SIGMUND FREUD, 6 Mayıs 1856’da o dönemde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu içinde yer alan Moravia’nın küçük bir kasabası olan Freiberg’de doğar. Dışarıdan bakıldığında seksen üç yıllık yaşamı bir bütün olarak uzun uzadıya anlatılmayı gerektirmeyecek kadar olaysızdır.
Orta sınıftan Yahudi bir aileden gelen Freud, babasının ikinci karısının en büyük oğludur. Aile içindeki konumu alışılmışın biraz dışındadır, çünkü babasının zaten ilk karısından iki yetişkin oğlu daha vardır. Bunlar ondan yirmi yaştan daha büyüktür, birisi evli ve bir çocuk babasıdır; yani o aslında bir amca olarak dünyaya gelir. Bu yeğen, çocukluk yıllarında en az kendi kardeşleri (ki yedisi ondan küçüktür) kadar önemli bir rol oynar.
Yün tüccarı olan babası, Freud’un doğumundan hemen sonra giderek artan ekonomik sıkıntılara girer. Bu nedenle Freud henüz üç yaşındayken Freiber’den ayrılmaya karar verir ve Manchester’e yerleşen iki büyük üvey kardeşin ve çocuklarının dışında ailenin tamamı bir yıl sonra Viyana’ya yerleşir. Freud yaşamının çeşitli dönemlerinde İngiltere’de onlara katılmayı düşünür, ama bunu yaklaşık seksen yıl boyunca gerçekleştiremez.
Viyana’da, Freud’un çocukluğu boyunca aile sıkıntı içinde yaşar; ama babası, zeki ve çalışkan olduğu anlaşılan oğlunun [Freud’un] eğitimine değişmez bir öncelik verir ve masraftan kaçınmaz. Bunun sonucunda henüz dokuz yaşındayken “Gymnasium”u (ortaokul) kazanır ve bu okulda geçirdiği sekiz yılın son altı yılında sürekli sınıf birincisi olur. On yedi yaşında mezun olduğunda ne olacağına henüz karar verilmemiştir; o güne dek çok genel bir eğitim alır, üniversiteye mutlaka gideceği belli olsa da, hangisine gideceği belli değildir.
Freud birkaç yerde, yaşamının hiçbir döneminde “doktor olmaya heveslenmediğini” ısrarla vurgulamıştır. “Daha ziyade,” diyor, “doğal nesnelerden çok insanla ilgili konulara yoğun bir ilgi duyuyordum.”1 Başka bir yerde şöyle yazıyor: “Çocukluğumda, acı çeken insanlığa yardım etme özlemi duyduğumu hatırlamıyorum... Gençliğimde içinde yaşadığımız dünyanın bilmecelerini anlamaya ve belki de çözümüne katkıda bulunmaya yönelik ezici bir ihtiyaç duyuyordum.”2 Başka bir yerde de son yıllarındaki sosyolojik çalışmalarını tartışıyor: “Doğal bilimler, tıp ve psikoterapi alanlarında yaşam boyu süren bir dolambaçtan sonra ilgim, uzun süre önce, düşünemeyecek kadar genç olduğum bir dönemde beni çeken kültürel sorunlara tekrar yönelmiş bulunuyor.”3
1 [Otobiyografik İnceleme (1925d), girişe yakın bir yerde.]
2 [“Amatör Psikanalizi Sorunu’na Sonek” (1927a).]
3 [“Otobiyografik İnceleme’ye Sonek” (1935a).]
Söylediği kadarıyla o günlerde bilimsel kariyer seçimini belirleyen şey, okulu bitirmek üzereyken katıldığı bir okuma dersinde okunan ve (görüldüğü kadarıyla hatalı olarak) Geothe’ye atfedilen “Doğa” üzerine yazılmış aşırı süslü bir deneme olur.
Ama bilimi seçmesi halinde pratik nedenler seçimini tıpla sınırlar. O da 1873 sonbaharında, üniversiteye on yedi yaşında bir tıp öğrencisi olarak kaydını yaptırır. Ama o zaman bile tıp derecesi almak için acele etmez. Dolayısıyla ilk bir iki yıl çeşitli konularda dersler alır, ama düzenli olarak ilk önce biyoloji, daha sonra da fizyoloji üzerinde yoğunlaşır. Üçüncü sınıftayken Karşılaştırmalı Anatomi Profesörü ödev olarak ondan yılan balığı anatomisinin ayrıntılı bir incelemesini isteyince (ki bu, dört yüz kadar örneğin kesilerek açılmasını gerektirmiştir), ilk araştırmasını yapmış olur. Kısa bir süre sonra Brücke’nin yönetimindeki fizyoloji laboratuarına girer ve orada altı yıl mutlulukla çalışır. Genelde fiziksel bilimlere yönelik tutumunun ana çizgilerini orada kazandığına kuşku yok. O yıllarda temel olarak merkezi sinir sisteminin anatomisi üzerinde çalışır ve makaleler yayımlamaya başlar. Ama bu laboratuar çalışmalarından kazandığı para, geniş ailesinin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaktır. Bu nedenle sonunda 1881 yılında tıp diplomasını almaya karar verir ve bir yıl sonra Brücke’nin yanındaki işinden gönülsüz ayrılarak Viyana Genel Hastanesi’nde çalışmaya başlar.
Yaşamındaki bu yön değişikliğini belirleyen şey, aile kaygılarından daha acil bir şeydir: 1882 Haziranı’nda nişanlanır ve ondan sonraki bütün çabaları evliliğe yönelir. Hamburg’un ünlü Yahudi ailelerinden birisinden gelen nişanlısı Martha Bernays’ın, o sırada Viyana’da yaşamasına rağmen, Kuzey Almanya’daki evine dönmesi gerekir. Bunu izleyen dört yıl boyunca nişanlısını sadece kısa ziyaretlerde görür ve iki sevgili, neredeyse her gün yazdıkları mektuplarla yetinmek zorunda kalır. Freud artık tıp dünyasında kendine bir yer ve isim yapmaya kararlıdır. Hastanenin çeşitli bölümlerinde çalışır ama kısa süre sonra nöroanatomi ve nöropatoloji üzerinde yoğunlaşır. Bu dönemde kokainin tıpta kullanılabileceğine ilişkin bir makale yayımlar; Koller’e, bu maddenin lokal anestetik olarak kullanılmasını düşündüren bu makale olur. Freud zaman kaybetmeden kısa vadeli iki plan yapar: bunlardan birisi, İngiltere’deki üniversite okutmanlığına [hocalığına] benzer bir konum olan Privatdozent unvanı almak, diğeri de büyük Charcot’un tartışmasız otorite olduğu Paris’te bir süre kalmasını sağlayacak bir yol bursu kazanmaktır. Gerçekleşmesi halinde her iki amacın da ona gerçek avantajlar sağlayacağına inanır ve çetin bir mücadeleden sonra 1885 yılında her ikisini de elde eder.
Salpêtiére’de (Paris’teki ünlü Sinir Hastalıkları Hastanesi) Charcot’un yanında geçirdiği aylar Freud’un yaşamının akışında başka bir değişme, ancak bu kez devrim niteliğinde bir değişme yaratır. O güne kadarki çalışması tamamen fiziksel bilimler üzerine olmuştur, hatta Paris’teki işi de beyin üzerine histolojik incelemeler yapmaktır. O dönemde Charcot büyük ölçüde histeri ve hipnotizma üzerinde durmaktadır. Freud’un geldiği dünyada bu konular saygıyla karşılanmaz; ama onun bütün benliğini kaplar ve Charcot’un bu konulara sadece nöropatolojinin dalları olarak bakmasına karşılık Freud için bu, ruhsal yapının incelenmesinin ilk başlangıcı anlamına gelir.
1886 baharında Viyana’ya döndükten sonra sinir hastalıkları üzerine özel bir muayenehane açar ve kısa bir süre sonra uzun zamandır erteledikleri evlilik gerçekleşir. Ne var ki nöropatolojik çalışmalarından hepten vazgeçmez: birkaç yıl daha özellikle önde gelen otorite olduğu çocuk beyin felci üzerine araştırmalar yapar. Bu dönemde ayrıca afazi konusunda önemli bir monograf hazırlar. Ama nevrozların tedavisine giderek daha çok eğilmektedir. Boşuna bir çabayla elektro-terapi denedikten sonra hipnotik telkine yönelir ve 1888’de Liébeault ve Bernheim tarafından görünürde başarıyla uygulanan bu tekniği öğrenmek için Nancy’yi ziyaret eder. Bunun da yetersiz olduğu anlaşılır ve başka bir yaklaşıma yönelir. Ondan epeyce büyük olan arkadaşı, Viyanalı Dr. Josef Breuer’in, on yıl kadar önce histerik bir kızı oldukça yeni bir yöntemle iyileştirdiğinden haberdardır. Breuer’i, bu yöntemi tekrar kullanmaya ikna eder ve kendisi de yeni birkaç olaya uygulayarak ümit verici sonuçlar alır. Bu yöntem, histerinin, hastanın unuttuğu ruhsal bir travmanın [yaranın] sonucu olduğu varsayımına dayanıyor ve tedavi, uygun duygular eşliğinde unutulan travmayı hatırlaması için hastayı hipnotik duruma sokmaktan oluşuyordu. Freud, çok uzun süre önce hem yöntemde hem de altta yatan teoride değişiklikler yapmıştır; bu da sonunda Breuer’den ayrılmasına ve kısa süre sonra psikanaliz olarak adlandıracağı görüşler sisteminin tamamını geliştirmesine yol açacaktır.
Bu noktadan —belki de 1895’ten— yaşamının sonuna dek Freud’un entelektüel varoluşunun tamamı bu gelişme, bunun geniş kapsamlı sonuçları, teorik ve pratik geri tepmeleri çevresinde dönmüştür. Kuşkusuz, Freud’un keşi erinin ve görüşlerinin kronolojik bir açıklamasını birkaç cümleye sığdırmak mümkün değil; yine de düşünce alışkanlıklarımızda yarattığı başlıca değişmeleri bölük pörçük bir tarzda da olsa göstermeye çalışacağız. Bu arada özel yaşamının akışını da izleyebiliriz.
Viyana’daki ev yaşamı temel olarak renksizdir: 1891’den, kırk yedi yıl sonra Londra’ya gidişine kadar evi hem yaşadığı yer, hem de muayenehane olarak kullanır. Mutlu evliliği ve büyüyen ailesi —üç erkek üç kız çocuğu— en azından profesyonel kariyerini çevreleyen zorlukları dengeler. Tıp çevrelerinde ona karşı önyargı yaratan sadece keşi eri değildir; Viyana’nın resmi dünyasında egemen olan yoğun Yahudi düşmanlığının etkisi de en az ilki kadar büyüktür: üniversite profesörlüğüne atanması, politik nüfuz yoluyla sürekli ertelenir.
Bu ilk yılların bir özelliği, sonuçları itibariyle anmaya değer. Bu, Freud’un, kulak-burun-boğaz alanında uzmanlaşan, ama insan biyolojisine ve yaşam süreçlerindeki periyodik olguların etkilerine de yoğun ilgi duyan parlak, ama dengesiz bir doktor olan Berlinli Wilhelm Fliess’le olan dostluğudur. On beş yıl boyunca, 1887’den 1902’ye kadar Freud onunla düzenli yazışır, düşüncelerindeki gelişmeleri ona bildirir, gelecekteki yazılarının uzun taslaklarını ona gönderir ve daha da önemlisi ona, “Bilimsel bir Psikoloji Projesi” adını alan kırk bin kelimelik bir deneme gönderir. 1895’te kaleme alınan bu deneme, fizzyolojiden gönülsüz olarak psikolojiye kayan Freud’un kariyerindeki dönüm noktası olarak tanımlanabilir: bu deneme, psikolojik olguları salt nörolojik terimlerle açıklama çabasıdır. Bu deneme ve Freud’un Fliess’e yazdığı mektupların tamamı şans eseri bugüne kadar gelmiştir: bunlar, Freud’un görüşlerinin gelişmesine ışık tutar ve psikanalizdeki sonraki gelişmelerin daha o yaşta Freud’un kafasında zaten olduğunu gösterir.
Fliess’le ilişkisinin dışında dışarıdan pek destek görmez. Yavaş yavaş Viyana’da kendine birkaç öğrenci bulur, ama ancak on yıl sonra, 1906’larda bir dizi İsviçreli psikiyatristin onun görüşlerine katılmasıyla durum değişmeye başlar. Başlıcaları arasında Zürih Akıl Hastanesi’nin Başhekimi Bleuler ve asistanı Jung da vardır. Bu da psikanalizin yayılmasının başlangıcı olur. 1908’de Salzburg’da uluslararası bir psikanalistler toplantısı olur ve 1909’da Freud ve Jung bir dizi konferans için ABD’ye davet edilir. Freud’un yazıları birçok dile çevrilmeye, dünyanın her tarafında psikanaliz uygulayan analist grupları ortaya çıkmaya başlar. Ama psikanalizin ilerlemesi de kendi yenilgilerini yaşar: konunun kafalarda uyandırdığı akımlar, kolayca kabul edilmesine meydan vermeyecek kadar derinlere işler. 1911’de Freud’un Viyana’daki ağırlıklı destekleyicilerinden birisi olan Alfred Adler ayrılır, bunu iki üç yıl sonra Jung’un kopuşu izler. Bunun hemen arkasından Birinci Dünya Savaşı patlak verir, bu da psikanalizin uluslararası düzeyde yaygınlaşmasını kesintiye uğratır. Aradan pek zaman geçmeden en ağır kişisel trajedilerden birisini yaşar: kızını ve çok sevdiği torununu kaybeder; bu da yetmiyormuş gibi yaşamının son on altı yılı boyunca yakasını bırakmayan habis bir hastalığa yakalanır. Ama bu dertlerden hiçbirisi Freud’un gözlemlerinin ve düşüncelerinin gelişmesini sekteye uğratmaz. Düşüncelerinin yapısı genişlemeyi ve her an çok daha geniş uygulama alanları —özellikle sosyolojide— bulmaya devam eder. Artık dünyada genelde önemli bir şahsiyet olmuştur; ama hiçbir şey onu, 1936’da sekseninci yaş gününde Corresponding Member of Royal Society1 seçilmekten daha mutlu etmemiştir. Aralarında Başkan Roosvelt’in de olduğu söylenen nüfuzlu hayranlarının çabalarıyla da desteklenen bu ünün, onu, Hitler 1938’de Avusturya’ya girince Nasyonal Sosyalistlerin en kötü aşırılıklarından koruduğuna kuşku yok; yine de yayınlarını toplayıp yok ederler. Ama Freud’un Viyana’dan ayrılması kaçınılmazdır, aynı yılın Haziran ayında ailesinden bazılarıyla birlikte Londra’ya gider ve orada 23 Eylül 1939 tarihinde hayata veda eder.
1 [Merkezi Londra’da bulunan dünyanın en eski bilim kuruluşunun verdiği bir onur sıfatı. S.B.]
Freud’dan, çağdaş düşüncenin devrimci kurucularından birisi olarak söz etmek ve adını Einstein ile birlikte anmak, gazetecilikte bir klişe olmuştur. Yine de çoğu insan bu iki insandan birisinin yarattığı değişmeleri diğerini anmaksızın özetlemeyi çok güç bulur.
Karşılıklı bir ilişki içinde de olsa, Freud’un buluşları üç başlık altında toplanabilir: bir araştırma aracı, bu aracın sağladığı bulgular ve bu bulgulardan çıkarılan teorik hipotezler. Ama çalışmalarının tamamının arkasında, belirlemecilik yasasının evrensel geçerliliğine duyduğu inancın yattığını söylememiz gerek. Fiziksel olgular bağlamında bu inanç, Brücke’nin laboratuarındaki deneyiminden, dolayısıyla nihai anlamda Helmholtz ekolünden geliyor olabilir; ama Freud bu inancı uzlaşmaz bir tutumla ruhsal olgular alanına da uygulamıştır, bu konuda ise öğretmeni psikiyatrist Meynert’ten, dolaylı olarak da Herbart felsefesinden etkilenmiş olabilir.
Freud her şeyden önce insan ruhunun bilimsel incelemesi için ilk aracı [yöntemi] keşfeden kişidir. Dahi olarak nitelenebilecek yaratıcı yazarlar ruhsal süreçler konusunda bölük pörçük iç gözlemler kazanmıştır; ama Freud’dan önce sistemli bir inceleme yöntemi olmamıştır. Bu yöntemi ancak yavaş yavaş geliştirebilmiştir, çünkü bu incelemenin önündeki zorluklar yavaş yavaş ortaya çıkmıştır. Breuer’in histeri açıklamasındaki unutulan travma bu açıdan ilk, belki de en temel problem olmuştur, çünkü bu, ruhsal yapıda dışarıdan gözlemcinin veya kişinin incelemesine o anda açık olmayan etkin kısımlar olduğunu kesin olarak göstermiştir. Freud, meta zik ve terminolojik tartışmalara kulak asmadan ruhsal yapının bu kısımlarını bilinçdışı [bilinçsiz] olarak tanımlamıştır. Bu kısımların varlığı aynı ölçüde hipnoz sonrası telkinle de gösterilmiş; bu telkinde kişi tam uyanık durumdayken, telkin edilen şeyi tamamen unutmuş olmasına rağmen, daha önce telkin edilen bir şey yapar. Dolayısıyla bu bilinçdışı bölümü hesaba katmayan hiçbir ruhsal yapı incelemesi tam sayılamaz. Bu nasıl yapılır? Cevabın şu olduğu düşünülür: hipnotik telkinle; Breuer ve Freud tarafından kullanılan yöntem de budur. Ama kısa bir süre sonra bu yöntemin hatalı olduğu, etkisinin düzensiz ve belirsiz olduğu, bazen de hiç işe yaramadığı anlaşılır. Dolayısıyla Freud, telkin kullanmaktan yavaş yavaş vazgeçer ve bunun yerine, daha sonra “özgür çağrışım” olarak adlandırılan tamamen yeni bir yöntem uygulamaya başlar. Ruhsal yapısı incelenen kişiden aklına ne gelirse söylemesini istemekten oluşan bu duyulmamış, basit yöntemi benimser. Bu belirleyici karar en şaşırtıcı sonuçlara yol açar; bu ilkel şekliyle bile Freud’un bu yöntemi yeni iç gözlemler sağlar. İlkel, çünkü işler bir süre yolunda gitse de, çağrışımların akışı er veya geç kesilecektir: söz konusu kişi artık söyleyecek hiçbir şey düşünmez bir duruma gelir. Böylece, kişinin bilinçli iradesinden bağımsız bir güç olan ve incelemeyle işbirliğini reddeden “direnme” olgusu ortaya çıkar. Bu da çok temel bir teori parçasının, ruhsal yapının dinamik bir şey olduğu, bazıları bilinçli, bazıları bilinçsiz olan, birbiriyle bazen uyum, bazen karşıtlık içinde işleyen bir dizi ruhsal güçten oluştuğu hipotezi için bir temel olur.
Bu olgular, sonuçta evrensel olduklarının anlaşılmasına rağmen, başlangıçta nevrotik hastalarda gözlenip incelenir ve Freud’un ilk yıllardaki çalışmaları büyük ölçüde bu hastaların “direnmesini” yenmenin yollarını bulma ve bu direnmenin arkasında yatan şeyleri açığa çıkarma üzerinde yoğunlaşır. Çözüm ancak Freud’un kendi üzerinde yaptığı olağandışı bir gözlemle mümkün olabilmiştir: şimdi buna onun öz-analizi [kendi kendini psikanalizi] diyoruz. Fliess’e yazdığı mektuplarda bu olayın birinci elden anlatılması büyük bir şans. Bu analiz, ruhsal yapıdaki bilinçsiz süreçlerin doğasını keşfetmesini ve bunların bilinçli olmaya neden bu kadar büyük bir direnme gösterdiğini anlamasını; hastalarındaki direnmenin üstesinden gelmenin veya bundan kaçınmanın tekniklerini geliştirmesini ve daha da önemlisi, bu bilinçsiz süreçlerle bilinen bilinçli süreçlerin işleyiş tarzları arasındaki büyük farkları görmesini mümkün kılar. Bu üç noktadan her birisi için bir şeyler söylenebilir, çünkü gerçekte bunlar, Freud’un ruhsal yapıya ilişkin bilgilerimize katkısının çekirdeğini oluşturmaktadır.
Ruhsal yapının bilinçdışı içeriğinin, enerjilerini doğrudan doğruya temel fiziksel içgüdülerden alan tamamen karşıt eğilimlerin —arzuların— etkinliğinden oluştuğu bulunmuştur. Bunlar, anında doyum bulmanın dışında hiçbir şeyi dikkate almaksızın işler ve ruhsal yapıdaki, gerçekliğe uyarlanmayla ve dış tehlikelerden kaçınmayla ilgili olan daha bilinçli diğer öğelerle çatışma eğilimi gösterir. Dahası, bu ilkel eğilimler büyük ölçüde cinsel veya yıkıcı bir yapıda olduğu için, daha sosyal ve uygar olan ruhsal güçlerle mutlaka çatışacaklardır. Bu doğrultudaki incelemeler, Freud’un çocukların uzun zaman gizlenen cinsel yaşamının sırlarını ve Odipus kompleksini keşfetmesine yol açar.
Kendi kendini analizi ikinci olarak da rüyaların doğasını incelemesini sağlar. Nevrotik semptomlar gibi bunların da temel bilinçsiz dürtülerle tali [ikincil] bilinçli dürtüler arasındaki bir çatışmanın ve uzlaşmanın sonucu olduğu anlaşılır. Böylece bunların analiz edilerek öğelerine indirgenmesi yoluyla hastaların gizli bilinçsiz içeriklerini anlamak mümkün olur ve rüyalar hemen hemen evrensel bir olgu olduğu için, rüya yorumunun, nevrotik hastaların direncini aşmak için en yararlı teknik buluşlardan birisi olduğu anlaşılır.
Son olarak, rüyaların ayrıntılı incelemesi Freud’un temel ve tali [birincil ve ikincil] düşünce süreçleri dediği olgular arasındaki, ruhsal yapının bilinçsiz ve bilinçli kısımlarındaki olaylar arasındaki belirgin farklarısını andırmasını mümkün kılar. Bilinçsiz kısmında [bilinçdışında], örgütlenme veya eşgüdüm [koordinasyon] diye bir şey olmadığı keşfedilir: her ayrı dürtü, kalan her şeyden bağımsız olarak doyum arar; bir diğerinden etkilenmeden işler; karşıtlıklar tam anlamıyla etkisizdir ve en karşıt dürtüler yan yana gelişir. Bilinçdışında düşünce çağrışımları da mantığı kesinlikle dikkate almadan gelişir: benzerlikler özdeşlik olarak değerlendirilir, negatifler pozitiflerle eşitlenir. Karşıt eğilimlerin bağlandığı nesneler de bilinçdışında olağandışı ölçüde değişkendir; hiçbir ussal temeli olmayan bir çağrışımlar zinciri boyunca bir nesnenin yerini tamamen bir başkası alabilir. Freud, birincil sürece ait mekanizmaların bilinçli düşünceye sızmasının, sadece rüyalardaki değil, diğer normal ve patolojik birçok ruhsal olaydaki tuhaflığı da açıkladığını kavrar.
Freud’un sonraki çalışmalarının tamamının, bu ilk düşüncelerin büyük ölçüde derinleşmesi ve genişlemesi olduğunu söylersek pek abartmış sayılmayız. Bunlar, sadece psikonevrozların ve psikozların değil, ayrıca dil sürçmesi, nükteler, sanatsal yaratım, siyasi kurumlar ve dinler gibi diğer normal süreçlerin de mekanizmalarının açıklanması için uygulanır; bunlar kısmen birçok uygulamalı bilime —arkeoloji, antropoloji, kriminoloji [suç bilimi], eğitim gibi— yeni bir ışık tutulmasında rol oynar; ayrıca psikanalitik tedavinin etkililiğini de açıklar. Son olarak Freud, bu ilk gözlemler temeline, çok daha genel kavramlardan oluşan “metapsikoloji” adını verdiği teorik bir üstyapı kurar. Ne var ki birçok insan büyüleyici bulsa da o her zaman bunların geçici birer hipotez niteliğinde olduğunda ısrar etmiştir. Gerçekten de yaşamının geç bir döneminde, “bilinçdışı” teriminin ikiliğinden [belirsizliğinden] ve çelişkili kullanımlarından etkilenerek, zihinsel yapı için yeni bir yapısal açıklama önerir; bu yapıda örgütsüz içgüdüsel eğilimler “id,” örgütlü gerçekçi kısım “ego,” eleştirel olan ve ahlaki kurum işlevi gören kısım da “süperego” olarak adlandırılır; bunun, birçok konuya açıklık kazandıran yeni bir açıklama olduğuna kuşku yok.
Bu özet okura Freud’un yaşamındaki dış olayların genel bir çerçevesini çizecek ve buluşlarının kapsamı konusunda bir kir verecektir. Daha fazlasını istemek doğru mu? Daha derine inerek Freud’un nasıl bir insan olduğunu sorgulamak? Belki de değil. Ama insanın, büyük insanlar konusundaki merakı doyumsuzdur ve doğru açıklamalarla doyurulmadığı zaman kaçınılmaz olarak mitolojik açıklamaların üstüne atlar. Freud’un ilk kitaplarından ikisinde (Rüyaların Yorumu ve Gündelik Yaşamın Psikopatolojisi), tezini sunuşu onu, olağandışı miktarda kişisel malzemeyi ortaya dökmeye zorlamıştır. Yine de veya belki de bu nedenle, özel yaşamına girme çabalarına şiddetle karşı çıkmış ve bundan dolayı çok sayıda mite konu olmuştur. Örneğin ilk ve en safdil mite göre o, kendini kamu ahlakını bozmaya adayan bir ahlaksızdır. Daha sonraki fanteziler karşıt doğrultuda gelişme eğilimi gösterir: katı bir ahlakçı, acımasız bir disiplin yanlısı, bir otokrat, ben merkezcil, asık suratlı, temelde mutsuz bir insan gibi gösterilir. Onu bir parça olsun tanıyanlar, bu iki tablonun da aynı ölçüde tamamen saçma olduğunu bilir. Bu ikinci tablonun kısmen son yıllarındaki fiziksel acılarının bilinmesinden kaynaklandığı açık; ama bu kısmen de en yaygın portrelerinden birisinin yarattığı talihsiz izlenimden kaynaklanıyor olabilir. En azından profesyonel fotoğrafçılara poz vermekten hoşlanmaz; sanatçılar da her zaman için psikanalizin bulucusunu gaddar, ürkütücü bir gür olarak temsil etme ihtiyacının altında ezilmiş gibi gözüküyor. Yine de bereket versin ki daha hoş ve doğru alternatif versiyonlar da mevcut: örneğin, en büyük oğlunun babasına ilişkin anılarındakine (Martin Freud [1957], Glory Re ected) benzer, tatildeyken veya çocuklarıylayken çekilen anlık resimler. Gerçekten de bu sevimli ve eğlenceli kitap, paha biçilmez de olsa, daha resmi olan diğer biyograflleri birçok açıdan dengeler ve sıradan yaşamındaki Freud’tan bir şeyler anlatır. Bu portrelerden bazılarında ilk zamanlarda dolgun yüzlü olduğunu görürüz; ama sonraki yaşamında, özellikle de Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, hatta hastalığından önce aynı dolgunluğu göremeyiz; yine de yüzü olduğu kadar bir bütün olarak vücudu da (orta boyludur) belirgin bir gergin enerji ve uyanık gözlemci izlenimi verir. Ciddidir, ama daha resmi ilişkilerinde nazik ve düşüncelidir; diğer durumlarda hoş ve ironik bir mizah duygusuyla eğlendirici bir konuşmacı olabilir. Ailesine düşkünlüğünü görmek ve sevecenlik uyandıran bir insan olduğunu anlamak zor değildir. Çok yönlü ilgileri vardır —yurtdışı gezilerine, kır tatillerine, dağ gezilerine düşkündür— ve sanat, arkeoloji, edebiyat gibi daha çok zamanını alan uğraşları vardır. Freud sadece Almanca’da değil, birçok dilde çok iyi okuyan birisidir. İngilizce ve Fransızca’yı çok iyi okur, ayrıca oldukça iyi bir İspanyolca ve İtalyanca bilgisi vardır. Eğitiminin sonraki evrelerinin temelde bilimsel olduğunu unutmamak gerekir (Üniversitede kısa bir süre felsefe okuduğu doğrudur); okulda klasikleri öğrenmiş ve bu ilgisini hiç kaybetmemiştir. On yedi yaşında okul arkadaşlarından birine yazdığı bir mektup vardır.1 Mektupta, mezuniyet sınavlarında aldığı çeşitli başarıları anlatıyor: Latince’de Virgil’den bir parça, Yunanca’da, her şey- den önemlisi, Oedipus Rex’ten otuz üç satır [çeviri].
1 [Emil Fluss. Bu mektup, Freud’un yazışmalarında yer almaktadır (1906a).]
Özetle, İngiltere’de Viktoryan yetiştirme tarzının en iyi ürününü nasıl görüyorsak, Freud’u da öyle değerlendirebiliriz. Edebiyat ve sanat zevkleri bizimkinden elbette farklı olacaktır, kesinlikle liberal olsa da, ahlaki görüşleri Freud çağı sonrasına ait olmayacaktır. Ama onda, coşkuyla ve kendisi acılaşmadan çekilen onca acıyla dolu dolu bir yaşam süren bir insan görmeliyiz. Tam bir dürüstlük ve dosdoğruluk, onun belirgin özellikleridir, ne kadar yeni veya olağandışı olursa olsun kendisine sunulan her olguyu dikkate almaya yönelik entelektüel açıklığı da öyle. Şaşırtıcı bazı özellikleri olmasına yol açan şey belki de görünürde insanlığa yönelik inançsızlığının gizleyemediği bir iyilikseverlikle birleşen bu niteliklerinin kaçınılmaz bir devamı ve uzantısıdır. Zihninin keskinliğine rağmen temelde saftır [sadedir] ve bazen eleştirel becerisinde beklenmedik boşluklar doğar: örneğin bir Mısır bilimci veya filolog gibi kendi alanı dışındaki konularda bir otoritenin, daha da garibi, inanmak için algı gücünü denemek gereken insanların güvenilmezliğini algılayamaz, bazen tanıdıklarındaki kusurları göremez. Ama Freud’un da bizim gibi bir insan olduğunu söylemek kibrimizi okşasa da, bu doyumda kolayca çok ileri gidebiliriz. Aslında, o güne kadar normal bilinçten kaçan ruhsal olgular alanının tamamını ilk gören, rüyaları ilk yorumlayan, çocuk cinselliği olgularını ilk kavrayan, birincil ve ikincil düşünce süreçleri arasındaki ayrımı ilk yapan insanda, kısaca bilinçdışı aklı [ruhsal yapıyı] bizim için ilk gerçek kılan insanda çok olağandışı bir şeyler olsa gerek.
KRONOLOJİK TABLO
Bu tabloda, Freud’un entelektüel gelişimindeki ve düşüncelerindeki başlıca dönüm noktalarından bazıları kabaca belirlenmiştir. Özel yaşamındaki başlıca olaylardan bazılarına da yer verilmiştir.
1856. 6 Mayıs. Moravia, Freiberg’de doğar.
1860. Ailesi Viyana’ya yerleşir.
1865. Orta okula başlar.
1873. Viyana Üniversitesi’nde tıp okumaya başlar.
1876-82 Viyana’da Fizyoloji Enstitüsü’nde Brücke ile çalışır.
1877. İlk yayınlar: anatomi ve zyoloji üzerine makaleler.
1881. Tıp dalında doktora derecesi alır.
1882. Martha Bernays ile nişanlanır.
1882-5. Viyana Genel Hastanesi’nde çalışır; beyin anatomisi üzerinde odaklaşır; birçok makale yayımlar.
1884-7. Kokainin klinikte kullanımı konusunda araştırmalar yapar.
1885. Nöropatoloji dalında Privatdozent (Üniversite Hocası) olarak atanır.
1885 (Ekim)-1886 (Şubat). Paris’te Salpêtriére’de (Sinir Hastalıkları Hastanesi) Charcot’un yanında araştırmalar yapar. İlgisi histeri ve hipnoza yönelir.
1886. Martha Bernays ile evlenir. Viyana’da sinir hastalıkları üzerine özel bir muayenehane açar.
1886-93. Viyana’daki Kassowitz Enstitüsü’nde nöroloji, özellikle de çocuklarda görülen beyin felci üzerine araştırmalarına devam eder, birçok makale yayımlar. İlgisi yavaş yavaş nörolojiden psikopatolojiye kayar.
1887. Büyük kızı dünyaya gelir (Mathilde).
1887-92. Berlinli Wilhelm Fliess ile dost olur ve yazışmaya başlar. Freud’un, ölümünden sonra 1950’de yayımlanan bu döneme ait mektupları, görüşlerinin gelişimine büyük ölçüde ışık tutmuştur.
1887. Terapide hipnotik telkinden yararlanmaya başlar.
1888. Breuer’in izinden giderek Histeride kataritik terapi için hipnotik telkin kullanmaya başlar. Hipnozu yavaş yavaş bırakır ve bunun yerine özgür çağrışımı kullanır.
1889. Büyük oğlu dünyaya gelir (Martin).
1891.Afazi üzerine bir monogra yayımlar. İkinci oğlu dünyaya gelir (Oliver).
1892. Breuer’le birlikte “Ön Yazışma”yı yayımlar: bu, histeri konusundaki travma teorisinin ve kataritik tedavinin bir açıklamasıdır. İkinci kızı dünyaya gelir (Sophie).
1893-8. Histeri, saplantılar ve kaygı üzerine araştırmalar yapar ve kısa makaleler yayımlar.
1895. Breuer’le birlikte Histeri Üzerine İncelemeler’i yayımlar: bu, durum tarihçelerini ve Freud’un tekniğinin tanımının bulunduğu, ilk aktarım açıklamasının da yer aldığı bir kitaptır.
1893-6. Freud ile Breuer arasındaki görüş ayrılıkları giderek büyür. Freud, savunma ve bastırma kavramlarını geliştirir, nevrozun ego ile libido arasındaki çatışmanın bir sonucu olduğu savını ortaya atar.
1895. Bilimsel bir Psikoloji Projesi: Freud’un Flies’e mektuplarıyla birlikte 1950 yılında yayımlanmıştır. Psikolojiyi nörolojik terimlerle ortaya koymaya yönelik başarısız bir girişim; ama bu, sonraki teorilerinden birçoğunun habercisidir. En küçük çocuğu dünyaya gelir (Anna).
1896. “Psikanaliz” terimini ortaya atar. Babasını kaybeder (80 yaşında).
1897. Freud’un kendi kendini psikanalizi; bu, travma teorisinden vazgeçmesine ve çocuk cinselliğini ve Odipus kompleksini görmesine yol açmıştır.
1900. Rüyaların Yorumu; son bölümünde Freud’un ruhsal süreçlere, bilinçdışına ve “haz ilkesinin” egemenliğine ilişkin dinamik görüşünün ilk tam açıklaması yer alır.
1901. Gündelik Yaşamın Psikopatolojisi. Bu çalışma, rüyalara ilişkin kitabıyla birlikte, Freud’un teorilerinin sadece patolojik durumlar için değil, normal ruhsal yaşam için de geçerli olduğuna açıklık kazandırır.
1902. Profesor Ekstraordinaryus unvanını alır.
1905. Cinsellik Teorisi üzerine Üç Deneme: insandaki cinsel iç-güdünün gelişme seyrini bebeklikten erişkinliğe kadar ilk kez izler.
1906. Jung, psikanaliz taraftarı olur.
1908. Psikanaliz konulu ilk uluslararası toplantı (Salzburg’da).
1909. Freud ve Jung, konferans için ABD’ye davet edilir. İlk çocuk analizinin durum tarihçesi (beş yaşındaki Küçük Hans): daha önce erişkin analizlerine dayanan, özellikle çocuk cinselliği, Odipus kompleksi ve iğdiş edilme kompleksi konusundaki varsayımların doğrulanması.
1910. “Narsizm” teorisinin ilk ortaya çıkışı.
1911-15. Psikanaliz tekniği üzerine makaleler.
1911. Adler’le yolları ayrılır. Psikanalitik teorilerinin psikotik bir vakaya uygulanması: Dr. Schreber’in otobiyografisi.
1912-13. Totem ve Tabu: psikanalizin antropolojik malzemelere uygulanışı.
1914. Jung’la yolları ayrılır. “Psikanalitik Hareketin Tarihi Üzerine.” Adler ve Jung’a yönelik bir polemiği de içermektedir. Belli başlı son durum tarihçesini yazar: “Kurt Adam” (1918’e kadar yayımlanmamıştır.)
1915. Temel teorik sorunlara ilişki on iki makaleden oluşan “metapsikolojik” denemeler dizisini yazar; bunlardan sadece beşi günümüze kadar gelmiştir.
1915-17. Psikanalize Giriş Dersleri: Birinci Dünya Savaşı’na kadarki görüşlerinin durumu için kapsamlı ve genel bir açıklama sağlar.
1919. Narsizm teorisinin savaş nevrozlarına uygulanması.
1920. İkinci kızını kaybeder. Haz İlkesinin Ötesinde: “Tekrarlama zorlanımı” kavramına ve “ölüm içgüdüsü” teorisine ilişkin ilk açık giriş niteliğindedir.
1921. Grup Psikolojisi. Ego üzerine sistematik bir analitik çalışmanın başlangıcı.
1923. Ego ve İd. Aklın yapısı ve işleyişi konusunda büyük ölçüde gözden geçirilmiş bir açıklama; id, ego, süperego diye üçe ayırır.
1923. Kanser başlangıcı.
1925. Kadınlardaki cinsel gelişime ilişkin görüşlerini gözden geçirir.
1926. Ketlemeler, Semptomlar ve Kaygı. Kaygı sorunları konusundaki görüşlerini gözden geçirir.
1927. Bir Yanılsamanın Geleceği. Bir din tartışması: Freud’un, kalan yıllarını verdiği bir dizi sosyolojik çalışmadan ilki.
1930. Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları. Bu, Freud’un “ölüm içgüdüsü”nün bir dışavurumu olarak değerlendirilen yıkım içgüdüsüne ilişkin ilk kapsamlı çalışmasını içerir. Frankfurt Kenti, Goethe Ödülü’nü Freud’a verir. Annesini kaybeder (95 yaşında).
1933. Hitler Almanya’da iktidarı ele geçirir: Freud’un kitapları Berlin’de halk önünde yakılır.
1934-8. Musa ve Tektanrıcılık hayatta olduğu dönemde yayımlanan son çalışması.
1936. Sekseninci yaş günü. Corresponding Member of Royal Society seçilir.
1938. Hitler Avusturya’yı işgal eder. Freud Viyana’dan ayrılarak Londra’ya gider. Genel Çizgileriyle Psikanaliz. Psikanaliz üzerine son, tamamlanamamış, ama derin bir açıklama.
1939. 23 Eylül. Londra’da ölür.
ESERLERİ
- Zur Psychopathologie des Alltagslebens (Günlük Yaşamın Psikopatolojisi)
- Die Traumdeutung (Düşlerin Yorumu)
- Über Psychoanalyse (Psikanaliz Üzerine Beş Ders)
- Totem und Tabu (Totem ve Tabu)
- Zur Einführung des Narzissmus (Narsisizmin İncelenmesine Giriş)
- Unbehagen in der Kultur (Uygarlığın Huzursuzluğu)
- Jenseits des Lustprinzips Das Ich und das Es (Haz İlkesinin Ötesinde Ben ve İd)
- Der Mann Moses und die monotheistische Religion (Musa ve Tektanrıcılık)
- Cinsellik Kuramı Üzerine Üç Deneme, 1905
- Der Witz und seine Beziehung zum Unbewussten, Espiriler ve Bilinçdışı'yla İlişkisi, 1905
- Psychoanalytische Bemerkungen über einen autobiographisch beschriebenen Fall von Paranoia / Der Fall Daniel Paul Schreber, (Bir otobiyografik paranoya vakasında psikanalitik yorumlar/Dava Daniel Paul Schreber), 1910/11
- Psikanalizin Tarihçesi, 1914
- Psikanalize Giriş Dersleri, 1917
- Yaşamım ve Psikanaliz, 1925
- Tutukluk, Semtom ve Korku, 1926
- Bir Yanılsamanın Geleceği, 1927
- Kültür İçindeki Huzursuzluk, 1930
- Psikanaliz ve Uygulama
- Psikanaliz Üzerine
- Olgu öyküleri
- Histeri ile Mücadele
- Nevrozların Genel Kuramı
0 Yorumlar