Türkiye’de Anayasa Şikâyeti: Fırsatlar ve Sorunlar
Prof. Dr. Zühtü Arslan
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi Üyesi
Bu bildiri ile Türkiye’de anayasal hakların korunmasına yönelik yeni bir araç olan anayasa şikâyetinin incelenmesi hedeflenmektedir. Bildiride öne sürülen esas görüş, anayasa şikâyeti mekanizmasının getirilmesi ile Türk Anayasa Mahkemesine kendi içtihadında hak eksenli bir model kabul etmesi ve sürdürmesi yönünde eşsiz bir fırsat sunulmuş olmasıdır. Türk Anayasa Mahkemesinin böyle bir modeli kabul etme konusundaki başarısı, Türkiye’de anayasal hakların korunmasına önemli ölçüde katkıda bulunacaktır.
Alt başlığın gösterdiği üzere, bildiri iki ana bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm, Türk Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruyla ilgili bazı kararlarını ve olgusal birtakım bilgileri açıklamaktadır. İkinci bölümde ise, Türk Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruyla ilgili bazı kararlarını ve olgusal birtakım bilgileri açıklamaktadır.
1. Türk Anayasa Mahkemesi ve Hak Eksenli Model
İzin verin Alexis de Tocqueville’in meşhur bir sözünü alıntı yaparak sözlerime başlayayım. Neredeyse iki yüzyıl önce kendisi şunu gördü ki “Birleşik Devletlerde er ya da geç bir yargı sorununa dönüşmeyen bir siyasi sorun neredeyse yoktur.” Günümüzde Tocqueville’nin gözlemi, yalnızca Birleşik Devletler için değil, aynı zamanda Türkiye dâhil tüm devletler için geçerlidir.
Hemen hemen tüm sosyal ve siyasi sorunların er ya da geç yargının konuları olduğu gerçeği, kaçınılmaz olarak mahkemelerin gücünü ve yetkisini genişletmektedir. Yargı alanının genişlemesi ve bunun kaçınılmaz olarak sosyal ve siyasi alanın yargısallaşması şeklindeki sonuçları, yargı ve siyaset arasında gerginlik yarattı. Avrupa Anayasa Mahkemelerinin mimarı olarak bilinen Hans Kelsen, bu gerilimi negatif ve pozitif yasa koyucular arasında bir zıtlık/karşıtlık olarak ifade etti.
Kelsen, bu zıtlığı azaltmak için iki yol önerdi. İlk olarak, “Anayasa Mahkemesi üyelerinin Parlamento tarafından seçilmesini” önerdi.1 İkinci olarak, Kelsen’e göre, Anayasaların insan hakları beyannamesini ya da insan hakları hükümlerini kapsamamaları gerekir. Kelsen insan hakları hükümlerinin ucu açık mahiyetinin, tabii hukukun bir parçası olarak, Anayasa Mahkemesini pozitif kanun koyucuya dönüştürmek şeklinde “aşırı derecede tehlikeli bir rol oynayabileceğini” ileri sürmüştür.2 Çoğu Avrupa devleti Kelsen’in ilk önerisini gerçekleştirirken, temel hakları Anayasalarına yerleştirerek ikincisini ise göz ardı etti. Kelsen’in tahminlerinin aksine, Anayasa Mahkemelerinin anayasal hakların ve özgürlüklerin koruyucuları olarak görüldükleri ortaya çıktı.
Türk Anayasa Mahkemesi, bu anlamda hiçbir suretle bir istisna değildir. Anayasa şikâyetinin 2010 yılında kabul edilmesinden bu yana, Türk Anayasa Mahkemesi, insanlar tarafından insan hakları ihlallerini giderecek nihai ve etkili bir organ olarak algılanmaktadır. Anayasanın değişik 148. maddesi “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilir.” demektedir.
Türk Anayasa Mahkemesi, 23 Eylül 2012 itibarıyla bireysel başvuruları kabul etmeye başladı. Şimdiye kadar 16 binin üzerinde başvuru yapılmış ve bunların yaklaşık 10 bini halen inceleme aşamasındadır.
Başvuruların giderek artan sayısı, kısa bir süre içerisinde anayasa şikâyetinin bu ülkede popüler hale geldiğini ortaya koymaktadır. Toplumun farklı kesimlerinden bireyler, bir hukuki çare bulmak amacıyla Mahkemeye başvurmaktadırlar. Başbakan dahi kendisinin özel hayatının gizliliği hakkının sosyal medya tarafından ihlal edildiğini ileri sürerek yakın geçmişte bir başvuru yapmıştır.
Anayasa şikâyetinin getirilmesinin Türk Anayasa Mahkemesinin toplum ile ilişkileri açısından da belirli sonuçları bulunmaktadır. Gerçekten de anayasa şikâyeti, Türk Anayasa Mahkemesinin kapısını toplum geneline açtı. Bir anlamda, anayasa şikâyeti, Türk Anayasa Mahkemesine topluma yaklaşması ve insan hak ve özgürlüklerinin korunması yönündeki bazı yapısal engelleri kaldırması için bir fırsat sundu.
Anayasa şikâyetinin kabul edilmesinden önce, Türk Anayasa Mahkemesinin yargısal aktivizmi, bir yandan anayasa değişiklikleri ve kanunların anayasal denetimine ilişkin kararlar, öte yandan da siyasi parti davalarına ilişkin kararlar ile ilgiliydi. Bu kararlarda, Türk Anayasa Mahkemesinin önceliği ve esas kaygısı, Devleti ve Devletin temel ideolojik unsurlarını birey ve bireyin temel hak ve özgürlükleri karşısında korumak oldu.3
Mahkemenin anayasa şikâyeti konusundaki nispeten kısa tecrübesi, Mahkemenin uzun süredir uygulanan ideoloji eksenli yargısal aktivizminin hak eksenli bir yargı yaklaşımı ile yer değiştirme eğiliminde olduğunu göstermektedir. Böyle bir yaklaşımı kabul etmenin ana sebebi, temel hakların korunmasının Mahkemenin kuralları ve devlet faaliyetlerini özgürlükçü bir şekilde yorumlamasını gerektirdiği gerçeğidir.
Türk Anayasa Mahkemesi şimdiye dek 75 ihlal kararı verdi. Bu kararların konuları, yaşama, kişi hürriyeti, adil yargılanma, bireylerin maddi ve manevi bütünlüğünün korunmasına ilişkin hakları, özel hayata saygı hakkını, ifade özgürlüğünü ve siyasi katılım hakkını içermektedir.
Türk Anayasa Mahkemesinin anayasa şikâyeti konusundaki temel amacı, hakların korumasına yönelik temel ilkeler ve standartları belirlemektir. Örneğin, ilk kararlarında, Türk Anayasa Mahkemesi, azami tutukluluk süresi için kanunilik şartını katı bir şekilde yorumlayıp uyguladı. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 102 (2) maddesi şunu öngörmektedir ki tutukluluk süresi, ciddi suçlarda azami beş yıla çıkarılabilir. Mahkemeler, beş yıllık süreyi, başvuranların işlediklerinin iddia edildiği her bir suç için ayrı ayrı geçerli olacak şekilde yorumlamaktaydı. Bu, fiiliyatta, aynı dosya kapsamında birçok suçtan tutuklu bulunanların yıllarca gözaltında tutulacakları anlamına geliyordu.
Anayasa Mahkemesi, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ilgili maddesinin yorumunun, prensip gereği tutuksuz yargılama gerektiren kişi hürriyeti hakkı ile bağdaşmadığını beyan etti. Türk Anayasa Mahkemesi, azami beş yıllık kanuni süre, işlendiği iddia edilen suç sayısına bakılmaksızın her bir tutuklu için uygulanmak zorunda olduğundan, beş yılı aşan sürenin Türk Anayasası’nın 19. maddesi ile korunan kişi hürriyeti hakkına yönelik bir ihlali teşkil ettiği sonucuna vardı.4
Benzer şekilde, başvuranların hapisteki milletvekilleri olduğu birtakım davalarda, Türk Anayasa Mahkemesi, demokrasilerde insanları temsil etme hakkının ve siyasi katılım hakkının önemini vurguladı. Mahkeme, başvuranların tutuklanmasının, bu başvuranları seçmenlerini temsil etmek ve uzun bir süre parlamentonun çalışmalarına katılmak üzere seçilmiş milletvekilleri olarak haklarını kullanmaktan alıkoyduğuna hükmetti. Türk Anayasa Mahkemesi, tutukluluğun bir alternatifi olarak başvuranlar için uygulanabilir bir sistem olan adli kontrol imkânına da dikkat çekmekle beraber, başvuranların siyasi haklarına ilişkin kısıtlamaların orantılı olmadıkları, böylelikle demokratik bir toplumda gerekli olmadıkları sonucuna ulaştı.5
Türk Anayasa Mahkemesi aynı zamanda, eski Kara Kuvvetleri Komutanı olan başvuranın makul bir süre içinde temyiz mahkemesi önünde alt derece mahkemesinin kararına itiraz etmesinin engellendiği yönündeki iddiasını öne sürdüğü bir davada habeas corpus hakkına yönelik bir ihlali tespit etti. Türk Anayasa Mahkemesi, başvuranın habeas corpus hakkını etkili biçimde kullanmasının engellendiğine hükmetti çünkü alt derece mahkemesi a) tahliye talebini incelemeksizin reddetti ve b) yedi aydan fazla bir süre boyunca, gerekçeli kararını yazma görevini tamamlamadı.6
Türk Anayasa Mahkemesinin kendi kararları arasındaki ihtilafı pragmatik olarak çözdüğü ve bir bakıma Strazburg Mahkemesi kararları ile uyuşmazlığı önlediği soyadı davasından da kısaca söz etmek isterim. Türk Medeni Kanunu’nun 187. maddesi şunu öngörmektedir “kadın eşinin soyadını alır; ne var ki, eşinin soyadından önceki (evlenmeden önceki) soyadını da taşıyabilir...” 2011’de, Türk Anayasa Mahkemesi Genel Kurul olarak bu hükmün Anayasa’ya uygunluğunu inceledi ve hükmü (Anayasa’ya) uygun buldu.7
İki yıl sonra, aynı mesele bireysel başvuru yoluyla Türk Anayasa Mahkemesi önüne geldi. Bu kez Türk Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın iç hukuktaki kanunlara kıyasla uluslararası insan hakları anlaşmalarına belirli bir önem ve öncelik atfeden 90. maddesini hatırlatarak, kişinin manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına yönelik bir ihlali tespit etti. Dolayısıyla, bundan böyle uluslararası insan hakları anlaşmaları ve iç hukuktaki kanunlar arasında bir uyuşmazlık olması halinde, uluslararası insan hakları anlaşmaları hükümleri esas alınır.
Türk Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ilgili kararlarına8 ve Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesinin (CEDAW) 16. maddesine atıfta bulunarak, ilk derece mahkemesinin somut uyuşmazlığı gidermek için Medeni Kanun’un aykırı düşen hükmünden ziyade uluslararası sözleşmelerin bu hükümlerini dikkate almış olması gerektiğini ileri sürdü.9
Yakın geçmişteki bir davada, Türk Anayasa Mahkemesi Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında güvence altına alınan özel hayatın gizliliğine saygı hakkının önemini vurguladı. Başvuran, hapishane görevlisi olarak çalışan bir devlet memurudur. Kendisi, cinsel içerikli videosu internet sitelerinde yayınlandıktan sonra işinden atılmış biridir. Türk Anayasa Mahkemesi, devlet görevlilerinin özel hayatlarının gizliliği (mahremiyeti) hakkının disiplin ve kamu düzenini sağlamak üzere kısıtlanabileceğine hükmetti. Ne var ki, bu kısıtlamalar meşru amaçlar ile orantılı olmalıdır. Mahkemeye göre, başvuranı işten çıkartmak gibi sert bir idari tedbir, muhtemelen başvuranın gelecekteki hayatı üzerinde yıkıcı bir etkiye neden olacaktır. Bu nedenle, Türk Anayasa Mahkemesi, müdahalenin gözetilen meşru amaçlarla orantılı olmadığı gerekçesiyle, özel hayatın gizliliğine saygı hakkının ihlal edildiğini tespit etti.10
Son olarak, başvuranın Türk Anayasa Mahkemesine doğrudan bireysel başvuru yaptığı meşhur Twitter davasında, Ankara İdare Mahkemesince verilen yürütmenin durdurulması kararına rağmen yetkili mercilerin Twitter yasağını kaldıramamasının ve kaldırmak istememesinin hukuk yollarının etkisizliğinin temel göstergesi olduğu gerekçesiyle, Mahkeme ilk olarak başvurunun kabul edilebilir olduğunu açıkladı. Davanın esasına ilişkin olarak, Türk Anayasa Mahkemesi Twitter erişiminin topyekûn engellenmesinin kanunda öngörülmediğine dayanarak, ifade özgürlüğüne ilişkin bir ihlal tespit etti. Mahkeme, internet ve sosyal medyanın ifade özgürlüğüne yönelik kapsamlı ve etkili birer araç olarak demokratik toplumlarda önemli rol oynadıklarını ayrıca belirtmiştir.11
2. Anayasa Şikâyetinin Oluşturduğu Sorunlar
Anayasa şikâyetine ilişkin olarak, balayının son romantik günlerini yaşıyor olduğumuzu söyleyeceğim. Bireysel başvuruların giderek artan sayısı, bizi hayatın gerçek sorunları ile yüz yüze getirmektedir. Bazı diğer Anayasa Mahkemeleri gibi, Türk Anayasa Mahkemesi de anayasa şikâyetinin oluşturduğu sorunları kabullenip, bunların üstesinden gelmelidir. Şu anda, bu aşılması zor sorunlardan bazılarının altını çizmek ve bu sorunların hangi yollarla üstesinden gelinebileceğini sunmaya çalışmak isterim.
Belki de Türk Anayasa Mahkemesi için en büyük sorun, giderek artan başvuru sayısıyla nasıl başa çıkılacağıdır. Mahkeme kendi başarısının bir kurbanı olabilir. Gerçekten, daha önce de sözünü ettiğim üzere, bireysel başvuru (anayasa şikâyeti) sayısı özellikle ihlal kararlarından sonra önemli ölçüde artmıştır.
Filtreleme sistemi daha etkin şekilde işlemelidir ve bu amaçla, Mahkeme kabul edilebilirlik kriterlerini daha katı biçimde uygulamalıdır. Mahkemenin öncelikli amacı, anayasal hakları ve özgürlükleri korumaya yönelik temel ilkeleri ve standartları getirmektir. Bu nedenle, şimdiye dek, önemsiz başvuruları kayıttan düşürmenin (listeden çıkartmanın) en etkili yollarından biri olan anayasal önem kriterini henüz değerlendirmiş değiliz.
Artan iş yüküne bağlı olarak, gelecekte tek hakim kararı yöntemini benimsemek durumunda kalabiliriz. Bu, komisyonları, bölümleri ve genel kurulu tanımlayan Anayasa’da bir değişikliği gerektirebilir.
Türk Anayasa Mahkemesi için ikinci sorun, anayasa şikâyetinden ileri gelen sözde anayasa fetişizmi ile nasıl mücadele edileceğidir. Ben anayasa fetişizmi kavramını “Anayasa, toplumdaki tüm sorunlara genel, hızlı, hatta kapsamlı ve acil çözümler sağlar”12 şeklindeki yaygın inancı açıklamak üzere kullanıyorum. Gerçekten, Türk Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları ele almadaki göreceli başarısı, bilhassa ihlal kararları, toplumda yüksek beklentilere yol açmıştır. Çoğu birey, Türk Anayasa Mahkemesinin kendilerinin insan hakları sorunlarına nihai bir çözüm bulabileceğine yürekten inanmaktadır. Bu genel inancın Türk Anayasa Mahkemesinin kurumsal güvenilirliğini göstermesine karşın, anayasa fetişizmi tuzağına düşmekten sakınmamız gerekir. Bu böyle olmalıdır çünkü anayasa fetişizmi, muhtemelen büyük hayal kırıklıklarıyla sonuçlanacaktır.
Böyle bir anayasa fetişizmini önlemek için, Mahkeme, subsidiarite ilkesini ve böylelikle, anayasa şikâyetinin ikincil niteliğini vurgulamaya devam etmelidir. Potansiyel başvurucular ne anayasa şikâyetinin mucizevî sonuçlar doğurabilecek sihirli bir değnek olduğu ne de Türk Anayasa Mahkemesindeki hâkimlerin bir sihirbazın tavşanları şapkadan çıkarma yeteneğine sahip olduğu konusunda bilgilendirilmelidir.
Türk Anayasa Mahkemesi, kabul edilebilirlik kriterlerine, özellikle de başvuru yollarının tüketilmesi koşuluna ilişkin olarak ihtiyatlı olmayı sürdürmek zorundadır. Bu koşulun aşırı katı ve şekilci biçimde uygulanması, hakların açıkça ihlalinin göz ardı edilmesine sebebiyet verebilir. Öte yandan, aşırı esnek bir uygulama, subsidiarite ilkesine zarar verecek ve Türk Anayasa Mahkemesini bir çeşit üst temyiz mahkemesine dönüştürecektir. Bu nedenle, Türk Anayasa Mahkemesi, hukuk yollarının etkinliğini değerlendirirken hassas bir denge kurmaya mecburdur.
Anayasa şikâyetini de kapsayan davalarda kararların içeriği ile ilgili sorunlar da bulunmaktadır. Bunlardan biri, norm denetiminde Genel Kurul olarak ve bireysel başvuruya ilişkin davalarda Bölümler olarak toplanan Türk Anayasa Mahkemesinin verdiği kararlardan kaynaklanan muhtemel uyuşmazlıkların nasıl çözüleceği meselesidir. Hiç şüphe yoktur ki bu iki tür kararın mantığı ve rasyonalitesi farklıdır. Norm denetimi Türk Anayasa Mahkemesinin soyut normları ve anayasal hükümleri yorumlamasını gerektirirken, anayasa şikâyeti ise belirli hükümlerin uygulanmasıyla anayasal haklara yönelik bir ihlalin oluşup oluşmadığı kararının verilmesini gerektirir.
Ancak bu iki karar alanını tamamen ayırmak imkânsız değilse bile, çok güçtür. Bu güçlük, öne sürülen ihlallerin Türk Anayasa Mahkemesince önceden Anayasa’ya uygun olduğu beyan edilen kanunun doğrudan uygulanmasından ileri geldiği davalarda daha belirgindir. Bu sorunu çözmek kolay değildir, fakat buna karşın, anayasa denetiminde hak eksenli bir yaklaşımın kabul edilmesiyle böyle bir uyuşmazlığın olma ihtimali azalacaktır.
Daha da önemlisi, anayasa şikâyeti konularının aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesince de güvence altına alınan hak ve özgürlükler oldukları göz önünde tutulursa, Türk Anayasa Mahkemesi kararları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadı arasında bazı uyuşmazlıklar olabilir. Aslında, en başta, Venedik Komisyonu, Türk Anayasa Mahkemesini Anayasa’yı ve Sözleşme’yi yorumlama hususunda “Anayasa Mahkemesi kendi yorumunun AİHM’in (Strazburg Mahkemesi) getirdiği yorumdan sapmasını mümkün olduğu kadar çok önlemek zorunda kalacaktır” şeklinde uyarmıştı.13
Türk Anayasa Mahkemesi, anayasal hakları AİHM (Strazburg Mahkemesi) doğrultusunda yorumlamaya devam etmelidir. Bu, ayrıca uygulamaya yönelik bir gerekliliktir çünkü anayasa şikâyetinin kabul edilmesinin amaçlarından biri, Strazburg’da Türkiye’ye karşı yapılan başvuru sayısını ve verilen ihlal kararlarının sayısını azaltmak olmuştur. Ne var ki, Avrupa Sözleşmesi’nin hak ve özgürlükleri asgari düzeyde güvence altına aldığını unutmamamız gerekir. Böylece, Türk Anayasa Mahkemesi, temek hak ve özgürlükleri daha iyi korumak amacıyla AİHM’in (Strazburg Mahkemesinin) yorumundan sapabilir. Türk Anayasa Mahkemesi ve AİHM (Strazburg Mahkemesi) arasındaki ilişkinin karşılıklı etkileşimi barındıracak ve kendi içtihatlarına katkı yapacak şekilde olması gerekir.
Prof. Dr. Zühtü Arslan Birinci Oturum 175
Sonuç
Türk Anayasa Mahkemesinin bireysel anayasa şikayeti alanında edindiği nispeten kısa tecrübeden birtakım sonuçlar çıkarılabilir. Her şeyden önce, anayasa şikâyetinin uygulanması ile bu yolun hakları ve özgürlükleri korumak için etkili bir yol olduğu ortaya çıkmıştır. Türk Anayasa Mahkemesi, böyle bir yolla, Türkiye’de insan hakları standartlarının yükselmesine önemli ölçüde katkıda bulunabilir.
İkinci olarak, anayasa şikâyetinde kalıcı ve sürdürülebilir başarı, kısmen Mahkemenin etkili bir filtrasyon sistemini çalıştırma ve AİHM (Strazburg Mahkemesi) içtihadı doğrultusunda hakları korumaya yönelik standartları belirleme becerisine bağlıdır. Üçüncü olarak, anayasa şikâyeti sisteminin geleceği, hukuk sisteminin bir bütün olarak etkili şekilde işlemesine de bağlıdır.
Son olarak, şunu söylemeye lüzum yoktur ki anayasal hakları korumadaki nihai başarı, toplumda hak eksenli bir siyaset ve hukuk kültürünü teşvik etmeye ve güçlendirmeye dayanır. Elbette bu, beklenenden daha uzun sürer ve böylelikle daha çok çalışma ve sabır gerektirir.
1 Hans Kelsen, General Theory of Law and State, (New Brunswick & London: Transaction Publishers, 2006), sf. 269.
2 Hans Kelsen, “La Garantie Juridictionnelle de la Constitution”, Revue du Droit Public, 44: 197-257. Alec Stone Sweet tarafından alıntı yapılmıştır, Governing with Judges: Constitutional Politics in Europe, (Oxford: Oxford Üniversitesi Yayınevi, 2000), sf. 35-36
3 Bakınız, E. Özbudun, “Türk Anayasa Mahkemesinin Yargısal Aktivizmi ve Siyasal Elitlerin Tepkisi”, (The Judicial Activism of the Turkish Constitutional Court and the Reactions of the Political Elites), SBF Dergisi, 62/3 (2007), sf. 264.
4 Bakınız, Başvuru No: 2012/1137, 2/7/2013; Başvuru No: 2013/776, 20/3/2014.
5 Başvuru No: 2012/1272, 4/12/2013; Başvuru No: 2013/9894, 2/1/2014; Başvuru No: 2013/9895, 2/1/2014; Başvuru No: 2014/9, 3/1/2014; Başvuru No: 2014/85, 3/1/2014.
6 Başvuru No: 2014/912, 6/3/2014.
7 Esas No. 2009/85, Karar No. 2011/49, 10/3/2011.
8 Bakınız, Ünal Tekeli karşı Türkiye, Başvuru No: 29865/96, 16/11/2004: Leventoğlu Abdulkadiroğlu karşı Türkiye, Başvuru No: 7971/07, 28/5/2013; Tuncer Güneş karşı Türkiye, Başvuru No: 26268, 3/10/2013; Tanbay Tülen karşı Türkiye, Başvuru No: 38249/09, 10/12/2013.
9 Başvuru No: 2013/2187, 19/12/2013.
10 Başvuru No: 2013/1614, 3/4/2014.
11 Başvuru No: 2014/3986, 2/4/2014.
12 E.Tanchev, “Historical and Physiological Sources Shaping Constitutionalism and Constitutional Performance in the Post-Communist Societies”, Stanislaw Franskowski & Paul B. Stephan IIII (editörler), Legal Reform in Post-Communist Europe: The View from Inside,(Dordrecht: Martinus Nijho , Yayınevi, 1995, sf. 156.
13 Venedik Komisyonu ile ilgili kısım şöyledir: “Anayasa Mahkemesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini yorumlaması istenecektir. Bunu yaparken, Anayasa Mahkemesi kendi yorumunun AİHM’in (Strazburg Mahkemesi) getirdiği yorumdan sapmasını mümkün olduğu kadar çok önlemek zorunda kalacaktır. Sapma riski, Anayasa Mahkemesinin Anayasada öngörülen hak ve özgürlükleri de yorumlayacağı davalarda daha bile büyük olacaktır. Benzer bir hakka ilişkin iki yorum (Anayasaya dayanan biri ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine dayan bir diğeri) farklı olabilir ve farklı sonuçlara yol açabilir.” Bakınız, Hukuk Yoluyla Demokrasi için Avrupa Komisyonu (Venedik Komisyonu), “Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanuna ilişkin Görüş”, CDL-AD(2011)040, Strazburg, 18 Ekim 2011.
Prof. Dr. Zühtü Arslan Birinci Oturum 171
0 Yorumlar