Siyasette Yalan (Lying in Politics)
Hannah Arendt
Çev. İmge Oranlı, Berfu Şeker
Sel Yayınları, 1. Baskı, Mart 2018, İstanbul, 99 sayfa, ISBN: 978-975-570-920-9
Değerlendiren
Barış SÜR
İstanbul Medeniyet Üniversitesi;
PhD; barissur@hotmail.com
Metin Düzenleme, Vurgu ve Fotoğraflar
Murat Apay
Siyasette Yalan Bu Kadar Etkili Mi?
Siyasette Yalan Bu Kadar Etkili Mi?
Neden yalan söyleme ihtiyacı ortaya çıktı? Neden özellikle siyasette? Siyasetteki gelişmelerin bunda
rolü neydi? Bürokratlar bundan ne ölçüde sorumluydu ve neden bilerek yalan siyaset izlemişlerdi?
Siyaset bilimci Hannah Arendt bu sorular doğrultusunda “siyasette yalan” sürecini 1972’de kaleme
aldığı aynı isimli çalışmasında okuyucuya sunuyor. Türkçe çevirisi Türkiye’deki okur açısından büyük
bir kazanım olan kitap, İmge Oranlı ve Berfu Şeker’in çevirisiyle Sel Yayınları’ndan çıktı. Bu değerli
kitapta Arendt, tarihten beri kullanılagelen ve günümüzde de iç ve dış siyasetinin belirgin aktörü olan
“yalan”ın özellikle 21. Yüzyıl siyasetinde nasıl bir rol üstlendiğini, deşifre olan Pentagon Belgeleri
özelinde gözler önüne seriyor.
Hannah Arendt, Türkçe’ye de çevrilen 3 ciltlik kapsamlı eseri Totalitarizmin Kaynakları’nın ardından
ele aldığı Siyasette Yalan adlı çalışmasında yepyeni bir konuya daha dikkatleri çekerek yalanın
propaganda ve manipülasyon aracı olarak kullanılışını etraflıca inceliyor. Popüler bir siyaset aracı
haline getirilen yalanın ne şekilde ve hangi amaç için kullanıldığını ise okuyucunun eleştirel
yaklaşımına açıyor. Bu dönemde belirlenen kandırmacı siyasetle, olunandan farklı görünmeye
çalışıldığına dikkat çeken Arendt, bunun bürokratlar açısından hem kendini hem de kamuoyunu
kandırmaya yönelik bir sorun olduğunu vurguluyor. Amerika’nın komünizmin yayılmasını önlemek
amacıyla başlattığı askeri müdahalelerini tartışarak modern perspektiften değerlendirmelerde bulunup,
yalan konusunda amaçlanan ile varılan nokta arasında bir neden-sonuç ilişkisi kurarken, aslında her
yalanın mutlaka açığa çıkacağı gerçeğini de okuyucunun bilinçaltına işliyor. Bu kitap ile Arendt,
komünizmin yayılmasından duyduğu endişesi Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra bu kez
“demokrasinin” yayılmamasından yana olan Amerika’nın, Afganistan, Irak ve son olarak Suriye
operasyonlarının iç yüzüne yönelik daha gerçekçi çıkarımlarda bulunma olanağı tanıyor.
Ünlü Alman filozof yalanın sadece kamuya yönelik olduğunu reddederken, ortaya çıkmasından sonra
bile bürokratlar tarafından yeterince ilgi görmediğini ortaya koyuyor. Amerika’nın on yıllık iç ve dış
siyasetinin alt yapısını oluşturan ve özellikle dış siyasette Vietnam Savaşı’na ait gizli bilgileri
barındıran 47 ciltlik Pentagon Belgeleri’nin yazımından sorumlu biri tarafından basına sızdırılmasıyla
hakikatsizlik ve kandırmanın siyasi süreçte ne kadar kabul edilebilir olduğu açığa çıkmıştır. İnsan
günahkarlığının tesadüfi sonucu değildir siyasetteki yalan, kasıtlı bir şekilde olumsal olgulara dayandırılmıştır; doğrulanma gerekliliği bulunmayan, yalanlanamayacak nitelikte olmayan olgulara.
Yalanlar çok kez akla daha yatkındır, karşıdakinin duymak isteyeceklerini söylemek kanıt ihtiyacını
sıklıkla ortadan kaldırabilir düşüncesinden yola çıkarak “belki de gerçek bu şekildedir, neden
olmasın?” boşvermişliğini eleştirir Arendt. Bunu yaparken de yalanın hiçbir zaman olgusal gerçeklik
boyutuna ulaşamayacağını, hiçbir yalanın gizli kalamayacağını hatırlatarak okuyucu zihnini her daim
hazır tutuyor.
Amerikalı Daniel Ellsberg’in sızdırdığı gizli Pentagon Belgeleri’nin The New York Times’ta
yayınlanmasıyla yalanın savaşın her kademesinde sistematik olarak kullanıldığı ortaya çıkmıştır.
Arendt, bunu savaşın satılmasını amaçlayan imaj yaratma politikası olarak görürken imajın
sürdürülebilmesi için de savaş yaratma politikası ile bilinçli bir kısır döngü yaratıldığını öne sürüyor.
İmaj yaratma sürecinde iki aktöre rol biçiyor: Kamuoyu zihnini kazanmaya çalışan halkla ilişkiler
uzmanları ile kendi içlerinde sorun çözücüler olarak gördüğü imaj yaratıcıları. Bunları gerçekliğin
görmezden gelinerek imajın sürdürülmesini sağlayan profesyonel imaj uzmanları olarak
değerlendiriyor.
İmaj yaratma nedeniyle savaşın bilinmesi istenen konumu değişkenlik gösterir. Amerika provokasyon
stratejisi doğrultusunda sistematik bir hava harekatını haklı çıkarmak amacıyla kasıtlı olarak provoke
ettiği Kuzey Vietnam Demokratik Cumhuriyeti’ni harekete geçirerek Güney Vietnam’a müdahale
ortamı yaratmıştır. Buradaki amaç Çin’deki komünizm hareketinin yayılmasını önlemekti. Ancak yine
daha sonra ortaya çıkıyor ki Çin lideri Mao, Sovyet güdümünden kurtulabilmek adına Amerika ile
temas kurmak istemiş ve muhtemelen yalan siyaseti gereği bu konunun üstü örtülmüştür. Önceleri
Vietnam’a kesin zafer parolası ile giren Amerika zafer elde edemeyince hedefini “düşmanı savaşı
kazanamayacağına ikna etmek” olarak değiştirdi. Bunda da Vietnam ikna olmayınca “küçük düşürücü
bir yenilgiden sakınmak” olarak daha ulaşılabilir yeni hedef belirlendi. Ancak kamuoyu ve dünya,
Amerikan imaj yaratıcılarının gösterdiği şekliyle süper gücün “kahramanlık” hikayelerini okuyordu.
Çünkü verilmesi gereken izlenim “her şeye kadirlik” olmalıydı. Bu ise imaj yaratımıyla sağlanabilirdi.
Ancak Pentagon deşifresine kadar gizlenen kayıplar, abartılan ataklar, saptırılan hedefler öyle
görünüyor ki açıklanamayan gerçekleri örtmeye yetiyordu.
Son olarak kandırma, kendini kandırma, imaj yaratma, gerçeklikten kopma olarak değerlendirdiği
Pentagon Belgeleri’nin bunlarla kalmadığı, okuyucunun erişemediği birçok haberi daha barındırdığını
söyleyen yazar, araştırmacı ve akademisyenlere literatürde gördüğü açığa yönelik çalışmalara ihtiyaç
duyulduğunu işaret ediyor. Bu noktadan yola çıkarak hızla değişen küresel siyasetin baş aktörü haline
gelmeye başlayan, belki de gelen, yalanın etraflıca incelenmesi yerinden olacaktır. Emperyalist
politikaların etkin kullanılan bir aracı olan yalanın sömürgeleşen Afrika ve Aysa haritalarında yol
açtığı değişiklik düşünüldüğünde gelecekte başka ne tür siyasi emellere araç olabileceği Siyaset
Bilimi’nin önemsenmeyen bir sorunudur.
Eğer bürokrasi yalan üzerine kurulmuş bir siyaset izliyorsa dünyada tarihin gerçekliğini nasıl
bilebiliriz? Kitabın ikinci bölümünde ise Caty Caruth, Arendt’in Siyasette Yalan adlı çalışmasından
esinlenerek yazdığı Yalan ve Tarih başlıklı makalesinde gerçeklikten koparılmış bir dünyada tarihin
nasıl gerçekçi kalacağı sorunsalını ele alıyor. Siyasette Yalan ışığı altında yalan ile tarih ilişkisini
incelerken yalanın insanlık tarihinin dönüm noktalarından biri olduğunu ve siyasette nasıl
sıradanlaştığını vurguluyor. Arendt, bazı tarihçilerin Amerika’nın atom bombalarının Rusya’yı Doğu
Avrupa’dan uzaklaştırmak için gözdağı vermek amacıyla atıldığı iddiasını bir imaj yaratma çabasının
sonucu olarak görüyor. Arendt’in bu fikri ve imaj yaratma ile ilgili söylemlerinden yola çıkan Caruth,
tarih-yalan-savaş üçgeninde imaj politikasını inceliyor. İkinci Dünya Savaşı sonunun imajın başlangıcı
olduğu çıkarımında bulunarak Arendt’in Totalitarizmin Kaynakları eserinin sonunda vardığı “tarihteki
her son mutlaka yeni bir başlangıç içerir” kanısına dikkat çekiyor.
0 Yorumlar