21. Yüzyıl İçin 21 Ders


Yerli yersiz bilgi yağmuruna tutulan bir dünyada net olmak güç demektir. Teoride herkes insanlığın geleceği hakkında fikir yürütebilir ama net bir görüyü muhafaza etmek son derece zordur. İnsanlığın geleceğine dair süregiden tartışmanın ya da konuya dair asli soruların neler olduğunun farkında bile değiliz çoğunlukla. Milyarlarca insan bu konuyu araştırma lüksünden yoksun çünkü yapılacak daha önemli işleri var: çalışmak, çocuklara bakmak, yaşlı anne babalarla ilgilenmek gerekiyor. Fakat maalesef tarih affetmiyor. Siz çocukların yemesi içmesi, kılık kıyafetiyle meşgulken insanlığın geleceği karara bağlanırsa ortaya çıkan sonuçlardan ne siz muaf tutulursunuz ne de çocuklarınız. Bu hiç de adil değil ama kim demiş tarih adildir diye? 

Bir tarihçi olarak insanların yemek veya kıyafet ihtiyaçlarını karşılayamam ama duruma bir nebze açıklık getirmeye çalışarak küresel oyun sahasının düzenlenmesine katkı sağlayabilirim. Bu çabam hepi topu bir avuç insana daha türümüzün geleceği hakkındaki tartışmaya katılma şevki verirse, kendimi görevimi yerine getirmiş sayarım. 

İlk kitabım Sapiens insanın önemsiz bir maymundan nasıl dünyanın efendisine dönüştüğünü mercek altına almıştı. 

İkinci kitabım Homo Deus hayatın uzun vadeli geleceğini sorgulayarak insanların tanrı mertebesine yükselme olasılığını ve zekayla bilincin nihai kaderinin ne olabileceğini göz önüne sermişti.

Bu kitaptaysa günümüze yakından bakmak istiyorum. Odağımı güncel meselelere ve insan toplumlarının yakın geleceğine çeviriyorum. Şimdi ne oluyor? Şimdi karşımızdaki en büyük zorluklar ve seçimler neler? Nelere dikkat etmeliyiz? Çocuklarımıza neleri öğretmeliyiz?

Elbette yedi milyar insanın yedi milyar gündemi var ve daha önce de belirttiğim gibi büyük resim hakkında kafa yormak, görece nadir rastlanan bir lüks. Gecekondu mahallesinde tek başına iki çocuk büyütmeye çalışan bir annenin derdi bir sonraki öğünü nasıl çıkaracağı, Akdeniz'in ortasında şişme bir botla yol alan göçmenlerin derdi karaya nasıl ulaşacakları, büyük şehirdeki kalabalık bir hastanede ölüm döşeğinde yatan adamın derdi kalan son gücüyle bir nefes daha alabilmek. Hepsinin küresel ısınma ya da liberal demokrasinin içine düştüğü krizden çok daha mühim sorunları var. Tüm bunların hakkını vermeye hiçbir kitabın gücü yetmez ve benim elimde de böyle dertlerle boğuşan insanlara verebileceğim bir ders yok. Onlardan ders almayı umabilirim sadece. 

Bu kitapta gündemim küresel. Dünya genelinde toplumları şekillendiren ve gezegenimizin tamamının geleceğini etkileme olasılığı taşıyan önemli etmenleri ele alıyorum. İklim değişikliği ölüm kalım savaşı veren insanları alakadar etmeyebilir ama bu sorun gün gelip gecekonduları yaşanmaz hale getirebilir, Akdeniz' de yeni göçmen dalgalarına sebep olabilir ve sağlık hizmetlerinin dünya çapında açmaza girmesine yol açabilir.

Gerçeklik pek çok silsileden oluşur ve bu kitap eksiksiz olma iddiası taşımadan küresel ahvalimizin farklı hususlarına değinmeye çalışıyor. Sapiens ve Homo Deus'un aksine bu kitap tarihsel bir anlatı olarak değil bir ders seçkisi şeklinde tasarlandı. Bu dersler basit cevaplara ulaşmaya çalışmıyor. Amaçları daha fazla düşünmeye teşvik etmek ve okurların günümüzün önemli tartışmalarından bazılarına katılabilmelerine yardımcı olmak. 

Esasen bu kitap insanlarla diyalog halinde kaleme alındı. Bölümlerin çoğunu okurların, gazetecilerin ve meslektaşlarımın sorularına cevaben yazdım. Kimi kısımların ilk halleri farklı yerlerde, farklı formatlarda yayımlandı ve bu da bana gelen geribildirimler doğrultusunda argümanlarımı elden geçirme fırsatı tanıdı. Bölümlerin bazıları teknolojiye, bazıları siyasete, bazıları dine, bazılarıysa sanata odaklanıyor. Birtakım bölümler insan bilgeliğini överken diğerleri insan aptallığının can alıcı rolünün altını çiziyor. Fakat hepsini kapsayan soru aynı:

Günümüzde dünyada neler oluyor ve bu olayların altında yatan anlam ne? 
Donald Trump'ın yükselişi neyin göstergesi? 
Yalan haber salgını karşısında ne yapabiliriz? 
Liberal demokrasi neden krizde? 
Tanrı geri mi döndü? 
Yeni bir dünya savaşı yolda mı? 
Dünyaya hangi medeniyet hakim: Batı, Çin, İslam
Avrupa kapılarını göçmenlere açık tutmalı mı? 
Eşitsizlik ve iklim değişikliğinin açtığı dertlere milliyetçilik deva olabilir mi? 
Terörizm konusunda ne yapmalıyız? 

Kitabın küresel bir perspektifi olsa da bireysel düzlemi göz ardı etmiyorum. Aksine çağımızın büyük devrimleriyle bireylerin iç dünyası arasındaki bağlantıları vurgulamak istiyorum. Örneğin terörizm hem küresel bir siyasi sorunken hem de içsel, psikolojik bir mekanizma. Terörizm zihinlerimizin derinliklerinde yatan korku butonlarına basıp milyonlarca bireyin şahsi imgelemini gasp etmek suretiyle işliyor. Benzer şekilde liberal demokrasi krizi de sadece meclis ve oy sandıklarında değil aynı zamanda nöron ve sinapslarda cereyan ediyor. Kişisel olanın siyasal olduğunu dile getirmek klişe olsa da biliminsanlarının, şirketlerin ve hükümetlerin insan beynini hacklemeyi öğrendiği bir dönemde herkesçe bilinen bu gerçek her zamankinden daha netameli. Bu doğrultuda bu kitap toplumların geneli hakkında olduğu kadar bireylerin tutumları hakkında da gözlemler içeriyor. 


Küresel dünya kişisel tutum ve ahlakımız üzerinde eşi benzeri görülmemiş bir baskı yaratıyor. Her birimiz her yeri kaplayan sayısız örümcek ağına yakalanmış vaziyetteyiz. Bu ağlar hareketlerimizi sınırlamakla birlikte en ufak bir kıpırdanışımızı bile çok uzak istikametlere iletiyor. Gündelik alışkanlıklarımız dünyanın öbür ucundaki insanların ve hayvanların hayatını etkiliyor ve kimi kişisel tavırlar beklenmedik şekilde tüm dünyayı ayağa kaldırabiliyor; Muhammed Buazizi'nin Tunus'ta kendini yakmasının Arap Baharı'nı ateşlemesi ve cinsel taciz hikayelerini paylaşan kadınların #MeToo akımını körüklemesinde olduğu gibi.



Şahsi hayatlarımızın böyle küresel bir boyut taşıması dini ve siyasi önyargılarımızın, ırk ve toplumsal cinsiyet ayrıcalıklarımızın, kurumsal zulümlere farkında olmaksızın yardım ve yataklık edişimizin su yüzüne çıkarılmasının her zamankinden daha önemli olduğu anlamına geliyor.

Peki bu gerçekçi bir girişim mi? Ufkumu aşan, bütünüyle insan kontrolünün dışında dönen ve tüm tanrılarla ideolojilere gölge düşüren bir dünyada sağlam bir etik zemin bulmam mümkün mü? 

Kitap mevcut siyasal ve teknolojik açmazları inceleyerek başlıyor. 20. yüzyıl sona ererken faşizm, komünizm ve liberalizm arasındaki büyük ideolojik çatışmalar liberalizmin ezici üstünlüğüyle sonuçlanmış izlenimi veriyordu. Demokratik siyaset, insan hakları ve serbest piyasaya dayalı kapitalizm tüm dünyayı ele geçirmeye namzet gibiydi. Ama alışılageldiği üzere tarih beklenmedik bir şekilde çark etti ve faşizmle komünizmin çöküşünün ardından liberalizm de çıkmaza girdi.

Öyleyse nereye doğru gidiyoruz? 

Bu soru bilhassa vahim çünkü tam da bilişim teknolojileriyle biyoteknolojinin yarattığı ikili devrim, bizi türümüzün şimdiye dek karşı karşıya kalmadığı büyüklükte zorluklarla yüzleştirirken liberalizm itibar kaybediyor. Biyoteknoloji ve bilgi teknolojilerinin kaynaşması kısa süre sonra milyarlarca insanı iş dünyasının dışına itebilir ve özgürlükle eşitliği sarsabilir. Büyük veri algoritmaları yüzünden iktidar tümüyle bir avuç seçkinin eline geçerek çoğunluğun sadece istismar edilebilir değil, çok daha kötüsü, gereksiz konumuna düşmesine sebep olacak dijital diktatörlükler ortaya çıkarabilir.

Biyoteknoloji ve bilgi teknolojilerinin kaynaşması konusunu Homo Deus'ta etraflıca ele almıştım. Fakat o kitapta uzun vadeli, yüzyıllar, hatta bin yıl sonrasını ilgilendiren olasılıklar üzerinde odaklanırken, bu kitapta daha ivedi toplumsal, ekonomik ve siyasal krizlere yoğunlaşıyorum. Burada inorganik yaşamın yaratılma olasılığından ziyade, sosyal devlet yapısıyla Avrupa Birliği gibi belli başlı kurumların karşılaştığı tehditlerle ilgileniyorum. Kitapta yeni teknolojilerin yarattığı tüm etkileri ele almaya çalışmıyorum. Teknoloji pek çok muhteşem gelişmeye gebe olsa da benim buradaki amacım bilhassa tehdit ve tehlikelere dikkat çekmek. Teknolojik devrimi yönlendiren şirketler ve girişimciler, doğal olarak, yaratılarına methiyeler düzüp durduklarından, ikaz etmek ve tehlike sinyallerini vermek ve bir şeylerin bin bir türlü yolla feci şekilde ters gidebileceğini ortaya koymak benim gibi tarihçilere, sosyologlara ve filozoflara kalıyor. 

Önümüzdeki zorlukları kısaca ortaya koyduktan sonra, kitabın ikinci kısmında bu zorluklara karşı geliştirilebilecek bir dizi potansiyel tepkiyi ele alıyoruz. Facebook mühendisleri yapay zeka kullanarak insanların özgürlük ve eşitliğini koruma altına alacak küresel bir topluluk oluşturabilir mi? Küreselleşme sürecini tersine çevirip ulus-devlete yeniden güç kazandırmak çözüm olabilir mi? Yoksa daha da gerilere dönüp kadim dini gelenekler membaından mı medet umalım? 

Üçüncü kısımda, eşi benzeri görülmemiş sözkonusu teknolojik zorluklara ve son derece şiddetli siyasal uzlaşmazlıklara rağmen, korkularımızı kontrol altında tutup görüşlerimiz konusunda bir nebze daha alçakgönüllü olduğumuz takdirde, insanlığın bu durumun üstesinden gelmesinin gayet mümkün olduğunu göreceğiz. Bu kısımda terörizm belası, küresel savaş ve bu tarz uyuşmazlıkları ateşleyen önyargılar ve düşmanlıklar masaya yatırılıyor. 

Dördüncü kısım, hakikat sonrası (post-truth) olgusu üzerinde duruyor ve hala küresel gelişmeleri anlamamızın ve haksızlığı adaletten ayırabilmemizin bir yolu olup olmadığını sorguluyor. Homo sapiens yarattığı dünyayı anlamlandırma yetisine sahip mi? Gerçekliği kurmacadan ayıran belirgin bir sınır kaldı mı? 

Beşinci ve son kısımda farklı izlekleri bir araya getirip eski anlatıların çöküp yerine yenilerinin gelmediği bu şaşkınlık çağında yaşamı daha genel bir şekilde değerlendiriyorum.

Biz kimiz? 
Hayatımızı ne yaparak geçirmeliyiz? 
Ne tür becerilere ihtiyacımız var? 
Bilim, Tanrı, siyaset ve din hakkında bilip bilmediğimiz her şeyi göz önüne alacak olursak, günümüzde hayatın anlamı hakkında ne söylenebilir? 


Kulağa fazla iddialı gelebilir ama Homo Sapiens'in beklemeye vakti yok. Felsefe, din ve bilim topyekun vadesini doldurmak üzere. İnsanlar binlerce yıldır hayatın anlamını tartışıp duruyor. Bu tartışmayı sonsuza kadar sürdüremeyiz. Ufuktaki ekolojik kriz, giderek artan kitle imha silahları tehlikesi ve sıçrama yaratacak nitelikte yeni teknolojilerin ortaya çıkması buna mahal vermeyecek. Belki de en önemlisi şu ki yapay zeka ve biyoteknoloji, insanlığa yaşamı yeniden şekillendirip tasarlama gücü bahşediyor. Çok kısa süre sonra birinin çıkıp hayatın anlamına dair örtük ya da aleni bir anlatı çerçevesinde, bu gücün nasıl kullanılacağına karar vermesi gerekecek. Filozoflar son derece sabırlı insanlar ama mühendisler o kadar sabırlı değil, yatırımcılarsa hiç değil. Hayatı tasarlama gücüyle ne yapacağınızı bilmezseniz, piyasayı idare edenler bir karara varmanız için bin yıl oturup beklemeyecektir. Piyasanın görünmez eli, el yordamıyla bulduğu kendi cevabını dayatacaktır. Hayatın geleceğini üç aylık gelir raporlarının insafına bırakmaya razı değilseniz, yaşamın ne ifade ettiği konusunda belirgin bir fikre sahip olmanız gerekir. 

Bu son kısımda, türümüzün rol aldığı sahnenin perdeleri kapanıp bambaşka bir tiyatro oyunu başlamadan önce, oyun arkadaşlarından birine seslenen bir Sapiens misali birkaç kişisel görüşümü paylaşıyorum. 

Bu düşünsel yolculuğa çıkmadan önce altını çizmek istediğim önemli bir nokta var. Kitabın büyük bir kısmı liberal dünya görüşünün ve demokratik sistemin yetersiz kaldığı noktaları tartışıyor. Böyle olmasının sebebi liberal demokrasinin temelde sorunlu olduğuna inanmam değil, aksine insanların modern dünyanın zorluklarıyla başa çıkmak için geliştirdiği şimdiye kadarki en başarılı ve kapsamlı siyasal model olduğuna inanıyor olmam. Gelişimin farklı aşamalarındaki farklı toplumların hepsi için uygun bir model olmasa da diğer seçeneklere kıyasla daha çok toplumda ve daha çok durumda rüştünü ispatlamış bir model. Dolayısıyla önümüzde yatan yeni zorlukları ele alırken liberal demokrasinin sınırlarını anlamak ve bu sistemin mevcut kurumlarını nasıl dönüştürüp geliştireceğimizi sorgulamak önem taşıyor. 

Ne yazık ki içinde bulunduğumuz siyasal ortamda liberalizm ve demokrasiye dair her tür eleştirel düşünce insanlığın geleceğini dürüstçe tartışmak yerine, tek derdi liberal demokrasinin itibarını sarsmak olan otokratlarla farklı dar görüşlü akımlar tarafından gasp edilip kullanılabiliyor. Bu tarz yaklaşımlar liberal demokrasinin sorunlarını masaya yatırmaktan hoşnutken kendilerine yöneltilen eleştirilereyse neredeyse hiç tahammülleri yok. 

Bu yüzden bir yazar olarak zorlu bir karar vermem gerekti. Aklımdan geçenleri olduğu gibi dile getirip sözlerimin bağlam dışına çıkarılarak serpilmekte olan otokrasileri doğrulamak adına kullanılması riskini mi göze alacak, yoksa kendime sansür mü uygulayacaktım? Özgür ifadeyi kendi sınırları dışında bile zora koşmak tutucu rejimlerin alametifarikasıdır. Bu tarz rejimlerin gitgide yaygınlaşması sonucu türümüzün geleceği hakkında eleştirel düşünce üretmek günbegün daha da tehlikeli hale geliyor. 

Bir süre vicdan muhasebesi yaptıktan sonra özgür ifadeyi kendime sansür uygulamaya yeğledim. Liberal modeli eleştirmeden onun hatalarını düzeltmemiz ya da onu aşmamız mümkün değil. Ama lütfen unutmayın ki bu kitabın yazılmasını mümkün kılan, insanların istediklerini düşünmekte ve kendilerini diledikleri gibi ifade edebilmekte hala bir derece özgür olmasıdır. Bu kitabı değerli buluyorsanız ifade özgürlüğünü de değerli bulmalısınız.

Yuval Noah Harari 2002'de Oxford Üniversitesi'nde tarih doktorasını tamamladı, halen Kudüs İbrani Üniversitesi Tarih Bölümü'nde dünya tarihi dersleri vermektedir. 2014'te yayımlanan Hayvanlardan Tanrılara: Sapiens ve 2017' de yayımlanan Homo Deus: Yarının Kısa Bir Tarihi onlarca dile çevrilmiş, dünya çapında çoksatanlar listelerini altüst etmiştir.

Yazarın şu an üzerinde çalıştığı makro-tarihsel sorular şunlardır:

Homo sapiens ve diğer hayvanlar arasındaki en temel fark nedir?
Tarihle biyoloji arasında nasıl bir ilişki kurulabilir?
Tarihte adalet var mıdır?
Tarihin bir istikameti var mıdır?



Yorum Gönder

0 Yorumlar