını Moğol istilası izledi. 1243 yılındaki Kösedağ Savaşı’ndan sonra Anadolu, Moğollar tarafından istila edilerek yakılıp yıkıldı. 13. yüzyılın sonlarına doğru Moğol egemenliğinin zayıflaması sonucunda sınırlara yerleşmiş olan Türkmenler, Anadolu topraklarında Karaman, Germiyan, Eşref, Hamid, Alaiye, Ramazan, Dulkadir, Taceddin, Menteşe, Candar, Pervane, Sahib Ata, Karesi, Saruhan, Aydın, İnanç ve Osmanoğulları Beylikleri'ni kurdular. “Beylikler Dönemi” denilen bu devrede Anadolu tamamıyla Türk Yurdu haline geldi ve Moğol tahribatına uğramış olan ülke yeni baştan inşa edildi.
Türk-Kölemen (Memlük) Devleti, Mısır’da Eyyubi hükümdarı Es-Salih Necmeddin’in ölümünden sonra ordu komutanı İzzeddin Aybeg tarafından kuruldu (1250-1517). Aybeg’in sultanlığı zamanında Mansure Zaferi kazanılarak yedinci Haçlı Seferi etkisiz bırakıldı. Seyfeddin Kotuz zamanında Moğol-Ermeni-Haçlı müttefikleri ağır bir yenilgiye uğratılarak Suriye’ye sokulmadı. Memlük sultanları Müslümanlığa yaptıkları hizmetlerden dolayı “Hadımü’l-Harameyn” (Mekke ve Medine’nin hizmetkârı) ünvanını kazandılar ve İslam dünyasında haklı bir şöhret edindiler. Memlük Devleti’nin varlığına Osmanlılar tarafından son verildi.
14. yüzyılın önemli devletlerinden biri de Timurlular'dı (1370-1507). Çağatay Hanlıklarından birinin başında olan Timur tarafından kuruldu. Timur, 35 yıl gibi kısa bir sürede devletini, sınırları Volga Nehri’nden Ganj Nehri’ne, Tanrı Dağları’ndan İzmir ve Şam’a kadar uzanan bir imparatorluk haline getirdi. Ölümünden sonra imparatorluk parçalandı. Sadece Hüseyin Baykara, Horasan’da tutunabildi. Başkent Herat, Türk tarihinin önemli kültür merkezlerinden biri haline geldi. Türk şairi ve devlet adamı Ali Şir Nevai burada yetişti.
Oğuzların Yıva, Yazır, Döğer ve Avşar boylarından oluşan Karakoyunlu Türkmen grubu, Erbil-Nahçıvan arasında Karakoyunlu Devleti’ni kurdu (1380-1469). Karakoyunlu Hükümdarı Kara Yusuf, Timur’un baskısı karşısında Osmanlı hükümdarı Yıldırım Beyazıt’a sığınmak zorunda kaldı. Bu da Ankara Savaşı’nın nedeni sayıldı. Ankara Savaşı’ndan sonra yeniden toparlanan Kara Yusuf, 1406 yılından sonra eski devletini yeniden kurarak; Mardin, Erzincan, Bağdat, Azerbaycan, Tebriz, Kazvin ve Sultaniye’yi topraklarına kattı. Kara Yusuf’un ölümünden sonra ülkede karışıklıklar çıktı. Cihan Şah ülkeyi yeniden birleştirmeyi başardıysa da, Akkoyunlu Hakanı Uzun Hasan’a Mardin’de yenilerek Akkoyunluların egemenliğine girdi.
Akkoyunlu Türkmenleri, Moğol hakimiyetinin yıkılışı sırasında Diyarbakır-Malatya bölgesinde Akkoyunlu Devleti’ni kurmuşlardı. Asıl kurucusu Kara Yülük Osman Bey olan topluluk, en parlak yıllarını Uzun Hasan döneminde yaşadı. Fakat Uzun Hasan’ın Fatih Sultan Mehmed’le yaptığı Otlukbeli Savaşı’nı (1473) kaybetmesi sonucu, Akkoyunlu Devleti yıkıldı.
Bu arada İran’da siyasi bir birlik kuran Şah İsmail, katı bir Şiilik politikasıyla ülkenin sınırlarını genişletmişti. Ancak Anadolu’ya da göz dikince Osmanlı hükümdarı Yavuz Sultan Selim’le Çaldıran’da karşı karşıya geldi ve ağır bir yenilgiye uğradı (1514). Şah İsmail’den sonra yerine geçen bütün Sefevi hükümdarları Osmanlılarla yaptıkları mücadelelerde her savaşı kaybettiler. Sefeviler Devleti Nadir Şah döneminde sona erdi.
Türkçe yazdığı “Vekayi Babürname” adlı eseriyle ün yapan Timur hanedanından Zahirüddin Babür, Hindistan’a giderek Türk-Hint (Babür) İmparatorluğu’nu kurdu (1526-1858). Ölümünden sonra hükümdar olan oğulları Humayun ve Ekber zamanlarında devlet daha da genişletildi ve Hindistan Yarımadası'nın büyük bir bölümü tek yönetim altında birleştirildi. Şah Cihan adıyla hükümdar olan Hürrem devrinde, siyaset ve sanat alanlarında en parlak dönem yaşandı. Agra’da dünyanın en güzel mimari eseri sayılan “Taç Mahal” inşa edildi. Bu eserin inşası için Osmanlı Devleti’nden mimarlar gönderildi.
1. Alemgir’in zamanında başlayan iç karışıklıklar 2. Bahadır Şah zamanına kadar sürdü. 1858 yılında çıkan bir isyanı bastıran İngilizler, Hindistan’ı İngiltere’ye bağladılar ve Kraliçe Victoria’yı Hindistan İmparatoriçesi ilan ettiler.
Osmanlı İmparatorluğu (1299-1923). Osmanlı Devleti, Osman Bey tarafından kuruldu. Osman Bey, Uç’taki Oğuz beylerinin oy birliğiyle başa geçti ve Ahilerin reislerinden Şeyh Edebali’nin kızıyla evlendi. Anadolu’daki Türk beyliklerini birleştirerek kısa sürede Türk birliğini kurmayı başardı. Osmanlılar önce Rumeli’ye geçtiler; daha sonra Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Bey’in, beş bin kişilik bir orduyla 1353 yılında Trakya’ya, Şehzade Süleyman Paşa’nın da Gelibolu Yarımadası’ndan Avrupa’ya ayak basması Türk tarihinin önemli olaylarından sayıldı. Orhan Gazi’nin ölümünden sonra padişah olan 1. Sultan Murad Han, Balkanların gerçek fatihi oldu. 1362 yılında Edirne fethedildi ve başkent, Bursa’dan Edirne’ye taşındı. 1363 yılında Filibe ve Zağra alındı, böylece Meriç vadisine hakim olundu. Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethederek (1453) Bizans’ın varlığına son vermesi ise Orta Çağ’ı bitirip Yeni Çağ’ı başlattı.
Osmanlılar; batıda Sırplar, Bulgarlar, Macarlar, Venedikliler, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, İspanyollar, Papalık, İngiltere, Polonya, Fransa ve Rusya; doğuda ve güneydoğuda Akkoyunlular, Timurlular, Memlükler, Sefeviler ve Karamanoğulları devletleriyle mücadele ettiler. Varlığını 20. yüzyıla kadar sürdürecek olan üç kıtaya yayılmış bir cihan imparatorluğu kurdular. Yavuz Sultan Selim Mısır’ı fethederek Hilafet’in Osmanlılar’a geçmesini sağladı. Kanuni Sultan Süleyman zamanında İmparatorluğun sınırları kuzeyde Kırım’dan, güneyde Yemen’e ve Sudan’a; doğuda İran içlerine ve Hazar Denizi’ne; kuzeybatıda Viyana’ya ve güneybatıda İspanya’ya kadar uzanıyordu.
İmparatorluk, 16. yüzyıldan itibaren Avrupa’ya karşı eko-nomik ve askeri üstünlüğünü kaybetmeye başladı. 19. yüz-yılda ise Rusya ile bazı Avrupa devletlerinin kışkırtmalarıyla Osmanlı topraklarında ayaklanmalar baş gösterdi. İmparatorluktan kopan Hristiyanlar bağımsız devletler oluşturdular. 19. yüzyıl boyunca süren reform çabaları da çöküş sürecini durduramadı. 2. Abdülhamid dönemine rastlayan 1. Meşrutiyet’in (1876) ilk kez Türkiye’ye batılı anlamda bir anayasa kazandırması bile işe yaramadı. Zaten “Jön Türkler” denilen aydınlar tarafından hazırlanarak 2. Abdülhamid’e zorla kabul ettirilen bu Anayasa ile Osmanlı Devleti’nde başlayan meşrutiyet yönetimi, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nı bahane eden padişahın Meclis’i kapatmasıyla sona erecekti. Jön Türkler’in muhalefet hareketi olarak gelişen İttihat ve Terakki Cemiyetinin Meşrutiyet’i tekrar ilan ettirmesi (1908) ve 31 Mart İsyanı'nı bastırarak iktidarı ele geçirmesi, imparatorluğu yeni sorunlarla ve maceralarla karşı karşıya bıraktı. İtalyanlar'la yapılan Trablusgarp Savaşı’nın (1911-1912) ve Balkan Savaşı’nın (1912-1913) kaybedilmesi, iktidardaki İttihat ve Terakki’nin tek parti diktatörlüğüne yol açtı. Aniden ve hesapsızca; Almanlar’ın yanında müttefik olarak girilen Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) ise imparatorluğun sonunu hazırladı. Savaştan sonra imzalanan Mondros Mütarekesi’nin ardından Rusya, İngiltere ve Yunanistan Osmanlı toprak-larını işgale başladı.
Osmanlı Kültür ve Uygarlığı.
Osmanlı İmpara-torluğu, görkemli bir kültür ve uygarlık mirası bıraktı ve
aynı zamanda kendisinden önceki bütün Türk ve Türk olmayan ulusların kültür, sanat ve bilim birikimine sahip olarak uygarlık tarihine önemli katkılarda bulundu. Özgün mimarisi, taş ve ahşap oymacılığı, çinicilik, süsleme, minyatür, hat sanatı, ciltçilik gibi sanat alanlarında değerli eserler meydana getirdi. Dünya siyasetinde yüzyıllarca etkili olan imparatorluk, çok geniş coğrafyadaki değişik din, dil ve milliyetlere mensup vatandaşlarına adil ve hoşgörülü davrandı. Din ve vicdan özgürlüğü sağlayarak, bünyesindeki ulusların dil ve kültürlerini korumasına olanak verdi.
Ulusal Kurtuluş Savaşı (1919-1923).
Mondros Mütarekesi’nden sonra Osmanlı toprakları galip devletler tarafından paylaşılmıştı. Bunun üzerine, Anadolu ve Trakya’da savunma cepheleriyle direniş örgütleri kurulmaya başlandı. Türk halkı, bu direniş çabalarını tam bağımsızlık hareketine dönüştürmek zorundaydı ve bunu da ancak Mustafa Kemal’in önderliğinde gerçekleştirebilirdi. Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919 tarihinde ordu müfettişi olarak Samsun’a ayak basmasıyla dört yıl sürecek olan Ulusal Kurtuluş Savaşı başlamış oldu. 22 Haziran 1919 tarihinde Amasya’da yayınlanan genelge, bir ulusal kurtuluş çağrısı ve bildirgesiydi. Onu Erzurum ve Sivas Kongreleri izledi. Türk halkı bu kongrelerle ulusal bağımsızlık konusundaki kararlılığını tüm dünyaya şöyle haykırdı: “Milli sınırlar içinde vatan toprakları bir bütündür, bölünemez. Manda ve himaye kabul edilemez.”
16 Mart 1920 tarihinde İstanbul İtilaf devletleri tarafından fiilen işgal edilerek Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı dağıtıldı. Bazı mebuslar tutuklandı; tutuklanamayanlar ise Ankara’ya kaçarak Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’ne katıldı.
TBMM, 23 Nisan 1920 tarihinde Ankara’da açıldı ve Meclis Başkanlığı’na Mustafa Kemal seçildi. Ulusal Kurtuluş Mücadelesi artık millet adına bu meclis tarafından yürütülecekti. Meclis’in, Mustafa Kemal’i Başkomutanlığa getirmesinden sonra, emperyalist devletlere karşı bütün cephelerde savaş başlatıldı. İstanbul hükümeti ise 10 Ağustos 1920 tarihinde Türkler aleyhine çok ağır maddeler içeren Sevr Antlaşması’nı imzalamıştı. Ankara ile İstanbul arasındaki son bağları da koparan bu antlaşmaya göre Türkler, Anadolu’nun küçük bir parçasına egemen olabilecekler ve yabancı ülkelerin mali ve askeri denetimi altında bulunacaklardı.
Mustafa Kemal ve Ankara hükümeti, Sevr Antlaşması’nı tanımadı. Önce, Doğu Anadolu’da bağımsız bir devlet kurmak isteyen Ermeniler’e karşı Kazım Karabekir’in kumandasında bir mücadele başlatıldı ve başarıyla sonuçlandı. Rusya ile 2 Aralık 1920 tarihinde Gümrü Antlaşması imzalandı. Bu, TBMM’nin taraf olduğu ilk uluslararası antlaşmaydı. Batı cephesinde, 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’i işgal ederek Ege içlerine doğru yayılmaya başlayan Yunan kuvvetleri, 1. ve 2. İnönü Savaşları'yla (Ocak-Nisan 1921) durdurulduktan sonra, Sakarya Savaşı’nda (Ağustos-Eylül 1921) ağır bir yenilgiye uğratıldı. Fransa ile imzalanan Ankara Antlaşması’yla (Ekim 1921) da Fransızlar Adana ve çevresinden çekildiler. Bundan sonra ülkenin bütün güçleri ve kaynakları batı cephesinde gerçekleştirilecek büyük bir saldırı için harekete geçirildi. Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Savaşı’nda (Ağustos-Eylül 1922) Yunan güçleri bozguna uğratılarak İzmir kurtarıldı (9 Eylül 1922). Bu askeri başarı yeni Türk devletinin kurulması sürecini daha da hızlandırdı. Ankara Hükümeti ile İtilaf devletleri arasında Mudanya Mütarekesi (11 Ekim 1922) imzalandı ve barış antlaşmasının koşullarını görüşmek üzere bir süre sonra Lozan’da konferans düzenlenmesi kararlaştırıldı. Ancak İtilaf devletlerinin bu konferansa İstanbul hükümetini de davet etmeleri saltanatın sonunu getirdi. TBMM, 1 Kasım 1922’de halifeliği saltanattan ayırmaya ve saltanatı kaldırmaya karar verdi. Son Osmanlı padişahı 4. Mehmed (Vahdettin) de 17 Kasım 1922 tarihinde İstanbul’u terk etti.
Lozan Barış Antlaşması (24 Temmuz 1923).
Ankara hükümetinin tek temsilci olarak katıldığı Lozan görüşmeleri, 21 Kasım 1922 tarihinde başladı. Dışişleri Bakanı İsmet Paşa’nın (İnönü) başkanlık ettiği görüşmeler, özellikle kapitülasyonların geleceği konusundaki anlaşmazlık nedeniyle Şubat 1923 tarihinde kesintiye uğradı. İsmet Paşa’nın notası üzerine 23 Nisan 1923 tarihinde görüşmeler yeniden başladı. 143 madde, 17 ek sözleşme ile protokol ve açıklamadan oluşan barış antlaşmasıyla Kurtuluş Savaşı noktalanıyor, TBMM hükümeti resmen tanınıyor, Türkiye’nin ulusal sınırları belirleniyor, kapitülasyonlar kaldırılıyor, Osmanlı borçları takside bağlanıyor ve sonuç olarak Türkiye’nin siyasal ve ekonomik bağımsızlığı ile birlikte egemenlik hakkı resmen kabul ediliyordu. 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan kentinde imzalanan antlaşma, 23 Ağustos 1923 tarihinde TBMM tarafından onaylandı.
0 Yorumlar