Aşağılık Kompleksi


İnsan olmanın aşağılık duygusuna kapılmak olduğunu uzun zamandan beri ısrarla belirtmekteyim. Belki de aşağılık duygusunu hissetmemiş insanlar vardır. Belki de bazıları bu ifade karşısında sarsıldılar ve başka bir ismi tercih ettiler. Ben bu ifadede hiçbir sakınca görmüyorum. Çünkü, bildiğime göre, birçok yazar bunu daha önce belirtti. Kendilerini fazla kurnaz sananlar aldandığını göstermek maksadıyla, çocuğun aşağılık duygusunu hissetmesi için daha önce tamlık duygusu hissetmiş olması gerektiğini ileri sürüyorlar. Yetersizilik duygusu inatçı bir hastalıktır ve en azından bir iş yapıncaya, bir ihtiyaç karşılanmcaya veya bir tansiyon azalmcaya kadar devam eder. Bu, tabii olarak meydana gelen, gelişen ve bir rahatlama çözümünü isteyen ıstıraplı bir tansiyona benzeyen duygudur. Bu çözüm Freud'un iddia ettiği gibi, her zaman hoş olmaz. Sadece memnuniyet duygusunu doğurabilir. Bu ise Nietzsche'nin görüşüne uymaktadır. Bazı hallerde bu tansiyonun azalması, sevilen bir dostun gidişinden veya ıstıraplı bir mü-daheleden sonra olduğu gibi, sürekli veya geçici bir ıstıraba yol açabilir. Bundan başka, genel olarak, sonsuz acıya tercih edilen acı, bir son buluştur. Ancak bir şakacı tarafından hoşmuş gibi düşünülebilir.

Bebekler yetersizlik duygusunu, hayatî isteklerini aralıksız olarak gerçekleştirme ve iyileştirme eğilimini hareketleriyle açığa vurarak yansıtır, insanlık tarihini de bir aşağılık duygusu ve bunu gidermek için yapılan teşebbüslerin tarihi gibi düşünmek yerinde olur. Canlı madde faaliyete başladığı günden beri daima aşağı durumdan daha üstün bir duruma ulaşma yolunu aramıştır. Oluş kavramıyla özetlediğimiz şey işte bu harekettir. Bunu ölüme götüren bir hareket gibi düşünmemek gerekir. Tersine bu hareket, hiçbir zaman bir uzlaşma veya sakin bir hareketsizlik halini almaz. Dış dünyaya egemen olma amacını güder. Freud, ölümün rüyalarında görecek veya başka şekilde arzu edecek kadar insanları kendisine çektiğini iddia etmektedir. Bu bile mevsimsiz bir aceleciliktir. Buna karşılık, ölümü dış dünya güçlükleriyle mücadeleye tercih eden kimselerin bulunduğu bir gerçektir. Çünkü bunlar, başarısızlıktan çok korkmaktadırlar. Bu insanlar aralıksız olarak şımartılmak, işlerinin başkaları tarafından yapılmasını ve sıkıntıdan kurtarılmalarını isteyen kimselerdir. 

İnsan vücudu belli bir güvenlik prensibine göre meydana gelmiştir. Zedelenmiş bir organın yerini bir başka organ almaktadır. Hırpalanmış bir organ kendiliğinden ödümleyici bir enerji yapmaktadır. Bütün organlar normal zamanlardan ziyade iş yapma imkanına sahiptir. Bir organ çoğu zaman birçok hayatî işi yapabilir. Kendim koruma kanununa tâbi olan hayat da, biyolojik gelişmesiyle beraber enerji ve bu enerjiden faydalanma yeteneğini kazanmıştır. 

Fakat sürekli olarak ilerleyen ve bizi kuşatan .medeniyet de bu güvenlik eğilimini ve insanı duygusal bir aşağılık duygusu hali içinde bize göstermektedir. Bu duygu daha büyük bir güvenliğe ulaştırmak için insanı dürter. Harekete sevkeder. Bu mücadelede yer alan sevinci ve amacı, yürüdüğü yolda ona yardım etmek, onu mükafatlandırmaktır. Bununla beraber, zamanın gerçekliğine kesin şekilde uymanın, başkaları tarafından yapılan çabanın, şımartılmış çocuğun dünya hakkındaki görüşünü istismardan başka bir yararı yoktur. Sürekli güvenlik duygusu insanı, daha mükemmel bir gerçeğe ulaşmak için şimdiki gerçeği aşmaya zorlamaktadır. Bizi ileriye doğru iten bu medeniyet akımı olmasaydı insan hayatı imkansız bir hale gelirdi. Eğer insan, tabiat güçlerinden yararlanmasını bilme-seydi bu güçlerin saldırıları karşısında yok olurdu. însan daha güçlü varlıkların kendisini boyunduruk altına almak için yararlanacakları herşeyden yoksundur. İklim şartları, kendisinden daha iyi korunan hayvanlardan sağladığı giyeceklerle kendisini soğuktan korumaya zorlar. İnsan organizması yapma bir barınağı, yiyeceğin hazırlanmasını istemektedir. Hayat, işbölümü ve yeterli bir üretim ile devam ettirilebilir. İnsanın organları, ruhu, sürekli güvenliğin ve başarının arkasından koşar. Bütün bunlara hayat tehlikeleriyle ilgili daha mükemmel bir bilgi ve ölümle ilgili daha az bilgisizlik katmak gerekir. Tabiat tarafından bu kadar çok ihmal edilen insanın, ilahi bir lütuf eseri olarak, kendisini daha üstün bir duruma, güvenliğe ve başarıya iten çok kuvvetli bir aşağılık duygusuna sahip olduğundan kim şüphe edebilir? Hayata karışmış, her bebekte uyanan ve yenileşen bu aşağılık duygusuna karşı, kendini yöneten bu korkunç ve zorunlu mücadele, insan oluşunun temel olayım meydana getirmektedir.

Mesela, budala çocuklar gibi fazla anormal olmadığı takdirde çocuk, vücudunu ve ruhunu gelişmeye teşvik eden bu yükseltici gelişmeye zorlanır. Ona, başarı mücadelesi önceden tabiat tarafından çizilir. Küçüklüğü, güçsüzlüğü, kendi ihtiyaçlarını karşılama imkansızlığı, küçük veya büyük ihmaller, güçlenmesine elverişli uyarıcılardır. Eksik varlığının zoru ile yeni ve bazen değişik hayat şekilleri doğar. Daima geleceğe ait bir amaca yönelen oyunları, hiçbir zaman şartlı reflekslerle izah edilemeyen yapıcı gücünün işaretleridir. 

Bireyin mutluluğu için olduğu kadar türün gelişmesi ile de çelişen doğuştan güçsüzlük, şımartma ve ihmal edilme çoğu zaman çocuğun kesin başarı hedeflerini bulmasını zorlaştırır. Amaçsız hareket yoktur. Bu amaca hiçbir zaman ulaşılamaz. Bunun nedeni, insanın dünyaya egemen olmayacağı hususundaki ilkel bilinçtir. 

Aşağılık duygusu ruhsal hayata egemen olur. Bunun, yetersizlik, eksiklik duygularında ve insanlığın sağladığı aralıksız çabalarda sürekli olarak ve açık bir şekilde kendisini ifade ettiğini görürüz. Hayatın karşısına çıkardığı sayısız problemlerden her biri insanı saldırı durumuna getirir. Her hareket eksiklikten tamlığa geçmek için ileriye atılmış bir adımdır. 1909' da bu problemi aydınlatmaya çalışmıştım ve oluş zorlamasından doğan bu saldırı hazırlığının, hayat stilinden meydana geldiği sonucuna ulaşmıştım. Bu saldırı hazırlığını tamamıyla kötü bir şey gibi düşünmek ve tabii bir içgüdüye bağlamak için hiçbir sebep yoktur. 

Çocuğun yetenekleri ölçüsünde çevresine uyması, ilk yapıcı işidir. Bu işi gerçekleştirmeye onu iten şey, aşağılık duygusudur. Durumlara göre değişen bu uyum bir harekettir. Bu hareketi netice itibariyle bir keşif gibi düşünürüz. Bu gelişmenin cereyan ettiği sonuçlar, genel olarak insanlığın sınırlarıdır. Bu sınırlar, birey ve topluluğun oluş derecesiyle belli olur. Bununla beraber, her hayat şekli bu oluş derecesinden gerektiği gibi yararlanmaz ve böylelikle oluşun yönü ile çelişir. Görüldüğü gibi, bireyin ve topluluğun gelişmesi için izlenilecek davranış çizgisi sosyal duygu tarafından tayin edilir. Bu veri doğru veya yanlış olan şeyi görmemizi sağlayan sağlam bir temeli oluşturmaktadır. Yararlandığımız veri tipi bireysel metodun sağladığı şeylerden çok daha doğrudur. Burada testleri uygulayan, hayatın kendisidir. Birey tarafından açığa vurulan en küçük hareket, onun izlediği yönü ve onun toplulukla mesafesini göstermeye yarayabilir. İnsanın ruhsal hayatında sosyal duygunun ve "yakınını sev" buyruğunun yapıcı öğesinin bulunduğunu anlayamayanlar, maskesi düşürülmemek ve cezalanmamak için kurnazca kendisini saklamaktadır. "Alçağı" bulmak maksadıyla uğraşanlar bile insanın yükselme çabasına yararlı bir uyarıcı sağlamaktadır. Gelişmesini geciktiren stadlar üzerinde acaip bir aşırılıkla ısrar etmektedir. Aşağılık duygusu diğer bütün insanların değersizlik inançlarında tamamıyla kişisel ödümleme aramaktadır. Sosyal duygu fikrinin kötü bir anlamda kullanılması, yani, topluluğa zararlı yaşayış şekillerini ve fikirleri haklı göstermek, bunları koruma bahanesiyle, şimdiki ve gelecekteki topluluğa zorla kabul ettirmek için sosyal duyguya ulaştıran yolun belirsizliğinden yararlanılması bana tehlikeli görünüyor. Meslek, savaş, düşmanların idamı ve öldürülmeleri gerektiği zaman usta savunucular bulmaktadırlar. Bunlar daima sosyal duygu kılığına bürünüyorlar. Bütün bu eskimiş düşünceler yeni ve daha iyi bir yol bulma güvenliğinin yetersizliğini, bu müdahalenin aşikar bir aşağılık duygusundan meydana geldiğini gösteren işaretlerdir. İnsanlık tarihinin, adam öldürmenin bilene ileri sürülen fikirlerin öneminde ne de can çekişen fikirlerin yok olmalarında hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini bize öğretmesi gerekirdi. Cinayeti haklı gösterebilecek yalnız bir hal vardır. Bu da bizim ve başkaları için meşru müdafaadır. Bu problemi, Hamlet adlı eserinde insanlığın gözleri önüne seren, büyük Shakesperare'dir. 

Hayatın güç problemleri, tehlikeler, acılar, hayal kırıklıkları, endişeler, kayıplar, özellikle sevilen kimselerin kayıpları, her türlü sosyal zorlamalar, duygusal haller ve korku, acı, ümitsizlik, utanma, utangaçlık, sıkıntı, v.b... gibi iyi bilinen ruh halleri daima aşağılık duygusu açısından düşünülmelidir. Burada aşağılık duygusu dinamik bir şekilde kendini gösterir. Bu şekil; birçok hallerde heyecan nedeni, nesnenin yanından kaçış veya hayatın sürekli isteklerinden kaçış gibi düşünülmelidir. Zihinsel hayat kaçış düşüncelerini ve kaçış çarelerini aramak suretiyle buna uyar. Duygusal hayat, bu hayatı incelemek imkanımız ölçüsünde, kaçış arzusunu kuvvetlendirmek amacıyla, güvensizlik ve aşağılık halini gösterir. Genel olarak, ilerleme mücadelesinde yararlanılan insanda, aşağılık duygusu hayat fırtınalarında ve çetin hayat olaylarında oldukça belirli ve daha kuvvetli bir şekilde ortaya çıkar. Her durumdaki belirtilerinin yoğunlaştırılmış özeti her bireyin hayat stilini gösterir. Hayat stili hayatın bütün durumlarında aynı şekilde kendini belli eder. 

Daha önce söylenen duygusal hallerde, kendi kendine hiddeti yenmek teşebbüslerinde olduğu gibi nefrette ve küçümsemede de üstün bir amacın aranmasının ve aşağılık duygusunun uyarmasıyla meydana gelmeye zorlanan bir hayat stilinin faaliyetini görmemek mümkün değildir. İlk hayat şekli olan zihinsel şekil, tehlike ile dolu problemler karşısında bir geri dönüş çizgisine bağlanır. Nevroza, psikoza, mazoşist duruma yol açar. Diğer şekil olan heyecan ise; intihar eğiliminin, ayyaşlığın, suçun ve faal sapıklığın meydana gelmesinde rol oynar. Burada bireyin "geri dönüş" dediği asılsız süreç değil, hayat stillerinin yeni eserleri söz konusudur. Bundan şüphe edilemez. 

Hayat problemlerine yetersiz hazırlık, ister müşterek hayat ister işbirliği veya humanizma, daima sosyal duygunun yetersizliklerinden meydana gelmektedir. Problemlerin karşısındaki binlerce ruh, vücut yetersizlik şekillerine ve güvensizliğe yol açan işte bu yetersiz hazırlıktır. Kusurlar çok önceden itibaren her çeşit aşağılık duygusunu doğurur. Bu duygular fazla belirli olmaz. Fakat, açık bir şekilde karakter; hareket, davranış, aşağılık duygularının oluşturduğu düşünme tarzı ve gelişme yolundan sapma şeklinde kendini belli eder. Sosyal duygunun yetersizliğiyle şiddetlenen aşağılık duygusunun bütün bu ifade şekilleri, hayat problemleri, "dış neden" ortaya çıkınca açıklık kazanırlar. Bunlardan her biri tipik başarısızlık halinde daima kendini gösterir. Sarsıntının devamı, aşağılık duygusundan kurtulmak için girişilen bir mücadeleden doğar. Ezilme duygusunu tipik kandırma çabası, başarısızlıkları oluşturur. Bu hallerden hiçbirinde sosyal duygunun avantajı inkar edilmez ve "iyi" ile "kötü" arasındaki ayrılık ortadan kaldırılamaz. Bu hallerin her birisinde bir "evet" sosyal duygunun baskısını bildirir. Bu duyguyu, daima büyük bir güç taşıyan sosyal duygunun güçlenmesini önleyen bir "fakat" izler. 

Bu "fakat" ister tipik, ister özel, bütün hallerde her bireye özgü bir mahiyet taşır. En yüksek derecede, "evet"in tamamıyla ortadan kaybolduğu sarsıntıdan doğan akıl hastalığında ve intiharda kendini gösteren tedavi zorlukları bu "fakat" gücü ile orantılıdır. 

Sıkıntı, utangaçlık, sessizlik, kötümserlik gibi karakter özellikleri uzun zamandan beri başkaları ile yeterli münasebetlerin kurulmadığını gösterir. Ve talihin oluşturduğu çetin olaylar karşısında iyice güçlenir. Sinir hastalığında görülen az veya çok belirli arazlar şeklinde ortaya çıkar. Bu daima geç kalan, karşılaştığı problemlerden fazlaca uzak bulunan bireyin ağırlaşmış dinamizması için de geçerlidir. Hayatın bu arka planında kalma düşkünlüğü bazen, bireyin düşünme ve delil bulma tarzı, bazen de, egemen fikirler, boş suçluluk duygusu ile kuvvetlenir. Bireyi, karşısına çıkan problemlerden uzaklaştıran şey, suçluluk değildir. Bireyin kişiliğini tam olarak buna hazırlayamamasıdır. Diğer bir ifadeyle kişilik yetersizliğidir. Bunu kolayca anlayabiliriz. Bunlar her türlü gelişmelerini önlemek için bireyin suçluluk duygusundan yararlanır. Mesela kendi kendine mastürbasyonun doğurduğu manasız özvarlığı suçlandırmak, tam bir pişmanlığa yol açar. 

Sosyal duygunun yetersizliği halinde izlenen davranış sosyal bir problem karşısında daima kararsızlık gösterir. Organizmanın kararsızlığını da fazlalaştırarak organik değişikliklere yol açar. Bireyin başka yollara girmesine yardım eder. Vücutta meydana gelen bu değişiklikler, her organda geçici veya sürekli karışıklıklar oluşturur. Fakat, genel olarak, gerek doğa, organik yetersizlik, gerekse aşırı derecede ilgi yüzünden ruh karışıklıklarına en fazla tepki gösteren yerlerde önemli fonksiyon karışıklıkları meydana gelir. Fonksiyon karışıklıkları kas kasılmalarında zayıflama veya güçlenme, saçların dökülmesi, terleme, kalp ve sindirim bozuklukları, solunum zorluğu, sık idrar, cinsel kızışma veya iktidarsızlık şeklinde kendini gösterir. Aynı karışıklıklar çoğu zaman zorluk halinde bir aile çevresinde de gündeme gelir. Sürekli baş ağrısı, baş dönmesi, ani sararma da aynı şekilde ortaya çıkar. 

Bireyin aşağılık duygusu, tutturduğu yolun yönünden de belli olabilir. Bireyin hayat problemlerinden nasıl uzaklaştığını, ayrıldığını, hayat problemleriyle ilgilenmediğini daha önce söylemiştim. Uzun zamandan beri, tipik başarısızlık hallerinde aşağılık duygusunun rol oynadığını inanıyorum. Uzun zaman en önemli sorunun çözümünü, aşağılık duygusunun nasıl meydana geldiğini, vücutla ve ruhla ilgili sonuçlarını bulmak için uğraştım. Bildiğime göre, bu sorun başkalarının araştırmalarında daima ikinci planda kaldı ve hiçbir zaman çözülmedi. Aşağılık duygusunun sonuçlarının belirtileri ve bu duygunun devamı sosyal duygunun fazla zayıf olmasıyla izah edilmektedir. Aynı hayat olayları, travmalar ve problemler, sanki aralarında bir benzerlik varmış gibi bireylere göre değişerek ortaya çıkar. Burada hayat stilinin sosyal duygu muhtevası büyük bir önem taşır. Bazı hallerde yanıltan ve bu delilin doğruluğu hakkında şüphe uyandıran şey insanların zaman zaman, sosyal duygudan gerçekten yoksun olmalarıdır. Buna rağmen, sosyal duygudan yoksun olanlar, aşağılık kompleksini değil de, aşağılık duygusunun belirtilerini göstermektedir. Bunu, çok zayıf sosyal duyguya sahip, fakat elverişli bir çevrede yaşama şansım elde eden insanlarda görebiliriz. Aşağılık kompleksinin varlığını daima bireyin geçmişinde, eski davranışında, çocukluğunda şımartılmış olmasında, organlarının yetersiz bir şekilde gelişmesinde, çocukluğunda ihmal edilmiş olmasında aramalıyız. Burada, bireysel psikolojide kullanılan araçlardan, mesela, ilk çocukluk hatıralarından, bütünlüğü ve hayat stili ile ilgili tecrübeden ve hayat stilinin erkek ve kızkardeşlerle kurulan münasebetlerle aldığı şekilden ve bireysel psikolojiye göre yapılan rüya değerlendiğrmelerinden yararlanılabilir. Cinsel durum ve bireyin gelişmesi aşağılık kompleksinde sadece bir bütünün birer parçasıdır ve tamamıyla aşağılık kompleksinin içinde yer alır.

Yorum Gönder

0 Yorumlar