ÜNİVERSİTE GENÇLİĞİNİN ZİHİN HAYATI
Doç. Dr. Mehmet Rami AYAS
Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
"Uluslararası Terörizm ve Gençlik Sempozyumu"
(24-26 Nisan 1985)nda sunulan bildiri.
Üniversite gençliğimizin zihin hayatı, başka bir deyişle, idrâk (algı) düşünme hayatı doğrudan doğruya psikolojik bir süreç olarak anlaşılabilir. Nitekim, psikologlar idrâki, davranışın gelişmesinde temel süreç diye anlar. Yazılı olan veya işitilen sözler, olaylar ve nesneler âlemi idrâk yoluyla tecrübemize giriyor. Tecrübe idrâk ile kazanılıyor; etrafımızdaki dünyanın bütünlüğünü böyle bir bağlılık içinde elde ediyoruz.
Ancak topluluk hâlinde yaşamakla varolan ve sürdürebilen insanın idrâk ve tecrübe olgusu, her zaman insanlar arası eylemler ve kültürel görüşlerle kuşatılmış bulunuyor. Karşılıklı ilişkiler örgüsü bir yandan kişilerin değişik muhtevâ ve yönlerde yetişmesine yol açarken; öte yandan kişilerin, topluluk ve kültür yaşayışını değiştirmelerine imkân veriyor. İç içe oluş gerçeğini bizler de idrâk ederek yaşıyoruz.
İdrakle bağlı gerek duygu gerekse düşünme hayatının, böylece, topluluk yaşayışı ve onunla varlık kazanan kültür tezahürleriyle iç içe bağlanış hâlinde bulunduğunu ifade etmiş oluyoruz. Burada, duygularımızın bir bakıma kısa süreli, bâzan da çok etkin yönlendirmeleri yanı sıra; düşünmenin daha derinden yol alan ve iş varlığını, toplulukların bütünlüğünü koruyarak yapı değiştirmesinde ya da insanlar arası bağlılıkları çözüp, onları birbirinden ayırıp bütünlüğü bozan değişik amaçlı bağlılıklar kurmada pek önemli bir etken olarak belirtmek gerekir. Topluluk ve kültür yaşayışımızda gençliğimize, özellikle üniversite gençliğine bu açıdan bakınca ne görmekteyiz? (Şüphesiz ki gençlik, topluluğun bütününden ayrı bir gerçeklik değildir. Onunla birlikte ele alınması gereken bir konudur. Gençlik içinde üniversite gençliğinin ise, özel bir yeri vardır).
Şimdi, onbeş dakkayla sınırlı bir sürede, Üniversite Gençliğimizin, yıllarca içinde yaşayarak gözleyip durduğumuz kavrama ve düşünme seviyesi şartlarının sadece bir yönünü tasvir etmek istiyorum. Ne var ki, bu şartların, Millet bütünlüğümüz ve Milletimizin çağdaş olması yani çağın ''gelişmiş'' sözüyle vasıflandırılan milletleri arasında şahsiyetli bir şekilde varolması ve varlığını devam ettirebilmesi için büyük bir önem taşıdığı, isbatı ve tartışmayı gerektirmeyecek şekilde açıktır. Topluluk bilgini ve eğitimci İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu'yla birlikte, ''Adam yetiştirmek için yapılacak ilk iş, adamın yetişeceği çevreyi var etmektir'' diyebilmeliyiz. Üniversite gençliğimizin zihin çevresinin bu bakımdan ne durumda olduğunu sormak ve dikkatlerimizi oraya yöneltmek yerinde olacaktır.
Yalnızca insan bilimleri, hatta onların da arasında topluluk bilimi ile ilgili bu zihin şartlarını tespit ve tasvir etmeye çalışıyorum. (Kendimizi öğrenim görmekte olan bu gençlerimizin yerine koyduğumuzu ya da onlara katıldığımızı varsayalım). Şöyle ki:
Sosyolojinin bilim olarak gelişmesinin, biri Fransız Pozitivist Felsefe Çığrı ötekisi de Alman Felsefe Çevresi ve bu çevrede yer alan Hegel Felsefesi olmak üzere başlıca iki farklı kaynaktan kaynaklandığı bilinmektedir. Pozitivizm ve gösterdiği gelişmeleri, Fransız pozitivist filozofları arasında yer alan ve ''Sosyoloji''nin isim babası olan Auguste Comte'un (1793-1857) eserlerini, sözgelişi ''Pozitif Felsefe Dersleri''ni okuyarak öğrenmek ve düşünmek imkanımız yoktur. Auguste Comte'tan etkilenerek İngiliz düşünür ve sosyologu Herbert Spencer'in (1820-1903) sosyolojiyle ilgili eserlerini mi okumak istiyorsunuz? Hiçbir eserini bulamayacağınızı şimdiden söyleyebilirim. Bununla birlikte, ülkemizde Pozitivizm etkileri olmuştur. Bu da, yabancı dil bilen bazı düşünürlerimizin etkilenmeleri dolayısıyla kendilerince onu tanıtma ve topluluğu etkilemeleri şeklindedir. Böylece, bu kişiler Türkiye'de Pozitivizmin temsilcileri olmuşlardır.
Pozitivist düşünce ve bilim doğrultusunda Yurdumuzda belki en çok bilinen sosyolog Emile Durkheim'dir. (1858-1917) ve Durkheim Okulu'nun Türkiye'de temsilcisi olan Ziya Gökalp'in etkisiyle üç eseri Türkçeye çevrilmiş, 1920'lerde Arap harfleriyle yayınlanmıştır. Durkheim'in eserlerini de bir külliyat olarak bulmamıza imkan yoktur. Durkheim ve Durkheim Okulu'nu ancak Sosyoloji Tarihi çerçevesinde okuyup öğrenebiliyoruz. (Prof. Kösemihal'ın ''Durkheim Sosyolojisi''ni de bu çerçevede görebiliriz.) Ülkemizde adı Durkheim'in yanısıra anılagelen topluluk bilgini Le Play'nin (1806-1882)'de hiçbir eseri Türkçemizde bulunmamakla birlikte, bizde Prens Sabahaddin'in temsil ettiği Le Play Okulu'ndan Edmond Demolins (1852-1907)'in üç eseri Türkçeye çevrilip 1913-1914 yıllarında yayınlanmıştır. Ne bu eserler ne de Durkheim'in yine Arap harfleriyle yayınlanmış olan kitapları bugünkü alfabemize aktarılmıştır. Durkheim'in ancak ''İctimaiyat Metodunun Kaideleri'' (1943), ''Meslek Ahlakı'' (1949) ve ''Terbiye ve Sosyoloji'' (1950) adlı kitapları sosyolojiyle ilgilenenlerin belki bazı kitaplıklarda bulabilip yararlanacağı eserlerdir. Durkheim'den sonraki belli başlı Fransız sosyologlarından yalnız Raymond Aron ve Maurice Duverger'in bazı eserlerini okumak imkanıza sahibiz. Sorbonne'da Sosyoloji Kürsüsü'nde Durkheim'in yerini alan Georges Gurvitch'den ancak biri bazı konferansları, biri de Seçmeler olarak iki eser kitap halinde çıkmış bulunuyor. Gurvitch'nin de külliyatını veya temel eserlerini okuyamayacağız.
İdealist Alman Felsefe Çağı'ndan kaynaklanan sosyologlardan yalnız Karl Marx'ın (1818-1883) bir külliyat olarak okuyabilme imkanınız vardır. Marx üzerine Marxçı açından yazılanlar, Marxçı felsefe sözlükleri ve Marx'ı izleyen bazı düşünür ve ihtilalcilerin eserlerini okuyabiliriz. Bilim çizgisinden ayrılmamış Lorenz von Stein, Wilhelm Heinrich Riehl gibi Marx'ın çağdaşı ilk Alman sosyologlarının, hatta toplulukla ilgili gemeinschaft ve gesellschaft tasnifi lise sosyoloji kitaplarına alınagelen Fierdinand Tönnies'in (1885-1953), Helmut Schelsky (1912-....) ve benzerileri önde gelen Alman topluluk bilginlerinin külliyatlarını veya belli başlı eserlerini okumak imkanımız yoktur. Türk Üniversitelerinde ders okutmuş veya konferans vermiş olan Hans Freyer, Alexander Rustow, Gerhard Kessler, Arnold Gehlen gibi tanınmış Alman sosyologlarının bile değil bütün yazdıklarına, önemli eserlere sahip deyiliz.
Üniversite dışındaki bilim hareketliliğinin geçtiğimiz aylarda Max Weber'in ''Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu'' adlı kitabı ile Weber hakkında yazılmış bir kitapçığı Türk okurlarına ve dolayısıyla akademik çevresine sunmasını Üniversite gençliğimizin zihin hayatı bakımından bir katkı sayabiliriz.
Amerikan sosyolojisinin dört büyük kurucusu diye anılan Lester F. Ward (1841-1915), William G. Summer (1840-1910), Franklin H. Giddings (1855-1931), Albin W. Small (1854-1928)'dan tutunuz da Pitirim Sorokin (1889-1968), Alfred Schütz (1899-1959) vb. gibi Avrupa kökenli Amerikan topluluk bilginlerini de içine alan büyük sosyologlardan hiçbirinin külliyatını hatta belli başlı eserlerini okuyup incelemek imkanına sahip değiliz. Mesela, Howard Beeker (1899-1960), Thorstein Veblen (1857-1929), Robert K. Merton (1910-....), Talcott Parsons (1902-1979), William Thomas (1863-1947) ve daha birçok önemli Amerikan topluluk bilginlerinin eserlerini ne yazık ki okuyamayacağız. Sorokin'in iki eserini, Lundberg (1895-1966) ve arkadaşlarının yazdığı bir Sosyoloji kitabını, Wright Mills'in birkaç eserini okuyabilmekle yetineceğiz.
Özellikle 1960'lardan sonra zengin bir literatür oluşturan İngiliz sosyologlarının da hemen hemen hiçbir eserini okuyacak durumda değiliz. Modern sosyoloji teorilerini ancak sosyoloji öğrencileri özet olarak öğrenebileceklerdir. Sosyolojinin dallarını Siyaset Sosyolojisi alanı bu bakımdan bir parça zengin sayılabilir.
Bu konuda sözü uzatmadan diyeceğiz ki, zihin hayatının şartlarından önemli bir kesimini teşkil eden bilimsel düşünme ortamının du durumu yalnız Sosyoloji ile ilgili olarak böyle değildir. Felsefe, Antropoloji, Psikoloji ve hatta İktisat için de bu türlü bir sergilemeye girişebiliriz.
Dikkatlerin özellikle çekilmesi gereken bir durum da şudur ki: Burada yalnızca sosyoloji alanında tasvir etmeye çalıştığımız zihni hayat şartlarından yoksunluk, Türk Tarihi ve İslam Kültürü kaynakları yönünden de böyledir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Üniversite gençliğinin zihin hayatı bilimsel kültür şartlarından yoksun bulunmaktadır. Türkçe bu bakımdan bilim dili olmadıkça, çağdaşlaşma konusu da güç bir sorun olarak kalacaktır.
0 Yorumlar