Prof. Dr. Zeki HAFIZOĞULLARI Kimdir?

Inonu University Law Review InULR 10(2): 776-779 (2019)



Prof. Dr. Zeki HAFIZOĞULLARI

Doğum tarihim 20 Ocak 1938. Ancak annemin ifadesiyle 1939 yılının, cevizlerin çırpıldığı zaman doğmuşum. Yani bir yıl büyük yazılmışım. Doğum yerim Elazığ/Keban Kazasının Ağın Nahiyesinin Andırı Köyüdür. Şu an Elazığ'a bağlı bir mahalle. İlkokulu Ağın kazasında bulunan bir köy okulunda okudum.


İlkokul eğitimini bitirdikten sonra 11 yaşında, Malatya/Arapgirde bulunan bir ortaokula kaydoldum. Arapgir'de kendi köylüm olan ve yine aynı okulda okumaya gelen çocuklarla birlikte bir evde kaldım. Ortaokul hayatım çok başarısız geçti . Öyle ki öğretmenler okuyamayacağıma kanaat getirdiler. Hatta kurul kararıyla üst sınıfa geçmeme izin verdiler. Öğretmenlerin beyanı ve daveti üzerine babam ben okuldan aldı. Ancak annem diğer kardeşlerimin hep okuduğu için okuldan ayrılmama rıza göstermedi. Annemin ısrarı üzerine Akçadağ Köy Enstitüsüne yazıldım. Son sınıfa kadar orada okudum. Köy Enstitüleri kapanınca köydeki öğretmen okuluna devam ettim ve mezun oldum. 18 yaşına kadar Akçadağ'da kaldım.

Öğretmen okulunu bitirdikten sonra öğretmen olarak Bitlis'e tayin edildim. Bitliste o zaman bir otel de, yedek subay biriyle bir odayı paylaştım. Yedek subay Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezun biri idi. Bana yüksek eğitim konusunda teşvik etti ve hemen bir lise imtihanına girmem için telkinlerde bulundu. O zamanlar köy enstitüleri üzerinde değişik siyasi ve sosyolojik algılar vardı.

Daha sonra lise imtihanına girdim. O dönemde sınavı Bitlis'e Bakanlıktan gelen bir takım kişiler yapıyorlardı. Sınava girmeden önce bir kaç ders seçmem gerekiyordu. Felsefe ve tarih arasındaki seçmeli derslerden, felsefeyi seçtim ve sınava girdim. Sınavı yapmaya gelen kişinin daha sonradan maarif müdürü olduğunu öğrendim. Sınavdan sonra maarif müdürü beni aradı ve kâğıdıma hitaben "sen ne yazdın be adam" diyerek bana övgü dolu sözler etti. Sınavdan 10 (tam) puan almıştım. Liseyi iki dönemde bitirdikten sonra Ankaraya Gazi Eğitim Fakültesi sınavına gittim. Amacım Türkçe öğretmeni olabilmekti. Ancak yazılı sınavı kazanmama rağmen sözlü sınavı kazanamayarak elendim. Bunun üzerine daha sonra Dil ve Tarih Fakültesine gittim. Ankara Sıhhiyede bulunan fakültenin binasından ve binada yazılı olan Hayatta en hakiki mürşid ilimdir yazısından oldukça etkilendim. Tüm bunlar olurken Bitlis/Tatvan'a geri döndüm ve Ahlat Öğretmen okuluna öğretmen olarak görevlendirildim. Bu sırada bir adama denk geldim, bu adam bana, "sen git Ankara hukuka kaydol" dedi. Tabi o zamanlar sınav yok. Böylece Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine kaydoldum. Fakülte kütüphanesinde Elazığlı bazı hemşerilerim bana çok yardımcı oldular.

Böylece 1958 yılında Ankara Hukuk Fakültesi'ndeki öğrencilik serüvenim başladı. Tabi fakülteye kaydolduktan sonra Ahlat'taki öğretmenliğe de aynı zamanda devam ediyordum. İlk yılda özellikle Anayasa ve Medeni Hukuk derslerinden başarısız olunca Ankara'ya tayinimi istedim. Bunun üzerine Ankaranın Şereflikoçhisar ilçesinin Hüsrev Köyü'ne başöğretmen olarak görevlendirildim. Ankara ama yine de çok uzak bir ilçe olduğundan çok zorlanıyordum. Bu sırada kardeşim Gazi Eğitimi Fakültesini kazanmıştı. Kardeşim de Ankara'ya gelince öğretmenlik vazifesini bırakıp, tüm gücümü fakülteye ve derslere vermeye başladım.

İhtilal zamanlarıydı. Bu dönemde çok sıkıntılar yaşıyorduk. Daha hürriyet kelimesinin anlamını bilmeden sokaklarda "hürriyet" diye bağırırdık diyor.


Tabi öğretmenlik vazifesini bırakıp, derslere ağırlık verince yüksek puanlar almaya başladım. Bu sırada tapu kadastroda Elazığlı bir hakim (ismi Şeref Kocaoğlu), bana tapu kadastroda odacı olarak çalışmam için olanak sağladı. Böylece tapu kadastroda arşivde çalışmaya başladım. Bu sırada ikinci sınıfı pekiyi dereceyle bitirmiş, İç İşleri Bakanlığının açtığısınavı kazanarak burs kazanmıştım. Nihayetinde hukuk fakültesini üçüncü olarak bitirdim.

Kariyerimi Uğur Alacakaptan hoca değiştirdi. Kendisine çok minnettarım. Üzerimdeki hakkı çok büyük. Alacakaptan hocanın konuşmalarından çok etkileniyor ve onu idolüm olarak belirliyordum. Alacakaptan, bana asistanlık teklif etti. Ama tabi o zamanlar yabancı dil bilmiyordum. Ama bazı ezberler yaparak Fransızca öğrenmeye çalışıyordum. Bu sırada maiyet memuru olarak memurluğa da devam ediyordum. Daha sonra kaymakam adayı olabilmek için Adalet Bakanlığının açtığı sınavı kazandım. O zamanki rakibim, kendisi de Elazığlı olan Kemal Burkaydı.

Daha sonra Adalet Bakanlığı nın 1964 yılında açmış olduğu yurtdışı sınavının tek kazananı olarak doktora yapmak üzere İtalya'ya gittim ve 5 sene orada kaldım. Tabi o zamanlarİtalya ekolü hâkim. İtalyan hukukunda zaruret hali konusunu çalışıp Roma Üniversitesinden mezun oldum.

Türkiye'ye geldiğimde hukuk fakültesinde çalışmaya başladım. Bu sırada Prof. Dr. Faruk Erem hoca hakimlik stajımı yapmamı istedi. Uğur Alacakaptan hoca ne olur ne olmaz diyerek avukatlık stajımı da yapmamı istedi. Uğur Alacakaptan'a minnettarım. Ve hukuk fakültesinde asistan oldum.

Doçentlik tezinde çok sorunlar ve sıkıntılı zamanlar geçirdim. Doçentlik tezinde "ceza normu" konusunu ele aldım. Bu konuyu Faruk Erem hoca önermişti. Ancak konuyu çok ilerletemiyor, bu durumu Uğur hoca söylüyordum. Tezin reddedilmesi meselesini çaresizlik olarak görüyordum. İstanbuldaki hocalar tarafından falanın ceza normuçalışması beğenilmemiş, reddedilmiş denilme ihtimali beni rahatsız ediyordu.

O sırada ceza kürsüsünde kimse yüzüme bakmıyordu. Bir gün Yaşar Karayalçın hoca beni çağırdı. Beraber bir lokantaya gittik. Karayalçın hoca, "her yerde iş bulabileceğimi söylüyor, ancak başarısızlığı ömür boyu taşıyamazsın" diyordu. Düşünüp iyi bir karar vermemi ve sonra kendisinin yanına gelmemi istedi. Ya başka kurumda iş bulacak ya da akademiye devam edecektim. Hocanın bu konuşması çok tesirli olmuş ve ayrılmayı düşünürken devam etmeye karar vermiştim. Karayalçın hocanın yanına gittim ve "hocam bana yardım edin ben devam edeceğim" dedim. Karayalçın hoca İstanbul'daki hocalarla konuşmuş, oradaki hocalar eski tezinden yarısını atsın, değiştirsin geçirelim demişler. Ancak teze ilişkin bu tavsiyeler hoşuma gitmediği için Selahattin Keyman önerisiyle "zina cürümleri" başlıklı yeni bir tez konusu belirlendi ve zina cürümleri ile doçent oldum. Daha sonra Ceza Normunu profesörlük takdim tezi hazırladım ve bu tezim oybirliği ile geçti. Hukukun normatif anlayışının Türkiye'deki öncüsü/temsilcisi benim diyebilirim. Böylece tahsil hayatımız tamamlandı.


İtalya'daki hocam Giuliano Vassalli çok değerli biri, ona minnettarım. Bir de İtalya'da bir anayasacı benim için çok değerliydi. Bu anayasacı hiç bir soruyu bilemediğim halde bir seferlik bana geçer not vermişti. Ama bir dahaki sefere böyle olmayacağını eğer başarısız olursam Türkiye'ye dönmem gerektiğini söylüyordu. O zamanlar dil problemini ciddi olarak yaşıyordum. Hocalar kendilerine soru sorduğumda hiçbir şey anlamadığımı söylüyorlardı. Ama daha sonradan İtalyancayı ve anayasayı çok iyi öğrendim. Dersleri iyi bir notla geçiyordum. Ayrıca İslam hukukunu da iyi bir şekilde öğrenip geçmiştim. Roma hukuku ile ilgili fark dersleri almış, sonra tezimi yazmış ve bitirmiştim.

Kemal Tahir Gürsal hocayı da anmadan geçemem. İstanbul'da doçentlik sınavına girince, ittifakla doçent olmuyordu. Nurullah Kunter hoca olumsuz oy veriyor. Yemekte Dönmezer Hoca, Kunter hocaya ne istedin bundan diye soruyordu. Ve bana Kemal Tahir'e selam söylememi istiyordu. Yıllar sonra Konya'da Kemal Tahir hoca rahmetli olunca, Dönmezer hocayla buluştum. Selamı hatırlatıyordu. Sınava girmeden önce meğerse Kemal hoca Dönmezer hocaya, bu çocuk başarılı, sahip çık diye mektup yazmış.

Ankara hukukta yardımcı doçent ve sonra doçent olmuştum. O sıra Turgut Akıntürk dekandı. O dönemlerde rotasyon diye bir şey vardı. Akıntürk hoca, sen kal gitme Diyarbakır'a rotasyonadedi. Sonra YÖK'ten karar çıkıyor ve gitmiyorum. Akıntürk'ün dekan yardımcısı oldum. Akıntürk sonra Başkent Üniversitesine geçince beni de yanına çağırdı. Emekli olunca Akıntürk'ün ısrarı ile Başkent Üniversitesine geldim.

Ankara hukukta 44 yıldan fazla çalıştım. Öğrencilikle beraber 50 yıl. Ben oralı oldum evden çok oradaydım. Benim için hukukun Kâbesidir diyor. Ramazan Arslan, Sabih Erkan, Hikmet Sami, Doğu Perinçek, Uğur Mumcu. Bu adamlar esas adamlardır. Bizler sıradan asistandık. Gerçekten Ankara hukuk benim için çok değerlidir. Kişiliğimin bir kısmı Akçadağ Köy Enstitüsünde, diğer kısmı Ankara Hukuk Fakültesinde oldu. Ama asıl bilinç kazanma yerim İtalyadır.

Dışarıda İtalyada özellikle rönesans, hümanizma, felsefe, siyaset orada olmuş. Önemli olaylar orada olmuş. Roma hukuku abide bir hukuktur. Beşeri kaynağa dayanan bir hukuktur. Muazzamdır. Dolayısıyla İtalya'da çok geliştim. İtalya edebiyatıyla, sanatıyla, vs. çok gelişmiş.İtalya'da çok büyük düşünce ve uygarlık var.

Alman ve İtalyan ceza hukuku anlayışı aslında ceza hukukçularının uydurmasıdır. Tanzimat fermanı ile ve 1851'de Osmanlılar ticaret yapabilmek için ticaret kanunu yapıyorlar. Daha sonra Kırım Harbinden sonra bakıyorlar ki, ceza kanununa ihtiyaç var. Ve ilk kez Fransız ceza kanunu yürürlüğe konuyor. Tanzimatta bir çatlama oluyor nizami mahkemeler ve şer'i mahkemeler arasında. 1865de idare hukuku, roma hukuku okutulmaya başlanıyor. Daha sonra 1880'lerde Fransızlardan ceza muhakemesi sistemi alınıyor. Fransızlardan bu kanunlar "kodifikasyon" yoluyla elde edilmiş, biz onlardan resepsiyon yoluyla aldık. Çünkü Osmanlı'da bir hukuk geleneği yok. Biz de kodifiye edilecek kural yok.

Mecelle macerası böyle başlıyor. Ama Mecelle roma hukuku temelli değildir. Yani bir hukuk kodifikasyonu olmadığı için "resepsiyon" yapılıyor. İsviçreden medeni kanunu,İtalyadan ceza kanunu alınıyor. Çünkü aydınlanma felsefesinin en iyi ceza kanunu İtalyan ceza kanunudur. Ceza usul Almanyadan alınıyor daha yeni olduğu için. Hukuk devrimi işte bu diyor, bu resepsiyondur.

Dolayısıyla aydınlanma felsefesi bununla birlikte Türkiye'ye geliyor. 1924 Anayasası da aydınlanma anayasasıdır. Türklerin hakkından bahsediyor. Türkiye ahalisini tanımlıyor. Bir ulus meydana getiriliyor. Laz, Ermeni, Yahudi vs. hepsi Türk kabul ediliyor. İşte sorunun cevabı; bir devlette tek hukuk olur. Tek hukuk da resepsiyon olayıyla oldu. Yani ilk resepsiyonu Osmanlıyaptı, Cumhuriyet zamanında olmadı. Cumhuriyeti kuran Osmanlılardır. Osmanlı subaylarıdır. Hukuk devrimi İzmir iktisat kongresinde tartışılıyor.

İtalyan ceza kanunu resepsiyon yoluyla alındı ama eskidi tabi ki, yeni bir ceza kanununa ihtiyaç vardı. Yeni ceza kanunu yapılırken Dönmezer/Erman vs. çalıştılar. Fakat o zaman Türkiye'de Ecevit döneminde, Türkiye iyi yönetilmedi, Türkiye'den bir beklenti vardı. Bu beklenti, mevcut iktidarı getirdi. Bunlarda çok iyi laflarla geldiler. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi vs. Halk gerçekten çok büyük beklentiye girdi. Bunlar hukukta değişiklik, yeni Türkiye, liberaller lafı ortaya çıktı. Gerçekten hukukun yenilenmesi gerekiyordu ve hukuk yenilendi. Bu hukuk yapılırken de işte Almanlardan alındı. Ama Almanlardan aldıkları doğru dürüst tutmadı. Çünkü bizim bu kanunun yapılmasında emeği geçenler Almanca bilmiyorlardızaten. Çünkü bugünkü ceza kanununu durmuş saat gibi günde iki sefer doğruyu gösteriyor. Yani kanunun revize edilmesi gerekiyor. Bize düşen şikayet değil revizedir. Çok değişikliğe uğradı, daha da değişikliğe uğrayacaktır. Yani bir yerde eskiye küserek yeni şeyden kopya yapmak olmuyor. Bir söz var ya "kötü kanunlar değil kötü uygulamalar". Ceza kanununu düzgün uygularsak iyi sonuçlara ulaşırız. Bu nedenle sadece Alman hukukunu bilmek değil, Kara Avrupası hukukunu çok iyi bilip mukayeseli hukuktan yararlanmalıyız. Hukuk yapmak çok farklı bir şeydir. Türkiyede hukuk tüm alanlarda yeni bir macera içindedir.


Son olarak özellikle hukukçular, ilk olarak tarih bilmek zorundayız. Tarihi iyi bilmez isek, Anadolu ahalisinin tarihini bilmezsek sıkıntı çeker ayrışırız. Uluslaşma sürecimiz geri kalır. İkinci olarak, hukukçu Türkçeyi bilecek. Dili iyi bilmemiz gerekiyor. Dil sürekli kendisini yeniler. Bazı kelimeler ortaya çıkıyor. Burada da orta yolu bulmak lazım. Başkası için yazıyoruz. Buna riayet etmek lazım. Hukukta terimleri bozmamak lazım, bozarsak anlaşamayız. Medeni hukukta irade serbestisi var. Cebir şiddet ikrah diyor, ceza hukuku ikrah demiyor. Hukukun genel teorisinde bir terim birliği olmalı. Tabi ki ceza hukuku bağımsız ama, bu bağımsızlık sınırlı. Haksız fiili bilmeden suçu bilemezsin. Hukukçu arkadaşlar terim birliğine dikkat etmeli. Yeni bir şey icat etmek için kavramlarla oynanmaz. Teşebbüs değişmez, adam öldürmek değişmez, bu insan öldürmek olmaz. Bu niye değişti. Daha bir sürü savsata var.Hukuk zarif bilim alanıdır. Özellikle terim birliği olmalı. Ben bir medeni hukuk kitabıokuduğumda anlayabilmeliyim. Olgu üzerine kavramsal alandır. Niteleme kavramsal dünya ile olgusal dünyayı örtüştürmeliyiz. Türk hukuku şu an darmadağın. Mesele şu ülkeden bu ülkeden almak değil. Önemli olan bu kurala uymaktır.

Eski öldü diyorlar, saçmalık. Mecelle de diyor "içtihatla içtihatla nakz olunmaz" Bizim işimiz içtihatla. "Zırva tevil götürmez". Bir şey içtihat ise içtihatla ortadan kalkmaz. Biz de bir ulusuz, elbette çok değerli Alman hukukçular var. Ama ben elbette Immanuel Kant değilim ama Almanyadaki bir ceza hukukçusundan aşağısında değilim. Hukukun büyük üstatlarını tanıyarak kendi ulusal hukukumuzu oluşturmalı ona göre çalışmalıyız.

23.10.2019 / Ankara


Yorum Gönder

0 Yorumlar