Hayat Problemleri



Bireysel psikoloji işte burada sosyolojiye yaklaşmaktadır. Hayatın karşımıza çıkardığı problemlerin dokusu ve bu problemlerin yapmaya zorladıkları işi bilmeden, birey hakkında doğru bir yargıya ulaşmak mümkün değildir. Ancak, bireyin bu problemlerle karşılaşma tarzına, bu karşılaşmada iç dünyasında olup biten şeylere göre, gerçek tabiatı kendini gösterir. Bireyin sosyal rolünü oynayıp oynamadığını, yarı yolda kalıp kalmadığını, işinin içinden çıkıp çıkmadığını, sıvışmak amacıyla bahaneler arayıp aramadığını, uydurup uydurmadığım, karşılaştığı problemlere samimi bir çözüm yolunu arayıp aramadığını, sonuca ulaşıp ulaşmadığını, kişisel bir üstünlük ile övünmek için topluluğa zararlı bir yolu izleyip izlemediğini araştırmak gerekir.

Uzun zamandan beri hayatın bütün sorunlarını şu üç probleme bağlamayı düşündüm: Sosyal hayat, çalışma ve aşk. Bunlar gelip geçici problemler olmayıp, sürekli karşımıza çıkan zorlayıcı isteklerde bulunan kaçınılmayan problemlerdir. Zira, bu üç soruna karşı tavrımız, hayat stilimize göre verdiğimiz bir cevaptır. Bu sorunlar kendi aralarında sıkı sıkıya birbirlerine bağlıdır. Çözümleri için yeterli bir sosyal duyguyu zorunlu kılmaktadırlar. Her insanın hayat stilinin bu üç sorun karşısındaki tavrında az veya çok bir açıklıkla yansıdığını kolaylıkla görebiliriz. Bu yansıma, sorunlar halen onu ilgilendirdikleri ölçüde açıklık kazanır. Bunlar dünyadaki hayatımızın bizi karşı karşıya getirdiği sorunlardır. İnsan bu dünyanın bir eseridir. Dünyanın geri kalan kısmı ile münasebetlerini ancak topluluğa katılması, kendisine sağladığı maddi ve manevi yardım, işbölümü, gösterilen çaba ve türün yayılması sayesinde kurmuş ve geliştirmiştir. Bunun için insan oluşu boyunca vücut ve ruh bakımından gelişimini sağlamak amacıyla kendisini donatmıştır. İnsanlığın zorlukları yenmek için sarfettiği çabada, bütün deneyler, gelenekler, buyruklar, kanunlar, iyi veye kötü, devam eden veya önemlerini kaybeden denemelerden başka şeyler değildir. Bugünkü medeniyette bu çabanın ulaşma imkanı verdiği seviyeyi,- itiraf edelim, hiç de yeterli olmayan seviyeyi- görürüz. Aşağı bir durumdan üstün bir duruma doğru gitmek bireyin olduğu kadar kitlenin de dinamizmasmı belirtmekte ve bize, bireyde olduğu kadar kitlede de sürekli bir aşağılık duygusunun bulunduğunu söyleme hakkını vermektedir. Oluşta burada duraklama olamaz. Tamlık arzusu bizi sürüklemektedir. Ortak temeli sosyal ilgi olan ve bir yana bırakılmaları mümkün olmayan bu sorunlar ancak yeter derecede sosyal duygusu olan insan tarafından çözülebilir.

Bütün sorunlar -dostluk, arkadaşlık, devlete, vatana, millete, insanlığa karşı duyulan ilgi, iyi alışkanlıkların kazanılması, sosyal bir işe girilmesi, işbirliğine, oyuna, okula, çıraklığa hazırlanma, karşı cins için duyulan saygı ve hürmet gibi bütün sorunlar- bu ana sorunun çözümüne yönelmektedir. İyi veya kötü bir hazırlık, çocuğun ilk günlerinden itibaren başlar. Gittikçe artan anne sevgisinin gelişmesi sayesinde çocuğa, benzerleriyle hayat deneyimi kazandırmaya en elverişli arkadaş- doğal olarak annedir. Bütünün bir parçası olarak, çocuğu ortak hayata katılmaya ve dış dünya ile yerinde ilişkiler kurmaya zorlayan ilk içtepiler, sosyal gelişmenin eşiğinde "ilk yakın" gibi düşünülen anneden hareket eder.

Çocuğun karşılaştığı zorluklar iki yönden meydana gelebilir. Bunlardan birini anneler oluşturur. Beceriksiz, tecrübesiz bir anne çocuğun başkalarıyla ilişkiler kurmasını zorlaştırır. İşini ciddiye almaz. Ya da, çoğu zaman olduğu gibi, çocuğun başkalarına yardım etmek zorunluğunu duymasını önler. Başkalarıyla işbirliği yapmasına olanak vermez. Onu şefkat ve okşama ile bıktırır. Sürekli olarak çocuğunun yerine hareket eden, düşünen, konuşan anne bütün gelişme imkanlarım felce uğratır. Çocuğunu bizimkinden tamamıyla farklı hayalî bir dünyaya alıştırır. Şımartılmış çocuk bu dünyada herşeyin başka kimseler tarafından yapıldığını görür. Oldukça kısa bir zamanda kendisini olayların merkezi gibi görmeye başlar. Bu görüşüne uymayan bütün hallerde kötü maksatlar arar. Düşüncesine uygun hareket etmeyen herkesi düşman sayar. Bu zamanda her türlü engelden kurtulmuş yapıcı gücünün ve yargısının işbirliğinin çocuğa sağladığı sonuçlardaki büyük değişiklikleri küçümsememek gerekir. Çocuk dış izlenimleri düşüncesine göre şekillendirmek için kullanır. Annesi tarafından şımartılan çocuk sosyal duygusunu başkalarına yöneltmekten kaçınır. Babasından, erkek ve kızkardeşlerinden, kendisini aynı derecede sevmeyen kimselerden uzak kalmaya çalışır. Bu hayat şeklinde, dış yardımla herşeyin hemen elde edilebileceği düşüncesi ile yetişen, hazırlanan çocuk bu yüzden sonraları hayat problemlerini çözmekte az veya çok beceriksizlik gösterir. Bu problemlerin istedikleri gerekli sosyal duyguya sahip olmadığı zaman şokla karşılaşır. Bu şok hafif olursa bir süre sonra kaybolur. Fakat ciddi hallerde bir çözüm bulmakta sürekli olarak engel teşkil eder. Şımartılmış çocuk için annenin ilgisini, çekmeye elverişli her bahane iyidir.

Sosyal duygunun gelişmesini önleyen başka engeller de vardır. Bireysel belirtinin özelliği ve çeşitliliği hiçbir zaman gözümüzden kaçmamalıdır. Çocuğun ihmal edilmesi, yetersiz organlara sahip bulunması da sosyal duygunun gelişmesini zorlaştırırlar. Her ikisi de şımartılmada olduğu gibi, çocuğun dikkatini ve ilgisini "topluluk"tan uzaklaştırırlar. Kendi güvenliğine ve huzuruna yöneltir. Bu çift güvenliğin ancak yeterli bir sosyal duygu ile sağlanabileceğini ileride daha açık bir şekilde göreceğiz. Yalnız yeryüzündeki hayat şartlarının sosyal duygu bakımından, zayıf kimselere karşı olduklarını anlamak güç değildir. Çocuğun yapıcı gücünün bu üç engeli az veya çok başarı ile aşabileceğini söyleyebiliriz. Her başarı veya başarısızlık, genel olarak birey tarafından bilinmeyen hayat görüşüne bağlıdır. Bireyin hayat problemleriyle karşılaşmasının sonuçlarını bir dereceye kadar kestirebiliriz. Fakat bir görüşün doğruluğunu, ancak sonuçlarla doğrulandığı zaman kabul etmeliyiz.

Şimdi, çözümleri gelişmiş bir sosyal duyguyu zorunlu kılıp kılmadıklarını anlamak için görünüşte ikinci, derecede olan sorunların üzerinde duracağız. Bu da, önce çocuğun babasına karşı aynı ilgiyi duyması gerektiği inancıdır. Yalnız dış şartlar, babanın kişiliği, çocuğun anne tarafından şımartılması ve daha ziyade anneye düşen güç, organik bir gelişme baba ile çocuk arasında mesafe doğurabilir çocuğun sosyal duygusunun gelişmesini önleyebilirler. Annenin çok yumuşak davranışlarının sonuçlarını önlemek için yaptığı müdahaleler bu mesafeyi artırır. Annenin çocuğu kendisine çekme eğilimi de çocukla baba arasındaki mesafeyi fazlalaştırır. Çocuğu daha çok şımartan kimse baba olduğu takdirde, çocuk annesinden yüz çevirir ve babasına yaklaşır. Bu hal daima bir çocuğun hayatının ikinci safhasını ve annenin çocuk için bir trajedi nedeni olduğunu göstermektedir. Çocuk, şımartılmış bir çocuk olarak annesine bağlı kalınca bütün ihtiyaçlarının, hatta, ba-zan cinsel ihtiyaçlarının annesi tarafından karşılanmasını bekleyen bir parazit gibi gelişir. Bütün arzularının annesi tarafından tatmin edilmesi yüzünden, çocuğun bu arzudan vazgeçemediği ölçüde duygusal yanı fazlalaşır. Freud'un Ödip Kompleksi dediği ve ruh gelişmesinin tabii temeli gibi saydığı şey; sadece önlenmemiş arzular karşısında müdafaasız bir oyuncak gibi şımartılmış çocuğun hayatının çok sayıdaki belirtilerinden biridir. Yine aynı yazarın çocuğun annesiyle kurduğu bütün münasebetlerin temelini sarsılmaz bir taassupla Ödip Kompleksinin meydana getirdiği bir şemada aramaktadır. Aynı şekilde birçok yazarın, tam olarak kabul edilebilir gibi görünen ve kızların yaratılışları gereğince babalarına, erkek çocukların annelerine daha fazla yaklaştıkları hususundaki tezini reddetmek zorundayız. Bu hal şımartılmamış çocukta meydana geldiği takdirde onun gelecekteki cinsel rolü hakkında bir görüşe ulaşabiliriz. Erkenden uyanan, karşı konmaz cinsel içgüdü herşeyden önce fazla şımartılmış, hiçbir arzudan vazgeçmeyen bencil bir çocukta görülür.

Çocuğun erkek ve kızkardeşlerine karşı bir problem olarak düşünülen durumu, başkalarıyla münasebet kurma yeteneği hakkında bir dereceye kadar fikir verebilir. Üç çocuk grubundan özellikle en küçüğü, diğer çocukların engel ve etki alanlarının daralmasının bir nedeni gibi düşünür. Bunun çeşitli sonuçları vardır. Fakat bu sonuçlar çocuğun etkiye fazla elverişli olduğu zamanda, hayatı boyunca bir karakter özelliği şeklinde kendini belli edecek derecede güçlü izlenimler bırakır. Bu izlenim, hayatın ebedi bir yarış olduğu duygusu, güçlü bir egemenlik arzusu veya en az zararlı hallerde, başkalarını sürekli çocuk gibi görme şeklini alabilir. Çocuğun yetişmesi geniş ölçüde bu yarışın başarılı veya başarısız olmasına bağlıdır. Özellikle, şımartılmış çocuklarda, daha küçük bir çocuk tarafından yerlerinden edildikleri izlenimi kendini gösterir.

Diğer bir sorun da, çocuğun hastalık karşısındaki durumudur. Hastalıkta ebeveynlerin davranışı- özellikle hastalık ağırlaştığı zaman - çocuk tarafından dikkatle izlenir. Çocuğun, raşitizma, boğmaca, kızıl, grip, v.b... gibi hastalıkları, hastalığı süresince ebeveynlerinin ihtiyatsızca gösterdiği üzüntülü davranışlar, hastalığı, olduğundan daha da kötü göstermekle kalmaz, şımartılmak alışkanlığını da oluşturur. Böylelikle çocuğu hastalıklı yapabilirler. Bu çocuklar hastalık hatıralarını ömürleri boyunca devam ettirebilirler. Çocuk yuvaya ve ilkokula başladığı zaman işbirliği ile ilgili yeni bir deneme ile karşılaşır. Burada başkalarıyla çalışma yeteneği çok açık bir şekilde gözlenebilir. Sinirlenme derecesi, okula karşı duyulan isteksizliğin aldığı şekil, yalnız kalma tarzı, ilgisizlik ve dikkatsizlik, geç gelmek, karışıklık yapmaya çalışmak, okuldan kaçmak eğilimi, sürekli olarak okul eşyalarını kaybetmek, ödevleri yapacak yerde zaman harcamak gibi okulun istemediği davranışlar işbirliği yetersizliğim gösterirler.

Bu haller kuvvetli bir aşağılık duygusundan meydana gelir. Bunu bilmeden çocukların ruhsal süreçleri yeterli bir şekilde anlaşılamaz. Aşağılık duygusu, aşağılık kompleksi halinde kendini gösterir. Her türlü ruh ve vücut arazlarıyla birleşen utangaçlık sinirlilik şeklini alır. Ya da gurura dayanan bir üstünlük kompleksi şeklinde ortaya çıkar. Kavgacılık, arkadaş edinememek, vb... mahiyet kazanır. Bu komplekste cesaret diye bir şey yoktur. Kendilerini beğenen çocuklar yararlı bir iş yapmaları istenir istenmez korkaklık gösterirler. Yalancılık eğilimi onların samimi olmadıklarını belirtir. Hırsızlık eğilimleri yoksunluk duygusunun ödümlenmesi manasını taşırlar. Bu çocuklar kendilerini sürekli daha becerikli arkadaşlarıyla mukayese eder ve boy ölçüşürler. Bu yüzden de iyileşemezler. Daha ziyade zihin yeteneklerinin uyuşmalarına ve çoğu zaman her türlü okul başarılarının durmasına yol açarlar. Okul çocuk üzerinde açık bir şekilde deneme etkisi yapar ve ilk günden itibaren çocuğun işbirliği yeteneği derecesini gösterir. Okul, sosyal duygunun gelişmesine elverişli bir yerdir.

Okul başarısı herşeyden önce çocuğun sosyal duygusuna bağlıdır. Bu bir gerçektir. Çocukta saklı bu duygu ilk bakışta onun topluluktaki yaşayışı hakkında bize fikir verebilir. Gelecekteki ortak hayat için çok önemli olan dostluk, arkadaşlık, sadakat, sorumluluk duygusu, müşterek faaliyet arzusu gibi bütün karakter özellikleri, memlekete, millete ve insanlığa karşı duyulan ilgi, hepsi okul hayatında yer alır ve üstün eğitsel ilgileri gerektirir. Okul, arkadaşlık ruhunu oluşturma ve işleme imkanına sahiptir. Öğrettiklerimizi bilen öğretmen çocuğa sosyal duygusunun yetersizliğini, bu eksikliğin nedenlerini, ödümlemenin yollarını anlatmasını bilir ve onu dostça konuşmalarla topluluğa yaklaştırabilir. Çocuklarla yapacağı genel tartışmalarda kendilerinin ve insanlığın geleceğinin, sosyal duygumuzun güçlendirilmesine bağlı olduğunu anlatabilir. Savaş, idam, ırk düşmanlığı, başka milletler düşmanlık beslemek ve nevroz, intihar, suç, sarhoşluk, gibi büyük kusurlarımızın sosyal duygunun yetersizliğinden meydana geldiğine değinebilir. Aşağılık kompleksinin kabulü imkansız bir şekilde çözümü için yapılan bir deneme gibi, bu kusurların anlaşılmasına çocukları inandırabilir.

Zamanımızın fazla ilgilendiği cinsel sorun da erkek ve kız çocukları şaşkına uğratabilir. İşbirliği davasına inanmış olanlar böyle bir duruma düşmezler. Bunlar bir bütünde yer aldıklarını duymaya alışmışlardır. Duydukları gizli sıkıntılardan ebeveynlerini ve öğretmenlerini daima haberdar ederler. Aile hayatında bekledikleri yakınlığı bulamayanlar başka türlü hareket eder. Bir daha söyleyelim: Bunlar, özellikle, şımartılmış çocuklar övülmekten çok hoşlanır ve yılar. Ebeveyinlerin cinsiyet konusundaki hareket tarzları bir aradaki yaşayışlarından otomatik bir şekilde meydana gelir. Çocuk cinselliği arzu ettiği kadar öğrenmelidir. Bu bilgi, ona yeni eğitimi doğru bir şekilde özümseyebilecek ve tahammül edebilecek şekilde verilmelidir. Bu işte çekinmemek gerekir. Yalnız acele edilmemelidir. Çocukların okulda cinsel sorunlar üzerinde durmalarını önlemek zordur. Geleceği düşünen bağımsız çocuk, müstehcen şeyleri dinlemez ve saçma şeylere inanmaz. Eğitimin çocuğu aşktan, evlilikten korkutması büyük bir hatadır. Esasen böyle bir eğitime sadece bağımsız olmayan ve daha önce cesaretlerini kaybetmiş çocuklar kulak verirler.

Diğer bir hayat problemi olan ergenliği birçokları büyük bir esrar gibi düşünmektedir. Bu evrede bile çocukta bu zamana kadar tamamıyla saklı kalan şey, gizli bir kuvvet olmakta devam eder. Çocuğun işbirliğine hazırlanma derecesi kolayca görülür. Çocuk şimdi daha geniş bir aksiyon alanına ve daha büyük bir güce sahip olur. Herşeyden önce, kendisine özgü ve çekici görünecek şekilde, artık bir çocuk olmadığını veya çok nadir olmakla beraber, çocuk olmakta devam ettiğini göstermek arzusunu duymaya zorlanır. Kendilerini yetişkin gibi göstermek isteyen birçok çocuk yetişkinlerin niteliklerinden ziyade kusurlarını alırlar. Çünkü bu hareket tarzı onlara topluluğa hizmet etmekten çok daha kolay görünür. Bunun sonucu olarak daha kolay bir şekilde meydana gelen çeşitli suçlar ortaya çıkar. Burada da şımarık çocuklar diğerlerini geride bırakırlar. İsteklerinin hemen yerine getirilmesine alışmış olan şımartılmış çocuklar, ne şekilde olursa olsun, herhangi bir arzuya ancak zorlukla karşı koyabilir. Bu gruptan olan kız ve erkek çocuklar kolaylıkla övülmenin ve gururlarının okşanmasının kurbanı olur. Evde ağır bir küçüklük duygusunu duyan ve değerlerine ancak övüldükleri zaman inanabilen genç kızlar bu evrede büyük bir tehlike içinde bulunur.

Bu zamana kadar arka planda kalan çocuk kısa bir zaman sonra doğrudan doğruya hayatla tanışır. Burada hayatın üç büyük problemi ile, topluluk, iş ve aşk problemi ile karşılaşır. Her üçü de çözümleri için başkalarına karşı gelişmiş bir ilgi ister. Bu ilgiye hazırlık, sonucu belli eder. Bu evrede utangaçlık, başkalarına karşı duyulan kin, güvensizlik, zarar verme arzusu, her türlü övünme, aşırılığa kaçan alınganlık, başkaları karşısındaki sinirlilik halleri, topluluk korkusu, yalancılık, aldatma, iftira, egemenlik eğilimi, huysuzluk ve daha başka terslikle karşılaşırız. Ortak hayat için yetiştirilen kimse kolaylıkla dostlar kazanabilir. Bundan başka insanlıkla ilgili bütün sorunlara karşı ilgi duyabilir. Düşüncelerini ve davranışlarını insanlığın iyiliği için ayarlar. İyi veya kötü işlerle ilgi çekerek başarılar aramaz.

Üzerinde yaşadığımız dünya insanlığı çalışmaya ve işbölümüne zorlamaktadır. Sosyal duygu burada başkalarının yararına bir işbirliği şeklinde kendini göstermektedir. Sosyal ruhlu insan herkesin çalışmasının ödüle hak kazandığını ve başkalarının çalışmasını istismar etmenin insanlığın huzuru için yararlı olamayacağım, hiçbir zaman yardımcılık yapamayacağını bilir.

Ruh ve vücut bakımından tatmine çok elverişli olan aşk, sosyal duygu ereğimizin itiraz edilmez ve doğrudan doğruya yaratıcısı gibi kendini göstermektedir. Dostlukta, çocukların kendi aralarında kurdukları münasebetlerde olduğu gibi aşkta da ikili bir münasebet vardır. Yalnız bu defa çocuğa sahip olma ve insan türünü devam ettirme ümidiyle münasebet kurulmaktadır. İnsan problemlerinden hiçbiri, bireyin topluluktaki selameti ve huzuru ile aşk problemi kadar kendisiyle yakından ilgili değildir. İki kişiye ait bir problemin kendisine özgü bir dokusu vardır ve bir kişi ile ilgili bir problemin çözüm tartı ile tatmin edici bir şekilde çözümlenemez. Aşk probleminin tatmini için iki kişiden her birinin kendisini tamamıyla unutması ve iki kişinin bir tek varlığı yapıyorlarmış gibi, kendisini bütün bütün başkasına vermesi gerekmektedir. Bundan başka, aşk, mahiyeti bakımından, vücut çekiciliğini zorunlu kılmaktadır. Vücut çekiciliği karşı cinsin seçiminde etki yapar.

Aşkta eşitlikten başka karşılıklı bağlılık da gerekmektedir. Zamanımızda bunu bilen erkekler ve kadınlar pek fazla değildir. Bu bağlılık duygusu çoğu zaman erkekler, özellikle, kadınlar tarafından yanlış anlaşılmıştır. Bu bağlılığı bir kölelik gibi sayanlar vardır. Bu duygu özellikle bencil üstünlük prensibine ulaşmış olan kadınları aşktan uzaklaştırır. Bu kadınların fonksiyonlarında karışıklıklar doğurur. İkili probleme hazırlık, eşitlik bilinci ve başkasının olma yeteneği ile ilgili bu üç noktada, bir yetersizlik sosyal konularda zorluklar meydana getirir. Aşk ve evlilik sorunları eşleri sürekli hafifletme denemelerine sürükler. Tek evlilik elbette ideal olanıdır. Bundan başka, problemi olması yüzünden aşkın yukarıda anlattığımız dokusu, bir gelişmenin son noktası değil de problemi olması yüzünden, çocuklarda ve onların insanlığın iyiliği için yapılan eğitimlerinden gerçekleşmesi gereken kesin bir kararı istemektedir.

İyi karşılanmayan erkek ve kadın birleşmelerinde, fuhuşta, sapıklıkta ve tam çıplaklığın uygulanmasında olduğu gibi aşkı hafife almak; aşkı yüceliğinden, parlaklığından ve bütün estetik cazibesinden uzaklaştırmak demektir. Sürekli bir münasebetin kurulmaması çiftler arasında ortak problem hakkında kuşku ve güvensizlik doğururur. Onların birbirlerine tam olarak bağlanmalarına imkan vermez. Duruma göre değişmelerine rağmen, aşk ve evlilikte benzer zorluklar bütün talihsiz aşk hallerinde ve evlenmede zayıflayan sosyal duygunun bir işareti gibi görülebilir. Zührevi hastalıkların artmasının, aile ve topluluk hayatının sona ermesinin nedeninin aşka önem verilmemesi olduğu kanısındayım. Hayatta tam doğruluk gösteren bir kural yoktur. Bunun için, aşkın ve evliliğin sona ermesinde çeşitli nedenler rol oynayabilir. Yalnız hiç kimse kendi başına yeterli yargıda bulunacak derecede belli bir görüşe sahip değildir. Bunun için bu mesele sosyal duyguya uygun bir yargıya varabilecek olan uzman psikologlara bırakılmalıdır. Eşin iyi bir şekilde seçilmesi için herşeyden önce bazı yeteneklerin, vücut ve ruh çekiciliklerinin yanında, yeterli sosyal duygu derecesini gösteren aşağıdaki niteliklerin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Bunlar da; eş olarak seçilecek kimsenin dostluğunu devam ettirebilmesi, eşinin işiyle ilgilenmesi, eşini kendisinden daha çok düşünebilmesi özellikleridir.

Çocuk sahibi olma korkusu bencil nedenlere dayanmaktadır. Bu bir gerçektir. Belirtileri ne olursa olsun, bu nedenlerin gerçek kaynağı daima sosyal duygunun yetersizliğidir. Aşkı sadece şımartılmış çocuk rolünü oynamaya elverişli bir araç gibi gören, yalnız dış görünüşü ile ilgilendiği için gebeliğin ve doğumun yapacağı biçimsizliklerden korkan genç kız da böyledir. Rakipsiz kalmak isteyen, bazen de sevmeden evlenen kadın da böyledir. "Erkeklik protestosu" bazı hallerde kadınların fonksiyonlarında ve gebeliğin istenmemesinde tehlikeli bir rol oynar. Kadının bu cinsel rolünü protesto etmesi hali -ilk defa ben bu ismi verdim- çoğu zaman aybaşı halinde cinsel alanlarda karışıklıklar doğurur. Bu protesto daha aile ocağında, kız çocuğunun aşağı sayılan cinsel rolden memnun olmamasından meydana gelmektedir. Kadına gizli veya açıktan daha aşağı bir yer tanıyan kusurlu medeniyetimiz bunu daha da kuvvetlendirmektedir. Erkeklik rolünü oynamak arzusu gibi, çeşitli şekiller gösteren "Erkeklik protestosu" aşağılık duygusunu yok etmeye yönelen bir üstünlük kompleksi gibi düşünülmelidir.

Aşk evresinde meslek ve topluluk hayatı için yetersiz olan bir hazırlık devresi diğer sosyal münasebetlerden uzak kalma şekilleri de kendini gösterir. Bunlar arasında en tehlikeli şekil ¦ hiç şüphe yok ki hayatın istekleri karşısında hemen hemen tam bir uzaklaşma anlamını taşıyan erken bunamadır. Bu ruh hastalığı, sıkı sıkıya organik yetersizliklere bağlıdır. Sinir hastalığına tutulanların sayısı, işbirliğine hazırlanmayı zorunlu kılan dış faktörlerin baskısıyla, gittikçe artmaktadır. Aynı şeyi ideal bir kaçış ve az çok hınç taşıyan bir duygu ile hayat isteklerinin bütün bütün kötülenmesi anlamını taşıyan intihar için de söyleyebiliriz. Ayyaşlığı da sosyal olmayan davranışla bir sosyal isteklerden kurtulma aracı gibi düşünebiliriz. Kuvvetli bir şekilde karşısına çıkan sosyal isteklerden kaçan sosyal duygudan yoksun insan, kolaylıkla uyuşturucu zehir düşkünü olabilir. Bu işte yeter derecede tecrübeli olanlar bu kimselerin daima şımartılma ve kolayca yaşama ihtiyacını daha fazla duyduklarını her zaman görebilir. Aynı şey geniş ölçüde suç işleyen kimseler için de doğrudur. Çocukluklarından beri, faaliyet alanlarında, sosyal duygunun yetersizliği yanında cesaret yetersizliği de bunlarda kendini gösterir. Sapıklıklarının da en çok bu evrede ortaya çıkması kimseyi şaşırtmamalıdır. Sapıkların kendileri ve birçok yazar sapıklıkların kalıtımsal olduğuna inanmaktadır. Çocukluğun sapıklık belirtilerinin kalıtımın eseri olduğunu veya yaşanan bir tecrübeden meydana geldiğini düşünmektedir. Oysa ki bu belirtiler açıkça eğitimin ve daima yetersiz sosyal duygunun kötü bir işareti gibi ortaya çıkmaktadır.

Sosyal duygunun derecesi eşler arasındaki münasebetlerde, iş hayatında, sevilen bir kimsenin kaybında da denemeden geçer. Sevilen kimsenin kaybında dertli kimse, o zamana kadar hiçbir zaman ilgilenmemiş olduğu bütün dünyadan ümidini keser. Fazla şımartılmış kimse aksilikler, çeşitli hayal kırıklıkları gibi hallerle karşılaştığı zaman durumunu düzeltemez. Aynı şekilde mevkisini kaybeden birçok kimse müşterek bir faaliyetle elverişli olmayan şartları iyileştirmek için başkalarıyla birleşmeyi arzu edecekleri yerde perişanlıklarını devam ettirirler ve sosyal olmayan bir yolu seçerler.

Son bir denemenin, yaşlılık ve ölüm korkusunun da üzerinde durmak istiyorum. Yaşlılık ve ölüm, çocukların varlığında ve gelişen medeniyette yapacakları yardımlarla ebedileşece-ğine inanan kimseleri korkutmaz. Tamamıyla yok olma korkusu çoğu zaman hızlı bir vücut çöküntüsü ve ruh sarsıntısı ile meydana çıkar. Aslı olmayan ay başından kesilme tehlikesiyle fazla sarsılan kadınlarda bu hal görülür. Özellikle, kadının değerini işbirliği derecesine göre değil de gençlikte ve güzellikte arayan bu kadınlar, aşırı derecede ıstırap çeker. Çoğu zaman, bir haksızlığa karşı kendilerini savunuyormuş gibi düşmanca hareket eder. Melankoliye yol açan bir çöküntü halini gösterirler. Kanaatime göre, bugünkü medeniyetimizin seviyesi ilerlemiş yaşlardaki erkeklere ve kadınlara vermek zorunda olduğu yeri vermemiştir. Bundan şüphe edilemez. Şaşmaz bir adalet bu yeri onlara ayırmalı, onlara yerlerini bulma imkanı vermelidir. Ne yazık ki bu evrede işbirliği arzusunda bir zayıflama kendini göstermektedir. Bireyler, herşeyi herkesten daha iyi bilmeyi istemektedir. Yoksulluk duygusundan kurtulamama belki de, uzun bir zamandan beri korktukları bu havayı oluşturmaktadır. 


Yorum Gönder

0 Yorumlar