Hatay’ın anavatana Katılma Süreci


AVRASYA Uluslararası Araştırmalar Dergisi 
Cilt:4, Sayı:7, Temmuz 2015, Türkiye


HATAY’IN ANAVATANA KATILMA SÜRECİ


Öğr. Üyesi Figen ATABEY

Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, 
Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, 
f.atabeg@hotmail.com


ÖZ



Hatay sorunu, Fransa’nın Suriye’ye bağımsızlık verme kararı üzerine 1936 yılında ortaya çıkmış ve 1939’da İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasından birkaç ay önce, Hatay’ın Türkiye’ye bağlanması ile sonuçlanmıştır. İskenderun Sancağı (Hatay) Suriye ile birlikte Birinci Dünya Savaşı sonrasında Fransa’nın nüfuz bölgesine dahil edilmiştir. İskenderun Sancağı (Hatay), Misak-ı Milli sınırları içerisinde olmasına rağmen 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması ile bu sınırların dışında kalmıştır. Bahse konu antlaşma ile Sancak özel bir statü ile Fransız mandası altında bulunan Suriye topraklarına dahil edilmiştir. 1921 Ankara Antlaşması’nın Sancak’a ilişkin hükümleri 1923 Lozan Barış Antlaşması’nın 3.maddesi ile de teyit edilmiştir


Hatay, 1936 yılından itibaren Türk dış politikasının birinci derecede önemli meselesi haline gelmiştir. 1936 yılında Fransa’nın Suriye’ye bağımsızlık vereceğini açıklaması üzerine Türkiye Cumhuriyeti, Hatay’ın bağımsızlığı için Milletler Cemiyeti’ne başvurmuştur. Türkiye’nin yoğun çabaları üzerine Hatay 1937’de anayasası ile birlikte “ayrı bir varlık” olarak kabul edilmiş, 1938’de de “Hatay Devleti” kurulmuştur. Hatay bu haliyle yaklaşık bir yıl bağımsız bir devlet olarak kalmıştır. İkinci Dünya Harbi yaklaşırken Almanya ve İtalya’nın yayılmacı politikaları karşında Türkiye’nin jeopolitik önemini kavrayan Fransa, Hatay’ı Türkiye’ye vermeye razı olmuştur. Bu kapsamda 23 Haziran 1939 günü Türkiye ile Fransa arasında imzalananTürkiye ile Suriye arasında toprak sorunlarının kesinlikle çözümüne ilişkin Antlaşma” ile Hatay, Türkiye sınırlarına katılmıştır. Fransa ile Hatay sorununun çözümü üzerine aynı gün Türk-Fransız Ortak Deklarasyonu imzalanmış ve Türkiye, İkinci Dünya Harbi öncesi politikasını anti-revizyonist devletlerle işbirliği içinde olacağı yönünde belirlemiştir. Sonuç itibarı ile dönemin şartlarını çok iyi değerlendiren Türkiye, ulu önder Atatürk’ün ifadesi ile ulusal davası olan Hatay meselesini uluslar arası hukuk ve diplomasi yolu ile çözüme ulaştırmayı başarmıştır.



Giriş


İngiltere ve Fransa, Birinci Dünya Savaşı içinde gizli olarak imzaladıkları Sykes- Picot Antlaşması ile Ortadoğu bölgesini paylaşmışlardır. Bu antlaşmaya göre Suriye, Lübnan ve Çukurova dolayısı ile İmparatorluk döneminde Suriye Vilayetine bağlı olan Sancak (İskenderun Sancağı) bölgesi Fransa’nın nüfus bölgesine dahil edilmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nı takiben 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandığı zaman nüfusunun çoğu Türk olan İskenderun ve Antakya bölgesi, Türk kuvvetlerinin kontrolünde bulunmuştur. 1920’de açıklanan “Misak-ı Milli”ye göre de bu bölgenin Türkiye’nin ulusal sınırları içinde kalması gerekmiştir (Sarınay 2010a:366). Ancak Fransa, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın 7.maddesine dayanarak, 11 Aralık 1918’de İskenderun Sancağını işgal etmiştir. Müttefik Devletler, 28 Haziran 1919’da kurulan “Mandat” sistemine dayanarak, 25 Nisan 1920 tarihli San Remo Konferansı’nda Suriye ve onun bir parçası sayılan Lübnan’ı Mandat yönetimi adı altında Fransa’ya bırakmışlardır (Sosyal 1985: 80).

İskenderun Sancağı (Hatay), Misak-ı Milli Sınırları içinde kabul edilmesine rağmen, Milli Mücadele döneminin olağanüstü şartları içinde Fransa ile savaşın bir an önce durdurulması pahasına 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Antlaşması ile milli sınırlar dışında bırakılmak zorunda kalınmıştır. İskenderun Sancağı, Fransız mandası altındaki Suriye sınırları içerisinde bırakılarak, Türkiye-Suriye sınırı 1921 Ankara Antlaşması ile belirlenmiştir (Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Fon No: 30 10-Kutu No: 224- Dosya No: 510/12, s.1-3). Bahse konu antlaşmanın 7.maddesi ile bu bölge için “özel bir yönetim rejimi” kurulması, bölgenin Türk nüfusun kültürünün geliştirilmesi ve Türkçe’nin resmi dil olarak kullanılması öngörülmüştür (Gönlübol-Sar 1987:127). Bu madde gelecekte İskenderun Sancağının bağımsızlığını kazanmasında Türkiye’nin elinde önemli bir dayanak noktası teşkil etmiştir.

Fransızlar, Suriye’nin diğer kesimlerinde uyguladıkları etnik ve dini ayrımcılığı İskenderun Sancağında da uygulamışlardır. 1921 tarihinde sancak Halep’e bağlanmış, Suriye Devleti kurulunca da buraya bağlı özerk bir hal almıştır. (Umar 2004: 505).

Lozan Barış Antlaşması ile Türkiye, bağımsız bir devlet olarak uluslar arası toplumun içinde yerini almıştır. Lozan Barış Antlaşması’nın 3.maddesi ile Ankara Antlaşmasının hükümlerinin teyit edilmesinden sonra, Suriye üzerindeki Fransız mandası Milletler Cemiyeti tarafından 23 Eylül 1923’te onaylanmıştır. Ocak 1926’da İskenderun’un Suriye Parlamentosundaki temsilcileri, İskenderun’un Suriye’den ayrılarak Fransa’ya bağlanması talebinde bulunmuştur. Fransa bu talebi önce uygun görerek kabul etmişse de Suriye Parlamentosu’nun aşırı itirazı üzerine reddetmiştir (Demir 2011: 697). Türkiye ile Fransa arasında 30 Mayıs 1926 tarihinde Türkiye ile Fransa arasında Ankara’da imzalanan dostluk ve iyi komşuluk ilişkileri sözleşmesi ile Türkiye-Suriye ilişkileri düzenlenirken, ayrıca 1921 Ankara Antlaşması’nın öngördüğü özel yönetim biçiminin Fransa Hükümetince göz önünde tutulacağı hükme bağlanmıştır (Topal 2009: 3). Fransa tarafından bundan sonra 1921 Antlaşmasına uygun olarak Suriye içinde Sancak bölgesi için özerk bir idare kurulmuştur. Türkiye ise bağımsızlığına kavuştuktan sonra, Hatay meselesini ön plana çıkarmak için iç ve dışsorunların çözümlenmesini beklemiştir.

Türkiye, Lozan’dan itibaren bütün komşuları ile sorunlarını barış yolu ile çözümlemeye çalışmış, 1932’de Milletler Cemiyeti’ne üye olmuş, 1934’te Balkan Antantı’nı ve 1937’de Sadâbat Paktı’nı imzalayarak, Balkanların ve Orta Doğu’nun barış ve istikrarına büyük hizmetlerde bulunmuştur. Bu dönemde gerek Batılı Devletler, gerekse de Sovyetler Birliği ile iyi ilişkiler içerisinde bulunan Türkiye, Misak-ı Milli’nin Lozan’da tam anlamıyla sağlanamayan iki eksiğini giderme olanağını bulmuştur. Bu kapsamda 1936 yılında Montreux Boğazlar Sözleşmesi, Boğazlarda Türk egemenliğini sınırlayan Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin yerini almıştır. 1939 yılında ise 1921 Ankara Antlaşması ile özel bir statü altına konulan Hatay (İskenderun Sancağı), anavatana katılmıştır.

1. 1936 Yılında Hatay (İskenderun Sancağı) Sorununun Gündeme Gelmesi


1933 yılından itibaren giderek artan Almanya ve İtalya tehlikesi, Türkiye ile Fransa’yı siyasal bir işbirliğine itmiştir. Fransa ile Türkiye, bir taraftan Küçük Antantın ve Balkan Antantının birer üyesi olan Yugoslavya ve Romanya vasıtası ile diğer taraftan da 2 Mayıs 1935 tarihli Fransız-Sovyet Karşılıklı Yardım Antlaşması ile birbirleriyle dolaylı olarak bağlanmışlardır. 1935 yılında İtalya’nın Habeşistan’a saldırması üzerine, Türkiye de Fransa gibi, Milletler Cemiyeti çerçevesinde yaptırımlara katılmış ve 1936 yılının Temmuz ayında İspanya’da iç isyan çıktığında, İngiltere ve Fransa’nın ön ayak olduğu İspanya iç savaşına karışmama komitesinde Türkiye de yer almıştır (Gönlübol-Sar 1987: 124).

20 T emmuz 1936’da imzalanan Montreux Boğazlar Sözleşmesi ile Lozan Antlaşması’ndan kalan Boğazlar üzerinde Türkiye’nin egemenliğini kısıtlayıcı hükümler kaldırılmıştır (Jivkova 1978: 54-55). Montreux Boğazlar Sözleşmesi ile Boğazlarda egemenliğini tam anlamıyla kuran Türkiye'nin uluslararası ilişkilerde ağırlığı artmış, Türkiye birbirine düşman olan revizyonist ve anti-revizyonist grupların dostluğuna gerek duyduğu bir ülke hâline gelmiştir. Fransa, Montreux Sözleşmesi ile Türkiye’nin hem Boğazlar bölgesini silahlandırma olanağına kavuşmasından, hem de geçiş bakımından onun kendi güvenliği için yeni olanaklar elde etmesinden hoşnut kalmıştır. Aynı yıl Akdeniz’de İtalyan denizaltılarının yarattığı güvensizlik üzerine gerçekleştirilen Nyon Konferansı’nda da Türkiye; İngiltere ve Fransa ile birlikte hareket etmiştir (Armaoğlu 2005: 342).

1936 yılına kadar geçen süre içerisinde İskenderun Sancağı’nda çoğunlukta bulunan Türkler, hep Türkiye’ye katılmak istediklerini ifade etmişlerdir. Bu tür hareketlere karşı bölgedeki Fransız yöneticiler sert davranmışlardır. Durum böyle iken Atatürk, Sancak sorununu kesin bir çözüme bağlamak zamanının geldiğine daha Paris’te Fransız-Suriye görüşmeleri yapılırken karar vermiştir. Ancak, Montreux Boğazlar Konferansı sona ermeden Fransa ile bir gerginlik çıkarılmasından kaçınmıştır. Nitekim Cumhurbaşkanı Atatürk, 20 Temmuz 1936 Montreux Sözleşmesi’nin imzası günü Türkiye’ye dönen Afet (İnan) Hanıma “Şimdi Antakya, İskenderun, yani Sancak meselemiz var,” ifadesini kullanmıştır (Sökmen 1992: 95).

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı öncesi uluslararası siyasal konjonktürü ustaca değerlendirerek, Fransa’nın Suriye’ye bağımsızlık vermeye hazırlandığı bir sırada, Hatay konusunu gündeme getirmiştir. Suriye üzerinden himaye yönetiminin kaldırılması ve bu ülkeye bağımsızlık verilmesi için Fransa ile Suriye arasında 9 Eylül 1936’da bir antlaşma parafe edilmiştir (Sökmen 1995: 7). Bahse konu antlaşma ile Fransa’nın Sancak üzerindeki haklarını Suriye’ye devredecek olması, Sancak’ın statüsü sorununu tekrar ortaya çıkarmış ve bu sorun, Fransa ile Türkiye arasında 1939 yılına kadar devam eden bir uyuşmazlık konusu olmuştur. Fransa’nın Avrupa’da sıkışık durumda olduğunu bilerek meseleyi Fransa ile çözmek yolunu tutan Türkiye, ayrıca Suriye’nin tepkisini de hesaba katarak Suriye’nin bağımsızlığını da desteklemiştir.

Fransa, daha Milli Mücadelenin devam ettiği günlerde kendi kamuoyunun da baskısıyla, Türkiye ile 20 Ekim 1921 Ankara Antlaşması’nı imzalamış ve TBMM Hükümeti’nin varlığını tanıyan ilk İtilaf Devleti olmuştur. Ancak Lozan BarışAntlaşması’nın ardından Osmanlı Borçları Meselesi, Türkiye-Suriye sınırının tespiti konusu, Türkiye’deki Fransız Misyoner Okullarının durumu, Fransız şirketlerinin ayrıcalıkları ve bunların Türk Hükümetince satın alınması gibi çeşitli konular, iki ülke arasında çözümlenmesi gereken meseleler olarak kalmıştır. Bu nedenle bu dönemde Türk-Fransız ilişkileri bu meselelerin çözümü ekseninde gelişmiştir.

9 Eylül 1936’da parafe edilen antlaşma ile Suriye’de manda yönetiminin son bulduğu ancak burada İskenderun Sancağına tanınan bazı haklardan hiç bahsedilmemiş olması, Türk Hükümetinin tepkisini çekmiştir. Yapılan ikili görüşmelerden bir netice alınamayınca Paris Büyükelçisi Suat Davaz aracılığı ile 6 Ekim 1936’da Milletler Cemiyeti’ne, 10 Ekim 1936’da ise Fransa Dışişleri Bakanlığına resmi bir nota verilmiştir (BCA, Fon No: 30 10-Kutu No: 224- Dosya No: 510/12, s.17- 19).Bahse konu nota ile Türk Hükümeti, Sancak sorununun çözümü önerisini resmen ortaya atmış, Fransa’nın Suriye ve Lübnan’a tanımaya karar verdiği bağımsızlık hakkının, halkının çoğunluğu Türk olan Sancak’a da tanınması talep edilmiştir. Konu, Türkiye ile Fransa arasında diplomasi yolu ile tartışılırken, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, 1 Kasım 1936 tarihinde TBMM’nin açılış yılı konuşmasında, Sancağın asıl sahibinin Türkler olduğunu belirtip, Türkiye ile Fransa arasında tek uyuşmazlık konusu olarak kalan Sancak sorununun da çözümünün gerektiğini söyleyerek, bu konunun önemini şöyle ifade etmiştir; “Milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük bir mesele, hakiki sahibi öz Türk olan “İskenderun-Antakya” ve havalisinin mukadderatıdır. Bunun üzerinde ciddiyetle durmaya mecburuz. Daima kendisi ile dostluğa çok ehemmiyet verdiğimiz Fransa ile aramızda tek ve büyük mesele budur. Bu işin hakikatini bilenler ve hakkı sevenler alâkamızın şiddetini ve samimiyetini iyi anlarlar ve tabii görürler.” (BCA, Fon No: 30 10-Kutu No: 224- Dosya No: 510/12, s.20). Cumhurbaşkanı Atatürk, 1 Kasım 1936 tarihinde Meclis’te yaptığı konuşmanın ertesi günü, Sancak davasına resmen el koyduğunu bildirmiş, İskenderun-Antakya havalisinin adını “Hatay”, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin adını ise “Hatay Egemenlik Cemiyeti” olarak değiştirdiğini açıklamıştır (BCA, Fon No: 30 10-Kutu No: 224- Dosya No: 510/12, s.17).

Fransız Hükümeti tarafından 10 Kasım 1936’da verilen yanıtta; “Fransa’nın, Mandater Devlet olarak Suriye ve Lübnan’ı bağımsızlığa götürmekle görevlendirildiği, Suriye’nin bölünmesine izin verilmeyeceği, bu Yasaya aykırı olarak ve 1921 Ankara Antlaşmasının çerçevesini aşarak, Sancak’a bağımsızlık verilemeyeceği, yalnızca onun özerkliğinin korunacağı ve geliştirilebileceği”, belirtilmiştir. Bu ilk notaları, aynı yılın Kasım ve Aralık aylarında yeni notalar izlemiştir. Fransa, Türk Hükümeti’nin kararlı tutumu karşısında bahse konu sorunun Milletler Cemiyeti’ne götürülmesini teklif etmiştir. Türkiye de bunu kabul ederek, 10 Aralık 1936 günü Milletler Cemiyeti Konseyi’ne bir muhtıra sunmuştur (BCA, Fon No: 30 10-Kutu No: 224- Dosya No:510/12, s.17). Bahse konu muhtırada; Sancak konusunda Türk-Fransız uyuşmazlığının, özgürlükleri ve canları tehdit altında bulunan Sancak halkının güvenliği için alınacak önlemlerin Konseyin olağanüstü bir toplantısında görüşülmesi, talep edilmiştir.

2. Milletler Cemiyeti Kararı Çerçevesinde Mayıs 1937 Antlaşmaları


Fransa’nın Hatay meselesini Milletler Cemiyeti’ne götürme çabalarını Türkiye’nin de kabul etmesi üzerine, Milletler Cemiyeti Konseyi 14-16 Aralık 1936 tarihleri arasında meseleyi görüşmüştür. Milletler Cemiyeti Konseyi uyuşmazlığın çözümü amacıylaİsveçli temsilci Sandler’i raportör tayin etmiştir. Sandler hazırladığı raporunda, Sancak bölgesine üç kişilik bir gözlemci heyet gönderilmesini, tarafların raportör ile temas halinde görüşmeye devam etmesini, konunun Milletler Cemiyeti’nin Ocak ayı toplantısında tekrar ele alınmasını tavsiye etmiştir (Akçora 2010: 351).

Bahse konu raporun Meclis tarafından tasdik edilmesi üzerine 22 Aralık 1936’da üç kişilik bir gözlemci heyeti kurulmuş ve heyet 1937 yılının Ocak ayı başında görevine başlamak üzere Sancak’a gitmiştir. Bundan sonra Meclisin kararı gereğince ikili görüşmelerde bulunmak üzere Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, 21-22 Aralık 1936 tarihleri arasında Paris’i ziyaret etmiştir. Fakat, Fransız Hükümeti ile yapılan görüşmelerde olumlu bir sonuca varılamamıştır (Soysal 1985: 88). Bu esnada Hatay için çözüm yolları aranırken olaylar da tırmanmaya devam etmiş, Aralık ayında Sancak’ta Araplar ve Türkler arasında kanlı olaylar çıkmıştır.

1937 yılının Ocak ayı boyunca meseleye çözüm arayışları Milletler Cemiyeti çerçevesinde devam etmiştir. Milletler Cemiyeti Konseyi, 20 Ocak 1937’de tekrar toplanmıştır. Bu toplantılar sırasında Türk ve Fransız temsilcileri, İngiltere Dışişleri Bakanı Anthony Eden’in de uzlaştırıcı yaklaşımı ile Sancak meselesi üzerinde ikili görüşmeler yapmışlardır. Türk-Fransız görüşmeleri sonunda 26 Ocak 1937’de, Sancak meselesi üzerinde bir prensip anlaşması sağlanabilmiştir. Anlaşmada varılan hususlar, 27 Ocak’ta Sandler raporu olarak adlandırılarak Milletler Cemiyeti Konseyi tarafından onaylanmıştır (Gönlübol-Sar 1987: 129).

27 Ocak 1937 tarihli Konsey toplantısında hazırlanan raporda; “Sancağın -ayrı bir varlık- olacağı, Sancak için bir anayasa ve statü hazırlanacağı, Sancağın içişlerinde bağımsız kalacağı; dışişlerinin Suriye Devletince yönetileceği, ancak Suriye’nin Milletler Cemiyeti Konseyinin iznini almadan Sancağın statüsüne zarar verici kararlar alamayacağı; Suriye ile Sancak arasında bir gümrük ve para birliği olacağı, ortak işler için özel memurlarla eşgüdüm sağlanacağı; Türkçe’nin resmi dil olacağı, ikinci bir dil için MC Konseyinin karar vereceği; gayri askeri olması, Sancak Statüsü ve Anayasasına uyulmasını Konsey adına denetlemek üzere Sancak’a Fransız uyruklu bir delege atanacağı gibi”, açıklamalara yer verilmiştir (BCA, Fon No: 30 10-Kutu No: 224- Dosya No: 510/12, s.3-4). Yine aynı raporda Fransa ile Türkiye’nin bir anlaşma yaparak, Sancağın toprak bütünlüğünü birlikte garanti altına almaları kararlaştırılmıştır.

Milletler Cemiyeti, Hatay Anayasası’nın hazırlanmasında da doğrudan etkili olmuştur. Sandler raporu çerçevesinde Milletler Cemiyeti Konseyi, 20 Şubat 1937’de yeniden toplanarak, Sancak Statü ve Anayasasını hazırlamak üzere beş üyeli bir “Uzmanlar Komitesi” kurulmasını kararlaştırmıştır. 25 Şubat’ta kurulan ve önce gözlemcilerle birlikte çalışmak üzere hemen Sancak’a giden bu Komitede Türkiye’yi Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Numan Menemencioğlu temsil etmiştir. Uzmanlar Komitesi Sancak’tan dönüşünde, Sandler raporu esasları çerçevesinde, Türkiye ve Fransa tarafından sunulan tasarıları da göz önüne alarak, “Sancak’ın Statüsü, Anayasa ve Sınırlarını” kapsayan ayrıntılı bir rapor hazırlamıştır (BCA, Fon No: 30 10-Kutu No: 224- Dosya No: 510- Sıra No:9). Komitenin, Türkiye ile Fransa’nın da görüşlerini alarak hazırladığı anayasa, Milletler Cemiyeti Konseyi tarafından Cenevre’de 29 Mayıs 1937’de kabul edilmiştir. Aynı gün, yine Cenevre’de Türkiye ile Fransa Dışişleri Bakanları arasında da Sancak’ın toprak bütünlüğünü ve Türkiye-Suriye sınırlarını güvence altına alan antlaşmalar imzalanmıştır. Böylece Sancak’ın “ayrı varlığı” hukuksal bakımdan kurulmuştur. Bu, Atatürk’ün ve Türk diplomasisinin zaferi olmuştur (Köni 1989: 538). Ayrıca İskenderun Sancağı bu antlaşma ile Atatürk’ün daha önce vermiş olduğu “Hatay” adını almıştır (Hatipoğlu 2002: 688).

Bahse konu Anayasada, yasama erkinin çeşitli topluluklara göre hazırlanacak iki dereceli bir seçim yolu ile 40 üyeden oluşan Meclis tarafından kullanılacağı, Meclisin yürütme erkinin başındaki Cumhurbaşkanını seçeceği; onun da Yürütme Konseyi (Hükümet) Başkanını atayacağı; bu Konseyin Başbakan ile birlikte 5 üyeden oluşacağı; yargı erkinin bağımsız olacağı; temel insan haklarının güvence altında bulunacağı; ayrıntıları ile ortaya konulmuştur (Soysal 1985: 90).

Türk-Fransız Antlaşması ve Milletler Cemiyeti Komisyonunun kararı Sancak meselesini tam olarak çözememiştir. Hatay’ın geleceği açısından beliren iyimser hava, bazı sorunlar nedeniyle uzun sürmemiştir. Bölgedeki Fransız temsilcilerinin uygulamaları ve Hatay’ın bağımsızlığını köstekleyici faaliyetleri, halk ile yönetimi karşı karşıya getirmiştir. Çok geçmeden Suriye’de Arap Milliyetçileri tarafından Fransızlara karşı yer yer gösteri ve başkaldırma olayları görülmüştür. Fransızlar da Hatay’daki diğer azınlıkları Türklere karşı kışkırtma yoluna gitmişlerdir. Türkiye Sancak’ta yeni rejimin derhal uygulanmasını istediği hâlde, Suriye’deki Arapların protesto ve isyan hareketleri ve Sancak’taki Fransız sömürge idaresinin Arapları kışkırtıcı davranışları 1937 yılının yaz aylarında yeni birtakım güçlüklerin çıkmasına neden olmuştur. 3 Haziran 1937’de Suriye Parlamentosu bu anlaşmaları bir bildiri ile protesto etmiş, Sancak’ın Suriye topraklarının bir parçası olduğunu açıklamıştır. Suriye halkı da Hatay’a bağımsızlık verilmesinden dolayı hükümeti tenkit etmiş ve Suriye’nin bazı şehirlerinde hükümet aleyhine gösteriler çıkmıştır (Tünay 1986: 543).

Hatay Anayasasının 29 Kasım 1937’de yürürlüğe girmesi ve bunu müteakiben seçimlerin yapılması gerekirken, bu şartlar içinde seçimler yapılamamıştır. Seçim sistemi meselesinde ise Türkiye ile Fransa arasında görüş ayrılığı çıkmıştır. Türkiye’de Fransa aleyhine kuvvetli bir eğilim belirmiş ve Türk-Fransız ilişkileri yeniden sıkıntılı bir sürece girmiştir. Ankara bu durum karşısında sert bir tutum izlemiştir. Türkiye, bir taraftan Fransa’yı uyarırken, diğer taraftan 24 Aralık 1937’de Milletler Cemiyeti Genel Sekreteri ile Konsey Başkanı’na itirazını duyurmuş ve Konsey’den Türk Hükümeti ile işbirliği yapılarak, Yönetmeliğin düzeltilmesini istemiştir (Soysal 1985: 92). Türkiye’nin itirazını dikkate alan Milletler Cemiyeti Konseyi 31 Ocak 1938’de seçim yönetmeliğinde gerekli düzenlemelerin yapılmasına karar vermiş ve Seçim Konseyi, 7 Mart 1938’de gerekli düzenlemeleri tamamlamıştır. Bu olumlu hava içinde Hatay’da 1938 Nisan ayında başlaması gereken seçimler, 3 Mayıs 1938 tarihinde Milletler Cemiyeti Seçim Komisyonun gözetimi altında başlamıştır.

Ancak Fransız idarecilerin yanı sıra tarafsız davranması gereken Milletler Cemiyeti Seçim Komisyonu’nun da Türkler aleyhine bazı uygulamalara girişmesi üzerine, Türk-Fransız ilişkileri tekrar gerginleşmiştir. Hatay’da yaşanan bu gelişmelere Türkiye’nin tepkisi bir hayli sert olmuştur. Atatürk Mayıs ayının ortasında çıktığı yurt gezisinde 20 Mayıs 1938’de Mersin’de, 24 Mayıs 1938’de Adana’da toplanan askeri birliklere saatlerce süren resmi geçit töreni yaptırarak, Türkiye’nin kararlılığını göstermiştir. Yine bu gerginlik sonucu Türkiye, 1937 Türk-Fransız Antlaşmasına dayanarak Hatay sınırına 30.000 kişilik askeri kuvvet yığmıştır (Sarınay 2010b: 432).

Fransa, gerek Türkiye’nin sert ve kararlı tutumu karşısında, gerek Avrupa’daki siyasi durumun iyice gerginleşmesi dolayısıyla Türkiye ile sıcak bir çatışmayı göze alamamış ve Hatay meselesinde Türkiye’ye karşı daha yumuşak bir tutum izlemiştir. 5 Haziran 1938’de Hatay Valisi olarak Abdurrahman Melek, atanmıştır (Akçora 2010:355). Bir gün sonra ise taraflı davranışlarıyla, Türklere karşı sert tutumu ile tanınan Fransız delege Roger Garreau görevden çekilmiş ve yerine Yarbay Collet getirilmiştir. Bunun üzerine ortalık bir nebze olsun yatışmıştır. Ancak 13-14 Haziran 1938 akşamı Hıristiyan mahallesinde bir Türk’ün öldürülmesi ile Hatay’da yeniden kargaşa dönemi başlamış, Türk Hükümeti Hatay’daki durumu 17 Haziran’da Fransız Hükümeti ve Milletler Cemiyeti nezdinde protesto etmiştir (Melek 1991: 49).

3.Hatay Devleti’nin Kurulma Süreci


Fransa Avrupa’da giderek tehlikeli bir durum alan konjonktürü de dikkate alarak Hatay konusunda uyuşmazlığa son vermek amacıyla Türkiye ile ikili görüşmelere razı olmuştur. Bu kapsamda Orgeneral Asım Gündüz başkanlığında bir heyet Antakya’ya giderek, 17 Haziran 1938’den itibaren Fransız askeri heyeti ile görüşmelere başlamıştır. İki taraf arasındaki görüşmeler, 3 Temmuz 1938’de Antakya’da Türkiye adına Orgeneral Asım Gündüz ile Fransa adına Tümgeneral Huntziger tarafından Türk- Fransız Askerî Antlaşması’nın imzalanması ile sonuçlanmıştır (BCA, Fon No: 30 10- Kutu No: 224- Dosya No: 510- Sıra No: 12). Bahse konu antlaşma ve 32 maddelik ek protokole göre, Hatay’ın toprak bütünlüğü ile siyasal statüsünün iki devlet tarafından korunması ve bu amaçla da her iki devletin Hatay’a 2500’er kişilik askerî kuvvet göndermesi, esas olarak kabul edilmiştir. Bu kapsamda Kurmay Albay Şükrü Kanatlı komutasındaki Türk kuvvetleri, 4 Temmuz 1938’den itibaren Hatay’a girmiştir (Melek 1991: 53-56). Bu olay, Hatay sorununda bir dönüm noktası olmuş, Hatay ve Türkiye’de büyük sevinç uyandırmış, Meclis seçimlerinin adil bir biçimde ve güven içinde yapılacağı inancını yaratmıştır.

Yine 4 Temmuz 1938 günü Paris’te başlayıp, Ankara’da devam eden görüşmeler sonucunda Ankara’da Türk Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile Fransa Büyükelçisi Henry Ponsot arasında “Türk-Fransız Dostluk Antlaşması” imzalanmıştır (BCA Fon No:30 10, Kutu No:224, Dosya No: 510/11). Bu antlaşma ile 29 Mayıs 1937 tarihinde kabul edilen İskenderun Sancağı Statüsü ve Anayasasının yürürlüğe girmesi ve Hatay’da Türklerin üstünlüğü Fransa tarafından kabul edilmiş, ancak meselenin Türkiye için toprak sorunu olmadığı teyit edilmiştir. Türkiye’nin feshettiği 1930 tarihli Dostluk Antlaşması’nın yerine geçmek üzere planlanan bu antlaşmaya göre; “tarafların, birbirleri aleyhine olan hiçbir politik veya ekonomik anlaşmaya ve birbirlerine yönelen herhangi bir ittifaka katılmamaları ve taraflardan biri, bir veya birkaç devlet tarafından saldırıya uğrarsa, diğerinin saldırganlara hiçbir şekilde yardım etmemesi,” öngörülmüştür (Sarınay 2010a: 437).

Paris’te çıkan “Populaire” gazetesinin 2 Temmuz 1938 tarihli haberinde Türkiye ile Fransa arasında imzalanan antlaşmalar hakkında; “Fransız-Türk dostluğunu idame ve takviye, bilhassa bugünkü vaziyet içinde mutlak bir gereklilik idi. Birkaç aydan beri ortaya çıkmışolan engelleri aşmak gerekiyordu. Bunda başarı sağlandı. Bu mühim bir neticedir. İngiltere son zamanlarda Ankara’da büyük bir faaliyette bulunmakta olduğundan Türk-Fransız Anlaşması Fransa-İngiltere işbirliğini takviye etmektedir,” yorumu yapılmıştır. Yine Paris’te çıkan “Soire” gazetesi 3 Temmuz 1938 tarihli haberi ile “Fransa ve Türkiye aralarındaki dostluk bağlarını takviye edip, yenilediler. Mr. Bonnet hasıl olan antlaşmayı imza için Ankara’ya gidecektir,” açıklamasını yapmıştır (Ayın Tarihi 1938: 103-104).

Türk-Fransız askeri ve siyasi antlaşmalarının imzalanmasından sonra iki hükümet, Hatay’da seçimlerin Türk-Fransız otoritelerinin ortak denetiminde tamamlanması ve işbirliğine devam edilmesi konularında anlaşmışlardır. Bunun üzerine Türkiye, seçim işlerini Fransız Yüksek Komiserinin Hatay’daki temsilcisi Yarbay Collet ile birlikte yürütmek üzere Cevat Açıkalın’ı olağanüstü temsilci olarak tayin etmiştir (Birsel-Duman 2013: 809). Bu kapsamda Cevat Açıkalın, Hatay’a giderek, 15 Temmuz 1938’de Fransız temsilcisi ile resmi görüşmelere başlamıştır. Bu Türk-Fransız yakınlaşmasından sonra seçim komisyonu 22 T emmuz 1938 tarihinde Hatay’da çalışmalarına yeniden başlamış, 24 Ağustos 1938’de Türk ve Fransız ordularının garantisi altında Hatay’da yapılan milletvekili seçimlerinde Türkler, 40 milletvekilliğinden 31’ini kazanmışlardır (Hatipoğlu 2002: 689). Seçimlerin ardından Meclis, 2 Eylül 1938 günü ilk toplantısını gerçekleştirmiş ve bütün milletvekilleri Türkçe yemin etmişlerdir.


Türk ve Fransız ordularının himayesi altında yapılan Millet Meclisi seçimleri sonunda 2 Eylül 1938’de Hatay Meclisi’nin açılması ile Atatürk’ün de adayı olan Tayfur Sökmen, Hatay Cumhurbaşkanlığına getirilirken, Dr. Abdurrahman Melek, Başbakanlık görevine atanmıştır. Abdülgani Türkmen de Meclis Başkanlığına getirilmiştir (Sarınay 2010: 442). 6 Eylül 1938’de güvenoyu alan hükümetin ilk kabine toplantısında “Hatay Anayasası” kabul edilmiştir. Devletin resmî adı ise “Hatay Devleti Cumhuriyeti”, yönetimşekli ise “Cumhuriyet” olarak belirlenmiştir. Yine aynı gün daha önce bizzat 1936 yılında Atatürk’ün çizdiği bayrak, al zemin üzerine beyaz ay ve ortası al bir yıldız kabul edildiği gibi “Türk İstiklal Marşı”, Hatay Devleti’nin de “Milli Marşı” olarak kabul edilmiştir (Akçora 2010: 359).

Hatay Devleti’nin kurulmasından sonra Türkiye’de yürürlükte olan kanunlar aynen kabul edilmek kaydıyla Türkiye ile Hatay arasında yakınlık sağlanmak istenmiştir. Bunun yanı sıra Halkevleri, Hatay’da faaliyetlerini hızlandırmış ve Hatay’ın anavatana ilhakı hususunda kamuoyu oluşturulmasına gayret edilmiştir. Bağımsız Hatay Devleti’nin kurulması ile Türkiye açısından Hatay konusu büyük oranda bir çözüme bağlanmıştır. Fransa’nın Suriye’ye bağımsızlık vadeden 1936 antlaşmasını askıya alması ile Hatay’ın geleceğinin Suriye’ye bağlı tutulması için hiçbir sebep kalmamıştır. Bu arada 4 Kasım 1938’den itibaren Hatay Devleti’nin sınırlarını tespit etmek maksadıyla kurulan Milletler Cemiyeti sınır komisyonu da çalışmalarına başlamıştır (Sökmen 1992: 116).

4.Hatay’ın Anavatana Katılması


1938 yılının en hüzün verici olayı, esaretten kurtardığı Hatay’ın anavatana katıldığını görmeden ayrılan Atatürk’ün ölümü olmuştur. Atatürk’ün ölümü, bütün dünyayı olduğu gibi Hatay halkını da sonsuz bir üzüntü ve eleme boğmuştur. Fakat bu çalışmaların devam etmesi ve Hatay’ın Anavatana bağlanması gayretini azaltmamıştır. Nitekim İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde de Hatay ile ilgili çalışmalar büyük bir hızla yürütülmüştür. Ancak bu dava aleyhinde çalışanlar propaganda faaliyetlerinden geri kalmamışlar ve Hatay davasının artık eskisi gibi hızlı yürütülemeyeceğini yaymak suretiyle morallerin bozulmasına çalışmışlardır. Suriye basını hoşa gitmeyen yazılar yazmaya başlamış, İskenderun’da İtalyan tebaasından olanlar da siyasi propaganda faaliyetlerini artırmışlar ve davanın zayıflaması için çaba harcamaya başlamışlardır. Bunlardan bir örnek verilecek olursa; 12 Mayıs 1939’da imzalanan Türk-İngiliz Deklarasyonu ve devam eden Türk-Fransız görüşmeleri hakkında Suriye’de çıkan İtalyan yanlısı El Vakit gazetesinin sahibi Tahir Bey’in verdiği beyanat şöyledir (BCA Fon No:30 10, Kutu No:224, Dosya No: 495/1); “Türk-İngiliz anlaşması tam değildir. Henüz tamamen de kesinleşmemiştir. Türklerin gayesi askeri malzeme almak üzere İngiltere’den 30 Milyonluk bir parayı elde etmektir. Türklerin Fransızlarla uyuşması ki bu mümkün değildir. Türkiye-Suriye sınır hattında 50 bin Ermeni ve 100 bin Kürt vardır ki, bunlar Fransızların en ziyade güvendikleri bir ihtiyat kuvvetidir. O yerler Türklere verilirse bu 150 bin kişi ne olacaktır? İşte bütün bunlardan dolayıdır ki, Türk-İngiliz Deklarasyonu sonuçsuz kalmaya mahkûmdur. Hele bir de harp ihtimalleri azalırsa hiçbir zaman Fransızlar ve İngilizler Türklere bu fedakârlıkları yapmazlar. Türkler, İngilizlerden para almak ve Suriye’den arazi ve menfaat kazanmak maksadı ile tarafsızlığı bırakıp, İngiltere grubuna dahil oldular. Fransa’nın ne haddine düşmüştür ki, Suriye’den bir karış toprağı Türkiye’ye versin. Bu arazi onun mülkü değil, Arap’ındır.

Türk ve Fransız Hükümetleri arasında Hatay üzerinde görüşmelerin devam ettiği sırada Avrupa’da uluslararası ilişkiler giderek gerginleşmeye, özellikle Almanya veİtalya’nın barışı tehdit eden tutumları belirginleşmeye başlamıştır. Bu dönemde Almanya’nın ilk aşamada Avrupa’daki Alman birliğini gerçekleştirdikten sonra, doğuya doğru genişlemek isteği iyice ortaya çıkmıştır. Buna karşı Fransa ve Sovyetler Birliği, “1935 Yardımlaşma Paktı” gereği ve korumak istedikleri küçük devletler ile işbirliği içinde, önlemler almaya çalışmışlardır. İngiltere ise hâlâ yatıştırma politikası izlediğinden, herhangi bir devletle savunma paktı yapmaktan kaçınmıştır. Aynı zamanda 1936 yılının Ekim ayından beri İtalya’nın Almanya ile oluşturduğu Berlin- Roma Mihverinin bir saldırıcı ittifaka dönüşmesini önlemek amacıyla İngiltere ve Fransa, İtalya ile iyi ilişkilerini sürdürmeye devam etmişlerdir. (Armaoğlu 2005: 350).

Jeopolitik ve stratejik konumu nedeniyle Türkiye, beklenen savaşta Almanya için olduğu kadar, Sovyetler Birliği ve Batılı Devletlerce de büyük önem arz etmiştir. Bu gergin durum karşısında Fransa, Ortadoğu’nun en güçlü devleti olan Türkiye ile ilişkilerini düzeltmek ihtiyacını duymuştur. Nitekim Avrupa’da bulutların kararmaya başladığı bu dönemde, Türkiye ile Batılı devletler arasında bir ittifak antlaşması yapılması yönünde ilk girişim Fransa’dan gelmiştir. Bahse konu girişim, 1938 Eylül ayında Fransa Dışişleri Bakanının Türkiye’nin Paris Büyükelçisi Suat Davaz’a verdiği yazılı bir öneri biçiminde gerçekleştirilmiştir. Öneride, taraflardan biri savaşa girdiğinde, diğer tarafın ona anlayış gösteren bir tarafsızlık gütmesi, gerektiğinde istişarelerde bulunulması, tarafların ülkeleri üzerinde birbirine karşı düşmanca öğütler kurmasının engellenmesi (Türkiye-Suriye açısından) öngörülmüştür. Bunu takiben Fransa’nın ittifak önerisi aynı yılın Ekim ve Kasım aylarında da devam etmiştir (NA, FO 371/ 21929/E- 6532; Soysal, 1982: 372).

Fransız Hükümeti daha 1938 Dostluk Antlaşması hazırlanırken Türkiye ile olanaklar ölçüsünde geniş yükümlülükler içine girilmesini istemiş, Doğu Akdeniz ve Balkanlarda bir dayanışma aramıştır. Fransa Büyükelçisi Suat Davaz, Fransız önerisi üzerine Ankara’ya gelmiş ve bunu Türk Hükümeti’ne sunmuştur. Türk Hükümeti ise, Hatay’a ilişkin isteklerini kabul ettirmeden Fransa ile daha ileri yükümlülükler altına girmek istememiştir. Türkiye, Fransa’nın sıkışık durumunu anlamış, bunu ulusal çıkarları doğrultusunda kullanmak istemiştir. O nedenle, Türkiye 4 Temmuz 1938’de imzalanan Dostluk Antlaşmasını bile onaylamamış, Fransa ile gerçek bir ittifakı da ancak Hatay’ın Türkiye’ye bırakılması karşılığında kabul edeceğini bildirmiştir. Fransa, Hatay’ın Türkiye’ye bağlanması istemine hemen olumlu bir tepki göstermemiştir. Onun bu duraksaması, 1939 bahar ayına dek süreceğinden Türk-Fransız görüşmeleri bu aşamada pek bir ilerleme kaydetmemiştir. Ancak 1939 baharında Avrupa’da tehlikeler büsbütün artınca, Hatay için, İngilizlerin de az çok teşvikiyle, bir anlaşma yolu açılmıştır (Soysal 1981: 373).

Diğer taraftan Hatay Devleti bir yıl kadar bağımsız kalmıştır. Bu süre içerisinde Türkiye ile bu devlet arasında gayet yakın temas ve işbirliği sağlanmıştır. Hatay Meclisi 1939 Ocak ayında Türk Medeni Kanunu ile Türk Ceza Kanununu kabul etmiştir. Bunun yanında Hatay yöneticileri devamlı olarak Türkiye’ye katılmak arzusunda bulunduklarını dile getirmişlerdir. Türkiye de bu isteği olumlu karşılamıştır. Ancak 29 Mayıs 1937 Antlaşması ile Hatay, Türkiye ile Fransa’nın ortak garantisi altında bulunduğundan Hataylıların anavatana katılma istekleri iki devlet arasında yeniden problem olmuştur.

7 Nisan 1939’da İtalya’nın Arnavutluk’u işgal etmesi, İngiltere gibi Fransa’yı da Türkiye ile biran önce anlaşmaya iten bir olgu olmuştur. 1 Mayıs 1939’da Fransa’nın Yakındoğu Kuvvetleri Komutanı General Weygand’ın Ankara’ya gelip, Doğu Akdeniz ve Balkanların savunulması konusunda görüşmelerde bulunması, işlerin ciddi bir aşamaya ulaştığını göstermesi açısından önem arz etmektedir. General Weygand Paris’e döndüğünde, Türkiye ile bir an önce anlaşmak gerektiğini Fransız Hükümetine bildirmiştir. Bu esnada, 1939 Nisan ayı ortalarında Ankara’da Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu ile İngiltere Büyükelçisi arasında başlayan Türk-İngiliz İttifakı görüşmeleri hızla ilerlemeye başlamıştır. Türkiye, Hatay sorunu üzerinde bir anlaşma olmadıkça, Fransa’nın bu görüşmelere katılmasını istememiştir. Ancak aynı zamanda özellikleİngiltere tarafından, görüşmelerden Fransa’ya da bilgi verilmiştir (Sosyal 1985: 101).Yine İngiltere yaklaşan savaş nedeniyle Fransa'ya telkinde bulunarak, Hatay'ı Türkiye'ye bırakmasını önermiştir. Özellikle de İngiltere'nin Balkanlar ve Doğu Akdeniz bölgesinin savunması bakımından yaşamsal önemi olan Türkiye ile, Üçlü ittifak yolu üzerinde, 12 Mayıs 1939'da bir deklarasyon yayınlanmasından sonra, Fransa da bir an önce Türkiye ile anlaşma gereksinimini duymuştur. Fransa bu deklarasyonu benimsemiş bulunduğundan, artık Fransa Hükümeti, Hatay konusunda Türkiye’nin kabul etmeyeceği hemen hemen tüm önerilerinden vazgeçmiştir (Atabey 2014: 70).

İngiltere’nin de ısrarı ile Fransa, Hatay sorununun Türkiye’nin istediği gibi çözümüne razı olmuştur. Bunun üzerine, Türk-Fransız görüşmeleri 17 Haziran 1939’da başlamış ve altı gün kadar sürmüştür (NA, FO.371/23295). Hatay için görüşmeler, Ankara’da Büyükelçi Massigli ile Dışişleri Bakanı Saraçoğlu ve Genel Sekreter Menemencioğlu arasında sonuçlandırılmıştır. Bu kapsamda 23 Haziran 1939’da Ankara’da “Türkiye ile Suriye arasında toprak sorunlarının kesinlikle çözümüne ilişkin Antlaşma”nın imzalanması ile Fransa Hatay’ın Türkiye’ye katılmasını kabul ederken, buna karşılık Türkiye de Suriye’nin bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygı göstermeyi taahhüt etmiştir. Paris’te de Fransa Dışişleri Bakanı M.Bonnet ile Türkiye Büyükelçisi Suat Davaz arasında Türk-Fransız Ortak Deklarasyonu imzalanmıştır (NA,FO.371/21929/E-4552/1142/44; Ayın Tarihi 1939: 89). Türkiye ile Fransa arasında imzalanan deklarasyon, Türkiye-İngiltere deklarasyonunda yer alan hükümlerin aynının Fransa’ya uyarlanmış şeklini kapsamıştır.1 Bu suretle, Türk-Fransız Deklarasyonunun imzalanması ile kesin ittifak antlaşması için yürütülen Türkiye ve İngiltere arasındaki görüşmelere, Temmuz ayından itibaren Fransa da katılmıştır (Atabey 2014: 72). Türk- Fransız Deklarasyonu, 19 Ekim 1939 tarihinde Ankara’da imzalanacak olan Üçlü İttifak Antlaşması’nın görüşmelerine başlangıç teşkil etmiştir. Diğer taraftan Hatay Meclisi 29 Haziran 1939’daki son toplantısında oybirliği ile Türkiye’ye bağlanma kararı almış, Türkiye de 7 Temmuz 1939 günü bir yasa ile Hatay ilini kurup bağlanma işlemini kesinleştirmiştir. Bu arada 23 Temmuz 1939 Fransız kuvvetleri Hatay’ı terk etmişlerdir (Hatipoğlu 2002:689). Antlaşma, Paris’te onay belgelerinin verildiği 24 Temmuz 1939’da yürürlüğe girmiştir.

Fransa ile imzalanan iki antlaşmada gerek Türkiye’de, gerekse Fransa’da büyük bir memnuniyetle karşılanmıştır. Konu ile ilgili olarak 25 Haziran 1939 tarihli “Son Posta” gazetesinin haberi şöyledir (Son Posta, 25 Haziran 1939; Ayın Tarihi 1939: 99); “Önceki gün Büyük Millet Meclisinde, Fransa ile Türkiye ilişkilerini yepyeni bir döneme sokan iki önemli hadise gerçekleşmiştir. Bunlardan biri Hatay’ın Türkiye’ye kesin surette teslimini ifade eden bir anlaşmanın imzası, diğeri de iki ülke arasında karşılıklı bir yardım paktı yapılmasına dair beyanattır. Birinci hadise, iki ülke arasında on yedi seneden beri muallâkta kalmış ve iki seneden fazla bir zaman zarfında muhtelif safhalardan geçtikten sonra uzun görüşmelere mevzu olmuş bir meselenin nihayet kesin surette çözülmüş olmasından ibarettir. Millet Meclisi bu haberi büyük bir memnuniyetle karşılamıştır. Milli Türkiye’nin uzun bir zamandan beri neticelenmesini beklediği bir işin tamamlanmış olması, bu memnuniyetin esasını teşkil eder. Yakın bir zamanda Hatay’ın gerek fiilen ve gerek hukuken ana vatana katılması tamamen gerçekleştirilmiş olacak ve bununla Türkiye ile Fransa arasında geçmişten beri süregelen bir anlaşmazlık konusu teşkil etmiş olan yegâne mesele de tarihe karışmış bulunacaktır. Bu hadise bizi iki türlü mutlu eder. Biri, Hatay’ın anavatana kavuşması, diğeri de Türkiye ile Fransa arasında artık anlaşmazlık konusu kalmamış olması. Her ikisi de her iki taraftan memnuniyetle karşılanacak hadiselerdir.”

Sonuç


Deklarasyon metni aşağıda verildiği gibidir;


1. Türkiye ve Fransa Hükümetleri, birbirleriyle sıkı istişarelerde bulunmuşlardır. Aralarında geçen ve bugün de sürdürülmekte olan görüşmeler, her zaman olduğu üzere, görüş birliğini ortaya koymuştur.

2. İki Devletin, kendi ulusal güvenlikleri yararına olarak, karşılıklı taahhütleri içerecek uzun süreli kesin bir antlaşma imzalamaları kararlaştırılmıştır.

3. Bu kesin antlaşmanın yapılmasına değin, Türkiye Hükümeti ve Fransa Hükümeti, ortaya çıkacak bir saldırı eyleminin Akdeniz bölgesinde bir savaşa neden olması durumunda birbirleriyle edimsel biçimde işbirliği yapmaya ve ellerinden gelen tüm yardım ve desteği (aide et assistance) birbirlerine göstermeye hazır bulunduklarını açıklamışlardır.

4. Gerek bu deklarasyon ve gerekse öngörülen antlaşma hiçbir ülkeye karşı yöneltilmiş olmayıp, gerektiğinde Türkiye'ye ve Fransa 'ya karşılıklı bir yardım ve destek sağlamayı amaçlamaktadır. 

5. Kesin antlaşmanın yapılmasından önce, karşılıklı yükümlerin işlerlik kazanmasını gerektirecek koşulların daha açık biçimde belirlenmesi ve kimi sorunların daha derin bir inceleme gerektirdiği her iki hükümetçe kabul edilmektedir. Bu inceleme şu sırada sürdürülmektedir.

6. İki Hükümet, Balkanlarda güvenliğin sağlanması gereğini de kabul ederler ve bu amaca en kısa zamanda ulaşmak üzere görüşmelerde bulunmaktadırlar.

7. Şurası da kararlaştırılmıştır ki, yukarıda açıklanan hükümler, iki hükümetten her birinin, barışın güçlendirilmesindeki genel yararın gereği olarak, başka hükümetlerle anlaşmalar bağıtlamasını engellemez.”

Deklarasyon metni için bkz, TBMM Zabıt Ceridesi, Dönem 6,C.3, Otuzuncu Oturum, (23.6.1939), s.317-318.

Hatay sorunu, Türk-Fransız ilişkileri bakımından olduğu gibi Atatürk dönemi Türkiye’nin dış politikası ile ilgili olayların en önemlilerinden birini teşkil etmiştir. Hatay, Misak-ı Milli Sınırları içinde kabul edilmesine rağmen, Milli Mücadele döneminin olağanüstü şartları içinde Fransa ile savaşın durdurulması pahasına 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Antlaşması ile milli sınırlar dışında bırakılmak zorunda kalınmıştır. Ancak, Türkler için “özel rejim” uygulanması ile bir hükmün Ankara Antlaşması’na konulması, ileride Türkiye’nin elinde bir tutanak olmuştur (TBMM Zabıt Ceridesi, 23.6.1939:317-318). Türkiye, bağımsızlığına kavuştuktan sonra, Hatay meselesini ön plana çıkarmak için iç ve dış sorunların halledilmesini beklemiştir. Nitekim Türkiye, İkinci Dünya Savaşı öncesi uluslararası siyasal konjonktürü ustaca değerlendirerek, bu milli meseleyi tekrar gündeme getirmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, 20 Temmuz 1936’da Montreux Boğazlar Sözleşmesinin imzalanmasından sonra Lozan’dan geriye kalan son mesele olan Hatay (İskenderun Sancağı) meselesine yönelmiştir. Zira bu dönemde Avrupa’daki gelişmeler de Hatay sorununun çözümü konusunda Türkiye için uygun bir siyasi ortam hazırlamıştır. Milletler Cemiyeti çerçevesinde imzalanan Antlaşma ile Statü ve Anayasa’nın uygulanmasında Fransa’nın çıkardığı güçlüklere rağmen, Hatay davasını bizzat yönlendiren Atatürk; Türkiye’nin barışçı ve hukuka saygılı görünümünü bozmadan süreci aşama aşama yürütmeye özen göstermiştir. Hatay Devleti’nin kurulmasından sonra yapılan düzenlemelerle Fransa ve Suriye’nin etkisinden kurtarılan Hatay, Türkiye ile bütünleşmenin eşiğine getirilmiştir. Bu dönemde bölge Türkleri de sürekli olarak Türk devlet adamlarının dikkatini Hatay’a yöneltici çabalar içerisinde olmuşlardır. Bu haliyle bir yıla yakın varlığını sürdüren Hatay Devleti, 23 Haziran 1939 tarihinde hukuken ortadan kalkmış, Türkiye’nin bir vilayeti hâline gelmiştir.

Türkiye’nin kararlı tavrı ve Avrupa konjonktüründeki hızlı değişmeler, Fransa’yı Türk haklarını teslime mecbur bırakmıştır.1939 Mart ayından itibaren Avrupa’da olayların savaşa doğru bir yön alması ve İngiltere’nin, Hatay sorununun çözümünde Türkiye ile Fransa’nın uzlaşmasındaki yoğun çabaları sonucu Fransa, Türkiye’nin ve Hataylıların isteklerini kabul etmek zorunda kalmıştır.




KAYNAKLAR

AKÇORA, Ergünöz, (2010), “Hatay’ın Anavatan’a İlhakının Türk Dış Politikasındaki Yeri”, Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası (Makaleler), Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, 335-362.
ARMAOĞLU, Fahir, (2005), 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1995), Ankara: Alkım Yayınevi.
ATABEY, Figen, (2014), 1939 Türk-İngiliz-Fransız İttifakı, İstanbul: IQ Yayınları.Ayın Tarihi, Nu.56, Temmuz 1938.
Ayın Tarihi, Nu:58, Eylül 1938.
Ayın Tarihi, Nu:67, Haziran 1939.
Ayın Tarihi, Nu:71, Ekim 1939.
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA),
Fon No:30 10, Kutu No:224, Dosya No: 510, Sıra No:11-12-19.
Fon No:30 10, Kutu No:224, Dosya No: 495, Sıra No:1.
BAYUR, Hikmet, (1995), Türkiye Devleti'nin Dış Siyasası, Ankara: TTK Basımevi. BİRSEL H. ve Ö. O.DUMAN, (2013), “Fransa’nın Suriye Mandater Yönetimi Müfettişlerinden Pierre Bazantay Gözüyle Yakındoğu’da Bir Milliyetçi Çatışma Alanı:İskenderun Sancağı (1934-1939)”, Turkish Studies, 8/9,799-817.
DEMİR, Şerif, (2011), “Dünden Bugüne Türkiye’nin Suriye ve Ortadoğu Politikası”,Turkish Studies- 6/3, 691-713.
GÖNLÜBOL M. ve C.SAR, (1987), Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1973), Ankara: A.Ü.Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No.558.
HATİPOĞLU, Süleyman, (2002), Hatay’ın Türkiye’ye Katılması, Türkler, 16, 685-689. JIVKOVA, Ludmila, (1978), İngiliz-Türk İlişkileri (1933-1939), (Çeviren F.Muharrem- F.Erdinç), İstanbul, Habora Kitabevi.
KÖNİ, Hasan, (1989), “Hatay Sorununa Yeni Bir Bakış”, Atatürk Yolu, 4, 535-539. MELEK, Abdurrahman, (1991), Hatay Nasıl Kurtuldu, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayını.
National Archives (NA) Londra, FO.371/21929/E-6532. FO.371/21929/E-4552/1142/44.
FO.371/23300/E-5708.
FO.371/23300/5474.
ORAN, Baskın, (2001), Türk Dış Politikası (1919-1980), İstanbul: İletişim Yayıncılık. SARINAY, Yusuf, (2010a), “Atatürk’ün Hatay Politikası-I (1936-1938)”, AtatürkDönemi Türk Dış Politikası (Makaleler), Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, 365-431.
SARINAY, Yusuf, (2010b), “Atatürk’ün Hatay Politikası-II (1938-1939)”, AtatürkDönemi Türk Dış Politikası (Makaleler), Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, 432-454.
SOYSAL, İsmail, (1981), “1939 Türk-İngiliz-Fransız İttifakı”, Belleten, 182, 367-415. SOYSAL, İsmail, (1985), “Hatay Sorunu ve Türk-Fransız İlişkileri (1936-1939)”,Belleten, 193,79-110.
SOYSAL, İsmail, (2000), Türkiye'nin Siyasal Antlaşmaları: (1920-1945), I, Ankara: TTK Basımevi.
SÖKMEN, Tayfur, (1992), Hatay’ın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar, Ankara: TTK Basımevi.
ŞAHİN, Burhan, (2008), “Türk Dış Politikasında Hatay Meselesi (1936-1939)”,Kastamonu Eğitim Dergisi, 16, 2, 607-614.
TÜNAY, Bekir, (1986), “Atatürk ve Hatay”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, 5, 449- 461.
TOPAL, Çoşkun, (2009), “Sancak (Hatay) Sorunu ve İkinci Dünya Savaşı Öncesi Süreçte Arap Kamuoyundaki Etkileri”, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2, 1- 16.
UMAR, Ömer Osman, (2004), Osmanlı Yönetimi ve Fransız Manda İdaresi Altında Suriye (1908-1938), Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi.



AVRASYA Uluslararası Araştırmalar Dergisi 
Cilt:4, Sayı:7, Temmuz 2015, Türkiye

Yorum Gönder

0 Yorumlar