BETİK Simit Çay Kültür ve Edebiyat Yayını “Betik” Sayı: 3
RUBAİNİN BAŞLANGICI: ÖMER HAYYAM
Seda Nur KURT
Öz:
Rubai nazım şeklinin başlangıç şairi Ömer Hayyam rubaileri konularına göre değerlendirilmiştir. Hayyam rubaileri şarap, aşk, öğüt, epiküryen felsefe, dünya algısı, softalara soruları, sevgi, umut, çaresizlik, insan ve özgürlük izlekleri etrafında incelenmiştir.
GİRİŞ
Arapça bir sözcük olan rubai Türkçedeki dörtlük sözcüğünün tam karşılığıdır. Rubaiyyat ise onun çoğulu olarak dörtlükler anlamına geliyor. Rubaiye daha çok sahip çıkan İranlılarının bu biçimdeki şiirlere robai dedikleri gibi iki ikilik anlamında dübeyt dedikleri de oluyor. Arapça kıt’a ve halk şiirimizdeki mani de dört dizelik kısa şiir biçimleridir. Giderek, kısa ve özlü oluşları nedeniyle Çin ve Japon şiirleri ve Yunan epigramlarıyla koşutluklar kurulabilir.
Rubainin kuralına uygun olabilmesi için birinci, ikinci ve dördüncü dizelerinin uyaklı, belli bir düşünce bütünlüğüne sahip ve özel bir aruz kalıbıyla yazılmış olması gerekiyor. Bu kalıbın temel biçimi Mef’ûlü mefâîlü mefâîlü fa’ûl’dür. Kalıbın öğelerinin küçük değişimleriyle 24 çeşitlemesi olabiliyor. İranlı şairler çok kullanmışlar. Bizim şairlerimizin zevkine ise biraz solak gelmiş.
Örneğin Mehmet Akif,
“Kırk senelik bir baytarım, atların yaşları dişleriyle belli olduğu halde bir türlü eşeğin yaşını öğrenemedim. Kırk senedir de şairlik ederim rubai veznini anlayamadım.” diyor.
Abdülhak Hamit de rubai veznini sevmediği için Hayyam’dan hoşlanmadığını söylüyor ve:
“Vezinlerimizin hemen bütün çeşidinden nümuneler verdim. Fakat rubai vezninden bir tek satırım yoktur.” diyor.
Gariptir. Hayyam’ı aruz kalıbı kullanarak Türkçeye çevirenlerin çoğu bile, asıl tartımından başka tartımlar kullanmışlardır. Hayyam’ın pek çok rubaisini aruzla Türkçeye çevirmiş olan Hüseyin Rıfat’ın gerekçesi ilginç:
“Farisi rubailerinde her mısraın adı rubai vezni olmakla beraber başka başka ahenkte olmasından –belki çok işlenmiş olmak ihtimaliyle- insan hiç yadırgamıyorsa da, Türkçede adeta dimağı tırmalıyor gibi şeyler oluyor; hele “mefûlü mefûlü fa veya fâlün” ile yazılmış mısralar, içine on çakıl taşı konmuş bir gaz tenekesinin aşağı yukarı sallanmasından doğan – ahenk değil- bir gürültü, bir takırtı hâlini alıyor.”
Şiir, düşüncenin içinde özgürce uçuştuğu bir bahçe ister. Ona altın kafes de kursanız, içinde özgür kalamaz. Bir şiiri, ona uygun düşmeyen aruz tartımları içine hapsetmenin, elini kolunu bağlamaktan başka anlamı olmaz.
Diğer yandan, alabildiğine özgür kalmak için uyak ve tartımı tümden atmak da akıl işi değil. Böyle bir uygulamada ortaya çıkan, artık rubai olmaz, başka bir şey olur.Rubainin özgün formuna en uygun biçimi bulmak ve ondaki gizemli tadı yeniden tatmak gerek. Rubai düzeninde, üç dize uyaklı, yalnız üçüncü dize uyaksız olur. Kimi kez o da uyaklı olabilir. Ancak uyaksız olması, dörtlüğü mekanik tekdüzelikten kurtarıyor ve kulağa daha hoş geliyor.
Hayyam, Doğu’da yüzyıllar boyu sıradanlık içinde kalmışken ve tutucu davranışlar yüzünden göz ardı edilmişken, on dokuzuncu yüzyılın ortalarında İngiliz şair Edward Fitz Gerald tarafından İngilizceye çevrilmesiyle, dünya çapında bir üne kavuşmuştur. Hayyam’a bu ünü sağlayan ilgi herhalde yaşamı, yaşam ötesini, varlık-yokluk evrenini, dinsel yaklaşımları açık açık ve tok sözlülükle sorgulamasından kaynaklanıyor olsa gerek. Standart düşünmek, herkesin söylediğini herkes gibi yinelemek varken, sorular sorması yüzünden Hayyam’ın eskilerin daha çok tefelsüf diye adlandırdıkları yoz felsefe yapmakla suçlandığı açık.
Hayyam sürekli sorgulayan bir insan olduğu için her seferinde başka başka yönleri ön plana çıkıyor. Bir dörtlüğünde alabildiğine kaderci olduğunu, bir başka dörtlünde ise alınyazına hiç inanmadığını görüyoruz. Bir dörtlüğünde kendisine “Merhaba Şarap Efendi” dedirtecek ya da mezarının bile buram buram şarap kokacağı kadar şarap içmek yanlısı görünürken, bir başka dörtlüğünde az ve efendice içmeyi öğütlüyor. Kimi dörtlüklerinde inançlı bir Müslüman, kimilerinde ise inanç işini dini yadsımaya varacak kadar ileri götürüyor. Bu dünyada erdem sahibi olanların ancak öbür dünyayı kazanacaklarını söylediği yerler de var, ama dörtlüklerinin çoğunluğu öbür dünyaya kuşkuyla bakıyor. Peki, gerçek Hayyam bunların hangisi? Hayyam bu soruların yanıtını bir ölçüde kendiside veriyor:
Bir elimizde kadeh, bir elde de Kur’an;Helâl işimiz de vardır, haram iş de bazen.Üstümüzdeki gök kubbe bile yarımken,Biz de ne tam kâfir olduk, ne tam Müslüman...
Yukarıda sözünü ettiğimiz sorular Hayyam üzerine düşünenleri ve yazanları çeşitli görüşlere yöneltmiş. İşin kolayına kaçanlar, kendi çıkan seçki ve yorumlamalar, gerçek Hayyam’dan çok seçkiyi yapanın düşünce yapısını sergilemekte. Bir bakıyorsunuz Hayyam, uzun sakalı, cübbesi ve sarığıyla bir Doğu mistiği, bir bakıyorsunuz diyonisyak bir keyif adamı, epiküryen felsefenin önde gelenlerinden biri. Birine göre gerçekçilerin on birinci yüzyıldaki temsilcisi, bir başkasına göre naturalist ve materyalist önderlerden. Bir bakıma Hayyam’ı asıl yaratan o dörtlükleri yüzyıllardıroradan oraya kopyalayan, yazani aktaran anonim bellek.
Hayyam derlemelerinde yer alan dörtlüklerin kaçta kaçı gerçekten ÖmerHayyam’ın kendi ağzından çıkmıştır, bunu kimse tam olarak bilemez. Rastlanılan en eski yazma eser, şairin ölümünden iki yüz yıl sonra kaleme alınmış. Birçok kişi ona öykünerek, nazireler yazarak, kendisinin söylemeye cesaret edemediği gerçekleri ona söyleterek rubailerdüzenlemiş ve Hayyam’a mâl etmişlerdir. Birçoğu da kanıtlanmıştır ki, başka şairler tarafından kendi adlarına söylendikleri hâlde, insanlar onları rubainin bu en büyük ve ünlü ustasına yakıştırıvermişlerdir. Giderek gelişen bu anonimleşme, Hayyam’ın aleyhine sayılmamalıdır. Tersine bu durum, onu daha evrensel kılar. Hayyam’ın çok yönlü görünmesinin başta gelen nedeni böyle bir gelişimden kaynaklanıyor olsa gerek.
1. HAYYAM VE RUBAİ
Rubai, Ömer Hayyam’dan önce de vardı. Ancak onlarda daha çok âşıkaneanlatımların yer aldığı konular işlenirdi. Ömer Hayyam’ın rubaiye getirdiği yeni soluk, nükteye dayanıyor olmasıdır. Bir başka deyişle humor ağırlıklı oluşudur. Bu da boşuna değildir. İnsanları kuşkuya ve sorgulamaya yöneltmek amacına hizmet eder. Bu özellik onu, ince zekâyla örülmüş rubainin temsilcisi hâline getirir.
Kimi yazarlar, Hayyam’daki değişik dünya görüşlerini yaşamının çeşitli evrelerinde şu ya da bu görüşü benimsemiş, bir süre sonra da ondan cayıp başka bir görüşe yönelmiş olmakla açıklamaya çalışıyorlar. Hayyam’ı yaşam boyu çok yönlü ve enerjik bir insan olarak düşünmek gerek. O, temelde halkın uyanmasını sağlayacak, insanların kafalarında soru işaretleri uyandıracak, kuşkuya yol açacak şekilde nükteye dayanan delişmen bir devingenlik içindedir ve yaşamın her döneminde öylesini de söylemiştir böylesini de...
Temelde Hayyam gerçekçi ve akılcıdır. Boş söylemler ve saplantı halini alan boş inançlarla alay etmiştir. Dörtlüklerinde öne çıkan özellik, pek çoğunun birer taşlama niteliğinde olmasıdır. Zekice bir kurguyasahiptirler. Bu kurgunun genel kuralı şöyledir: Dörtlüğün ikinci dizesiyle desteklenen ilk dizesinde önce herkesin paylaştığı bir düşünceyi, gerçeği ya da inancı sergiler. Üçüncü dize hazırlıktır, son dize ise sonuçtur. Sonuç genelde çok şaşırtıcıdır. Düşünceyi allak bullak eder. Sonuçta çoğu kez serimde yer alan savın çürütüldüğü ya da farklı bir ortama taşındığı görülür.
Hayyam’ın dogmaları, kalıplaşmış düşünceye karşı oynadığı oyunda, her biri ince zekânın ürünü söz sanatını, lâf cambazlığını, anlamdaş kavramları kullanması; ses ve ahenk birliği olan sözcüklerden yararlanması ustalığının belli başlı özellikleridir. Edası rintçedir. Yani boş verici, babacan, büyükle büyük küçükle küçük olan, kalender bir dildir bu.
Hayyam, Batı’da yayımlandığı zaman, Batı gerçek ışığını çoktan yakalamış, aydınlık çağını yaşamaktaydı. Yüzyıllarca önce yaşamış Doğulu bir şairin sözlerinin bu derece açık, bu derece gerçekçi oluşu onları şaşırtmıştı. Buna karşın Doğu’da bunca zaman okuna gelen Hayyam’ın,tutuculuğun en baskın olduğu dönemde bile çok fazla tepki görmemiş olması nasıl açıklanır? Gerçi Doğu da gerçeği görmekte o kadar es geçmemiştir. 12. yy. da yaşamış Bahaeddin Cüveyni adındaki bir yazar, onun da Hasan Sabbah kadar tahripkâr bir asi olduğunu, ikisinin bir yerdeyoldaş olduklarını ileri sürmüştür.
Hayyam’da biz, dünyayla ve insanlıkla ince ince dalga geçen bir akılcılık sezinliyoruz. Hayyam’ın hicvi, kendisini de kapsayan bir genellemeyle, insanlardaki zayıflık ve tutarsızlıkları hedef alır ve sergiler. Bu yüzdeninsancıldır ve evrenseldir.
İran’da ve Hindistan’da çoğu taşbasmasıyla basılan Hayyam rubaileri hemen hemen beş yüzü aşmaktadır. Bunların seksenden ziyadesinin Hayyam’a ait olmadığı; pekiyi bilinen ve tanınan bazı şairlere ait olduğuZhukovski’nin tetkiklerinde belirtilmektedir. Bundan sonra geride kalan dört yüzden biraz fazla rubai hakkında kesin hükümler vermek oldukça güçtür. Bunların bir kısmı Hayyam’a pek yakışacak şekilde iyi taklit edilerek vücuda getirilmiştir. Bugün elimizde en eski rubai nüshası 1460-61 milat yılında Hayyam’ın ölümünden üç buçuk yüzyıl sonra yazılmış olan Oxford’daki Bodelein kütüphanesinde 525 numaraya kayıtlı yazmadır. Buradaki rubailerin sayısı 158’dir. Ömer Hayyam’a mâl edilen ve herkesin öyle kabul ettiği rubailer ise altı yüzden bin iki yüze kadar çıkar.
Hayyam’ı Avrupa’ya ilk tanıtan, evvelce Oxford üniversitesinde Arapça ve İbranice profesörlüğü etmiş olan Thomas Hyde’dir. 1700 senesinde yayınladığı “Histoire des religions des anciens Perses, Medes et Parthes” (Eski Pars, Medyalı ve Farisilerin Din Tarihi) adlı eserinde Hayyam’dan da bahsetmiş ve tercümelerini vermişti. Ondan sonra pek çok kimse Hayyam’dan tercümeler yaparak yayımladı. Çeşitli Avrupa dillerine yapılan bu gibi tercümelerin sayısı yüzleri geçer. 1913 yılı içinde yalnız İngilizcede 120 çeşitli basımın yapıldığını söylersek bu tercümelerin çokluğu hakkında bir fikir vermiş oluruz sanırım. Fransızcada ise Nicolas, Grollear, Martholde, Claude Anet, Franz Toussaint ve Arthur Guy’un yaptıkları tercümeler meşhurdur. Fitzgerald Hayyam’ı büsbütün maddeci göstermek gayretine düşmüştür. Hayyam için İngiltere ve Amerika’da en coşkun hayranlığı vücuda getiren, şöhretinin baş döndürücü bir hızla yayılmasını sağlayan yine Fitzgerald olmuştur. Rubaiyyat hakkında en mükemmel incelemeyi yazan ise Danimarkalı Dr. Arthur Christenson’dur. Eserini Fransızca “Recherches sur les Roubaiyat de Omar Khayam” ( Ömer Hayyam’ın Rubaileri Üzerine Araştırmalar) adıyla yazmıştır.
Tanınmış ve büyük İngiliz şairlerinden, Kraliçe Victoria’nın devrinde yaşamış A. Tennyson, bu tercümeler münasebetiyle Fitzegerald’a yazdığı bir manzumede:
“Sizin altın şark nağmeniz ki İngilizcede daha ilahi güzellikte bir başka tercüme bilmiyorum, büyük kâfir Ömer’iniz, bir gezegendir vekendisini gök boşluğuna fırlatmış olan güneşe de eştir.” der.
Hayyam’la beraber, onun kadar meşhur olan bu zatın tercümelerinden sonradır ki Amerika’da ve İngiltere’de Omar Khayyam’s Club’ler açılmış; onun, hiçbir şaire nasip olmayan bir şöhret kazanmasını sağlamıştır. Hayyam’ı batı dillerine tercüme edenler de seçtikleri rubailerin sayısında birleşemediler. Ömrünü yalnız Hayyam rubaileri toplamaya vermiş olan Mrs. H. M. Cadell adındaki şark ilimleri mütehassısı kadın, rubaileri 1200’e kadar çıkarmıştı. Ama yine kendisinin itirafıyla ancak 250 ila 300 arasındakilerin muhakkak Ömer Hayyam’a ait olması gerekmektedir. Mr. John Payne, 800 rubai tercümesi asıllarıyla beraber 1898’de Londra’da bastırmıştı.
Bizde ilk basılı Hayyam tercümesi 1903’te Mekteb-i Sultâni( Galatasaray Lisesi) Farsça öğretmeni Muallim Feyzi Efendi’nin “Hayyam” adıyla yayınladığı küçük br antolojide manzum tercüme yapanlar arasında Hüseyin Rıfat Bey’inki aruzun başka vezinleriyle yapılmıştır. Rıza Tevfik ve Hüseyin Dâniş’in ortaklaşa tercümeleri ilk defa 1922 yılında basılmış, bundan birkaç yıl sonra Hüseyin Dâniş, kendi başına yaptıklarını yine aynı kütüphanede bastırmıştır. Bundan başka Abdullah Cevdet tarafından yazılıp uzun bir incelemeyle neşredilen “Rubaiyyat-ı Hayyam ve Türkçeye Tercümeleri” de 576 rubaiyi toplayan en başarılı Türkçe tercümeler arasında gelmektedir.
2.1. RUBAİLERİNİN KONULARI
2.1.1. ŞARAP VE AŞK
Dostlar, bir gün sözleşip bir yerde birleşin;Oturup sofrasına dünya cennetinin.Saki doldururken kadehleri cömertçe,İçin bir kadeh de zavallı Hayyam için!
Hayyam, şiirlerinde şarap ve aşk kelimelerini sıklıkla bir arada kullanır. Onun aşkı şaraptır, şaraba duyduğu aşk...
Şarap, Divan şiirinde tasavvufi bir simge olarak kullanılır. Hayyam’ın ise şaraba yüklediği mana gerçekten izaha muhtaç. Bazı şiirlerinde şarabın tasavvuf kisvesi altında kullanıldığını sezinlesek de genel manada rubailerine baktığımızda şarabı seven, şarapsız duramayan ve şarabı teşvik eden bir Hayyam görürüz. Onun nazarında şarap içmekten çok daha büyük günahlar vardır:
Sen içmiyorsan da içenleri kınama bariBırak aldatmacayı, ikiyüzlülükleri.Şarap içmem diye övünüyorsun; amaYediğin haltlar yanında şarap nedir ki?
Aşk, şarap kelimesiyle birlikte verilir ve karşımıza güçlü bir imaj olarak çıkmaz. Arka cephede bir sevgilinin varlığını hissederiz; ama bu sadecebir his olarak kalır. Sevgili hakkında bilgi sahibi olamayız. Sevgilinin ismini, cismini bilemeyiz. Ama sevilen birinin varlığı hep hissedilir:
Kim demiş haram nedir bilmez Hayyam?Ben haramı helâli karıştırmam:Seninle içilen şarap helâldir,Sensiz içtiğim su bile haram.
Hayyam, şarap-aşk-günah üçlemesinde tercihini hep şarap ve aşktan yana kullanmıştır. Onun için yaşamın gayesi şarap ve aşktır. Dünyaya bir daha gelemeyeceğine göre şarap içmeli ve âşık olmalıdır. Şarabın bu dünyada günah olup cennette serbest olmasına karşın o, bu dünyada da şarap içmeyi seçmiştir. Rubailerinde de bunu sıklıkla söyler.
Günahlarım çok olmasına çoktur benim,Ama dinsizler gibi umutsuz değilim:Cennet cehennem umurumda değilse de,Ötede hem şarap olacak, hem sevgilim.
diyerek şarap içmesine ve günahları olmasına rağmen cehenneme gidecek kadar da kötü biri olmadığını -en azından dinsiz olmadığını- söyler. Hayyam’da ötelere karşı bir umut her zaman vardır. Cennetlik biri olduğunu düşünürken de çok uç istekleri yoktur. Onun için önemli olan sevgili ve şaraptır.
Bizim şarap içmemiz ne keyfimizden,Ne dine, edebe aykırı gitmemizden.Bir an geçmek istiyoruz kendimizden,İçip içip sarhoş olmamız bu yüzden.
diyerek şarap içmesinin nedenini kendisi de açıklıyor. Ama o kadar çok rubaisi ve rubailerinde o kadar farklı söyleyişler var ki, başka bir rubaide zıttı bir görüş bildirmesi içten bile değil. Örneğin yukarıdaki rubaide şarabı dertlerinden bir an olsun kurtulmak için içtiğini söylüyor. Belki de o anki duygusu buydu ve bunları yazarken samimiydi. Ama o zaman diğer rubailerdeki isyankâr Hayyam’ı nereye oturtacağız? Önümüzde iki seçenek var: Ya Hayyam çok değişken bir mizaca sahip ya da bu rubailerden bir kısmı ona ait değil. Araştırmacıların Hayyam rubaileri konusunda fikir birliğine ulaşamadıkları da ayrı bir gerçek.
Hayyam’ın şarap içtiği için kınandığı ve bu durumdan rahatsız olduğu da rubailerinden anlaşılıyor. Onun savunması ise hayli ilginç:
Düşe düşe sarhoşluk düştü benim payıma.İnsanlar neden kınarsınız beni?Ya bütün haram şeyler sarhoş etseydi?Ortada bir tek ayık zor görürdünüz.
Hayyam burada sadece görünen değil, görünmeyen günahlara da değinmiş. Evet, o şarap içiyor ve günah işliyor. Bunu da herkes bildiği içininsanlar onu kınıyorlar. Oysa başka insanların kim bilir ne günahları var; ama bilinmediği için insanların arasında kınanmadan geziyorlar. Öyleyse Hayyam da kınanmamalıdır.
Şiirlerinde şarap içmesinin nedenlerini sıkça açıklayan şair, bazırubailerinde de parası ve şarabı olmadığı için namaz kıldığını söyleyerek farklı bir fikirle karşımıza çıkar:
Paramız yok ki bir güzel sevelim,Şarap da yok ki, içip de haykıralım.Demek günaha girmenin yolu yok,Çaresiz kalkalım namaz kılalım.
İşte bu rubailerden dolayı Hayyam’ı dinsiz, dindar, sıradan bir Müslüman olarak göstermek de mümkündür. Ama gerçek Hayyam hangisidir, bunu öğrenmek için onu biraz daha tanımamız gerekiyor:
Yaşamın sırlarını bileydin,Ölümün sırlarını da çözerdin.Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok:Yarın, akılsız, neyi bileceksin?
2.1.2. ÖĞÜT
Hayyam, rubailerinde daha çok kendisiyle haşır neşir gibi görünse de bazılarında mesajlar verdiği de olur. Bu mesajlar daha çok dünyanın geçiciliği ve hayatın kısalığı üzerinedir. Dünyada geçireceğimiz zaman sınırlıdır; öyleyse güzel yaşamaya, mutlu olmaya bakmalıyız. Bu dünyaya bir daha gelemeyeceğimize göre yaşadığımız her anın kıymetinibilmeliyiz.
Hayyam, cahillerle dost olmamayı, ilim öğrenmeyi de öğütler. Rubailerinde şaraptan, aşktan bahsetse de onun için hayat sadece şaraptan ve aşktan ibaret değildir. O, aynı zamanda büyük bir ilim adamı olarak döneminde söz sahibi olmuş bir şahsiyettir. Bu sebepten öğütleri bilimsel bir temele de dayanır.
Dünyanın geçici olduğu fikrini sık sık vurgulayarak insanın hayatını güzel geçirmesinden yana tavır alır ve bunu rubailerinde şöyle dile getirir:
Şu olan biten var ya boş ver ona.Taş yağsın isterse çok sürmez.Dakka şaşma dakka, yaşamaya bak!Ne geçmişi düşün, ne gelecekten kork.
Hayyam, rubailerinde hangi tip insanlarla dostluk kurmamız gerektiğini söyleyerek ilişkilerimizin sınırını da belirler. Hayatın ona sunduğu tüm yaşam deneyimini okuyucularıyla paylaşır ve onları her türlü kötülüğe karşı uyarır:
İyi yürekli mi, akıllı mı, yanaş, korkma.Nobran mı, yetersiz mi, kaç bucak bucak.Akıllı insan zehir sunsa al, iç.Nobran bal şerbeti uzatsa, sakın ha.
Yukarıdaki rubaiden de anlaşılacağı gibi Hayyam insanların iyi yürekli, akıllı ve çalışkan olmasına önem veriyor. İnsanlara da öyle kişilerle dostluk kurmalarını öğütleyerek, yetersiz, bencil ve kötü niyetli kişilerden köşe bucak kaçmalarını ister. Çünkü onların hayatımızı zorlaştıracağını ve çekilmez kılacağını düşünmektedir.
Öyleyse Hayyam’ın sadece şahsi şiirler yazmadığını ve tamamen dünyayı boş vermiş bir insan olmadığını da rahatlıkla söyleyebiliriz. O, aynı zamanda düşünen, üreten ve düşüncelerini insanlarla paylaşan bir şahsiyettir. Fikirleri ise bilgi birikimi ve yaşam deneyimine paralel olarak son derece sağlam ve öğrenilip incelenmeye değerdir.
2.1.3. EPİKÜRYEN FELSEFE
Epiküryen felsefe; dünyanın geçiciliği, hayattan zevk alma, ölüm korkusundan kurtulma fikirlerine paralel olarak insanın hayattaki temel amacını mutluluğa ulaşmak şeklinde belirlemiş bir düşüncedir. Filozof Epiküros’un: “Bedenin ihtiyaçları giderildiğinde mutlu olmak kolay.” düşüncesine hayattan zevk alma denmiş ve buradan da epiküryen sözcüğü doğmuştur. Edebiyatımızda Bâkî, Nedîm gibi şahsiyetler epiküryen felsefeye bağlı olarak şiirler yazmışlardır. Hayyam’ın hayat görüşüneuygun olan bu felsefe rubailerinde hissedilir. Şiirlerinde dünyanın geçiciliğinden gem vurulur, hayatın kısalığı anlatılır. Zamanın kıymetini bilmemiz, yaşadığımız her günü gün etmemiz istenir:
Dünya dediğin bir bakışımızdır bizim;Ceyhun nehri kanlı gözyaşımızdır bizim.Cehennem, boşuna dert çektiğimiz günler,Cennetse gün ettiğimiz günlerdir bizim.
Hayyam rubailerinde rint bir eda görülür. Hayattaki hiçbir sıkıntı yaşam kalitemizi etkilememelidir. Yaşamımızı basit sorunlarla cehenneme çevirmemeliyiz. Aldığımız her nefesten zevk almalı ve her günümüzü mutlu geçirmeliyiz. Hayyam’da tüm bu görüşlerin yanı sıra dünyaya boş vermişlik de vardır. O, sanki bu dünyadan değildir. Olup biten her şey ondan bağımsız cereyan eder. Kendi dünyasında herkesten bağımsız olarak yaşar. İnsanları ilgilendiren, üzen, meşgul eden pek çok şey onun umurunda bile değildir:
Ben ne camiye yararım ne havraya!Bir başka hamur benimki, başka maya.Yoksul gâvur, çirkin orospu gibiyim:Ne din umurumda, ne cennet, ne dünya!
Bu rubaide ciddi bir boş vermişlik göze çarpmakta. Bu bakış açısı hayattan bıkkınlık veya insanların yaşam biçimlerine karşı çıkıp farklı bir tarzda yaşama isteği olarak tanımlanabilir. Esasında Hayyam rutine karşıdır.
Herkesin sürdürdüğü hayat ona göre değildir. Onun farklı beklentilerivardır. Epiküryen felsefe de Hayyam’ın bu beklentilerini karşılarmahiyettedir.
2.1.4. DÜNYA ALGISI
Hayyam, dünyayı alışılagelmişin dışında görür. Rubailerinde hayata boş vermiş bir eda sezilse de yaşamı öyle değildir. Pek çok konuda yetkineserler vermiş, döneminde söz sahibi, önemli bir kişidir. Rubailerindeki tavrını ise klasik şiirin kalıplarına uyma endişesine ve yaşamın zorluklarından kurtulma isteğine bağlayabiliriz.
Dünyada akla değer veren yok madem,Aklı az olanın parası çok madem,Getir şu şarabı, alın aklımızı:Belki böyle beğenir bizi el âlem.
Akıl sahibi ve faydalı kişilerin değerinin bilinmemesi Hayyam’ı çok rahatsız eder. Bu rahatsızlığını çoğu rubailerinde dile getirir. Akıllıların yerine akılsızların para ve rütbe sahibi olmasından dolayı aklını şarap ile değiştirerek kendini insanlara beğendirmek ister.
Dünyanın geçiciliği de sıkça işlediği bir konudur. Dünyaya her gelen kalıcı olmak istemiş ve bunun için bir şeyler yapmıştır. Sonuçta “Herkes bir masal söyleyip uyuyakalmıştır.” Hayyam, hayatı bir oyun sahnesi olarak görür ve ölümü oyun sandığına girmek olarak tanımlar:
Biz, gerçekten bir kukla sahnesindeyiz:Kuklacı Felek usta, kuklalar da biz.Oyuna çıkıyoruz birer, ikişer;Bitti mi oyun, sandıktayız hepimiz.
1.4.1. Hayat
Ne bilginler geldi, neler buldular!Mumlar gibi dünyaya ışık saldılar.Hangisi yarıp geçti bu karanlığı?Birer masal söyleyip uyuyakaldılar.
Hayyam, hayatı ciddiye alarak yaşamıştır. Ama rubailerinde hayatın ciddiye alınası bir yer olmadığını da sıkça söylemiştir. Hayata gelip birmasal söyleyen bilginlerden olan Hayyam için yaşam oldukça kıymetlidir. Onun nitelikli bir ömür sürme çabasını ve bu çabadaki insanlara olan takdirini eserleri vasıtasıyla gözlemleyebiliyoruz. Hayattan beklentilerini ise şöyle özetleyebiliriz:
Doyacak kadar aşın varsa,İnsanoğluna kulluk etmiyorsan,Başkasının sırtından değilse geçimin:Tamam, güneşli günler içindesin.
1.4.2. Hakikat
Hayyam, rubailerinde olanı ve olması gerekeni bir arada verir. Hakikat, onun için bilimle eylemi sevgiyle birleştirmektir:
Din yolunu öğrenmenin adı şeriat.O yol üzre eylemde bulunmak tarikat.Tanrı rızası için bilimle eylemi,Birleştirirsen sevgiyle, o da hakikat.
Hayyam, bilime son derece önem verir. Kişinin bildikleriyle yaptıklarının paralel olmasını ister. İnsanı doğru yola götüren bilgiyi sever. Onun için hakikate ulaşmanın yolu inanmak, bilmek ve sevmekten geçer.
Hayyam, hakikate ulaşmanın şeriat ve tarikata liyakatle olacağına inanır. Onun için şeriatsız gidilen yol tarikat değildir; ama şeriatın da doğru bir şekilde işletilmesinden yanadır:
Gönlün havasına uymak şeriat değil,Şeriatsız gidilen yol tarikat değil.Bilgisizin çileye çekilip gördüğü,Düş kurmaktır, kuruntudur, hakikat değil.
1.4.3. Tanrı ile Konuşma
Hayyam, bazı rubailerini Tanrı ile konuşma edasında yazmıştır. Burubailerin bir kısmında halk şairlerinin kullandığı şathiye nazım türünün özellikleri hissedilir. Hayyam; Bektaşi şairleri çizgisinde sözler sarf eder.
Söylediklerinde samimi midir, yoksa onların aksini mi anlamamızı bekler tam seçemeyiz. Yine de okuyucuya bir mesaj vermeye çalıştığı açıktır. Sitemkâri söyleyişle başladığı rubaileri bile felsefi bir cümle ile noktalar:
Süsle, beze, lokum gibi ko karşımıza,Esmeri, de, beyazı, de, pembesi, de,Baştan çıkar, yerlere ser bizi, öldür.Sonra çevir dört yanımızı, bir sürü yasakla;Ona bakma, şuna bakma, buna bakma,Dolu tası eğri tut; ama içindekini dökme.
Bazı rubailer de ise Tanrı ile günahları olan ve af dileyen bir kul tavrıyla konuşur. Tanrı’dan ona acımasını ister. Şarap içtiği ve meyhaneye gittiği için onu hoş görmesini diler. Onun sonsuz bağışlama gücüne sığınır. Hayyam bu rubailerinde samimi bir üslup kullanır:
Derde gama yatkın yüreğime acı;Bu tutsak cana, garip gönlüme acı;Bağışla meyhaneye giden ayağımı,Kızıl kadehi tutan elime acı.
Şarapla doğrudan ya da dolaylı olarak ilişkili olan testi, meyhane, kadeh gibi kavramlar gerçek ve metaforik anlamları ile divan şiirinde yer almıştır. Şeriatın kesin kurallarına karşın tasavvufun daha esnek bir yapıya sahip olması sonucu dince yasak olan şarap, testi gibi öğeler şiirde kendini mecazlara bürünerek kabul ettirmiştir. Hayyam da şiirlerinde testi metaforunu sıkça kullanır. Zaman zaman kişileştirir ve konuşturur.
Hayyam, bazı şiirlerinde ise testi ile konuşur. Testi dile gelir, ona öğütverir:
Dudağımı hırsla ben testiye dayadım,Çok uzun bir ömür yaşamaktı muradım.Dudağımı dudağına verdi de testi,Dedi: “Bana benzemektesin adım adım.”
Testicilik de bir meslek olarak rubailerde geçer. Testinin ham maddesi olan çamur, öğüt vermeye vesile olur:
Dün çarşıda gezerken bir testici gördüm,Taze çamura tekme vuruyordu güm güm.Çamur, Pehlevî dilliyle dedi ki ona:“Hoş tut ki, benim de senin gibiydi özüm.”
2.1.5. SOFTALARA SORULARI
Hayyam, rubailerde sofularla konuşur, onlara sorular sorar. Softa, medresetalebesi, bir görüşe körü körüne bağlanan demektir. Belli bir dönemden sonra ve zamanımızda her türlü gelişmeyi dini bilgisi zayıf olduğundan dine karşıdır, düşüncesi ile reddedenler için kullanılmıştır. Medrese öğrencisi olup da felsefe ve tasavvufu bir kenara bırakarak sadece fıkıh ve kelâmla dini müdafaa edeceklerine inananlar için de softa terimi kullanılmıştır.
Hayyam, softaların hep dinden bahsetmesini, kendileri gibi olmayanları dinsizlikle suçlamasını eleştirir. İnsanları görünüşlerine göre yargılamamak gerektiğini söyler. Softaları şekilcilikle suçlar ve onların göründükleri gibi olmadıklarını vurgular:
Sen sofusun, hep dinden dem vurursun:Bana da sapık, dinsiz der durursun.Peki, ben ne görünüyorsam oyum:Ya sen? Ne görünüyorsan o musun?
Hayyam, softaları eleştirdiği gibi medreseleri de eleştirir. Medreselerin insana zarar verdiğini, vakıf lokmasının gönlü kuruttuğunu söyler:
Medreseden insan kâr değil, zarar bulur.Vakıf lokması yutmak her gönlü kurutur.Özgür ol, köşesine sığın bir yıkığın.İnsan orada sultanlar gibi oturur.
Hayyam, aşkı medreseye benzetir. Müftülerin aşk için fetva veremediklerini söyler. Aşkın olduğu yerde fitnenin barınamadığını vurgular.
Aşk medresesinde iş güç bir masal olur.O gün sözle durum bir olur, ne hâl olur?Hiçbir müftü aşk için fetva veremedi.Fitne, aşk ateşiyle yanar, hayal olur.
Tekke, medrese ve müftüyü aynı şekilde eleştirir ve müftü fetvalarından olan rahatsızlığını dile getirir. Medreselerde laftan başka bir şey olmadığını söyler. En çok da medreselerin aşkı yasaklamasına kızar. Aşkın yasaklarla yok olmayacağını aksine artacağını söyler:
Tekkede, medresede laftan başkası yok.Müftü fetvasına bu milletin karnı tok.İstediği kadar “aşk yasak” desin dursun;O korku salarsa, aşk artar daha da çok.
2.1.6. SEVGİ VE UMUT
Hayyam, sevgi ile yıkanmayan bir yüreğin tekkede aldığı eğitimle ermiş olmayacağını söyler. Ona göre dünyada bir kez olsun gerçekten seven kişi cennete gitmiş gibi olur:
Sevgiyle yoğrulmamışsa yüreğin,Tekkede, manastırda eremezsin.Bir kez gerçekten sevdin mi dünyada,Cennetin, cehennemin üstündesin.
Hayyam, sevgiyi dünyadaki her şeyin üstünde görür. İnsana ve dünyaya olan sevgisi geleceğe olan umudunu da artırır. İçindeki umut günahları için üzülmesini engeller. Kötülükleri çok olsa da Allah’tan umudunu yitirmez. Bugün sarhoştur belki; ama yarın rahmete kavuşacağına inanır. Allah’ın bağışlamasına olan güveni tamdır:
Hayyam, günahın var diye tasalanma,Bunun için dertlere düşmek boşuna.Günah olacak ki Tanrı bağışlasın.Rahmet neye yarar günah olmayınca.
Eğer mahşerde Allah’ın lütfuna erecekse bu dünyada başına gelecek sıkıntılara aldırmaz. Geleceğe olan umudunu hiç kaybetmez. Dünyayı, insanları, yaratıcıyı sever.
Rahmetin var, günah işlemekten korkmam;Azığım senden, yolda çaresiz kalmam.Mahşerde lütfünle ak pak olursa yüzüm,Defterim kara yazılmış olsun, aldırmam.
Hayyam rubailerinde sevgi, güven ve umut hep iç içe olmuştur. O, bugün mutlu, gelecekten umutludur.
2.1.7. ÇARESİZLİK ALGISI
Hayyam, genelde kendinden emin ve yaptıklarının farkında bir insan profili çizmekle birlikte bazı rubailerinde bulunduğu durumun isteği dışında olduğunu söyler. Kanlı bir yolda koşup durmaktadır. Kendisine ve yaşadığı çevreye yabancılaşır. Onun dışında bir gerçek vardır:
Kendiliğimden var olmuş sanma beni;Bu kanlı yola ben sokmadım kendimi.Bir gerçek varlık, beni var etmiş olan.Yoksa kimdim ben, neredeydim, neydim ki?
Hayyam, karamsar görünmekle birlikte çaresizliği sürekli değildir. O, karakter olarak güçlü biridir. Zaman zaman kendini zayıf hissetse de yaratılıştan gelen değerinin farkındadır. Bu biliş onu umutsuzluğa düşmekten korur:
Kim için bu yerler gökler? Bizim için.Biz görüş cevheriyiz akıl gözünün.Evren bir yüzük gibiyse çepeçevre,İnsan, taşında bir nakış o yüzüğün.
2.1.8. İNSAN VE ÖZGÜRLÜK
Hayyam, özgürlüğüne düşkündür. Onun özgürlük tanımı ise kimseye muhtaç olmadan yaşayabilmektir. İnsan doyacak kadar aşı, başını sokacak damı varsa özgürdür:
Doyacak kadar aşın varsa,Başını sokacak bir de damın.İnsanoğluna kulluk etmiyorsan,Başkasının sırtından değilse geçimin,Tamam, güneşli günler içindesin.
Özgürlük, mutluluğu da beraberinde getirir. İnsan olmanın baş şartı özgür olmaktır. Dünyadaki haksızlıklar, dert ve acı, insanın özgürlüğüne vurulan her darbe mutluluğunu da engeller:
Dünyamız baştanbaşa acı dolu, dert dolu.Dünyamız kan içinde, felek domuz; ikiyüzlü.Rahat adam nerde hani?Mutlu adam hani nerde?Varsa bile, devede kulak, aldırma.
İnsanların dünya için çabalaması, ömürlerini çok para kazanmak için heder etmesi ona doğru gelmez. Onun için para sadece karnı doyurmak, çocuklarına bakmak için bir araçtır. Mutluluğun adresi paradan geçmez:
Bütün bu çabalaman neden?Karnını doyurman içinse bir diyeceğim yok.Üstün başın, çoluğun çocuğun içinse gene yok.Ama çok paralı bir adam olmak içinse,Kıyma güzel ömrüne, değmez.
Hayyam için dünya özgür olduğu müddetçe güzeldir. Özgürlük ise hayatını kendi isteği doğrultusunda, kimseye muhtaç olmadan yaşamasıdır.
SONUÇ
Ömer Hayyam’ı edebî ve ilmî olarak incelediğim bu çalışmada Hayyam’la ilgili yapılan tüm çalışmalardan yararlanmaya çalıştım. Ömer Hayyam farklı alanlarda yetkin eserler vermiş bir şahsiyettir. Onu her yönüyle tanımak ve tanıtmak oldukça kapsamlı bir araştırma gerektirir. Çalışmamda asıl amacım rubailerinden yola çıkarak Hayyam’ın hayata bakışını anlatmaktı.
Hayyam, rubai türünün en yetkin eserlerini vermiştir. Rubaileri dünyaca tanınmış ve pek çok dile çevrilmiştir. Hayyam hakkında yapılmış pek çok çalışma vardır. Yapılan çalışmalar genelde hayatı ve rubaileri üzerinedir.Hayyam’ın rubailerini tetkik eden kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır. Çalışmamı bu ihtiyacı bir nebze karşılamak ve yapılacak çalışmalara örnek teşkil etmesi için araştırmacıların dikkatine sunuyorum.
Ömer Hayyam, sürdürdüğü hayat, yaptığı çalışmalar, yaşadığı devir, yetiştiği çevre, irtibat kurduğu insanlar ve yazdığı rubailerle yüzyıllardır adından sıkça söz ettiren biridir. Yaşadığı devrin çok ötesinde bir duyuşa sahip olan bu değerli ilim adamından daha çok bahsedileceği de açıktır.
KAYNAKÇA
- Abdullah Cevdet. (1926). Rubâiyat-ı Ömer Hayyâm ve Türkçe’ye Tercümeleri.
- Ahmet Hayyat. (1931). Rubâiyyat.
- Ali Deşti. (2002). Demî bâ Hayyâm, Tahran.
- BÖLÜKBAŞI, Rıza Tevfik. (1945). Ömer Hayyam ve Rubaileri: Ömer Hayyam, İstanbul: AhmetHalit Kitabevi.
- CENNETOĞLU, A. Sadık. (1989). Ömer Hayyam.
- ÇELEBİ, Asaf Halet. (1963). Ömer Hayyam: Hayatı, Sanatı, Eserleri, Ankara Caddesi, İstanbul: Varlık Yayınevi.
- DÂNİŞ, Hüseyin, Rubaiyât-ı Ömer Hayyam.
- EYÜBOĞLU, Sabahattin. (1997). Hayyam, Bütün Dörtlükler: Şiir, İstanbul: Cem Yayınları. Feyzullah Sâcid. (1929). Hayyâm Rubâîleri ve Manzum Tercümeleri.
- BETİK Simit Çay Kültür ve Edebiyat Yayını “Betik” Sayı: 3 S a y f a | 137
- GÖLPINARLI, Abdülbâki. (1953). Hayyâm’ın Rubâîleri.
- GÜLTEKİN, D. Ali. (2010). Hayyam’dan Yansımalar, İstanbul: Bizim Kitaplar.
- GÜZELYÜZ, Ali. (2011-2012). Ömer Hayyam’ın Eserlerine Bir Bakış”, İ.Ü. Şarkiyat Mecmuası, sayı: 19, s. 51-62.
- Hamâmizâde İhsan. (1928). Ömer Hayyam Rubaileri, İstanbul: Nurgök Matbaası.
- HİDAYET, Sadık, Hayyam’ın Terâneleri, Yapı Kredi Yayınları.
- KOCATÜRK, Vasfi Mahir. (1955). Ömer Hayyam’ın Rubâileri.
- LAMB, Albert Harold (Türkçesi: DOĞRUL, Ömer Rıza). (2003). Ömer Hayyam: Tarih ve Sanat Gözüyle, İstanbul: Kaknüs Yayınları.
- MAALOUF, Amin (çeviren: BERKTAY, Ali). (Mayıs 2009). Semerkant, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
- MERİÇBOYU, A.Kadir. (2002). Bugünün Diliyle Hayyam, İstanbul: Say Yayınları.Muallim Feyzi. (1303). Hayyam.
- Muhammed Rıza Kanberî. (2005). Hayyamnâme, 2. baskı, Tahran.
- Rahim Rızazade Melik. (1998). Danişname-i Hayyamî, Tahran.
- RIFAT, Hüseyin. (1943). Ömer Hayyam Manzum Rubai Tercümeleri.
- SAĞDIÇ, Ozan, (resimler: ERKMEN, Nazan-ERKMEN, Aydın). (2004). Bir Islak
- Ateş: Hayyam’ın Bütün Rubaileri, Ömer Hayyam, Dünya Kitapları Doğu-Batı Klasikleri: 3.
- SERATLI, Tahir Gakip.(2006). Ömer Hayyam: Şiiri ve Felsefesi, İstanbul.
- SOKU, Ziya Şakir. (2010). Selçuklu Saraylarında Ömer Hayyam’ın Hayat ve Maceraları, İstanbul: Kaknüs Yayınları.
- TARKAN, Necmi. (1950). Ömer Hayyam’ın Rubâîleri.
- YÜCEBAŞ, Hilmi. (1960). Ömer Hayyam: Hayatı, Felsefesi, Rubaileri, İstanbul: Halit Yaşaroğlu Kitapçılık ve Kâğıtçılık.
- www.hbvdergisi.gazi.edu.tr/index.php/TKHBVD/article/download/.../56.
0 Yorumlar