T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KLİNİK PSİKOLOJİ ANABİLİM DALI
BAĞLANMA, ANKSİYETE VE BİLGİ İŞLEME
Ece Varlık Özsoy
Doktora Tezi
Pof. Dr. Nesrin Hisli Şahin
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Nesrin Hisli Şahin
Prof. Dr. Ayşegül Durak Batıgün
Prof. Dr. İhsan Dağ
Doç. Dr. Banu Yılmaz
Doç. Dr. Sait Uluç
Doç. Dr. Cem OktayGüzeller
Doç. Dr. Okan Cem Çırakoğlu
Öğr. Gör. Leman Korkmaz
Yard. Doç. Dr. Nilay Pekel Uludağlı
Prof. Dr. Mimar Türkkahraman
Prof. Dr. Demet Erol
Yard. Doç. Dr. Gülfem Çakır
Doç. Dr. Sabahat Burak
Yard. Doç. Dr. Evrim Gülbetekin
Öğr. Gör. Seval Apaydın
Ankara, 2015
GİRİŞ
Bağlanma, psikoloji alanında uzun süredir üzerinde çalışılan ve çeşitli açılardan incelenen bir kavramdır. Bütün bu çalışmaların temelinde, insanın bebekken kendisine bakım verenle olan ilişkilerinin, diğer deyişle bağlanma tarzının,o kişinin dünyaya, diğerlerine ve kendine yönelik şemalarının oluşmasında belirleyici olacağı, söz konusu bu şemaların da kişinin dünyayı, diğerlerini ve kendini algılayışını belirleyeceği görüşü vardır. Kişinin dünyayı, diğerlerini ve kendini algılayışı ise onun ne tür davranışlar içine gireceğini belirleyebilecektir.
İnsanların çevreyle etkileşimlerinde, ihtiyaçlarını gidermeye yönelik davranışlar içine girip girmemeleri de onların yaşadığı duygularla, stresle, psikolojiksorunlarla ilişkili olabilir. Bu konuda yapılan araştırmalar, işlevsel olmayan düzeylerde anksiyete, depresyon, öfke gibi duygular yaşayanların ya da çeşitli psikolojik bozuklukları olan kişilerin, bakım verenleriyle güvensiz bir bağlanma içinde olduklarına işaret etmektedir.
Bilgi işleme ise, insanın ihtiyaçlarını gidermeye çalışırken çevresel ve içsel bilgileri nasıl işlediği ve kullandığını, bu işlemlerle ilgili mekanizmaların neler olduğunun açıklanmaya çalışıldığı bir alandır. Bilgi işleme yaklaşımında birey, bir bilgi işleme sistemi olarak ele alınır. Bilgi işleme sistemi bilginin seçilmesi, iletilmesi, kodlanması (encoding), depolanması, geri-çağırılması (retrieval), karar verilmesi ve davranışın oluşturulması işlevlerini kapsar. Kısaca belirtmek gerekirse, bilgi işleme yaklaşımı, bilginin nasıl işlendiğini ve ilgili mekanizmaların niteliğini ele alarak, insanın davranışlarını anlamaya çalışan, geniş bir bakış açısıdır. Bilgi işleme süreçlerinde anksiyete, yaşandığı miktara göre, süreci kolaylaştıran ya da bozan bir duygu olabilir. Yüksek düzeyde anksiyetenin ise güvensiz bağlanmayla ilişkili olduğuna yönelik çeşitli çalışmalar mevcuttur.
Bu noktadan hareketle bu çalışmada temel amaç, bağlanma, anksiyete ve bilgi işleme arasındaki ilişkilerin, anksiyete düzeylerine göre nasıl değiştiğinin incelenmesidir. Temelde, yeni doğanın ebeveynine karşı geliştirdiği bağlanma biçiminin, kişinin yaşadığı stresi ve dolayısıyla bilgi işleme süreçlerini de etkileyebileceği varsayımından yola çıkılarak, anksiyete ve bağlanma tarzlarının bilgi işlemede yordayıcı bir rol oynaması beklenmektedir. Bu çalışmanın gerçekleştirilebilmesi için kişilerin bağlanma tarzlarını ölçebilmek amacıyla bir de kültürümüze özgü bir bağlanma ölçeği geliştirilmesi hedeflenmiştir.
Bu çalışma iki aşamalı bir süreci içermektedir. İlk aşamada araştırmada kullanılacak olan Bağlanma Temelli Zihinsel Temsiller Ölçeği geliştirilmiş; ikinci aşamada, geliştirilen bu ölçek kullanılarak, araştırma sorusu olan anksiyete vebağlanma tarzlarının bilgi işleme süreçleriyle ilişkili olup olmadığına yanıt bulunmaya çalışılmıştır. Söz konusu aşamalar birbirinden bağımsız olan iki çalışmayı içerdiğinden, “ölçek geliştirme çalışması” ve “temel çalışma” olarak ayrı iki başlık altında sunulacaktır. Her iki bölümde de yöntem, örneklemler, kullanılan araçlar ve bulgular birbirinden bağımsız olarak sunulacaktır. Birinci Bölüm’de “bağlanma” konusuyla ilgili yazındaki bilgilere ayrıntılı olarak yer verilecektir.Bunun nedeni, “bağlanma”nın hem ölçek geliştirme çalışması, hem de temel çalışma açısından ortak konu oluşudur. Daha sonra ölçek geliştirme çalışması aktarılacaktır. Üçüncü bölümde de anksiyetede bağlanma ve bilgi işleme arasındaki ilişkinin incelendiği temel çalışma ele alınacaktır.
BÖLÜM 1
Bu bölümde sırasıyla, bağlanma ile ilgili kavramsal temel, bağlanma modelleri, yurt dışında ve ülkemizde bebeklik, çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik dönemlerinde bağlanma süreci ile ilgili yapılan çalışmalar, bağlanmada annenin ve babanın rolü, bağlanmanın psikopatoloji ile ilişkisi, bağlanmada bilgi işleme ile bağlanmanın ölçülmesi (çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik olmak üzere) konuları ayrı ayrı ele alınacaktır.
1.1. Bağlanma
Bağlanma, birçok kaynakta, çocuk ile bakım veren arasında gelişen, çocuğun bakım verenle yakınlık arayışı ile kendini gösteren, özellikle stres durumlarında belirginleşen, tutarlılığı ve sürekliliği olan duygusal bir bağ olarak tanımlanmaktadır (Thompson, 2002; Kesebir, Özdoğan Kavzoğlu ve Üstündağ, 2011). Bu olgu, sadeceinsanlarda değil tüm memeli hayvanlarda da görülür. Biyolojik temeli olduğu ifade edilmekte; beyinde özellikle limbik sistem tarafından yönetildiği düşünülmektedir (Siegel, 2012). Bağlanmanın doğum, hatta doğum öncesi dönem ile başladığı; yalnızca çocukluk ile sınırlı olmayıp yaşam boyunca sürmekte olduğu bilinmektedir. Ancak bağlanma sürerken, doğası ve ifade ediliş şekli değişmektedir. İlk temel ilişkiolan anne çocuk ilişkisi, sonraki yaşam dönemlerindeki bağlanmalar için bir rol model oluşturmaktadır.
Bağlanma konusundaki ilk araştırmaları hayvan gözlem ve deneyleri ile John Bowlby ve çalışma arkadaşları yapmıştır. Bowlby’e (1969, 1973) göre, insanlar ilk doğdukları andan itibaren, kendileriyle düzenli olarak etkileşime giren kişilere ya da birincil bakım verenlerine karşı bir bağlılık geliştirirler ve bu bağlanma, hayat boyu devam eder. Bağlanma, bebeklerle anne-babaları ya da bakım verenleri arasında kurulan, duygusal olarak olumlu, yardım edici ve geliştirici bir ilişkinin varlığını ifade eder. Bakım veren ve bebek arasındaki bu ilişki eğer, bebeğin kendini güvende hissetmesi, ihtiyaçlarının giderilmesi, duygusal yakınlık görme beklentilerinin karşılanması gibi olumlu sonuçlarla devam ederse, bebek kendini sevilmeye ve onaylanmaya layık görecek ve böylelikle önemli olduğunu hissederek, diğerlerini ve dünyayı da güvenilir ve olumlu bir yer olarak algılayacaktır.
Bowlby’nin bağlanma kuramı, bebek ve çocukların birincil bakıcılarından belli bir süre ayrı kaldıklarında (temel beslenme ve sağlıkla ilgili her türlü gereksinimleri karşılansa dahi) sergiledikleri duygusal tepkilerin gözlenmesiyle ortaya çıkmıştır. Bowlby (1969, 1973), kuramında birincil bakım verenler ile bebekler arasındaki bağların nasıl güçlü bir şekilde geliştiğini ve bakım verenlerin yokluğunda duygusal olarak nasıl stres yaşadıklarını ve bu kişilerden nasıl güçlükle koptuklarını açıklamıştır.
Bowlby (1969, 1973), bebek ve bakım veren arasında güven duygusuyla birlikte oluşan güvenli üssün (secure base), kişinin kendisi ve diğerleri hakkında olumlu şemalar geliştirebilmesi için temel bir yapı oluşturduğunu ileri sürerek, busırada oluşturulan modelleri de “içsel çalışan modeller” (internal working models) ya da “zihinsel temsiller” (mental representations) olarak adlandırmıştır. Dünyaya ilişkin zihinsel temsillerin kilit noktasını bağlanma figürünün kim olduğu, nerede bulunabileceği ve nasıl tepki vereceğine dair beklentiler oluşturmaktayken, kendiliğe dair zihinsel temsillerin kilit noktasını ise bağlanma figürünün gözünden kişinin kendisinin kabul edilebilir olarak algılanıp algılanmadığına dair inançları oluşturmaktadır. Kendilik hakkındaki içselleştirilmiş temsiller, devamlılığı olan, gerçekçi ve olumlu bir kimlik duygusunun edinilmesinde önemliyken, diğerleri hakkındaki temsiller ise devamlılığı olan ve haz verici kişiler arası ilişkilerin kurulabilmesinde kritik bir öneme sahiptir (Diehl, Elnick, Bourbeau, Labouvie-Vief,1998). Bununla bağlantılı olarak, bağlanma kuramı çerçevesinde bağlanma figürleri ile şekillenen temsillerin, yetişkin dönemdeki kişilerarası ilişkiler için birer prototip (şema) oluşturduğu düşünülmektedir (Tolan, 2002).
1.2. Çocuklukta Bağlanma
Ainsworth, Bleher, Waters ve Wall (1978) yaptıkları bir çalışmada, Bowlby’nin bağlanma kuramını temel alarak, erken yaştaki çocukları, annelerinden ayrılma ve yeniden birleşme durumlarındaki duygusal tepkilerine göre farklı bağlanma stilleri içinde sınıflandırmışlardır. “Yabancı Ortam” uygulaması (deneyi) olarak bilinen yöntemle, anne ve çocuk arasındaki bağlanmayı; güvenli (secure), kaygılı/ kararsız (anxious-ambivalent) ve kaçınmacı (avoidant) olmak üzere üç temel kategoride ele almışlardır. Annesine/bakım verene güvenli bağlanmış olarak sınıflandırılan çocuklar, annelerinden ayrıldıklarında, huzursuzluk yaşasalar da anne geri döndükten sonra kolayca sakinleşebilmekte ve bir süre sonra rahatlıkla çevreyi keşfetme davranışlarını sürdürmektedirler. Annesine kaygılı-kararsız bağlanmış olarak sınıflandırılan çocuklar, annelerinden ayrıldıklarında yoğun bir kaygı ve gerilim yaşamakta ve çevresindekilerle iletişim kurmayı reddetmektedirler. Bedenleri de yoğun bir stres tepkisi içindedir. Çevreyi keşfetme konusunda pek istekli değildirler. Kaçınmacı bağlanma biçimi ile annelerine bağlanan çocuklar ise, annelerinden ayrıldıklarında çok fazla etkilenmiyor gibi görünmekte, anneleri geri döndüğünde de ona çok az ilgi göstermektedirler. Bu bebeklerin fizyolojileri incelendiğinde ise kaygılı bağlanma gösteren bebeklerinki gibi stres tepkisi içinde oldukları gözlenmektedir. Başkalarıyla etkileşim ya da yakınlık kurmaktan kaçınmaktadırlar.
Son zamanlarda yapılan araştırmalar bebeklerin davranışlarından bir kısmının, Ainswoth’un bu klasik sınıflamaları ile yeterince açıklanamadığını ortaya koymuştur. Bu davranışlar bir küme altında toplandığında yeni bir bağlanma tarzından söz edilmiştir. Kararsız (ambivalan) ve stereo-tipik davranışları nedeniylebu gruptaki bebeklerin bağlanma tarzı, “sınıflandırılamayan” ya da “dezorganize” olarak tanımlanmıştır. Bu bebekler önce annelerini ararlar daha sonra da anneden kaçınırlar. Annelerinin tipik olarak uygunsuz ve ürküten tutumları nedeniyle, güven konusunda sorun yaşadıkları düşünülmektedir (Main ve Solomon, 1990).
Bowlby (1973) ve Ainsworth (1989), bağlanma biçimlerinin, erken yaşlarda ebeveyn etkileşimi ile şekillendiğini belirterek, sonraki yıllarda yakın ilişkilerdeki iletişimi, beklentileri, inançları, ihtiyaçları, duygu düzenleme stratejilerini ve diğersosyal davranışları etkilediğini öne sürmektedirler. Buradan yola çıkılarak bağlanmanın yalnızca çocukluk ile sınırlı olmayıp, yaşam boyunca sürdüğüne dikkat çekilmiştir. İlk temel ilişki olan anne çocuk ilişkisi, sonraki yaşam dönemlerindeki bağlanmalar için örnek oluşturmaktadır.
Bağlanma ile ilgili çalışmalar daha önceleri bebekler, çocuklar ve ergenler üzerine odaklanmışken, son yıllarda özellikle yetişkinlikteki bağlanma biçimlerine de odaklanmaya başlamıştır (Mikulincer, 1998; Strodl ve Noller, 2003).
1.3. Yetişkinlikte Bağlanma
1.3.1. Hazan ve Shaver’ın Yetişkin Bağlanma Modeli
Hazan ve Shaver (1987), Ainsworth’un ortaya koymuş olduğu üçlü bağlanma biçiminin, yetişkin yaşamında, yakın ya da romantik olarak nitelendirilebilecek ilişkilerde de gözlendiği yönünde çalışmalar yapmışlardır. Araştırmacılar, yetişkinlikte yaşanan bağlanmanın, bebek ve ebeveyn arasındaki bağlanmadan farklılaştığını savunmakla birlikte, güvenli, kaygılı-kararsız ve kaygılı-kaçınan bağlanma biçimlerinin yetişkinlikte de ortaya çıktığını öne sürmüşlerdir.
Bu sınıflandırmaya göre, güvenli bağlanma biçimine sahip yetişkinler, kendine güvenen, sosyal açıdan daha girişken, yakın ilişkiler kurmaktan rahatsızlık duymayan bireyler olarak tanımlanmaktadır. Kaygılı- kararsız bağlanma biçimine sahip bireyler ise kendilerine güvenmeyen, reddedilmek ve terk edilmekten korkankişiler olarak nitelendirilmektedir. Kaygılı–kaçınan yetişkinlerin ise yakın ilişkilerden kaçındıkları, kendilerini açmaktan rahatsız oldukları ve sosyal bakımdan ketlenmiş oldukları görülmektedir (Cooper, Shaver ve Colins, 1998).
1.3.2. Bartholomew ve Horowitz’in Dörtlü Bağlanma Modeli
Sonraki çalışmalarda Bartholomew ve Horowitz (1991), yetişkinlerdeki bağlanma stillerini katı kategorilerle açıklamak yerine, Bowlby’nin iki zihinsel temsili çerçevesinde, “benliğe” ve “başkalarına” ilişkin temsiller bağlamında, farklı bir şekilde tanımlamışlardır. Bu modelde, benlik ve başkaları temsillerinin olumlu yada olumsuz olmasına göre dört temel bağlanma örüntüsü önermişlerdir. Daha sonra bu model, “Dörtlü Bağlanma Modeli (DBM)” olarak adlandırılmıştır (Bartholomewve Horowitz, 1991).
“Olumlu benlik” temsili, başkalarının onayından bağımsız olarak geliştirilmiş, yüksek özsaygı ve kuşku duyulmadan kabul edilen, içselleştirilmiş bir “sevilebilirlik” duygusu olarak tanımlanabilir. “Olumsuz benlik” temsili düşük özsaygı ve başkalarından onay alma gereksinimi olarak tanımlanabilir. “Olumlu başkaları” temsili, başta bağlanma kişisi olmak üzere, kişi için önemli olan başkalarının, “güvenilir” ve gerektiğinde “ulaşılabilir” olduğuna ilişkin, olumlu beklenti ve inançları içerir. “Olumsuz başkaları” temsili ise başkalarının,“güvenilmez” olduğuna ilişkin, kronik inanç ve ön kabulden beslenen, yakınlık kurmaktan kaçınma, sosyal destek alma ve verme konusunda kayıtsız kalma ve yakın ilişkilere yönelik olumsuz beklentiler taşıma gibi tutum ve davranışları barındırır(Akt: Sümer, 2006).
Yukarıda açıklanan olumlu ve olumsuz benlik temsilleri bağlamında ortaya çıkan bağlanma tarzlarını ise Bartholomew ve Horowitz (1991) şu şekilde gruplandırmışlardır:
Güvenli bağlanma stili (Secure attachment style): Bu stil, olumlu benlik ve başkaları temsillerinin birleşimi olarak tanımlanmaktadır. Bu stile sahip bireyler, kendilerini sevilmeye değer görürken, başkalarının da güvenilebilir ve ulaşılabilir oldukları yönünde olumlu beklentilere sahiptirler. Başkalarıyla kolaylıkla yakınlık kurabilir ve aynı zamanda özerkliklerini de koruyabilirler. Bu bağlanma stili, Hazanve Shaver’ın güvenli bağlanma stiline karşılık gelmektedir.
Saplantılı bağlanma stili (Preoccupied attachment style): Olumsuz benlik temsili ve olumlu başkaları temsillerinin birleşimi olarak tanımlanmaktadır. Bu stile sahip bireyler, kendilerini sevilmeye değer görmezken, başkalarını oldukça olumlu değerlendirmektedirler. Bu bağlanma stili, Hazan ve Shaver’ın (1987) kaygılı-kararsız bağlanma stiline karşılık gelmektedir
Korkulu bağlanma stili (Fearful attachment style): Olumsuz benlik temsili ile olumsuz başkaları temsilinin bir birleşimi olarak tanımlanmaktadır. Korkulu bağlanma stili olan bireyler, kendilerinin değersiz, başkalarının da güvenilmez ve reddedici olduklarına yönelik bir inanca sahiptirler. Başkaları ile yakınlık kurmaktan kaçınarak, kendilerini reddedilme olasılığından korumaya çalışırlar. Bu stil, Hazanve Shaver’in (1987) gruplandırdığı, kaçınan stile denk gelmektedir.
Kayıtsız bağlanma stili (Dismissive attachment style): Olumlu benlik ve olumsuz başkaları temsillerinin bileşimi olarak tanımlanır. Bu bireyler, kendilerini değerli görme eğilimindedirler, diğerlerine karşı tutumları ise genellikle olumsuzdur. Yakınlığa karşı kayıtsızdırlar ve genellikle yakın ilişkilerin çok da gerekli olmadığına inanırlar. Korkulu bağlanma stilinde olduğu gibi kayıtsız bağlanma stilide Hazan ve Shaver’in (1987) kaçınan stiline karşılık gelmektedir.
Bartholomew ve Horowitz’in (1991) bu modelinin, Hazan ve Shaver’in(1987) sınıflandırmalarından farklı olduğu görülmektedir. Bartholomew veHorowitz, kaçınmacı bağlanma stilini, “korkulu” ve “kayıtsız” olmak üzere ikiye ayırmışlardır. Dörtlü Bağlanma Modelinin kaçınmacı kategorisindeki bireylerin, iki ayrı gruba ayrılabileceği önermesi, yapılan araştırmalardan elde edilen görgül verilerle de önemli ölçüde desteklenmiştir (Bartholomew ve Horowitz, 1991).
1.3.3. Brennan, Clarck ve Shaver’in Temel Bağlanma Boyutları
Brennan, Clarck ve Shaver (1998), yetişkin bağlanmasındaki temel boyutları belirlemek için sık kullanılan bağlanma ölçeklerinin maddelerini bir araya getirip, bu maddelere faktör analizi yapmışlardır. Bu analiz sonucunda, yakın ilişkilerde kaygı ve kaçınma olmak üzere iki temel boyut elde etmişlerdir. Onlara göre bağlanma örüntülerini tanımlayan iki temel boyut “yakın ilişkilere yönelik yaşanan kaygı” ve “başkalarından ve yakınlıktan kaçınma”dır. Kaygı boyutu, bir yandan yakın ilişkide reddedilmekten ve terk edilmekten korkma, diğer yandan da insanların gereksinim duyduklarında eşlerinin erişilebilir ve destekleyici olup olmadığına dair yaşadıkları endişeyle ilişkilidir. Kaçınma boyutu ise ilişkideki yakınlık ve bağlılığa yönelik endişe ve huzursuzluk ile karakterizedir. Kaçınma boyutu kişinin, başka kişilerin iyi niyetine güvenip güvenmediğini; başkalarına yakınlığı sınırlı tutmayı; duygusal yakınlıktan uzak kalmaya ne kadar çaba sarf ettiğini; ilişkide eşinden ne kadar bağımsız kalmayı istediğini ve fiziksel ve duygusal bağımsızlığı koruma arzusunu yansıtmaktadır (Rholes, Simpson, Campell ve Grich, 2001).
Daha sonra Brennan ve arkadaşları (1998), kaygı ve kaçınma boyutlarına göre dört yetişkin bağlanma biçimini tanımlamışlardır. Buna göre, kaygı ve kaçınması en düşük düzeyde olan kişiler, güvenli; en yüksek düzeydekiler ise korkulu bağlanma biçimine sahip olarak sınıflandırılmıştır. Kaygı düzeyi yüksek, kaçınma düzeyi düşük olan bireyler, saplantılı bağlanma biçimine sahipken, kaygı düzeyi düşük, kaçınma düzeyi yüksek olan bireyler, kayıtsız biçime sahiptir (Bkz. Tablo 1.1). Bağlanmaya ilişkin yüksek kaygılı bireyler, bağlanma sistemini yüksek düzeyde etkinleştirme stratejileri sonucunda, bağlanma figürleri ile olan psikolojik mesafeyi en aza indirmeyi isterler. Bu da, bağlanma figüründen ayrılmakta güçlük çekme ve bağlanma figürü tarafından sürekli fark edilme isteği gibi sonuçlara yol açmaktadır. Kaçınan kişiler ise bağlanma sistemini düşük düzeyde etkinleştirme stratejisi sonucu, kendi kendine yetmeye aşırı düzeyde odaklanmaktadırlar (Mikulincer ve Shaver,2005).
Brennan, Clark ve Shaver’in (1998), kaçınma ve kaygı çözümlemesine dayanan dört bağlanma grubu da Bartholomew’in sınıflandırmasıyla tutarlıdır. Bartholomew’a göre, dörtlü bağlanma stilleri, benlik ve başkaları modeli bağlamında ele alınacağı gibi, “kaygı” ve “yakınlıktan kaçınma” boyutları temelinde de ele alınabilir (Griffin ve Bartholomew, 1994).
Tablo 1.1 Dört Kategori Modeli’nde Temel Bağlanma Boyutları ve Kategorileri
(Bartholomew ve Horowitz, 1991; Brennan, Clark ve Shaver, 1998’den uyarlanmıştır)
Brennan, Clark ve Shaver (1998), geliştirmiş oldukları Yakın İlişkilerde Yaşantılar Envanteri (YIYE) (Experiences in Close Relationships Inventory-ECRI) aracıyla bireylerin, bu temel boyutlar temelinde değerlendirilebileceklerini; boyutlardan aldıkları puanlara göre Dörtlü Bağlanma Modeli (DBM) çerçevesinde dört kategoriden biri içerisinde de sınıflandırılabileceklerini ileri sürmektedirler.
1.4. Bağlanma Üzerine Yapılan Çalışmalar
Son yıllarda gerek yurt dışında gerekse Türkiye’de anne çocuk arasındaki ilişkiler konusunda yapılan çalışmaların çok büyük bir kısmını bağlanma konusu oluşturmaktadır. Bu çalışmalara genel olarak bakıldığında erken çocukluk dönemi, orta çocukluk dönemi, ergenlik ve yetişkinlikteki bağlanma süreçlerinin incelendiğigözlenmektedir.
1.4.1. Yurt Dışındaki Bağlanma Çalışmaları
Bağlanma davranışlarının sıklığı ve derinliği, erken yaşlardan orta çocukluk dönemine doğru farklılaşmaktadır (Dwyer, 2005; Mayseless, 2005).
Doğumla birlikte kurulan bağlanma ilişkisinin niteliği, bebek ile anne ya da bakım veren arasında kurulacak olan iletişimin kalitesini belirlemektedir (Atasoy, 1996; Atasoy, Ertürk ve Şener, 1997). Pek çok araştırmacı, anne/bakım veren-çocuk ilişkisinin sürekliliğinin ve niteliğinin, sonraki yaşantıların temelini oluşturduğunu ileri sürmektedirler (Lewis 1990, Pearson ve ark. 1993, Roe ve Drivas 1993).
Bağlanmanın doğum sürecinden hemen sonra başladığı düşüncesi hakim olmakla birlikte, henüz tam olarak kanıtlanamamasına karşın, anne ile bebek arasındaki ilk bağlanma ilişkisinin, doğum öncesinde, yani hamilelik sürecinden kurulmaya başlandığı ileri sürülmektedir (Bloom, 1995). Doğum öncesi dönemde fetüs, annenin duygusal durumuna yanıt verebilmektedir. Yirmi altıncı haftada fetüsün algılama, tepki gösterebilme ve işitebilme yeteneklerinin olduğu bildirilmektedir (Kaplan, Sadock ve Greb, 1994, Altuğ ve Özkan 1996). Doğum öncesi dönemde, bebekle birlikte annenin bedeninde meydana gelen değişiklikleri benimsemesi, olumlu duygularını bebeğine aktarabilmesi ve bebeğini benimsemesi, bağlanmanın ilk temellerini oluşturuyor gibi görünmektedir. Bağlanmada annenin bebeğine ilişkin oluşturduğu zihinsel tasarım, ön plana çıkmaktadır (Kemp ve Page,1986).
Bebeklikten çocukluğa geçişte, bağlanmayla ilişkili zihinsel temsillere ilişkin en temel değişim, ebeveynlerle ilişkileri düzenleyen “amaca göre düzeltilen ortaklık” (goal-corrected partnership) kavramında gözlenir. Dwyer’in (2005) belirttiği gibi artan bilişsel becerilere uygun olarak çocuklar, ebeveynlerin amaç, güdü veduygularını daha iyi anlarlar ve kendi bağlanma davranışlarını ebeveynlerinin durum ve amaçlarına göre yeniden düzenleyebilirler. Çocukluktan orta çocukluğa geçişte ise bilişsel beceriler daha da pekişir, ben merkezci düşünce ve davranışlar azalır, çocuk yetişkinlerin bakış açısını daha kolay alabilir ve daha başarılı “amaca göre düzenlenen ortaklık” stratejileri geliştirir. Böylece bu dönemde bağlanma davranışları daha karmaşık ve örtük bir özellik gösterir (Akt: Sümer ve Anafarta Şendağ, 2009).
Yapılan çalışmalarda okul öncesi çocukların bağlanma temsilleri ile olumlu başa çıkma davranışları ve bilişsel becerileri arasında, anlamlı ilişkiler olduğu gösterilmiştir (Frodi, Bridges ve Grolnick, 1985; Slade, 1987). Schneider, Atkinson ve Tardif (2001), 63 çalışmaya dayanan meta-analitik değerlendirmelerinde, anne çocuk arasındaki bağlanma ilişkisi ile çocuk-akran ilişkileri arasında ilişkiler olduğunu belirlemişler; bağlanmanın akran ilişkileri üzerinde aracı değişken olarak işlev görüyor olabileceğini vurgulamışlardır.
Orta çocukluk dönemindeki bağlanma, zihinsel temsilleri belirginleştirerek, farklı alanlardaki beklenti ve inançları daha aktif olarak yönlendirmeye başlar (Sümer ve Anafarta Şendağ, 2009). Araştırmalar, ergenlik ve yetişkinlik dönemlerinden farklı olarak, orta çocukluk döneminde ebeveynlerin hala birincil bağlanma figürü olma işlevini sürdürdüğünü göstermektedir (Levitt, Guacci- Franco ve Levitt, 1993; Lieberman, Doye ve Markiewicz, 1999). Ancak, bu dönemdeki çocukların, zihinsel ve duygusal gelişimlerine paralel olarak, özerklik alanları da genişler. Dolayısıyla bu dönemlerinde çocuklar, yeni hedeflere yönelirler veakranlarıyla daha fazla zaman geçirmek isterler (Mayseless, 2005; Kerns ve Richardson, 2005). Bilişsel gelişim düzeylerine paralel olarak bu dönemde çocuklar, farklı kaynaklardan beslenen bağlanma davranışlarını tek bir zihinsel model içinde bütünleştirme becerisi kazanırlar ve akran ilişkilerine yoğunlaşarak, birincil bağlanma figüründen kısmen geri çekilme eğilimine girerler (Kerns, Schlegelmilch, Morgan ve Abraham, 2005).
Akran ilişkilerinin artan önemi sebebiyle orta çocukluk dönemindekibağlanma araştırmaları genellikle akran ve arkadaşlık ilişkilerine yoğunlaşmıştır (Booth- Laforce, Oh, Kim, Rubin, Rose-Krasnor ve Burgess, 2006; Coleman, 2003; Kerns, Klepac ve Cole, 1996).
Yapılan çalışmalarda güvenli bağlanmanın, sadece ebeveyn-çocuk ilişkisinde değil, akran ve arkadaş ilişkilerini içeren sosyal ilişkilerde yetkinlik ile dünyayı veçevreyi keşif etkinliklerinde yüksek merak gibi farklı benlik ve sosyal gelişim alanlarında da önemli bir kaynak olduğu gösterilmiştir (örn., Cassidy, 1988; Kerns veark., 1996; Thompson, 1999).
Bağlanma temsillerinin, özellikle öğretmenler tarafından derecelendirilen, akran kabulü ve okula uyum düzeyleri ile güçlü ilişkiler gösterdiğine işaret eden bir takım çalışmalar da bulunmaktadır. Bu çalışmalara göre bağlanma temsillerinin benlik işlevleri üzerinde, doğrudan ya da dolaylı olarak önemli etkileri bulunmaktadır. Güvenli bağlanan çocukların, iletişim becerileri, bilişsel beceriler ve motivasyon hakimiyeti (mastery motivation) açısından, güvensiz bağlanan yaşıtlarına göre daha yüksek puanlar aldıkları gözlenmiştir. Sonuçlar, anne-çocuk etkileşimsel süreçlerinin, diğer deyişle bağlanmanın, çocuğun okul çağındaki bilişsel becerilerini açıklayan bilişsel işlevlerinde öne çıktığını göstermektedir (Moss ve St. Laurent, 2001). Güvenli bağlanmanın, okula uyum ve okul değiştirme gibi geçiş sorunlarının başarıyla atlatılması açısından da önemli olduğu bulunmuştur (Granot ve Mayselles,2001).
Ergenlikte bağlanma, erken ve orta çocukluk dönemlerindeki bağlanma süreçlerinden farklılaşmaktadır. Ergenlik, genel olarak, ebeveynden uzaklaşılarak kişinin kendi iç dünyasına ve dış dünyaya yoğunlaştığı, akran ilişkilerinin önemsendiği bir dönemdir. Ergenlikteki bu değişiklikler sırasında, ergenin çocukken bakımını üstlenen bireylere karşı geliştirmiş olduğu bağlanma ilişkisi, oldukça önemli bir rol oynamaktadır. Bağlanma sisteminin temel işlevleri olan ve önceleri anne baba tarafından sağlanan yakınlık arama, güvenli bir sığınak ve keşif üssü olma işlevleri, orta çocukluktan itibaren, ebeveynlerden arkadaşlara doğru kaydırılır (Işınsu, 2003). Öyle görünüyor ki ergenlik dönemindeki genç, ebeveyn figürlerinden akran gruplarına doğru yönelmesine rağmen, erken dönemdeki bağlanma örüntüleri kalıcı ve güçlü bir etkiye sahiptir (Hamarta, 2004).
Güvenli bağlanmanın duyarlı, zamanında ihtiyaca cevap veren ve tutarlı anne baba davranışının bir sonucu olduğu, çok sayıda araştırma tarafından desteklenmiştir (Cassidy, 1999; Main ve ark., 1985). Bir araştırmada Galbo (1984), genç bir kişinin yaşantısındaki en önemli kişilerin, annesi ve babası olduğunu göstermiş; LeCroy ise(1994) anne ve baba ile yakın ilişkide bulunmanın, gençlerin ruh sağlığında belirleyici rol oynadığını belirtmiştir.
Bireyin bağlanma biçimi, kişilik gelişimi üzerinde çok büyük bir öneme sahiptir. Shaver ve Brennan (1992) tarafından 242 üniversite öğrencisi üzerinde yapılan bir çalışmada, bağlanma biçiminin bireyin kişiliği üzerindeki etkilerine yönelik, önemli sonuçlar ortaya çıkmıştır. Buna göre, güvenli bağlanma stiline sahip bireyler, güvensiz bağlananlara oranla daha az nörotik, daha dışa dönük, daha az kaygılı ve daha sıcak; kaçınmalı bağlanma geliştirenlerin daha depresif, daha uyumsuz, ilişkilerinde daha doyumsuz oldukları ve ilişkilerinin daha kısa sürdüğü; korkulu bağlananların ise sosyal ilişkilerden kaçınan, duygusal ilişki kuramayan yetişkinler oldukları saptanmıştır.
Yapılan çalışmalarda, güvensiz bağlanma stilindeki bireylerin çoğunlukla güvenli olmayan ailelere sahip oldukları ve bu nedenle ergenlik döneminde kişiler arası ilişkilerinde daha çok sorun yaşadıkları gözlenmektedir. Ayrıca güvensiz bağlanma stiline sahip ergenlerde suç işleme, anti-sosyal davranışlar, düşük özsaygı, yakın ilişki kurmada güçlük, yalnızlık hissi ve utanç gibi duyguların daha yoğun olarak yaşadığı belirtilmektedir (Cooper, Shaver ve Collins, 1998).
Çocukluk bağlanma figürlerinden yetişkin bağlanmasına devam eden süreç, bağlanma işlevlerinin dereceli olarak farklı kişilere geçişiyle meydana gelmektedir (Hazan ve Shaver, 1994). Bebeklikte yakınlık, güvenli üs ve güvenli sığınak işlevlerinin hepsini, ebeveynler yerine getirirken; erken çocuklukta yakınlık, ergenlikte ise yakınlığa ek olarak güvenli sığınak işlevini, yaşıtlar yerine getirmeye başlamaktadır. Yetişkinlikte ise tüm işlevleri yaşıtlar yerine getirmektedir. Bununla birlikte bağlanma figürü olarak ebeveynlerin hiçbir zaman bağlanma sisteminin tam olarak dışına itilememekte olduğu, ancak göreceli olarak önemini kaybettiği belirtilmektedir (Hazan ve Shaver, 1994).
Hazan ve Shaver (1987), Bowlby’nin çocuklarla ilgili bağlanma kuramını temel alarak, bağlanma stillerinin yetişkinlikte kurulan romantik ilişkilerde de etkisinin anlaşılabileceğini savunmuşlardır. Bunu sınamak için benlik ve diğerlerine ilişkin zihinsel temsiller, çocukluk döneminde aile ilişkileri konularında sorular ve Ainsworth’un üç ayrı bağlanma stilini açıklayan birer paragraf hazırlamışlardır. Yetişkin bir örneklemde bu paragraflardan kendilerine en uygun olanını seçmelerini isteyerek bir çalışma yapmışlardır. Araştırmacılara göre insan yaşamının erken dönemlerinde gelişen bağlanma stilleri ve zihinsel temsiller, göreceli olarak kalıcı ve durağandır. Yaşamın sonraki dönemlerinde, bireylerin romantik ilişkilerinde, eşleri ve kendileriyle ilgili algılarında da belirleyicidirler. Sonuçlara göre, çocukluk dönemindeki aileyle sıcak ve sevgi dolu bir ilişki örüntüsünün, güvenli bağlanmanın en önemli belirleyicisi olduğu gözlenmiştir. Ailesinden reddedici ve kaçınan tutumlar gören yetişkinler, kaçınan bağlanma stiline sahip olarak sınıflandırılmış; kaygılı-kararsız bağlanma stiline sahip bireyler ise kendi aile ilişkilerini, hem sıcak, hem de uzak boyutları olan, tutarsız bir ilişki olarak tanımlamışlardır. Ayrıca, sonuçlar, güvenli bağlanma stiline sahip bireylerin, yakın ilişki kurmak ve sürdürmekte güçlük çekmediğini, ilişkilerinin uyumlu ve uzun süreli olduğunu göstermiştir. Bu grup,romantik ilişkilerinde de genel olarak daha mutlu, kendine güvenli ve eşin hatalarına karşı destekleyici bir tutum göstermektedir. Bağlanma stili kaygılı-kararsız olan yetişkinlerin, eşleri tarafından terk edilmekten korktukları, eşi idealize ettikleri, uç bir cinsel çekime odaklandıkları, kıskanç ve duygusal açıdan dengesiz bir tutum sergiledikleri gözlenmiştir. Kaçınan bağlanma stiline sahip bireyler ise yakın ilişki kurmaktan uzak durmakta ve eşlerine karşı soğuk ve uzak davranmaktadırlar.
Hazan ve Shaver (1987), Ainsworth ve ark. (1978) tarafından daha önce belirtilen güvenli, kaçınan ve saplantılı bağlanma biçimlerini, bireyin yetişkin romantik ilişkisinde de kullandığını öne sürerek, yetişkinlikte güvenli, kaçınan ve saplantılı bağlanma biçimlerinin ölçülmesiyle ilgili bir çalışma yapmışlardır. Buna göre güvenli bağlanma biçimine sahip yetişkinler, kendine güvenen, ikili ilişkilerde girişken ve ilişki kurmaktan rahatsızlık duymayan bireylerdir. Buna karşılık güvensiz bağlanan, kaçınan ve kaygılı bireylerin ise ikili ilişkilerden kaçındığı, kısa süreli romantik ilişkiler kurduğu ve sevilmediklerine ilişkin inançlarının olduğu bulunmuştur.
Zihinsel temsiller açısından bakıldığında, farklı bağlanma stiline sahip olan bireylerin kendilik ve başkaları temsillerinin de değiştiği görülmektedir (Hazan veShaver, 1987). Güvenli yetişkinler genel olarak sevilebilir olduklarını, başkalarının da güvenilir ve sevilebilir olduğunu düşünmektedirler. Kaygılı-kararsız bağlanan bireyler ise kendilik temsillerinde olduğu gibi, başkaları temsillerinde de güvensizdirler. Anlaşılmadıklarını ve diğerlerinin ilişkiye kendileri kadar bağlı olmadığını düşünmektedirler. Kaçınan bireyler ise, kendilerinin soğuk olduğunu düşünseler de, kendileriyle ilgili daha olumlu temsiller geliştirmeye yatkınken, başkalarının ise güvenilmez olduğunu içeren zihinsel temsillere sahiptirler (Hazan veShaver, 1987).
Bartholomew ve Horowitz (1991) bir başka çalışmalarında, Hazan veShaver’in (1987) üçlü bağlanma modelini, Bowlby’nin benliğe ve başkalarına ilişkin zihinsel temsiller kavramından yola çıkarak tekrar ele almışlar ve yetişkinlerde bu kavram çerçevesinde dört bağlanma stili tanımlamışlardır. Dörtlü Bağlanma Modeli olarak adlandırılan bu model; güvenli, saplantılı, kayıtsız ve korkulu bağlanma stillerini kapsamaktadır.
Son yıllarda, bağlanma stilleri ile yetişkin yakın ilişkilerinin çeşitli yönleri üzerinde çok sayıda araştırma yapılmıştır. Collins, Cooper, Albino ve Allard (2002), yaptıkları çalışmayla bağlanma biçimlerinin romantik ilişkilerdeki belirleyici rolüne vurgu yapmışlardır. Yazarlar bu bağın iki temel mekanizmayla oluştuğunu öne sürmüşlerdir. Bağlanma stilleri, kişinin sosyal algısı ve duygusal tepkilerini doğrudan etkileyerek kişinin yakın ilişkilerini yönlendirirken, aynı zamanda, kişinin romantikeş seçimini de belirlemektedir. Örnek vermek gerekirse, güvensiz bağlanma biçimine sahip bireyler, romantik yaşantılarında daha uyumsuz ilişkiler kurmaya eğilimli görünmektedirler.
Bağlanma stilleriyle, yakın ilişkilerde eş seçimi (Collins ve Read, 1990; Kirkpatrick ve Davis, 1994), benlik saygısı (Bylsma, Cozzarelli, ve Sümer, 1997), çatışma yönetim biçimleri (Simpson, Rholes, Phillips, 1996), kıskançlık (Buunk, 1997; Hazan ve Shaver, 1987) gibi değişkenler arasındaki ilişkiler de incelenmiştir. Erken dönemlerdeki bağlanma stilleri ve zihinsel temsillerin, yetişkinlikteki romantik ilişkilere etkisini açıklamaya yönelik çalışmalar da yapılmıştır (Hazan ve Shaver,1994; Levy ve Davis, 1988). Bu çalışmalarda ortaya çıkan sonuçlar genellenecek olursa, yakın ilişkilerin birçok yönünün bağlanma sürecinden etkilenebileceği düşünülebilir.
1.4.2. Türkiye’deki Bağlanma Çalışmaları
Bağlanma konusu son yıllarda ülkemizde de yaygın olarak çalışılan bir konu halini almıştır. Tablo 1.2’de de görüldüğü gibi ülkemizde yapılan bağlanma araştırmaları incelendiğinde, erken ve orta çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik olmak üzere birçok alanda, bağlanma stilleri ile çeşitli değişkenler arası ilişkilerin araştırıldığı gözlenmektedir. Bağlanma, hem gelişim psikolojisi, hem sosyal psikoloji, hem de klinik psikolojinin konusu olarak ele alındığından, bu konuda yapılan çalışmalar da geniş bir yelpazede yer almaktadır.
Genel olarak bakıldığında, bağlanma konulu bu çalışmaların bebeklik ve çocuklukta ebeveyne bağlanma (Atasoy, Ertürk ve Şener, 1997; Uluç ve Öktem, 2009), ebeveyn rolleri (Güngör, 2000; Çamurlu-Keser, 2006; Salahur, 2010) algılanan ana-baba tutumları (Demirli, 2012), problem çözme (Ergin ve Dağ, 2013;Arslan, E., Arslan, C. ve Arı, 2012; İlhan, 2012; Türköz, 2007; Ergin, 2009), sosyal beceri (Seven, 2006), benlik algısı (Sümer ve Anafarta Şendağ, 2009; Hamarta, 2004), çeşitli kişisel özellikler (Onur, 2006; Saya, 2006; Morsünbül, 2014), işdoyumu (Demirkan, 2006), yakın ilişkiler (Büyüksahin, 2001; Karakurt, 2001; Sümer, 2006; Tutarel-Kışlak ve Çavuşoğlu, 2006; Bahadır, 2006; Beştav, 2007; Kankotan, 2008; Açık, 2008; Çakır, 2008), toplumsal roller (Morsünbül ve Tümen, 2008; İlhan, 2012), psikopatolojik durumlar (Sabuncuoglu ve Berkem, 2006; Oral,2006; Erdoğan, 2007; Çeri, 2009; Erdogan, 2010; Pazvantoğlu, Karabekiroğlu, Sarısoy, Baykal, Korkmaz, Akbaş, Böke ve Şahin, 2013; Dağ ve Gülüm, 2013; Erdiman, 2010) veya psikolojik rahatsızlık belirtileri (Sözügeçer, 2011, Ayaz A.,Ayaz M., Perdahlı ve Güler 2012; Batıgün ve Büyükşahin, 2008; Yaka, 2011; Keklik, 2011; Gündüz, 2013; Türe, 2013) ile ilgili çalışmalar olduğu görülmektedir.
Bulgulara genel olarak bakıldığında, ülkemizde yapılan çalışmalarda da, güvenli bağlanan bireylerin daha sağlıklı iletişim kurdukları; iş doyumu ve yaşam memnuniyetlerinin daha yüksek olduğu; problem çözme becerilerinin, atılganlık ve kendilik saygılarının daha yüksek olduğu gösterilmektedir (Güngör, 2000; Arslan, 2008; Morsünbül ve Tümen, 2008; Büyükşahin, 2001; Tutarel-Kışlak ve Çavuşoğlu 2006; Bahadır, 2006; Ergin ve Dağ, 2013; Morsünbül, 2014). Bu bulgular; yurtdışında yapılan çalışmalarla tutarlılık ve benzerlik göstermektedir.
Yukarıda bahsedilen sonuçların yanında, güvenli bağlanma ile kişilerarası problem çözme becerileri ve bilişsel esneklik arasında da olumlu düzeyde ilişki olduğu (Dağ ve Gülüm, 2013); güvensiz bağlanan bireylerin bir takım psiko-sosyal ve davranışsal sorunlar yaşadığı (Batıgün ve Büyükşahin, 2008); problem çözme becerilerinde sorunlar olduğu (Arslan, E., Arslan, C. ve Arı, 2012); bu bireylerde DEHB (Pazvantoğlu, Karabekiroğlu, Sarısoy, Baykal, Korkmaz, Akbaş, Böke ve Şahin, 2013), sosyal anksiyete (Türe, 2013), depresyon, sürekli kaygı, anksiyete ve yeme bozuklukları (Keklik, 2011; Yaka, 2011), kişilik bozuklukları (Erdoğan, 2010); vajinismus (Çeri, 2009) gibi psikopatolojik durumların da daha sık gözlendiği belirtilmektedir.
Ülkemizde yakın ilişkiler veya evlilik konusunda da bağlanma çalışmaları yapılmıştır. Bu çalışmaların bir kısmı bağlanma stilleriyle, yakın ilişkilerde ayrılık kaygısı, benlik saygısı (Sümer ve Güngör, 1999); çatışma yönetim biçimleri (Bahadır, 2006); eş seçimi ve kıskançlık (Karakurt, 2001); yalnızlık (Büyükşahin, 2001) gibi değişkenler arasındaki ilişkiler üzerinedir. Ülkemizdeki yakın ilişkilerdeki bağlanma çalışmalarına bakıldığında, güvenli bağlanma stiline sahip bireylerin genel olarak, romantik/yakın ilişkilerinde veya evliliklerinde, daha uyumlu oldukları ve iletişimlerinin daha iyi olduğu gözlenmektedir (Açık, 2008; Kankotan, 2008; Sarı,2008; Beştav, 2007; Tutarel-Kışlak ve Çavuşoğlu, 2006; Karakurt, 2001). Tüm bu bilgilerden hareketle, bağlanma örüntülerinin, kişinin yakın ilişkilerinin doğasını, yakın ilişki içinde kendisine ve birlikte olduğu kişiye ilişkin beklenti ve inançlarını etkileyebileceği düşünebilmektedir.
Tablo 1.2’de 1997 yılından günümüze kadar Türkiye’de yapılmış olan bağlanma çalışmalarının bir kısmı, çalışmanın ilgi alanı olan gelişim dönemine, araştırmanın amacına, örneklemine, kullanılan ölçme araçlarına ve elde edilensonuçlara göre özetlenmektedir.
1.5. Bağlanmada Annenin ve Babanın Rolü
Bağlanma daha önceden de bahsedildiği gibi bakım veren ve yeni doğan yada bebek arasında kurulan sevgi, ilgi ve gereksinimlerin karşılanmasını içeren, karmaşık bir yapı olarak değerlendirilmektedir. Bakım verenin çoğunlukla anne olması sebebiyle, araştırmaların da büyük kısmı anne ve çocuk üzerinde yapılmıştır. Aileyi oluşturan bir diğer önemli unsur ise babadır. Bağlanma süreci düşünüldüğünde babanın da bu sürece aktif katılımı, bebeğin sağlıklı gelişebilmesinin temel unsurlarından birisidir.
Bowlby, yeni doğan bebeklerin ve çocukların, bakıcıları ile ilişki kurma gereksiniminde olduklarını vurgulamış; anne ile bebek arasındaki ilişkinin, yakınlık arayışı ile belirginleştiğini öne sürmüştür (Hortaçsu, 1991). Anne çocuk ilişkisinde, gerek anne gerekse de bebek, birbirlerinin duygularına cevap verdikleri oranda, aralarındaki duygusal iletişimin kalitesi artmaktadır (Rijt-Plooij ve Plooji, 1993 Soysal ve ark. 2005). Zeanah ve ark. (1993), bağlanma ilişkisinin niteliğinin anne ile bebek arasındaki ilişki biçimi ile şekillendiğini belirtmişlerdir.
Yukarıda da belirtildiği gibi bağlanma, anne ve bebek için çok önemli birsüreç olmasına karşın, bu bağın oluşabilmesindeki temel faktörlerden birisi de annenin kendi ebeveynleri ile yaşadığı bağlanmanın niteliğidir. Öyle görünüyor ki annenin kendi anne ve babasıyla kurduğu ilişkinin niteliği, kendi çocuğuyla ilişkisineve evliliğine yansımaktadır (Biller 1993, Donley 1993). Eğer kendi ebeveynleriyle sıcak, sevgi dolu ve güvenli bir bağlılık ilişkisi kurmuşsa, bu durum evliliğine ve çocuğu ile olan ilişkisine de olumlu yansımaktadır (Biller 1993, Donley 1993, Habip 1996, Ruble, Flaming, Stangor ve ark. 1990, Soysal 1999, Zeanah, Benoit, Barton ve ark. 1993, Zeanah, Boris ve Larriey, 1997).
Yapılan çalışmalar, babayla bağlanma ilişkisinde annenin anahtar bir rolde olduğunu göstermektedir. Çocuğun ruhsal gelişiminde, annenin rolü çok fazla araştırılan bir konu olmasına karşın, babanın rolü konusunda yapılan araştırmalar oldukça kısıtlıdır. Babanın çocuk üzerinde etkisi ilk kez Freud’un “Küçük Hans” vakasında ele alınmıştır (Akt: Çevik ve Ceyhun, 1993; Akt: Yalın 1979, Habip 1996). Baba-bebek ilişkisinin araştırıldığı çalışmalarda daha çok, babanın "bakıcı" rolü üzerinde durulmaktadır. Bu nedenle, babalığın, bir içgüdü olup olmadığını anlamak amacıyla hayvanlarla çalışmalar yapılmıştır (Soysal, Bodur, İşeri ve Şenol, 2005). Kuşların ve memeli hayvanların yavrularını, babaya özgü korumacı tarzda himaye ettikleri görülmüştür. Babunlar, makak maymunları, şempanzeler ve diğerprimatlarda, erkeğin aile içindeki yeri karmaşık görünse de asıl görevi eşini ve yavrularını yırtıcı hayvanlardan korumaktır (Ainsworth, 1989).
İnsanlardaki birincil bağlanma figürü, çoğunlukla yeni doğan bebeğin annesidir. Buna karşın pek çok bebekte, temel bağlanma anneyle olduğu kadar babayla da olmaktadır. Özellikle anne tarafından desteklenen babaların, bebekleriyle aralarında güvenli bir bağlılık geliştirebilme olasılıkları yüksektir. Biller’e (1993)göre baba-bebek bağlanmasında, bağlanma şekli ve ilişkinin ayrıntıları, anneye bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Eğer anne-babadan her ikisi de uyarıcı kaynağı ise bebeğin, hem annesine hem de babasına güvenli bağlanma geliştirebilmesi olasıdır.
Bunun gerçekleşmesinde, bebeğin algıları da etkilidir. Baba, anneye göre daha farklıdır. Sesinin tonu, giyimi, verdiği tepkileri, kokusu ve dokunuşu farklıdır. Bu sayede, bebek, anne ve babasının iki farklı kişi olduğunu öğrenmektedir. Anne ya da babasından ayrıldığı durumlarda da, farklı bir sevgi kaynağının yanında olduğunu bildiğinden, rahattır (Soysal ve ark., 2005). Bu dönemde bebekler, acıktıklarında ve yorulduklarında annelerini, aktif oyunlarda ise babalarını tercih etmektedirler (Biller1993).
Donley’e (1993) göre, baba-bebek bağlanmasını belirleyen en önemli koşul, anne-babanın iletişim biçimidir. Eşlerin evliliklerine ilişkin algıları ve ilişkilerinden aldıkları doyumun derecesi ile duyarlı anne-baba olma arasında anlamlı ilişkiler bulunmuştur. Eşler arasındaki ilişkideki tutarlık, bebeğin ilişki örüntülerini kavraması açısından da önemlidir. Anne ile baba arasındaki gerginlik, baba-bebek ilişkisinde olumsuz duygulanıma yol açmaktadır (Donley 1993).
Benzer durum babasını erken yaşta kaybetmiş çocuklar için de geçerli olabilir. Annenin babayı anış ve ifade ediş tarzını, sunulan ilişki örüntülerini, çevrenin verdiği bilgiyi, çocuğun ne şekilde değerlendirip yorumladığı önemlidir. Ayrıca, babanın askerlik, iş, hastalık gibi durumlarda bebekten ayrıldığı süre ve busüreyi bebeğin nasıl geçirdiği, sağlıklı bir bağlılığın kurulmasında etkilidir (Soysal veark., 2005).
Babanın, bebek ile yakın ve olumlu ilişki içerisinde bulunmasının, bebeğin yabancılarla daha rahat ilişki kurmasında etkili olduğu görülmüştür. Erken bebeklik döneminde babaları ile sağlıklı ilişkiler kuran çocukların, güvenli bağlanma geliştirdikleri bilinmektedir (Soysal ve ark., 2005). Biller (1993), yaptığı araştırmada, mutlu, bağımsız, kolay ilişki kurabilen ve araştırıcı çocukların babalarını incelemiş, baba ile çocuk arasındaki iletişimin, çocuğun bilişsel gelişimine uygun türden araştırıcı davranışlarını destekler nitelikte olduğunu göstermiştir. Sonuç olarak, bebek ile baba arasındaki bağlanmanın sağlıklı kurulabilmesi için babanın ilk bir yıl içerisinde bebeğin bakımı ile ilgili tüm faaliyetlere doğrudan katılması gerekmektedir (Biller, 1993; Dodson, 1995).
Baba-çocuk arasındaki bağlanma ilişkisinin kurulmasında rol alan bir diğer etmen ise Çevik ve Ceyhun’a göre (1993), babaya verilen geleneksel roldür. Geleneksel rol, evin ve ailenin korunması, ev içerisinde kuralların ve sınırlarınbelirlenmesi ve ailenin geçiminin sağlanması gibi temel ilkelere dayanmaktadır.
Kültürel farkların da bağlanma üzerine etkili olabileceğine yönelik görüşler vardır. Ijzendoorn ve Kroonenberg (1988), bağlanmada kültürel farklılıklar olabileceğini öne sürmektedirler. Bununla birlikte aynı ülkenin değişik bölgelerinde de değişik bağlanma örüntüleri görülmektedir. Soysal ve arkadaşlarına (2005) göre kültürel yapının ülkemizde daha çok, baba-çocuk ilişkisinde ön plana çıktığı görülmektedir. Türk toplumunda annenin daha destekleyici ve koruyucu olması, baba ile çocuk arasında denge görevi yapması, bağlanmayı etkileyen diğer bir etkenolabilir. Ülkemizdeki ekonomik nedenlere bağlı olarak, çalışan annenin doğum izninin bitmesinin ardından bebeğe, yakın akrabalar ya da bir bakıcı bakmaktadır. Eğer akrabalar farklı bir şehirde yaşıyorlarsa anne, baba ve çocuk birbirlerinden ayrılmakta ve uzun bir süre birbirlerini görememektedirler. Cyntia, Stifter, Coulchan ve arkadaşları (1993), bebek dokuz aylık olmadan önce annenin iş nedeniyle bebekten ayrı kalmasının bağlanmayı ne derece etkilediğini araştırmışlar, ancak anlamlı sonuçlar elde edememişlerdir. Çalışan anneler bebekleriyle daha az vakit geçirmelerine karşın, çocuklarının gereksinimlerine karşı daha duyarlıdırlar. Burada, güvenli bağlanmanın oluşmasını etkileyebilecek durum, annenin rol çatışması içerisine girmesidir. Rol çatışması içerisinde olan annelerin, bebeklerine yeterince zaman ayıramadıkları düşüncesiyle kaygıya kapıldıkları, bu durumun da eşlerin birbirleri ile olan iletişimlerinin kalitesini olumsuz yönde etkilediği görülmektedir (Cyntia, Stifter, Coulchan ve ark., 1993).
Bazı araştırmalar da orta çocukluk dönemindeki bağlanma istikrarını ve anne-babaya bağlanma düzeyini incelemiştir. Kerns, Tomich, Aspelmeier ve Contreras (2000), iki yıllık boylamsal çalışmalarında, babaya yönelik bağlanmanın zaman içinde istikrar göstermesine karşın, anneye yönelik bağlanmada sürekliliğin olmadığını bulmuşlardır. Verschueren ve Marcoen (2005), daha geniş bir örneklemle anne ve babaya bağlanmanın ne oranda istikrarlı olduğunu araştırmışlar ve üç yıllık bir izlemin sonucunda, 8 yaşında alınan ölçüm ile 11 yaşındaki ölçüm arasındaki korelasyonun, hem anneye bağlanma, hem de babaya bağlanma puanları bakımından istikrar gösterdiğini bulmuşlardır. Aralarındaki fark anlamlı olmasa bile babaya bağlanmanın, zaman içinde, daha yüksek istikrar gösterdiği de bulunmuştur. Ayrıca, bu araştırmacılar hem 8 hem de 11 yaş grubu için anneye bağlanmanın, babaya bağlanmadan daha yüksek olduğunu bulmuşlardır. Bu sonuçları dikkate alarak yazarlar, anne ve babaya bağlanmanın birbirinden görece bağımsız olduğunu ve ayrı ayrı ölçülmesi gerektiğini önermektedirler. Başka bir boylamsal çalışmada ise anneye bağlanmanın erken dönemlerde daha güçlü etkiye sahip olduğu, babaya bağlanmanın etkisinin ise orta çocukluk döneminden sonra daha belirgin olarak görüldüğü bulunmuştur (Grossmann, Grossmann, Fremmer-Bombik, Kindler, Scheurer-Englisch, ve Zimmerman, 2002).
Yurt dışında, özellikle batıda yapılan çalışmalarda, erken dönemlerdeki yakın bakım ihtiyacı, beslenme gibi nedenlerle, anneye bağlanmanın genellikle daha yüksek olduğu bulunmuştur. Ancak, orta çocukluk döneminde baba-çocuk ilişkisinin fazlalaşması, yakınlaşması ve babanın çocuğun yetişmesiyle (özellikle akademik alanda) daha fazla ilgilenmeye başlaması gibi değişimler nedeniyle, babaya bağlanmanın artması beklenebilir.
Sümer ve Anafarta Şendağ (2009) tarafından yapılan bir çalışmada, Türkiye’deki geleneksel çocuk yetiştirme tutumlarının, özellikle çocuk yetiştirmede anne ve babanın belirgin olarak farklı roller üstlenmesinin, anne ve babaya bağlanma düzeyini etkileyen bir faktör olabileceği varsayımıyla, anne ve babaya bağlanma açısından bir fark olup olmadığı incelenmiştir. Anne ve babaya bağlanma temeletkileri ile anne ve babaya bağlanma arasındaki ortak etkinin, çocuğun kritik sonuç değişkenlerini yordamadaki özgül (birbirinden bağımsız) gücü de bu araştırmanın inceleme konuları arasındadır. Sonuçlara göre anne ve babaya güvenli bağlanma, birbirinden bağımsız olarak, bütün benlik alanlarındaki olumlu değerlendirmelerle ve düşük kaygıyla ilişkili bulunmuştur. Anne ve babaya bağlanma arasındaki ortak etkinin de fiziksel görünüm algısı ve bütünsel öz değeri, anlamlı olarak yordadığı bulunmuştur. Son olarak, benlik değerlendirmelerinin, bağlanma ile kaygı arasında tam aracı değişken rolü üstlendiği saptanmıştır. Bu çalışmada ele alınan yedi değişkenden dördünde (akademik yeterlik, atletik yeterlik, davranıştan hoşnut olma ve kaygı), babaya bağlanmanın etkisi (beta değeri), birinde de (sosyal kabul) anneye bağlanmanın etkisi görece yüksektir. Bu bulgular orta çocukluk döneminde benlik değerlendirmelerine etkisi bakımından babanın belirgin rolünü ve babaya bağlanmanın artan önemini vurgular niteliktedir.
1.6. Bağlanma ve Psikopatoloji
Bowlby (1969, 1973), bağlanma kuramıyla birlikte psikopatoloji için anlaşılır bir gelişimsel model öne sürmüştür. Bu modele göre, yeni doğanın bakım verene bağlanma biçimi gelişimsel olarak kilit bir görev üstlenmektedir. Çünkü Bowlby’egöre erken dönemdeki ilişkisel deneyimler sonraki süreçleri şekillendirmektedir. Bilindiği gibi bağlanma, anne/bakım veren ve çocuk arasında, her iki tarafın dabirbirlerinin gereksinimlerini karşılamalarına bağlı olarak gelişen bir süreçtir ve çift yönlü bir ilişkiyi kapsamaktadır. Anne ve çocuğun, özellikle korku dolu duygulanımlar ve stres altındayken birbirlerine sağladıkları rahatlık ve destek, bağlanmayı oluşturmaktadır. O’na göre anne ve çocuk arasında kurulan güvenli bir bağlanma ilişkisi, çocuğa sağlıklı psikolojik gelişim olanağı sağlamaktadır. Bağlanma, çocuğun sadece kendisinin ve diğerlerinin temsilini etkilememekte, aynı zamanda bağlanma ile ilgili duygu ve düşüncelerin işlendiği stratejileri de etkilemektedir. Kayıp ya da tecavüz gibi bağlanma ile ilişkili olaylar ya da durumlar, bu içsel temsillerin değişmesine yol açarak çocuğun duygu ve düşünce süreçlerini etkilemektedir (Dozier, Stovall-McClough ve Albus, ed., 2008).
Bolwby’e göre (1973), çocuk, zihinsel olarak kendisi ve diğerlerine yönelik olumsuz temsiller oluşturduktan sonra, bağlanma ile ilişkili olan bu temsillerle gerçek durumları uzlaştırmak için çeşitli stratejiler geliştirmektedir. İşte bu süreç onupsikopatolojiye daha duyarlı hale gelmektedir. Bu zihinsel temsiller ya da içsel çalışan modeller, davranışları ve deneyimleri düzenleyen bilişsel şemalarla ilişkilendirilebilir. Rothbard ve Shaver da (1994) içsel çalışan modellerin birbirleriyle bağlantılı dört öğesinden bahsetmektedir:
(a) otobiyografik bellek,(b) inançlar ve tutumlar,(c) amaçlarve güdüler ve(d) davranış stratejileri.
Bilişsel kurama göre bu öğeler aynı zamanda “bilisel şema” kavramının da içeriğini oluşturmaktadır. Bu açıdan bağlanma kuramındaki “içsel çalışan modeller” kavramının bilişsel kuramdaki “şema” kavramı ile yakından ilişkili olduğu ileri sürülmektedir. Yani bir diğer deyişle, psikopatoloji, kişinin kendisi ve diğerlerine ilişkin olumsuz şemaları ile uyumsuz davranış stratejileri söz konusu olduğunda ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte bağlanma kuramı, daha önceki ilişkisel deneyimlerde öğrenilmiş olan bağlanma biçimlerinin, kişilerin stresli olaylarla başa çıkma yollarını ve bunun sonucunda da zihinsel sağlıklarınıetkileyeceğini öngörmektedir.
Bowlby’e göre insan hayatı için bağlanmanın üç temel işlevi bulunmaktadır:
a) dünyayı keşfederken geri dönülebilecek güvenli bir liman olma,b) fiziksel gereksinimleri karşılama vec) hayata dair bir güven duygusu geliştirebilme şansı.
Bowlby, bu gereksinimler yeterli düzeyde karşılanmadığı takdirde, çocukta oluşan kırılgan özbenlik algısıyla bağlantılı olarak, patoloji gelişebileceğini öne sürmektedir. Bowlby’e göre yanlış gelişmiş ya da dönem dönem kesintilere uğramış bağlanma ilişkileri, kişilik problemlerine ve zihinsel hastalıklara yol açmaktadır. Öyle ki, güvensiz bağlanma biçimleri nevrotik bir kişiliğin gelişmesine zemin oluşturur. Bu süreci ise, "çalışma modelleri" olarak adlandırdığı ilkeye dayandırmaktadır. Buna göre; anne tarafından bir ölçüde karşılanan güvenlik duygusu çocuğun dünyayı algılayışını belirlemektedir (Eder ve Mangelsdorf, 1997).
Bağlanma tarzlarının bir çeşit öğrenme olarak kabul edilebileceğine ilişkin görüşler mevcuttur (Tüzün ve Sayar, 2006). Buna göre, örneğin, kararsız bağlanma tarzına sahip kişiler, annelerinden öğrendikleri tutarsız ilişki kurma tarzını, ileridekiilişkilerinde de kullanmaktadırlar. Aynı şekilde kaçıngan bağlanma tarzına sahip kişiler, çocukken kullandıkları reddetme ve kaçma yöntemlerini büyüdüklerinde de kullanmaktadırlar. Çünkü baş etme metodu olarak bunları seçmişlerdir ya da seçmekzorunda kalmışlardır (Brown ve Wright, 2003).
İlgili yazında, bağlanma ve psikopatoloji ile ilgili yapılan çok sayıda çalışma yer almaktadır. Bu çalışmalar çocuklukta, ergenlikte ve yetişkinlikte olmak üzere, üç yaşamsal dönemde ele alınmaktadır. Çocukluk döneminde bağlanma ile ilişkili bulunan psikopatolojiler bebeklik depresyonu, ayrılma anksiyetesi bozukluğu ve tepkisel bağlanma bozukluğu olarak üç başlık altında toplanabilir (Öztürk, 2002).
Bağlanma tarzları aynı zamanda ergenlikte psikopatolojiye yol açan faktörlerden de biri olarak gösterilmektedir. Ergenlerle yapılan bir araştırmada; psikopatoloji gösteren ve göstermeyen örneklemler incelenmiş; psikopatoloji göstermeyen grubun % 73,3'ünün güvenli bağlanma tarzına sahip olduğu, psikopatoloji gösteren grubun sadece % 13,3'ünün güvenli bağlanmaya sahip olduğu görülmüştür (Brown ve Wright, 2003). Kararsız bağlanması olan ergenlerin sorunlarını abartarak ilgi çekmeye çalıştığı, kaçıngan ergenlerin ise, sorunlarını görmezden gelmeye meyilli olduğu belirtilmiştir. Anksiyete, depresyon, düşünce bozuklukları ve sosyal kabul görme gereksinimi; kararsız bağlanma tarzına sahip olan ergenlerde diğer gruplara göre daha çok görülmektedir (Brown ve Wright, 2003). Kararsız bağlanma tarzı, aynı zamanda, sınır kişilik bozukluğuna sahip ergenlerde daha sık görülmektedir. Bunun yanında, davranım bozukluğu, madde kötüye kullanımı ve bunlara bağlı olarak, antisosyal kişilik bozukluğu da kaçıngan bağlanma tarzına sahip ergenlerde daha sık görülen psikopatoloji kategorilerdir (Brown ve Wright, 2003). Ergenlerle yapılan başka çalışmalarda da benzer sonuçlar elde edilmiştir (Bartholomew, 1994; France, 2000).
Yetişkin Bağlanma Görüşmesi’nin kullanıldığı bir çalışmada, genç yetişkinlerin kendilik ve başkaları zihinsel temsilleri incelenmiştir. Sonuçlara göre güvenli kişilerin kendilerini stressiz ve diğerlerini destekleyici; kayıtsız-kaçınan katılımcıların kendilerini stressiz ancak diğerlerini destekleyicilikten uzak; saplantılı katılımcıların ise kendilerini stresli ve diğerlerini de destekleyicilikten uzak olarak değerlendirdikleri bulunmuştur (Kobak ve Screey, 1988).
Freud'un 1917'de melankoli ile kayıp arasındaki ilişkiye yaptığı yorumlar ve depresyon ile çocukluk dönemi kayıpları arasındaki ilişkiler, dikkat çekicidir (Freud, 1917). Yapılan çalışmalar göstermektedir ki, annenin erken dönem kaybı, bu kayba eşlik eden ilgisizlik ya da bakımdaki aksamalar, kişiyi, yetişkin yaşamında zorluklarla karşılaştığında depresyona çok daha açık hale getirmektedir. Annelerini çocukluk döneminde kaybetmiş bir grup kadınla yapılan bir çalışmada depresyon oranları (üç kadından biri), bu kaybı yaşamayan kadınlara göre (on kadından biri) daha yüksek bulunmuştur (Harris ve Bifulco, 1991). Bağlanma tarzları ve depresyon ilişkilerini inceleyen başka çalışmalarda da güvensiz bağlanma ile depresyonun ilişkili olduğuna yönelik kanıtlar bulunmaktadır (örn. Carnelley, Pietromonaco ve Jaffe, 1994; Wei, Mallinckrodt, Larson ve Zakalik, 2005; Cooper ve ark., 1998),
Bağlanma konusunda diğer psikopatolojilerle de ilişkilere bakılmıştır. Örneğin güvensiz bağlanma ile yeme bozuklukları incelenmiştir. Yeme bozukluğu hastaları güvensiz, kaygılı, kararsız ve kaçıngan bağlanma şekilleri göstermektedir (örn., Orzolek-Kronner, 2002; Tasca, Kowal, Balfour, Ritchie, Virley ve Bissada, 2006; Ward, Ramsay ve Treasure, 2000). Ülkemizde yapılan bir çalışmada da; Oral (2006), yeme tutum bozukluğu ile bağlanma stilleri arasındaki ilişkiyi incelemiş; yeme bozukluğu gösteren hasta grubun kaygılı bağlanma boyutunun yüksek olduğunu göstermiştir.
Bağlanma ile alkol tüketimi (örn., Brennan ve ark., 1991); düşünce bozuklukları ve somatizasyon (örn., Allen ve ark., 1998; Cooper ve ark., 1998;Mickelson, Kessler ve Shaver, 1997), psikoz (örn., Berry, Band, Corcory, Barrowclough ve Wearden; 2007) ve şizofreni (örn.Tyrrell, Dozier, Teague ve Fallot,1999) arasındaki ilişkilere de bakılmış; güvensiz bağlanma biçimlerinin yukarıda bahsedilen psikopatolojiler ile de ilişkili olduğu bulunmuştur. Ülkemizde yapılan bir çalışmada Yaka (2011); psikiyatrik rahatsızlığı olan 163 birey (depresyon, anksiyetebozukluğu, yeme bozukluğu, panik bozukluğu ve fobi) ile psikiyatrik rahatsızlığı olmayan 195 bireyi karşılaştırmıştır. Psikiyatrik rahatsızlığı olan bireylerin norma lbireylere göre güvensiz bağlanma tarzlarının (kaygılı-kaçıngan) daha yüksek olduğunu belirtmiştir.
Bunların dışında ülkemizde Batıgün ve Büyükşahin’in (2008) yaptıkları çalışmada aleksitimi puanı yüksek olan grubun, kaçınmacı ve kaygılı bağlanma puanlarının daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Ülkemizde yapılan başka birçalışmada ise Çeri (2009), vajinismus tanısı alan kadınlar ve eşlerinde, temel bilişsel şemalar ile bağlanma stillerini incelemiş, kadınlar arasında güvensiz bağlanmanın vajinismus tanısını yordadığını göstermiştir.
Güvensiz bağlanma biçimlerinin kişilik bozukluklarıyla da ilişkili olduğu düşünülmektedir (Baron, 2003). Yapılan çalışmalarda güvensiz bağlanmanın, sınır kişilik bozukluğu (örn.,Aaronson, Bender, Skodol ve Gunderson, 2006; Fonagy,2000; Fossati, Feeney, Carretta, Grazioli, Milesi, Leonardi ve ark., 2005; Jellema, 2000; Mauricio, Tein, Lopez, 2007; Miti ve Chiaia, 2003; Sable, 1997); narsistikkişilik bozukluğu (örn., Jellema, 2000); antisosyal kişilik bozukluğu (örn., Mauricio,Tein ve Lopez, 2007) ve obsesif-kompulsif kişilik bozukluğu (örn., Aaronson ve ark., 2006) gibi kişilik bozukluklarıyla da ilişkili olduğu gözlenmiştir.
Sınır kişilik bozukluğu, ayrılma anksiyetesiyle bağlantılı konulardan bir tanesidir. Araştırmalar bu hastaların erken dönemde veya çocukluklarında yüksek seviyede duygusal ihmal ve örselenmeye maruz kaldıklarını göstermektedir (Holmes, 1997; Bryer, Nelson, Miller ve Krol, 1987). Sınır kişilik bozukluğu tanısı almış kişilere bağlanma teorisi açısından bakıldığında anneyle olan bağlanmadaki bocalamalar dikkat çekmektedir. Korkmuş bir çocuk, bağlanma figürünü arar ve eğer bağlanma nesnesi aynı zamanda travma nesnesi ise, güvenlik arayışında öncelikle travma, yol gösterici olur (Holmes, 1997). Fonagy’e (1991, 2000) göre, sınır kişilik bozukluğu hastaları, kendilerinin ya da diğerlerinin (özellikle duygularla ilişkili olanların) yeterli içsel temsillerine sahip değillerdir. Çocuğun tolere edemediği heyecan ve acıları, bağlandığı kişiyle yansıtmalı özdeşime gitmesine yol açmaktadır. Bu durumda çocuk, istismarcı ebeveyne donuk bir endişelilik ile yapışmakta ve tutunmaktadır (Fonagy, 1991, 2000). Başka bir çalışmada, sınır kişilik bozukluğu ile obsesif kompulsif kişilik bozukluğu karşılaştırılmış ve sınır kişilik bozukluğu olan kişilerin bozuk kişilerarası ilişkilerini açıklamak amacıyla güvensiz bağlanma stilleri incelenmiştir. Buna göre, bağlanma figürünün eksikliği, ondan ayrılma ya da onu kaybetme korkusu, sınır kişilik bozukluğu olan kimselerin kompulsif bakım arayışları ve kızgınlık duyguları içinde olmalarını açıklamaktadır (Aaronson ve ark.2006).
Yapılan bir başka çalışmada (Bekker ve ark. 2007), kaçınan tip bağlanma stili gösteren erkeklerle, kaygılı tip bağlanma stili gösteren kadınların, antisosyaldavranışlar gösterdiği bulunmuştur.
Tüm bu bulgular değerlendirildiğinde güvensiz bağlanmanın psikopatolojiler için bir risk faktörü olduğu düşünülmektedir.
1.7. Bağlanmanın Ölçülmesi
Bilindiği gibi bağlanma kuramında ilk çalışmalar, bebeklikte bakım veren (anne) ile kurulan ilişkinin niteliğine göre, bebeğin kendini güvende hissetmesi üzerine yapılmıştır. Ancak zamanla, bağlanmanın yaşam boyu etkili olduğu görüşü öne çıkmıştır. Böylece klinik psikologlar ve sosyal psikologlar açısından bağlanma kuramının yetişkinlikte, kişilerarası ilişkilerde ve kişinin kendi iç dünyasıyla ilgili dinamikleri konu eden çalışmalarda kullanılması, giderek yaygınlaşmıştır.
Çocuk ya da yetişkin bireye göre ana-baba-çocuk ilişkisinin nasıl algılandığını değerlendirmek amacıyla oluşturulan ölçüm araçlarını
a) doğrudan çocukluk döneminde alınan ölçümler;b) retrospektif olarak çocukluk döneminin değerlendirildiği ölçümler olarak sınıflandırmak mümkündür.
Çocukluktaki bağlanma süreçleriyle ilgili olarak, çocuklarla yapılan bağlanma çalışmalarında kullanılan ölçüm araçlarından birisi Cassidy (1988) tarafından geliştirilen “Kukla Görüşmesidir” (Puppet Interview). Kukla görüşmesinde, çocuğun kendi benlik değeriyle ilgili sorulara büyük bir el kuklası aracılığıyla yanıtlar üretmesi beklenmektedir. Buradaki temel düşünce çocuğun kukla aracılığıyla verdiği yanıtların, diğerinin gözünden kendini nasıl algıladığını yansıtacağıdır (Cassidy, 1988). Yurt dışında “Kukla Görüşmesi”nin kullanıldığı çalışmalarda, çocukların sahip oldukları “Güvenli Yer Senaryoları” ve benlik değerleri arasında pozitif yönde ilişkiler olduğu belirlenmiştir (Bretherton, Ridgewayve Cassidy, 1990; Cassidy, 1988; Verschueren, Marcoen ve Sehoefs,1996).
Orta çocukluk ve ergenlik öncesi dönemindeki (9-12 yaş) çocuklara uygunolarak Kerns, Klepac ve Cole (1996) tarafından, 15 maddeden oluşan “Kerns Güvenli Bağlanma Ölçeği” (KGBÖ) (Security Scale) geliştirilmiştir. Ölçek, çocukların bağlanma figürlerinin
(a) duyarlı ve ulaşılabilir olacaklarına ne orandagüvendiklerini,(b) stres altında iken bağlanma figürlerine güvenme eğilimlerini ve(c) bağlanma figürleri ile iletişim kurma kolaylığını ve isteklilik düzeylerini ölçmeyi amaçlamaktadır.
Ölçek çocuk tarafından, hem anne hem de baba için ayrı ayrı doldurulmaktadır. Bu ölçeğin Türk örneklemi üzerinde güvenirlik ve geçerliği Sümer ve Anafarta Şendağ (2009) tarafından yapılmış; KGBÖ’nin Türk örneklemi için psikometrik kalitesinin yeterli olduğu gösterilmiştir.
“Yakın İlişkilerde Yaşantılar Envanteri-II Orta Çocukluk Dönemi Ölçeği” ise Brenning, Soenens, Braet ve Bosmans (2011) tarafından, orta çocukluk ve erken ergenlik dönemlerinde (8-13 yaş aralığı), ebeveynlere bağlanma boyutlarını ölçmek amacıyla geliştirilmiştir. Yetişkin bağlanma boyutlarını ölçmek için geliştirilen (Fraley ve ark., 2000) ve Türkçeye de çevrilmiş olan Yakın İlişkilerde Yaşantılar Envanteri- II’nin (Selçuk ve ark., 2005) bu versiyonu, 36 maddeden oluşmaktadır. Maddeler Yakın İlişkilerde Yaşantılar Envanteri’nin orijinal maddelerinden sadeleştirilerek ve madde içerikleri, çocuk-ebeveyn ilişkisine uygun olarak değiştirilerek düzenlenmiştir. Açıklayıcı ve doğrulayıcı temel bileşenler analizleri ile ölçeğin, bağlanmada kaygı ve kaçınma boyutu olmak üzere iki faktörlü yapıya sahip olduğu gösterilmiştir. Brenning ve arkadaşları (2011), orijinal çalışmalarında, ölçeğin iki faktörlü yapısının, anneye bağlanma ölçeğinde toplam varyansın % 44.36 sını açıkladığını ve ölçeğin kaygılı bağlanma boyutunun (α =.83) ve kaçınan bağlanma boyutunun (α = .85) yüksek iç tutarlık katsayısına sahip olduğunu göstermiştir. Ölçeğin kaygılı ve kaçınan bağlanma boyutlarının birbiriyle yüksek düzeyde ilişkili olduğu bulunmuştur (r= .56). Ölçeğin Türkçe’ye uyarlama çalışmaları, Kırımer,Akça ve Sümer (2014) tarafından yapılmıştır. Bu çalışmada, çocukların yalnızca annelerine olan kaygılı ve kaçınan bağlanma düzeylerini ölçmeye yönelik maddelere yer verilmiştir. Bağlanma kaygısı (örn., “Annemin, benim onu sevdiğim kadar beni sevmediğinden endişe duyuyorum”) ve kaçınma (örn., “Sorunlarım ve endişelerim hakkında annemle konuşurum”) boyutları, 18 madde ile ölçülmektedir. İki boyutta da yüksek puanlar, anneye görece yüksek kaygılı ve/ya kaçınan bağlanmaya karşılık gelmektedir. Ölçeğin iç tutarlık katsayıları, kaçınma boyutu için .90, kaygı boyutu için ise .78 olduğu bulunmuştur.
Bağlanma konusunda geliştirilen başka bir ölçüm aracı da “Ana Baba’ya Bağlanma Ölçeği”dir (PBI; The Parental Bonding Instrument). Bu ölçek Parker, Tubling, Brown ve arkadaşları (1979) tarafından çocuk-ana baba bağlanma örüntüsünü ölçmek üzere geliştirilmiştir. Ölçek temel olarak ilgi ve kontrol/aşırı koruma faktörlerini içermektedir. 25 maddeden oluşan bu ölçeğin ilgi boyutunda toplam 12 madde bulunmakta (puanlar 0-36 arasında değişir) ve yüksek puanlar,sıcak, anlayışlı ve kabul edici olarak algılanan, düşük puan ise soğuk ve reddedici olarak algılanan ana babayı yansıtmaktadır. Kontrol/aşırı koruma boyutunda, 13 madde yer almakta (puanlar 0-39 arasında değişir) ve yüksek puanlar, aşırı kontrolcü ya da özerkliğe izin vermeyen ana baba algısına işaret etmektedir. Ölçek, yetişkinlerede uygulanmakla birlikte, bireyden, yaşamının ilk 16 yılını düşünerek, ölçekteki her bir ifadenin, anne ya da babasının kendisine ilişkin davranışlarını ne kadar yansıttığını 4’lü likert-tipi derecelendirme ile (tamamen böyleydi =3.... hiç böyle değildi=0) belirtmesi istenmektedir. Birey, anne ve babası için iki ayrı değerlendirme yapmaktadır. PBI’dan elde edilen iki faktörlü yapı, iki ayrı ölçek olarak değerlendirilmekte ve her alt-ölçekten ayrı ayrı toplam puan elde edilmektedir. İlgi boyutunda puan artışı, aşırı koruma/kontrol boyutunda ise puan azalması, algılanan olumlu ana baba davranışlarına işaret etmektedir. Bu iki ölçekten her biri, birbirinden bağımsız kullanılabildiği gibi, ikisi bir arada da kullanılabilmektedir. Geçerlik çalışmalarına bakıldığında, görüşme yoluyla elde edilen puanlar ile PBI faktörlerinden elde edilen puanların ilişkili olduğu gösterilmiştir (İlgi=.77; aşırı koruma/kontrol =.50) (Kapçı ve Küçüker, 2006). Ölçeğin Türk kültürüne uyarlama ve güvenirlik, geçerlik çalışmaları ise Kapçı ve Küçüker (2006) tarafından yapılmış ve ölçek; “Ana Babaya Bağlanma Ölçeği” (ABBÖ) olarak adlandırılmıştır. Yapılan faktör analizi sonucunda, PBI’dakine benzer şekilde iki faktörlü bir yapı ortayacıkmış, ancak PBI’da aşırı koruma/kontrol olarak adlandırılan ikinci faktördeki kontrol maddeleri, ABBÖ’nde ilgi faktörüne yüklenmiş ve bu boyut- ilgi/kontrol olarak adlandırılmıştır (Kapçı ve Küçüker, 2006). ABBÖ’nin güvenilirliği iç tutarlılık, iki-yarı ve test-tekrar test istatistikleriyle hesaplanmıştır. Anne formu için Cronbach alfa değeri .87, Baba Formu için .89 olarak bulunmuştur. Ölçeğin test-tekrar test güvenilirliği Anne Formunda tüm ölçek için .90, baba formu için .89 olarak bulunmuştur. Ana-babaya bağlanma örüntüsünü incelemede ABBÖ’nin psikometrik özelliklerinin yeterli düzeyde olduğu ve ülkemizde kullanılabileceği söylenebilmektedir.
“Baba-Bebek Bağlanma Ölçeği” (Paternal- Infant Attachment Questionnarie), Condon, Corkindalea ve Boyce (2008) tarafından doğum sonrası baba- bebek bağlanmasını değerlendirmek amacıyla geliştirilmiştir. Babalara uygulanan ve 19 maddeden oluşan ölçek; ‘sabır ve hoşgörü’, ‘etkileşimde zevk’ ve ‘sevgi ve gurur’ olmak üzere üç alt boyuttan oluşmaktadır. Ölçeğin her bir maddesi bir ve beş puan arasında puanlandırılmaktadır. Yüksek puanlar, bağlanmanın yüksek olduğunu ifade etmektedir. Bebekler 6. aya geldiklerindeki yapılan ölçümler sonucu ölçeğin cronbach alfa katsayısı 0.81; 12.ayda ise bu katsayı 0.78 olarak bulunmuştur (Condon ve ark.,2008). Baba- Bebek Bağlanma Ölçeği; Güleç ve Kavlak tarafından (2013) Türk toplumuna uyarlanmış, geçerlik ve güvenirlik çalışmaları yapılmıştır. Araştırma, sağlık kontrolüne ve/veya bebeklerin aşılarını yaptırmak üzere belirlenen merkezlere gelen babalara uygulanmıştır. Güvenirlik için katsayı değerleri 0.52-0.80 arasında bulunmuştur. Ölçeğin maddelerinin, özgün ölçekte öngörüldüğü gibi üç faktör tarafından temsil edildiği belirlenmiştir. Baba-Bebek Bağlanma Ölçeği, babaların bebeklerine bağlanmalarını değerlendirebilecek geçerli ve güvenilir bir ölçüm aracıdır (Güleç ve Kavlak, 2013).
Bağlanma konusunda yapılan çalışmalarda objektif ölçümlerin yanı sıra projektif ölçümlerin de fazlasıyla çalışıldığı dikkat çekmektedir. Projektif yöntemlerin kullanıldığı bağlanma çalışmalarında “prompt word” denilen akla ilk gelen kelime tekniği (bağlanma ile ilgili olan kelimeler, örn: bebek- oyun- battaniye-kucak- gülümseme- hikaye- oyuncak ayı- uyku vb) bağlanmanın ölçülmesinde yaygın olarak kullanılmaktadır (Akt: Dozier, Stovall-McClough ve Albus, ed., 2008).
Bağlanmanın genç yetişkin ve yetişkinlerde değerlendirilmesi için geliştirilmiş olan ölçüm araçları, üç başlıkta ele alınabilmektedir. Bunlar; gözlem veya mülakata dayalı yöntemler (Yetişkin Bağlanma Görüşmesi, Yetişkin Bağlanma Yansıtması, Bağlanma Öyküleri Değerlendirmesi); davranışsal değerlendirme yöntemleri (Güvenli Üs Puanlama Sistemi) ve öz-bildirim değerlendirmesi (Bağlanma Öyküsü Anketi, Ebeveyn-Akran Bağlanma Envanteri, Yetişkinler için Karşılıklı ve Kaçıngan Bağlanma Anketi, Bağlanma Tarzı Anketi, İlişkiler Anketi, Geriye Dönük Bağlanma Anketi, Yakın İlişkilerde Yaşantılar Envanteri) şeklinde sınıflandırılabilmektedir (Crowell, Fraley ve Shaver, 2008).
Yetişkin bağlanmasına ilişkin ilk ölçümler 1980’lerde Ainsworth ve arkadaşlarının gözlemlerine dayalı geliştirilen bağlanma biçimlerini dayanak noktası kabul etmiştir. Bağlanma sürecinin yaşam boyu etkili olduğu noktasından hareketle, yetişkinlikteki bağlanmayı ölçmek üzere iki ölçüm yöntemi kullanılmıştır. İlk olarak Main ve arkadaşlarının geliştirdiği “Yetişkin Bağlanma Görüşmesi” (YBG; Adult Attachment Interview) kullanılmaya başlanmıştır (Main, Kaplan ve Cassidy, 1985; Bartholomew ve Horowitz, 1991). Main ve arkadaşlarının, kişilerin çocukluk bağlanma biçimlerini yetişkin bağlanma temsillerinde de kullandığı görüşünden hareketle, YBG’de kişilerden, çocukluktaki anne ve baba ile ilişkilerini tanımlamaları ve ebeveynin davranışı hakkında yorum yapmaları istenir. Yetişkin Bağlanma Görüşmesi, bağlanmanın projektif olarak değerlendirmesini hedefleyerek resim gösterme, hikâye tamamlama gibi birçok tekniklerden de yararlanmıştır. YBG bir buçuk saat sürmektedir. Buradaki amaç; kişinin çocuklukta oluşan zihinsel temsillerinin yetişkinlikte kurduğu ilişkilerde oluşturduğu bağlanma stillerine etkisini görebilmektir. YBG’ye göre kişinin “güvenli özerk, kayıtsız- kaçınan ve saplantılı” ve sonradan eklenen “dezorganize” olmak üzere dört çeşit bağlanma stili ortaya koyduğu sonucuna varılmıştır (Van Ijzendoorn, 1995 ve Çalışır, 2009).
Yetişkin Bağlanma Görüşmesi, uygulanması uzun süren eğitimler gerektirmesi, kullanımı ve puanlaması bakımından zor bir yöntem olarak kabul edildiğinden, YBG için çeşitli puanlama sistemleri geliştirilmiştir. Bunlara örnek; Main (1984, 2003), Kobak (1993), Fonagy ve arkadaşlarının (1991) puanlama sistemleri verilebilir (Akt., Crowell, Fraley ve Shaver, 2008). Main’in (2003) puanlama yönteminde kişiler, “güvenli” (otonom) ya da “güvensiz” (bağlanmayı umursamayan, bağlanmayla aşırı meşgul ya da saplantılı) olarak sınıflandırılmaktadır. Katılımcılar bu üç kategoriden birine yerleştirilebildiği gibiayrıca, “çözülmemiş” ve “sınıflandırılamayan” kategorilerine de yerleştirilebilmektedir. Kobak ve arkadaşları ise (1993) puanlama sistemlerinde, “duygu yönetimi” ve “bağlanma temsilleri” ilişkisini ölçmeye yönelik iki kavramsal boyutu (bağlanmanın güvenli ya da kaygılı olması veya bağlanma durumu söz konusu olduğunda düşük aktivasyon ya da aşırı aktivasyon benzeri yaşantılar içine girilmesi) kullanmaktadır. Bağlanmayla ilişkili olarak, düşük aktivasyon yaşantısı boyutunun, “bağlanmayı umursamayan” stratejilerine karşılık geldiği söylenirken; bağlanmaya yönelik durumlarda aşırı aktivasyon boyutunun ise “aşırı detaycılık ve öfke”ye karşılık geldiği belirtilmektedir. Başka bir puanlama sistemi olan Fonagy ve arkadaşlarının (1991) sisteminde ise farkındalık (kendinin ve başkalarının niyetleri üzerinde düşünme, motivasyon, duygular) ve bağlanma ilişkisi başlıkları altında puanlama yapılmaktadır (Akt., Crowell, Fraley ve Shaver, 2008).
Görüşme veya mülakat odaklı yöntemlerden bir diğer grup da bağlanma ve kişilerarası ilişkilerin değerlendirildiği ve “Yetişkin Bağlanma Görüşmesi”temelinde, Crowley ve arkadaşları (1996) tarafından geliştirilen “Şu andaki İlişkiler Görüşmesi”dir. Bu yöntem, eşler arasındaki bağlanma stratejilerini değerlendirmeyi amaçlar. Puanlamada ise, “Bağlanmayla ilişkili düşünce ve davranışlar” (yakınlık ya da bağımsızlığı önemseme), “Eşin davranışları”, “Bireyin kendini ifade tarzı” (öfke, aşağılama, idealleştirme, genel bütünlük) gibi boyutlar girerken, kişiler yine, “güvenli”, “kayıtsız (bağlanmayı umursamayan)” ve “saplantılı (bağlanmayla aşırı uğraş)” şeklinde sınıflandırılmaktadır (Akt., Crowell, Fraley ve Shaver, 2008).
“Yetişkin Bağlanması Yansıması” (YBY) (Adult Attachment Projective-AAPI) ise George ve West (2001, 2003) tarafından geliştirilen görüşme veya mülakata dayalı başka bir yöntemdir. Burada da kişilerden, kendilerine gösterilen resimler üzerinden öyküler üretmeleri istenmektedir. Öyküler içerik ve savunmacılık boyutlarına göre değerlendirilirken, kişiler anlattıklarına göre, “güvenli”, “kayıtsız”, “saplantılı” ve “kararsız” şeklinde sınıflandırılmaktadır (Akt., Crowell, Fraley ve Shaver, 2008).
“Bağlanma Öyküsü Değerlendirme Yöntemi” (Narrative Attachment Assessment-NAA) ise Waters ve Rodrigues-Doolash (2001, 2004) tarafından geliştirilen bir yöntemdir. Bu yöntemde kişilerden, kendilerine verilen 4 kelimeli, 3 kolonlu kelime listelerinden öyküler üretmeleri istenmektedir. Daha sonra bu öyküler “güvenli üs” modeline göre 1-7 arası bir ölçek üzerinden değerlendirilmektedir (Akt.,Crowell, Fraley ve Shaver, 2008)
Bağlanma konusunda davranışsal ölçümlerde ise, genellikle evli çiftlere etkileşimsel ve bağlanma davranışını provoke edici bir görev verilerek, çiftlerin ne tür davranışlar içine girdikleri gözlenmektedir. Gözlenen davranışlar, “destek almaya” ve verilen desteği kullanmaya” yöneliktir. Yaşanan sıkıntının ifadesindeki açıklık veya netlik, ihtiyaç duyulduğunda bunu ifade etme davranışı, yardım için eşe yaklaşma ve rahatlatılabilme yeteneği olarak isimlendirilen dört alt ölçekten alınan puanlara göre kişi “Güvenli üs kullanımı”na göre sınıflandırılmaktadır. Bu sınıflandırmada eşe gösterilen ilgi, sıkıntı ve üzüntünün fark edilmesi, sıkıntının yorumlanması ve sıkıntıya verilen tepkiler de dikkate alınmaktadır (Crowell, Fraley ve Shaver, 2008).
Başka bir değerlendirme yöntemi olan öz-bildirim ölçekleri; “Yabancı Durum/ Ortam” modeline dayanmaktadır. Buradaki temel çıkış noktası, çocukluktaki bağlanma tarzlarının aynı zamanda yetişkinlikte de yakın ilişkilere yansıyarak devam etmesidir (Sümer, 2006). Öz bildirim ölçeklerinin bir kısmı klinik açıdan ele alınarak geliştirilirken, diğer bir kısmı da sosyal psikologlarca geliştirilmiştir.
“Bağlanma Öyküsü Anketi” (Attachment History Questionnaire) klinik bakış açısıyla Pottharst (1990) tarafından geliştirilmiştir. Anket, Bowlby’i temel alan, kişiye demografik bilgilerin, aile tarihçesinin, ailesindeki etkileşim örüntülerinin, ebeveyn disiplin tekniklerinin, arkadaşlarının ve destek sistemlerinin sorulduğu, 51 açık uçlu maddeden oluşmaktadır. Söz konusu sorulara verilen yanıtların, “güvenli bağlanma” (güvenilir ebeveynler, anneden alınan sevgi miktarı), “ebeveyn disiplini” (arkadaşlarını görmeye izin verilmemesi, sevdiği şeylerin elinden alınması), “ayrılık tehditleri” (ebeveynlerin terk etme, polise gitme tehditleri), ve “sevgi içerikli arkadaş desteği” (arkadaşların güvenilirliği, alınan destek) şeklinde dört grupta toplanabildiği görülmüştür. Ölçek genellikle, psikopatoloji ile ilişkilendirilerek kullanılmıştır (Crowell, Fraley ve Shaver, 2008).
“Ebeveyn-Akran Bağlanma Envanteri” (Inventory of Peer Attachment-IPPA) ise klinik değişkenlerle ilişkilendirilerek kullanılan başka bir öz-bildirim ölçeğidir. Armsden ve Greenberg (1987) tarafından geliştirilen bu ölçek, ergenlerin, ebeveynleri ve yakın arkadaşlarıyla ilişkilerini nasıl algıladıklarını değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Ebeveyn-Akran Bağlanma Envanteri’nde üç faktör bulunmaktadır. Bunlar: Karşılıklı güven derecesi; iletişimin kalitesi; dışlanma ve öfke derecesidir (Akt: Dozier, Stovall-McClough ve Albus, ed., 2008). Bu envanterden elde edilenpuanlarla, kişinin babası, annesi ve arkadaşlarıyla ilişkileri, karşılıklı güven derecesi, iletişimin kalitesi ve ilişkinin taşıdığı öfke ve yabancılaştırma düzeyi incelenmektedir. Kişiler bu noktadan hareketle “güvenli” ve “güvensiz” olarak sınıflandırılmaktadır. Güvenli ebeveyn ve akran ilişkileri, özgüven, yaşam doyumu ve problem-odaklı başa çıkma stratejileri ile pozitif yönde ilişkili bulunmakla birlikte, yalnızlık ve psikolojik sıkıntılarla negatif yönde ilişkiler göstermektedir (Akt., Crowell, Fraley ve Shaver, 2008).
Yetişkin bağlanması hem klinik psikologların hem de sosyal psikologların incelemeye çalıştığı bir alan olduğundan, farklı ölçüm araçlarıyla değerlendirilmeye çalışılmıştır. Yetişkin bağlanmasını değerlendirmede daha çok sosyal psikologlar tarafından, yetişkinlik döneminde akranlara ya da romantik ilişkide olunan karşı cinse yönelik bağlanma biçimlerini ölçmek üzere ölçüm araçları kullanılmaktadır. Bu yaklaşıma göre; bağlanma kuramı yakın ilişkilerin dinamiklerini açıklamaktadır(Sümer, 2006). Bu ölçümlerden birisi; Ainsworth ve arkadaşlarının (1978) tanımladığı üç tür bağlanma biçimine (güvenli-kaygılı-kaçıngan) göre uyarlanmış üç ayrı paragrafın okutulduğu kişinin kendisinin değerlendirmesine dayanan bir ölçümdür (Hazan ve Shaver 1987, 1994; Selçuk ve ark. 2005; Sümer 2006). “Bağlanma Tarzları Anketi” (Attachment Styles Questionnaire-ASQ) adı verilen bu anket, Hazan ve Shaver (1987) tarafından geliştirilmiştir. Çocuk ve bakım veren arasındaki üç temel bağlanma tarzının, yetişkinlikteki romantik ilişkilerde yaşanan duygular ve sergilenen davranışlar boyutlarında da devam ettiği noktasından hareketle oluşturulmuştur (Crowell ve Treboux, 1995; Bartholomew ve Shaver,1998; Sümer ve Güngör, 1999; Sümer, 2006). Hazan ve Shaver’in ilk çalışmalarında bu tarzlar, “güvenli”, “kaçıngan” ve “kaygılı/kararsız” olarak gruplandırılmıştır. Bu çalışmalarda katılımcılara, romantik ilişkilerini gözden geçirmeleri daha sonra da bu ilişkilerindeki kendi yaşantılarını (arzularını, duygularını, davranışlarını), genel olarak, bu üç boyutta etiketlemeleri istenmiştir. Elde edilen yanıtların, kişilerin genellikle romantik ilişkilere yönelik inançlarını ve ebeveynleriyle ilişkilerinde hatırladıklarını, yansıttığı gözlenmiştir. Daha sonraları, kişilerin deneyimlerini zorla belirli kategorilere yerleştirmelerinin, gerçeği iyi yansıtmayabileceği düşüncesinden yola çıkılarak, sürekli derecelendirmeler boyutunda değerlendirmelerin yapıldığı ölçekler geliştirilmesi yoluna gidilmiştir. Bunun üzerine çok sayıda araştırıcı, çok sayıda Likert tarzı ölçekler geliştirmiştir.
Bartholomew ve arkadaşları (1990), alanda önerilen tüm ölçekleri de dikkatealarak, “bağlanma yönelimleri”, bağlanma örüntüleri” ya da “bağlanma tarzları” adı altında ölçülmeye çalışılan değişkenlerin, aslında iki temel boyutta toplanabileceğini iler sürmüşlerdir. Onlara göre, bu boyutlar, terk edilmeye ve sevgi eksikliğine bağlı “kaygı” ile yakınlıktan, karşılıklı bağımlılıktan ve duygusal açıklıktan “kaçınma”dır. Bartholomew bu boyutları, Bowlby’nin kuramı bağlamında yorumlayarak, söz konusu iki boyutun, “kendilik” (olumlu/olumsuz) ve “diğerleri” (olumlu/olumsuz) modelleri (şemaları) olarak da kavramlaştırılabileceğini ifade etmiştir. Bu iki boyutun, modeller bağlamındaki bileşimlerinin ise dört tür bağlanma örüntüsüne karşılık gelebileceğini ileri sürmüştür: “Güvenli” (olumlu kendilik/olumlu diğeri), “bağlanmayla aşırı uğraş/saplantı” (olumsuz kendilik/olumlu diğeri), “bağlanmayı umursamayan/kayıtsız” (olumlu kendilik/olumsuz diğerleri) ve “korkulu bağlanma” (olumsuz kendilik/olumsuz diğerleri) (Akt., Bartholomew ve Horowitz, 1991; Shaver ve Milcunlincer, 2002).
Bartholomew daha sonra Horowitz ile birlikte, 1991 yılında, “İlişkiler Anketi”ni (Relationship Questionnaire-RQ) oluşturmuştur. Bu ankette de dört tip bağlanma (güvenli, korkulu, saplantılı, kayıtsız) katılımcılara çeşitli cümlelerle tanıtılmakta ve yakın ilişkilerde hangi bağlanma tipinin kendilerini daha iyi yansıttığı sorulmaktadır. Aynı ölçek 1994 yılında biraz daha geliştirilmiş ve 30 maddelik,“İlişki Tarzları/Örüntüleri Anketi” (Relationship Styles Questionnaire-RSQ) adıyla kullanılmaya başlanmıştır. Bu yeni ölçekte kişiler her boyut için ayrı bir puan alabilmekte ve “kendilik modeli” ve “diğerleri modeli” olarak da iki boyutta değerlendirilebilmektedir (Bartholomew ve Horowitz, 1991; Crowell, Fraley ve Shaver, 2008). “Olumlu kendilik” modeli, diğer insanların onaylamasından bağımsız olarak gelişen ve kuşku duyulmaksızın kabul edilen içselleştirilmiş bir “sevilebilirlik” duygusu olarak tanımlanmış, “olumsuz kendilik” modeli ise başkalarından sürekli onay alma gereksinimi duyulması ve “düşük özsaygı” olarak belirtilmiştir. “Olumlu başkaları” modeli, kişi için önemli olan insanların güvenilir ve gerektiğinde ulaşılabilir olma durumuna yönelik olumlu beklentileri içerirken; “olumsuz başkaları” modeli ise kişi için önemli olan diğer insanların güvenilmez olduğuna ilişkin olumsuz beklentileri olarak ifade edilmiştir (Bartholomew veHorowitz, 1991; Bartholomew ve Shaver, 1998; Sümer ve Güngör, 1999; Sümer, 2006). İlişkiler Anketi ile İlişki Ölçekleri Anketi Sümer ve Güngör (1999) tarafından Türkçe’ye uyarlanmıştır. İlişki Ölçekleri Anketi için, .27 ile .61 arasında iç tutarlılık katsayısı ve test tekrar yöntemi ile de .54-.78 arasında korelasyon katsayısı elde edilmiştir.
Brennan ve arkadaşları (1998), “İlişkiler Anketi” ve “İlişki Tarzları Anketi”nibirlikte alarak bu maddelere bir faktör analizi yapmıştır. 323 maddelik faktör analizinin yapıldığı bu çalışmada, Brennan, Clark ve Shaver (1998) “Yakın İlişkiler Yaşantılar Envanteri”ni (YİYE: Experiences in Close Relationships Inventory)geliştirmişlerdir. Yapılan faktör analizi sonucunda, yetişkin bağlanma davranışlarının yakın ilişkilerde yaşanan kaygı ve başkaları ile yakınlaşmaktan kaçınma olmaküzere, iki boyuttan oluştuğu bulunmuştur. Kaygı boyutu, yakın ilişkide terk edilmeye karşı oluşan duyarlılık sonrası yaşanan, bağlanma kaygısını; kaçınma boyutu ise başkalarıyla karşılıklı yakınlık kurmaktan duyulan rahatsızlık sonucu oluşan, huzursuzluğu tanımlamaktadır (Brennan ve ark. 1998; Sümer 2006). Bu ölçekte bu iki temel boyut, on sekizer madde ile ölçülmekte ve bu boyutlar küme analizi yapılarak kişilerin yerleştirildiği dört bağlanma biçemine göre oluşturulmaktadır. Yapılan ölçümler ve daha önceki çalışmalardan elde edilen sonuçlar değerlendirildiğinde kaygı boyutu ile benlik temsilinin, kaçınma boyutu ile de başkaları temsilinin ilişkili olduğu öne sürülmektedir (Brennan ve ark. 1998).
YİYE-I için faktör analizi uygulanmış bir çalışmada (Bahadır, 2006), ikili model için bir doğrulayıcı faktör analizine gidilmiş ve söz konusu araştırma örneklemi için ikili faktör yapısının uygun olabileceği kanısına varılmıştır. Şahin ve Yaka (2010) tarafından YİYE-I’in faktör yapısının yeniden değerlendirildiği bir çalışmada ise üç faktörlü bir yapının (Güvenli, Kaygılı ve Kaçıngan) daha uygun olduğu sonucuna varılmıştır.
“Yakın İlişkiler Yaşantılar Envanteri II” (YİYE II) ise, Fraley, Waller ve Brennan (2000) tarafından; bağlanma ölçümlerinde kullanılan ölçeklerin daha sağlıklı bir ölçüm yapılabilmesi ve yüksek bir ölçüm duyarlılığına sahip olması amacıyla oluşturulmuştur. YİYE II, 18 kaygı, 18 kaçınma olmak üzere 36 maddeden oluşmaktadır. Selçuk ve arkadaşları (2005) bu ölçeğin Türkiye’de geçerlik ve güvenirlik çalışmalarını yapmışlardır. Her bir alt boyuttan alınan puan arttıkça,kaçınmacı bağlanma ya da bağlanma kaygısının arttığı söylenmektedir. Kaçınma alt boyutunun Cronbach alfa katsayısı .90 iken, kaygı alt boyutunun Cronbach alfa katsayısı, .86’dır. Ölçeğin kaçınma ve kaygı boyutlarına ilişkin test-tekrar test güvenilirliği katsayıları ise sırasıyla .81 ve .82’dir (Selçuk ve ark., 2005).
“Geriye Dönük Bağlanma Anketi” (Retrospective Attachment Questionnaire- RAQ) ise son yıllarda üzerinde çalışmalar yapılan, bir başka bağlanma ölçüm aracıdır. Parkes (2006) tarafından geliştirilen bu ankette katılımcılara, ebeveynilişkilerinin niteliğinin geriye dönük olarak değerlendirildiği 32 soru ile çocukluktaki duygusal yaşantıların değerlendirildiği 35 soru sorulmaktadır. Katılımcıların aldıkları puanlar, bağlanmadaki “güven”, “kaygı”, “kaçınma” ve “düzensizlik” şeklinde sınıflandırılabilmektedir (Crowell, Fraley ve Shaver, 2008).
Yetişkinler için yakın ilişkilerde bağlanmayı ele alan başka ölçüm araçları da mevcuttur. Örneğin; “Yetişkinler İçin Karşılıklı Bağlanma Anketi” (Reciprocal Attachment Questionnaire for Adults-RAQA) (West ve Sheldon, 1992) beş bileşen içermektedir: Yakınlık arama, ayrılığa itiraz etme, kaybetme korkusu, ulaşılabilirlik, bağlanma figürünün kullanılması. Yetişkinler için Karşılıklı Bağlanma Anketi ayrıca, yetişkinlerdeki bağlanma sisteminin kızgınlıkla uzaklaşma, takıntılı ilgi gösterme, takıntılı kendine dayanma, takıntılı ilgi arama gibi temel bağlanma örüntülerini de dikkate almaktadır. Ölçeğin iç tutarlılığının ve 4 aylık test-tekrar-test güvenilirliğinin yüksek olduğu ileri sürülmektedir. Yapılan faktör analizlerinde “ulaşılabilirlik”, “kaybetme korkusu” ve “yakınlık arayışı” öğeleri bir faktöre, “bağlanma kişisinin kullanımı”, “ayrılığa itiraz etme” ikinci faktöre yerleşmiştir. Benzer şekilde, bağlanma örüntülerinden, “takıntılı kendine dayanma” ve “kızgınlıkla uzaklaşma” bir faktöre, “takıntılı ilgi gösterme” ve “takıntılı ilgi arama” da bir başka faktöre yüklenmiştir.
“Yetişkinler İçin Kaçıngan Bağlanma Anketi” (Avoidant Attachment Questionnaire for Adults-AAQA) (West ve Sheldon, 1998) ise öncelikli olarak hayatlarında temel bir bağlanma figürü veya kişisi olmadığını iddia eden yetişkinler için tasarlanmıştır. Bu anketin bileşenleri ise şu şekildedir: İlişkide mesafenin korunması, kendine yetme konusundaki yüksek öncelik, bağlanma ilişkilerinin güvenlik için tehdit oluşturması, yakın duygusal bağ için istek duyulması (Akt:Dozier, Stovall-McClough ve Albus, ed., 2008). Bu ölçekte de faktör analizinde ikilibir yapı ortaya çıkmıştır (Crowell, Fraley ve Shaver, 2008).
Yukarıda da bahsedildiği gibi, ilgili yazın incelendiğinde bağlanma kavramını ölçmeye yönelik olarak bebeklik, çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik dönemlerinde birçok ölçüm aracının geliştirilmiş olduğu görülmektedir. Bu ölçüm araçlarında ise özellikle yetişkinlikte bağlanmanın ölçümüne yönelik olarak, İlişkiler Anketi, İlişki Ölçekleri Anketi, Yakın İlişkilerde Yaşantılar Envanteri-I, Yakın İlişkilerde Yaşantılar Envanteri-II’nin Türkçe’ye uyarlama ile geçerlik ve güvenirlik çalışmaları yapılmıştır. Bununla beraber ölçme araçlarıyla ilgili pek çok tartışma da mevcutur.
1.7.1. Bağlanma Konusundaki Ölçümlere Yönelik Tartışmalar
Bağlanma, karmaşık yapısı gereği ölçülmesi oldukça zor olan bir kavramdır. Yapılan çalışmalar; bağlanmanın yaşam boyu devam eden bir süreç olarak ele alınması doğrultusunda sonuçlar verdiğinden, bağlanma konusunda farklı ölçümlerin bir arada kullanılması gerekliliği doğmuştur. Genel olarak bakılacak olursa bağlanma örüntüsünün ölçümünde, iki temel yaklaşım bulunmaktadır. Birinci yaklaşım daha çok gelişim ve klinik psikoloji kökeninden araştırmacıların, Ainsworth’ün (Ainsworth ve ark., 1978) geliştirdiği Yabancı Ortam Yöntemi’nin farklı şekillerini temel alarak, gözlem, öykülendirme ya da ilişki anlatım analizlerine dayalı olarak geliştirdikleri “örtük” ölçüm yöntemleridir. İkinci yaklaşım ise bağlanmanın öz bildirim ölçekleri yoluyla kişinin beyanına dayanarak ölçülmesidir. Ancak farklı yöntemlerle ölçülen bağlanma boyutlarının ya da kategorilerinin, ne oranda biniştikleri ya da ne oranda bağlanmaya yönelik temsilleri ölçtüğü önemli bir tartışma konusudur (bkz., Bartholomew ve Shaver, 1998; Roisman, Holland, Fortuna, Fraley, Clausell ve Clarke, 2007; Sümer, 2006).
Tüm bu ölçüm araçlarına karşın, bağlanma konusunda, özellikle yetişkin bağlanmasını incelenmesi hususunda, mevcut ölçümlerde birtakım sıkıntılar olduğu gözlenmiştir. Son yıllarda yapılan çalışmalar göstermektedir ki bağlanma stillerinin ölçümünde kullanılan ölçekler, dayandıkları kavramsal temel ve yordama gücü bakımından farklıdırlar (örn.,Carver, 1997; Fraley ve Waller, 1998; Shaver ve Milkulincer, 2002). Hatta son çalışmalarda, yetişkin bağlanma stilleri veya kategorileri (Dörtlü Bağlanma Modeli’ndeki güvenli, saplantılı, korkulu, kaygılı bağlanma stilleri) yerine, bağlanma boyutlarının (Barholomew ve Horowitz’in benlik ve başkaları boyutları ile Brennan ve arkadaşlarının kaygı ve kaçınma boyutları) ölçülmesinin daha geçerli olabileceğine ilişkin bir takım veriler bulunmaktadır (Brennan ve ark. ,1998; Fraley ve Waler, 1998). Tüm bunlarla birlikte, aynı kuramsal temele dayanan ve benzer bağlanma boyut ya da stillerini ölçmeyi amaçlayan farklı ölçeklerin de ölçüm geçerliliklerinin farklılaştığı gözlenmiştir (Bartholomew veShaver, 1998; Shaver ve Milkulincer, 2002). Sümer’in (2006) yaptığı bir çalışmada, ülkemizde yetişkin bağlanma stillerini ölçmede yaygın olarak kullanılan üç ölçek (İlişki Anketi, İlişki Anketleri Ölçeği ve Yakın İlişkilerde Yaşantılar Envanteri), ölçüm, yordama ve ayırma gücü temelinde karşılaştırılmıştır. Sonuçlara göre boyut temelindeki ölçümlerin kategorik temeldeki ölçümlerden daha yüksek yordama gücüne sahip olduğu ileri sürülmüştür.
Bir başka sorun da yakın ilişkiler gibi, sosyal psikoloji alanındaki konuları incelemek üzere geliştirilmiş olan ölçeklerin (YİYE-I gibi), klinik psikolojide elealınan psikopatolojik belirtiler ve bağlanma ilişkisini ölçülmesi için de kullanılıyor oluşudur.
Bütün bu nedenlerle mevcut çalışmada ilk aşama olarak, ülkemize özgü yenibir bağlanma ölçeğinin oluşturulması düşünülmüştür. Bundan sonraki bölümde “Ölçek Geliştirme Çalışmaları” başlığı altında, bu ölçek geliştirilirken geçilen aşamalar, tek tek ele alınacaktır. Daha sonra da “Temel Çalışma” başlığı altında, buölçek kullanılarak “Bağlanma, Anksiyete ve Bilgi İşleme” konusuna yönelik yapılan araştırmaya yer verilecektir.
BÖLÜM II2. ÖLÇEK GELİŞTİRME
Daha önceden de bahsedildiği gibi özellikle yetişkin bağlanmasının ölçümünde kullanılan ölçüm araçları, dayandıkları kavramsal temel ve yordama gücü bakımından farklılaşmaktadır. Bununla birlikte psikopatolojiyle yakından ilgili olan bağlanma konusunda, doğrudan klinik psikoloji alanında kullanılmak üzere birbağlanma ölçeği geliştirilmemiştir. Bu kısıtlılıklardan hareketle, mevcut çalışmadaülkemize özgü yeni bir bağlanma ölçeği geliştirilmiştir. Bu bölümde ölçeğin geliştirilmesi ile ilgili çalışmalara yer verilmiştir.
Geliştirilmesi planlanan ölçek için aşağıdaki alt aşamalar kapsamında çalışmalar yapılmıştır:
Birinci aşama: Bağlanma ile ilgili kuramların, araştırmaların ve halihazırdaki ölçme araçlarının incelenmesi; madde havuzunun oluşturulması; oluşturulan bu ham ölçekle küçük bir örnekleme (20 kişi) gidilerek maddelerin anlaşılırlığının değerlendirilmesi; aday maddelerle bir hakemler grubuna (20 kişi) gidilerek maddelerin yüzeysel geçerliğinin değerlendirilmesi; taslak ölçeğin 307 kişilik bir örneklem üzerinde kriter ölçümü (Kısa Semptom Envanteri- KSE) ile birlikte uygulanması ve taslak ölçeğin açımlayıcı ve doğrulayıcı faktör analizleri yapılarak madde seçimlerinin tamamlanması;
İkinci aşama: Oluşturulan taslak ölçeğin 407 kişilik bir örneklemde yenikriter ölçümleriyle birlikte (Yakın İlişkiler Yaşantı Envanteri - YİYE, Anne Babaya Bağlanma Ölçeği-ABBÖ, UCLA Yalnızlık Ölçeği- UCLA-LS, Stres BelirtileriÖlçeği-SBÖ) uygulanması ve yapısal ve kriter geçerliliği ile güvenilirliğinin incelenmesi;
Üçüncü aşama: Ölçeğin yeni bir örneklemde test tekrar test uygulamasının tamamlanması ile ana çalışmada kullanılmak üzere hazır hale getirilmesi.
Ölçek geliştirme sürecinde, yukarıda da bahsedildiği gibi her bir aşamaya göre farklı örneklemlerle çalışılmıştır. Ölçek geliştirme çalışması için toplam üç ayrı örneklem kullanılmıştır. Analizler üç farklı örneklem üzerinde gönüllülük esas alınmak üzere yapılmıştır. Her aşamada kriter ölçümleri olarak Türkiye’de standardizasyonu yapılmış ve yukarıda belirtilmiş olan farklı ölçekler kullanılmıştır. Aşağıda betimlenen ölçek geliştirme çalışmaları, “birinci aşama”, “ikinci aşama”, ve “üçüncü aşama” başlıkları altında ayrıntılandırılacaktır.
2.1. Birinci Aşama
Çalışmaya başlarken bir madde havuzu oluşturulması amacıyla bağlanma konusunda Bolwby, Harlow, Ainsworth, Bartholomew ve Horowitz’in çalışmaları ile Kohut ve Horney’in kuramları da göz önünde bulundurularak, yetişkin bağlanmasına yönelik çeşitli maddeler yazılmıştır. Daha sonra, İlişkiler Anketi, İlişki Ölçekleri Anketi ve Yakın İlişkilerde Yaşantılar Envanteri incelenmiştir. Bunun yanı sıra bağlanma ile ilgili olacağı düşünülen Kişilerarası Şemalar Ölçeği, Kişilerarası İlişkiler Ölçeği, Çok Boyutlu Öfke Ölçeği, Sosyal Karşılaştırma Ölçeği, Stresle Başa çıkma Tarzları Ölçeği, Anne Davranışları Sınıflandırma Ölçeği, Bağlanma Davranışları Sınıflandırma Ölçeği, Evlilik içi İletişim Şekilleri Ölçeği, Üst Biliş Ölçeği-30, Maternal Bağlanma Ölçeği, Anne-Babaya Bağlanma Ölçeği, Erişkin Bağlanma Biçimi Ölçeği ile Arkadaşa Bağlanma Ölçeği incelenmiş, ilgisi olabileceği düşünülen maddelerden bazıları alınarak, madde havuzuna eklenmiştir. İlgili yazında bağlanma ile ilgili yapılan diğer çalışmalar, değerlendirme teknikleri ve örnek soru maddeleri de incelenerek, geliştirilen ölçekte değerlendirilmiştir. Bağlanma çalışmalarında sıklıkla kullanılan “prompt word” denilen, akla ilk gelen kelime tekniği bunlardan biridir.
Hazırlanan aday ölçeğin ilk kısmı, 29 maddeden oluşan cümle tamamlama bölümüdür. Burada kişilerin anne, baba, kendisi, diğerleri ve dünyayı algılamasına yönelik ifadeler verilerek cümleyi akla gelen sözcüklerle doldurması istenmiştir. Ölçeğin ikinci kısmındaki 121 madde ise yukarıda bahsedilen kuramlar ve var olan bağlanma ölçekleri ve ölçüm yöntemleri incelenerek hazırlanmış, 5’li likert tipi, kendini değerlendirme türü bir envanter şeklindedir.
Bu ilk aşamada öncelikle, 20 kişiye (alanında uzman psikologlar ile Akdeniz Üniversitesi’nde çalışmakta olan öğretim üyeleri) gidilerek, toplam 29 açık uçlusorudan ve kişinin kendisini, diğerlerini, ebeveynini ve dünyayı nasıl algıladığına ilişkin ve dolayısıyla bağlanma ile ilişkili 121 maddeden oluşan aday ölçek uygulanmış, maddelerin anlaşılırlığı ve öneriler değerlendirilmiştir.
Gelen geribildirimler doğrultusunda eksiklikler giderilmiş ve anlaşılmayan maddeler çıkartılarak yeni maddeler eklenmiştir. Gerekli düzeltmeler yapılarak ölçeğe son hali verilerek, ikinci örnekleme uygulanmak üzere hazır hale getirilmiştir.
Bu incelemeler sonucunda ölçek 23 açık uçlu soru ve 150 maddelik 5’li likert tipi, kendini değerlendirme türü bir ölçek haline gelmiştir.
Hazırlanan bu aday ölçek, kriter ölçümü olarak kullanılan Kısa Semptom Envanteri ile birlikte, ergen-genç yetişkin ve yetişkin örnekleminden oluşan toplam 311 kişilik bir örnekleme uygulanmıştır. Veri temizlemesi yapılarak örneklem 307 olarak belirlenmiştir.
Söz konusu örneklemdeki yaş ranjı 18-53, yaş ortalaması 26’dır. Örneklemi oluşturanların %61.2’si kadın, %38.8’i ise erkektir. Eğitim durumuna göre grubun dağılımı ise şu şekildedir: İlköğretim mezunu 1 (%3), lise mezunu 8 (% 2.6), önlisans mezunu 8 (% 2.6), üniversite mezunu 272 (% 88.6), yüksek lisans ve doktora mezunu 18 (%4.6) kişi. En uzun süreyle yaşanılan yer dağılımına bakıldığına 212 kişinin (%69.5) büyük kent, 61 kişinin (%20) küçük kent, 14 kişinin (%4.6) kasaba ve 18 kişinin (%5.9) köyde yaşadığı görülmektedir.
Ölçek geliştirme çalışmasının hedefi, klinik çalışmalarda kullanılacak bir bağlanma ölçeği geliştirmek olduğundan madde seçimi için klinik ortamlarda sıklıkla kullanılan KSE seçilmiştir. Bilindiği gibi Kısa Semptom Envanteri, SCL-90 olarak bilinen 90 maddelik Semptom Belirleme Listesi’nin kısaltılmış, yaklaşık olarak 5-10 dakika içinde doldurulabilen bir formudur. Derogatis (1992) tarafından geliştirilmiş 53 maddelik kendini değerlendirme türü bir envanterdir. Ölçeğin Türkçe geçerlilik ve güvenirliklerine ilişkin Fidaner ve Fidaner (1984), Dağ (1991) ve Şahin ve Durak (1994) tarafından çalışmalar yapılmıştır. Mevcut çalışmada Kısa Semptom Envanteri (KSE)’nin Şahin ve Durak (1994), tarafından dilimize çevrilmiş ve uyarlanmış olan Türkçe versiyonu kullanılmıştır. 53 maddenin (semptom) her biri, sıkıntıların şiddetine göre “hiç yok = 0” ile “çok fazla var = 4” arasında değişen 5 kategoride işaretlenmektedir. Yapılan faktör analizleri sonucunda depresyon, anksiyete, olumsuz benlik, somatizasyon ve hostilite olmak üzere beş faktör belirlenmiştir.
Elde edilen veriler dört ayrı işlemden geçirilerek, madde ayıklamaya gidilmiştir. Bu işlemler sırasıyla şunlardır:
1. Madde toplam korelasyonları,2. Kısa Semptom Envanteri ile korelasyonlar,3. Kısa Semptom Envanteri’ne göre oluşturulan uç gruplara göre yapılan seçim,4. Açımlayıcı faktör analizi. Aşağıda bu işlemlerle ilgili bulgulara kısaca değinilmiştir.
Cümle tamamlama şeklinde oluşturulan 23 adet, akla ilk gelen kelimeyle doldurulmuş olan açık uçlu soruya (örn; annem ..........................., annemle birlikte..........................., babam ..........................., baba dediğin ........................... olmalı, birlikte olduğum kişi (erkek ya da kız arkadaş veya eş) benim genellikle ........................... olduğumu söyler, babam bana karşı ........................... davranır, geleceğim ..........................., ben ........................... birisiyim, insanlar...........................), 307 katılımcı tarafından verilen cevaplar, içerik analizi yöntemiyle incelenerek olumlu-olumsuz olmak üzere anne-baba-kendilik-diğerleri ve dünya algısı şeklinde kümelendirilmiştir. Yapılan çalışmalar sonucunda açık uçlu sorulardan elde edilen olumlu-olumsuz sıfatların genel olarak ölçeğin geri kalan 150 kendini değerlendirme sorusu içinde yer aldığı gözlenmiştir. Bu sebeple ölçeğe bu bölümden ortaya çıkan herhangi bir yeni madde ilave edilmemiştir.
İlk madde ayıklaması, madde-toplam korelasyonların sonucunda, herhangi birmaddenin ölçekte bulunması ya da bulunmaması durumunda Cronbach alpha değerinde oluşabilecek değişmeler ve madde toplam korelasyonlar gözetilerek yapılmıştır. Bu işlem sonrasında ölçekten ayıklanabilecek ve tutulabilecek aday maddeler belirlenmiştir.
İkinci tur ayıklama işlemi için her maddenin KSE toplam puanıyla korelasyonlara bakılmış, korelasyonlarına göre maddeler, atılacak veya tutulacak aday maddeler olarak belirlenmiştir. Üçüncü işlemde de yine aday ölçeğin tüm maddeleri KSE ortalamasına ve standart sapmasına göre oluşturulan iki uç grubu ayırt edip etmemeleri açısından incelenmiş ve ayırt edilen maddeler aday ölçekte tutulacak, ayırt edemeyen maddeler ise atılacak maddeler olarak işaretlenmiştir. Dördüncü işlemde ise 150 madde, açımlayıcı faktör analizine tabi tutulmuş vefaktörlere 0.45 yükle yüklenen maddeler tutulacak, yüklenemeyen maddeler ise atılacak maddeler olarak işaretlenmiştir. Bundan sonra da ilk olarak, dört işlemin dördünde birden tutulacak olarak tespit edilen maddeler seçilmiş, daha sonra üçişleme göre tutulacak maddeler seçilmiştir. Bu şekilde devam eden süreç sonucunda150 maddeden oluşmuş olan aday ölçek 96 maddeye indirgenmiştir.
Bu yeni 96 maddelik Taslak Bağlanma Ölçeği’nin faktör yapısını incelemek amacıyla, yeni bir faktör analizi yapılmıştır. Temel Bileşenler (Principal Component) yöntemi ve Varimax dönüştürmesi (Varimax rotation) kullanılarak yapılan analizde öz değeri (eigenvalue) 1.00’ın üstünde olan otuz yedi faktör ortaya çıkmıştır. Ancak bu faktörler, grafikle (scree plot) incelendiğinde, altı faktörlü bir yapının yeterli olduğu görülmüştür. Faktör yükleri 0.45’in üzerinde olan maddeler yoruma esas alınmıştır. Altı faktörün açıkladığı toplam varyans %37.2 olarak bulunmuştur. Birinci faktör, faktör yükleri 0.44 ve 0.80 arasında değişen 28 maddeden oluşmuştur (özdeğer=17.01). Açıkladığı varyans %11.34’tür. İkinci faktör, yükleri 0.47-0.84 arasında değişen 22 maddeden oluşmuştur (özdeğer= 11.46). Açıkladığı varyans %7.64’tür. Üçüncü faktör, yükleri 0.52-0.83 arasında değişen 15 maddeden oluşmuştur (özdeğer=9.61). Bu faktörün açıkladığı varyans ise %6.41’dir. Dördüncü faktör 12 maddeden oluşmuştur; faktör yükleri 0.49-0.77 arasında değişmiştir ve varyansın % 5.72’sini açıklamaktadır (özdeğer=8.58). Beşinci faktör, yükleri 0.48-0.73 arasında değişen, 12 maddeden oluşmuştur (özdeğer=5.19; açıkladığıvaryans=% 3.46). Altıncı faktör de 7 maddeden oluşmuştur. Faktör yükleri 0.51 ve 0.78 arasında değişmektedir (özdeğer= 3.98; açıkladığı varyans= % 2.65).
Bu maddeler incelenerek, uygun olabilecek faktör isimleri belirlenmiştir.Bunlar, “arkadaşlarının gözünden kendilik algısı”, “birlikte olduğu kişinin gözündenkendilik algısı”, “olumlu baba algısı”, “olumsuz kendilik algısı”, “olumlu anne algısı”, “olumsuz baba algısı” olarak belirlenmiştir.
Açımlayıcı faktör analizi ile elde edilen bu faktör yapısı, yine madde seçimi amacıyla bu kez de doğrulayıcı faktör analizine tabi tutulmuştur.
Bilindiği gibi doğrulayıcı faktör analizi yöntemi, yapının daha da güçlü bir şekilde ayrışabilmesi için ölçekteki maddelerin ayıklanması amacıyla da kullanılabilmektedir (McIntire ve Miller, 2000). Bu amaçla, geliştirilmeye çalışılanTaslak Ölçeğin doğrulayıcı faktör analizi, AMOS 18.0 programı aracılığıyla yapılmıştır.
Yapılan bu analiz sonucunda, var olan 96 maddenin bir kısmının birbirleriyle binişik olduğu gözlenerek, binişik olanlar arasından en uygun olanları seçilmiş ve ölçek sadeleştirilerek, 40 maddeye indirilmiştir.
Doğrulayıcı faktör analizinde, sınanan modelin yeterliğinin belirlenmesi için çok sayıda uyum indeksi kullanılmaktadır. İlgili yazında kuramsal model ile gerçekveriler arasındaki uyumu değerlendirmelerinde (birbirlerine göre bir takım güçlü ve zayıf yönlerinin olması nedeniyle) birçok uyum indeksi değerinin kullanılması önerilmektedir. En sık kullanılanlar ise Ki-Kare uyum testi (Chi-Square Goodness,χ2), İyilik Uyum İndeksi (Goodness of Fit Index, GFI), Düzeltilmiş İyilik Uyum İndeksi (Adjusted Goodness of Fit Index, AGFI), Karsılaştırmalı Uyum İndeksi (Comparative Fit Index, CFI), Normlaştırılmış Uyum İndeksi (Normed Fit Index, NFI), Ortama Hataların Karekökü (Root Mean Square Residuals, RMR veya RMS),Yaklaşık Hataların Ortalama Karekökü (Root Mean Square Error of Approximation, RMSEA) ve Standardize Edilmiş Hataların Ortalama Karelerinin Kareköküdür (S- RMR) (Cole, 1987; Sümer, 2000; Meydan ve Şeşen, 2011).
Elde edilen verilerle yapılan doğrulayıcı faktör analizi sonucunda aday ölçeğin ki-kare değerinin 1289,46 ve anlamlılık düzeyinin p.0,000 düzeyinde olması, ilk uyum göstergesinin sağlandığı şeklinde yorumlanabilir. Bir diğer dikkat edilmesi gereken durum, ki-kare istatistiğinin serbestlik derecelerine oranıdır. Örneklem genişledikçe, analiz sonuçlarının anlamlı çıkma olasılığı artmaktadır. Bu nedenle büyük örneklemlerde χ2/df oranına bakılması önerilmekte ve bu oranın 5’ten küçük olması uyumun bir göstergesi sayılmaktadır. Bu oranın 3’ün altında kalmasını mükemmel, 5’in altında kalmasını ise orta düzeyde uyumun işareti olarak kabul edilmektedir (Sümer, 2000).
Gerçekleştirilen doğrulayıcı faktör analizi sonucunda ölçeğin ki-kare istatistiğinin serbestlik derecelerine oranı (χ2/df) 1.77 (χ2=1289,46, df=730); kök ortalama kare yaklaşım hatası (RMSEA) 0,05; normlanmamış uyum indeksinin (NNFI) AMOS programında karşılığı olan Tucker-Lewis indeks (TLI) değeri 0,86 ve karşılaştırmalı uyum indeks (CFI) değeri ise 0,86 olarak bulunmuştur. İyilik uyum indeksi (GFI) değeri ise 0,83 olarak bulunmuştur. Bu indeks açısından modelin iyi uyum gösterdiği düşünülmüştür. Ayrıca yazında da model uyumları konusunda genelolarak birçok uyum belirtecinin 0-1 arasında değer aldığı belirtilmekte ve değerlerin 1’e yaklaşması iyi uyum göstergesi olarak kabul edilmektedir. Genel model uyumukonusunda en önemli ölçütlerden biri Ki-kare (χ2) değeridir. Hesaplanan χ2 değeri küçüldükçe uyuşmanın iyi olduğuna karar verilir (Meydan ve Şeşen, 2011; Sümer, 2000). Bunun dışında RMSEA, GFI ve CFI gibi uyum indekslerine de bakılmalıdır. Doğrulayıcı faktör analizi yapılan ölçeklerin RMSEA değerinin ise 0’a yakın veya eşit olması gerekmekte, GFI ve CFI değerlerinin 1’e yakın olması ise uyum düzeyini arttırmaktadır (Meydan ve Şeşen, 2011).
Taslak ölçeğin CFI değeri 0.86, GFI değeri 0.83 ve RMSEA değeri ise 0.05 olarak bulunmuştur. RMSEA ve RMR’in 0’a yakın değerler vermesi beklenir ve 0.05’esit ya da daha küçük değerler çok iyi bir uyumu gösterir. Bir diğer uyum indeksi olan GFI, elde edilen faktörlerin kuramsal olarak önerilen faktörlere benzerliğini ortaya koyar ve uygunluğun, örneklem genişliğinden bağımsız değerlendirilebilmesi için geliştirilmiştir. Sümer (2000), GFI değerinin 0.95 ve üzeri olmasının çok iyi uyumu, 0.90-0.95 arası olmasının tatminkar düzeyde uyumu gösterdiğini belirtirken, Anderson ver Gerbing (1984), Cole (1987), Marsh, Balla ve McDocnald (1988), GFI değerinin 0.85 ve AGFI değerinin 0.80 olduğu durumlarında uyum için kabul edilebilir olduğunu belirtmektedirler. Bu çalışmada bulunan GFI (0.83), 0.85’a yakın değer olması ve AGFI’nın 0.81 olması nedeniyle uyum içinkabul edilebilir olduğu söylenebilir.
Mevcut ölçek geliştirme aşamasında uygulanan açımlayıcı faktör analizindeortaya çıkan 6 faktörlük yapı, doğrulayıcı faktör analizi sonucunda 5 faktörlü yapı olarak değişmiştir. “Arkadaşlarının gözünden kendilik algısı” ile “birlikte olduğu kişinin gözünde kendilik algısı” boyutları birleştirilmiş ve “olumlu kendilik algısı” olarak yeniden isimlendirilmiştir. “Arkadaşlarının gözünden kendilik algısı” boyutu sorularının, her iki boyutu kapsayacağı düşünülmüştür.
Bütün bu kriterler dikkate alındığında, ölçeğin doğrulayıcı ve açımlayıcı faktör analizleri sonuçlarına göre ölçeğin beş faktörlü yapısının uygun olduğuna karar verilmiştir. Ölçeğin birinci faktörü 11 maddeden, ikinci faktörü 7 maddeden, üçüncü faktörü 9 maddeden, dördüncü faktörü 8 maddeden ve beşinci faktörü 5 maddeden oluşmaktadır.
Yeni oluşturulan 40 maddelik aday ölçeğin Cronbach alpha katsayısı 0.80 olarak bulunmuştur. Alt ölçekler kendi içlerinde değerlendirildiklerinde ise “olumlu kendilik algısı” alt ölçeğinin güvenirlik katsayısı 0.86; “olumlu baba algısı” alt ölçeğinin 0.88; “olumsuz kendilik algısı”nın 0.80; “olumlu anne algısı”nın 0.75 ve “olumsuz baba algısı”nın 0.76 olduğu gözlenmiştir. Beş faktördeki bu yapınıntoplam varyansın %47.70’ini açıkladığı saptanmıştır.
Analizler sonucunda, ölçeğin bu beş faktörlü yapısından dolayı, “Bağlanma Temelli Zihinsel Temsiller Ölçeği” adı verilmiştir.
Birinci aşama sonunda elde edilmiş olan bu ölçeğin psikometriközelliklerinin, yeni bir örneklem üzerinde sınanması için ikinci aşama çalışmalarına geçilmiştir.
2.2. İkinci Aşama
İlk aşamada çeşitli adımlardan sonra 40 maddeye indirgenen ve “Bağlanma Temelli Zihinsel Temsiller Ölçeği” adı verilen bu ölçek, ikinci aşamada yeni bir örneklem üzerinden, yeni bir doğrulayıcı faktör analizi ile yeniden değerlendirilmiş ve ölçeğin geçerliliğini değerlendirmek üzere bir seri kriter ölçümüyle ilişkisine bakılmıştır. Kriter olarak belirlenen bu ölçekler bu kez, genel olarak bağlanmayla ilişkili ve daha önce Türkiye için uyarlaması yapılmış olan Yakın İlişkiler Yaşantı Envanteri-YİYE, Anne Babaya Bağlanma Ölçeği-ABBÖ, UCLA Yalnızlık Ölçeği- UCLA-LS’dir. Klinik amaca yönelik bu ölçek geliştirme hedefi halen geçerli olduğundan ve madde seçiminde KSE kullanılmış olduğundan bu kez kriter ölçümü olarak Stres Belirtileri Ölçeği-SBÖ kullanılmıştır. Bu çalışma için başvurulan örneklemde 411 kişi bulunmaktadır; ancak veri temizlemesi sonucunda 407 kişiden elde edilen veriler analize alınmıştır.
Kişisel bilgi formundan alınan bilgilere göre, örneklemin yaşı, 19-66 arasında değişmektedir. Yaş ortalaması 29’dur (ss=10.41). Örneklemi oluşturanların %52.1’i kadın, %47.9’u ise erkektir. Eğitim durumlarına bakıldığında; katılımcıların, 13’ü (% 3.2) ilkokul mezunu, 5’i (% 1.2) ortaokul mezunu, 146’sı (% 36.0) lise mezunu, 210’u (% 51.7) üniversite mezunu veya üniversiteye devam ediyor, 32’si (%7.9) ise yüksek lisans ve doktora mezunudur. En uzun süreyle yaşanılan yer dağılımına bakıldığında, 264 kişinin (%49.9) büyük kent, 97 kişinin (%23.8) küçük kent, 20 kişinin (%4.9) kasaba ve 26 kişinin (%6.4) köyde yaşadığı görülmektedir. Medeni durum bilgilerine bakıldığında da; 183 kişinin (%44.8) bekar ve hayatında kimsenin olmadığı, 98 kişinin (%24.1) bekar ancak hayatında biri olduğu, 6 kişinin (%1.5) sözlü veya nişanlı olduğu, 102 kişinin (%25.1) evli olduğu, 5 kişinin (%1.2) evli ancak ayrı yaşadıkları, 2 kişinin (%0.5) dul ve 11 kişinin (%2.7) boşanmış olduğu görülmektedir.
Kriter ölçümleri olarak kullanılan ölçekler daha önce, Türkiye’de çeşitli örneklemler üzerinde çalışılmış, çeşitli araştırmalarda kullanılmış ölçeklerdir. Yakın İlişkiler Yaşantı Envanteri-YİYE, Anne Babaya Bağlanma Ölçeği-ABBÖ, UCLA Yalnızlık Ölçeği- UCLA-LS, Stres Belirtileri Ölçeği-SBÖ ve Kişisel Bilgi Formu’na ilişkin bilgilendirme aşağıda yer almaktadır.
Kişisel Bilgi Formu, katılımcıların, yaş, cinsiyet, eğitim durumu gibidemografik bilgilerine ilişkin sorularla, yaşam memnuniyetleri ve anne-babalarına/bakım verenlere yönelik bir takım soruları kapsamaktadır. Ayrıca birinci sayfa olarak, araştırmanın amacına yönelik kısa bir bilgi formu ve Onam Formu yer almaktadır.
Yakın İlişkiler Yaşantılar Envanteri (YİYE: Experiences in CloseRelationships Inventory) Brennan, Clark ve Shaver (1998) tarafından geliştirilmiştir. Brennan ve arkadaşları, bu ölçeği geliştirmeden önce, yetişkin romantik ilişkilerdeki bağlanmayı ölçtüğünü düşündükleri 60 ölçeği faktör analizine tabi tutmuşlardır. Yapılan faktör analizi sonucunda yetişkin bağlanma davranışlarının yakın ilişkilerde yaşanan kaygı ve başkaları ile yakınlaşmaktan kaçınma olmak üzere iki boyuttan oluştuğu bulunmuştur. 7 dereceli likert tipi olan YİYE, 36 maddedenoluşmaktadır. Ölçekteki 3, 15, 19, 22, 25, 27, 29, 31, 33 ve 35. maddeler ters puanlanmaktadır. Türkiye’de ölçeğin faktör yapısını üniversite öğrencileri örneklemi üzerinde Sümer ve Güngör (1999) incelemişlerdir. Daha sonra Güngör’ün (2000) ergenlerle yaptığı çalışmasında, ölçeğin kaygı ve kaçınma olmak üzere iki alt faktörden oluştuğu ve iç tutarlılık katsayılarının da sırasıyla 0.84 ve 0.81 olduğu saptanmıştır. Karakurt’un (2001) üniversite örneklemi üzerinde yaptığı faktör analizi de ölçeğin iki alt boyuttan (kaygı ve kaçınma) oluştuğunu göstermiştir. Sümer (2006), varimaks eksen döndürme yöntemiyle ölçeğin faktör yapısını incelemiş ve o da iki boyut elde etmiştir. Bu iki boyut, toplam varyansın % 38’ini açıklamıştır. Ayrıca her iki boyutun da yüksek düzeyde güvenirlik katsayısına sahip olduğu görülmüştür (kaygı için 0.86, kaçınma için de 0.90). Mevcut çalışmada ise ölçeğin Cronbach alfa iç tutarlılık katsayısı 0.84 olarak bulunmuştur (kaygı için 0.88,kaçınma için 0.84). Bağlanmanın, kendilik algısı, olumsuz otomatik düşünceler ve psikopatolojik belirtilerle ilişkisinin incelendiği bir çalışmada, Şahin ve Yaka (2010),YİYE-I’in faktor yapısını yeniden değerlendirmişler, YİYE-I için üç faktörlü bir yapının (Güvenli, Kaygılı ve Kacıncan) daha uygun olduğu sonucuna varmışlardır. Mevcut çalışmada korelasyonlar öncelikle iki boyutklu faktör yapısı (kaygılı-kaçıngan) üzerinden değerlendirilmiştir.
Ana Babaya Bağlanma Ölçeği- ABBÖ (PBI-The Parental Bonding Instrument) Parker, Tubling, Brown ve arkadaşları (1979) tarafından çocuk-ana baba bağlanma örüntüsünü ölçmek üzere geliştirilmiştir. Bowlby’nin (1969, 1973) bağlanma kuramını temel alarak geliştirilen ilk ölçeklerden birisi olan bu ölçek, Bowlby’nin ana-baba-çocuk bağlanma ilişkisinde ileri sürdüğü ilgi ve kontrol boyutlarını kapsamaktadır. Bowlby, yetersiz/patolojik ana babalığı özellikle ilgi (care) ve kontrol/koruma (control/protection) boyutlarıyla ilişkilendirmiştir. İlgi terimi, yetersiz bakım verme, bebeğin gereksinimlerini karşılamama, çocuğu küçümseme, eleştirme ya da reddetmeyi içermektedir. Kontrol terimi ise aşırı koruma, bağımsızlığı desteklememe ya da aşırı kontrol etme olarak tanımlanmıştır. Algılanan ana baba davranışları, bu iki boyuta göre ayrı ayrı puanlanmaktadır. 25 maddeden oluşan ölçeğin ilgi boyutunda toplam 12 madde bulunmakta (puanlar 0-36 arasında değişmekte) ve yüksek puan sıcak, anlayışlı ve kabul edici olarak algılanan, düşük puan ise soğuk ve reddedici olarak algılanan ana babayı yansıtmaktadır. Kontrol/aşırı koruma boyutunda 13 madde yer almakta (puanlar 0-39 arasında değişmekte) ve yüksek puanlar aşırı kontrolcü ya da özerkliğe izin vermeyen ana baba algısına işaret etmektedir. Bireyden, yaşamının ilk 16 yılını düşünerek, ölçekteki her bir ifadenin anne ya da babasının kendisine ilişkin davranışlarını ne kadar yansıttığını 4’lü likert-tipi derecelendirme ile (tamamen böyleydi- =3.... hiç böyle değildi=0) belirtmesi istenmektedir. Birey, anne ve babası için iki ayrı değerlendirme yapmaktadır. İlgi boyutunda puan artışı, aşırı koruma/kontrol boyutunda ise puan azalması, algılanan olumlu ana baba davranışlarına işaret etmektedir. Ölçeğin test-tekrar test güvenilirliği ilgi boyutu için .76, aşırıkoruma/kontrol boyutu için .63, yarıya bölme güvenilirliği sırasıyla .88 ve .74 olarak, gözlemciler arası güvenilirlik katsayısı ise .85 ve .69 olarak bulunmuştur. Geçerlik çalışmalarına bakıldığında, görüşme yoluyla elde edilen puanlar ile PBI faktörlerinden elde edilen puanların ilişkili olduğu gösterilmiştir (İlgi=.77; aşırı koruma/kontrol =.50) (Kapçı ve Küçüker, 2006). Türk kültürüne uyarlama ve güvenirlik, geçerlik çalışmaları Kapçı ve Küçüker (2006) tarafından üniversite öğrencileriyle yapılmış ve ölçek; “Ana Babaya Bağlanma Ölçeği” (ABBÖ) olarak adlandırılmıştır. ABBÖ’nin geçerliğini değerlendirmek üzere, yapı geçerliği için faktör analizi yapılmış, ölçüt geçerliği için ise Aile Hayatı ve Çocuk Yetiştirme Tutumu Ölçeği (PARI) ve Ana-Baba Tutum Ölçeği (ABTO) ile korelasyonlarına bakılmıştır. Faktör analizi sonucunda PBI’dakine benzer şekilde iki faktörlü bir yapı ortaya cıkmış, ancak PBI’da aşırı koruma/kontrol olarak adlandırılan ikinci faktördeki kontrol maddeleri, ABBÖ’nde ilgi faktörüne yüklenmiş ve bu boyut ilgi/kontrol olarak adlandırılmıştır. ABBÖ’nin güvenilirliği iç tutarlılık, iki-yarı vetest-tekrar test istatistikleriyle hesaplanmıştır. Anne formu için Cronbach alfa değeri .87, Baba Formu için .89 olarak bulunmuştur. Ölçeğin test-tekrar test güvenilirliği Anne Formunda tüm ölçek için .90, baba formu için .89 olarak bulunmuştur. Mevcut araştırmada ölçeğin Cronbach alfa iç tutarlılık katsayısı, Anne formu için 0.86, Baba Formu için 0.89 olarak bulunmuştur. Ana-babaya bağlanma örüntüsünü incelemede ABBÖ’nin psikometrik özelliklerinin doyurucu olduğu ve ülkemizde kullanılabileceği söylenebilmektedir.
UCLA Yalnızlık Ölçeği; 20 sorudan oluşan, bireyin genel yalnızlık derecesini belirlemeye yarayan likert tipinde bir kendini değerlendirme ölçeğidir. Ölçeğin orijinalinde (Loneliness Scale) 10 maddesi olumlu, yani anlamsal olarak yalnızlık içermeyen, diğer 10 maddesi olumsuz yani anlamsal olarak yalnız bireyleri belirlemeye yönelik toplam 20 maddelik “ Tamamen Katılıyorum” (1) ile “Tamamen Katılmıyorum”(4) arasında derecelemeye sahiptir (Russell, Peplau ve Cutrona,1980). Ölçekten alınabilecek en yüksek puan 80, en düşük puan ise 20’dir. Alınan yüksek puanlar, bireylerin daha fazla yalnızlık yaşadığını göstermektedir. 1.,4.,5.,6.,8.,10.,15.,16.,20. numaralı sorularda birey işaretlediğinin tersi puan alır. Ölçeğin ülkemizdeki geçerlik ve güvenirlik çalışmaları Demir (1989) tarafından yapılmıştır. Bu çalışmada ölçeğin Cronbach alfa iç tutarlılık katsayısı 0.96 olarak hesaplanmıştır. Mevcut çalışmada ise ölçeğin Cronbach alfa iç tutarlılık katsayısı 0.86 olarak hesaplanmıştır. Ölçeğin beş hafta ara ile yapılan test tekrar test güvenirlik katsayısı 0.94 olarak bulunmuştur (Demir, 1989).
Stres Belirtileri Ölçeği; Miller, Smith ve Mahler (1988) tarafından “Stress Audit 4.2-OS” adıyla geliştirilmiş, toplam 70 maddeden oluşan bir ölçektir. Kas Sistemi, Parasempatik Sinir Sistemi, Sempatik Sinir Sistemi, Duygusal, Bilişsel, Endokrin Sistem ve Bağışıklık Sistemi olmak üzere 7 alt bölümden oluşmaktadır. Stres Belirtileri Ölçeği, Stres Faktörleri ve Strese Yatkınlık ana bölümlerinden oluşan bataryanın bir bolumudur. 1-5 arası değerlendirilen Likert tipi bir ölçektir. Ölçekten alınan puan yükseldikçe, yaşanan stres belirtilerinin de arttığı düşünülmektedir. Ölçeğin alt boyutlarının güvenilirlik katsayıları α= 0.91 ile 0.96 arasında değişmektedir (Şahin ve Batıgün, 1997). Şahin ve Batıgün’ün (1997) yaptığı çalışmada Kas Sistemi (10 madde, α= 0.92), Parasempatik Sinir Sistemi (10 madde, α =0.91), Sempatik Sinir Sistemi (10 madde, α= 0.94), Duygusal (10 madde, α= 0.93), Bilişsel (10 madde, α= 0.91), Endokrin Sistem (10 madde, α= 0.95), Bağışıklık Sistemi (10 madde, α= 0.96). A tipi kişilik örüntüsünde bilişsel ve duygusal zekânın stresle başa çıkma ve stres belirtileri ile ilişkisinin araştırıldığı başka bir çalışmada Şahin, Güler ve Basım (2009), Stres Belirtileri Ölçeği’nin alt boyutları için hesaplanan güvenilirlik katsayılarının, α= 0.80 ile 0.92 arasında değiştiğini göstermişlerdir. Ölçeğin toplam güvenilirlik katsayısı α= 0.97 olarak, oldukça yüksek seviyede bulunmuştur. Mevcut çalışmada ise SBÖ’nün toplam güvenilirlik katsayısı α= 0.96 olarak bulunmuştur.
Birinci aşamada elde edilen Bağlanma Temelli Zihinsel Temsiller Ölçeği’nin geçerlik ve güvenirliğinin değerlendirilmesi amacıyla, ilk olarak, yeni örneklem üzerinde bir doğrulayıcı faktör analizi yapılmıştır. Bu analiz sonucunda Bağlanma Temelli Zihinsel Temsiller Ölçeği’nin ki-kare değerinin 1067.19 ve anlamlılık düzeyinin p:0.000 düzeyinde olması ilk uyum göstergesini sağladığı görülmüştür. Bu değerlendime sırasında dikkat edilmesi gereken bir durum ki-kare istatistiğinin serbestlik derecelerine oranıdır. Bu değer mevcut aşamada (χ2/df) 2.20 olarak bulunmuş ve bu indeks açısından da modelin iyi uyum gösterdiği anlaşılmıştır. Daha iyi uyum indeksleri için ilk etapta binişen maddeler ile madde faktör yükleri 0.30’un altında korelasyon gösteren maddeler çıkartılmıştır. Bu aşamanın sonucunda aday ölçek 33 maddeye indirilerek son halini almıştır.
Otuz üç maddelik Bağlanma Temelli Zihinsel Temsiller Ölçeği’nin CFIdeğeri 0.42, GFI değeri 0.84 ve RMSEA değeri ise 0.05 olarak bulunmuştur. RMSEA’nın 0’a yakın değer vermesi beklenir ve 0,05’esit ya da daha küçük değerler çok iyi bir uyumu gösterir. Bir diğer uyum indeksi olan GFI elde edilen faktörlerin kuramsal olarak önerilen faktörlere benzerliğini ortaya koyar ve uygunluğun örneklem genişliğinden bağımsız değerlendirilebilmesi için geliştirilmiştir. GFI değerinin 0.85 ve AGFI değerinin 0.80 olduğu durumların da uyum için kabul edilebilir olduğu belirtilmektedir. Bu çalışmada bulunan GFI (0.84) 0.85’a yakın değer olması ve AGFI (0.82) olması nedeniyle, uyum için kabul edilebilir olduğusöylenebilir.
İkinci aşamada elde edilmiş olan bu Bağlanma Temelli Zihinsel Temsiller Ölçeği’nin alt boyutları (faktörler), “Olumsuz Baba Algısı” (7.,8.,9.,10. maddeler), “Olumlu Baba Algısı” (11.,12.,13.,14.,15.,16. maddeler), “Olumsuz Kendilik Algısı” (20.,26.,27.,28.,29.,30.,31.,32.,33. maddeler), “Olumlu Anne Algısı” (1.,2.,3.,4.,5.,6. maddeler) ve “Olumlu Kendilik Algısı” (17.,18.,19.,21.,22.,23.,24.,25. maddeler) olarak sınıflandırılmıştır. Bu beş faktörün açıkladığı toplam varyans, %53 olarak saptanmıştır (Bkz. Ek 1. BTZTÖ’nin Faktör Yapısı)
Bağlanma Temelli Zihinsel Temsiller Ölçeği’nin alt boyutlarından “Olumlu Baba Algısı”, “Olumlu Anne Algısı” ve “Olumlu Kendilik Algısı”, güvenli bağlanma temel boyutu olarak; “Olumsuz Kendilik Algısı” ve “Olumsuz Baba Algısı” ise güvensiz bağlanma temel boyutu olarak adlandırılmıştır.
Yapı geçerliği kapsamında yapılan doğrulayıcı faktör analizinden sonra Ölçek, diğer geçerlik ve güvenilirlik analizlerinde değerlendirilmiştir.
Benzer ölçekler geçerliği için öncelikle BTZTÖ-güvenli bağlanma ve BTZTÖ-güvensiz bağlanma boyutlarının söz konusu kriter ölçümleriyle ilişkisine bakılmıştır. BTZTÖ-güvenli bağlanma boyutu beklenildiği üzere UCLA-Yalnızlık Ölçeği ile negatif yönde ve anlamlı bir korelasyon içinde bulunmuştur (r=- .34,p<.01). Diğer, YİYE-Kaygı, ABBÖ-baba aşırı koruma ve Stres Belirtileri Ölçeği (SBÖ) ile korelasyonları, negatif yönde ve anlamlı bulunmamıştır. BTZTÖ-güvenli bağlanma boyutunun pozitif ve anlamlı ilişki içinde olduğu ölçekler ise ABBÖ-anne ilgi/kontrol (r=. 32, p<.01) ve ABBÖ-Baba ilgi/kontroldür (r= .44, p<.01).
BTZTÖ-güvensiz bağlanma boyutu ise UCLA Yalnızlık (r= .30; p<.01),YİYE-Kaygı (r= .43; p<.01) ve SBÖ ile (r= .43; p<.01) beklendiği yönde pozitif ve anlamlı korelasyonlar göstermiştir. Bu boyutun ABBÖ-anne aşırı koruma (r= -.27; p<.01), ABBÖ-Baba aşırı koruma (r= -. 20; p<.01) ve ABBÖ-baba ilgi/kontrol (r=-.32; p<.01) ile korelasyonları ise negatif yönde ve anlamlıdır.
BTZTÖ’nin beş alt boyutun söz konusu kriter ölçümleriyle ilişkileri değerlendirildiğinde de ortaya çıkan korelasyonlar aşağıdaki Tablo 2.1’de görüldüğügibi beklenen yönde olmuştur. Tablo 2.1’de görüldüğü gibi, birbirleriyle ilişkisi bulunan ölçeklerin korelasyon katsayıları .10 ile .63 arasında değişmiştir. En yüksekkorelasyon ise, BTZTÖ-olumlu baba alt boyutu ile ABBÖ-baba ilgi/kontrol altboyutu arasında ve beklendiği yöndedir (r= .63; p<.01). BTZTÖ-olumlu baba ile UCLA-toplam puan arasında beklendiği gibi negatif yönde (r=-.26; p<.01); BTZTÖ- olumlu baba ile ABBÖ-anne ilgi/kontrol arasında ise pozitif yönde (r=.18; p<.01),BTZTÖ-olumlu baba ile SBÖ-toplam puan negatif yönde (r=-.16; p<.01) ilişkiler bulunmuştur.
BTZTÖ-olumsuz kendilik alt boyutu ile YİYE-kaygı boyutu arasında .50 düzeyinde pozitif yönde bir ilişki bulunmuştur. BTZTÖ-olumsuz kendilik alt boyutuile arasında pozitif korelasyon gösteren diğer ölçekler SBÖ toplam puanı (r=.46; p<.01), UCLA-toplam puan (r=.28; p<.01) ve YİYE-Kaçınma boyutlarıdır (r=.13;p<.01). BTZTÖ-olumsuz kendilik alt boyutunun negatif yönde ve anlamlı ilişkiler içinde olduğu ölçekler ise ABBÖ-anne aşırı koruma alt boyutu (r=-.33; p<.01), ABBÖ-baba aşırı koruma alt boyutu (r=-.26; p<.01) ve ABBÖ-baba ilgi/kontrol alt boyutudur (r=-.12; p<.01) (Ülkemizde baba ve annenin aşırı korumacılığı olumlu olarak algılandığından bu sonuçlar anlaşılabilir).
BTZTÖ-olumsuz baba ile ABBÖ-baba ilgi/kontrol arasında negatif yöndeanlamlı bir ilişki bulunmaktadır (r=-.49; p<.01). BTZTÖ-olumsuz baba alt boyutu ile SBÖ-toplam puan arasında (r=.16; p<.01); BTZTÖ-olumsuz baba ile UCLA-toplam puanı arasında pozitif yönde anlamlı ilişkiler bulunmuştur (r=.16; p<.01).
BTZTÖ-olumlu anne alt boyutu ile ABBÖ-anne ilgi/kontrol alt boyutu arasında (r=.44; p<.01); bu alt boyut ile SBÖ-toplam puan arasında (r=.14; p<.01);yine bu boyut ile ABBÖ-baba ilgi/kontrol arasında (r=.12; p<.01) ve YİYE-kaçınma boyutu (r=.10; p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişkiler bulunmuştur.
BTZTÖ-olumlu kendilik alt boyutunun negatif yönde, anlamlı ilişkiler içinde bulunduğu ölçek boyutları, UCLA-toplam puanı (r=-40; p<.01), YİYE-kaçınmaboyutu (r=-.20; p<.01), SBÖ-toplam puan (r=-.13; p<.01) ve YİYE-kaygı boyutudur (r=-.10; p<.05). BTZTÖ-olumlu kendilik alt boyutu ile arasında pozitif yönde anlamlı ilişkiler gösteren ölçek boyutları ise ABBÖ-baba ilgi/kontrol (r=.19; p<.01); ABBÖ-anne ilgi/kontrol (r=.13; p<.05) boyutlarıdır. Yukarıda söz edilen ilişkiler beklendiği yöndedir.
Toplam Ölçeğin (33 madde) Cronbach alpha katsayısı 0.72 olarak bulunmuştur. Temel boyutların Cronbach alpha katsayıları incelendiğinde “Güvenli Bağlanma” için α= .86; “Güvensiz Bağlanma” için α= .77 olarak bulunmuştur. Alt ölçeklerin (boyutların) güvenirlik katsayıları ise şöyledir: “Olumsuz Baba Algısı” (4 madde; α= .70); “Olumlu Baba Algısı” (6 madde; α= .80); “Olumsuz Kendilik Algısı” (9 madde; α= .78), “Olumlu Anne Algısı” (6 madde; α= .81) ve “Olumlu Kendilik Algısı” (8 madde; α= .76).
Tablo 2.1: BTZTÖ Alt Boyutlara Göre Korelasyon Katsayıları
** p<.01, *p<.05
Oluşturulan Bağlanma Temelli Zihinsel Temsiller Ölçeği’nin (BTZTÖ) altboyutları arasındaki korelasyonlara bakıldığında bu korelasyon katsayılarının da .20ile .49 arasında değiştiği gözlenmiştir. Bu korelasyonlarda, p değerlerinin p< 0.01 düzeyinde olduğu saptanmıştır. En yüksek korelasyon gösteren alt boyutlar BTZTÖ- olumlu kendilik ve BTZTÖ-olumlu anne alt boyutları arasındadır (r= .49). Beklenildiği üzere BTZTÖ-olumsuz baba alt boyutu ile BTZTÖ-olumlu baba altboyutu arasında negatif yönde yüksek bir korelasyon bulunmaktadır (r=-.45). BTZTÖ-olumlu kendilik ile BTZTÖ-olumsuz baba arasında negatif yönde -.34’lükbir korelasyon bulunurken; BTZTÖ-olumlu kendilik ile BTZTÖ-olumlu babaarasında ise .33’lük bir korelasyon bulunmaktadır. BTZTÖ-olumlu kendilik ile BTZTÖ-Olumsuz kendilik arasında da beklenen yönde negatif bir korelasyonçıkmıştır (r=-.20). BTZTÖ-olumlu anne ile BTZTÖ-olumsuz baba arasında -.28’likbir korelasyon bulunurken; BTZTÖ-olumlu anne ile BTZTÖ-olumlu baba arasında .31’lik bir korelasyon olduğu gözlenmiştir. BTZTÖ-olumsuz kendilik ile BTZTÖ- olumsuz baba alt boyutları arasında .25’lik bir korelasyon saptanmıştır.
Bağlanma Temelli Zihinsel Temsiller Ölçeği’nin, “Güvenli Bağlanma” temel boyutuyla “Güvensiz Bağlanma” temel boyutlarının birbirleri arasında beklenildiği üzere negatif yönde bir korelasyon saptanmıştır (r= -.28).
Bağlanma Temelli Zihinsel Temsiller Ölçeği’nin temel boyutlarını, hangideğişken ya da değişkenlerin, ne düzeyde yordadığını belirlemek amacıyla, tümdeğişkenlerin bağımsız değişken olarak işleme girildiği, aşamalı bir regresyon analiziuygulanmıştır. Ölçeğe ilişkin regresyon analizi sonuçları1 Ek 2’de yer almaktadır.
1 Regresyon sonuçları: ABBÖ baba ilgi/ kontrol boyutunun, BTZTÖ güvenli bağlanma temel boyutunu anlamlı düzeyde yordadığı F(1,345)= 82.89, p< .001 ve tek başına varyansın %19’unu açıkladığı görülmektedir. BTZTÖ güvenli bağlanma temel boyutunu en yüksek yordayıcısının ABBÖ baba ilgi/ kontrol boyutunun (%19), daha sonra UCLA toplam puanının (%6),sonrasında da ABBÖ anne ilgi/ kontrol boyutu (%4), gelir düzeyi (%3), cinsiyet (%1) ve son olarak da ABBÖ baba aşırı koruma boyutunun (%1) olduğu bulunmuştur.
BTZTÖ güvensiz bağlanma temel boyutunun ise SBÖ toplam puanı tarafından anlamlı düzeyde yordandığı F(1,345)= 75.77, p< .001 ve tek başına varyansın %18’ini açıkladığı görülmektedir. BTZTÖ güvensiz bağlanma temel boyutunun en yüksek yordayıcısının SBÖ toplam puan (%18), sonrasında ABBÖ baba İlgi/ kontrol boyutu (%4), ABBÖ baba aşırı koruma boyutu(%3), UCLA toplam puan (%1), ABBÖ anne ilgi/ kontrol boyutu (%1) ve cinsiyet (%1) olduğu görülmektedir.
Her bir temel boyut (güvenli/güvensiz) ve alt boyutun geçerliliğinin sınanması için kriter ölçümleriyle yapılan (UCLA- Yalnızlık Ölçeği, YİYE-1, ABBÖ ve SBÖ) korelasyon analizleri de tümüyle beklenen yönde ve anlamlı bulunmuştur. Örneğin, BTZTÖ’nin “Güvenli Bağlanma” temel boyutu, UCLA Yalnızlık Ölçeği toplam puanı ile negatif yönde korelasyon göstermiştir. Güvenli bağlanan bireylerin, kendilerini daha az yalnız hissetmesi, yazındaki bilgilerle uyumludur (Morsünbül,2014; Demirli, 2012; İlhan, 2012; Büyükşahin, 2001). Yine güvenli bağlanmanın, ABBÖ “Anne ilgi ve kontrol” ve “Baba ilgi ve kontrol” alt boyutlarıyla pozitif korelasyon göstermesi de beklenen bir durumdur. Annesinden ve babasından yeterli ilgi, sıcaklık ve kontrolü alan bireylerin daha yüksek güvenli bağlanma puanlarına sahip olduğu söylenebilir (Sümer ve Anafarta Şendağ, 2009; Sümer, 2006). Güvensiz bağlanma temel boyutuna bakıldığında ise bu boyutun, UCLA Yalnızlık Ölçeği puanları ve Stres Belirtileri Ölçeği toplam puanı ile pozitif yönde ve yüksek bir korelasyon gösterdiği gözlenmiştir. Güvensiz bağlanan bireylerin kendilerini daha yalnız olarak değerlendirmesi ve daha fazla stres belirtileri göstermesi, yazındaki araştırma sonuçlarıyla paralellik göstermektedir (Şirvanlı Özen ve Aktan, 2011; Türköz, 2007). Bu açıdan bu korelasyonların beklenen yönde ve anlamlı çıkması ölçeğin geçerliğine ilişkin kanıtlar sağlamaktadır.
Güvensiz bağlanma biçimlerinin olumsuz stres tepkisi (distress) yarattığı, yapılan çalışmalarla kanıtlanmıştır (örn., Lopez, Mitchell ve Gormley, 2002; Pielage, Luteijn ve Arrindell, 2005). Bilindiği gibi bağlanma figürleri, duygusal stres durumlarında, çocukların duygusal düzenleme stratejilerini geliştirmesine yardımcı olurlar. Bağlanma figürünün duygusal varlığı ve desteği, çocukların uyumsal duygusal düzenleme stratejileri geliştirmesini sağlar. Bu da bireylerin yaşamlarının ileriki dönemlerinde karşılaşacakları zorlu yaşam olayları ve risk durumları ile daha etkin bir biçimde baş etmelerine yardımcı olur (Zimmermann ve Becker-Stoll, 2002). Ergenlerle yapılan çalışmalarda ortaya çıkan sonuçlar da bu bulguyu destekle rniteliktedir. Güvenli bağlanma biçimine sahip olan ergenler için oldukça stresli bir dönem olan ergenlik, daha rahat ve daha az krizle geçirilirken, güvenli olmayan bağlanma biçimine sahip olan ergenler için ise bu dönem zor ve pek çok krizle geçirilmektedir (Akt: Allen JP, Land, ed.1999). Güvenli bağlanma stiline sahip ergenler yaşamlarının kendi kontrolleri altında olduğunu düşünmektedirler. Bu bireyler stres durumlarına karşı dirençlidirler ve herhangi bir stres ya da kriz anında, anne babaları ya da arkadaşlarından yardım almak veya onlarla iletişime geçmek için çaba harcamaktadırlar. Güvenli olmayan bağlanma stiline sahip ergenler ise stres durumlarına karşı dirençsizdirler ve herhangi bir kriz anında, anne babalarından ya da arkadaşlarından yardım almayı reddederler veya riskli davranışlar sergilerler(Bartholomew ve Horowitz, 1991; France, 2000).
Bilindiği üzere bağlanma olgusu, yaşamın tümü üzerinde etkiye sahip olan önemli bir psikolojik olgudur. Genellikle bağlanmanın ilk olarak anne ile bebek arasında oluştuğu söylenmektedir. Ancak baba faktörünün bağlanma konusundaki önemi, yapılan araştırmalarla ortaya çıkmakta; her geçen gün bu konuya ilgi artmaktadır. Oluşturulan BTZTÖ’nde olumlu baba algısı ve olumsuz baba algısı gibi iki büyük faktörün varlığı ve belirleyiciliği dikkat çekicidir. Güven duygusu biranlamda, babanın varlığı, sevgisi, ilgisi, kontrolü ve korumacılıyla ilişkili görünmektedir. Yani güvenli bağlanma, anneyle oluşan bağa ek olarak, babayla kurulan yakın ilişki ve bağ ile de yordanabilmektedir. Elde edilen bu sonuç, yurt dışı ve yurt içi yazındaki yeni bilgilerle tutarlıdır (Soysal ve ark., 2005; Biller, 1993; Dodson, 1995).
Bir boylamsal çalışmada, anneye bağlanmanın erken dönemlerde daha güçlü etkiye sahipken, babaya bağlanmanın etkisinin orta çocukluk döneminden sonra daha belirgin olarak görüldüğü bulunmuştur (Grossmann, Grossmann, Fremmer-Bombik, Kindler, Scheurer-Englisch, ve Zimmerman, 2002). BTZTÖ’nin geliştirilme çalışmasında örneklemlerin yaş ortalamalarının 26 ve 29 olduğu bilgisinde hareketle, bu bilginin baba algısının bağlanmadaki rolüyle bağlantısı olabileceği düşünülmüştür.
Ölçek geliştirme ikinci aşamadan sonra, başka bir güvenirlik çalışması olantest tekrar test yöntemi ile yapılan inceleme de aşağıda, üçüncü aşama olarak ele alınmıştır.
2.3. Üçüncü Aşama
Bu aşamada Bağlanma Temelli Zihinsel Temsiller Ölçeği’nin güvenirlik çalışmaları bu kez de test tekrar test yöntemi ile yapılmıştır. Bunun için Akdeniz Üniversitesi’nde okumakta olan 63 üniversite öğrencisine BTZTÖ, üç hafta araylatekrar uygulanmıştır. Veri temizleme işleminden sonra örneklem sayısı 60 olarak belirlenmiştir. Kişisel bilgi formundan alınan bilgilere göre örneklemin yaşı 18-29 arasında değişmektedir. Yaş ortalaması 20’dir. Örneklemi oluşturanların % 81.7’si kadın, % 18.3’ü ise erkektir.
Üç hafta aralıkla yapılan test-tekrar test çalışmasında, iki uygulama arasındaki korelasyon katsayısı toplam örneklem için r= .85 (p< .01) bulunmuştur. Alt boyutlar açısından yapılan değerlendirme sonucunda da test-tekrar test korelasyon katsayıları BTZTÖ-olumsuz baba için r= .68; BTZTÖ-olumlu baba için r= .85; BTZTÖ-olumsuz kendilik için r= .80; BTZTÖ-olumlu anne için r= .77; BTZTÖ- olumlu kendilik için de r= .79 olarak bulunmuştur.
Elde edilen bu bulgular beklenen yöndedir. Çünkü bağlanma gibi bir kavramın zamana bağlı olarak çok kolay değişmemesi beklenmektedir. Elde edilen sonuçlar da dolayısıyla ölçeğin bağlanma kavramının doğasıyla uyumlu olduğuna işaret etmektedir. Bu sonuçlar, yazındaki diğer bağlanma ölçeklerinin test-tekrar test sonuçlarıyla da tutarlı görünmektedir. Örneğin; Anne-Babaya Bağlanma Ölçeği’ndetest-tekrar test guvenilirliği Anne Formunda tum olcek icin .90, baba formu icin .89 olarak bulunmuştur (Kapçı ve Küçüker, 2006).
2.4. Sonuç ve Değerlendirme
Sonuç olarak, “Bağlanma, Anksiyete ve Bilgi İşleme” konusunu incelemek üzere yola çıkılan bu doktora çalışmasında kullanmak amacıyla, çeşitli örneklemlerle, çeşitli aşamalar (3 aşama) geçilerek geliştirilen Bağlanma Temelli Zihinsel Temsiller Ölçeği’nin, bağlanma konusunun ele alınacağı araştırmalarda kullanılabilecek geçerli ve güvenilir bir ölçek olduğu söylenebilir.
Yazındaki diğer bağlanma ölçekleri dikkate alındığında, bu ölçeğin boyut sayısının daha fazla olduğu dikkati çekmektedir. Diğer bağlanma ölçeklerinde bu boyutların bir ya da iki tanesi ele alınmışken, BTZTÖ, birbirinden bağımsız ölçeklerdeki farklı boyutların her birisini kendi çatısı altında toplamış görünmektedir.
Bağlanma Temelli Zihinsel Temsiller Ölçeği’nin alt boyutlarından; olumlu baba algısı, olumlu anne algısı ve olumlu kendilik algısı birlikte, güvenli bağlan matemel boyutu olarak nitelendirilmiştir. Diğer iki alt boyut ise olumsuz kendilik ve olumsuz baba algıları olarak isimlendirilmiş ve ikisi birlikte güvensiz bağlan matemel boyutu olarak değerlendirilmiştir.
Yapı geçerliği için yapılan doğrulayıcı faktör analizi sonucunda, 33 maddelik BTZTÖ’nin 5 faktörlü ve varyansın % 53’ünü açıklayan bir yapısı olduğu gözlenmiştir. Bu boyutlar, “Olumsuz Baba Algısı”, “Olumsuz Kendilik Algısı”, “Olumlu Baba Algısı”, “Olumlu Anne Algısı” ve “Olumlu Kendilik Algısı” olarak isimlendirilmiştir. Söz konusu bu alt boyutların her birinin Cronbach alpha güvenirlik katsayıları, ilgili yazında, karşımıza çıkan bağlanma ölçeklerinin .63 ile .90 arasında değişen güvenirlik katsayıları ile kıyaslandığında tatmin edicidir (BTZTÖ için elde edilen güvenirlik katsayıları .70 ile .81 arasında değişmektedir).
Üç hafta ara ile yapılan analizler sonucunda, BTZTÖ’nün test tekrar testkorelasyon katsayısının çok tatminkar olduğu görülmüştür (r= .85, p< .01).“Bağlanma”nın bir haftadan diğer haftaya değişebilecek bir olgu olmaması nedeniyle bu korelasyon katsayısı da uygun düzeydedir.
Yapılan çalışmalar doğrultusunda, BTZTÖ’nin kabul edilebilir düzeyde geçerli ve güvenilir bir ölçek olduğu söylenebilir. Ancak, ilerleyen zamanlarda psikometrik özelliklerinin tekrar çalışılması önerilmektedir. Ayrıca bu çalışmaların klinik örneklemle de tekrar edilmesinin, ölçeğin ayırıcı özelliğinin olup olmadığı konusunda fikir verebileceği düşünülmüştür.
Değişik örneklemlerle yapılacak yeni çalışmalar, ölçeğin psikometrik özelliklerinin gücü konusunda yeni bilgiler sağlayacaktır. Yeni kanıtlar ışığında ülkemize psikopatoloji tarama çalışmalarında veya psikoterapi etkililiği araştırmalarında kullanılabilecek kültürümüze özgü, güvenilir bir ölçüm aracı kazandırılmış olacaktır.
Kuşkusuz bu ölçek geliştirme çalışmasında, bir takım kısıtlılıklarının da olduğundan söz etmek gereklidir. Her aşamada, kullanılan örneklemlerde çoğunun üniversite öğrencilerinden oluşması ve katılımcıların büyük bir kısmının büyükşehirlerde yaşıyor olması, oluşturulan ölçeğin daha çeşitli özellikleri olan katılımcılarla kullanılması açısından bir kısıtlılık olabilir.
Ölçek geliştirmedeki bir başka kısıtlılık da geçerlik kriterleri olarak sadece kendini değerlendirme ölçüm araçlarının kullanılması olabilir. Daha sonra uygulanacak çalışmalarda, ölçeğin geçerliği için beyin görüntüleme tekniği gibi çok daha objektif kriterlerin kullanılması düşünülebilir. İlgili yazında güvenli bağlanması olan kişilerin prefrontal kortekslerinin daha gelişmiş olduğu ileri sürülmektedir.
Özetle, Bağlanma Temelli Zihinsel Temsiller Ölçeği, test-tekrar testgüvenirliği; iç tutarlılığı, yapı ve kriter geçerliği değerlendirmelerinden sonra,bağlanma konusunu ölçmek amacıyla kullanılabilecek geçerli ve güvenilir bir ölçekolarak görülmüştür ve temel çalışmada kullanılmasına karar verilmiştir.
BÖLÜM III3. TEMEL ÇALIŞMA
Bu bölümde, “Bağlanma, Anksiyete ve Bilgi İşleme” konulu çalışmaya ilişkinkuramsal çerçeve ile temel araştırma bulguları yer almaktadır. Bağlanma ile ilgilikuramsal çerçeve ilk bölümde çok daha geniş bir çerçevede ele alındığından (bkzBölüm 1, syf 4-77) aşağıda, öncelikle “anksiyete” konusu kısaca özetlenecek, daha sonra “bağlanma ve anksiyete” alt başlığı altında, bağlanma ve anksiyete arasındaki ilişkilere yönelik değerlendirmelere yer verilecektir. Bunun ardından “bilgi işleme” konusuna dikkatin yönetimi çerçevesinde kısaca değinildikten sonra “bilgi işleme ve bağlanma” konusundaki ilgili yazına geçilecektir. Son olarak da mevcut çalışmanın temel soruları belirtilecek ve temel araştırmanın yöntemine, bulgularına, tartışma ve yorumlarına yer verilecektir.
3.1. Anksiyete
Anksiyete sözcüğü tıbbi anlamını 19. yüzyılın sonunda kazanmış olup, “sıkıca basmak, boğazını sıkmak, sıkıntı ve tasa” anlamını taşıyan Hint- Germen kökenli “angh” sözcüğünden türemiştir (Özer, ed., 2006). 1800’lü yılların ilk yarılarına kadar, anksiyetenin fiziksel belirtilerinin her biri kalp, kulak, gastroensestinal ya da merkezi sinir sistemi gibi bazı organ ya da sistemlerin ayrı ayrı hastalıkları olarak düşünülmekteydi. Buna karşın anksiyetenin ruhsal belirtileri ise melankolik durumların bir parçası olarak değerlendirilirdi.
Freud, 1894 yılında anksiyetenin fiziksel ve ruhsal belirtilerini bir araya getirerek “anksiyete nevrozu”nu tanımlamış ve anksiyeteyi nevrasteni kapsamının dışına çıkarmıştır (Özer, ed., 2006).
Aslında anksiyete, bireye yönelik olası bir tehlike tehdidi karşısında onu, gereğini yapmak üzere harekete geçmesi için hazırlayan bir biyolojik uyarıcıdır (Özer, ed., 2006). Anksiyete her zaman olumsuz etkiye sahip değildir. Anksiyete insan türünün hayatta kalmasını sağlayan, evrimsel bir işleve de sahiptir (Berksun,2014). Hafif ve orta düzey bir anksiyetenin performansı artırıcı etkiye sahip olduğu 20. yüzyılın başından bu yana bilinmektedir. Günlük yaşamın içinde örneğin sınav anksiyetesi, çalışma motivasyonunu artırabilir. Uyuma yönelik olarak nitelendirilebilecek bu tür bir anksiyete, belli durumlar karşısında insanın daha becerikli ve işlevsel hale gelmesini sağlamaktadır. Anksiyetenin çok arttığı durumlarda ise performans düşmeye başlamaktadır.
Aslında anksiyete, normal olarak kişinin yaşamını sürdürebilmesine olanak sağlamakta; çevreden gelen tehlike sinyalleri karşısında, kişinin uygun tepkilervermesini sağlamaktadır. Bu anksiyete tepkileri “savaş ya da kaç tepkileri” olarak tanımlanmaktadır (Reilly, Sokol ve Butler, 1999). Ancak ortada tehdit yaratacak bir durum olmamasına karşın anksiyetenin yoğun olarak devam etmesi durumunda, süreçte bir takım farklılaşmalar oluşmaktadır.
Williams, Watts, MacLeod ve Mathews (1997), öncelikle, duygular vebilişsel süreçler arasındaki bağlantıların yapay olmadığını ve farklı duyguların farklı biyolojik ve sosyal işlevlere hizmet ettiğini ileri sürmektedirler. Örneğin, korkunun birincil fonksiyonu, tehlikeden kaçınmadır; bu nedenle, bilgi işleme algısal uyanıklıkla ilişkilidir. Anksiyete, çok-öğeli bir sistemdir; normal yaşamda bireylerin tehlikeyi önceden fark etmesine ve kaçınmasına yardımcı olur. Bunun yanı sıra, tehdit edici uyaranın kısmi bir temsiline bile hızlıca tepki verilmesine yol açar.
Anksiyete, uyarıcı ve dikkat-öncesi mekanizmaların etkileşimi ile ortaya çıkmaktadır. Dikkat, tehdit edici yere yöneltilir ve tehdit edici nesneler daha kolay aktive olur. Sonuçta, belirsiz olan nesneler de negatif olarak algılanır. Bu durumun önemi, çevrede potansiyel olarak tehdit edici olarak algılanan uyarıcıların miktarına göre artmaktadır (Williams, Watts, MacLeod ve Mathews, 1997).
Anksiyete ve anksiyete bozuklukları için, tek bir bilişsel model yoktur. Ancak, bilişsel model ilk olarak Aaron Beck tarafından geliştirilmiştir. Beck bu modeli öncelikle depresyonu açıklamak üzere geliştirmiş ve araştırmalarında bu modelin ampirik olarak geçerli olduğunu göstermiştir (Reilly, Sokol ve Butler,1999). 1970 ve 1980'lerde Beck, anksiyetenin bilişsel modeli üzerinde çalışmaya başlamış, 1985'lerde bu modele, Anxiety Disorders and Phobias: A Cognitive Perspective adlı kitabında yer vermiştir. Bu zamana kadar anksiyete bozukluklarının, anksiyetenin düşünce bariyerlerini kırarak kontrol dışına çıkmasından oluşan dinamik bir işleme ile ilgili olduğu üzerinde duruluyordu. Beck’in modeli oluşturulduğundan beri ise, teoriksel araştırmalar ve klinik çalışmalar anksiyeteyi anlama ve tedavide, bilgi işleme yaklaşımından farklılaşmıştır (Akt: Reilly, Sokol ve Butler, 1999).
Beck’in duygusal bozukluklardaki bilişsel teorisine göre ise, düşüncelerin çarpıtılmasına eşlik eden depresyon ve anksiyete, “düşünce bozuklukları” nedeniyle oluşur. Bu tür bir işlevsel olmayan işleme, hastanın bilinçlilikteki negatif düşünceler akımının yüzeysel düzeyini göstermektedir. İşlemedeki bozulma ve negatif otomatik düşünceler, bellekte saklanan olumsuz varsayımlar ve altta yatan inançların sonucunda oluşur (Beck, Emery ve Greenberg, 1985). İnanç ve sayıtlılar, bilişsel psikologların “şemalar” dediği hafıza yapılarında bilinçsizce saklanır (Akt: Wells, 1997). Bir kere aktive olan şemalar, yaşanılan olayın yorumlanma şeklini, bilgi işlemeyi etkilemektedir. Duygusal bozukluklarda işlenen fonksiyonel olmayan bilgiler, hastanın inanç, bilişsel çarpıtmaları ve negatif otomatik düşüncelerinin kanıtıdır (Akt: Wells, 1997).
Ellis’in anksiyeteye yönelik bilişsel açıklaması ise “rasyonel olmayan inançlar” prensibinde temellenir. Bu inançlar, davranışsal ve duygusal tepkilerde rahatsızlık yaratırlar (Akt: Wells, 1997). Baskın olarak “meli-malı, yapmak zorunda olmak, talep etmek, emir ya da otorite olarak düşünmek” gibi ifadelerden oluşmaktadırlar. Bunlar, mantık dışı biliş ve duygusal sıkıntılardır. Ellis, negatif duygusal reaksiyonları ortaya çıkarttığı düşünülen 11 inancı ortaya koymuştur. Örneğin; “Kişi, toplumda herkes tarafından uygun bulunan, beğenilen, istenilen, sevilen biri olmaya değer, yeterli ve başarılı olmak zorundadır” gibi (Akt: Wells,1997).
Negatif düşünceleri ve anksiyeteyi sürdürücü özelliği bulunan üç bileşendensöz edilmektedir:
1. Seçici dikkat: Tehlikede olduğuna inanan kişi, tehlike ile ilgili uyarıcılara hassas hale gelme eğilimindedir. Örneğin, panik bozukluğu olan hastalar, bedensel duyumlarına çok dikkat etmektedirler.2. Fizyolojik değişim: Fizikseldeğişimlerin çoğu adrenalin düzeyine bağlı olarak değişmektedir. Anksiyeteli hastalar, bu fiziksel değişimleri çarpık ve katastrofik olarak yorumlamaktadırlar.3. Davranıştaki değişim: Davranışlardaki değişiklikler, kişinin tehlikeyi algılayış biçimine göre değişmektedir.
Daha büyük tehlike, daha büyük kaçınma davranışına neden olmaktadır. Kaçınma davranışı ise, tehdit ile kaygıyı çoğaltmaktadır (Reilly,Sokol, Butler, 1999).
Anksiyete bozukluklarında, endişenin ve de anksiyeteye duyarlılığın altında yatan bilgi işlemedeki bozukluklar; “sabitleme” ya da “saplantılı olarak sürekli düşünme ve başa çıkma yeteneği” ile ilişkili olarak görülebilir (Beck, Emery veGreenberg, 1985). Anksiyetedeki tehlikenin teması, anksiyete şemalarının ve negatif, otomatik düşüncelerin içeriği üzerine temellenmektedir. Beck ve arkadaşlarının tanımına göre (1985), hızlı olumsuz düşünceler, farkındalık dışında sözlü ya daimgesel biçimde oluşur, olay anında inanılır hale gelir.
Şemalar, bilişsel yapılardır. Beck’in modelinde, şema içerisinde iki tür kapsam vardır: inançlar ve sayıtlılar (varsayımlar). İnançlar, “temel” yapılardır. Çocukluktan başlayarak, insanlar kendileriyle, diğer insanlarla, yaşadıkları dünyayla ilişkili bazı inançlar geliştirirler. En temel, en derinlerdeki inançlar ise, dünya ve diğer insanlarla olan ilk deneyimleriyle biçimlenen ve genellikle hiç sorgulanmamış olan algıları, fikirleridir. Bu kişi tarafından değişmez doğrular olarak, olduğu gibi kabul edilirler (Beck, J.S., çev., 2001). Örneğin, anksiyeteli hastalar “ Ben başarısız, değersizim, aşağılığım, yetersizim” gibi inançları, dünya ve kendileri hakkındaki doğrular olarak görmektedirler (Wells, 1997). Sayıtlılar (varsayımlar) ise koşullu ve birbirine bağlı olarak düşünülen ve kişinin kendilik değerini de içine kattığı varsayımlardır. Örneğin, anksiyeteli hasta şöyle düşünmektedir: “ Eğer kaygımı diğer insanlar fark ederse, benim aşağılık olduğumu düşünebilirler. Kötü düşüncelere sahip olmam benim kötü biri olduğum anlamına gelir; tanımlayamadığım fiziksel semptomlar genellikle ciddi bir hastalığın işaretidir, eğer kaygımı kontrol edemezsem, tamamen aşağılık olacağım.” (Wells, 1997).
Fiske’e (1981) göre, şema, duyguları harekete geçirir. Karmaşık sosyal durumlar, belirli tutumları olan kişilerden, durumun özelliklerinden ve bağlamdan oluşur. Olaylar, farklı kişilerde farklı duygusal tepkilere neden olabilir. Senaryo araştırmalarında, sosyal açıdan becerili ve sosyal açıdan anksiyeteli bireylerin aynı senaryoyu ya da bilgiyi paylaşmalarına rağmen, olayların yordanması açısından birbirlerinden ayrıldıklarını gösterilmiştir. Burada, davranışın ardışıklığı ile senaryo arasında bir eşleşme söz konusudur. Duygu, zayıf bir eşlemede bir harekete geçebilir (Ingram, 1986).
Endişe, Borkovec ve arkadaşları tarafından tanımlanmıştır: Problem çözme sırasındaki düşünceleri olumsuz etkileyen bir zincir gibidir. Endişe, baskın olarak sözel düşünce işleme ile oluşurken, olumsuz otomatik düşünceler hem sözel hem de imgesel biçimde oluşmaktadır. Obsesyonların ise endişelere oranla sürekliliği daha azdır ancak obsesyonlar, endişe ve olumsuz otomatik düşüncelerin aksine, büyük oranda benliğe yabancı (ego-dystonic) olmakla ilişkilidir. Genel olarak, obsesyonlar değerlendirme odaklı zihinsel deneyimlerin arasına aniden giren ve kişiyi oldukça rahatsız eden düşüncelerken; olumsuz otomatik düşünceler ve endişeler anksiyetenin bilişsel modelindeki değerlendirmeleri oluşturmaktadırlar (Wells, 1997).
Tehlike değerlendirmesi oluştuğu zaman, bilişsel sistem devreye girer ve endişelere, olumsuz değişimlere ve olumsuz tahminlere yol açar. Bu durumlara eşlik eden, yerinde duramama, baygınlık geçirme ya da güçsüzlük gibi somatik belirtilerde vardır. Beck’e göre (1985) bu durum, varoluşu sürdürebilmenin, kişinin kendisini korumasının ve hayatta kalmasını sağlayabilmek için verilen tepki mekanizmasının bir kısmını oluşturmaktadır. Bunlardan ayrı olarak, şema modelinde belirtilen otomatik ve refleksif anksiyete tepkileri ve davranışsal tepkiler, fonksiyonel olmayan düşüncelerden çok etkilenmektedir. Kişi, yaşadığı endişeler ve olumsuz düşüncelerden kurtulmak için kaçma davranışında bulunur ve bu davranıştan sonrarahatlama hisseder. Örneğin, sosyal fobisi olan bir hasta, toplum içine çıkmak ya da insanlarla bir arada olmaktan kaçacaktır, böylelikle kendini rahatlamış hissedecektir.
Tehlike şemaları aktive olduğu zaman bilgi işlemede yanlılık oluşmaktadır. Bunlar, fonksiyonel olmayan şemaların içeriğinden oluşan olay yorumlamaları ve çarpıtmalarıdır. Sonuç olarak, olumsuz inançlar ve değerlendirmeler ortaya çıkmaktadır (Wells, 1997). Beck ve arkadaşları (1985), yorumlama yanlılıklarını,“bilişsel çarpıtmalar” ya da “düşünce hataları” olarak sınıflandırmış ve tanımlamıştır: Keyfi çıkarsama (arbitrary inference), herhangi önemli bir kanıt olmaksızın keyfi bir sonuç çıkarmaktır. Seçici soyutlama (selective abstraction)durumla ilgili, daha önemli ve daha ilişkili özelliklere odaklanmak yerine, durumun sadece bir tarafına odaklanmaktır. Aşırı genelleme (overgeneralisation) tek bir olaydaki çıkarsama ya da sonuçtan, diğer tüm olaylara genelleme yapmak iken büyültme/küçültme (magnification/minimisation) çarpıtmasında büyütme, olayların önemlerini gereğinden fazla artırmak; küçültme ise olayların pozitif yanlarını hiçe saymaktır. Kişiselleştirme (personalising) olayla ilişkisi olmadığı halde, olayı kişiselleştirmek; felaketleştirme (catastrophising) ise durumun en kötü sonucu ve bu sonucun olma ihtimali üzerinde gereğinden fazla düşünmektir. Zihin okuma (mind reading) ise kişinin elinde hiç bir kanıt olmadığı halde, diğer insanların ona karşı olumsuz yaklaştığını farz etmektir.
Genel olarak özetlenecek olursa; anksiyetenin bilişsel modelinde anksiyete, tehlikenin değerlendirilmesiyle ilgilidir. Anksiyeteli kişiler, tehlikeyi daha kötü ya da büyük yorumlamaya eğilimlidirler. Bu yanlılık, bilişsel bakış açısına göre, o kişilerin şemalarıyla ilişkilendirilmektedir. “Tehlike şeması” bir kere aktive olduğunda, tehlikenin olumsuz otomatik düşünceleri ile karakterize olmuş yorumlamalar ortaya çıkmaktadır. Bu düşünceler, kişinin kendisinin de dâhil olduğu ya da olmadığı,fiziksel, sosyal ve psikolojik felaketleştirmeyi ifade etmektedir. Bireyler, tipik olarak bu tehlikeyi azaltmak için, sakınma, kaçma, korunma davranışları göstermektedirler (Wells, 1997):
Anksiyetenin patolojik olmasına sebep olan, anksiyetenin var olması değil, anksiyetenin tekrarlayıcılığı, süresi ve şiddetiyle ilgili olarak ortaya çıkardığı işlev bozuklukları ve buna bağlı olarak gündelik hayatın akışını bozmasıdır (Berksun,2014).
Anksiyete bozukluğu kapsamına giren çeşitli klinik durumların birbirlerinden ayrılarak farklı özellikler olan, farklı birer hastalık olarak sınıflandırmalarda yer alması, ancak 1960lardan sonra elde edilen veriler sonucu, 1980’de DSM-III ile gerçekleştirebilmiştir (APA, 1980).
Herkesin çeşitli korkuları vardır. Çocukken yabancılardan veya köpekten, yetişkinken de topluluk önünde konuşmaktan ya da dar ve sessiz bir sokakta yalnız başına yürürken korkulabilir. Ancak insanların çoğu bu çocukluk korkularını geride bırakmış, yetişkinken de bu korkularını kısa süreli, duruma uygun hale getirmiştir. Anksiyete bozukluğu olan kişilerin korkuları ise duruma özgü ya da kısa süreli değildir. Bu korkular onların hayatlarını oldukça etkilemekte ve yaşam kalitelerini düşürmektedir. Korkuları yoğun, kronik ve onlara göre gerçekte olduğundan dahatehlikelidir (Nolen- Hoeksema, 2004).
Anksiyete bozuklukları belirtilerin şiddetine, sürekliliğine ve bir takım davranışsal karakteristiklerine göre travma sonrası stres bozukluğu, genellenmiş anksiyete bozukluğu, panik bozukluğu, fobiler ve obsesif kompulsif bozukluk olarak sınıflandırılmaktadır (Amerikan Psikiyatri Birliği, 2000).
Genellenmiş anksiyete bozukluğunda korku oldukça baskın ve yaygındır. Bu bozukluğa sahip olanlar her türlü yaşamsal durumla ilgili olarak kronik anksiyeteye sahiptirler. Panik bozukluk ise esas olarak korkuyla ve özellikle de fiziksel duyumlarla karakterizedir. Bu bozukluğa genellikle agorafobi de eşlik etmektedir.Özgül fobi, sosyal fobi ve agorafobiyi kapsayan fobik bozukluklar ise korkulan uyarıcıdan başarılı bir şekilde kaçınılamadığında oluşan korkudur. Ancak kaçma tepkisi genellikle üstün gelmektedir. Benzer olarak obsesif-kompulsif bozuklukta korku, kendiliğinden oluşturulan kompulsif davranışlar yapılmadığında ortaya çıkmaktadır. Travma sonrası stres bozukluğu ise, travmayı hatırlatıcı olan uyarıcılardan kaçınmak için çaba ve duygusal küntlük ile travmayı yeniden deneyimlemek ile ilgili korku ve kaygı arasındaki bocalamayla kendisini göstermektedir (Amerikan Psikiyatri Birliği, 2000; Dozier, Stovall-McClough ve Albus, ed., 2008).
Anksiyete bozukluklarının diğer bozukluklarla birlikte görülme oranının yüksek olduğu bilinmektedir. Özellikle anksiyete bozuklukları ve depresif bozuklukların birlikte görülme oranları oldukça yüksektir (Hettema, Neale ve Kendler, 2001).
3.2. Anksiyete ve Bağlanma
Siegel (2012), kişilerarası nörobiyoloji terimini kullanarak, ilişkiler ve beyin etkileşiminin zihinsel yaşamı nasıl şekillendirdiği üzerinde durmaktadır. Ona göre,sinir sisteminin işlevleri, kişisel ilişkilere göre oldukça fazla değişmektedir:
İlişkilerde ilk aşamada bakımveren/ebeveynler, ikinci aşamada kişinin yaşamına önemli etkileri olan kişiler ve üçüncü aşamada ise yaşanılan kültür bulunmaktadır. İlişkileri ve kültürü kişinin nörolojik işlevlerinden ayırmak mümkün olmamaktadır.
Anksiyeteli kişilerin beyininde, prefrontal ve limbik devrelerin önemli olduğu bilinmektedir. Anksiyetenin ortaya çıkışında ve düzenlenmesinde karşılıklı olarak bağlantı içinde olan çok sayıda limbik ve kortikal yapılarda, karmaşık süreçler gerçekleşir. Limbik yapılar içinde amigdala, korku duygusu ve anksiyete oluşumunda en önemli role sahip olan nöroanotomik oluşumdur (Davis, 1992). Anksiyete içinde büyüyen bir bebek beyninin ise prefrontal bölgeleri yerine, limbiksisteminin daha çok geliştiği de bilinmektedir (Wehrenberg ve Prinz, 2007).
Yeni doğanın bakım verene bağlanma biçimi, gelişimsel olarak kilit bir görev üstlenmekte, erken dönemdeki ilişkisel deneyimlerin, sonraki süreçleri şekillendirdiği bilinmektedir (Bowlby, 1973). Bağlanma, anne/bakım veren veçocuktan, her iki tarafın da birbirlerinin gereksinimlerini karşılamasına bağlı olarak gelişen çift yönlü bir ilişkiyi içermektedir. Bebeklerin anneleriyle bağ kurmaya ihtiyaçları vardır. Anksiyete sorunu, annenin bebeğiyle bağ kurmasını zorlaştırabilir ve anne bebeğin bu temel ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kalabilir. Bu noktada, yeterli ilgi göremeyen veya ihtiyacı karşılanmayan bebeklerin veya çocukların da anksiyete geliştirdikleri, alan yazındaki çalışmalarda gösterilmiştir. Örneğin; anksiyete bozukluğu olan çocuklarla ilgili birçok çalışmada ortak olarak, çocuktaki uyum sorununun, nöropsikolojik işlev bozuklukları, genetik özellikler ve kalıtımın yanında, çevresel etkileşimler ve ebeveynlerin özellikleriyle de ilişkili olduğu görülmüştür (Büküşoğlu, 2004). Özellikle ayrılık anksiyetesi yaşayan çocukların annelerinde anksiyete bozuklukları ve depresif bozukluklar çok sık görülmektedir (Masi ve ark. 2001).
Anksiyete açısından bakıldığında, aile ortamında, özellikle reddedici tutum veya aşırı koruyucu tutumla birlikte, ebeveynin aşırı kontrolü ön plana çıkmaktadır. Bowlby’e göre (1973), çocuğun, ailede yaşanan kavgalar veya intihar girişimleri gibi sebeplerle, ebeveynlerinin yokluğunda onların yaşayıp yaşamadığına dair korkular yaşadığı; aileden gelen tehditlerden dolayı çocuğun reddedilme veya terk edilmeye ilişkin endişe yaşadığı; çocuğuna zarar geleceğine ilişkin karşı konulamaz hisleri sebebiyle ebeveynin çocuğunu, başka bir yere göndermesine ilişkin zorluğun yaşandığı ve çocuğun sürekli evde kalarak, ebeveynine eşlik etme ihtiyacını hissettirdiği bir aile ortamında büyümesi, kaygı zemininin oluşması ve kaygının da psikopatolojiye dönüşmesi açısından risk oluşturmaktadır (Dozier, Stovall- McClough ve Albus, ed., 2008).
Bolwby (1973), anksiyete bozukluklarının her birinin (spesifik hayvan fobileri dışındaki) bağlanma figürüne ulaşılması ile ilgili kaygı ile açıklanacağını önesürmektedir.
Fobik bozukluklarda teorinin ve tedavinin merkezinde, acı dolu duyguların ve korkutucu deneyimlerin bastırıldığı ve onlarla yüzleşmek yerine, kişinin bu deneyimlerden kaçındığı fikri vardır (Tüzün ve Sayar, 2006). Bowlby'e göre (1973); fobik yetişkinler büyük olasılıkla, ilk olarak örselenmeye maruz kalmışlardır. Bu örselenmeler, ebeveynin intihar girişimine tanıklık etmek, cinsel kötüye kullanımın mağduru olmak gibi olaylardan oluşabilir. Sonrasında ise sıklıkla "unutmayı" tercih etmektedirler. Çocuğu endişeli yapan olaylar, çocuğun onunla yüzleşmesini ve üstesinden gelmesini sağlayacak olan zihinsel şemalarla bağlantı kurulmasına izin vermez. Yetişkinlerde de bireysel deneyimler şok edici ya da kafa karıştırıcı olduğunda, genellikle panik belirtileri ortaya çıkmaktadır. Ancak genellikle asıl sürece odaklanılmaktan çok, panik belirtilerine odaklanılır (Holmes, 1997).
Bowlby (1973), agorafobi için de, bağlanma teorisini endişeli/kaygılı bağlanma temeline oturtmaktadır. O’na göre agorafobi, okul fobisine benzerdir ve o da ayrılma anksiyetesinin başka bir çeşididir. Hastalığın kaynağını, üç olası model üzerinde ele almaktadır: Anne çocuk arasındaki roller tersine dönmüş olabilir, çocuk hasta annesinden ayrıyken, annesine kötü bir şey olacağından korkabilir ya da tersi biçimde anne korumasından yoksun olduğu durumda, kendi başına kötü bir şey geleceğinden korkabilir (Holmes, 1997; Ollendick ve Byrd, ed., 2001).
Bir çalışmada Warren, Huston, Egeland ve Sroufe (1997), çocuk ve ergenlerde, erken dönem bağlanma ile anksiyete bozuklukları arasındaki ilişkiyi incelemişlerdir. Bebekler, yeni doğan hemşireleri tarafından tepki oranları bakımından incelenmiş, 12 aylık olduklarında bu 172 bebek, Ainsworth’un “Yabancı Durum Yöntemi” ile değerlendirilmiş, 17,5 yaşındayken de Okul Çağı Çocukları için Şizofeni ve Duygulanım Bozuklukları tanıları açısından değerlendirmeye tabi tutulmuşlardır. Kaygılı bağlanan ve dirençli olan yeni doğanların, güvenli veya kaçıngan bağlanan bebeklere oranla ergenliklerinde daha çok anksiyete bozukluğu tanısı aldıkları gözlenmiştir.
De Ruiter ve Van Ijzendoorn (1992), kaygılı/kararsız bağlanma zihinsel temsillerinin, agorafobi için bir risk faktörü oluşturduğu hipotezinden hareketle, erken çocukluk ayrılık anksiyetesi ve ileriki yaşlardaki agorafobi arasındaki ilişkiyi incelemişlerdir. Dört ayrı araştırmayı dâhil ettikleri meta analiz çalışmalarında, agorafobili yetişkinlerin kontrol grubuna oranla daha çok erken çocukluk ayrılma anksiyetesi yaşadıklarını rapor ettiklerini bulmuşlardır.
Cassidy (1995), genellenmiş kaygı bozukluğu ile bağlanma arasındaki ilişkileri incelemiştir. Genellenmiş anksiyete bozukluğu tanısı almış hastaların bu hastalığa sahip olmayan kontrol grubuna oranla çocukluklarında, ebeveynleri tarafından daha fazla reddedildiklerini, ailede rollerin tersine döndüğünü, iç içe geçtiğini (enmeshment) ve ergenlikte, annelerine karşı daha fazla öfke duyduklarını ve kırılgan olduklarını ifade etmişledir. Hasta gruptakiler, kontrol grubuna oranla,aynı zamanda çocukluklarına ilişkin anılarını daha az hatırlamışlardır. (Akt: Dozier,Stovall-McClough ve Albus, ed., 2008).
Anksiyete bozuklukları ile bağlanma arasındaki ilişkilerin incelendiği bazı çalışmalarda da güvensiz bağlanma ile anksiyete arasındaki yüksek ilişkilerden söz edilmektedir (örn. Doron ve Kyrios, 2005; Pacchierotti, Bossini, Castrogiovanni, Pieraccini, Sorece ve Castrogiovanni 2002).
Bir çalışmada araştırmacılar, genellenmiş kaygı bozukluğu kriterlerini taşıyan 48 üniversite öğrencisini, 53 kişiden oluşan kontrol grubuyla bağlanma açısından karşılaştırmışlardır. Tanı alan grubun, kontrol grubuna oranla, yüksek oranda kişilerarası problem yaşadıkları görülmekle birlikte; algılanan sosyal destek ve akrana bağlanma düzeyleri, kontrol grubuna benzer düzeyde olsa bile, ebeveynlerine daha az güvenli bağlandıkları bulunmuştur (Eng ve Heimberg, 2006).
Zeijlmans van Emmichoven, van IJzendoorn, de Ruiter ve Brosschot (2003), anksiyete bozukluğuna sahip 28 yetişkin ve bu hastalık dizisinden herhangi birisine sahip olmayan ayakta tedavi gören 56 yetişkinin, şu anki bağlanma durumlarını incelemişlerdir. Ayakta tedavi gören hastaların %39’u kayıtsız, %29’u özerk (autonomous), %21’i saplantılı ve %11’i kararsız (unresolved) olarak bulunmuştur. Anksiyete bozukluklarından panik bozukluk ve agorafobi tanılı bireylerin büyük bir kısmının (%86) kayıtsız durumda oldukları bulunmuştur.
Görüldüğü gibi ilgili yazında, anksiyete bozuklukları ve bağlanma kapsamındaki çalışmalarda farklı sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Bazı araştırmalar anksiyete bozukluklarında kayıtsız bağlanmanın rolü üzerinde dururken, bazı araştırmalar ise kaygılı/kararsız bağlanmanın anksiyete ile ilişkili olduğunu öne sürmektedir. Ancak sonuçlar göstermektedir ki; ister kaygılı, ister kararsız, ister kayıtsız olsun, tüm bu boyutlar, güvensiz bağlanmaya işaret etmekte ve anksiyete ile güvensiz bağlanma arasındaki ilişkilerin dikkat çekici olduğunu vurgulamaktadır.
3.3. Bilgi İşleme Yaklaşımı
Bilişsel psikoloji, psikolojinin, karmaşık zihinsel süreçleri inceleyen alt alanıdır. Düşünme, karar verme, algı, dikkat, tanıma, bellek, bilginin depolanması ve geri getirilmesi gibi karmaşık süreçleri ele almaktadır (Ingram, 1986). 1960’lı yıllarda bilgi işleme paradigmasının ortaya çıkması ile birlikte; algı, dikkat ve belleğin sistematik olarak incelenmesi, insan zihninin işleyişine yönelik bilgileri fazlalaştırmıştır. Gelişen ölçüm araçları ile beyin ve yapısının daha iyi incelenebiliyor oluşu, son yıllarda psikolojinin bu alt alanına olan ilgiyi oldukça arttırmıştır.
Deneysel-bilişsel psikolojide temel kavramsal yaklaşım, bilgi işleme paradigmasıdır. Bu paradigma, insan zihninin anlaşılmasının, çevresel ve içselbilgilerin nasıl işlendiğinin ve kullanıldığının kavranması ile mümkün olacağını varsaymaktadır (Ingram, 1986). Klinik anlamda bilgi işleme yaklaşımı ise, biliş, duygu ve davranış ile, bunları ilişkilendiren bilişsel mekanizmaların incelenmesi için bir çerçeve oluşturarak, psikopatolojinin kavramsallaştırılması, değerlendirilmesi ve tedavisinde önemli bir rol oynamaktadır. Başka bir deyişle, bilgi işleme yaklaşımı, psikopatoloji ve psikoterapideki bilişsel değişkenleri anlama olanağı sunmaktadır (Ingram, 1986).
Birey, bilgi işleme yaklaşımında bir bilgi işleme sistemi olarak ele alınır. Bu bilgi işleme sistemi, bilginin seçilmesi, iletilmesi, özümsenerek kodlanması (encoding), depolanması, geri-çağırılması (retrieval) ve davranışın oluşturulması işlevlerini kapsar. Dış çevredeki bir uyarıcı, duyusal kayıt (sensory storage) sisteminde bir duyusal iz olarak (sensory trace); duyusal kayıt ve uzun süreli bellek (long-term memory: LTM) etkileşimi sonucunda bir algı olarak (perception); kısasüreli bellekte ise (short-term memory: STM) anlamlı bir bilgi olarak yer almaktadır. Sonrasında bu bilgi uzun süreli belleğe aktarılarak, burada, kodlanmış ve depolanmış bellek izi (memory trace) haline gelmektedir (Ingram 1986, Karakaş ve Aydın,1999). Özetlemek gerekirse bilgi işleme yaklaşımı, bilginin nasıl işlendiği ve ilgili mekanizmaların niteliği konusundaki bilgilerin, insanın işlevselliğinin anlaşılması açısından yararlı olduğunu varsayan, geniş bir bakış açısıdır.
Bilişsel sistem, uyarıcıların sadece algılanıp, gerektiğinde hatırlanmasını sağlayan bir sistem değildir. Bunların yanında şema ve kurulumlarının korunabilmesi ve gerektiğinde değiştirilip, yeniden düzenlenebilmesi, onların yeniden oluşturulabilmesi, bozucu etkilere karşı koyabilmesi, zaman ve mekân üzerinde olayları bütünleştirebilmesi, belleği tarayabilmesi, bellek izlerinin üstünde çalışabilmesi, stratejiler kurup değiştirebilmesi, planlar yapabilmesi bu işlemler arasındadır. Ancak bu şekilde etkili bir bilişsel sistemden söz etmek mümkün olmaktadır (Karakaş ve ark, 2003).
Bilgi işleme yaklaşımı çerçevesinde elde edilen ampirik araştırma bulgularından, bilginin aşamalardan geçerek işlendiğini savunan, “seri bilgi işleme” (serial processing) ve bilgilerin paralel ve eşzamanlı olarak işlendiğini, aynı anda değişik işlemlerden geçtiğini savunan, “paralel bilgi işleme” (paralell processing) modelleri geliştirilmiştir (Benjafield, 1992; Klatzky, 1984; Steinbeck, 1996). Seri bilgi işleme modelleri, klasik “üç depolu bellek” modelinin (duyusal kayıt belleği-kısa süreli bellek-uzun süreli bellek) (Atkinson ve Shiffrin, 1968) ortaya çıkışını desteklemiştir. Paralel bilgi işleme modelleri ise, belleği, yapıdan çok, süreç temelinde açıklamaya yönelik, “bilgi işleme düzeyleri” (levels-of-processing) modelinin (Craik ve Lockhart, 1972) oluşumunu desteklemiştir. Atkinson ve Shiffrin’in üç depolu bellek sınıflamasında, belleğe ilişkin zamansal parametreler (bilginin depolanma süresi ve depolanan madde miktarı); buna karşılık, Craik ve Lockkhart’ın bilgi işleme düzeyleri modelinde, bilginin fiziksel (yüzeysel), sessel(orta) ve anlamsal (derin) düzeyde kodlanması ön plandadır.
Davranışsal nitelikteki bilgi işleme modeline göre; canlıların çevreleriyle olan etkileşimleri; dikkati çeken uyarıcıların duyu organları yoluyla alınmasını, bu uyarıcıların taşıdığı bilginin, bellekte mevcut durumlarla da karşılaştırılması yoluyla analizini ve bir tepkinin gerçekleşmesini içermektedir. Etki ile tepki arasında oluşan bilişsel süreçlerin belirlenmesine yönelik bilgi işleme modelinde, ilgili alt süreçlerşöyle sıralanmaktadır: Uyarıcıyı duyumsama, algılama, şifreleme, sınıflandırma, karşılaştırma, yapılacak olan davranıma karar verme ve davranımı ortaya koyma (Karakaş, Irak ve Bekçi, 2003).
Bilişsel Psikoloji alanındaki kuramların bir kısmı, bilişin sinir sistemi ile bağlantılı olduğunu öne sürmektedir. Dolayısıyla bilgi işleme yaklaşımı sinir sistemi üzerinde temellendirilmiştir. Sinir sistemi, bilişin doğasının korumasında, psikopatolojinin açıklanmasında etkili bir sistemdir (Ingram, 1986). Yaşamın devamı için organizma, gelen algısal veriyi almak ve onu organize etmek zorundadır.
Dolayısıyla sinir sistemi, organizmanın aldığı bilgileri, çevresine uyum yapacak şekilde kullanabilmesini, motor hareketlerini düzenlemesini sağlamaktadır. Sinir sistemi motor kontrolüne, çevreye uyumu sağlamaya ve aynı zamanda karmaşık bilgi işleme sürecini ve bu sürecin bir parçası olan dikkati yönlendirmeye yardımcı olmaktadır. Grossberg (1982) ayrıca, sinir sisteminin iki temel işlevden sorumlu olduğunu belirtmiştir: bilgilerin kısa süreli bellekte tutulması ve kısa süreli belleği beklenmedik olaylar için hazır bulundurması. Sinir sisteminin farklı yapıları, dışarıdan gelen yeni bilgilerin alınmasını ve içsel bir sürece dönüştürülmesini sağlamaktadır. Bilginin içsel ve dışsal olarak işlenmesini sağlayan iki sistem, eş zamanlı olarak çalışmaktadır.
Bilgi işleme süreçlerinden bahsederken yönetici işlevler (executive functions) kavramıyla da sıklıkla karşılaşılmaktadır. Yönetici işlevler; bir amaca ulaşmak için uygun problem çözme kurulumunun korunması olarak tanımlanabilir. Yönetici işlevler, akıl yürütme, problem çözme, zihinsel esneklik, yaratıcılık, karar verme, planlama, bozucu etkiye (interferance) karşı koyabilme, tepkiyi erteleme ve tepkiketlemesi (response inhibition) yapabilmeyi kapsamaktadır (Solso, 1995). Böyle karmaşık bir süreç ve işleyiş, onları izleyen (to monitor), denetleyen (to control) ve yöneten (to execute) bir “üst” (meta) sistem olabileceğini düşündürmektedir. Zihin (ve beyin), seri ve özellikle de paralel işleyiş biçimi, böyle bir üst sistemin (üst biliş) varlığına işaret etmektedir (Koriat, 1993).
Bilgi işleme sürecini açıklayan kuramlar en temelde; hangi miktardaki duyusal girdinin, anlamlı hareketler oluşturmasına izin verecek miktara karşılık geldiğine odaklanır. Ayrıca gelen bilginin işlenmesi sürecine dikkat etmişlerdir. Bazı bilgiler, daha sonraki süreçte başka bilgiler işlemek üzere seçilmektedir. İşte bu süreç “dikkat” olarak adlandırılmıştır. Dikkat genel tanımıyla, bireyin zihinsel algılarını,duyu organlarıyla ulaşabildiği ve farkında olduğu fenomenal çevresinde meydana gelen uyarıcıya ya da uyarıcılara yönlendirmesidir (Pashler, 1998). Dikkatin üç temel bileşeni olduğu söylenmektedir: odaklanma (focus), dikkatin sürdürülmesi (sustain)ve yönelim tepkisi (orienting response) (Baddley, 1990). Dikkate yönelik yapılan açıklamaların yer aldığı kuramlardaki en önemli soru; birçok bilgi arasından gerçekten kişi için anlamlı olan bilgilerin seçilip seçilemiyor olmasıdır. İlk açıklama, kişideki mevcut bilgilerin, kişiye geçici bir zaman için zemin oluşturacak bir yapı kazandırdığı yönündedir. Diğer bir açıklama ise, sisteme bellekteki bilgilerle örtüşen bilgilerin girmesi durumunda, beyinin aktivitesinin arttığı ve kişinin daha fazla odaklanabileceği yönündedir (Ingram, 1986). Neisser (1976), daha öncesinde organizmanın depoladığı bilgilerin; algılama sürecini ve algıladıklarını yorumlama sürecini doğrudan etkilediğini belirtmiştir. Bu modele göre, kişinin belleğinde daha öncesinde mevcut bulunan bilgilerle, dikkat öncesi sürecin basit bir organizasyonu yapılmaktadır. Dikkate alınacak bilgiler, bu organizasyona göre yapılandırılmaktadır. Odaklanma, pasif filtreleme sürecinin bir sonucu değil, aktif bir süreçtir. Algı ve bellek, karşılıklı etkileşim halindedir. Bu süreçte, tek yönlü bir durum değil, çift yönlü bir etkileşim söz konusudur.
Bilgi işleme süreçleri, tüm bu boyut ve yapılarla, davranışların oluşması veya ortaya çıkmasını açıklamakla kalmamakta, özellikle son yıllarda anormal davranışların tedavisinde de kullanılarak, önemli bir açığı kapatmaktadır. Mevcut çalışmada da bu konu bağlanma ve anksiyete ile ilişkileri bağlamında ele alınacaktır.
3.4. Bağlanma ve Bilgi İşleme
Bağlanma kuramı çoğunlukla, genel bir kişilik kuramı olarak ele alınmaktadır. Erken dönem bağlanma stilleri üzerine yapılan çalışmalar genellikle,duygusal ve sosyal gelişim üzerine odaklanmakta ve bağlanmada psikopatolojinin oluşumunu incelemektedir (örn. Atasoy, Ertürk ve Sener, 1997; Uluç ve Öktem, 2009; Dağ ve Gülüm, 2013; Türe, 2013; Sabuncuoglu ve Berkem, 2006; Oral, 2006; Erdoğan, 2007). Yetişkin bağlanma stilleri üzerinde yapılan çalışmalar da genellikle yakın ilişkiler, sosyal ilişkiler ve stresle başa çıkma yolları üzerine odaklanmaktadır (örn., Büyüksahin, 2001; Karakurt, 2001; Sümer, 2006). Bilgi işleme yaklaşımı ve süreçleri açısından bağlanma stilleri ise yazında az çalışılan bir konudur.
Kendimizi ve dünyayı değerlendirmede önemli bir bakış açısı sağlayan bağlanma kuramına, bilgi işleme paradigması aracılığıyla bakıldığında, bağlanmanın bilişsel mekanizmalar ve süreçler üzerindeki etkilerinin anlaşılmasının sağlanabileceği düşünülmektedir. Bununla birlikte özellikle psikopatolojiyi değerlendirmede ve gerekli müdahalelerin planlanmasında da temel bir bakış açısı oluşturabileceği ileri sürülmektedir.
Bağlanmaya, bir ”durum/olay” şeması oluşturmak şeklinde bakılabilir. İnsanın dikkat süreçleri tekrarlara ve düzene duyarlıdır. Anne-baba arasındaki etkileşim “organizma-çevre” etkileşiminin bir biçimidir. Bunun sonucunda dünyaya, önemli olan diğer kişilere ve kendisine yönelik bilgiler, “kendilik şeması”, “dış dünya şeması”, “diğerleri şeması” şeklinde en temel şemaları oluşturmaktadır. Bakım veren kişi ile çocuk arasındaki ilişkinin tutarlılığı ve düzenliliği sonucunda, temel şemaların duygusal boyutu da “güven” olarak oluşmaktadır. Bu temel şemaların davranışsal boyutu ise çevreyi keşfetme, araştırma, yeni denemelerde bulunma şeklinde gelişmektedir (Balkaya, 2005). Bu açıdan bakıldığında, bağlanmanın kiminle kurulacağı büyük önem arz etmektedir. Bu kişinin, bebekten gelen duygusal sinyallere karşı gösterdiği duyarlılık, bebeğin duygusal yaşantılarını nasıl kodlayacağı ve dikkatini nelere odaklayacağı konusunda, önemli bir temel oluşturmaktadır. Eğer bebek, bağlanma kişisinin, korku, kaygı gibi olumsuz duygulara karşı duyarlı olduğunu ve sakinleştirici yönde cevap verdiğini hissederse, bu duygularıyla başa çıkmak için daha çok, rahatlama ve desteklenme işlevi taşıyan stratejiler geliştirecektir. Tam tersi durumda ise bebek, olumsuz duyguları, olumsuz sonuçlar ile bağlantılandırmayı ve güvensiz bağlanmada etkili olan başa çıkma stratejilerini geliştirmeyi öğrenecektir (Brown ve Wright, 2001).
Bilindiği üzere bağlanma stilleri, yakın ilişkilerdeki yaşantıların sonucunda oluşmaktadır. Öyleyse burada, belleğin etkisinin önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Çünkü söz konusu yaşantılar kodlanarak, bellekte tutulmakta ve daha sonrasında kurulacak yakın ilişkiler için daha önceden oluşmuş inanç veya şemalara kanıtlar sağlamaktadır. Bu noktada, anlamsal (semantic) olarak işlemden geçirilen bilgiler, bellekte daha güçlü yer etmektedir. Dolayısıyla dikkat edilen veya kodlanan bilginin anlamı kişi için güçlüyse, anlamı daha yüzeysel olan başka bir bilgiye kıyasla, daha iyi hatırlanmaktadır.
Zihinsel temsillerin (içsel çalışan modellerin) en önemli kaynaklarındanbirisi, Tulvig (akt. Balkaya, 2005) tarafından tanımlanan, semantik ve epizodik bellek sistemleridir. Belleğin semantik organizasyonu, olayları yorumlamamızı sağlayan inançların genellemesini ifade etmekte; episodik bellek ise tersine, olaylarla ilişkili yaşanan duygular temelinde kodlanan durumlara atıfta bulunmakta, “anılar” olarak da adlandırılabilmektedir.
Bir çalışmada, kaygılı-kaçınmacı bağlananların, episodik belleğe güvenmemeyi öğrendiklerinden, tutarlı bir bellek organizasyonu geliştiremedikleri ve sonucunda da görüşmelerde anılarını hatırlayamadıkları gözlenmiştir (Page, 2001). Kaygılı-kararsız bağlananlar ise bütünlük içeren bir semantik bellek organizasyonu geliştiremediklerinden, episodik bellekten geri çağırdıkları anıların, anlamsal bir tamamlayıcılık içinde değil, birbirinden kopuk ve zaman zaman birbirine karışarak ortaya çıkması beklenmektedir. Ayrıca bu kişilerin episodikbellekleri, yüklü duygu çağrışımları ile dolu olmaktadır ve geri çağırma süreçlerinde, duygusal karmaşa ve güçlükle karşılaşma olasılıkları yüksektir. Page (2001),çocuklarla yaptığı çalışmalarda, kaygılı-kararsız bağlananlar ile kaygılı- kaçınmacı bağlananlar arasındaki farktan söz etmektedir. Kaçınmacı bağlanma örüntüsüne sahip çocukların, duygusal yaşantılarını bastırma eğilimini ve episodik belleğe güvenmemeyi öğrenerek, esnek olmayan katı bir semantik bellek organizasyonu geliştirdiklerini ifade etmiştir. Kaygılı-kararsız bağlanan çocuklar ise semantik bellekte sağlam genellemeler oluşmadığından, semantik belleğe güvenmemeyi öğrenmekte ve daha çok episodik belleğe dayanmaktadırlar.
Sağlıklı bir bireyde, episodik ve semantik bellek sistemlerinin entegrasyonuve kolaylıkla ulaşılabilir olması gerekmektedir. Ayrıca sağlıklı bireyde, kendilik ve diğerleri için oluşturulan bilişsel şemaların, doğru algılanan yaşantılar eşliğinde, belirli bir yorum esnekliğiyle ve değişen durum ve koşullara uyum sağlayacak şekilde gelişmiş olması esastır. Bu noktada “bilişsel esneklik”ten söz edilmektedir. Bilişsel esneklik, sisteme yeni giren bilginin önceden var olan bilgilerle bütünleşme sürecinde, insanların dünyayı daha gerçekçi ve verileri fazla çarpıtmadan görebilmeleri ve bu doğrultuda yargıda bulunabilme ile hatalı bilgileri gözden geçirebilmeyi içermektedir.
Ülkemizde yapılan bir çalışmada Dağ ve Gülüm (2013), bağlanma ile depresyon, obsesif kompulsif bozukluk (OKB), sosyal kaygı gibi psikopatolojiler arasındaki ilişkide bilişsel esnekliğin aracı rolünü değerlendirmişlerdir. Kaygılı bağlanma ile depresyon, OKB, sosyal kaygı ilişkisinde, bilişsel esneklik-kontrol boyutunun kısmi ve tam aracı roller üstlendiği gözlenmiştir. Bilişsel esneklik-kontrol boyutunun, kadınlarda depresyon ve sosyal kaygı ile kaçınmacı bağlanma ilişkisine kısmi aracılık ettiği gözlenmiştir.
Ülkemizde yapılan başka bir çalışmada da, bilişsel esnekliğin yordanmasında bağlanma stilleri, akılcı olmayan inançlar ve psikolojik belirtilerin katkıları incelenmiştir (Gündüz, 2013). 436 öğrencinin katıldığı araştırmada Bilişsel Esneklik Ölçeği, İlişki Ölçekleri Anketi, Akılcı Olmayan İnançlar Ölçeği ve Kısa Semptom Envanteri uygulanmıştır. Sonuçlar; bilişsel esnekliğin %30’unun, akılcı olmayan inançlar, saplantılı bağlanma ve anksiyete değişkenlerince açıklandığını göstermektedir. Sonuçlara, söz konusu değişkenler ile esneklik arasındaki ilişkinin yönüne göre bakıldığında, bu üç değişkenin fazlalılığının, bilişsel esnekliğin azalmasına yol açtığı söylenebilir. Sonuçlara ayrıntılı olarak bakıldığında ise bilişsel esneklik ile saplantılı bağlanma arasında negatif, güvenli bağlanmayla pozitif ilişki gözlenmişir. Kayıtsız bağlanma ile esneklik arasındaki pozitif ilişki ise düşündürücü olarak değerlendirilmektedir. Araştırmacı bu durumu, şu şekilde açıklamaktadır: bağlanma kuramı çerçevesinde kendini olumlu, başkalarını olumsuz değerlendirmeyi içeren kayıtsız bağlanmada birey, diğerlerinden zarar geleceği beklentisiyle özerkliğine aşırı önem vermektedir. Olumlu benlik algısını içeren bu özerk olma hâlinin, problemleri kendi başına çözme kapasitesi üzerinde etkili olduğu düşünülebilir. Yani,çeşitli durumlarla başa çıkma konusunda özerk olma tercihi, zamanla, benzer durumlara daha esnek ve farklı yaklaşma kapasitesini artırmış olabilir (Gündüz, 2013).
Bilişsel esneklik ve bağlanma konusunda Mikulincer ve Arad (1999), bir dizi çalışma yapmışlardır. Katılımcılar, kendi bağlanma stillerini ve yakın ilişkideki kişiyi nasıl algıladıklarına yönelik bir değerlendirme yaptıktan sonra, bilişsel esneklik gösterebilme düzeyleri incelenmiş ve sonrasında üç ayrı gruba ayrılmıştır. Hazan ve Schaver’in geliştirdiği Yakın İlişkiler Ölçeği üzerinden, güvenli-kaygılı ve kararsız bağlanma stili tanımı okutularak, kendi ilişkilerini düşünmeleri istenmiştir. Sonrasında ise yakın ilişkileri konu alan bir takım senaryolar verilmiştir. Bu senaryolar yakın ilişkide beklenen ve beklenmeyen davranışlar olarak hazırlanmıştır. Sonuçlarda ise “güvenli” bağlanan bireylerin, “güvensiz” bağlanan bireylere göre yeni bilgilere karşı şemalarının daha esnek olduğu sonucuna varılmıştır. Öyle görünüyor ki güvenli bağlanan bireylerin, hayata karşı iyimser tutumları, onlara hakimiyet duygusu vermekte ve yeni durumlara karşı uyum yeteneklerini artırmaktadır. Güvenli bağlanan yetişkinlerin, kendilerine verilen bilişsel görevler sonucunda daha olumlu, bütünleşik bir benlik ve dünya görüşüne sahip oldukları belirtilmektedir (Collins ve Read, 1994). Çocuklarla yapılan çalışmalarda da güvenli bağlananların, güvensiz bağlananlara göre daha yüksek bilişsel esneklik gösterdikleri gözlenmiştir (Cassidy ve Berlin, 1994).
Mikulincer ve Florian’a (1998) göre, kaygılı-kararsız bağlanan kişilerin olumsuz bakış açısı, çevresel uyaranların çoğunu tehdit olarak algılamalarına neden olmakta ve olumsuz duygularla baş etmedeki başarısızlıkları, yeni bilgilerin edinilmesini engellemektedir. Bu kişilerin, tehditle ilgili uyaranlara karşı aşırı duyarlı oldukları ve kaygı yaratan durum veya materyale zihinsel olarak takıldıkları söylenmektedir. Bu takılma gelen bilginin işlenmesini de zorlaştırmaktadır (Mikulincer ve Arad, 1999). Kaygılı-kararsız bağlanan kişilerde çatışmalı veya ikircikli (ambivalan) bir durumdan söz edilmektedir. Bu kişiler, bağlanma figürüne karşı süregiden bir sevgi-öfke döngüsü içindedirler (Bowlby, 1988). Bu durum bilgiişleme süreçlerinde de ortaya çıkmaktadır. Bir taraftan dünyayı keşfetme isteklerinden söz ederlerken bir taraftan da merakın ilişkileri tehlikeye soktuğuna inanırlar. Bu çatışmalı durum Milkulincer’e (1997) göre “bilişsel kapalılık”tır(cognitive closure).
Kaçıngan bağlanan kişilerdeki duruma bakıldığında, bu kişilerin endişe yaratabilecek uyaranları veya verileri savunmacı bir şekilde dışarıda bırakmaları, acı veren anıları bastırmaları ve tehlike uyarısı veren durumlara karşı bilişsel engeller koymalarından dolayı yeni bilgileri işlemede başarısız olabildikleri görülmektedir (Mikulincer ve Florian, 1998). Kaçıngan kişiler katı bir inanç sistemi geliştirmektedirler. Güvensizlikleriyle baş etme yöntemleri, tehdit kaynaklarından uzak durmak ve bilişsel sistemlerinden bu verileri çıkarmak şeklindedir. Bowlby’e (1988) göre bu kişiler; bağlanma figürlerine karşı duyarsızdırlar, bağlanma ile ilgili acı veren düşünceleri ve duyguları bastırıp bağlanma ihtiyacını reddederler. Sosyal temastan da oldukça kaçınırlar. Bilgi işleme süreçlerinde de bu stratejileri devam etmektedir. Yeni bilgilere karşı kayıtsız olarak, bilgi edinmekten uzak durarak ve merak duygularını yok sayarak, olası belirsizlik ve çatışma durumlarını bertarafederler (Mikulincer, 1997).
Mikulincer (1997), bilgi işleme ve yetişkin bağlanma tarzları arasındaki ilişkiyi araştıran beş çalışmayı incelemiştir. Bu çalışmalarda ortak olarak, güvenli ve kaygılı-kararsız (ambivalence) bağlanma gösteren kişiler, kaçıngan bağlanma stiline sahip kişilere oranla değişik durumlar karşısında, kendilerini daha meraklı (curiosity) ve daha olumlu tutumlara sahip olarak tanımlamışlardır. Güvenli bağlanma stiline sahip kişiler ise diğer gruba oranla daha az bilişsel kapalılık (cognitive closure) göstermişlerdir. Yine güvenli bağlanan kişilerin, kaçınan ve kaygılı-kararsız kişilere oranla, sosyal yargılama yapmak için yeni bilgiye daha çok güvenme eğiliminde oldukları bulunmuştur.
Yetişkinlerde bağlanma stiline bağlı olarak dikkat ve belleği inceleyen bir çalışmada, katılımcılara bağlanmayla ilgili kısa senaryolar dinletilerek, değişen sürelerde neler hatırladıkları sorulmuştur. Kaçıngan bağlanma stiline sahip bireylerin beklenildiği üzere karşılıklı konuşma içeren bilgileri daha az kodladıkları görülmüştür (Fraley, Garner ve Shaver, 2000).
Ülkemizde yapılan, “Yetişkin Bağlanma Stilleri ve Bağlanmayla İlintili Bellek Düzenlemesi” konulu bir çalışmada, erişkin bağlanma stilleri ile bağlanmayla ilintili bellek düzenlemesi arasındaki ilişki incelenmiştir (Olcaysoy, Gündoğdu ve Aksakal, 2012). Çalışmada, bağlanma kaygısı yüksek olan kişilerin genellikle aşırı harekete geçirici (hyperactivating) stratejileri, bağlanma kaçınması yüksek kişilerinse hareketsiz hale getirici stratejileri (deactivating) kullanması durumları (Mikulincer, Shaver, ve Pereg, 2003; Shaver ve Mikulincer, 2002) temel alınmış ve buna bağlı olarak bağlanmaya ilişkin sözcüklerin bellekte belli bir biçimde düzenlendiği öne sürülmüştür. 131 katılımcının yetişkin bağlanma stilleri, YİYE ile belirlenmiş;sonrasında, bağlanmaya ilişkin sözcüklerin ne derece hatırlandığı, yönlendirilmiş unutma paradigmasıyla ölçülmüştür. Sonuçlar, beklentiye uygun olarak, katılımcıların kaçınma puanları arttıkça bağlanmaya ilişkin daha az sözcük hatırladıklarını göstermiştir. Bu bulgular, bağlanmaya ilişkin uyaranlar söz konusu olduğunda, kaçınmalı bağlanma tarzı olan bireylerin, izleyen (postemptive) baskılama mekanizmaları kullandığına yönelik kuramları destekler niteliktedir (Fraley, Gamer, ve Shaver, 2000). Ancak beklenilenin aksine, kaygı puanları ile bağlanmaya ilişkin sözcüklerin hatırlanması arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (Olcaysoy, Gündoğdu ve Aksakal, 2012).
Okul öncesi çocuklarda bağlanma ile dikkat ve bellek arasındaki ilişkinin incelendiği bir çalışmada ise dikkat ve bellekle ilgili bir takım görevler uygulanmıştır (Kirsh ve Cassidy, 1997). Dikkat görevi, anne-çocuk ilişkisinin olumsuz, olumlu ve nötr bir şekilde aktarıldığı çizimlerin çocuklara gösterilmesiyle yapılmıştır. Güvensiz/kaçıngan bağlanan çocuklar, belirgin bir biçimde bu çizimlerden uzakdurmuşlardır. Bellek görevi ise annenin çocuğa yardım çağrısına olan tepkisini içeren hikâyelerden oluşmaktadır. Bu tepkiler duyarlı, reddedici ve abartılı şekilde sınıflandırılmıştır. Sonuçta güvenli bağlanan çocuklar, duyarlı tepki veren anneye ait hikâyeleri, kaçıngan bağlanan çocuğa kıyasla daha iyi hatırlamışlardır. Bu grup, çocuğun yardım talebine reddedici yanıt veren hikâyeleri ise kararsız bağlanan çocuklara kıyasla daha iyi hatırlamışlardır (Kirsh ve Cassidy, 1997).
Yapılan başka bir çalışmada, yetişkin bağlanmasında bireysel farklılıklarınbir fonksiyonu olarak, tehdit edici uyarıcıya karşı olan seçici algı incelenmiştir. 39 katılımcıya tehdit uyandıran sözcükler (örn. ölüm, tehlike, acı), bağlanma ile ilgilitehdit uyandıran sözcükler (örn. ayrılık, ihmal, reddedilme), genel olarak olumlu anlam içeren sözcükler (örn. sağlık, mutluluk, tatmin), bağlanma ile ilişkili olumlu sözcükler (örn. yakınlık, güven, destek) ve nötr sözcükler (örn. eşya, evren, denge) ile birlikte gösterilmiş ve katılımcılardan işaretleme görevini yerine getirmeleri istenmiştir (dot probe task). Bu görev, dikkat yanlılığını ölçen bir görevdir. Sonuçlar, kaygılı ve kaçınmacı bağlanmanın, tehdit içerikli kelimelere karşı dikkat yanlılıkları sergiledikleri yönündedir. Dikkat sürecinde verilen tepkiler doğrultusunda, bu yanlılıklar, hem kaygı hem de kaçınma için benzerlik göstermektedir. Bu dikkat yanlılığına, bağlanma tehdidine dikkat etmekten kaçınma (attentional avoidance of attachment threat) adı verilmiştir. Bu dikkat kaçınmaları, en iyi bağlanma anksiyetesi ve kaçınma arasındaki etkileşimle yordanmıştır. Yani yüksek bağlanma kaygısı ve yüksek bağlanma kaçınması, birlikte, kaçınmalı dikkat stiliyle ilişkili bulunmuştur. Ayrıca dikkatteki bu kaçınmalar, bağlanma ile ilişkili tehdit içerikli kelimelere özgü olarak bulunmuştur (Dewitte, Koster, Houwer, Buysse, 2006).
Çevrede bir tehdit algılandığında bağlanma sisteminin aktive olacağı ve bu aktivasyon düzeyinin bağlanma stilli farklılıkları ile ilişkili olduğu bilinmektedir. Yukarıda da söz edildiği gibi kaygılı bağlanan bireyler, bağlanma ile ilgili tehditlere karşı aşırı tetikte iken, kaçınan bağlanma stiline sahip bireyler, stresli koşullar altında bağlanma ile ilgili düşüncelerini bastırabilmektedirler. Bu bilgiden hareketle ülkemizde Sakman (2011) tarafından yapılan bir çalışmada, tehdit ve bağlanma figürü çağrıştırıcıları eşikaltı olarak gösterilmiş, bu gösterimin farklı bağlanma stillerine sahip kişilerin dikkat performansları üzerinde herhangi bir etkisi olup olmadığı araştırılmıştır. Araştırmaya 225 üniversite öğrencisi katılmıştır. Tehdit ve bağlanma figürü çağrıştırıcısı koşulu altında, kaygılı bağlananların, güvenli ve kaçınan bağlanma stiline sahip katılımcılardan daha kötü performans göstereceği öngörülmüştür. Kaçınan bağlanma stiline sahip katılımcıların ise, sadece tehdit çağrıştırıcı bağlanma figürü çağrıştırıcısı ile takip edildiğinde, daha kötü performans göstermesi beklenmiştir. Güvenli bağlananların diğer bağlanma stiline sahip olanlardan her koşulda daha iyi performans göstermesi beklenmiştir.
Araştırmada, WHOTO (bağlanma figürlerinin adları) ve YİYE’nin bulunduğu bir anket bataryası ile bilişsel dikkat performansı için Sinyal Tanıma (Signal Detection) ve Stroop görevleri uygulanmıştır. Bağlanma sisteminin harekete geçmesi için, bağlanma ile ilişkili kaygı içerikli sözcük (üzgün, korku, kayıp, mutsuz, yalnız, ayrılık) veya nötr sözcük (ceket, şapka, kitap, gömlek, defter, tabure) kullanılmıştır. Sonuçlara göre,bağlanma kaçınması düşük bilişsel performansın anlamlı bir yordayıcısı olarak bulunmuş, bağlanma kaygısı ise sadece belirli bağlanma sistemi aktivasyonu koşulları altında bilişsel performans düşüşüne yol açmıştır. Öyle görünüyor ki, bağlanma kaygısı, çevrede gerçek bir tehdit olmamasına karşın, bağlanma ile ilişkili tehditlerle olan kronikleşmiş uğraşa, daha zayıf zihinsel işlevlere ve bu duruma takılıp kalmaya sebep olmaktadır. Güvenli bağlanmanın ise kişileri, tehdit veya bağlanma figürüne erişilebilirliği çağrıştırıcılarının etkisine karşı bağışık hale getirdiği belirlenmiştir (Sakman, 2011).
3.5. Araştırmanın Amacı
Bilgi işleme konusu, birçok araştırmada herhangi bir psikiyatrik bozukluk göstermeyen bireyler ile anksiyeteli bireylerde çalışılmıştır. Herhangi bir psikiyatrik bozukluğu olmayan kişilerin, tehdit edici olarak algılanan bir uyarıcının konumunu (location) uzaklaştıran kaynakları işleme eğiliminde oldukları belirtilmektedir. Küçük tehdit edici uyaranları ilk aşamada bilişsel sistemden uzaklaştırmak, anksiyetenin artmasını engellediğinden, kişi için koruyucu olabilmektedir. Anksiyeteli bireylerin ise, görsel araştırma çalışmalarında (MacLeod, Mathews ve Tata, 1986), bilgi işleme kaynaklarını tehdit edici uyarana doğru yönelttikleri görülmüştür. Bu durum, tehdit edici mesajların açık bir şekilde sunulmadığı görevlerde de ortaya çıkmıştır (Mathews ve MacLeod, 1986). Bu görevlerde, anksiyeteli deneklerin tepki zamanları düşmüştür. Öyle görünüyor ki, yüksek anksiyeteli bireyler, dikkat-öncesi aşamada kaynaklarını tehdidin olduğu yere daha fazla yönlendirmektedirler. Belirsiz bir uyaran tehdit edici olarak algılandıkça, bu kişilerin dikkatlerini o uyarana yönlendirmeleri de artış göstermektedir.
Bilgi işleme mekanizmasının psikopatolojinin incelenmesinde kullanılması, algı, dikkat ve belleğin sistematik olarak incelenmesi, insan zihninin ne şekilde işlediğini anlamaya katkı sağlamaktadır. Bilişsel psikolojinin yöntem ve yapısının psikopatoloji alanına uyarlanması ve iki alanın bütünleştirilmesi ile birlikte, anksiyetenin dışında anksiyete bozukluklarında da normal dışı bilgi işleme süreçleri üzerinde durulmaya başlanmıştır (Gökler, ed., 2009.).
Bilişsel psikolojinin temel sayıtlılarından yola çıkan bilgi işleme kuramları, psikopatolojilerin ortaya çıkmasında, bireyin kendisine ve dış dünyaya yönelik algılarının önemli rolü olduğunu vurgulamaktadır. Anksiyete bozukluklarında, kişi, kendini, tehditlerle dolu bir çevrede, aşırı incinebilir durumda algılamaktadır. Anksiyete bozukluğu gösteren kişilerin bilgi işleme sürecinin tüm aşamalarında aksaklıklar bulunmaktadır. Dikkat seçici olarak tehdit kaynağına odaklanmakta, belirsiz uyaranlar tehdit edici olarak yorumlanmakta ve tehdit içeren bilgi daha iyihatırlanmaktadır (Kindt ve Van Den Hout, 2001; Gökler, ed., 2009).
Mevcut araştırmanın amacı, anksiyete ve bilgi işleme ilişkisini bağlanma temelinde değerlendirmektir. Diğer deyişle anksiyetenin çeşitli derecelerindeki bilgi işleme sürecinde bağlanmanın ne düzeylerde bir rolü olabileceği değerlendirilmeye çalışılmıştır.
İlgili yazında bağlanma, bilgi işleme ve anksiyete kapsamında ayrı ayrı birçok çalışma olmasına karşın, konuya anksiyetenin çeşitli düzeyleri açısından bakan ve bu değişkenleri değerlendiren bir çalışmaya rastlanmamıştır. Bu anlamda uluslararası yazına katkısı olması beklenen araştırmanın, ayrıca bu konuda Türkiye’de yapılacak ilk araştırma olması sebebiyle de ülkemiz adına önemli bir katkı olacağı düşünülmektedir.
Bu bağlamda araştırmanın soruları şöyle sıralanabilir:
1. Bağlanma, anksiyete ve bilgi işleme arasında ne tür ilişkiler mevcuttur?2. Anksiyete düzeyine göre farklılaşan gruplar araştırma değişkenleri açısından ne tür farklılıklar göstermektedir?3. Anksiyetenin çeşitli düzeylerinde bilgi işlemeyi yordayan araştırma değişkenleri hangileridir?
4. YÖNTEM
Mevcut çalışmanın amacı, bilgi işleme ve bağlanma ilişkisini anksiyeteninçeşitleri düzeylerinde incelemek olduğundan, çalışmada, normal (tanısı olmayan) örneklemlerden elde edilen düşük ve yüksek anksiyeteli bireylerle ve anksiyete düzeylerinin en yoğun olacağı düşünülen anksiyete bozukluğu tanısı alan hastalarla çalışılması hedeflenmiştir.
Tanısı olan (hasta) ve olmayan (normal) gruplar için dışlama kriterleri; organik beyin sendromu, mental retardasyon (zihinsel yetersizlik), ciddi fiziksel veruhsal hastalığı bulunma ve okur-yazar olmama durumları olarak belirlenmiştir.
“Normal grubu” oluşturan katılımcılar için dışlama kriterleri ise, şimdi varolan ya da önceden geçirilmiş psikiyatrik bir bozukluğun bulunmaması ve daha önceden hiçbir psikolojik yardım almamış olmamasıdır. Normal grupta, “Demografik Bilgi Formu”ndaki uygulamacının sorduğu aşağıdaki sorulara “evet” cevabı verenler örneklem dışında tutulmuştur:
1 Son bir yıl içinde bir ruh sağlığı danışanına (pskiyatrist veya psikolog) başvurdunuz mu?2 Eğer başvurduysanız size herhangi bir tanı kondu mu?3 Bir tanı konduysa tanınız nedir?4 Son bir yıl içerisinde herhangi bir psikiyatrik ilaç kullandınız mı?5 Eğer ilaç kullanıyorsanız/kullandıysanız adlarını ve ne kadar süre kullandığınızı/ kullanıyor olduğunuzu söyleyebilir misiniz?
Anksiyete bozukluğu tanısını alan hasta grubu Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Erişkin Psikiyatri Anabilim Dalı ile Antalya Atatürk Devlet Hastanesi ve Antalya Eğitim Araştırma Hastanesi’ne gelen poliklinik hastalarından oluşmaktadır.
Hastalara tanılar psikiyatrist (uzman doktor veya asistan doktor) tarafından, SCID veya DSM-IV ile ICD-10’a göre konulmuştur. Uygulama için hekimlerle iş birliği yapılarak yukarıda bahsedilen kriterlere uyan ve herhangi bir anksiyetebozukluğu tanısı alan hastaların gönderilmesi rica edilmiştir. Hasta grup özellikle, tedaviye başlamamış olanlar şeklinde planlanmıştır. Ancak uygulama sırasında, planlanan bu koşul, çeşitli sebeplerle gerçekleşememiş; hasta örneklemi içerisinde tedaviye hiç başlamamış, tedaviye yeni başlamış, tedaviye uzun süre devam eden hastalar dâhil edilmek zorunda kalınmıştır. Bulgular değerlendirilirken bu konuönemli bir sınırlılık olarak dikkate alınmalıdır. Hasta örneklemini oluşturan 41 anksiyete bozukluğu hastasının 7’si tedaviye başlamamış; 11’i son 6 aydır tedavi görmekte; 6’sı son bir yıldır tedavi görmekte; geri kalan 17 hasta ise 2 yıl ile 26 yıldır tedavi görmekte olduklarını belirtmişlerdir.
Tanısı olan grupta, erişkin olma (18 yaş üzeri), gönüllülük, okuryazar olma,son bir sene içerisinde, herhangi bir kaygı bozukluğu tanısı almış olma (OKB, genellenmiş kaygı bozukluğu, panik bozukluk, sosyal anksiyete bozukluğu-sosyalfobi), eş zamanlı başka bir psikiyatrik eksen I tanısı varsa, kaygı bozukluğunun birincil tanı olması, eksen II tanısının olmaması kriterlerine dikkat edilmiştir.
4.1. Örneklem
Örneklem, herhangi bir tanısı olmayan 100 kişi ile tanı alan 41 anksiyetebozukluğu hastası olarak belirlenmiştir.
“Normal grubu” (tanı almamış) oluşturan 98 katılımcıya (veri temizlemesi yapılarak 2 katılımcı çıkartılmıştır) bakıldığında, bu katılımcıların Antalya, İzmir, İstanbul, Ankara ve Bursa’da yaşamakta olduğu ve yaşların 18 ile 79 (M=31, ss=12,09) arasında değiştiği gözlenmiştir. Normal grup örneklemini oluşturan kişilerin 47’si kadın (% 48), 51’i ise erkektir (%52). Eğitim düzeylerine bakıldığında %1’i okuryazar, %11i ilkokul mezunu, %3’ü ortaokul mezunu, %42’si lise mezunu, %36’sı üniversite mezunu, %1’i yükseklisans ve %6’sının doktora diplomasına sahip olduğu görülmektedir. Medeni durumlarına bakıldığında %33’ünün bekâr, %3’ünün boşanmış, %26’sının ilişkisi olduğu veya sözlü-nişanlı olduğu, %39’unun ise evli olduğu görülmektedir.
Anksiyete bozukluğu tanısı alan 41 hastanın demografik özelliklerine bakıldığında yaşlarının 18 ile 67 (M=39, ss=13,94) arasında değiştiği görülmektedir. Örneklemin 23’ü kadın (% 56.1), 18’i ise erkektir (%43.9). Grubun eğitim düzeylerine bakıldığında, %29’unun ilkokul mezunu, %10’unun ortaokul mezunu,%20’sinin lise mezunu, %5’inin önlisans mezunu, %29’unun üniversite mezunu olmakla birlikte; %2’sinin yükseklisans ve %5’inin doktora diplomasına sahip olduğu görülmektedir. Medeni durumlarına bakıldığında %27’sinin bekâr, %10’unun ilişkisi olduğu veya sözlü-nişanlı olduğu, %63’ünün ise evli olduğu görülmektedir.
Anksiyete bozukluğu tanısı alan 41 hastanın tanılarına bakıldığında da tanı dağılımının şu şekilde olduğu görülmüştür: % 24’ü obsesif kompulsif bozukluk, %22’si panik bozukluk, %15’i yaygın anksiyete bozukluğu, %5’i sosyal anksiyete bozukluğu, %10’u yaygın anksiyete bozukluğu ve panik bozukluk, % 5’i yaygın anksiyete bozukluğu ve depresyon, %2’si panik bozukluk ve sosyal fobi, % 2’si yaygın anksiyete bozukluğu ve obsesif kompulsif bozukluk, % 2’si panik bozukluk ve depresyon, % 2’si sınav kaygısı ve sosyal anksiyete bozukluğu, %2’si sınav kaygısı ve yaygın anksiyete bozukluğu, %2’si panik bozukluk ve agorafobi ve %5’i ise başka türlü adlandırılamayan anksiyete bozukluğu.
Araştırmanın başında “Normal grubu” Kısa Semptom Envanteri’nin Anksiyete Alt Ölçeği’nden alınan puanlar doğrultusunda, anksiyetesi “düşük” ve “yüksek” normaller olarak ikiye ayrıştırırken, ortalamanın bir standart sapma üstünde ve altında puanlar alan kişilerin seçilmesi planlanmıştır. Ancak, bu tez çalışması ölçek geliştirme bölümü de dahil olmak üzere iki ayrı araştırmayı da kapsadığı ve bazı sebeplerle beklenen yeterli sayıda kişiye ulaşılamadığından, “düşük” ve “yüksek” anksiyeteli gruplar, ortalamanın (Ort= 27.51) yarım standart sapma (ss: 4.66) altı ve üstü puanlarına göre ayrıştırılmışlardır. KSE-Anksiyete alt ölçeğinden 25 puan dahil 25’den düşük puan alanlar birinci grubu (n=47, ort=19.87, ss=3.54), 32 dahil, 32’den yüksek puan alanlar da ikinci grubu oluşturmuşlardır (n= 29, ort=39.41, ss=5.70). Anksiyetesi düşük 47 kişinin 19’u kadın (%40), 28’si erkektir(%60). Anksiyetesi yüksek olan normal grupta ise 17’si kadın (%59), 12’si erkek (%41) olmak üzere toplam 29 kişi bulunmaktadır.
İki grubun eğitim düzeylerine ve medeni durumlarına bakıldığında; anksiyetesi düşük olan “normal grup”un %2.1’i okur yazar, %4.3’ü ilkokul, %36.2’si lise, %44.7’si üniversite ve %12.8’i doktora mezunu olduğu gözlenmiştir. Bugruptaki kişilerin %36.2’si ilişkileri olmadığını, %12.8’i ilişkilerinin olduğunu, %4.3’ü, sözlü veya nişanlı olduklarını, %42.6’sı evli olduklarını ve %4.3’ü boşanmış olduklarını ifade etmişlerdir. Anksyetesi yüksek “normal grup”un % 20.7’si ilkokul, % 3.4’ü ortaokul, % 51.7’si lise, % 24.1’i ise üniversite mezunudur. Grubun medeni durumu incelendiğinde %37.9’unun ilişkisinin olmadığı, %31’inin ilişkisinin olduğu, %27.6’sının evli olduğu, %3.4’ünün ise boşanmış oldukları görülmektedir.
Tablo 4.1’de de görüldüğü gibi üç grubun demografik özellikleri özetlenecek olursa, yaş açısından anksiyetesi düşük puan olanların yaşları, 18-79 arasında değişmekte olup, ortalaması 33’dür (M=33, ss=12,75). Anksiyetesi yüksek “normal grup”un yaşları, 18-48 arası değişmekte olup, ortalaması 28’dir (M=28, ss=9,93). Anksiyete bozukluğu tanısı almış hasta grubun yaşları ise 18 ile 67 arasında değişmekte olup ve yaş ortalaması 39’dur (M=39, ss=13,94). Bu durumda anksiyetesi yüksek olan “normal grubun” yaş ortalamasının diğer iki gruptan daha düşük olduğunu göz önünde bulundurmak gereklidir. En yüksek yaş ortalaması anksiyete bozukluğu tanısı almış hasta gruptadır. Bu noktaların da bu araştırmada olası sınırlılıklar olarak göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Özellikle de dikkat edilmesi gereken nokta hasta grubun ağırlıklı olarak uzun süredir tedavialtında oluşudur.
Tablo 4.1: Grupların Cinsiyet, Yaş, Medeni Durum, Gelir Düzeyleri ve Eğitim Düzeyi Dağılımı
4.2.Veri Toplama Araçları
Araştırmada veri toplama aracı olarak üç ölçek (Kısa Semptom Envanteri, Bağlanma Temelli Zihinsel Temsiller Ölçeği, Süreklilik Kaygı Ölçeği) bir bilgi formu ve bir uygulamalı test (Stoop Testi) kullanılmıştır.
4.2.1. Kısa Semptom Envanteri (Brief Symptom Inventory)
Kısa Semptom Envanteri, psikiyatrik belirtileri, bireyin içinde bulunduğu zorlanmayı yada yaşadığı olumsuz stres tepkisinin düzeyini ölçmeye yarayan, toplam 90 maddelik, kendini değerlendirme türü, psikiyatrik bir tarama aracı olan Semptom Tarama Envanteri-SCL-90-R’ın kısaltılmış formudur. Derogatis (1992) tarafından geliştirilmiş 53 maddelik kendini değerlendirme türü bir envanterdir. Ölçek psikiyatrik belirti ve yakınmaları içeren 53 maddesi ile 9 ayrı belirti boyutunda (somatizasyon, obsesif kompulsif özelikler, kişilerarası duyarlılık, depresyon, anksiyete, öfke, paranoid düşünce, psikotizm, yeme ve uyku bozuklukları) değerlendirme yapmak üzere hazırlanmıştır. Yaklaşık olarak 5-10 dakika içinde doldurulabilmektedir. Ölçeğin Türkçe geçerlilik ve güvenirliklerine ilişkin çalışmalar, Şahin ve Durak (1994) tarafından yapılmıştır. Bu çalışmada, Kısa Semptom Envanteri (KSE)’nin, Şahin ve Durak (1994), tarafından dilimize çevrilmiş ve uyarlanmış olan Türkçe versiyonu kullanılmıştır. 53 maddenin (semptom) her biri,sıkıntıların şiddetine göre, “hiç yok = 0” ile “çok fazla var = 4” arasında değişen 5 kategoride işaretlenmektedir. Yapılan faktör analizleri sonucunda depresyon,anksiyete, olumsuz benlik, somatizasyon ve hostilite olmak üzere, beş faktör belirlenmiştir. KSE’nin yetişkin örnekleminden elde edilen iç tutarlılık katsayıları, .75 ile .87; ergen örnekleminden elde edilen iç tutarlılık katsayıları ise, .70 ile .88 arasında değişmektedir. Mevcut araştırmada bu katsayı, .96 olarak bulunmuştur. Ölçekten alınan yüksek puanlar, psikolojik belirtilerin sıklığına ya da yoğunluğuna işaret etmektedir. Ölçek Ek 3’de yer almaktadır (Bkz Ek 3)
4.2.2. Bağlanma Temelli Zihinsel Temsiller Ölçeği-BTZTÖ
Bağlanma Temelli Zihinsel Temsiller Ölçeği bu tez çalışması kapsamında geliştirilmiştir. Ölçeğin nasıl geliştirildiği, geçerlik ve güvenirlikle ilgili bilgiler bu araştırmanın birinci bölümünde anlatılmıştır (bkz. syf. 103). Mevcut çalışmada bu ölçeğin güvenirlik katsayıları yeniden değerlendirilmiştir. Buna göre Bağlanma Temelli Zihinsel Temsiller Ölçeği’nin Cronbach Alfa güvenirlik katsayısı, toplam örneklem için .79 olarak bulunmuş; alt boyutların Cronbach Alfa değerleri ise olumlu anne alt boyutu için, .84, olumsuz baba alt boyutu için, .70, olumlu baba alt boyutu için, .87 olumlu kendilik alt boyutu için, .74, olumsuz kendilik alt boyutu için, .81 olarak bulunmuştur. Ölçek Ek 4’de yer almaktadır. Mevcut çalışmada Bağlanma Temelli Zihinsel Temsiller Ölçeği’nin toplam örneklem üzerinden altboyutları arasındaki korelasyon katsayıları, Bulgular Bölümü’nde yer almaktadır (bkz. syf, 158) Mevcut çalışmada ayrıca ölçeğin geçerliğine ilişkin bazı bilgiler sağlayabilecek yeni bilgiler de elde edilmiştir. Bu bulgular da Ek 5’te yer almaktadır.
4.2.3. Sürekli Kaygı Ölçeği (STAI- State-Trait Anxiety Inventory)
Spielberger, Gorsuch ve Lushene (1970) tarafından geliştirilen bu envanter, her biri 20 sorudan oluşan “sürekli” ve “durumluk” olmak üzere iki alt ölçekten oluşmaktadır. 14 yaş üstü bireylere uygulanabilmektedir. Durumluk kaygı ölçeği, bireyin belirli bir anda ve belirli koşullarda kendini nasıl hissettiğini, sürekli kaygı ölçeği ise bireyin içinde bulunduğu durum ve koşullardan bağımsız olarak kendini nasıl hissettiğini belirler. Bu çalışmada sadece, Sürekli Kaygı Ölçeği kullanılmıştır. Envanterin Türkçe’ye adaptasyonu, geçerlilik ve güvenirlilik çalışması Öner ve LeCompte (1983) tarafından yapılmıştır. Ölçeğin Kuder-Richardson (Alpha) güvenirliği, .83 ile .87 arasında, test-tekrar test güvenirliği, .71 ile .86 arasında ve madde (Item Remainder) güvenirliği ise, .34 ile .72 arasında değişmekte olup, yapıya da deneysel kavram geçerliği ve kriter geçerliği analizleri yapılmış ve tatmin edici sonuçlara ulaşılmıştır (Öner ve Le Compte, 1985). Mevcut çalışmada ise iç tutarlılık katsayısı, .89 olarak bulunmuştur. Ölçek Ek 6’de yer almaktadır (Bkz. Ek 6).
4.2.3. Stroop Testi
Mevcut araştırmada “bilgi işleme”, “dikkat süreçleri” boyutunda kavramsallaştırılmıştır. O nedenle de Stroop Testi TBAG Formu kullanılmıştır.
Bilindiği üzere bu test “Stroop etkisi” veya görevi olarak adlandırılan, bozucuetki altında, algısal kurulum ve tepkiyi değiştirebilme becerisini, bilgiyi işleme hızını, otomatik işleme, paralel işleme gibi bilişsel süreçleri ölçen (MacLeod, 1992), daha net ifadeyle, temel olarak, zamana ve verilen işe bağlı olarak, “dikkatin yoğunlaştırılması ve sürdürülebilmesini”, “araya karışan bozucu uyaranlara karşı direnebilmeyi”, “uygunsuz uyaranları ve uygunsuz tepki eğilimlerini durdurup bastırabilmeyi” değerlendiren ve ilgili yazında, dikkat ölçümlerinin “altın standardı”olarak kabul edilen (MacLeod 1992) nöropsikolojik bir testtir. Stroop Testi TBAG Formu Ek 7’de yer almaktadır.
Stroop Testi, frontal bölge faaliyetlerini yansıtan bir nöropsikolojik testtir. Nesne veya renk isimlerini söylemenin, bunlarla ilgili kelimeleri okumaktan dahauzun zaman aldığı, McKeen Cattell (1886) tarafından keşfedilmiştir. Olayın temelde bir “renk-kelime bozucu etkisi” (color-word interference effect) olduğu ise Stroop tarafından 1935 yılında gösterilmiştir (Akt: Karakaş, Erdoğan, Sak, Soysal, T. Ulusoy, İ. Ulusoy ve Aklan, 1999).
Stroop Etkisi, herhangi bir renk anlamına gelen bir kelimenin (kırmızı, mavi, sarı, yeşil) yazılımında kullanılmış olan mürekkep ya da baskı renginin, sözel olarak ifade edilmesi istendiğinde elde edilir. Yıllar içinde, kullanılan kelimelerde amaca göre değişimlere gidilmiş, yazılan kelimenin renk anlamına gelen bir kelime olması şartı aranmamıştır. Eğer kelimenin yazılışında kullanılan renk ile kelimenin ifade ettiği renk aynı değilse, bunlar arasında bir çelişki varsa, renk söyleme zamanı, renk ve kelimenin aynı olduğu duruma göre uzar. Stroop bozucu etkisi (Stroop interference effect), bu gecikmeyle ilgilidir (Karakaş, Erdoğan, Sak, Soysal, T. Ulusoy, İ. Ulusoy ve Aklan, 1999).
Stroop Testinin ölçtüğü, "Stroop etkisi" olarak da bilinen dikkatin çelinmesi (ketlenmesi) durumu, rengi söylemeye odaklanan bireyin zihninde aynı zamanda da renk ismini okuma eğiliminin bulunmasından kaynaklanmaktadır (Burke ve Light,1981). Yani Stroop bozucu etkisi olarak bilinen olayın (çelinme/ketlenme); renk isimlerini sesli olarak söylemenin, renkleri ifade eden kelimeleri okumaktan dahauzun zaman almasından kaynaklandığı belirtilmektedir (Karakaş, 2004).
Stroop Testi algısal kurulumu, değişen istekler doğrultusunda ve bir ‘bozucu etki’ altında değiştirebilme kolaylığını; alışılmış bir davranış örüntüsünü bastırabilme ve olağan olmayan bir davranışı yapabilme yeteneğini ortaya koymaktadır (Spreenve Strauss, 1991). Ketleme yeteneğinin ölçülmesindeki rolü nedeniyle, Stroop Testi,yönetici işlevleri ölçmede yaygın olarak kullanılan bir nöropsikolojik test konumundadır (Lezak, 1995; Spreen ve Strauss, 1991).
Stroop Testi üç temel işlemi yansıtmaktadır: seçici dikkat, okuma, algılanan rengi söyleme. (Glaser ve Glaser, 1989). Stroop Testi ayrıca bilgi işleme süreci kapsamında; bilgi işleme hızı, otomatik işleme, paralel işleme gibi bilişsel süreçleride ölçmektedir (MacLeod 1992).
Özetle Stroop Testi’nin ölçtüğü başlıca özellik, bozucu etki altında algısal kurulum ve tepkiyi değiştirebilme becerisi olduğu söylenebilir. Diğer özellikler arasında ise bilgi işleme hızı ve dikkat yer almaktadır (Karakaş, 2004).
Mevcut çalışmada, Türk örneklemi için standardizasyonu yapılmış olan StropTesti TBAG Formu (Karakaş ve ark., 1999) kullanılmıştır. Bu Form, orijinal Stroop Testi ile Victoria Formunun birleşiminden oluşturulmuştur. Stroop Testi TBAGFormu, 14.0 x 21.5 sm boyutlarındaki dört beyaz karttan oluşmaktadır. Her kartın üzerinde seçkisiz olarak sıralanmış 4’er maddeden oluşan 6 satır bulunmaktadır. Bukartlar testin, “uyarıcı” maddeleri olup bu uyarıcılara karşı deneğin vermesi gereken tepkiler, yani yerine getirmesi gereken “görevler” (task), testin bölümlerini oluşturmaktadır. Stroop Testi’nin birinci ve ikinci alt testleri sözcük okuma, üçüncü ve dördüncü alt testler ise mürekkep rengini isimlendirme alt testleridir (Karakaş veKafadar, 1999). Stroop testlerinde bozucu etkinin ortaya çıktığı kritik bölüm, renk isimlerinin basımında farklı renklerin kullanıldığı karttaki (2. Kart) renklerin söylendiği 5. Bölümdür. Stroop testlerindeki diğer bölümler, okuma ve renk söylemedeki temel düzeylerin belirlendiği kontrol koşulları niteliğindedir. Siyah basılmış renk isimlerinin bulunduğu 1. Kart, okuma hızının temel düzeyini; renkli şekillerin bulunduğu 3. Kart ile nötr kelimelerin renkli olarak basıldığı 4. Kart ise, renk söyleme hızının temel düzeyini belirlemektedir (Karakaş ve ark., 1999). Stroop Testi TBAG Formunun içeriği, beş bölüm halinde uygulama sırası ve ek bilgiler Ek7’de verilmiştir.
Stroop Testinin puanlama yaklaşımları birbirinden farklılık göstermektedir. Karmaşık hesaplamalar daha çok süre ölçümleri üzerinde yapılmış, hata miktarını içeren puanlama (Rand ve ark., 1963) genellikle kullanılmamıştır. Süre puanının Stroop etkisini yeterli düzeyde yordadığından hareketle bazı çalışmalar sadece sürepuanıyla (hatta beşinci kart için alınan süre puanı tek başına) değerlendirme yapmaktadırlar (Örn, Baykal ve ark, 2014). Yapılan analizler sonucunda, StroopTesti TBAG Formunun da puanlanmasında, testi tamamlamadaki süre puanının ve hatta 5. Bölümün (2. Kart) süre puanlarının dikkatteki bozucu etkiyi ölçmede tek başına kullanılabileceği gösterilmiştir (Karakaş ve ark., 1999). Bu sebeple mevcut araştırmada, ilgili alan yazındaki çalışmalar da dikkate alınarak (örn. Aydemir ve Kaya, 2009; Sakman, 2011); toplam süre puanı ve 5. bölümün (2.kart) süre puanları kullanılmış; ayrıca mevcut araştırmada hem normal örneklem hem de anksiyete bozukluğu tanısı alan hasta örneklem ile çalışıldığından [Karakaş ve ark. (1999), hasta örneklemde hata ve düzeltme puanlarının da önemli olacağı vurgusunu yapmışlardır] her kart için “toplam süre”, “toplam hata puanı” ve “toplam düzeltme puanı” da elde edilmiştir (5. Kartın bozucu etkiyi ölçtüğünden hareketle 5. Kart için düzeltme, hata ve süre puanları da analizlere eklenmiştir).
4.2.4. Kişisel Bilgi Formu
Bu form, araştırmaya katılacak olan katılımcıların, yaş, cinsiyet, medenidurum gibi demografik bilgilerini almak ve şu anda kendi hayatlarını, aile yaşantılarını ve genel memnuniyet düzeylerini nasıl değerlendirdiklerini görmek amacıyla oluşturulan soruları içermektedir. Formun üzerinde ayrıca araştırmanın amacı hakkında kısa bir bilgi ve onam ifadeleri de yer almıştır (Bkz. Ek 8).
Söz konusu sorulara bakılacak olursa, toplam 24 sorunun ilk yedi sorusu genel demografik bilgileri içerdiği görülür (yaş, cinsiyet, eğitim, medeni durum, iş durumu, hayatın ilk 5 senesinde kimin bakım verdiği soruları). Sonraki 10 soru ise “genel yaşam değerlendirmelerine” yöneliktir: kişinin yakın ilişkisine/evliliğine veya bekarlık durumuna yönelik algısı; ruhsal, fiziksel sağlığına ve kendisine ilişkin algısı; karşı cinsle ve arkadaşlarıyla ilişkilerine yönelik değerlendirmeleri; yalnızlık hissine yönelik algısı; ekonomik durumu ve gelecek açısından kendi hayatını nasıl değerlendirdiğine ilişkin görüşleri. Son 4 soru ise anne-babaya bağlanmayla ilişkili olabileceği düşünülen bazı değerlendirmelere yöneliktir: anne ve babayla ilgili güzel anılarının miktarı, tekrar dünyaya gelmiş olsa aynı anne ve babayı ne kadar tercih edeceğine ilişkin algısı.
Bu maddelerin içeriklerine bakılarak, ana çalışmada kullanılmak üzere farklı değişkenler (indeksler) oluşturulmuştur: Bunlar, “kendini değerlendirme”, “kişilerarası ilişkilerin değerlendirilmesi”, “içinde büyümüş olduğu ailenin değerlendirilmesi”, “geleceğin ve ekonomik durumun değerlendirilmesi” ve tüm bu indeksleri kapsayan “kişisel hayatın değerlendirilmesi” indeksleridir. Bu değerlendirmeler, çok iyi, iyi, orta, kötü ve çok kötü şeklinde beşli likert tarzı değerlendirmelerdir.
Kendini değerlendirme indeksi; Kişisel Bilgi Formu’nda yer alan fiziksel ve ruhsal sağlığını değerlendirmeyi içeren ve beşli Likert aralığında değerlendirilen aşağıdaki 2 maddeyi içermektedir (Kendinizi fiziksel olarak nasıl görüyorsunuz? Kendinizi ruh sağlığı açısından nasıl görüyorsunuz?). Bu indeksin Cronbach alphakatsayısı .67 olarak bulunmuştur.
Kişilerarası ilişkilerin değerlendirilme indeksi; Kişisel Bilgi Formu’nda yer alan diğerleri, karşı cins, yalnızlık ve yakın arkadaş değerlendirmelerini içeren beşli Likert türü 4 soruyu kapsamaktadır (Diğer insanlarla olan ilişkinizi genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Karşı cinsle ilişkinizi genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Kendinizi yalnız hissettiğiniz oluyor mu? Yakın arkadaşınız var mı?). Bu indeksin Cronbach alpha katsayısı .66 olarak bulunmuştur.
İçinde büyümüş olduğu ailenin değerlendirilmesi; Kişisel Bilgi Formu’ndayer alan anne-baba ve aile değerlendirmesini içeren, beşli Likert türü 5 soruyu kapsamaktadır (İçinde büyüdüğünüz ailenizin (anneniz, babanız, size bakım veren diğer kişi/ler), size genel olarak nasıl bir ilgi ve yakınlık gösterdiğini düşünüyorsunuz? Annenizle ilgili hatırladığınız ne kadar güzel anı var? Babanızla ilgili hatırladığınız ne kadar güzel anı var? Dünyaya yeniden gelmiş olsaydınız aynı anneyle büyümüş olmayı ne kadar isterdiniz? Dünyaya yeniden gelmiş olsaydınız aynı babayla büyümüş olmayı ne kadar isterdiniz?) Bu indeksin Cronbach alphakatsayısı .84 olarak bulunmuştur.
Geleceğin ve ekonomik durumun değerlendirilme indeksi; Kişisel BilgiFormu’nda yer alan ekonomik durum, genel hayat ve geleceği değerlendirmeye ilişkin, beşli Likert türü 3 soruyu kapsamaktadır (Ekonomik açıdan kendinizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Hayatınızı genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Gelecek 5 yıl içerisinde yaşamınızın nasıl olacağını düşünüyorsunuz?). Bu indeksin Cronbachalpha katsayısı .62 olarak bulunmuştur.
Kişisel hayatın değerlendirilmesi adı verilen toplam indeks ise; “kendinideğerlendirme”, ”kişilerarası ilişkilerin değerlendirilmesi”, “içinde büyümüş olduğuailesinin değerlendirilmesi” ile “geleceğin ve ekonomik durumun değerlendirilmesi” indekslerinin toplamını kapsamaktadır. Bu indeksin Cronbach alpha katsayısı da .75olarak bulunmuştur.
4.3. İşlem Yolu
Anksiyete bozukluğu tanısı alan hasta grubun uygulamaları hastanede sessiz ve görüşme yapılabilen bir ortamda uygulanmıştır. Psikiyatri uzman ve asistanlarının görüşmelerini yaptıktan sonra, anksiyete bozukluğu tanısı konulan hastalarının, dosyalarıyla birlikte araştırmacıya gönderilmesi şeklinde, hekimlerle iş birliği sağlanmıştır. Psikiyatri uzman ve asistanlarının poliklinikte hastalarla çok kısa görüşme yapmaları ve hastaların her gelişte farklı bir hekimle görüşmeleri sebebiyle uygulamalarına geçilmeden önce, yaklaşık bir saat süren, detaylı bir ön görüşme yapılmıştır. Hasta grup için uygulamalar, ön görüşmeyle birlikte, yaklaşık bir buçuk saat sürmüştür. Bu uygulamaların yaklaşık 10-15 dakikası Stroop Testi uygulaması, geri kalanı ise öz değerlendirme ölçümlerinin tamamlanması ve ön görüşme şeklinde yapılmıştır. Özellikle hastalığın ne zaman başladığı, seyri, kişinin hastalığıyla ilgili genel bilgisi, ilaç kullanımı, süreleri, ailede herhangi bir psikiyatrik rahatsızlığın olup olmaması sorularına verilen cevaplar ön görüşmenin büyük bir kısmını oluşturmuştur.
Normal gruptaki katılımcılara ise ölçekler, ders saatlerinin bitiminde; işyerlerinde ve evlerinde bireysel olarak uygulanmıştır. Bu gruptaki uygulamalar ön görüşmelerin çok uzun sürmemesi sebebiyle, yaklaşık 30-40 dakika sürmüştür.
Uygulamadan önce, tüm katılımcılara araştırmanın genel amacı söylenmiş, onam formu imzalamak isteyenlere imzalatılmış ve yönerge verilmiştir. Bilgilendirilmiş onam, onam formu ve yönergeler Ek 8’de yer almaktadır. Katılımcılara, istedikleri takdirde araştırma bittikten sonra araştırmanın genel sonuçları hakkında bilgi verilebileceği söylenmiş ve araştırmacıya ulaşılabilecekleri iletişim adresleri verilmiştir.
5. BULGULAR
Bu bölümde, araştırmanın amaçlarına uygun olarak yapılan analizlersonucunda elde edilen bulgulara yer verilmiştir.
Aşağıdaki bölümde öncelikle toplam grup üzerinden elde edilen değişkenler arası korelasyonlara, sonra gruplararası karşılaştırmalara ve en son olarak dagruplardaki dikkat süreçlerini yordayan değişkenler için yapılan regresyon analizleribulgularına yer verilmiştir. Tüm analizler “SPSS 18 for Windows” istatistik programıyla elde edilmiştir.
5.1. Araştırma Değişkenleri Arasındaki Korelasyonlar
Bu aşamada bağlanma, anksiyete, stres belirtileri, kişisel hayatı değerlendirme indeksleri ve Stroop Testi ile ölçümlenen dikkat değişkeni arasındaki korelasyonlara yer verilecektir. Ancak her değişkenin kendi içindeki alt boyutları arasındaki ilişkilerin de önemli olacağı düşünülerek, sonuçlar farklı tablolar içinde sunulmuştur. Korelasyon analizleri toplam grup üzerinden gerçekleştirilmiştir(N=141).
BTZTÖ güvenli-güvensiz bağlanma boyutları ve alt boyutları ile KSE altboyutları ve sürekli kaygı (SKÖ) puanları arasında yapılan korelasyon analizindenelde edilen Pearson korelasyon katsayıları Tablo 5.1’de yer almaktadır.
Tablo 5.1: BTZTÖ Alt Boyutları, Sürekli Kaygı (SKÖ) ve KSE-Alt Boyutları Arasındaki Korelasyon Katsayıları
**p<.01 , *p <.05
BTZTÖ alt boyutları, sürekli kaygı ve KSE alt boyutları arasındaki korelasyon katsayıları incelendiğinde, birbirleriyle istatistiksel anlamlılığa varacak kadar ilişkili olan değişkenlerin korelasyon katsayılarının .17 ile .67 arasında değiştiği gözlenmiştir. İstatistiksel anlamlılığa varmamış olan ilişkiler ise beklenen yöndedir. Ancak N sayısı küçük olduğundan bazılarında bu anlamlılığın ortaya çıkamadığı düşünülmektedir.
Tablo 5.1’den de anlaşıldığı gibi, en yüksek korelasyon gösteren değişkenler BTZTÖ-güvensiz bağlanma ile KSE-depresyon olarak bulunmuştur (r= .67). Ardından güvensiz bağlanma boyutunun sürekli kaygı puanları ile anlamlı bir ilişkisi gözlenmiştir (r= .66). Diğerleri de sırayla ele alındığında BTZTÖ-güvensiz bağlanmaile, KSE-anksiyete puanları arasında .63’lük; KSE-olumsuz benlik puanları arasında .61’lik; KSE-hostilite puanları arasında .60’lık; KSE-somatizasyon arasında da .42’lik korelasyonlar saptanmıştır. Buradan anlaşılacağı gibi BTZTÖ-güvensiz bağlanma arttıkça stres belirtilerinin de arttığı söylenebilir (Kuşkusuz bu bir korelasyon analizi olduğu için stres belirtileri arttıkça güvensiz bağlanma puanlarının da arttığı söylenebilir).
BTZTÖ-güvensiz bağlanma puanlarını oluşturan alt boyutlardan olumsuz baba alt boyutuna bakıldığında da yine beklendiği şekilde, bu boyutun sürekli kaygıve KSE’nin-tüm alt boyut puanları ile beklenen yönde (pozitif) anlamlı ilişkileriçinde olduğu gözlenmiştir. Bu alt boyutun en yüksek ilişkisi, KSE-hostilite puanlarıile (r=.44) bulunmuştur. Ardından sırasıyla KSE-olumsuz benlik (r=.35), süreklikaygı (r=.31), KSE-anksiyete (r=.31), KSE-depresyon (r=.28) ve KSE-somatizasyonpuanları ile (r=.17) olan anlamlı ilişkiler gelmektedir.
BTZTÖ-olumsuz kendilik alt boyutu açısından bakıldığında da, bu altboyutun sürekli kaygı ve KSE’nin tüm alt boyutları ile beklenen yönde anlamlı ilişkiler gösterdiği bulunmuştur. BTZTÖ-olumsuz kendilik alt boyutu, en yüksekilişkiyi KSE-depresyon puanları (r= .66) ile göstermiştir. Sonrasında sırasıyla süreklikaygı (r= .64), KSE-anksiyete (r= .60), KSE-olumsuz benlik (r= .56), KSE-hostilite (r= .51) ve KSE-somatizasyon puanları ile (r= .42) olan korelasyonlar gelmektedir. Bu korelasyon katsayılarının değerlerine bakıldığında, BTZTÖ-güvensiz bağlanma alt boyutunun, sürekli kaygı ve KSE-alt boyutları ile gösterdiği yüksek korelasyonların, temelde BTZTÖ-olumsuz kendilik alt boyutundan kaynaklandığı düşünülebilir. Söz konusu ölçeğin yetişkin bağlanmasını ölçen bir ölçek olduğu ve “bağlanma”nın yetişkinlikte, “kendilik algısı” olarak ortaya çıktığı varsayımından hareketle edilirse, “olumsuz kendilik” ile psikolojik belirtiler arasında çıkan bu daha yüksek korelasyonlar anlaşılabilir.
BTZTÖ-güvenli bağlanma boyutuna bakıldığında bu boyutun da beklendiğigibi psikolojik belirtilerle ilişkisi negatif yöndedir. Bunlar, sırasıyla KSE-olumsuz benlik (r= -.46), sürekli kaygı (r= -.45), KSE-hostilite (r=-.44), KSE-anksiyete (r=- .32), ve son olarak KSE-depresyon puanları ile (r=-.31) saptanan anlamlı korelasyonlardır.
BTZTÖ-güvenli bağlanma boyutunun alt boyutlarından olan olumlu anne altboyutuna bakıldığında ise bu alt boyutun da beklenildiği gibi sürekli kaygı puanları(r= -.27) ve KSE-hostilite puanları ile (r=-.20) negatif yönde anlamlı ilişkiler gösterdiği bulunmuştur.
BTZTÖ-olumlu baba alt boyutunun en yüksek korelasyonu KSE-hostilitepuanları (r=-. 46) ile bulunmuştur. Bunun ardından sırasıyla, KSE-olumsuz benlik (r=-.43), sürekli kaygı (r=-.35), KSE-anksiyete (r=-.30), KSE-depresyon puanları(r=-.27) ile saptanan korelasyonlar gelmektedir. Bu alt boyut için de tüm korelasyonlar beklendiği şekilde negatif yöndedir.
BTZTÖ-güvenli bağlanma boyutunu oluşturan olumlu kendilik alt boyutu dayine psikolojik belirtilerle beklendiği yönde ve BTZTÖ’nin diğer alt ölçeklerine kıyasla daha yüksek korelasyonlar göstermiştir. Bunlar sırasıyla KSE-olumsuz benlik (r=-.50), sürekli kaygı (r=-.51), KSE-depresyon (r=-.35), KSE-hostilite (r=-.35) ve KSE-anksiyete puanları (r=-.33) ile saptanan korelasyonlardır. Bu alt boyut için detüm korelasyonlar beklendiği şekilde negatif yöndedir. Biraz önce BTZTÖ-güvensiz bağlanmanın alt boyutu olan “olumsuz kendilik algısı” için söylenenler, BTZTÖ’nin güvenli bağlanma boyutunu oluşturan “olumlu kendilik algısı” alt boyutu için de söylenebilir.
BTZTÖ- güvenli-güvensiz bağlanma boyutları ile Stroop Testi ölçümleri ilearasındaki Pearson korelasyon katsayılarına da bakılmıştır. Bu sonuçlar da aşağıdaki Tablo 5.2 ve Tablo 5.3’de yer almaktadır.
Bu korelasyon analizleri sonuçları, alandaki ilgili yayındaki teamüller göz önünde bulundurularak bu şekilde iki ayrı tablo halinde verilmiştir. Çünkü Stroop Testi’nin dikkati ölçme amaçlı olarak “klasik tarzda” kullanımında genel yaklaşım, Stroop Testi toplam süre puanı ile 5. Kart toplam süre puanlarının dikkate alınmasıdır (Baykal ve ark, 2014; Aydemir ve Kaya, 2009; Sakman, 2011). Toplam hata puanlarının ele alındığı çalışmalar da mevcuttur (Vendrell ve ark., 1995; Dao-Castellana ve ark., 1998). Ancak biz mevcut çalışmamızda “anksiyete”yi temel aldığımız için, Karakaş ve ark. (1999) önerileri doğrultusunda, toplam düzeltmepuanlarının da gözden geçirilmesinin uygun olacağını düşündük. Bu nedenle, Tablo 5.2’de öncelikle toplam hata, toplam düzeltme ve toplam süre açısından saptanan değerlere, daha sonra 5. Kart üzerinden elde edilen korelasyon analizi bulgularına yerverilecektir.
Tablo 5.2: Strop Testi Ölçümleri ile BTZTÖ Boyutları-Alt Boyutları Arasındaki
Korelasyon Katsayıları
**p<.01, *p <.05
Tablo 5.2’de sunulan Stroop Testi puanları ile BTZTÖ-boyutları arasındaki korelasyon katsayılarına bakıldığında, istatistiksel anlamlılığa varanların .18 ile .25arasında değiştiği gözlenmiştir. En yüksek ilişki BTZTÖ-güvensiz bağlanma boyutu ile Stroop Testi düzeltme puanı arasında bulunmuştur (r=.25). BTZTÖ-güvenli bağlanma puanı ile Stroop Testi hata puanı arasında ise beklendiği üzere, negatif (r=- .23); BTZTÖ-güvenli bağlanma boyutu ile Stroop Testi düzeltme puanı arasında dayine negatif yönde (r=-.21) ilişkiler gözlenmiştir. Söz konusu bu istatistikler p<.01düzeyinde istatistiksel anlamlılığa sahiptir.
BTZTÖ-olumlu baba alt boyutu, Stroop Testi toplam hata puanı ile (r=-.18);Stroop Testi toplam düzeltme puanı ile (r=-.22), negatif yönde ilişkiler göstermiştir.BTZTÖ-olumlu kendilik alt boyutunun ise, Stroop Testi toplam hata puanı ile negatifyönde (r=-.24) bir ilişki söz konusuyken; BTZTÖ- olumsuz baba alt boyutu ileStroop Testi toplam düzeltme puanı arasında pozitif yönde bir ilişki bulunmuştur(r=.18). BTZTÖ- olumsuz kendilik alt boyutunun ise Stroop Testi toplam düzeltme puanı ile pozitif yönde .22 düzeyinde bir ilişkisi gözlenmiştir. Buraya kadar sözü edilen bu ilişkilerin hepsi beklenen yöndedir.
Tablo 5.3: Strop Testi 5. Kart Ölçümleri ile BTZTÖ Boyutları-Alt Boyutları Arasındaki Korelasyon Katsayıları
**p<.01, *p <.05
Tablo 5.3’de de Stroop Testi 5. Kart puanları ile BTZTÖ- boyutları arasındaki korelasyon katsayılarına yer verilmektedir. Tablo 5.3’den de görüldüğü gibi en yüksek ilişki, Stroop Testi 5. Kart hata puanı ile BTZTÖ-güvenli bağlanma altboyutu arasındadır (r=-.29). BTZTÖ-olumlu kendilik ile 5. Kart hata puanı arasındaki ilişki de aynı düzeyde (r=-.29) bulunmuştur. Bu ilişkiler beklendiği şekilde negatif yöndedir. 5. Kart hata puanının istatsitiksel anlamlılığa varan diğer ilişkileri ise, sırasıyla BTZTÖ-güvensiz bağlanma (r=.23), BTZTÖ-olumsuz kendilik (r=.20), BTZTÖ-olumlu baba (r=-.20) ve BTZTÖ-olumlu anne ile (r=-.19) beklenen yönlerde çıkmıştır. Stroop Testi 5. Kart düzeltme puanının ise BTZTÖ-güvensizbağlanma (r=.18) ve BTZTÖ-olumsuz kendilik ile (r=.18) pozitif yönde anlamlı ilişkiler içinde olduğu gözlenmiştir.
Hatırlanacağı gibi mevcut araştırmada uygulanan Kişisel Bilgi formu’nda yer alan, kişilerin şu anda kendi hayatlarını, aile yaşantılarını ve genel memnuniyet düzeylerini nasıl değerlendirdiklerini görmek amacıyla hazırlanan soruların içeriklerine bakılarak farklı indeksler oluşturulmuştur. Kişinin kendisine, ailesine, diğerlerine, ilişkilerine, dünyaya ve geleceklerine ilişkin algılarını içeren bu indeks puanlarıyla BTZTÖ bağlanma temel ve alt boyutları arasındaki ilişkiler Tablo 5.4’de yer almaktadır.
Tablo 5.4’de de gösterildiği gibi, birbirleriyle ilişkisi bulunan değişkenlerin korelasyon katsayıları .17 ile .73 arasında değişmiştir. Bilindiği gibi indekslerden yüksek puan almak olumsuz bir anlam taşımakta ve o konudaki memnuniyetsizliği göstermektedir.
Tablo 5.4: Kişisel Hayatı Değerlendirme İndeksi Kapsamındaki Kendini,Kişilerarası İlişkilerini, İçinde Büyümüş Olduğu Ailesini, Geleceğini ve Ekonomik Durumunu Değerlendirme İndeksleri ile BTZTÖ-Temel ve AltBoyutları Arasındaki Korelasyon Katsayıları
**p<.01 , *p<.05
BTZTÖ-güvenli bağlanma boyutu ile en yüksek korelasyon gösterendeğişken, içinde büyüdüğü ailenin değerlendirilmesi olarak bulunmuştur (r=-.73).Ardından sırasıyla kişisel hayatı değerlendirme; kendini değerlendirme; geleceğinive ekonomik durumunu ve kişilerarası ilişkilerini değerlendirme indeksleriarasındaki negatif yöndeki ilişkiler gelmektedir (sırasıyla r=-.69, r= -.45, r= -.43, r=-.31). Tüm ilişkiler beklenilen yöndedir.
BTZTÖ-güvensiz bağlanma boyutuna bakıldığında, bu boyutun da kişisel hayatı değerlendirme indeksi ile arasında pozitif yönde (r=.45) bir ilişkisi gözlenirken; aynı boyutun kişiler arası ilişkilerin değerlendirmesi (r=.42), kendini değerlendirme (r=.37), geleceğini ve ekonomik durumunu değerlendirme (r=.31) veiçinde büyümüş olduğu aileyi değerlendirmesi (r=.30) arasında pozitif ilişkiler bulunmuştur.
BTZTÖ-olumlu anne alt boyutu incelendiğinde, bu boyutun en yüksek korelasyonu, beklenen şekilde, içinde büyümüş olduğu ailenin değerlendirilmesi indeksi ile olduğu (r= -.64); ardından sırasıyla kişisel hayatı değerlendirme indeksi (r=-.52), kendini değerlendirme indeksi (r=-.32) ve gelecek ve ekonomik durumu değerlendirme indeksi (r=-.32) arasındaki negatif yöndeki ilişkilerin geldiği gözlenmiştir.
BTZTÖ-olumlu baba alt boyutunun ise en yüksek korelasyonu, beklenenşekilde içinde büyümüş olduğu ailenin değerlendirmesi indeksi puanı iledir (r= -.65). Bu boyutun kişisel hayatı değerlendirme indeksi (r=-.54), gelecek ve ekonomik durumu değerlendirme indeksi (r=-.34), kendini değerlendirme indeksi (r=-.23) ve son olarak da kişilerarası ilişkilerini değerlendirme indeksi (r=-.17) ile olan ilişkileri de negatif yönde ve istatistiksel açıdan anlamlı olarak bulunmuştur.
BTZTÖ-olumlu kendilik alt boyutuna bakıldığında, bu alt boyutun da en yüksek ilişkiyi, kişisel hayatı değerlendirme indeksi puanı ile gösterdiği bulunmuştur(r=-.59). Aynı alt boyut puanının, sırasıyla, kendini değerlendirme (r=- .53), kişilerarası ilişkileri değerlendirme (r=.46), içinde büyüdü ailenin değerlendirilmesi (r=.45) ve son olarak da geleceğin ve ekonomik durum değerlendirme indeks puanları ile anlamlı ilişkiler gösterdiği gözlenmiştir (r=-.38). Tüm korelasyonlar negatif yöndedir.
BTZTÖ-olumsuz baba alt boyutu incelendiğinde ise, bu alt boyutun en yüksek ilişki gösterdiği değişkenlerin, beklendiği şekilde, içinde büyüdüğü ailenin değerlendirilmesi indeksi puanı (r=.47) olduğu görülmüştür. Ardından kişisel hayatı değerlendirme (r= .43), geleceğini ve ekonomik durumunu değerlendirme (r=.32) ve son olarak da kendini değerlendirme indeksi (r=.17) puanları ile ilişkileri gelmektedir.
Son olarak, BTZTÖ-olumsuz kendilik alt boyutu puanlarına bakıldığında ise, bu alt boyutun da ilişkili olduğu değişkenler sırasıyla şu şekildedir: Kişilerarası ilişkilerini değerlendirme (r=.43), kendini değerlendirme (r=.36), toplam olarakkişisel hayatı değerlendirme (r=.34), geleceğini ve ekonomik durumunu değerlendirme (r=.22). Tüm korelasyonlar pozitif yöndedir.
5.2. Araştırma Değişkenleri Üzerinden Gruplararası Karşılaştırmalar
Mevcut çalışmanın araştırma değişkenlerinin gruplara göre nasıl değiştiğinin daha ayrıntılı bir şekilde alt boyutlar düzeyinde incelenmesi amacıyla, gruplar (anksiyetesi düşük, anksiyetesi yüksek ve hasta grupları), bu değişkenler açısından Oneway (tek yönlü) ANOVA ile karşılaştırılmıştır.2
2 Mevcut çalışmada, demografik değişkenlerin, araştırmanın temel değişkenleri olan bağlanma ve dikkat puanları üzerinde ne tür etkilerinin olacağını incelemek amacıyla, demografik değişkenlerin (yaş, cinsiyet, eğitim ve grup) de dikkate alındığı ve depresyonun da kovaryant olarak kontrol edildiği (anksiyete ve depresyon arasındaki ilişkiler nedeniyle- Hatema, Neale ve Kendler, 2001)KOVARYANS analizleri, gruplarımızdaki örneklem sayısının düşüklüğü nedeniyle gerçekleştirilememiştir.
Hatırlanacağı gibi mevcut çalışmada örneklemin, anksiyete derecelerine göre ayrıştırılmış olması hedeflenmişti. Bunun için de “normal örneklemi” oluşturan kişiler KSE-anksiyete puanlarına göre ortalamanın 1/2 standart sapma altında (anksiyetesi düşük) ve üstünde (anksiyetesi yüksek) şeklinde sınıflandırılmıştı. Üçüncü grubumuz da anksiyete bozukluğu tanısı almış hastalardı. İlk iki gruptaki ayrıştırma işleminde KSE-anksiyete puanı kriter olarak kullanıldığından gruplararası ilk karşılaştırma, “Sürekli Kaygı Ölçeği”nden (SKÖ-STAI) alınan puanlar üzerinden yapılmıştır. Grupların sürekli kaygı puanları açısından farklılaştığı gözlenmiştir [F(2,116)=28,94, p< .05, η2=0.34]. Farkın kaynağı için Tukey Testi yapıldığında, kaygı açısından en yüksek puanın anksiyetesi yüksek grup tarafından alındığı görülmüştür. Onların almış olduğu bu puan, hastaların aldığı anksiyete pualarından bile yüksektir. Hastaların aldığı sürekli anksiyete puanı da anksiyetesi düşük grubun aldığı ortalamalardan anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur. En düşük ortalamalar bekleneceği gibi anksiyetesi düşük gruptadır (Bkz. Tablo 5.5.). Bu durumun syf 142’de de belirtildiği gibi, örneklem toplanırken yaşanan sorunlar nedeniyle, tanı almış hasta grubun tedavilerine henüz başlamamış hastalardan oluşamamasından kaynaklandığı düşünülmektedir. Aynı açıklama güvenli bağlanma ve güvensiz bağlanma puanları açısından da geçerlidir.
Tablo 5.5: Anksiyete Gruplarının BTZTÖ-Bağlanma Boyutları ve SürekliKaygı Puanları Açısından Karşılaştırılması
*p< .05 Gruplar: 1:düşük anksiyeteli, 2:yüksek anksiyeteli, 3:hasta
Sürekli Kaygı Ölçeği Puanı (SKÖ): 1<2, 1<3, 3<2
BTZTÖ-Güvenli Bağlanma Boyutu: 1>2, 3>2,1 ve 3 farklılaşmıyor
BTZTÖ-Güvensiz Bağlanma Boyutu:1<2, 1<3, 3<2
Tablo 5.5’den de görüldüğü gibi gruplar, BTZTÖ-güvenli bağlanma boyutundan alınan puanlar açısından da farklılaşmıştır [F(2,111)=16,76, p< .05,η2=0.24]. Farkın kaynağını görmek için verilere yapılan Tukey Testi sonucunda, anksiyetesi düşük grubun güvenli bağlanma puanlarının, anksiyetesi yüksek gruptana nlamlı derecede yüksek olduğu, ancak tanı almış hasta grubundan farklılaşmadığı gözlenmiştir. Hasta grubun güvenli bağlanma puanları da anksiyetesi yüksek, ancaktanı almamış gruptan daha yüksek bulunmuştur.
BTZTÖ-güvensiz bağlanma boyutu açısından bakıldığında da alınan puanların farklılaştığı gözlenmiştir [F(2,116)=24.75, p< .05, η2=0.30]. Farkın kaynağı için yapılan Tukey Testi sonucuna göre, anksiyetesi düşük grubun güvensiz bağlanma puanlarının, hem anksiyetesi yüksek hem de anksiyete bozukluğu tanısı almış gruptan anlamlı düzeyde daha düşük olduğu gözlenmiştir. Hasta grubun güvensiz bağlanma puanları da yine anksiyetesi yüksek gruptan daha düşük bulunmuştur (Bkz. Tablo 5.5). Tanı almış anksiyete bozukluğu hastaları açısından gözlenen bu beklenmeyen sonucun da biraz önce açıklandığı gibi bu hastaların tedavi süreci içinde olmalarından kaynaklandığı ileri sürülebilir.
Gruplar BTZTÖ-alt boyutları açısından da karşılaştırılmıştır. Yapılan tekyönlü varyans analizi sonucunda, olumlu anne alt boyutundan alınan puanların gruplar arasında farklılaştığı gözlenmiştir [F(2, 116)= 3.30, p< .05, η2= 0.06]. Farkın kaynağı için verilere yapılan Tukey Testi sonucunda, beklendiği şekilde, anksiyetesidüşük grubun olumlu anne puanlarının, anksiyetesi yüksek grubun puanlarından anlamlı derecede yüksek olduğu bulunmuştur. Ancak, bu grubun puanları hasta grubun puanlarından farklılaşmamıştır. Anksiyetesi yüksek grup ile hasta grup arasında ise bu değişkenden alınan puanlar açısından istatistiksel anlamlılığa varan bir farklılık bulunmamıştır. Analize ilişkin bilgiler Tablo 5.6’da yer almaktadır.
Tablo 5.6: Anksiyete Gruplarının BTZTÖ Alt Boyutları Açısından Karşılaştırılması
**p<.001, *p< .05 Gruplar: 1:düşük anksiyeteli, 2:yüksek anksiyeteli,
3: hasta Olumlu anne: 1>2
Olumlu baba: 1>2, 3>2, 1 ve 3 farklılaşmıyor
Olumlu kendilik: 1>2, 3>2, 1 ve 3 farklılaşmıyor
Olumsuz baba: 1<2, 3<2, 1ve 3 farklılaşmıyor
Olumsuz kendilik: 1<2, 1<3, 2 ve 3 farklılaşmıyor
Gruplar arasında olumlu baba alt boyutlarından alınan puanların da farklılaştığı gözlenmiştir [F(2,116)=17.77, p< .001, η2=0.24]. Tukey Testi sonucuna göre, anksiyetesi düşük grup ile hasta grubun puanlarının kendi aralarında farklılaşmadığı, buna karşın, her iki grubun da olumlu baba alt boyutundan aldıkları puanların, anksiyetesi yüksek grubun puanlarından anlamlı derecede yüksek olduğu gözlenmiştir (Bkz. Tablo 5.6).
Olumlu kendilik alt boyutlarından alınan puanlarda da grupların farklılaştığı gözlenmiştir [F(2,116)=10.15, p< .001, η2=0.16]. Tukey Testi sonucunda, yineanksiyetesi düşük grup ile hasta grubun puanlarının farklılaşmadığı, ancak her ikigrubun da olumlu kendilik alt boyutundan aldıkları puanların anksiyetesi yüksek grubun puanlarından anlamlı derecede yüksek olduğu bulunmuştur (Bkz. Tablo 5.6).
Gruplar arasında, olumsuz baba alt boyutlarından alınan puanlara bakıldığında da bu farklılıkların sürdüğü gözlenmiştir [F(2,116)=10.48, p< .001,η2=0.16]. Farkın kaynağı için yapılan Tukey Testi sonucuna göre, anksiyetesi yüksek grubun olumsuz baba puanlarının, hastalardan ve anksiyetesi düşük grubun puanlarından anlamlı derecede yüksek olduğu gözlenmiştir. Ancak hasta grup ile anksiyetesi düşük grubun olumsuz baba alt boyutundan aldıkları puanlar farklılaşmamıştır (Bkz. Tablo 5.6).
Gruplar arasında olumsuz kendilik alt boyutlarından alınan puanların da farklılaştığı gözlenmiştir [F(2,116)=19.70, p< .001, η2=0.26]. Farkın kaynağı için verilere Tukey Testi yapılmıştır. Bu testin sonucunda, anksiyetesi yüksek grup ilehasta grubun olumsuz kendilik puanlarının birbirlerinden farklılaşmamakla birlikte; her iki grubun puanlarının, anksiyetesi düşük gruptan anlamlı derecede yüksekolduğu bulunmuştur (Bkz. Tablo 5.6).
Bu karşılaştırmalarda “olumlu kendilik”, “olumsuz kendilik” puanlarında anksiyetesi düşük olan kişilerin aldıkları puanların, anksiyetesi yüksek ve anksiyete bozukluğu tanısı almış olan hastaların aldıkları puanlardan daha düşük olup, anksiyetesi yüksek ve hasta grup puanlarının birbirinden ayrışmaması ilginçtir. Oysa ki “olumlu anne”, “olumlu baba” ve “olumsuz baba” puanlarında anksiyetesi düşük ve hasta olan kişilerin aldıkları puanlar birbirlerinen ayrışmamıştı. Bu sonucun birnedeni, ebeveyne yönelik algıların daha çok geçmişle ilişkili, kendiliğe ilişkin algıların ise daha çok şimdiki zamanı da içeriyor olması olabilir. Daha önce debelirtilmiş olduğu gibi yetişkinlik dönemindeki “bağlanma”ya dayalı zihinsel temsiller, gittikçe daha fazla “kendilik temsili” üzerinde yansımış olabilir. Ayrıca BTZTÖ, bir öz bildirim ölçeği olduğu için hasta grubun anne ve babalarına yönelik yapmış oldukları daha “olumlu” yöndeki değerlendirmelerinin, “hastalık durumuyla” da ilişkili olabileceği düşünülebilir. Bilindiği gibi bağlanma kuramının temelinde memeli hayvanlar olarak bizlerin, tehlike/tehdit durumlarında “sığınma/korunma” ihtiyaçlarımızın açığa çıkması ve bu nedenle bağlanma figürümüze yönelme davranışı gösterdiğimiz ileri sürülür. Yetişkinlik çağında da belki bu “sığınma” ihtiyacı ve davranışı, ebeveynlerimize yönelik daha “olumlu değerlendirmeler” şeklinde ortaya çıkıyor olabilir.
Mevcut araştırmanın temel bağımlı değişkeni dikkat süreci olduğundan gruplar, ilgili yazındaki teamüllere göre, Stroop Testi toplam hata, 5. Karta hata,toplam düzeltme, 5. Kart düzeltme, toplam süre, 5. Kart süre puanları açısından karşılaştırılmışlardır. Analiz sonuçları Tablo 5.7’de gösterilmiştir.
Tablo 5.7: Anksiyete Gruplarının Stroop Testi Puanları Açısından Karşılaştırılması
**p< .001 Gruplar: 1:düşük anksiyeteli, 2:yüksek anksiyeteli, 3:hasta
Stroop Testi Toplam Hata Puanı: 2>1, 2>3, 1 ve 3 farklılaşmıyor
Stroop Testi 5. Kart Hata Puanı: 2>1, 2>3, 1ve 3 farklılaşmıyor
Stroop Testi Toplam Düzeltme Puanı:2>1, 3>1, 2 ve 3 farklılaşmıyor
Stroop Testi 5. Kart Düzeltme Puanı: 2>1, 3>1, 2 ve 3 farklılaşmıyor
Stroop Testi Toplam Süre Puanı, 3>1, 2 ile 3, 1 ile 2 farklılaşmıyor
Stroop Testi 5. Kart Süre Puanı:3>1, 3>2, 1 ve 2 farklılaşmıyor
Stroop Testi toplam hata puanı açısından alınan puanlara bakıldığında isegruplardaki farklılaşmaların biraz daha farklılaştığı gözlenmiştir [F(2,116)=13,32, p< .001, η2=0.19]. Farkın kaynağı için yapılan Tukey Testi sonucuna göre, bu kez anksiyetesi yüksek grubun Stroop Testi hata puanlarının, anksiyetesi düşük gruptanve hasta grubun puanlarından anlamlı derecede yüksek olduğu gözlenirken, hasta grubun hata puanlarının da aslında anksiyetesi düşük grubun puanlarından daha yüksek olma içinde olduğu halde istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde farklılaşmadığı gözlenmiştir. Analize ilişkin bilgiler Tablo 5.7’de yer almaktadır.
Stroop Testi 5. Kart için hata puanı açısından yapılan gruplararası karşılaştırma sonucunda da, grupların benzer biçimde farklılaştığı gözlenmiştir [F(2,116)=15.63, p< .001, η2= .22]. Anksiyetesi yüksek grubun Stroop Testi 5. Kart hata puanlarının, anksiyetesi düşük grup ile hasta grubun puanlarından anlamlı derecede yüksek olduğu, ancak hasta grubun puanlarının, anksiyetesi düşük grubun puanlarından biraz daha yüksek olmakla beraber, istatistiksel anlamlılığa varabilecek biçimde farklılaşmadığı bulunmuştur.
Stroop Testi düzeltme puanı açısından alınan puanlarda, bu farklılaşmalar biraz daha net olarak gözlenmiştir [F(2,116)=10,57, p< .001, η2=0.16]. Anksiyetesi yüksek grup ile hasta grubun Stroop Testi düzeltme puanları birbirlerinden farklılaşmamakla beraber, her iki grubun da toplam düzeltme puanlarının anksiyetesidüşük grubun puan ortalamalarından anlamlı derecede daha yüksek olduğu gözlenmiştir.
Stroop Testi 5. Kart düzeltme puanı açısından yapılan gruplararası karşılaştırma da benzer sonuçları vermiştir [F(2,116)=12.78, p< .001, η2= .18]. Hasta grubun 5. Kart düzeltme puanlarının, anksiyetesi düşük gruptan anlamlı derecede yüksek olduğu, ancak anksiyetesi yüksek grubun puan ortalamalarından farklılaşmadığı bulunmuştur. Ayrıca, anksiyetesi yüksek grubun düzeltme puanlarının da anksiyetesi düşük gruptan, istatistiksel anlamlılık düzeyinde yüksek olduğu gözlenmiştir.
Gruplar arasındaki en ilginç ve beklenen farklılık, Stroop Testi toplam sürepuanı açısından yapılan gruplararası karşılaştırma sonucunda çıkmıştır[F(2,116)=11.47, p< .001, η2= 0.17]. Tukey Testi sonucuna göre hasta grubun Stroop Testi toplam süre puan ortalamalarının, anksiyetesi düşük grubun puanlarından anlamlı derecede yüksek olduğu, ancak anksiyetesi yüksek grubun puanlarından daha yüksekmiş gibi görünmekle beraber, bu farklılığın istatistksel açıdan anlamlılığa ulaşamadığı gözlenmiştir. Ayrıca, anksiyetesi yüksek grubun puanları da benzer bir şekilde anksiyetesi düşük grubun süre puanlarından daha yüksekmiş gibi görünmekle beraber istatistiksel anlamlılık düzeyinde farklılaşmamıştır (Bkz. Tablo 5.7). Bu durumun, örneklem sayılarıyla bağlantılı olma ihtimali çok yüksektir.
Stroop Testi 5. Kart süre puanı açısından yapılan gruplararası karşılaştırma sonucunda da, grupların yine benzer yönde farklılaştığı gözlenmiştir [F(2,116)=9.62,p< .001, η2=0.14]. Hasta grubun Stroop Testi 5. kart süre puan ortalamalarının, anksiyetesi düşük grubun ve anksiyetesi yüksek grubun puanlarından anlamlı derecede yüksek olduğu, ancak, anksiyetesi yüksek grubun puanlarının, anksiyetesi düşük grubun süre puanlarından istatistiksel anlamlılık düzeyinde farklılaşamadığı ortaya çıkmıştır (Bkz. Tablo 5.7). Bu karşılaştırmadaki istatistiksel anlamlılığa varamama durumunun da yine örneklem sayılarına bağlanabileceği ileri sürülebilir. Bilindiği gibi, dikkat süreçlerini, diğer deyişle dikkatteki sürdürülebilirliği ya dadikkat çelinmesini ölçen Stroop Testi, bir özbildirim ölçeği değildir. O nedenle de “özbildirim” ölçeklerinde gözlenebilen “subjektiflik”ten etkilenme olasılıkları düşüktür. Diğer deyişle biraz daha objektif ölçümler verdikleri düşünülebilir. Durum böyle olunca da bekleneceği gibi, anksiyetesi düşük grup, dikkatini sürdürme konusunda anksiyetesi yüksek ve hasta gruptan daha iyi durumda olacaktır. Mevcutçalışmada anksiyetesi yüksek ve anksiyete bozukluğu tanısı almış olan hastaların birbirlerine biraz daha fazla benzeyebileceği beklenirdi (Eğer anksiyete bozukluğu tanısı alan hastalarımız henüz tedavilerine başlamamış kişilerden oluşmuş olsaydı, bu grubun dikkat çelinmesi puanlarının, anksiyetesi yüksek ancak tanı almamış “normal” kişilerden oluşan grupta alınan puanlardan da anlamlı olarak daha yüksek çıkması beklenecekti).
Sonuç olarak, gruplar Stroop Testi toplam puanları ile 5. Kart için alınan hata ve düzeltme puanları açısından karşılaştırıldığında, gruplararası farklılaşmaların biraz daha beklenen yönde olduğu, ancak toplam süre ve 5. Kart süre puanları açısından yapılan karşılaştırmalarda ise farklılaşmanın biraz daha belirginleştiği fark edilmiştir. Nitekim, hasta grubun toplam süre puanlarının, istatistiksel anlamlılığavarsa da varmasa da, hem anksiyetesi düşük gruptan, hem de anksiyeteleri yüksek ancak tanı almamış gruptan daha fazla olduğu gözlenmiştir. Bu durumun bir miktar da hastaların kullanmakta oldukları ilaçlarla da ilişkili olabileceği; söz konusu ilaçların bilişsel işlevleri yavaşlatmış olabileceği düşünülebilir.
Araştırma gruplarının KSE-anksiyete dışı semptomlar (depresyon, olumsuzbenlik, somatizasyon, hostilite) açısından da nasıl farklılaştıklarına bakmak amacıylaörneklemden elde edilen verilere tek yönlü varyans analizi yapılmıştır (Bkz. Tablo 5.8).
Tablo 5.8: Anksiyete Gruplarının KSE-Alt Boyutlar Açısından Karşılaştırılması
**p< .001 Gruplar: 1:düşük anksiyeteli, 2:yüksek anksiyeteli, 3:hasta
KSE-Depresyon Alt Boyutu Puanı: 2>3>1
KSE-Hostilite Alt Boyutu Puanı: 2>3>1
KSE- Olumsuz Benlik Alt Boyutu Puanı: 2>3>1
KSE-Somatizasyon Alt Boyutu Puanı: 3>1, 2 >1, 3 ve 2 farklılaşmıyor
Tablo 5.8’den de anlaşılacağı gibi, grupların KSE-depresyon puanları açısından farklılaşmaları da yine Stroop Testi sonuçlarına benzer şekildedir [F(2,112)=38.16, p< .001, η2=0.41]. Farkın kaynağı için yapılan Tukey Testi’nde, anksiyetesi yüksek grubun, depresyon puanlarının, anksiyetesi düşük grubun ve hastagrubun puanlarından anlamlı derecede yüksek olduğu gözlenmiştir. Hasta grubun depresyon puanlarının da anksiyetesi düşük gruptan anlamlı derecede yüksek olduğu ortaya çıkmıştır. Sonuçlar Tablo 5.8’de gösterilmiştir. Bu karşılaştırmada bir kez daha görülebileceği gibi, bulgular bazında karşılaşılan temel sorunun, anksiyetetanısı alan hastaların, tedaviye henüz başlamamış hastalardan oluşturulamamasından kaynaklandığı ileri sürülebilir. Söz konusu bu hastaların tedavilerini sürdürmekle beraber yine de, anksiyetesi düşük “normal” grup düzeyindeki kişilerkadar bir “iyilik durumu” içinde olmadıkları da söylenebilir.
Tablo 5.8’de de görüldüğü gibi gruplar, KSE-olumsuz benlik puanları açısından da farklılaşmışlardır [F(2,113)=44.91, p< .001, η2=0.45]. Yapılan Tukey Testi sonucuna göre, anksiyetesi yüksek grubun olumsuz benlik puanlarının, anksiyetesi düşük grubun ve hasta grubun puanlarına göre, anlamlı derecede yüksek olduğu gözlenmiştir. Hasta grubun olumsuz benlik puanlarının da anksiyetesi düşükgruptan anlamlı derecede yüksek olduğu gözlenmiştir (Bkz. Tablo 5.8).
KSE-somatizasyon alt boyutu puanları açısından da grupların farklılaştığı gözlenmiştir [F(2,114)=33.14, p< .001, η2=0.37]. Tukey Testi sonucunda, hasta grubun puanları ile anksiyetesi yüksek grubun somatizasyon alt boyutuna bağlı puanlarının farklılaşmadığı görülmekle birlikte; bu iki grubun puanlarının, anksiyetesi düşük grubun puanlarına göre anlamlı derecede yüksek olduğu bulunmuştur (Bkz. Tablo 5.8).
Son olarak grupların, KSE-hostilite alt boyutuna bağlı olarak da farklılaştığı gözlenmiştir [F(2,115)=61.76, p< .001, η2=0.52]. Farkın kaynağı için yapılan Tukey Testi sonucunda, anksiyetesi yüksek grubun hostilite puanlarının, anksiyetesi düşükgrubun ve hasta grubun puanlarına göre anlamlı derecede yüksek olduğu, hasta grubun hostilite puanlarının da anksiyetesi düşük gruptan anlamlı derecede yüksek olduğu gözlenmiştir.
Gruplar arasında, kişisel hayatı değerlendirme indeksini oluşturan ölçümler açısından da farklılık olup olmadığına bakmak amacıyla yapılan tek yönlü varyans analizi sonuçları da Tablo 5.9’da gösterilmektedir.
Tablo 5.9’da da gözlenebileceği gibi kişisel hayatı değerlendirme açısından bakıldığında, anksiyete düzeyi farklılaşan grupların Kendini Değerlendirme İndeksine bağlı puanlarının farklılaştığı gözlenmiştir, [F(2,116)=9.36, p< .001,η2=0.14]. Bilindiği üzere bu indekslerde puanın yükselmesi olumsuz bir anlam taşımaktadır. Yapılan Tukey Testi sonucuna göre, anksiyetesi yüksek grubun kendinideğerlendirme indeksi puanlarının, anksiyetesi düşük grubun puanlarından anlamlı derecede yüksek olduğu gözlenmiştir. Benzer şekilde, hasta grubun puanlarının daanksiyetesi düşük grubun puanlarından anlamlı derecede yüksek olduğu bulunmuştur. Ancak anksiyetesi yüksek grup ile hasta grup, kendini değerlendirme indeksi puanları açısından farklılaşmamışlardır. Sonuçlar Tablo 5.9’da gösterilmiştir. Öyle görünüyor ki anksiyete düzeyi yüksek olan her iki grup (normal ve hasta), anksiyetesi düşük gruba göre, kendilerini daha olumsuz şekilde değerlendirmektedirler.
Tablo 5.9’da da gösterildiği gibi gruplar, kişilerarası ilişkilerine yönelik yaptıkları değerlendirme açısından da farklılaşmışlardır [F(2,113)=5.11 p< .05,η2=0.08]. Tukey Testi, hasta grubun puanlarının, anksiyetesi düşük grubun puanlarına göre anlamlı derecede yüksek olduğunu göstermiştir. Hasta grubun puanları ile anksiyetesi yüksek grubun puanları farklılaşmamakla birlikte; anksiyetesi yüksek grubun puanlarının, anksiyetesi düşük grubun puanlarına göre anlamlı derecede yüksek olduğu gözlenmiştir. Diğer deyişle, anksiyetesi yüksek olan her iki grup (tanı almamış kişiler ve tanı almış hastalar), kendi aralarında farklılaşmamakla birlikte, düşük anksiyeteli gruba oranla, kişiler arası ilişkilerini daha olumsuz olarakdeğerlendirmişlerdir.
Tablo 5.9: Anksiyete Gruplarının İndeks Puanları Açısından Karşılaştırılması
(Puanlar yükseldikçe değerlendirme olumsuzlaşmaktadır)
*p< .05 **p<.001 Gruplar: 1:düşük anksiyeteli, 2:yüksek anksiyeteli, 3:hasta
Kendini Değerlendirme: 2>1, 3>1, 3 ve 2 farklılaşmıyor
Kişilerarası İlişkilerin Değerlendirilmesi: 2>1, 3>1, 3 ve 2 farklılaşmıyor
İçinde Büyümüş Olduğu Ailenin Değerlendirilmesi: 2>1, 2>3, 1 ve 3 farklılaşmıyor
Geleceğin ve Ekonomik Durumun Değerlendirilmesi: 2>1, 3>1, 2 ve 3 farklılaşmıyor
Kişisel Hayatın Değerlendirilmesi: 2>1, 2 ve 3 ile 1 ve 3 farklılaşmıyor
İçinde büyümüş olduğu ailenin değerlendirilmesi indeksine bağlı puanlarında gruplar arasında farklılaştığı gözlenmiştir [F(2,112)=7.69, p< .05, η2=0.12]. Farkın kaynağı için yapılan Tukey Testi sonucuna göre, anksiyetesi yüksek grubun puanlarının, diğer iki gruba kıyasla anlamlı derecede yüksek olduğu tespit edilmiştir. Bununla birlikte, hasta grubun puanları ile anksiyetesi düşük grubun puanları arasındaki farklılık istatistiksel anlamlılığa varmamıştır. Sonuçlar Tablo 5.9’da gösterilmiştir.
Geleceğin ve ekonomik durumun değerlendirilmesi indeksi puanlarında da farklılıklar gözlenmiştir [F(2,115)=9.71, p< .001, η2=0.15]. Tukey Testi sonucuna göre, hasta grubun puanları ile anksiyetesi yüksek grubun puanlarının farklılaşmadığını, ancak bu iki grubun puanlarının, anksiyetesi düşük grubun puanlarına göre anlamlı derecede yüksek olduğu gözlenmiştir (Bkz. Tablo 5.9).
Bu dört indeks puanı toplanarak oluşturulan “kişisel hayatı değerlendirme indeksi” puanlarının da farklılaştığı gözlenmiştir [F(2,109)=11.34, p< .001, η2=0.18]. Anksiyetesi yüksek grubun kişisel hayatı değerlendirme indeksi puanlarının, anksiyetesi düşük grubun puanlarına göre anlamlı derecede yüksek olduğu gözlenmiştir. Ancak hasta grup ile anksiyetesi düşük grup ve anksiyetesi yüksek grup puanları arasındaki farklılıklar istatistiksel anlamlılığa ulaşamamıştır (Bkz. Tablo 5.9).
5.3. Araştırma Değişkenlerine Yönelik Regresyon Analizleri
Bilgi işleme söz konusu olduğunda, anksiyetenin dikkati olumsuz yönde etkileyebileceği varsayımıyla, mevcut çalışmada, anksiyetenin çeşitli düzeylerindeki gruplarda Stroop Testi ile ölçülen dikkat çelinmesinin/dikkatin yönetilememesinin, hangi araştırma değişkenleri tarafından yordandığını görmek amacıyla, her grup için bir seri aşamalı hiyerarşik regresyon analizleri yapılmıştır.
Gerçekleştirilen hiyerarşik regresyonlarda Stroop Testi’nden elde edilen “toplam hata”, “toplam düzeltme”, “toplam süre” puanları ve 5. Kart için “hata”, “düzeltme” ve “süre” puanları yordanan değişkenlerdir. Analize bağımsız değişkenler olarak sokulan değişkenler de sırasıyla, demografik değişkenler (yaş, cinsiyet, eğitim), semptomlar (sürekli kaygı, KSE-depresyon, KSE-somatizasyon, KSE-hostilite, KSE-olumsuz benlik değerlendirmesi), kişsel hayatın çeşitli açılardan değerlendirilmesi (aile, kişilerarası ilişkiler, kendilik, gelecek ve ekonomik durum), güvenli bağlanma (BTZTÖ-olumlu anne, BTZTÖ-olumlu baba, BTZTÖ-olumlu kendilik), güvensiz bağlanma (BTZTÖ-olumsuz baba, BTZTÖ-olumsuz kendilik) olarak belirlenmiştir. Yordayıcı değişkenler analize beş blokta girilmiştir. Hiyerarşik regresyon için verilen sıralama, Şekil 5.1’de gösterilmektedir.
Şekil 5.1: Stroop Testi Puanlarına İçin Farklı Gruplarda Hiyerarşik Regresyon Analizi İçin Verilen Sıralama
5.5.1. Farklı Düzeydeki Anksiyete Gruplarında Stroop Testi Ölçümleri içinFarklı Gruplarda Hiyerarşik Regresyon Analizi Sonuçları
Sonuçlar, Stroop Testi “toplam süre” puanı açısından incelendiğinde; anksiyetesi düşük grupta, bu değişkeni, yaşın anlamlı düzeyde yordadığı [F(1,42)=2.19, p<.05], ve tek başına varyansın %10’unu açıkladığı; ardından gelen BTZTÖ-olumlu kendilik değişkeninin ise varyansın %9’unu açıkladığı görülmektedir. Her ikisi birlikte (yaş ve olumlu kendilik), Stroop Testi toplam süre puanlarındaki varyansın %19’unu açıklamışlardır. Anksiyetesi yüksek grupta ise Stroop Testi toplam süre değişkeninin yordanmasında, eğitimin anlamlı düzeyde katkı yaptığı [F(1,25)= 12.58, p<.05] ve tek başına varyansın %34’ünü açıkladığı bulunmuştur. Hasta grubunda ise aynı değişkenin yordanmasında öncelikle eğitimin[(F(1,27)= 13.87 p<.05)] anlamlı düzeyde katkısı olduğu ve varyansın %34’ünü açıkladığı, ardından ise yaş değişkeninin eklenerek Stroop Testi toplam süre puanlarındaki varyansın %10’unu açıkladığı gözlenmiştir. Her ikisi birlikte varyansın %44’ünü açıklamıştır. Sonuçlar Tablo 5.10’da belirtilmiştir.
Sonuçlar, Stroop Testi 5. Kart süre puanı açısından incelendiğinde ise; anksiyetesi düşük grupta bu değişkeni, BTZTÖ-olumlu baba değişkeninin yordadığı [F(1,42)=9.77, p<.05]; bu değişkenin tek başına varyansın %19’unu açıkladığı bulunmuştur. Anksiyetesi yüksek grupta ise bu değişkeni eğitimin yordadığı [F(1,25)=32.15, p<.001], ve varyansın %56’sını açıkladığı gözlenmiştir.Hasta grup için ise hiçbir değişken eşitliğe girmemiştir (Bkz. Tablo 5.10).
Hiyerarşik regresyon analizi sonuçlarına Stroop Testi toplam hata puanı açısından bakıldığında; anksiyetesi düşük grupta bu değişkeni, KSE-olumsız benlikalt boyutunun yordadığı [F(1,42)=5.11, p<.05] ve varyansın %11’ini açıkladığı gözlenmiştir. Anksiyetesi yüksek grupta ise bu değişkenin, yaş tarafından anlamlı düzeyde yordandığı [F(1,25)=4.34, p<.05] ve yaşın tek başına varyansın %15’unu açıkladığı, ardından gelen KSE-somatizasyon değişkeninin ise varyansın %20’sini açıkladığı görülmektedir. Her ikisi birlikte, varyansın %35’ini açıklamıştır. Hasta grup için ise hiçbir değişken eşitliğe girmemiştir (Bkz. Tablo 5.10).
Stroop Testi 5. Kart hata puanı incelendiğinde ise, anksiyetesi düşük grupta bu değişkeni sadece KSE-depresyon alt boyutunun yordadığı [F(1, 42) =6.21, p<.05] ve varyansın %13’ünü açıkladığı bulunmuştur. Anksiyetesi yüksek olan grupta iseaynı değişkeni yaşın yordadığı [F(1,25)=9.80, p<.05], ve tek başına varyansın %28’ini açıkladığı bulunmuştur. Ardından gelen KSE-somatizasyon alt boyutunun da varyansın % 16’sını açıklayabildiği; her ikisinin birden ise varyansın %44’ünü açıkladığı gözlenmiştir. Hasta grupta, 5.kart hata puanını yine yaşın yordadığı [F(1,27)=5.47, p<.05] ve varyansın %17’sini tek başına açıkladığı gözlenmiştir. Yaşın ardından gelen, geleceğin ve ekonomik durumun değerlendirilmesi indeksi puanlarının ise varyansın % 15’ini açıkladığı, iki değişkenin birden, varyansın %32’sini açıkladığı bulunmuştur (Bkz. Tablo 5.10).
Regresyon sonuçları, Stroop Testi toplam düzeltme puanı değişkeni açısından incelendiğinde; anksiyetesi düşük grupta bu değişkeni, yaşın anlamlı düzeyde yordadığı [F(1,42)=9.82, p<.05]; tek başına varyansın %19’unu açıkladığı, ardından gelen KSE-olumsuz benlik değişkeninin de varyansın %22’sini açıkladığı görülmektedir. Her ikisi birlikte varyansın %41’ini açıklamaktadır. Anksiyetesi yüksek grup için hiçbir değişkenin eşitliğe girmediği görülmüştür. Hasta grupta ise bu değişkeni, yaşın anlamlı düzeyde yordadığı [F(1,27)= 6.85, p<.05] ve tek başına varyansın %20’sini açıkladığı bulunmuştur (Bkz. Tablo 5.10).
Son olarak, Stroop Testi 5. Kart düzeltme puanı incelendiğinde ise, anksiyetesi düşük grupta bu değişkeni, yine yaşın anlamlı düzeyde yordadığı [F(1,42)=6.38 p<.05], tek başına varyansın %13’ünü açıkladığı, ardından gelen KSE-olumsuz benlik değişkeninin ise varyansın %18’ini açıkladığı görülmektedir. Herikisi birlikte varyansın %31’ini açıklamaktadır. Anksiyetesi yüksek grup için hiçbir değişkenin eşitliğe girmediği gözlenmiştir. Hasta grupta ise bu değişkeni, BTZTÖ-olumlu baba alt boyutunun anlamlı düzeyde yordadığı F(1,27)= 7.28, p<.05 ve tekbaşına varyansın %21’ini açıkladığı bulunmuştur (Bkz. Tablo 5.10).
Tablo 5.10: Stroop Testi Ölçümleri İçin Farklı Gruplarda Hiyerarşik
Regresyon Analizi Sonuçları
6. TARTIŞMA
Bağlanma, bilgi işleme süreçleri, stres ve çeşitli psikolojik sorunlar arasındaki ilişkiler, “giriş” bölümünde de ayrıntılarıyla verildiği gibi, ilgili alanyazında genellikle ikili değişkenlerin ilişkileri düzeyinde, defalarca gösterilmiştir (bağlanma ve stres, bağlanma ve anksiyete, bağlanma ve depresyon, bağlanma ve bilgi işleme vb.). Bu ilişkilerde önemli olan değişkenlerden birisinin de dikkat süreçleri olduğunadikkat çekilmektedir (Kirsh ve Cassidy, 1997; Dewitte ve ark., 2006). Bu nedenle, mevcut çalışmanın temel amacı, anksiyeteli bireylerde dikkatteki bozulmanın, kişilerin bağlanma tarzlarıyla ne kadar ilişkili olduğunun incelenmesidir. Bu bağlamda temelde, üç ana soruya cevap bulunmaya çalışılmıştır: Bağlanma, anksiyete ve dikkat süreçleri arasında ne tür ilişkiler mevcuttur? Anksiyete düzeyine göre farklılaşan gruplar, araştırma değişkenleri açısından ne tür farklılıklar göstermektedir? Bağlanma, anksiyetenin çeşitli düzeylerinde bilgi işleme sürecini nasıl yordamaktadır?
Aşağıda, araştırma içinde bu sorulara verilen yanıtlar ilgili yazınla birlikte tartışılmıştır.
6.1. BAĞLANMA, ANKSİYETE VE BİLGİ İŞLEME ARASINDA NE TÜR İLİŞKİLER MEVCUTTUR?
Bilgi işleme, anksiyete ve bağlanma arasındaki ilişkileri incelemek amacıyla,mevcut araştırmada, bir dizi korelasyon analizi yapılmıştır. Genel olarak bakıldığında, ilgili yazındaki bulgularla tutarlı sonuçlar elde edilmiştir (Öztürk, 2002; Brown ve Wright, 2003). Şöyle ki, bağlanmayı “güvenli” ve “güvensiz” olarak ele aldığımızda, hem sürekli kaygı hem de depresyon, hostilite, somatizasyon ve olumsuz benlik puanları ile beklenen yönde ilişkiler olduğu görülmüştür (Bkz Tablo 5.1).
Psikolojik belirtileri yüksek olan bireylerin güvenli olmayan bağlanma tarzlarına sahip oldukları çeşitli araştırmalarda ortaya konmuştur (Crowell, Fraley ve Shaver, 2008; Dozier, Stovall-McClough ve Albus, 2009; Shorey ve Synder, 2006; Pielage, Gerslsma ve Schaap, 2000). Romantik ilişkilerdeki yakınlaşmayı, bağlanma ve psikolojik rahatsızlık arasındaki ilişkiler çerçevesinde ele alan bir araştırmada, güvenli bağlanma tarzı, yalnızlık ve depresyon ile negatif ilişki içinde bulunurken; güvensiz bağlanma tarzının aynı değişkenlerle, pozitif ilişkiler içinde olduğu gözlenmiştir (Pielage, Luteijn ve Arrindell, 2005). Büyüksahin (2001) tarafından yapılan başka bir çalışmada da güvenli bağlanan bireylerin, güvensiz bağlanan bireylere göre daha yüksek benlik saygısına sahip olduğu bulunmuştur.
Mevcut çalışmada güvenli bağlanma, söz konusu semptom ölçümleriyle negatif yönde korelasyon gösterirken, güvensiz bağlanma, pozitif yönde ilişki içinde olarak gözlenmiştir. Diğer deyişle, güvenli bağlanma puanları arttıkça semptomlar azalırken, güvensiz bağlanma puanları arttıkça semptomlar da artmaktadır. İlgili yayınlarda da benzer sonuçlar elde edilmiş olduğu görülmektedir (Yaka, 2011; Öztürk, 2002; Brown ve Wright, 2003).
Güvensiz bağlanma, depresyon ve sürekli kaygı puanlarıyla yüksek bir ilişki içinde bulunmuştur. İlgili yazında da güvensiz bağlanma hem depresyon hem de anksiyeteyle yakından ilişkili olarak değerlendirilmektedir (Carnelley, Pietromonaco ve Jaffe, 1994; Wei, Mallinckrodt, Larson ve Zakalik, 2005; Cooper ve ark., 1998). Yazındaki çalışmaların bazıları, anksiyete ile kayıtsız bağlanma ilişkisinden sözederken, bazı araştırmalar ise kaygılı/kararsız bağlanmanın anksiyete ile ilişkili olduğunu öne sürmektedir. Ancak sonuçlar; ister kaygılı, ister kararsız, ister kayıtsız olsun, tüm bu boyutların, güvensiz bağlanmaya işaret ettiğini; anksiyete ile güvensiz bağlanma arasındaki ilişkilerin dikkat çekici olduğunu vurgulamaktadır (Doron ve Kyrios, 2005; Pacchierotti, Bossini, Castrogiovanni, Pieraccini, Sorece ve Castrogiovanni 2002; Cassidy, Lichtenstein-Phelps, Sibrava, Thomas ve Borkoves, 2009; McLewin ve Muller, 2006).
Alt boyutlardan “olumlu anne algısı”, sürekli kaygı ve hostiliteyle yakın ilişkide gözlenirken, diğer belirtilerle ilişkili bulunmamıştır. Olumlu anne algısı arttıkça, kaygı ve hostilite azalmaktadır (ya da tam tersi, belirtiler arttıkça, olumlu anne algısı düşmektedir). Bu bulgu yazındaki çalışmalarla paralellik göstermektedir. Örneğin; Özer’in (2011), bireylerin bağlanma tarzları, algıladıkları ebeveynlik (anne) tarzları ve suçluluk-utanç duygularının, psikolojik belirtilerle olan ilişkilerinin incelenmesini amaçladığı bir çalışmada, psikolojik belirtileri yüksek olan ergenlerin, annelerini daha kontrollü/kuralcı, küçümseyici/aşağılayıcı, istismarcı/dışlayıcı, başarı odaklı/mükemmeliyetçi ve disiplinsiz/lakayt olarak gördükleri saptanmıştır.
İlginç olan, mevcut çalışmada, olumlu anne alt boyutunun semptomlardan sadece ikisiyle ilişkisinin anlamlı olduğu bulunmuşken, olumsuz baba ve olumlu baba alt boyutlarının, hemen hemen tüm semptomlarla anlamlı ilişkileri olduğunun gözlenmesidir. Bu nokta, son zamanlara kadar ihmal edilmiş olan, “bağlanmada babanın rolü” konusuna işaret ediyor olabilir. Yazındaki bazı çalışmalar da çocuk yetiştirme veya bağlanma konularında, baba figürünün önemine işaret etmektedir. Erken bebeklik döneminde babaları ile sağlıklı ilişkiler kuran çocukların, güvenli bağlanma geliştirdikleri bilinmektedir (Soysal ve ark., 2005). Biller (1993), yaptığı araştırmada, mutlu, bağımsız, kolay ilişki kurabilen ve araştırıcı çocukların babalarını incelemiş, baba ile çocuk arasındaki iletişimin, çocuğun bilişsel gelişimine uygun ve araştırıcı davranışlarını destekler nitelikte olduğunu göstermiştir. Demirli (2012) tarafından yapılan bir çalışmada, üniversite öğrencilerinin algıladıkları anababa tutumlarının, bağlanma, yalnızlık düzeyi ve umut düzeyleriyle ilişkisi incelenmiş ve kaçınan bağlanmanın sadece, babalarını kontrolcü/denetimci olarak algılama puanları tarafından yordandığı gözlenmiştir.
Yapılan boylamsal çalışmalarda, babaya yönelik bağlanmanın zaman içinde istikrar göstermesine karşın, anneye yönelik bağlanmada sürekliliğin olmadığı bulunmuştur (Kerns ve ark., 2000). Yapılan başka bir çalışmada, Verschueren ve Marcoen (2005), babaya bağlanmanın, zaman içinde, anneye göre daha yüksek istikrar gösterdiğinden söz etmektedir. Bu sonuçları dikkate alarak yazarlar, anne ve babaya bağlanmanın birbirinden görece bağımsız olduğunu ve ayrı ayrı ölçülmesi gerektiğini önermektedirler. Başka bir boylamsal çalışma ise anneye bağlanmanınerken dönemlerde daha güçlü etkiye sahip olduğu çıkmışken, babaya bağlanmanın etkisinin, orta çocukluk döneminden sonra daha belirgin olarak görüldüğünü göstermiştir (Grossmann ve ark., 2002).
Baba ile bağlanma konusunda ilgili yazında, kültürel öğelerin önemine de vurgu yapılmaktadır. Türk toplumunda annenin daha destekleyici ve koruyucu olması, baba ile çocuk arasında denge görevi yapması, bağlanmayı etkileyen diğer bir etken olabilmektedir. Soysal ve arkadaşları (2005), ülkemizde, kültürel yapının, baba-çocuk ilişkisinde ön plana çıktığından söz etmektedir. Sümer ve Anafarta Şendağ (2009) tarafından yapılan bir çalışmada, Türkiye’deki geleneksel çocuk yetiştirme tutumlarının, özellikle çocuk yetiştirmede anne ve babanın belirgin olarak farklı roller üstlenmesinin, anne ve babaya bağlanma düzeyini etkileyen bir faktör olabileceğine vurgu yapmışlardır. Yaptıkları çalışmada, anne ve babaya bağlanma açısından bir fark olup olmadığı incelenmiş, sonuçlara göre anne ve babaya güvenli bağlanma, birbirinden bağımsız olarak, bütün benlik alanlarındaki olumlu değerlendirmelerle ve düşük kaygıyla ilişkili bulunmuştur. Anne ve babaya bağlanma arasındaki ortak etkinin de fiziksel görünüm algısı ve bütünsel özdeğeri, anlamlı olarak yordadığı bulunmuştur. Söz konusu çalışmada ele alınan yedi değişkenden dördünde (akademik yeterlik, atletik yeterlik, davranıştan hoşnut olma ve kaygı), babaya bağlanmanın etkisi (beta değeri), birinde de (sosyal kabul) anneye bağlanmanın etkisi görece yüksek bulunmuştur. Bu bulgular, orta çocukluk döneminde, benlik değerlendirmelerine etkisi bakımından babanın belirgin rolünü vebabaya bağlanmanın artan önemini vurgulamaktadır.
Mevcut çalışmada, olumlu ve olumsuz kendilik ile psikolojik belirtiler arasında çıkan korelasyonlar ise diğer boyutlarla semptomlar arasındaki korelasyonlarla kıyaslandığında çok daha yüksek düzeylerde bulunmuştur. Bu da bize bağlanma kuramı doğrultusundaki bir bilgiyi hatırlatmaktadır. Diğer deyişle, kişinin yaşamının erken dönemlerinde temel bakımverene karşı geliştirdiği olumlu çalışan modellerin (şemaların), ileride kendisine yönelik oluşturacağı olumlu şemayla ilişkili olduğu bilgisi akla gelmektedir. Yetişkinlikte, anne ve babaya ilişkin “geriye dönük” yapılan değerlendirmelerin geçmiş zamanı içerdiği, kendiliğe yönelik yapılan değerlendirmelerin ise şimdiki zamanı içerdiği düşünülebilir. O nedenle kendiliğe yönelik değerlendirmelerin biraz daha “gerçekçi” olabileceği ileri sürülebilir. Dolayısıyla kendiliğe yönelik olumsuz değerlendirmelerin semptomlarla daha yüksek bir ilişki içinde olması beklenebilir. Bilindiği gibi olumsuz kendilik ve psikolojik belirtiler arasında yazında da oldukça yakın ilişkilerden söz edilmektedir (Örn. Roberts, Gotlib ve Kassel, 1996).
Güvenli bağlanmayı oluşturan boyutlar arasından “olumlu kendilik” boyutu da beklendiği şekilde, sırasıyla, KSE-olumsuz benlik, sürekli kaygı, KSE-depresyon ve KSE-hostilite ile anlamlı ilişkiler göstermiştir. Bu alt boyut için de tüm korelasyonlar beklendiği şekilde negatif yöndedir. Olumsuz kendilik açısından bakıldığında da tam tersi bir durum söz konusudur. Diğer deyişle olumsuz kendilik puanları arttıkça kaygı, depresyon, hostilite, somatizasyon gibi belirtilere yönelik puanlar da aynı doğrultuda artmaktadır (tersi de geçerlidir). En yüksek ilişkinin ise depresyon puanlarıyla olduğu gözlenmiştir. Yazındaki bulgular da bu sonuçları destekler niteliktedir. Örneğin, Roberts, Gotlib ve Kassel (1996) tarafından yapılan bir çalışmada, yetişkinlerdeki depresif semptomlarda doğrudan artışa neden olan değişkenin, düşük benlik saygısı olduğu ve yetişkinlerdeki düşük benlik saygısının en önemli nedenlerinden birinin de güvensiz bağlanma tarzları olduğu ifade edilmiştir.
Güvenli bağlanma, Stroop Testi toplam hata puanı, düzeltme puanı ve 5. Karthata puanı ile de beklenildiği üzere negatif yönde ilişkiler göstermiştir. Güvenli bağlanma puanları yükseldikçe dikkatteki çelinme veya dikkatin yönetilememesinde, başka deyişle Stroop etkisinde azalma görülmektedir. Öyle görünüyor ki bilgi işleme süreçleri kapsamında değerlendirildiğinde, güvenli bağlanmanın (olumlu anne algısı, olumlu baba algısı, olumlu kendilik algısı birlikte) koruyucu bir görevi olabilir. Güvensiz bağlanma ise Stroop Testi toplam düzeltme puanı, 5. Kart düzeltme ve hatapuanıyla pozitif yönde anlamlı ve yüksek bir ilişki göstermektedir. Güvensiz bağlanma puanları yükseldikçe, düzletme puanları da yükselmektedir. Diğer deyişle, güvensiz bağlanma dikkatteki bozulmayla yakından ilişkili görülmektedir. Yazındaki yayınlarla tutarlı olan bu bulgular, mevcut araştırma açısından oldukça çarpıcıdır. Yapılan bir çalışmada, yetişkin bağlanmasında bireysel farklılıkların bir fonksiyonu olarak, tehdit edici uyarıcıya karşı olan seçici algı incelenmiş; bunun için de dikkat yanlılığını ölçen işaretleme görevi (dot probe task) uygulanmıştır. Sonuçlar; kaygılı ve kaçınmacı bağlananların, tehdit içerikli kelimelere karşı dikkat yanlılıkları sergiledikleri yönündedir (Dewitte, Koster, Houwer, Buysse, 2006). Sakman (2011) tarafından yapılan başka bir çalışmada, tehdit ve bağlanma figürü çağrıştırıcılarının eşikaltı gösteriminin, farklı bağlanma stillerine sahip katılımcıların bilişsel dikkat performansı üzerinde bir etkisi olup olmadığı araştırılmıştır. Bağlanma kaçınmasının, düşük bilişsel performansın anlamlı bir yordayıcısı olduğu, bağlanma kaygısının ise sadece belirli bağlanma sistemi aktivasyonu koşulları altında bilişsel performansta düşüşe yol açtığı gösterilmiştir. Bağlanma kaçınması ve bağlanma kaygısı (güvensiz bağlanma da denebilir), bilişsel performansta düşüşle ilgili görünmektedir. Mevcut çalışma bulguları da dikkat süreçlerindeki bozulma konusunda yukarıda bahsedilen bulgularla tutarlı görünmektedir.
Stroop Testi puanlarına, bağlanmanın alt boyutları açısından bakıldığında da sonuçlar çarpıcıdır. Olumlu anne ile dikkatin çelinmesi/yönetilememesi ve 5. Karthata puanı arasındaki ilişki, beklenen bir şekilde negatif yönde ve anlamlı bulunurken, olumlu baba ile Stroop testi toplam düzeltme puanı ve toplam hata puanı ve de 5. Kart hata puanı ilişkileri de negatif yönde ve anlamlı ilişkilerdir. Olumsuz baba ise düzeltme puanıyla anlamlı bir ilişki içinde bulunmuştur. Olumlu kendilik ile toplam hata puanı ve 5. Kart hata puanı arasında, negatif yönde anlamlı ve yüksek bir ilişki mevcutken, olumsuz kendilik ile toplam düzeltme puanı, 5. Kart için hata vedüzeltme puanları arasında pozitif yönde anlamlı ilişkiler mevcuttur. Öyle görünüyor ki olumlu anne, olumlu baba ve olumlu kendilik algısı yükseldikçe, ya da olumsuzbaba ve olumsuz kendilik algısı düştükçe, dikkatteki çelinme veya bozulma (test boyunca yapılan hata ve düzeltme miktarı) azalmaktadır. Bu bulgular, ebeveyn ve kendilik algısının dikkat süreçlerindeki bozulmayla ilişkili olabileceğini düşündürmektedir.
Bilindiği gibi Stroop performansı, seçici ve odaklanmış dikkat ile bozucu etkiyi, yani bireyin gereksiz bilgiyi aktif bir biçimde bastırabilmesini ve seçici olarak uygun bilgiye dikkat edebilmesini ölçmektedir (Knigma ve ark, 1996). Alandaki genel görüş, Stroop performansının daha çok, sol frontal bölgede yeralan paralel yerleşimli bir bilgi işleme modelini desteklediği, bu arada prefrontal bölgenin orbital kısımlarıyla ve anterior singulat ile yakından ilişkili olduğu yolundadır (MacLeod,1991). Bu test aynı zamanda, konsantrasyon ve çeldiricilere direnebilme yeteneği hakkında fikir vermektedir. Bilindiği üzere prefrontal korteks, sisteme bütün kaynaklardan (duyusal sistemler, limbik sistem, subkortikal yapılar) gelen bilgileri toplar, bütünleştirir, formülleştirir, uygular, denetler, değişiklikler yapar ve yargılar. Sonuçta ortaya çıkarılacak davranışa karar verir. Frontal lobun çok yönlü yapısı, yönetsel süreçlerde büyük rol oynamaktadır. Yürütücü işlevler, davranışsal ve bilişsel açıdan önemli olan karmaşık dikkat, inhibisyon, çalışan bellek, bilişsel esneklik, hedef seçimi, planlama ve organizasyon becerilerini içeren, bir dizin örokognitif süreçler anlamına gelmektedir (Mazzocco ve Kover 2007; Lezak ve ark., 2004; Powell ve Voeller 2004, Pennington ve Ozonoff 1996). Dolayısıyla frontal lob ve “yürütücü işlevler” iç içe geçmiş kavramlardır. Öyle ki Romine veReynolds (2004)’a göre, yönetici işlevler ve frontal lob kavramları, sıklıkla birbirinin yerine kullanılan, daha basit düzeydeki fonksiyonların kontrolünü ve yönlendirilmesini kapsayan, bütünleşmiş bilişsel işlevleri temsil etmektedir. Bu noktadan hareketle güvenli bağlanması olan kişilerin prefrontal kortekslerinin daha gelişmiş olduğu söylenebilir (Schore, 2000). Böyle olunca da güvenli bağlanması olan kişilerin mevcut çalışmada da gösterildiği gibi, dikkat süreçlerini daha iyi yönetebildiği ileri sürülürken, aradaki önemli değişkenin de “duygu (anksiyete) yönetimi” olduğunu söylemek hatalı olmayacaktır. İleride yapılacak çalışmalarda anksiyete yönetiminin de dikkate alındığı fMRI kullanımının da devreye sokulması bu konuda bize daha fazla bilgi verecektir. Diğer deyişle katılımcılar BTZTÖ’den aldıkları güvenli ve güvensiz bağlanma boyutlarına göre, “en güvenli bağlanmalar” ve “en güvensiz bağlanmalar” şeklinde ayrıştırıp, fMRI’da çeşitli bilişsel görevler sırasında incelenebilir.
Güvenli ve güvensiz bağlanmanın, kişinin kendi hayatını değerlendirme indeksleri ile ilişkilerine bakıldığında, içinde büyümüş olduğu aileye, kendine, geleceğine ve ekonomik durumuna ve kişilerarası ilişkilerine yönelik değerlendirmelerin beklenildiği yönde olduğu gözlenmiştir (Bkz. Tablo 5.4). Öylegörünüyor ki güvenli bağlanan bireylerin, ailelerini, kendilerini (fiziksel ve ruhsal olarak), kişilerarası ilişkilerini, geleceklerini ve ekonomik durumlarını daha olumlu algıladıkları ileri sürülebilir (ya da bütün bu değişkenler açısından olumlu değerlendirmeleri olanların, güvenli bağlanmaları olduğu da düşünülebilir). Bu bulgu BTZTÖ’nün çıkış noktası olan, bağlanmanın kişinin kendisi, diğerleri ve dünyayı algılamada bir ölçüt olduğu bilgisiyle de tutarlı görünmektedir (Bowlby, 1973). Kişinin yaşamının erken dönemlerinde, aile ve yakın çevreden başlamak suretiyle, kişilerarası ilişkileri bağlamında oluşan kendilik algısı, diğerlerine ve hayata yönelik algıları, onun duygularını, düşüncelerini ve temel inançlarını, diğer bir deyişle şemalarını yaşam boyu biçimlendirecektir (Beck ve Emery, 2006; Young ve ark., 2003; Ainsworth ve Bowlby, 1991). Oluşan bu şemalar, kişinin psikolojik sağlığıyla da yakından ilişkilidir (Dozois ve ark., 2009; Riso ve ark., 2006; Young ve Ball, 2000; Padesky, 1994). İlgili yazında, kişilerin kendilerini, yaşamlarını ve genel olarak ilişkilerini negatif olarak değerlendirmelerinin, psikolojik belirtilere yatkınlık oluşturması acısından beklendik bir sonuç olduğu ileri sürülmektedir (Şahin ve ark., 2011; Şahin ve Yaka, 2010; Ozbay ve ark., 2002; Harris ve Curtin, 2002). Mevcut çalışmada da psikolojik belirtilerin, güvensiz bağlanma ile ilişkisi Tablo 5.1’de belirtilmişti. Dolayısıyla, olumsuz bir genel yaşam değerlendirmesinin, güvensiz bağlanmayla dolayısıyla psikolojik belirtilerle-; olumlu bir değerlendirmenin ise güvenli bağlanmayla ilişkili olduğu söylenebilir. Bu noktadan hareketle genel yaşam değerlendirmesinin güvensiz bağlanma ve psikolojik belirtiler arasında aracı bir rolü olabileceği de düşünülebilir.
6.2. ANKSİYETE DÜZEYİNE GÖRE FARKLILAŞAN GRUPLAR ARAŞTIRMA DEĞİŞKENLERİ AÇISINDAN NE TÜR FARKLILIKLAR GÖSTERMEKTEDİR?
Bulgular bölümünden de hatırlanacağı gibi üç grup, sürekli kaygı ölçeğinde aldıkları puanlar açısından karşılaştırılmış ve anksiyetesi düşük grupla, anksiyetesi yüksek ve hasta grubun kaygı puanları arasında, beklenen yöndefarklılıklar gözlenmiştir (Bkz. Tablo 5.5). Ancak, anksiyetesi yüksek grubun sürekli kaygı puanları, hasta grubun puanlarından biraz daha yüksek bulunmuştu. Aslında pek de beklenmeyen bu bulgunun bir açıklaması, hasta grubun bir yandan da tedavilerini sürdüren bir grup olması olabilir. 3 Araştırmaya dahil edilen hasta grubun sadece 7’si (%17) henüz bir ilaç kullanımı olmadığını, geri kalan 34 kişi (%83) iseuzun zamandır anti-depresan ve anksiyolitik ilaç kullandıklarını beyan etmişlerdir
3 Araştırmanın yöntem bölümünde belirtildiği gibi başlangıçta poliklinik psikiyatristleriyle yapılan anlaşmada hastalarını tedaviye başlamadan önce araştırıcıya yöneltmeleri konuşulmuştu. Bununla beraber bu koşul ancak 12 hasta ile sağlanabilmişti. Araştırıcıya gönderilen hastaların büyük bir bölümü ise araştırıcının elinde olmayan nedenlerle, tedavileri başlamış olan hastalardan tamamlanmış oldu (gelmiş hastanın geri gönderilememesi için uygulamaya devam edildi). Bunlar arasından tedaviye başlamamış olanların seçilmesi düşünüldü. Ancak daha sonra araştırıcının kendisinin özelnedenleriyle, bu “uygun olanı seçme yöntemi” çok uzun zaman sürdürülemedi.
(Hasta örneklemini oluşturan 41 kişinin, 11’i son 6 aydır, 6’sı son bir yıldır, 17’si ise 2 yıl ile 26 yıldır tedavi görmekte olduklarını belirtmişlerdir).
Söz konusu açıklamaya bir başka kanıt olarak da, hasta grubun depresyon, hostilite, olumsuz benlik ve somatizasyon puanları açısından da (anksiyetesi düşük gruptan anlamlı bir şekilde farklılaşmakla beraber), anksiyetesi yüksek gruptan anlamlı olarak daha düşük puanlar almalarını gösterebiliriz (Bkz. Tablo 5.8). Hastaların almakta oldukları ilaçlar bir yandan anksiyetelerini düşürürken, diğer yandan diğer semptomlarını da bir miktar düşürmüş olabilir. Diğer deyişle hastalar (büyük olasılıkla almış oldukları tedavi nedeniyle) anksiyetesi yüksek olan grupkadar anksiyeteli, depresyonlu, öfkeli vb. değillerdir. Ancak semptomlardaki bu azalma onları yine de, düşük anksiyete düzeyindeki kişilerin durumuna indirmemiştir. Bu durumda, mevcut araştırmadaki bulguların yorumları, temelde “anksiyetesi düşük” kişiler ile “anksiyetesi yüksek” olanlar (hastalar da dahil olmak üzere) arasındaymış gibi değerlendirilirse, daha bir anlam kazanacaktır.
Mevcut araştırmada, anksiyetesi düşük kişiler ile anksiyetesi yüksek ve hasta grupları arasında çeşitli psikolojik semptomlar açısından yapılan karşılaştırmalarda, anksiyetesi düşük olan kişilerin depresyon, hostilite, olumsuz benlik algısı ve somatizasyon belirtileri açısından anksiyetesi yüksek olanlardan anlamlı düzeyde daha düşük puanlar almış oldukları gözlenmektedir.
İlgili yazında da anksiyete bozukluklarında birçok duygu durum bozukluğu gibi somatizasyonun da yüksek oranda ve eş zamanlı görülebildiği belirtilmektedir (örn; Rosenbaum ve Pollock, 1994). Olumsuz benlik algısı ile hostilite açısından elde edilen sonuçlar da, yazındaki diğer çalışmalarla da paralellik göstermektedir (Wilson ve Rapee, 2005; Kirkcaldy, Eysenck, Furnham ve Siefen, 1998). Ülkemizde Şahin, Batıgün ve Uzun (2011) tarafından yapılan bir çalışmada, anksiyete bozukluğu hastalarının, karşılaştırma grubundaki bireylere göre kişilerarası ilişkilerinde daha baskın, öfkeli, kaçıngan, duyarsız, manipülatif ve küçümseyici tarzları kullandıkları belirlenmiştir. Bu tarzların da kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlikle güçlü ve anlamlı ilişkilerinin olduğu saptanmıştır. İlgili yazında ayrıca, anksiyeteli bireylerin kişilerarası ilişkilerinde kendilerini fazla ortaya koymayan koruyucu sosyal stratejiler kullandıkları (Langston ve Cantor, 1989;Alden ve Bieling, 1998), çatışma yaşamaktan ve duygu belirtmekten kaçındıkları, (Davila ve Beck, 2002; Oakman, Gifford ve Chlebowsky, 2003) daha fazla kişilerarası ilişki zorlukları yaşadıkları ve diğerleri üzerinde bıraktıkları izlenimleri daha olumsuz değerlendirdikleri (Eng ve Heimberg, 2006) de belirtilmektedir.
Bulgular bölümünde görüldüğü gibi (bkz. Tablo 5.5), anksiyetesi düşük ve anksiyetesi yüksek (hasta grup dahil) kişiler, güvensiz bağlanma açısından da, anlamlı olarak ve beklenen yönde farklılaşmışlardır. Bu bulgulardan hareketle şusöylenebilir: Yüksek anksiyeteli kişiler (hastalar dahil), gerek kendilerini, gerekse ebeveynlerini daha olumsuz olarak algıladıklarını ifade etmektedirler. Bağlanma Temelli Zihinsel Temsiller Ölçeği’ne dayalı olarak gözlenen söz konusu bu bulgu, bir yandan da indeks puanları açısından yapılan karşılaştırma bulgularıyla desteklenebilir (bkz. Tablo 5.9). İlgili tablodan da görülebileceği gibi kendini değerlendirme, kişilerarası ilişkilerini ve geleceği değerlendirme açısından, hastalar ve anksiyetesi yüksek kişilerin puanları, anksiyetesi düşük olanlardan daha olumsuzdur. Bu bulgular da, toplu olarak ilgili alanyazınla tutarlıdır. Nitekim Bowlby (1973) de güvensiz bağlanması olan bireylerin kendilerine, diğerlerine ve dünyalarına yönelik olumsuz şemalar geliştirebileceklerini belirtmiştir. Yapılan bir başka çalışmada mevcut araştırma bulgularını daha dolaylı yoldan destekleyecek şekilde, güvenli bağlananlara oranla, güvensiz bağlananların anksiyete düzeylerinin daha yüksek olduğu belirtilmiştir (Allen ve ark., 1998). Takako (1994) sosyal kaygılı bireylerin ebeveynlerinin, kontrol etmeye, kural koymaya, aşırı korumaya ve çok az duygusal destek vermeye eğilimli olduğunu belirtmektedir. Yazındaki diğer araştırmalar da, sosyal kaygılı bireylerin ebeveynlerini, aşırı koruyucu, ilgi bakımından eksik, reddedici kişiler olarak algılama eğiliminde olduklarını göstermektedir. Bir araştırmada Eastburg ve Johnson (1990), sosyal kaygısı düşük olan kız öğrencilerle kıyaslandığında, sosyal kaygısı yüksek olan üniversiteli kız öğrencilerin, babalarını daha çok reddedici, daha çok ihmal edici ve daha çok otoriter, disiplin kullanan kişiler olarak; annelerini ise daha çok ihmal edici ve aşırı koruyucu olarak değerlendirdiklerini belirtmişlerdir. Günay ve ark. (2008), lise son sınıf öğrencilerinde durumluk-sürekli anksiyete düzeyi ile ilişkili faktörleri inceledikleri çalışmalarında, kendi sağlık durumunun kötü olduğunu düşünen, aile bireyleri ve arkadaşları ile ilişkileri iyi olmayan, kendi geleceği ve ülke geleceği konularında umutsuz olan öğrencilerin anksiyete düzeylerinin daha yüksek olduğunu bulmuşlardır. Gelecekle ilgili belirsizliklerin ve olumsuz beklentilerin, anksiyete düzeyini etkilemesi beklenen bir durumdur. Mardin’de, lise son sınıf öğrencileri üzerinde yapılan başka bir araştırmada da, anksiyete puanı yüksek olan öğrencilerde, gelecekten umutsuzluk daha yüksek bulunmuştur (Ceylan ve ark., 2003). Belki de burada, gelecekle ilgili beklentiler ve anksiyete düzeyi arasında karşılıklı etkileşimden söz etmek mümkündür. Sosyoekonomik durumlar gibi faktörlerin etkisiyle kişilerin, kendi gelecekleri konusunda umutsuz olmaları, anksiyete düzeylerini yükseltebilir. Öte yandan da, anksiyete düzeyi yüksek olan kişiler de kendileri ve çevreleriyle ilgili durumları daha olumsuz algılayıp, kendi gelecekleri hakkında daha umutsuz olabilirler. Mevcut araştırmada da görünen o ki, anksiyete bozukluğu tanısı almış bireyler ve yoğun anksiyete yaşayan ancak tanısı olmayan bireyler, diğerleriyle ve karşı cinsle olan kişiler arası ilişkilerini daha olumsuz değerlendirmekte, kendilerini daha az arkadaşa sahip ve yalnız olarak nitelendirmektedir. Rubin, LeMare ve Lollis’e göre (1998) çekingenlik, utangaçlık, düşük benlik saygısı ve özellikle sosyal anksiyete, yalnızlıkla doğrudan ilişkisi olan kişisel özelliklerdir.
Ancak BTZTÖ ile ölçülmeye çalışılan bağlanma alt boyutları söz konusuolduğunda, ortaya çıkan durum, biraz daha beklentilerin dışında olmuştur (Bkz. Tablo 5.6). Söz konusu üç grup BTZTÖ’nin alt boyutları açısından kıyaslandığında, hasta grubun olumlu anne, olumlu baba, olumsuz baba ve olumlu kendilik değerlendirmelerinin, anksiyetesi düşük gruptan farklılaşmadığı görülmüştür. Aynı şekilde, indeks puanlarından elde edilen aileye yönelik değerlendirmede de (bkz. Tablo 5.9) benzer bir beklenmeyen durum ortaya çıkmıştır. Her iki karşılaştırmada da anksiyetesi düşük olan kişiler ile anksiyetesi yüksek olanlar arasında beklenen yönde farklılaşmalar gözlenirken, hasta gruptaki kişilerin, gerek güvenli bağlanma alt boyutlarından olumlu anne, olumlu baba, olumlu kendilik puanları, gerekse ailenindeğerlendirilmesi puanları, anksiyetesi düşük grubun puanlarından farklılaşmamıştır.
Diğer deyişle, hasta grubun puanlarının bu açıdan da anksiyetesi yüksek grup puanlarına benzemeleri beklenirken, tam tersi, anksiyetesi düşük grup puanlarına benzedikleri görülmüştür. Bu durumu hasta grubun almakta olduğu tedaviyle açıklamak da pek mümkün görünmemektedir, çünkü dikkat çelinmesi puanları (bkz Tablo 5.7) ve diğer semptomlar söz konusu olduğunda (bkz Tablo 5.8), hasta grubun, anksiyetesi yüksek olan gruba daha çok benzdiği gözlenmiştir.
Diğer deyişle, hastaların aldığı ilaçların, kişilerin anne/babalarını ve ailelerini algılamalarını değiştirebileceği beklenemez. İlaçlar belki anksiyetelerini,depresyonlarını, hostilitelerini bir miktar etkileyebilir ki, belirtilmiş olduğu gibi, buolumlu yönde değişme bile onları ancak, anksiyetesi yüksek fakat tanı almamış kişilerin durumuna getirebilmiş gibi görülmektedir (anksiyetesi düşük kişilerin değil). Ayrıca, aynı türden bir olumlu değişim (anksiyetesi düşük olanlarabenzemek), hastaların kendilerini, kişiler arası ilişkilerini ve geleceklerini değerlendirmelerinde gözlenmemektedir (Tablo 5.9). Diğer deyişle konu sanki hastaların, BTZTÖ’nde ve indeks puanlarının oluşturulduğu maddelerde ebeveyn değerlendirmelerini yaparken, daha yanlı işaretlemeler yapmış olabilecekleriyle ilişkili olabilir. Belki bu yöndeki olumlu değerlendirmeler, insan hasta ikenyaşanabilecek sevgi, şefkat ihtiyacının bir yansımasıdır. Diğer deyişle ebeveynlerin ve ailenin bu nedenle idealize edilmiş olmalarıyla ilişkili olabilir. Çünkü söz konusu bağlanma eğer gerçek türden bir güvenli bağlanma olsaydı, hasta kişilerdeki semptom düzeylerinin, dikkat puanlarının da olumlu yönde, anksiyetesi düşük kişilere benzemeleri gerekirdi. Diğer deyişle, güvenli bağlanmayla ilişkili diğer göstergeleri de (örneğin güvensiz bağlanmanın daha düşük olması gibi) hasta grupta gözlemek mümkün olurdu. Oysaki hasta grup, diğer tüm açılardan anksiyetesi yüksek gruba benzeyip, sadece güvenli bağlanma (Tablo 5.6) ve olumlu aile değerlendirmesi (Tablo 5.9) açısından anksiyetesi düşük gruba benzemektedir.
İndekslerden alınan diğer puanlar açısından bakıldığında da, anksiyetesi yüksek olan her iki grup (tanısı olmayanlar ve hasta), kendi aralarında farklılaşmamakla birlikte, düşük anksiyeteli gruba oranla, kişiler arası ilişkilerini, kendilerini, geleceklerini ve ekonomik durumlarını daha olumsuz olarak değerlendirmişlerdir.
Kuşkusuz bir başka neden olarak BTZTÖ’nin güvenli bağlanma boyutunun, güvensiz bağlanma kadar duyarlı olmayabileceği de akla gelebilir. Ancak, mevcut çalışmanın bulgularına göre, pek çok açıdan anksiyetesi yüksek gruba benzeyen hasta grubun, sadece bu iki değişken (güvenli bağlanma ve aile değerlendirme indeksi) açısından anksiyetesi düşük gruptan farklılaşmaması, bu ihtimalin çok fazla vurgulanmasına izin vermemektedir.
Bilgi işleme (Stroop Testi puanlarına göre) açısından yapılan karşılaştırmalar da ilgili yazınla tutarlıdır (Bkz. Tablo 5.10). Bilindiği gibi Stroop Testi, beynin yüksek düzey frontal korteks işlevlerini değerlendirmeye yarayan, ketlemeyi ölçülmektedir. Bu ketleme türü, olağan olmayan bir davranışı yapabilmek için, alışılmış bir davranışı bastıramama ile ilgilidir. Yani, temel olarak, zamana ve verilenişe bağlı olarak, “dikkatin yoğunlaştırılmasını ve sürdürülebilmesini”, “araya karışan bozucu uyaranlara karşı direnebilmeyi”, “uygunsuz uyaranları ve uygunsuz tepki eğilimlerini durdurup, bastırabilmeyi” içermektedir. Stroop etkisi, rengi söylemeye odaklanan bir bireyde aynı zamanda, renk ismini okuma eğiliminin de bulunmasından kaynaklanmaktadır (Burke ve Light, 1981). Her bir kart için hata, düzeltme ve tepki süresi puanları hesaplanmaktadır. Stroop Testi TBAG Formundaki 5 kartın her birinden üç tür puan hesaplanmaktadır: Bunlar, testin uygulanması süresi, hata sayısı ve katılımcının düzelttiği tepkilerinin sayısıdır. Stroop Testi’nde bozuk performans, okuma gibi alışılmış (veya otomatik) bir tepkiye karşı koyamama ve bu nedenle de renk söyleme süresinin uzaması veya yanlış rengin söylenmesi şeklinde kendini göstermektedir (Karakaş, 2004). Görüldüğü gibi, Stroop Testi altboyutları puanları (5. Kart puanları da dahil) ile elde edilen “dikkat çelinmesi/dikkatin yönetilememesi” puanları açısından değerlendirildiğinde, anksiyetesi düşük ve anksiyetesi yüksek (hastalar dahil) gruplar, birbirlerinden anlamlı biçimde farklılaşmışlardır. Anksiyetesi düşük olan kişilerin dikkat çelinmeleri, diğer iki gruba kıyasla daha az düzeydedir. Benzer bir ifadeyi bu kişilerin düzeltme puanları açısından da söylemek mümkündür. Toplam düzeltme ve 5. Kart düzeltme puanları açısından bakıldığında, anksiyetesi yüksek ve hasta gruplar arasında bir farklılık gözlenmemiştir. Ancak toplam hata ve 5. Kart hata alt boyutunda, hastalar ve anksiyetesi düşük grup açısından anlamlılığa varan bir farklılık bulunmazken, anksiyetesi yüksek olanların hata puanlarının hasta gruptan daha yüksek olduğu gözlenmiştir. Hasta grubun hata puanlarının, anksiyetesi yüksek olanlardan daha düşük, anksiyetesi düşük olanlara yaklaşık olması, bir miktar, 5. Kart süre puanlarındaki yükselmeyle açıklanabilir. Stroop Testi toplam süre puanları açısından bakıldığında, anksiyetesi düşük grup ile anksiyetesi yüksek grup arasında anlamlı farklılık olmamakla beraber, hasta grubun süre puanı, sadece anksiyetesi düşük gruptan yükselmiştir. 5. Kart süre puanları açısından bakıldığında ise hasta grubun, Stroop etkisinin altın standardı olarak ölçülen testin 5. Bölümünü (5. Kart), her iki gruptan da daha uzun sürede tamamladığı ileri sürülebilir. Diğer deyişle, hastaların 5. Kart için Stroop testini tamamlama süresi, anksiyetesi yüksek olan ve düşük olan gruplardan anlamlı olarak daha uzun sürmüştür. Aynı farklılığın, Stroop Testi toplam ve 5. Kart hata puanları ve düzeltme puanları açısından gözlenmemesi, anksiyetesi yüksek grubun daha çok hata ve anlamlılığa varmasa da daha çok düzeltme yapıyor gibi görülmesi, süredeki bu artışın, alınan ilaçlarla ilişkili olabileceğini (beyin işlevlerini de yavaşlatıyor olması) düşündürmektedir. Bununla beraber süredeki bu artış, bilgi işleme açısından (hata yapma ve düzeltme) bakıldığında onların performansını biraz daha iyi etkiliyor olabilir. Bu bulgular, ilgili yazındaki çalışmalarla da uyumludur (Bar-Haim, Lamy, Pergamin, Bakermans- Kranenburg, ve van IJzendoorn, 2007; Asmundson, Sandler, Wilson, ve Walker,1992; Buckley ve ark., 2002). Bilindiği gibi anksiyetenin varlığı, dikkatteki bozulmayı ve bilgi işleme süreçlerindeki hatayı artırmaktadır. Anksiyete ve bilgi işleme süreçlerini inceleyen ilgili yazında, bu bilgiyi destekleyen çok sayıda araştırma bulunmaktadır (Teachman, Smith-Janik ve Saporito, 2007; Lavy ve ark., 1994; Foa ve ark., 1993). Yüksek anksiyete veya anksiyete bozukluğu gösteren kişilerin, bilgi işleme sürecinin tüm aşamalarında aksaklıklar bulunmaktadır. Dikkat seçici olarak tehdit kaynağına odaklanmakta, belirsiz uyaranlar tehdit edici olarak yorumlanmakta ve tehdit içeren bilgi daha iyi hatırlanmaktadır (Kindt ve Van DenHout, 2001; Gökler, ed., 2009).
Mevcut çalışmada, anksiyetesi yüksek olan grubun Stroop performansından, onların bilgi işlemelerinde de ilgili yazında söylenen bozulmaların olduğusöylenebilir. Öyle görünüyor ki, tanı alan hasta grup, diğer deyişle anksiyetenin enyüksek olmasının beklendiği grup, ilaç kullanımı olsa bile dikkat çelinmesi ve süre açısından daha kötü performans göstermektedirler. Bu bulgular yazındaki araştırmalarla da uyumludur. Bir çok çalışma, anksiyete bozukluğu tanısı almışhastalarda dikkatte daha fazla bozulma ve dikkat yanlılığı, başka deyişle yürütücü işlevlerde tıkanma yaşandığını göstermektedir (örn.; Maidenberg, Chen, Craske, Bohn ve Bystritsky, 1996; McNally, Riemann ve Kim 1990; Sher ve ark., 1989; Rubenstein ve ark., 1993 MacLeod, 1991, Leckmann ve ark. 1994, Modell ve ark. 1989).
6.3. ANKSİYETENİN ÇEŞİTLİ DÜZEYLERİNDE BİLGİ İŞLEMEYİ YORDAYAN ARAŞTIRMA DEĞİŞKENLERİ HANGİLERİDİR?
Mevcut çalışmada sorulmuş olan üçüncü soru da anksiyete düzeylerinin farklılaşması durumunda, Stroop Testi ölçümleri ve dikkatin çelinmesiyle tanımlanmış bilgi işleme sürecini hangi araştırma değişkenlerinin yordayacağı idi. Bu sebeple her bir toplam Stroop puanı ile 5. Kart için alınan puanları ve dikkatin çelinmesi/yönetilememesi değişkenleri için ayrı gruplarda hiyerarşik regresyon analizleri yapılmıştır.
Yapılan hiyerarşik regresyon analizinde, toplam süre değişkeni için, anksiyetesi düşük olan grupta sadece yaş ve olumlu kendilik boyutlarının yordayıcı olduğu görülmüştür. Anksiyetesi yüksek grupta eğitim yordayıcı değişken olarak devreye girerken, hasta grubunda da eğitim düzeyine bir de yaş değişkeni eklenmiştir. Anlaşılan o ki anksiyete düzeyi yükseldikçe, bağlanmanın yordayıcı etkisi kaybolmakta, onun yerine eğitim düzeyi devreye girmektedir. Burada da görüleceği gibi, daha sonra yapılacak çalışmalarda, gruplar arası karşılaştırma yapılacaksa, hem örneklem sayılarının arttırılmasına hem de grupların yaş, eğitim düzeyi gibi demografik değişkenler açısından denkleştirilmesine dikkat edilmelidir. Örneklem sayısı arttırıldığı takdirde yapılabilecek KOVARYANS analizlerinde, yaş, eğitim düzeyi, cinsiyet ve depresyon da belki kovaryant olarak alınabilir.
5. Kartın süresi açısından bakıldğında ise bu grupta, BTZTÖ-olumlu baba alt boyutunun yordayıcı olduğu gözlenmiştir. Anksiyetesi yüksek grupta ise, toplam sürede olduğu gibi, 5. Kart süre puanlarında da eğitimin temel etkisi ortaya çıkmıştır. Hasta grubunda ise sözkonusu değişkenlerden hiçbirinin yordayıcı bir etkisi gözlenmemiştir. Bu bulgu, mevcut çalışmada karşımıza çıkan ve son zamanlarda üzerinde sıklıkla durulan babayla bağlanmanın önemini özellikle düşük anksiyete söz konusu olduğunda bilgi işleme süreçleri açısından da vurgular niteliktedir. Anksiyete düzeyi arttıkça, araştırılmasında yarar olabilecek çeşitli nedenlerle artık, bağlanmanın etkileri kayboluyor gibi görünmektedir.
Regresyon analizlerine toplam hata puanı açısından bakıldığında; anksiyetesi düşük grupta bu değişkeni tek başına KSE-olumsuz benlik değişkeninin yordadığı, 5. Kart hata puanı açısından bakıldığında ise KSE-depresyonun yordadığı bulunmuştur. Anksiyetesi yüksek grupta ise toplam hata ve 5. Kart hata puanının her ikisini birden, yaş ile birlikte KSE-somatizasyon belirtilerinin yordadığı gözlenmiştir. Hasta grupta ise toplam hata açısından denkleme giren hiçbir yordayıcı değişken gözlenmemekle birlikte, 5. Kart hata puanı için iki değişken yordayıcı olarak bulunmuştur. Bunlardan ilki yaş, ikincisi ise geleceğinin ve ekonomik durumunun değerlendirilmesidir.
Toplam düzeltme ve 5. Kart düzeltme puanları açısından bakıldığında ise, anksiyetesi düşük grupta, bu değişkenlerin her ikisini birden, yaş ve KSE-olumsuzbenliğin yordadığı gözlenmiştir. Anksiyetesi yüksek olan grupta ise hiçbir değişken eşitliğe girmezken, hasta gruba bakıldığında toplam düzeltme puanını yaşın; 5. Kartdüzeltme puanını ise tek başına BTZTÖ-olumlu baba algısının yordadığı bulunmuştur.
Regresyon analizlerinden elde edilen bütün bu bulguları toplu halde ve araştırma soruları bağlamında değerlendirdiğimizde, öncelikle söylenebilecek şey şudur: Bağlanma bir değişken olarak dikkat süreçleri üzerindeki temel yordayıcı etkisini düşük anksiyete düzeylerindeyken daha fazla gösterir gibi görülmektedir. Nitekim Stroop Testi’nin en çok kullanıldğı boyutlarından olan Stroop Testi toplamsüre puanı açısından bakıldığında, bu değişkeni BTZTÖ-olumlu kendilik puanının yordadığı (yaş artışı ile birlikte ele alınırsa) söylenebilir. 5. Kart süre puanı açısından bakıldığında ise aynı grupta (anksiyetesi düşük olanlarda) yaş devreden çıkıp, BTZTÖ-olumlu baba puanları devreye girmektedir. Bu iki değişken de BTZTÖ’nin “güvenli bağlanma” boyutunu oluşturan alt değişkenlerdir ve bu değişkenlerden alınan puanlar düştükçe dikkat çelinmesi/dikkatin sürdürülememesi (Stroop Testitoplam süre ve 5. Kart süre ile tanımlanan) artmaktadır. Bu grupta (anksiyetesi düşük) olumlu kendilik ve olumlu baba puanlarının bir şekilde belirginleşmiş olması, yetişkin bağlanmasında “kendilik temsillerinin” ve “olumlu baba” temsilinin önemine işaret ediyor olabilir (Soysal ve ark., 2005; Biller, 1993). Ancak, StroopTesti süre puanları bağlamında, anksiyete düzeyleri yükseldikçe “eğitim”in ve “yaş”ın önemli değişkenler olarak devreye girmesi ve bağlanma değişkenini devreden çıkması ilginçtir. Bu durumda bir ihtimal, anksiyetenin bozucu etkisi, eğitim düzeyinin düşüklüğü ile etkileşmekte, olumlu kendilik ve olumlu baba puanlarının etkisi ise bu iki değişkenin içinde kaybolmaktadır. Nitekim olumlu baba ve anksiyete arasındaki (r=-.35; p<.01) ve olumlu kendilik ve anksiyete arasındaki (r=-.50; p<.01) yüksek düzeydeki ilişkilere bakılacak olursa (bkz. Tablo 5.1) (ki bu ilişkiler toplam örneklem üzerinden saptanmıştır) bunu söylemek biraz daha anlam kazanabilmektedir. Anksiyete ve söz konusu iki bağlanma değişkeni arasındaki ilişkiler, Stroop Testi toplam süre ve 5. Kart süre ile ilişkilerine bakıldığında (bkz. Tablo 5.2 ve 5.3) gözlenmemektedir. Bu analizde yaş ve eğitim düzeylerinin devreye girmesi ise dikkat süreçlerinin, bir bilgi işleme boyutu oluşu, bilgi işlemenin de yaş ve eğitime göre değişebileceği bilgileriyle açıklayabiliriz. Niterki Stroop Testi puanlamasında yaşlara ve eğitim düzeyine göre ayrı normlar kullanılması da bunun bir göstergesidir.
Regresyon analizinde, anksiyetesi düşük kişilerde toplam hata, toplamdüzeltme ve 5. Kart düzeltme puanlarını KSE-olumsuz benliğin yordaması, olumsuz kendilik temsillerinin dikkat çelinmesindeki, rolünün önemine işaret ediyor olabilirken (ki bu noktada KSE-olumsuz benlik puanlarının BTZTÖ’nin olumsuz kendilik puanlarınyla da örtüştüğü ve belki de onu kapsadığı düşünülebilir); 5. Kart hata puanı için KSE-depresyon belirtilerinin yordayıcı olması, hastalık düzeyinde olmasa bile depresif belirtilerin dikkat performansını etkiliyor olabileceğini düşündürmektedir. İlgili yazında, depresif belirtiler gösteren kişilerin duygudurumlarına uygun bir bilgi işleme yanlılığı sergiledikleri üzerinde sıklıkla durulmaktadır (Ingram, 1984; Franke ve ark., 1993; Degl Innocenti ve ark.,1998). Philips, Bull ve arkadaşları (2002) tarafından yapılan bir çalışmada, olumsuz duyudurumun dikkat perfromansı gibi yürütücü işlevlerde olumsuz etkisinin; olumlu duygudurumun da bu işlevlerde olumlu etkisinin olduğu gösterilmiştir. Anksiyetesi yüksek olan grupta ise toplam hata ve 5. Kart hata puanlarının her ikisini, yaş veKSE-somatizasyon değişkenlerinin yordaması, somatizasyon gibi anksiyeteye çoğunlukla eşlik eden belirtiler işin içine girdiğinde dikkatteki çelinmeyle ilişkili olabileceğini düşündürebilir. Öyle görünüyor ki hastalık boyutunda olmasa da bu belirtilerin varlığı dikkat süreçlerini etkilemektedir. Nitekim somatik belirtiler yaşayan olgularda ilgili yazında, nöropsikolojik testler, dikkat, uyanıklık, yakın bellek ve bilgileri bir araya getirme ve bütünleştirme gibi bilişsel süreçlerdeki bozulmaya işaret ettiği ifade edilmektedir (Sağduyu, 2001). Hasta grubunda ise toplam hata açısından hiçbir değişken yordayıcı olarak gözlenmezken, 5. Kart hata puanını yaşın ve gelecek ve ekonomik durumun değerlendirilmesinin yordadığı gözlenmiştir. Ancak, bu bulgularıyla ilgili herhangi bir yoruma gidilememiştir. İlginç olan başka bir nokta ise hasta grupta BTZTÖ-olumlu baba algısının 5. Kart düzeltme puanını tek başına yordamasıdır. Güvenli bağlanma alt boyutlarından olan olumlu baba alt boyutu, diğer deyişle “olumlu baba temsili”nin dikkat perfromansındaki kendine güvenle de ilişkili olabileceği düşünülebilir. Çünkü 5. Kart düzeltme puanı ayrıntılı olarak düşünüldüğünde Stroop hata performansından daha farklı bir bilişsel mekanizmayı içerdiği, hatayı fark edip, düzeltme eğiliminin varlığına işaret ettiği ileri sürülebilir. Hal böyle olunca bu performansın daha karmaşık bilişsel süreçler ve farkındalık gerektirdiği ve bunun da olumlu baba algısının artmasıyla ve de dolaylı olarak güvenli bağlanma ve olumlu kendilik algısının artmasıyla bağlantılı olabileceği düşünülebilir.
Eğitim ve yaşın Stroop Testi ölçümlerini üç grupta da yordaması beklendikbir durumdur. Eğitimin etkisine ilişkin bu bulgu, Corbitt’in (1978), okumabecerisiyle Stroop performansı arasında ilişki olduğu yönündeki bulgusuyla da tutarlıdır. Çalışmalar yaşa ve eğitim düzeyine bağlı farklı hesaplanan normatif verilerden söz etmektedir. Stroop Testi TBAG Formunun Türk kültürüne standardizasyonu kapsamında yapılan çalışmalarda, tamamlama süresi puanlarının tümünde yaş ve eğitimin etkileri anlamlı bulunmuş, tamamlanma süresi puanları yaşa bağlı artış gösterirken eğitim düzeyine bağlı olarak ise azalma göstermiştir (Karakaşve ark., 1999). Eğitimin etkisine ilişkin bu bulgu Corbitt’in (1978) okuma becerisiyle Stroop performansı arasında ilişki olduğu yönündeki bulgusuyla da uyumludur. Yaş ve eğitim değişkenleriyle ilgili olarak verilere Tukey Testi uygulanmış, aralarında anlamlı fark olmayan yaş ve eğitim düzeyleri kendi içlerinde birleştirilmiştir. Yüzdelik ve ayrıca da standart puan cinsinden hesaplanmış, hesaplanan normatifveriler, böylece, 20-34, 35-49, 50-64 yaş grupları için ve 5-8 yıl ile 9 yıl ve üstündeki eğitim düzeyleri için ayrı ayrı hazırlanmıştır (Karakaş ve Başar 1993, Karakaş veark.,1999)
6.4. ÇALIŞMANIN KATKILARI/ KLİNİK DOĞURGULARI
Son zamanlarda bilişsel süreç ve yapıların, insan psikolojisi ve bu bağlamda,psikolojik bozukluklarla ilişkisi konusunda yapılan çalışmaların artmasıyla, yeni araştırma konuları ortaya çıkmaktadır. Yetişkinlikte bağlanma konusu ve anksiyete uzunca bir süredir çalışılmaktadır. Ancak bilgi işleme paradigması ve buna bağlı ölçüm araçları, son yıllarda gelişen araştırma teknikleriyle birlikte daha fazla kullanılmaya başlanmıştır. Bu nedenle ilgili yazında, anksiyete ve anksiyete bozukluklarında normal dışı bilgi işleme süreçleri üzerinde durulmaya başlanmıştır(Gökler, ed., 2009).
Bağlanma, anksiyete ve bilgi işleme kapsamında ayrı ayrı birçok çalışma olmasına karşın, üçünü birlikte ele alan çalışma çok azdır. Bu anlamda mevcut araştırmanın ilgili yazına katkısı olması beklenmektedir. Tüm bunların yanında, bu çalışma kapsamında geliştirilen bir bağlanma ölçeğinin de alanda bu konuda duyulan sıkıntılara bir yanıt vermesi, açısından bir katkıda bulunacağı düşünülmektedir.
İlgili yazında, güvenli bağlanması olan kişilerin prefrontal kortekslerinin daha gelişmiş olduğu ileri sürülmektedir. Bu sebeple bu kapsamda yapılacak çalışmalarda, objektif yöntemlerin kullanılması da önem taşımaktadır. Beyin işleyişini değerlendiren daha ileri, nörogörüntüleme yöntemleri olmakla beraber, ekonomik nedenlerle, araştırmalarda ve tanıda kullanımları pek yaygın değildir. Günümüzde, beyinin bazı bölgelerine daha duyarlı olduğu çalışmalarla desteklenen nöropsikolojiktestler, araştırmalarda, klinik değerlendirmelerde, kullanım kolaylığı nedeniyle daha fazla tercih edilmektedir. Nörolojik muayenenin de bir parçası olan, davranışsal ve zihinsel yetiler (örneğin: bellek, dikkat, dil işlevi ve yönelim gibi), nöropsikolojik değerlendirme ile daha nesnel ve kesin olarak belirlenebilir. Bunlardan birisi de Stroop Testidir. Stroop Testi de frontal bölge faaliyetini yansıtan bir nöropsikolojik testtir. Stroop görevi, kişinin algısal kurulumunu değişen talepler doğrultusunda ve özellikle de bir “bozucu etki” altında değiştirebilme kolaylığını; alışılmış bir davranış örüntüsünü bastırabilme ve olağan olmayan bir davranışı yapabilme yeteneğini ortaya koymaktadır (Spreen ve Strauss, 1991). Sayılan bu işlevler ise, temelde,beynin frontal lob faaliyetleri ile ilgilidir (Stuss ve Benson 1984). Bu sebeple araştırmada Stroop Testi tercih edilmiştir.
Bilgi işleme süreçlerini değerlendirmek için kullanılan Stroop Testi TBAGFormu nöropsikolojik bir ölçümdür. Bu da mevcut araştırmanın güvenirliği açısından önemli bir noktadır. Ancak uluslar arası yazında anksiyete bozukluklarında bilgi işlemenin erken dönemindeki dikkat sürecinde ne olduğuyla ilgili bilgilerin büyük çoğunluğu, Stroop Testinin bir formu olan “Duygusal Stroop Bozucu Etki” çalışmalarından gelmektedir. Ülkemizde henüz bu form oluşturulmadığından,mevcut çalışmada orijinal Stroop Testi kullanılmıştır.
Mevcut araştırmanın sonuçlarına bakıldığında; bilgi işleme, anksiyete ve bağlanma arasındaki ilişkileri incelemek amacıyla yapılan bir dizi korelasyon analizisonuçları ilgili yazındaki bulgularla tutarlı sonuçlara işaret etmektedir.
Güvenli bağlanma ile Stroop etkisi arasında negatif ve anlamlı ilişkiler sözkonusuyken; güvensiz bağlanma da dikkatteki bozulmayla yakından ilişkili görünmektedir. Sonuçlar, bilgi işleme süreçleri kapsamında değerlendirildiğinde, güvenli bağlanmanın (olumlu anne algısı, olumlu baba algısı, olumlu kendilik algısı birlikte) koruyucu görevinin önemine işaret etmektedir.
Mevcut araştırmada düşük ve yüksek olmak üzere iki ayrı anksiyete düzeyine sahip gruplar değerlendirildiğinde anksiyetesi düşük ve anksiyetesi yüksek (hasta grup dahil) kişiler, güvensiz bağlanma açısından da, anlamlı olarak ve beklenen yönde farklılaşmışlardır.
Bilgi işleme (Stroop Testi puanlarına göre) açısından yapılan karşılaştırmalar da ilgili yazınla tutarlıdır. Mevcut çalışmada, anksiyetesi yüksek olan grubun Stroop performansından, onların bilgi işlemelerinde de ilgili yazında söylenen bozulmaların olduğu, daha kötü performans gösterdikleri söylenebilir.
Yapılan analizler, anksiyete düşük olduğunda, bağlanma alt boyutlarınındikkat çelinmesi ile ilişkili olduğunu, ancak anksiyete yükseldikten sonra bu ilişkinin kaybolduğunu göstermiştir. Dikkat çelinmesini, anksiyetenin düşük olduğu durumlarda, algılanan olumlu baba figürü; anksiyetenin artmasıyla birlikte ise eğitim, yaş, depresyon veya somatizasyon puanlarının yordadığı gözlenmektedir. Bu bulgu, anksiyete düzeyi düşük kişilerdeki dikkat bozulmasının daha düşük olmasında, baba ile olumlu bağların da etkisinin olabileceğini düşündürmektedir. Bu etki koruyucu bir etki olarak da ele alınabilir. Öyle görünüyor ki anksiyetesi düşük grupta bilgi işleme açısından bağlanma süreçleri daha aktif ve koruyucu bir rol üstlenirken, anksiyetenin artmış olduğu gruplarda, semptomlar devreye girerek bağlanma gibi süreçlerin etkisi belirginliğini yitirmektedir.
İlgili yazında, “olumlu baba” ya da “babaya yönelik güvenli bağlanmanın çocuğun kendine güveninin oluşmasında belirleyici bir rolü olabileceği belirtilmektedir (Soysal ve ark., 2005; Biller, 1993; Dodson, 1995). Nitekim mevcut çalışmada, olumlu baba ve olumlu kendilik, olumlu baba ve KSE olumsuz kendilik arasında gözlenen korelasyonlar da bu yorumu destekler niteliktedir (Bkz Tablo 5.1). Söz konusu tablodan da görüleceği gibi olumlu baba ve olumsuz baba ile olumsuz kendilik arasındaki korelasyonlar hem yüksek, hem beklenen yönde, hem de p<.01 düzeyinde anlamlılığa sahiptir.
Yazında bağlanma konusu çoğunlukla anne ile ele alınırken, artık son çalışmalarla da desteklendiği üzere, olumlu kendilik algısı, güvenli bağlanma ve frontal korteksin işlevlerinin daha iyi gelişmesinde, babanın katkılarının da çokönemli olduğu, mevcut çalışmada da önemli bir bulgu olarak karşımıza çıkmıştır. Olumlu baba algısı, güvenli bağlanmayla ilişkili bir alt boyut iken, olumsuz baba algısı güvensiz bağlanmayla ilişkilidir. Bu bulgu, erken dönemde çocuğun psikolojik sağlıklılığı açısından, tek başına annenin yeterli olamayacağını, babanın bu sürece aktif olarak katılımının önemli olduğunu göstermektedir. Baba ile çocuk ilişkilerinin olumlu yönde artmasının ve babanın çocuk yetiştirme sürecine aktif olarak katılımının patoloji açısından koruyucu bir görev üstlendiği açıktır.
6.5. ÇALIŞMANIN KISITLILIKLARI
Araştırmanın olumlu yanları olduğu gibi, önemli bazı kısıtlılıklarının da olduğundan söz etmek gereklidir. Mevcut çalışmanın en önemli sınırlılığı, hasta grubun gerçekten anksiyete bozukluğu olan ve henüz tedaviye başlamamış kişileri temsil ediyor olmamasıdır. Hasta grubu öncelikle, tedaviye başlamamış olanlar şeklinde planlandığı halde, uygulama sırasında bu durum, çeşitli sebeplerle gerçekleşememiştir. Böyle olunca da hasta örneklemi içerisinde tedaviye başlamış, tedaviye uzun süre devam eden veya tedaviye hiç başlamamış hastalar dahil edilmek zorunda kalınmıştır.
Hastaların ilaç kullanıyor olması, bilişsel işlevleri etkileme olasılığı açısından bu çalışmanın bir sınırlılığı olarak değerlendirilebilir. Bilişsel bozuklukların bu hastalığın bir özelliği olduğu ve ilaçların etkisinden bağımsız olduğunu düşündüren çalışmalar olmasına rağmen (Mur ve ark. 2007), daha güvenilir sonuçlara ulaşmak için, ilaç kullanmayan hasta gruplarında yapılacak karşılaştırma çalışmalarına ihtiyaç vardır. İleriki çalışmalarda bu konuya dikkat edilmelidir.
İlaç kullanımının yanı sıra hastalara tanıların günümüz hastane koşullarında (performans sistemine dayalı) ne kadar sağlıklı konulduğu da ayrı bir konudur. Mevcut çalışmada, hasta gruba tanılar, psikiyatrist (uzman doktor veya asistandoktor) tarafından, SCID veya DSM-IV ile ICD-10’a göre konulmuştur. Ancak doktorlarla hastaların yapmış oldukları görüşmelerin oldukça kısa sürmesi ve ağırlıkla ilaç üzerine yoğunlaşması da oldukça dikkat çekicidir.
Mevcut çalışmada, “normal” (tanısı olmayan) örneklem 100 kişiden oluşmaktadır. Ancak bu örneklem sayısının daha fazla olmasının, gerçek anlamda uç gruplar oluşturulmasına yardımcı olarak, daha güvenilir sonuçlar vereceği düşünülmektedir. Bireysel uygulanan Stroop Testi ile testin başında ve ardındaki görüşmeler sebebiyle işlemlerin uzun olması, örneklemin 141 olarak belirlenmesine sebep olmuştur. Gelecek araştırmalarla, daha büyük bir örneklemde çalışılarak belki de bağlanma, anksiyete ve bilgi işleme açısından bir model hazırlanıp test edilebilir.
Örneklemi oluşturan gruplar incelendiğinde, yaş ve eğitim açından eşit olmadığı görülmektedir. Bu durum da sonuçların genellenmesi açısından kısıtlılık yaratabilmektedir. Daha sonraki çalışmalar da yaş ve eğitim açısından eşit olan üçgrup seçilerek, daha net bilgiler elde edilebileceği düşünülmektedir.
Yapılan araştırmanın bir başka kısıtlılığı da yapılan ölçümlerin sadece birtanesinin objektif bir ölçüm (Stroop Testi) olmasıdır. Diğer bilgiler ise kendini değerlendirme ölçüm araçlarıyla elde edilmiştir. Tüm ölçümlerin objektif olmamasının sonuçları etkileyebileceği düşünülebilir. Örneğin benzer çalışmalar fMRI kullanılarak yapıldığında daha net bulgulara ulaşmak mümkün olabilecektir.
Araştırmanın örnekleminin büyük bir kısmının Ankara, İstanbul, Antalya ve Bursa gibi büyük şehirlerde yaşıyor olmasının da, sonuçların genellenebilmesi açısından bir kısıtlılık yaratabileceği düşünülebilir.
Tüm bu sonuçlar dikkate alındığında, anksiyete, bilgi işleme süreçleri ve bağlanma üzerine objektif ölçümlerden de yararlanılarak ve belirtilerin kısıtlılıklar da dikkate alınarak daha çok araştırma yapılması gerektiği ileri sürülebilir.
6.6. GENEL SONUÇLAR
Buraya kadar, mevcut araştırma sorularına yönelik yapılan analizler sonucuelde edilen bulgular ilgili alanyazın çerçevesinde tartışılmış, araştırmanın klinik doğurguları ve kısıtlılıkları ele alınmıştır. Elde edilen sonuçlar aşağıda maddeler halinde özetlenmiştir.
1 Araştırma değişkenleri arasındaki ilişkilere bakıldığında, bağlanma “güvenli” ve “güvensiz” olarak ele alındığında, hem sürekli kaygı hem de depresyon, hostilite, somatizasyon ve olumsuz benlik puanları ilebeklenen yönde ilişkili olduğu görülmüştür.
2 İlişkiler alt boyutlar açısından ele alındığında ise, olumlu anne alt boyutunun semptomlardan sadece ikisiyle ilişkili olduğu, olumsuz babave olumlu baba alt boyutlarının ise hemen hemen tüm semptomlarla yüksek ilişkisi olduğu bulunmuştur. Bu önemli bulgu “bağlanmada babanın rolü” konusuna vurgu yapmaktadır.
3 Bağlanma boyutlarının, Stroop Testi hata puanı, düzeltme puanı ve sürepuanları (ve 5. Kart için alınan puanlar) ile ilişkilerine de bakılmıştır. Güvenli bağlanma puanları yükseldikçe dikkatteki çelinme veya dikkatin yönetilememesi azalmaktadır. Öyle görünüyor ki güvenli bağlanma (olumlu anne algısı, olumlu baba algısı, olumlu kendilik algısı birlikte) bilgi işleme süreçleri kapsamında değerlendirildiğinde, koruyucu bir göreve sahiptir. Sonuçlara göre güvensiz bağlanma boyutu da dikkatteki bozulmayla yakından ilişkilidir.
4 Bulgular, ebeveyn ve kendilik algısının dikkat süreçlerindeki bozulmayla yakından ilişkili olabileceğini düşündürmektedir.
5 Güvenli ve güvensiz bağlanma, kişinin kendi hayatına yönelik değerlendirmeleriyle de beklenildiği yönde ilişkiler içindedir. Sonuçlara göre, güvenli bağlanan bireyler, ailelerini, kendilerini (fiziksel ve ruhsal olarak), kişilerarası ilişkilerini, geleceklerini ve ekonomik durumlarınıdaha olumlu algılama eğilimindedir. Güvensiz bağlanan bireylerin, kişiler arası ilişkilerini, geleceklerini ve ekonomik durumlarını ve ailelerini olumsuz değerlendirdikleri gözlenmiştir.
6 Anksiyetesi düşük ve anksiyetesi yüksek (hasta grup dahil) kişiler, güvensiz bağlanma açısından, anlamlı olarak ve beklenen yönde farklılaşmışlardır. Yüksek anksiyeteli kişiler (hastalar dahil), gerekkendilerini, gerekse ebeveynlerini daha olumsuz olarak algıladıklarınıifade etmektedirler.
7 Gruplar BTZTÖ’nin alt boyutları açısından karşılatırıldığında, anksiyetesi düşük ve anksiyetesi yüksek (hasta dahil) grupların güvensiz bağlanmanın olumsuz kendilik alt boyutu açısından farklılaştığı gözlenmiştir.
8 Anksiyetesi yüksek olan her iki grup (tanısı olmayanlar ve hasta), kendi aralarında farklılaşmamakla birlikte, kişiler arası ilişkilerini, kendilerini,geleceklerini ve ekonomik durumlarını düşük anksiyeteli gruba oranla, daha olumsuz olarak değerlendirmişlerdir.
9 Bilgi işleme (Stroop Testi puanlarına göre) açısından yapılan karşılaştırmalar, anksiyetesi düşük olan grubun dikkat çelinmesinin (toplam düzeltme, 5. Kart düzeltme, toplam süre ve 5. Kart süre puanlarının) anksiyeteleri yüksek olan gruptan (hasta dahil) daha az olduğunu göstermiştir.
10 Bağlanmanın, anksiyetenin çeşitli düzeylerinde bilgi işleme sürecini nasıl yordadığını anlamak amacıyla yapılan regresyon analizlerinde, anksiyetenin düşük olduğu durumlarda dikkat çelinmesini algılanan kendilik temsili ve olumlu baba temsili ile yordandığı gözlenmiştir. Bubulgu anksiyete düzeyi düşük kişilerdeki dikkat bozulmasının daha düşük olmasında, baba ile kurulmuş olan olumlu bağların ve dolaylı olarak olumlu kendilik temsilinin etkisinin olabileceğini düşündürmektedir. Bu etki koruyucu bir etki olarak da ele alınabilir.
11 Sonuç olarak mevcut araştırmanın hem alana yeni bir ölçek kazandırması hem de son yıllarda yeni çalışılmaya başlanan bir konu üzerine yönelmiş olması açısından alan yazına bazı katkıları olmuş olabileceğini düşündürmektedir.
12 Yeni, kontrollü ve objektif ölçümler kullanarak yapılacak çalışmaların bağlanma, anksiyete ve bilgi işleme süreçleri açısından daha net bilgiler verebileceği, bu konunun aydınlatılmasında yardımcı olabileceği ileri sürülebilir.
13 Bağlanma gibi önemli bir temel konunun, anksiyete ile ilişkilendirilerek bilgi işlemedeki rolünün gösterilmesi, hem koruyucu ruh sağlığı çalışmalarında hem de klinik çalışmalarda dikkate alınmasına yardımcı olacaktır.
14 Mevcut çalışmada, kişinin kendisi, diğerleri ve dünyayı algılayışını büyük oranda etkilemesi ve yaşam boyu devam eden bir süreç oluşu nedeniyle “bağlanmanın”, güvenli veya güvensiz oluşunda, anne ve kendilikalgılarının dışında, olumlu veya olumsuz baba algısının önemi gösterilmiştir. Bu amaçla, bu kapsamda yapılacak olan eğitim ve bilinçlendirme çalışmaları (bebek-bakım sürecinde anne ile birliktebabanın da dahil olması) psikolojik sağlık ve klinik uygulamalar açısındanbüyük önem arz etmektedir.
KAYNAKLAR
Aaronson, C., Bender, D., Skodol, A., ve Gunderson, J. (2006). Comparison of attachment styles in borderline personality disorder and obsessive-compulsive personality disorder. Psychiatric Quarterly, 77, 69-80.
Açık, Ö. (2008). Evlilik uyumu ve bağlanma stilleri arasındaki ilişki, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ege Üniversitesi, İzmir.
Ainsworth, M. D. S., ve Bowlby, J. (1991). An ethological approach to personality development. American Psychologist, 46, 331-341.
Ainsworth, M.D. (1989). Attachment beyond infancy. Am Psychol, 44: 709-716.
Ainsworth, M. D., Blehar, M. C., Waters, E. ve Wall, S. (1978). Patterns of attachment: A psychological study of the strange situation. Hillsdale, NJ: Erlbaum.
Alden, L. E. ve Bieling, P. (1998). Interpersonal consequences of the pursuit of safety. Behaviour Research and Therapy 36, 53-6
Allen, J. G., Coyne, L., ve Huntoon, J. (1998). Complex posttraumatic stress disorder in women from a psychometric perspective. Journal of Personality Assessment, 70, 277-298.
Allen, J.P. ve Land, ed. (1999). Attachment in adolescence. In J. Cassidy ve P. R. Shaver (Eds.), Handbook of attachment: Theory, research, and clinical applications: The Guilford Press.
Altuğ, B.F. ve Özkan, I. (1996). Bilişsel Süreçlerin Gelişimi. Psikiyatri Bülteni, 4(2):58-6
Amerikan Psikiyatri Birliği: Psikiyatride Hastalıkların Tanımlanması ve Sınıflandırılması Elkitabı, Yeniden gözden geçirilmiş dördüncü baskı (DSMIV-TR), Amerikan Psikiyatri Birliği, Washington DC, 2000’den ÇevirenKöroğlu, E. Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 2001.
American Psychiatric Association (1980). Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders, 3. Baskı (DSM-III), American Psychiatric Association, Washington, DC.
Anderson, J. ve Gerbing, D. (1984). The effect of sampling error on convergence,ımproper solutions and goodness of fit ındices for maximum likelihoodconfirmatory factor analysis. Psychometrika, 49,155-173.
Armsden, G.C. ve Greenberg, M.T. (1987). The inventory of parent and peer attachment: Individual differences and their relationship to psychological well-being in adolescence. Journal of Youth and Adolescence,16 (5): 427- 454.
Arslan, E. (2008). Bağlanma stilleri açısından ergenlerde Erikson’un psikososyal gelişim dönemleri ve ego kimlik süreçlerinin incelenmesi. YayımlanmamışYüksek Lisans Tezi. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Selçuk Üniversitesi, Konya.
Arslan, E., Arslan, C. ve Arı, R. (2012). Kişilerarası problem çözme yaklaşımlarının, bağlanma stilleri açısından incelenmesi. Educational Sciences: Theory ve Practice - 12(1), 15-23.
Asmundson, G. J., Sandler, L. S., Wilson, K. G., ve Walker, J. R. (1992). Selective attention toward physical threat in patients with panic disorder. Journal of Anxiety Disorders, 6, 295–303.
Atasoy, Z., Ertürk, D., Şener, Ş. (1997). Altı ve on iki aylık bebeklerde bağlanma.Türk Psikiyatri Dergisi, 8(4):266-279.
Atasoy, Z. (1996). 6 Aylık Bebeklerde Bağlanma. Tıpta Uzmanlık Tezi. Ankara: Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı.
Atkinson, R.C. ve Shiffrin, R.M. (1968). Human memory: A proposed system and its control processes. In K.W. Spence ve J.T. Spence (Eds.), The psychology of learning and motivation: Advances in research and theory. (Vol. 2). (pp. 742- 775). New York: Academic Press.
Ayaz, A., Ayaz, M., Perdahlı ve Güler, (2012). Gençlerdeki somatorformbozukluklarda kaygı düzeyi, annenin bağlanma biçimi ve aile işlevselliği.Klinik Psikiyatri, 15:121-128
Aydemir ve Kaya, (2009). Bipolar Bozuklukta Öznel Bilişsel Değerlendirme NeyiÖlçüyor? Nesnel Bilişsel Değerlendirme İle Bağıntısı. Türk Psikiyatri Dergisi, 20(4): 332-338
Baddley, A. (1990). Human memory: theory and practise. Hove: Lawrence Erlbaum Associates
Bahadır, Ş. (2006). Romantik ilişkilerde bağlanma stilleri, çatışma çözme stratejilerive olumsuz duygudurumu düzenleme arasındaki ilişki. YayımlanmamışDoktora Tezi. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara Üniversitesi, Ankara.
Balkaya, F. (2005). Bilgi işleme süreçleri açısından bağlanma kuramının yeniden ele alınması. Türk Psikoloji Yazıları, 8, 17-39.
Ball, S. A., ve Young, J. E. (2000). Dual focus schema therapy for personality disorders and substance dependence: case study results. Cognitive and Behavioural Practice, 7, 270-281.
Bartholomew, K. (1994). The assessment of individual differences in adult attachment. Psychological Inquiry, 5, 23-27.
Bartholomew, K. ve Shaver, P. R. (1998). Measures of attachment: Do they converge? J. A. Simpson ve W. S. Rholes, (Ed.), Attachment theory and close relationships içinde (25-45). New York: Guilford Press.
Bartholomew, K., ve Horowitz, L. M. (1991). Attachment styles among young adults: A test of four-category model. Journal of Personality and Social Psychology, 61 (2), 226-244.
Bar-Haim, Y., Lamy, D., Pergamin, L., Bakermans-Kranenburg, M., ve Van Ijzendoorn, M. (2007). Threat-related attentional bias in anxious and nonanxious individuals: A meta-analytic study. Psychological Bulletin, 133, 1–24.
Baron, L. (2003). Developmental protective and risk in borderline personality disorder: A study using the adult attachment interview. Attachment and Human Development, 5, 64-77.
Batıgün, A.D., Büyükşahin, A. (2008). Aleksitimi: Psikolojik belirtiler ve bağlanmastilleri. Klinik Psikiyatri Dergisi, 11, 105-114.
Baykal, S., Karabekiroğlu, K., Şenses, A., Karakurt, M.N, Çalık, T. Yüce, M. (2014). Çocukluk Çağı Başlangıçlı Obsesif Kompulsif Bozukluk Tanılı Çocuk ve Ergenlerde Klinik ve Nöropsikolojik Özelliklerin İncelenmesi. NöropsikiyatriArşivi 2014; 51: 334-343.
Beck, J.S., (2001). Bilişsel Terapi, Temel İlkeler ve Ötesi, (Çev: Nesrin H.Şahin). Ankara: TPD.
Beck, A. T., Emery, G., ve Greenberg, R. L. (1985). Anxiety disorders and phobias: A cognitive perspective. New York, NY: Basic Books.
Beck, A., Emery, G. (2006). Anksiyete Bozuklukları ve Fobiler. (Çev. Veysel Öztürk)Litera Yayıncılık, İstanbul.
Bekker, M.H.J., Bachrach, N. ve Croon, M.A. (2007). The relationships of antisocial behavior with attachment styles, autonomy-connectedness, and alexithymia. Journal Of Clinical Psychology; 63(6): 507–527.
Benjafield, J. (1992). Cognition, Englewood Cliffs, New Jersey, Prentice-Hall
Berksun, O. (2014). Anksiyete ve Anksiyete Bozuklukları. İstanbul: Türk PsikiyatriDerneği Yayınları
Berry, K., Band, R., Corcoran, R., Barrowclough, C., ve Wearden, A. (2007). Attachment styles, earlier interpersonal relationships and schizotypy in a nonclinical sample. Psychology and Psychotherapy: Theory, Research and Practice, 80, 563-576.
Beştav, F.G. (2007). Romantik ilişki doyumu ile cinsiyet, bağlanma stilleri, rasyonelolmayan inançlar ve aşka ilişkin tutumlar arasındaki ilişkilerin incelenmesi,Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. HacettepeÜniversitesi, Ankara.
Biller, H.B. (1993). Fathers and Families Paternal Factors in Child Development. London, Auburn House.
Bloom, K.C. (1995). The development of attachment behaviors in pregnant adolecents. Nurs Res, 44(5) : 284-289.
Booth-LaForce, C., Oh, W., Kim, A. H., Rubin, K. H., Rose-Krasnor, L. ve Burgess, K. B. (2006). Attachment, selfworth, and peer-group functioning in middle childhood. Attachment and Human Development, 8 (4), 309-325.
Bowlby, J. (1969). Attachment and loss: Vol.1. Attachment. Great Britain. New York: Basic Books.
Bowlby, J. (1973). Attachment and loss: Vol. 2. Separation: Anxiety and anger. New York: Basic Books.
Bowlby, J. (1988). A secure base: Parent-child attachment and healthy human development. New York: Basic Books.
Brennan, K.A., Clark, C. L. ve Shaver, P.R. (1998). Selfreport measurement of adult attachment: An integrative overview. J. A. Simpson ve W. S. Rholes, (Ed.),Attachment theory and close relationships içinde (46-76). New York: Guilford Press.
Brennan, K. A., Shaver, P. R., ve Tobey, A. E. (1991). Attachment styles, gender, and parental problem drinking. Journal of Social and Personal Relationships, 8, 451-466.
Brenning, K., Soenens, B., Braet, C. ve Bosmans, G. (2011). An adaptation of the experiences in close relationships scale-revised for use with children and adolescents. Journal of Social and Personal Relationships, 28, 1048-1072.
Bretherton, I., Ridgeway, D. ve Cassidy, J. (1990). Assessing internel working modelsof the attachment relationships: An attachment story completion task for 3-years-olds. T. Greenberg, D. Cicchetti ve E. M. Cummings, (Ed.),Attachment in the Preschool Years içinde (273-308). Chicago: University of Chicago Press.
Brown, L.S. ve Wright, J. (2003). The relationship between attachment strategies and psychopatology in adolesence. Psychology and psychopatology 76:351-367.
Brown, L.S. ve Wright, J. (2001). Attachment theory in adolesence and its relevance to developmental psychopathology. Clinical Psychology and Psychotherapy. 8, 15-32.
Bryer, J., Nelson, B., Miller, J., Krol, P. (1987). Childhood sexual and physical abuse as factors in adult psychiatric illness. American Journal of Psychiatry, 144: 1426-1430.
Buckley, T. C., Blanchard, E. B., ve Hickling, E. J. (2002). Automatic and strategic processing of threat stimuli: A comparison between PTSD, panic disorder, and nonanxiety controls. Cognitive Therapy and Research, 26, 97–115
Burke, D.M., Light, L.L. (1981). Memory and aging: The role of retrieval processes.Psychol Bull, 90:513-546.
Buunk, B.P. (1997). Personality, birth order and attachment styles as related to various types of jealousy. Personality and Individual Differences, 23, 997- 1006.
Büküşoğlu, N. (2004). Çocuklarda okul fobisi gelişimine etki eden faktörlerinincelenmesi. Ege Pediatri Bülteni, 11(2): 125-134.
Büyükşahin, A. (2001). Yakın ilişki kuran ve kurmayan üniversite öğrencilerinin çeşitli sosyal psikolojik etkenler yönünden karşılaştırılması, YayınlanmamışYüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Bylsma, W.H., Cozzarelli,C., ve Sümer, N. (1997). Relation between adult attachment styles and global self-esteem. Basic and Applied Social Psychology, 19, 1-16.
Carnelley, K. B., Pietromonaco, P. R. ve Jaffe, K. (1994). Depression, working models of others and relationship functioning. Journal of Personality and Social Psychology. 66: 127-140.
Carver, C.S. (1997). Adult Attachment and Personality: Converging evidence and a new measure. Personality and Social Psychology Bulletin,23, 865-883.
Cassidy, J. (1988). Child mother attachment and the self in sixyears-olds. Child Development, 59, 121-134.
Cassidy, J. (1999) The nature of the child’s ties. J. Cassidy ve P.Shaver, (Ed.),Handbook of attachment: Theory, research and clinical applications. New York: Guilford.
Cassidy, J., ve Berlin, L. J. (1994). The insecure/ambivalent pattern of attachment: Theory and research. Child Development, 65, 971-991.
Cassidy, J., Lichtenstein-Phelps, J., Sibrava, N. J., Thomas, C. L. Jr., ve Borkovec, T. D. (2009). Generalized anxiety disorder: Connections with self-reported attachment. Behavior Therapy, 40, 23-38.
Ceylan A, Özen Ş, Palancı Y ve ark. (2003). Lise son sınıflarda anksiyetedepresyon düzeyleri ve zararlı alışkanlıklar: Mardin çalışması. Anadolu Psikiyatri Dergisi 4: 99-103.
Cole, D.A. (1987). Utility of Confirmatory Factor Analysis in Test Validation Research. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 55, 1019-1031.
Coleman, P. K. (2003). Perceptions of parent-child attachment, social self-efficacy, and peer relationships in middle childhood. Infant and Child Development, 12, 351-368.
Collins N.L., Cooper M.L., Albino, A. ve Allard, L. (2002). Pschosocial vulnerability from adolescence to adulthood: A prospective study of attachment style differences in relationship functioning and partner choice.Journal of Personality, 70(6), 965-975.
Collins, N.L., ve Read, S.J. (1990). Adult attachment, working models, and relationship quality in dating couples. Journal of Personality and Social Psychology, 58(4), 644-663
Collins, N. L., ve Read, S. J. (1994). Cognitive representations of adult attachment: The structure and function of working models. In K. Bartholomew ve D, Perlman (Eds.), Advances in personal relationships: Vol. 5. Attachment processes in adulthood (pp. 53-90). London: Jessica-Kingsley.
Condon, J.T., Corkindalea, C. ve Boyce, P. (2008). Assessment of Postnatal Paternal–İnfant Attachment: Development of a Questionnaire İnstrument,Journal of Reproductive and Infant Psychology, 26(3): 195–210.
Cooper, M. L., Shaver, P. R. Ve Collins, N. L. (1998). Attachment styles, emotion regulation and adjustment in adoloescence. Journal of Personality and Social Psychology. 74: 1380-1397.
Corbitt, J.R. (1978). Cognitive organization for words and colors as related to reading ability level: A developmental approach. (Doctoral dissertation, University of Wyoming, 1977). Dissertation Abstracts International, 38:45012-B
Craik, F.I.M., ve Lockhart. R.S. (1972). Levels of processing: A framework lor memory research. Journal of Verbal Learning and Verbal Behavior. II. 671-684 .
Crowell, J.A. ve Treboux, D. (1995) A review of adult attachment measures: Implications for theory and research. Social Development. 4. 294-327.
Crowell, J. A., Fraley, R. C., ve Shaver, P. R. (2008). Measurement of individual differences in adolescent and adult attachment. In J. Cassidy ve P. R. Shaver (Eds.), Handbook of attachment: Theory, research, and clinical applications (2nd ed., pp. 599-634). New York: Guilford Press.
Cyntia, A., Stifter, C.A., Coulchan, C.M. ve ark. (1993). Linking employment to attachment: the nediating effects of maternal separation anxiety and interactive behavior. Child Dev, 64: 1451-1460.
Çakır, S. (2008). Evli bireylerin evlilik uyumlarının ana-babalarına bağlanma düzeyleri ve demografik değişkenler açısından incelenmesi. Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara Üniversitesi, Ankara.
Çalışır, M. (2009). Yetişkin Bağlanma Kuramı ve Duygulanım Düzenleme Stratejilerinin Depresyonla İlişkisi. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar- Current Approaches In Psychiatry 1:240-255
Çamurlu-Keser, C. (2006). Annenin bağlanma düzeyi ve çocuk yetiştirme sürecinin çocuğun bağlanma düzeyine etkisi. Yüksek Lisans Tezi. Sosyal BilimlerEnstitüsü, Uludağ Üniversitesi, Bursa.
Çeri, Ö. (2009). Vajinismus tanısı alan kadınlar ve eşlerinde temel bilişsel şemalar ile bağlanma stillerinin incelenmesi. Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara Üniversitesi, Ankara.
Çevik, A. ve Ceyhun, B. (1993). Türkiye'de babalar ve aile içinde değişen rolleri: Psikodinamik bir değerlendirme. Psikiyatri Bülteni, 2(3): 121-126.
Dağ, İ. (1991). Belirti tarama listesi’nin (SCL-90-R) üniversite öğrencileri için geçerliliği ve güvenirliliği. Türk Psikiyatri Dergisi. 2:5-12.
Dağ, İ. ve Gülüm, V. (2013). Yetişkin bağlanma örüntüleri ile psikopatoloji belirtileri arasındaki ilişkide bilişsel özelliklerin aracı rolü: BilişselEsneklik. Türk Psikiyatri Dergisi, 24(4):240-7
Dao-Castellana, M.H., Samson, Y., Legault, F. ve ark. (1998). Frontal dysfunction in neurologically normal chronic alcoholic subjects: metabolic and neuropsychological findings. Psychol Med, 28(5): 1039-1048.
Davila, J., ve Beck, J. G. (2002). Is social anxiety associated with impairment in close relationships? A preliminary investigation. Behavior Therapy, 33, 427- 446
Davis, M. (1992): The role of the amygdala in fear and anxiety.Ann Rev Neurosci 15: 353–375
Demir, A. (1989). UCLA yalnızlık ölçeğinin geçerlik ve güvenirliği. Türk Psikoloji Dergisi, 7(23), 14–18.
Demirkan, S. (2006). Özel Sektördeki Yöneticilerin ve Çalışanların Bağlanma Stilleri, Kontrol Odağı, İş Doyumu ve Beş Faktör Kişilik Özelliklerinin Araştırılması. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Sosyal BilimlerEnstitüsü, Ankara Ü. Ankara
Demirli, A. (2012). Algılanan anababa tutumları, bağlanma boyutları, yalnızlık ve umudun yapısal ilişkileri. Maltepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dergisi 1 (2)
Deniz, M. E. (2006). Ergenlerde Bağlanma Stilleri ile Çocukluk İstismarları veSuçluluk-Utanç Arasındaki İlişki. Eurasian Journal of Educational Research, 22, pp, 89-99.
Derogatis, L.R. (1992). The Brief Symptom Inventory-BSI administration, scoring and procedures manual-II. USA, Clinical Pscyhometric Research Inc.
Degl’Innocenti, A., Agren, H., Backman, L. (1998). Executive deficits in major depression. Acta Psychiatr Scand 97:182-188.
De Ruiter, C. ve Van Ijzendoorn, M. H. (1992). Agoraphobia and anxious- ambivalent attachment: An integrative review. Journal of Anxiety Disorders, 6, 365-381.
Dewitte, M., Koster E. H.W., Houwer, J. ve Buysse, A. (2007). Attentive processing of threat and adult attachment:A dot-probe study. Behaviour Research and Therapy 45,1307–1317
Diehl, M., Elnick, A.B., Bourbeau L.S., Labouvie-Vief, G. (1998). Adult attachment styles: Their relations to family context and personality. Journal of Personality and Social Psychology. 74:1656- 1669.
Dodson, F. (1995). Çocuk Yaşken Eğilir: Doğumdan Altı Yaşa Kadar Çocuk Bakımı ve Eğitimi. (Çev. S Selvi), İstanbul, Özgür Yayınları
Donley, M.G. (1993). Attachment and the emotional unit. Fam Process, 32:3-22.
Doron, G. ve Kyrios, M. (2005). Obsessive compulsive disorder: A review of possible specific internal representations within a broader cognitive theory.Clinical Psychology Review 25, 415 – 432
Dwyer, K. M. (2005). The meaning of attachment in middle and late childhood.Human Development, 48, 155-182.
Dozier, M., Stovall-McClough K. C. ve Albus, K. E. (2008). Attachment and Psychopathology in Adulthood. Cassidy, J. ve Shaver, P. R. (Eds.) Handbook of Attachment. Theory, Research, and Clinical Applications içinde (2. Edisyon) (718-744). New York: The Guilford Press.
Dozois, D.J.A., Martin, R.A., ve Bieling, P.J. (2009). Early maladaptive schemas and adaptive/maladaptive styles of humor. Cognitive Therapy and Research, 33, 585-596.
Eastburg, M., ve Johnson, W. B. (1990). Shyness and perceptions of parental behavior. Psychological Repmts, 66, 915-921.
Eder, R. ve Mangelsdorf, S. (1997). The emotional basis of early personality development: Implications for the self concept, Handbook of Personality Psychology.
Eng,W., ve Heimberg, R. G. (2006). Interpersonal correlates of generalized anxiety disorder: Self versus other perception. Journal of Anxiety Disorders, 20, 380–387.
Erdiman, E. (2010). Zarar verici davranışları ve özkıyım girişimi olan psikiyatrik hastaların bağlanma biçemi, mizaç özellikleri, dürtüsellik yönündenkarşılaştırılması. Bakırköy Prof.Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, Yayınlanmamış uzmanlık tezi, İstanbul
Erdoğan, F.E. (2010). Üniversite öğrencilerinde bağlanma biçemleri ve kişilik bozuklukları. Yüksek Lisans Tezi. Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın
Ergin, B.E. ve Dağ, İ. (2013). Kişilerarası problem çözme davranışları, yetişkinlerdeki bağlanma yönelimleri ve ruhsal belirtiler arasındaki ilişkiler.Anadolu Psikiyatri Derg. 14(1): 36-45.
Ergin, B.E. (2009). Kişilerarası problem çözme davranışı, yetişkinlerdeki bağlanma biçimleri ve psikolojik rahatsızlık belirtileri arasındaki ilişkiler.Yayınlanmamış yüksek lisans tezi. Ankara Üniversitesi
Fidaner, H., Fidaner, C. (1984). SCL-90 Ruh Sağlığı Testinin Uygulanması veMetodolojik Sorunlar. XX. Psikiyatrik ve Nörolojik Bilimler KongresiBildiriler Kitabı. Bursa, Uludağ Üniversitesi Yayınları, s. 67-74.
Fiske, S. (1981). “Social Cognition and Affect.” In Cognition, Social Behavior, and the Environment, ed. James Harvey, 227—9.64, Hillsdale, NJ: Erlbaum.
Foa, E. B., Riggs, D. S., Dancu, C. V., ve Rothbaum, B. O. (1993). Reliability and validity of a brief instrument for assessing post-traumatic stress disorder.Journal of Traumatic Stress, 6, 459–473
Fonagy, P. (2000). Attachment and borderline personality disorder. Journal of the American Psychoanalytic Association, 48, 1129-1146.
Fonagy, P. (1991). Thinking about thinking: Some clinical and theoretical considerations in the treatment of a Borderline Patient. International Journal of Psycho-Analysis,72: 639-656.
Fossati, A., Feeney, J. A., Carretta, I., Grazioli, F., Milesi, R., Leonardi, B., ve ark. (2005). Modeling the relationships between adult attachment patterns and borderline personality disorder: The role of impulsivity and aggressiveness.Journal of Social and Clinical Psychology, 24(4), 520-537.
Fraley, R. C. ve Waller, N.G. (1998). Adult Attachment Patterns: A Test of Typological model. In J. A. Simpson ve W. S. Rholes (Eds.), Attachment Theory and Close Relationships (77-114). New York: Guilford Press.
Fraley, R. C., Waller, N. G., ve Brennan, K. A. (2000). An item response theory analysis of self-report measures of adult attachment. Journal of Personality and Social Psychology, 78, 350-365.
Fraley, R. C., Garner, J. P., ve Shaver, P. R. (2000). Adult attachment and the defensive regulation of attention and memory: The role of preemptive and postemptive processes. Journal of Personality and Social Psychology, 79, 816– 826
Franke, P., Maier, W., Hardt, J., Frieboes, R., Lichtermann, D., ve Hain, C. (1993). Assessment of Frontal Lobe Functioning in Schizophrenia and Unipolar Major Depression. Psychopathology 26(2), 76–84.
France, A. (2000). Towards a Sociological Understanding of Youth and Their RiskTaking. J Youth Studies. 3: 317-331
Freud, S. (1917). Mourning and Melancholia. Standard edition, Strachey J (Ed), Volume 14, Hogarth Press, London, 1964.
Frodi, A., Bridges, L. ve Grolnick, W. (1985). Correlates of mastery-related behavior: A short-term longitudinal study of infants in there second year.Child Development, 56, 1291-1298.
Galbo, J.J. (1984). Adolecent perceptions of significant adults: a review of the literature. Adolesence, 76: 952-970.
George, C. ve West, M. (2001). The development and preliminary validation of a new measure of adult attachment: The Adult Attachment Projective Attachment. Human Development. Vol 3 No 1, 30–61
Glaser, W. R. ve Glaser, M.O. (1989). Context effects in Stroop-like word and picture processing. J Exp Psychol Gen, 118(1):13-42.
Gökler, I. (2009). Panik Bozukluğunda Bilgi İşleme Süreçleri (Eds.)Psikopatolojilerde Bilgi İşleme Süreçleri: Kuramdan Uygulamaya, içinde (117-145). Ankara: HYB.
Görünmez, M. (2006). Bağlanma stilleri ve duygusal zekâ yetenekleri.Yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Uludağ Üniversitesi, Sosyal BilimlerEnstitüsü, Bursa.
Granot, D. ve Mayseless, O. (2001). Attachment security and adjustment to school in middle childhood. International Journal of Behavioral Development, 25, 530- 541.
Griffin, D., ve Bartholomew, K. (1994). Models of the self and others: Fundamental dimensions underlying measures of adult attachment. Journal of Personality and Social Psychology, 67, 430 - 445.
Grossberg, S. (1982). Studies of mind and brain: Neural principles of learning, perception, development, cognition, and motor control. Norwell, MA: Kluwer.
Grossmann, K., Grossmann, K. E., Fremmer-Bombik, E., Kindler, H., Scheurer- Englisch, H. ve Zimmerman, P. (2002). The uniqueness of the child-fatherattachment relationship: Fathers’ sensitive and challenging play as a pivotalvariable in a 16-year longitudinal study. Social Development, 11, 307-331.
Güleç, D. ve Kavlak, O. (2013). Baba- bebek bağlanma ölçeği'nin Türk toplumundageçerlik ve güvenirliğinin incelenmesi. International Journal of Human Sciences, 10(2), 170-181. 171
Günay, O., Öncel, Ü.N., Erdoğan, Ü., Güneri, E., Tendoğan, M. ve Uğur, A. (2008).Lise son sınıf öğrencilerinde durumluk ve sürekli anksiyete düzeyinietkileyen faktörler. Sağlık Bilimleri Dergisi, 17(2): 77-85.
Gündüz, B. (2013). Bağlanma Stilleri, Akılcı Olmayan İnançlar ve Psikolojik Belirtilerin Bilişsel Esnekliği Yordamadaki Katkıları. Educational Sciences: Theory ve Practice - 13(4) 2071-2085
Güngör, D. (2000). Bağlanma stillerinin ve zihinsel modellerin kuşaklararası aktarımında anababalık stillerinin rolü.. Yayınlanmamış Doktora Tezi. A. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara
Habip, B. (1996). Çocuk Psikanalizi Tarihi Üzerine Cognito “Yüzyılın Psikoanalizi”.İstanbul, Altan Matbaacılık.
Halfon, B. (2006). Kültürel çerçevede bağlanma. Yayınlanmamış Doktora Tezi. Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Hamarta, E. (2004). Attachment theory. Anadolu University Journal of Faculty of Education, 14 (1), 53-66.
Harris, T. ve Bifulco, A. (1991). Loss of parent in childhood, attachment style and deprivation in adulthood, in attachment across the life cycle, (ed) CM Parkers, J Steveson-Hinde, P Marris, London, Routledge.
Harris, A.E., ve Curtin, L. (2002). Parental perceptions, early maladaptive schemas, and depressive symptoms in young adults. Cognitive Therapy and Research, 26, 405-416.
Hazan, C. ve Shaver, P. (1987). Romantic love conceptualized as an attachment process. J Pers Soc Psychol. 52: 511-524.
Hazan, C. ve Shaver, P.R. (1994). Attachmnet as an organizational framework for research on close relationships. Psychological Inquiry; 5: 1-22.
Hettema, J. M., Neale, M. C. ve Kendler, K. S. (2001). A review and meta-analysis of the genetic epidemiology of anxiety disorders. American Journal of Psychiatry, 158, 1568-1578.
Holmes, J. (1997). John Bowlby & Attachment Theory. s:127,137-140, 185-196, Routledge.
Hortaçsu, N. (1991). İnsan İlişkileri. Ankara, İmge Kitapevi
Ingram, R. (1986). Information processing approaches to clinical psychology. NewYork, Academic Press.
Işınsu, M. (2003). İkili ilişki biçimi ve süresi ile bağlanma stilleri arasındaki bağlantılar. Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
İlhan, T. (2012). Üniversite Öğrencilerinde Yalnızlık: Cinsiyet Rolleri ve Bağlanma Stillerinin Yalnızlığı Yordama Güçleri. Educational Sciences: Theory ve Practice, 12(4), 2377-2396.
Jellema, A. (2000). Insecure attachment states: Their relationship to borderline and narcissistic personality disorders and treatment process in cognitive analytic therapy. Clinical Psychology and Psychotherapy, 7, 138-154.
Kankotan, Z. Z. (2008). The role attachment dimensions, relationship status, and gender in the components of subjective well-being. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Ankara.
Kapçı, G. ve Küçüker, S. (2006). Ana Babaya Bağlanma Ölçeği: Türk ÜniversiteÖğrencilerinde Psikometrik Özelliklerinin Değerlendirilmesi. Türk Psikiyatri Dergisi; 17(4):286-295.
Kaplan, H.I., Sadock, B.J. ve Grebb, J.A. (1994). Synopsis of Psychiatry. Baltimore Maryland. s.161-165.
Karakaş, S., Erdoğan, E., Sak, L., Soysal, A. Ş., Ulusoy, T., Ulusoy, İ. Y. ve Alkan,S. (1999). Stroop Testi TBAG Formu: Türk Kültürüne StandardizasyonÇalışmaları, Güvenirlik ve Geçerlik. Klinik Psikiyatri. 2, 75-88.
Karakaş, S. ve Aydın, H. (1999). Şizofrenide bilgi işleme bozuklukları. ŞizofreniDizisi. 4:113-131.
Karakaş, S., Irak, M. ve Bekçi, B. (2003). Sağlıklı İnsanda Bilgi İşleme Süreçleri: Biliş ve Üst-Biliş, Beyin ve Nöropsikoloji. Karakaş S, Irkeç C, Yüksel N (Ed), Çizgi Tıp Yayınevi, Ankara, s.31-53.
Karakaş, S. ve Kafadar, H. (1999). Bilişsel süreçlerin değerlendirilmesindenöropsikolojik testler: bellek ve dikkatin ölçülmesi. Şizofreni Dizisi, 4132- 152.
Karakaş, S. ve Başar, E. (1993). Nöropsikolojik değerlendirme araçlarının standardizasyonu, nöropsikolojik ölçümlerin elektrofizyolojik ölçümlerleilişkileri. Proje No: TÜBİTAKTBAG 17-2.
Karakaş, S. (2004). BILNOT Bataryası El Kitabı: Nöropsikolojik Testler İçin Araştırma ve Geliştirme Çalışmaları. Ankara, Dizayn Ofset.
Karakurt, G. (2001). The impact of adult attachment styles on romantic jealousy, Unpublished Master Thesis, M.E.T.U, Ankara.
Keklik, İ. (2011). Üniversite Öğrencilerinin Bağlanma Stillerinin Cinsiyet, Kişisel Anlamlılık, Depresyona Yatkınlık ve Sürekli Kaygı Düzeyiyle İlişkisi.Hacettepe Üniversitesi, Eğitim ve Bilim Dergisi 2011, C:36, S:159.
Kemp, V. H., ve Page, C. K. (1987). Maternal prenatal attachment in normal and high-risk pregnancies. Journal of Obstetric, Gynecologic, and Neonatal Nursing, 16, 179-184.
Kerns, K. A., Klepac, L. ve Cole, A. (1996). Peer relationships and preadolescents’perceptions of security in the childmother relationship. Developmental Psychology, 32, 457- 466.
Kerns, K. A., Tomich, P. L., Aspelmeier, J. E. ve Contreras, J. M. (2000). Attachment-based assessments of parentchild relationships in middle childhood. Developmental Psychology, 36 (5), 614-626
Kerns, K. A., ve Richardson, R. A. (Eds.). (2005). Attachment in middle childhood. New York: Guilford.
Kerns, K. A., Schlegelmilch, A., Morgan, T. A. ve Abraham, M. M. (2005). Assessing attachment in middle childhood. K. A. Kerns ve R. A. Richardson, (Ed.), Attachment in middle childhood içinde (46-70). New York: Guilford
Kesebir S, Özdoğan Kavzoğlu S. ve Üstündağ M. F. (2011). Bağlanma vePsikopatoloji. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar-Current Approaches in Psychiatry, 3(2):321-342
Kırımer, F, Akça, E. Ve Sümer, N. (2014). Orta Çocuklukta Anneye Kaygılı ve Kaçınan Bağlanma: Yakın İlişkilerde Yaşantılar Envanteri-II Orta ÇocuklukDönemi Ölçeğinin Türkçeye Uyarlanması. Türk Psikoloji Yazıları, 17 (33), 45-57
Kindt, M. ve Van Den Hout, M. (2001). Selective attention and anxiety: a perspective on developmental issues and the causal status. Journal of Psychopathology and Behavioral Assessment. 23, (3), 193-202.
Kingma, A., Heij, W.L., Fasotti, L., Eling, P. (1996) Stroop interference and disorders of selective attention. Neuropsychologia 34:273–281.
Kirkpatrick, L.A, ve Davis, K.E. (1994). Attachment style, gender, and relationship stability: A longitudinal analysis. Journal of Personality and Social Psychology, 66, 502-512.
Kirkcaldy, B. D., Eysenck, M., Furnham, A. F. ve Siefen, G. (1998). Gender, anxiety and self-image. Personality and Individual Differences, 24(5), 677-684.
Kirsh, S., veCassidy, J. (1997). Preschoolers' attention to and memory for attachment relevant information. Child Development, 68, 1143-1153.
Kobak, R.R. ve Sceery, A. (1988). Attachment in late adolescence: working models, affect regulation, and representation of self and others. Child Development; 59: 135-146.
Koriat, A. (1993). How do we know that we know? The accessibility model of the feeling of knowing. Psychological Review, 50 (4), 609-639.
Klatzky, R. L. (1984). Memory and Awareness: An Information-Processing Perspective. W. H. Freeman.
Langston, C. A., ve Cantor, N. (1989). Social anxiety and social constraint: When "making friends" is hard. Journal of Personality and Social Psychology, 56, 649- 661
Lavy, E. H., van Oppen, P., ve van den Hout, M. A. (1994). Selective processing of emotional information in obsessive compulsive disorder. Behaviour Research and Therapy, 32(2), 243–246.
Leckmann, J., Walker, D., Goodman, W. (1994). "Just Right" perceptions associated with compulsive behavior in Tourette Syndrome. Am J Psychiatry, 151: 675- 680.
LeCroy, C. W. (1994). Handbook of child and adolescent treatment manuals. New York: Lexington Books.
Levitt, M. J., Guacci-Franco, N. ve Levitt, J. L. (1993). Convoys of social support in middle childhood and early adolescence: Structure and function.Developmental Psychology, 29, 811-818.
Levy, M.B., ve Davis, K.E. (1988). Love styles and attachment styles compared: Their relations to each other and to various relationship characteristics.Journal of Social and Personal Relationships, 5,439- 471.
Lewis, M. (1990). Models of Developmental Psychopathology. M. Lewis ve S. M. Miller (Eds.) Handbook of Developmental Psychopathology. New York, Pleneum Press.
Lezak, M.D. (1995). Neuropsychological Assessment. 3. baskı, Oxford Univ Pr, NewYork.
Lezak, M.D., Howieson, D.B., Loring, D.W. (2004). Neuropsychological assessment, 4. Baskı, New York, Oxford University Press.
Lieberman, M., Doyle, A. B. ve Markiewicz, D. (1999). Developmental patterns in security of attachment to mother and father in late childhood and early adolescence: Associations with peer relations. Child Development, 70 (1), 202-213.
Ijzendoorn, M.H. ve Kroonenberg, P.M. (1988) Cross-cultural patterns of attachment: a meta-analysis of the strange situation. Child Dev, 5:147-156.
Lopez, F. G., Mitchell, P., ve Gormley, B. (2002). Adult attachment and college student distress: Test of a mediational model. Journal of Counseling Psychology, 49, 460 – 467.
MacLeod, C. M. (1991). Half a Century of Research on the Stroop Effect: An Integrative Review. Psychological Bulletin, 109(2), 163-203.
McNally, R. J., Riemann, B. C., ve Kim, E. (1990). Selective processing of threat cues in panic disorder. Behaviour Research and Therapy, 28, 407-412.
MacLeod, C.M. (1992). The Stroop task: The "gold standard" of attentional measures. J Exp Psychol Gen. 121(1):12-14.
Maidenberg, E., Chen, E., Craske, M., Bohn, P., ve Bystritsky, A. (1996). Specificity of attentional bias in panic disorder and social phobia. Journal of Anxiety Disorders, 10, 529–541.
Main, M., Kaplan, N. ve Cassidy, J. (1985). Security in infancy, childhood, and adulthood: A move to level of representation. Monographs of the Society for Research in Child Development, 50: 66-104.
Main, M., ve Solomon, J. (1990). "Procedures for identifying infants as disorganized/disoriented during the Ainsworth Strange Situation". M.T. Greenberg, D. Cicchetti ve E.M. Cummings (Eds.),Attachment in the Preschool Years (pp. 121–160). Chicago, University of Chicago Press.
Marsh, H. W., Balla, J.R. ve Mcdonald, R.P. (1988). Goodness of Fit Indexes in Confirmatory Factor Analysis: The Effect of Sample Size. Psychological Bulletin, 103, 391-410.
Masi, G., Mucci, M. ve Millepiedi, M. (2001). Separation Anxiety Disorder in Children and Adolescents. Epidemiology, Diagnosis and Management. CNS Drugs, Vol. 15, No. 2, pp. 93-104.
Mathews, A., ve Macleod, C. (1986). Discrimination of threat cues without awareness in anxiety states. Journal of Abnormal Psychology, 95, 131-138.
Mauricio, A. M., Tein, J.-Y., ve Lopez, F. G. (2007). Borderline and antisocial personality scores as mediators between attachment and intimate partner violence. Violence and Victims, 22(2), 139-157.
Mayseless, O. (2005). Ontogeny of attachment in middle childhood: Conceptualization of normative changes. K. A. Kerns ve R. A. Richardson, (Ed.). Attachment in middle childhood içinde (1-23). New York: Guilford Press.
Mazzocco, M. M. M., ve Kover, S. T. (2007). A longitudinal assessment of the development of executive function and their association with math performance. Child Neuropsychology, 13, 18-45.
McIntere, S.A. ve Miller, L.A. (2000). Foundations of Psychological Testing,Boston: McGraw Hill.
McLewin, L. A., ve Muller, R. T. (2006). Attachment and social support in the prediction of psychopathology among young adults with and without a history of physical maltreatment. Child Abuse and Neglect, 30, 171-191.
Meydan, C.H. ve Şeşen, H. (2011) Yapısal Eşitlik Modellemesi AMOS Uygulamaları. Detay Yayıncılık. Ankara
Mickelson, K. D., Kessler, R. C., ve Shaver, P. R. (1997). Adult attachment in a nationally representative sample. Journal of Personality and Social Psychology, 73, 1092-1106.
Mikulincer, M. (1998). Adult attachment style and affect regulation: Strategic variations in self-appraisals. J Pers Soc Psychol. 28: 420- 435.
Mikulincer, M. (1997). Adult attachment style and ınformation processing:Individual differences in curiosity and cognitive closure. Journal of Personality and Social Psychology. 72, 5, 1217-1230
Mikulincer, M., ve Shaver, P. R. (2005). Attachment theory and emotions in close relationships: Exploring the attachment-related dynamics of emotional reactions to relational events. Personal Relationships, 12, 149-168.
Mikulincer, M., ve Arad, D. (1999). Attachment working models and cognitive openness in close relationships: A test of chronic and temporary accessibility effects. Journal of Personality and Social Psychology, 77,710-725.
Mikulincer, M., ve Florian, V. (1998). The relationship between adult attachment styles and emotional and cognitive reactions to stressful events. In Simpson, J., ve Rholes, S. (eds.,) Attachment theory and closerelationships (pp. 143-165). New York: Guilford.
Miller, L.H., Smith, A.D., Mahler, B.L. (1988). The Stress Audit Manual, Brookline.
Modell, J.G., Mountz, J.M., Curtis, G. ve Gredel, J.F. (1989). Neurophysiologic dysfunction in basal ganglia/limbic striatal and thalamocortical circuits as a pathogenetic mechanism of obsessive-compulsive disorder. Journal of Neuropsychiatry, 1,27-36.
Morsünbül, Ü. (2014). İnternet bağımlılığının bağlanma stilleri, kişilik özellikleri, yalnızlık ve yaşam doyumu ile ilişkisi. International Journal of Human Sciences, 11(1), 357-372.
Morsünbül Ü ve Tümen B (2008) Ergenlik döneminde kimlik ve bağlanma ilişkileri: kimlik statüleri ve bağlanma stilleri üzerinden bir inceleme. Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi, 15 (1), 25-31.
Moss, E. ve St Laurent, D. (2001). Attachment at school age and academic performance. Developmental Psychology, 37 (6), 863-874.
Mur, M., Portella, M.J., Martinez-Aran, A., Pifarre, J. ve Vieta, E. (2007). Persistant neuropsychological deficit in euthymic bipolar patients: executive function as a core deficit. J Clin Psychiatry; 68:1078–1086.
Neisser, U. (1976). Cognition and Reality. S. Francisco, CA: Freeman.
Nolen-Hoeksema, S. (2004). Abnormal Psychology. New York: The McGraw-Hill Companies.
Oakman, J., Gifford, S. ve Chlebowsky, N. (2003). A multilevel analysis of the interpersonal behavior of socially anxious people. Journal of Personality, 712, 397-434
Olcaysoy, I. Gündoğdu, Ö. ve Aksakal, G. (2012) Yetişkin Bağlanma Stilleri ve Bağlanmayla İlintili Bellek Düzenlemesi. Poster presentation at the 17 thNational Congress of Psychology at Boğaziçi University, Istanbul.
Ollendick, T. H., ve Byrd, D. A. (2001). Anxiety disorders. In M. Hersen ve V. B. Van. Hasselt (Eds.), Advanced abnormal psychology (2nd ed., pp. 223-242).
Onur, N. (2006). Lise öğrencilerinin bağlanma stilleri ile atılganlık düzeyleri arasındaki ilişki. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Marmara Üniversitesi İstanbul.
Oral, N. (2006). Yeme tutumu bozukluğu ile kişilerarası şemalar, bağlanma stilleri, kişilerarası ilişki tarzları ve öfke arasındaki ilişkilerin incelenmesi, AnkaraÜniversitesi, Ankara: Yayınlanmamış doktora tezi.
Orzolek-Kronner, C. (2002). The effect of attachment theory in the development of eating disorders: Can symptoms be proximity-seeking? Child and Adolescent Social Work Journal, 19(6), 421-435.
Öner, N. ve Le Compte, A. (1983). Durumluluk-Sürekli Kaygı Envanteri Elkitabı,İstanbul, Boğaziçi Üniversitesi Matbaası.
Özer, ed., (2006). Anksiyete ve Anksiyete Bozukluklarının Kısa Bir Tarihçesi.İçinde R. Tükel ve T. Alkın (Ed.), Anksiyete Bozuklukları (3-15)
Özer, M. (2011). Suçluluk-utanç, bağlanma, algılanan ebeveynlik (anne) tarzı ve psikolojik belirtiler arasındaki ilişkiler, Yayınlanmamış yüksek lisans tezi,Savunma Bilimleri Enstitüsü, Kara Harp Okulu, Ankara.
Özbay, M.H., Örsel, S., Akdemir, A. ve ark. (2002) Ergenlerde Kendilik Algısı ile Psikopatoloji Arasında Bağıntı Var mı? Türk Psikiyatri Dergisi, 13(3):179- 186.
Öztürk, M.O. (2002). Ruh sağlığı ve bozukluklan, Nobel Tıp Kitapevleri, s:566-570, Ankara.
Pacchierotti, C., Bossini, L., Castrogiovanni, A., Pieraccini, F., Sorece, I. ve Castrogiovanni P. (2002). Attachment and panic disorder. Psychopathology; 35: 347-354.
Padesky, C. A. (1994). Schema change processes in cognitive therapy. Clinical Psychology ve Psychotherapy, Volume 1, Issue 5, pages 267–278,
Page, T. F. (2001). Attachment and personality disorders: Exploring maladaptive developmental pathways. Child and Adolescent Social Work Journal, 18 (5), 313-334.
Parker, G., Tupling, H., Brown, L.B. ve ark. (1979). A parental bonding instrument.Br J Med Psychol, 52:1-10.
Pashler, H. E. (1998). The psychology of attention. Cambridge: MIT Press.
Pazvantoğlu, O., Karabekiroğlu, K., Sarısoy, G., Baykal, S., Korkmaz, I.Z., Akbaş, S., Böke, Ö. ve Şahin, A.R. (2011). The relationship of adult ADHD and attachment style. Anadolu Psikiyatri Dergisi: 12(4): 274-279.
Pearson, J.L., Cowan, P.A., Cowan, C.P. ve ark. (1993). Adult attachment and adult child-order parent relationships. Am J Orthopsychiatry, 4: 606-613.
Pennington, B. F., ve Ozonoff, S. (1996). Executive functions and developmental psychopathology. Journal of Child Psychology and Psychiatry, 37, 51–87.
Pielage, S., Gerlsma, C. ve Schaap, C. (2000). Insecure attachment as a risk factor for pychopathology: The role of stressful events. Clinical Psychology and Psychotherapy, 7, 296-302.
Pielage, S.B., Luteijn, F. ve Arrindell, W.A. (2005). Adult attachment, intimacy and psychological distress in a clinical and community sample. Clinical Psychology and Psychotherapy 12(6):455-464.
Phillips, L. H., Bull, R., Adams, E., ve Fraser, L. (2002). Positive mood and executive function: Evidence from Stroop and fluency tasks. Emotion, 2, 21–22.
Pottharst, K. (1990). Explanations in Adult Attachment. New York: Peter Lang Powell, K. B., ve Voeller, K. K. S. (2004). Prefrontal executive function syndromesin children. Journal of Child Neurology, 19, 785–797.
Rand, G., Wapner, S., Werner, H. ve McFarland, J.H. (1963). Age differences inperformance on the Stroop color-word test. J Pers, 32:534-558.
Rijt-Plooij, H.H.C. ve Plooij, F.X. (1993). Distinct periods of mother infant conflict in normal development: sources of progress and germs of pathology. J Psychol Psychiatry, 34, (2): 229-245.
Riso, L.P., Froman, S.E., Raouf, M., Gable, P., Maddux, R.E., Turini-Santorelli, N., Penna, S., Blandino, J.A., Jacobs, C.H., ve Cherry, M. (2006). The long-term stability of early maladaptive schemas. Cognitive Therapy and Research, 30, 515-529.
Reilly, C.E., Sokol, L., ve Butler, A.C. (1999). A cognitive approach to understanding and treating anxiety. Human Psychopharmacology. (14), 1-6.
Rholes, W.S., Simpson, J.A., Campell, L. ve Grich, J. (2001). Adult attachment and transition to parenthood. Journal of Personality and Social Psychology, 81, 421-435.
Roberts, J. E., Gotlib, I. H., ve Kassel, J. D. (1996). Adult attachment security and symptoms of depression: The mediating roles of dysfunctional attitudes and low self-esteem. Journal of Personality and Social Psychology, 70, 310−320.
Roe, K.V. ve Drivas, A. (1993). Planned coception and infant functionning at age three months: a cross-cultural study. Am J Orthopsychiatry, 63(1):120-125.
Roisman, G. I., Holland, A., Fortuna, K., Fraley, R. C., Clausell, E. ve Clarke, A. (2007). The Adult Attachment Interview and self-reports of attachment style: An empirical rapprochement. Journal of Personality and Social Psychology, 92, 678-697.
Romine, C. B., Reynolds, C. R. (2004). Sequential Memory: A Developmental Perspective on Its Relation to Frontal Lobe Functioning. Neuropsychology Review. Vol. 14, No: 1: 43-64
Rosenbaum, J.F. ve Pollock, R.A. (1994). The Psychopharm acology of Social Phobia and Comorbid Disorders. Bull. Meninger Clin. Spring; 58, 67-83
Rothbard, J. C. ve Shaver, P. R. (1994). Continuity of attachment across the life span. M. B, Sperling ve W. H, Berman (Ed.), Attachment in Adults: Clinical and Developmental Perspectives. New York: The Guilford Press.
Rubenstein, C. S., Peynircioglu, Z. F., Chambless, D. L., ve Pigott, T. A. (1993). Memory in sub-clinical obsessive– compulsive checkers. Behaviour Research and Therapy, 31, 759–765.
Rubin, K.H., LeMare, L.J., ve Lollis, S. (1998). Social withdrawal in adolescents.Adolescent development, 63, 350-365.
Ruble, D.N., Fleming, A.S., Stangor, C. ve ark. (1990) Transition to moderhood and the self: measurement, stability, and change. J Pers Psychol, 3: 450-463.
Russell, D.; Peplau, L. A. ve Cutrona, C. E. (1980). The revised UCLA Loneliness Scale: Concurrent and discriminant validity evidence. Journal of Personality and Social Psychology, (39), 472–480.
Sabuncuoğlu, O. ve Berkem, M. (2006). Bağlanma biçemi ve doğum sonrası depresyon belirtileri arasındaki ilişki: Turkiye'den bulgular. Turk Psikiyatri Derg, 17:252-258.
Sağduyu, A. (2001). Somatizasyon ve ilişkili sendromların biyolojisi. Türk Psikiyatri Dergisi, 12:211-223
Sakman, E. (2011). Effects Of Attachment Securıty, Threat, And Attachment Fıgure Prımes On Cognıtıve Attentıonal Task Performance. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, ODTÜ, Ankara.
Salahur, E. (2010). Üniversite öğrencilerinin geriye dönük olarak çocukluklarında algılamış oldukları ebeveyn kabul veya reddinin yetişkin bağlanma biçimleri ve depresif belirtiler ile ilişkisi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, SosyalBilimler Enstitüsü, Hacettepe Üniversitesi, Ankara.
Sarı, T. (2008). Üniversite Öğrencilerinde Romantik İlişkilerle İlgili Akılcı Olmayan İnançlar, Bağlanma Boyutları ve İlişki Doyumu Arasındaki İlişkiler. Doktora tezi Hacettepe Üniversitesi, Ankara
Saya, P. (2006). The relationship between attachment styles and perfectionism in high school students. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sosyal BilimlerEnstitüsü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara.
Sher, K. J., Frost, R. O., Kushner, M., Crews, T. M., ve Alexander, J. E. (1989). Memory deficits in compulsive checkers: replication and extension in a clinical sample. Behaviour Research and Therapy, 27, 65–69.
Schneider, B. H., Atkinson, L. ve Tardif, C. (2001). Child-parent attachment andchildren’s peer relations: A quantitative review. Developmental Psychology, 37 (1), 86-100.
Schore, A. N. (2000). Foreword to the reissue of Attachment and Loss, Vol. 1: Attachment by John Bowlby. New York: Basic Books
Selçuk, E., Günaydın, G., Sümer, N. ve Uysal A. (2005). Yetişkin bağlanma boyutları için yeni bir ölçüm: Yakın İlişkilerde Yaşantılar Envanteri-II’nin Türk örnekleminde psikometrik açıdan değerlendirilmesi. Türk PsikolojiYazıları, 8, 1-11.
Seven, S. (2006). 6 Yaş Çocuklarının Sosyal Becerileri İle Bağlanma Durumları Arasındaki İlişkinin İncelenmesi. Yayımlanmamış Doktora Tezi. EğitimBilimleri Enstitüsü, Gazi Üniversitesi, Ankara.
Shaver, P., ve Brennan, K.A. (1992). Attachment styles and the 'Big Five' personality traits: Their connections with each other and with romantic relationships outcomes. Personality and Social Psychology Bulletin, 18, 536-545.
Shaver, P.R. ve Milkunlincer, M. (2002). Attachment-related psychodynamics.Attachment and Human Development, 4, 133-161.
Siegel, D. (2012). The Developing Mind, Second Edition: How Relationships and the Brain Interact to Shape Who We Are. New York: Guilford Press.
Simpson, J.A., Rholes, W.S., Phillips,D. (1996). Conflict in close relationships: A attachment perspective. Journal of Personality and Social Psychology,71( 5), 899- 914.
Shorey, H. S., ve Snyder, C. R. (2006). The role of adult attachment styles in psychopathology and psychotherapy outcomes. Review of General Psychology, 10(1), 1–20.
Slade, A. (1987). Relationships, self and individual adaptation. A. Sameroff ve R. Emde, (Ed.), Relationship disturbance in early childhood: A developmental approach içinde (70-94). New York: Basic Books.
Solso, R. (1995). Cognitive psychology (4th ed.). Needham Heights: Allyn ve Bacon
Soysal, A.Ş. (1999). Erken Doğan Bebeklerle Normal Doğan Bebeklerin Psikomotor ve Duygusal Gelişimlerinin Karşılaştırılmasına İlişkin Bir Çalışma.Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Hacettepe Üniversitesi Sosyal BilimlerEnstitüsü. Ankara.
Soysal, A.Ş., Bodur, Ş., İşeri, E. ve Şenol, S. (2005). Bebeklik DönemindekiBağlanma Sürecine Genel Bir Bakış. Klinik Psikiyatri, 8:88-99
Sözügeçer, Z. (2011). Çocuklardaki davranış problemlerinin bağlanma stilleri, aile işlevleri ve anne kabul algıları açısından incelenmesi. Yayımlanmış doktora tezi. İstanbul Üniversitesi.
Spielberger, C.D., Gorsuch, R.L. ve Lushene, R.E. (1970). Manual for State-Trait Anxiety Inventory: Consulting Psychologist.
Spreen, O., Strauss, E. (1991). A Compendium of Neuropsychological Tests: Administration, Norms and Commentary. New York: Oxford Univ. Pres.
Sternberg, R. J. (1996). Cognitive Psychology. New York: Harcourt Brace.
Strodl, E. ve Noller, P. (2003). The relationship of adult attachment dimensions todepression and agoraphobia. Pers Relatsh. 10: 171-185.
Stuss, D. ve Benson, F. (1984). Neuropsychological studies of the frontal lobes.Psychological Bulletin, 95, 3–28.
Sümer, N. (2000). Yapısal eşitlik modelleri: Temel kavramlar ve örnek uygulamalar.
Türk Psikoloji Yazıları, 3, 6,2000: 49-74.
Sümer, N. (2006). Yetişkin bağlanma ölçeklerinin kategoriler ve boyutlar düzeyinde karşılaştırılması. Türk Psikoloji Dergisi 21, 57, 1-24.
Sümer, N. ve Güngör, D. (1999). Yetişkin bağlanma ölçeklerinin Türk örneklemi üzerinde psikometrik değerlendirmesi ve kültürlerarası bir karşılaştırma. Türk Psikoloji Dergisi. 14: 71- 106.
Sümer, N. ve Anafarta Şendağ, M. (2009). Orta Çocukluk Döneminde Ebeveynlere Bağlanma, Benlik Algısı ve Kaygı. Türk Psikoloji Dergisi, 24 (63), 86-101
Şahin, N.,H. ve Yaka, A.İ. (2010). “Yakın İlişkilerde Yaşantılar Envanteri’nin(YİYE-I), Kendilik Algısı, Olumsuz Otomatik Düşünceler ve Psikopatolojik Belirtiler Bağlamında İncelenmesi”, Türk Psikoloji Yazıları, 13 (26), 2010, 64-76.
Şahin, N.H. ve Durak, A. (1994). Kısa semptom envanteri (Brief Symtom Inventory- BSI): Türk gençleri için uyarlanması. Türk Psikoloji Dergisi; 31: 44-56.
Şahin, N.H. ve Batıgün, A.D. (1997). Özel Bir Sağlık Kuruluşunda İş Doyumu veStres. Türk Psikoloji Dergisi, 12(39): 57-71.
Şahin, N.H., Güler, M., ve Basım, H. N. (2009). A Tipi Kişilik Örüntüsünde Bilişsel ve Duygusal Zekânın Stresle Başa Çıkma ve Stres Belirtileri İle İlişkisi. Türk Psikiyatri Dergisi; 20(3):243-254
Şahin, N.H., Batıgün, A.D. ve Uzun, C. (2011). Anxiety disorder: A study on interpersonal style, self perception, and anger.Anadolu Psikiyatri Dergisi (Anatolian Journal of Psychiatry), 12(2), 107-113.
Şirvanlı- Özen, D. ve Aktan, T. (2010). Bağlanma ve zorbalık sisteminde yer alma: başa çıkma stratejilerinin aracı rolü. Türk Psikoloji Dergisi, 25 (65), 101-113
Tasca, G.A., Kowal, J., Balfour, L., Ritchie, K., Virley, B. ve Bissada, H. (2006). An attachment insecurity model of negative affect among women seeking treatment for an eating disorder. Eat Behav. 7: 252-25
Takako, S. (1994). Familial and Developmental Antecedents of Social Anxiety. Doktora Tezi, Temple Ünivrsitesi.
Teachman, B. A., Smith-Janik, S. B., ve Saporito, J. (2007). Information processing biases and panic disorder: Relationships among cognitive and symptom measures. Behaviour Research and Therapy, 45, 1791–1811.
Tolan, Ö. (2002). Üniversite örencilerinde kaygı belirtileri ve bağlanma biçimleri ile kişilerarası şemalar arasındaki ilişkiler (Uzmanlık Tezi). Hacettepe Üniversitesi: Ankara
Thompson, R. A. (1999). Early attachment and later development. J. Cassidy ve P. R. Shaver, (Ed.), Handbook of attachment içinde (265-286). New York: Guilford Press.
Thompson, R.A. (2002). Attachment theory and research. In Child and Adolescent Psychiatry, 3rd Ed. (Ed M Lewis):164-172. Philadelphia, Lippincott Williams Wilkins.
Tutarel-Kışlak, Ş. ve Çavuşoğlu, Ş. (2006). Evlilik uyumu, bağlanma biçimleri, yüklemeler ve benlik saygısı arasındaki ilişkiler. Aile ve Toplum Dergisi,yıl:8, cilt:3, sayı:9, s.61-68.
Türe, H. (2013). Factors affecting the level of social anxiety among medical students, parental bonding and adult attachment styles Anadolu Psikiyatri Derg. 2013; 14(4): 310-317
Türköz, Y. (2007).Okulöncesi çocuklarda bağlanma örüntüsünün kişilerarası problem çözme ve açık bellek süreçlerine etkisi. Doktora Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. Ankara Üniversitesi.
Tüzün, O. ve Sayar, K. (2006). Bağlanma ve Psikopatoloji. Düşünen Adam; 2006, 19(1):24-39.
Tyrrell, C., Dozier, M., Teague, G. B. ve Fallo,t R. D. (1999). Effective treatment relationships for persons with serious psychiatric disorders: The importance of attachment states of mind. Journal of Consulting and Clinical Psychology. 67, 725-733.
Uluç, S. ve Öktem, F. (2009). Okul Öncesi Çocuklarda Güvenli Yer Senaryolarının Değerlendirilmesi. Türk Psikoloji Dergisi, Haziran 2009, 24 (63), 69-83
Van IJzendoorn, M.H. (1995). Adult attachment representations, parental responsiveness, and infant attachment: A meta-analysis on the predictive validity of the Adult Attachment Interview. Psychological Bulletin, 117, 387–403.
Vendrell, P., Junque, C., Pujol, J. ve ark. (1995). The role of prefrontal regions in the Stroop task. Neuropsychologia, 33(3): 341-352.
Verschueren, K., ve Marcoen, A. (2005). Perceived security of attachment to mother and father: Developmental differences and relations to self-worth and peer relationships at school. In K. A. Kerns ve R. A. Richardson (Eds.),Attachment in middle childhood (pp. 212 – 230). New York: Guilford
Vershueren, K., Marcoen, A. ve Schoefs, V. (1996). The internal workin model of the self, attachment and competence in fi ve-year-olds. Child Development, 67, 2493-2511
Ward, A., Ramsay, R. ve Treasure, J. (2000). Attachment research in eating disorders. Br J Med Psychol; 73:35-51.
Warren, S. L., Huston, L., Egeland, B., ve Sroufe, L. A. (1997). Childhood anxiety disorders and attachment. American Academy of Child and Adolescent Psychiatry,.36, 637-644.
Waters, H.S. ve Rodrigues-Doolabh, L. (2001). Are attachment scripts the building blocks ofattachment representations? Narrative assessment of representations and the AAI. In H.Waters ve E.Waters (Chairs), Narrative Measures of Attachment for Adults. Poster symposium presented at the Biennial Meetingsofthe Society for Research in Child Development, Minneapolis, MN.
Wei, M., Mallinckrodt, B., Larson, L.M. ve Zakalik, R.A. (2005). Adult attachment, depressive symptoms, and validation from self versus others. J Couns Psychol. 52: 368-377.
Wehrenberg, M. ve Prinz, S. (2007). The Anxious Brain. Published by Norton ve Company, Inc., New York, London.
Wells, A. (1997). Cognitive therapy of anxiety disorders: a practice manual and conceptual guide. Chichester, Sussex: Wiley
West, M. ve Sheldon-Keller, A. (1992). The assessment of dimensions relevant to adult reciprocal attachment. Can J Psychiatry,37(9):600-6.
Williams, J.M.G., Watts, F.N., MacLeod, C., Mathews, A. (1997). Cognitive psychology and emotional disorders. Chichester: John Wiley ve Sons Ltd.
Wilson, J. K., ve Rapee, R. M. (2005). Interpretative Biases in Social Phobia: Content Specificity and the Effects of Depression. Cognitive Therapy and Research, 29(3), 315-331.
Yaka, A. İ. (2011). Bağlanma, erken döneme yönelik şemalar, öz-yönetim vepsikolojik belirtiler arasındaki ilişkiler. (Uzmanlık Tezi). Ankara: AnkaraÜniversitesi.
Yalın, A. (1979). Baba çocuk etkileşimi. Türk Psikoloji Dergisi, 2:28-32.
Young, J. E., Klosko, J. S., ve Weishaar, M. E. (2003). Schema therapy: Apractitioner’s guide. New York: The Guilford Press.
Zeanah, C.H., Benoit, D., Barton, M. ve ark. (1993). Representations of attachment in mothers and their one year old infants. J Am Acad Child Adolescent Psychiatry, 32 (2): 278-286.
Zeanah, C.H., Boris, N.W., Larriey, J.A. (1997). Infant development and developmantal risk: a review of the past 10 years. J Am Acad Child Adolescent Psychiatry, 36(2): 165-178.
Zeijlmans van Emmichoven, I. A., van IJzendoorn, M. H., de Ruiter, C. ve Brosschot, J. F. (2003). Selective processing of threatening information: Effects of attachment representation and anxiety disorder on attention and memory. Development and Psychopathology. 15, 219-237.
Zimmermann, P., ve Becker-Stoll, F. (2002). Stability of attachment representations during adolescence: The influence of ego-identity status. Journal of Adolescence, 25, 107–124.
0 Yorumlar