Sayim TÜRKMAN
Genelkurmay Stratejik Araştırma ve Etüd Merkezi (SAREM) Uzmanı
Genelkurmay Stratejik Araştırma ve Etüd Merkezi (SAREM) Uzmanı
1. BÖLÜM:
YUSUF AKÇURA'NIN HAYATI VE FİKİRLERİ
YUSUF AKÇURA'NIN HAYATI VE FİKİRLERİ
A. YUSUF AKÇURA'NIN HAYATI
Yusuf Akçura, 1876 yılında Volga kıyısında bulunan Simbir şehrinde dünyaya geldi. Babası Hasan Beye ait çuha fabrikaları Rus ordusuna kaputluk kumaş imal ettiğinden varlıklı bir aileye mensup idi. Yusuf, çocuk yaşta babasını kaybetti. Bu yüzden fabrikaların ağır yükü annesinin omuzlarına yüklendi. Yusuf, altı yaşındayken annesi kızakla kaza geçirince yatalak oldu. Doktorların tavsiyesi ile 1883 yılında annesi ile birlikte Odesa üzerinden İstanbul'a geldiler.1
İlk okulu ve bunun ardından " Askeri Rüşdiye"yi bitirdikten sonra Pangaltı'ndaki Harbiye Mektebi'ne yazılan Akçura, 1897 yılında Kurmay Subay oldu. Jön Türklerle ilişkileri yüzünden tutuklanıp Harp Divanının kararı ile askerlikle ilişkisi kesilerek Fizan'a sürüldü. Ancak bir süre sonra Trablusgarp'ta rütbeleri geri verilerek göreve başladı. Bir yıl aradan sonra, 1899'da kaçarak Fransa'ya yerleşti.2 Yusuf Akçura ve arkadaşı Ahmet Ferit, birlikte Paris'e geldikten sonra "Serbest Ulumi Siyasiye Mektebi"ne kaydoldular. Her ikisi de burada ünlü tarihçi Albert Sarel ve Emil Bautmey'den ders alarak batı kültürünü de yakından inceleme imkanı buldular. Yusuf Akçura,bitirme tezi olarak hazırladığı "Osmanlı İmparatorluğu Müesseselerinin Tarihine Ait Bir Tecrübe" adlı çalışmasıyla 1903 tarihinde üçüncülükle bu okuldan mezun oldu.3
İlk okulu ve bunun ardından " Askeri Rüşdiye"yi bitirdikten sonra Pangaltı'ndaki Harbiye Mektebi'ne yazılan Akçura, 1897 yılında Kurmay Subay oldu. Jön Türklerle ilişkileri yüzünden tutuklanıp Harp Divanının kararı ile askerlikle ilişkisi kesilerek Fizan'a sürüldü. Ancak bir süre sonra Trablusgarp'ta rütbeleri geri verilerek göreve başladı. Bir yıl aradan sonra, 1899'da kaçarak Fransa'ya yerleşti.2 Yusuf Akçura ve arkadaşı Ahmet Ferit, birlikte Paris'e geldikten sonra "Serbest Ulumi Siyasiye Mektebi"ne kaydoldular. Her ikisi de burada ünlü tarihçi Albert Sarel ve Emil Bautmey'den ders alarak batı kültürünü de yakından inceleme imkanı buldular. Yusuf Akçura,bitirme tezi olarak hazırladığı "Osmanlı İmparatorluğu Müesseselerinin Tarihine Ait Bir Tecrübe" adlı çalışmasıyla 1903 tarihinde üçüncülükle bu okuldan mezun oldu.3
1 Hamit Z. Koşay, "Yusuf Akçura ," Belleten (Yıl 1977), Sayı:162, s. 390.
2 Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, Anadolu Yayıncılık, İstanbul, 1983, s.171.
3 Hamit Z. Koşay, a.g.m, s. 393.
Öğrenimini tamamladıktan sonra Kazan'a amcasının yanına giderek, burada Muhammediye Medresesi'nde tarih edebiyatı derslerinde öğretmenlik yaptı. 1905 Rus Parlamentosunda Duma'nın kurulması üzerine, Türklerin burada nüfusları oranında temsil edilmesi için çalışmalar yaptı. Türk ileri gelenleri ile temas kurarak, "Rusya Müslümanları İttifakı" adlı siyası bir partinin kurulmasına öncülük etti. Daha sonra bu Partinin ileri gelenlerinden olan Yusuf Akçura, Türkçülük konusundaki görüşlerini, Türk toplulukları arasında yaymaya başladı. Türklerin gazete çıkarmasına izin verilmesinden sonra, Kazan'da "Kazan Muhbiri"ni çıkarmaya başladı. Aynı zamanda, Türkiye de Abdülhamit yönetimine karşı çalışanlarla da irtibat halindeydi.4
Akçura, ''Üç Tarz-ı Siyaset" isimli ünlü eserini Kazan'da yazmasına rağmen, Rus idaresinden çekindiği için, Kahire'de çıkan "Türk Gazetesi"nde yayımladı. Bu makalede; Osmanlılık, İslamcılık ve Türkçülük tahlil ediliyor ve sonuçta en uygun siyaset tarzının "Türkçülük" olduğu vurgulanıyordu.5
II. Meşrutiyet'in (1908) ilanından sonra, diğer Türk düşünürleri ile birlikte İstanbul'a geldi. Harp Akademisi, Darü'ş-şafaka, Medresetü'l Va'izin ve Darü'l-mu'allimin okullarında siyasi tarih öğretmenliği yaptı. 1909'da İstanbul Darü'l-fünun Edebiyat Fakültesinde, 1914 Mülkiye Mektebinde tarih dersleri verdi. Mülkiye'deki görevi, 1915'de okulun kapanması üzerine sona erdi. 1916'da ise, Darü'l-fünun'un yeniden yapılanması sebebi ile kadro dışı kaldı.6
Türk milliyetçiliği temelinde ilmi alanda önemli çalışmaları bulunan "Türk Derneği", 1908 yılı sonlarına doğru Mülkiye Mektebinde Müdür Celal Beyin nezaretinde kuruldu. Kurucuları; Ahmet Midhat Efendi, Emrullah Efendi, Necip Asım Bey, Tahir Bey, Dağıstanlı Celal Korkmazoğlu, Veled Çelebi, Yusuf Akçura, Müverrih Arif Bey, Musa Akyiğit, Fuat Raif, Filozof Rıza Tevfik, Ahmet Ferit Beydir. Köprülü Fuad Bey, Mehmet Emin Bey gibi ünlü yazarlar ve düşünürler de bu derneğe üye idi.7
4 Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, s.171.
5 "Tarih Boyunca Türkçülük, Üç Tarz-ı Siyaset",Orkun Dergisi (Ekim 2000), Sayı:32, İstanbul, s. 48.
6 Türk ve Dünya Ünlüleri, s.17 ı.
7 Hamit Z. Koşay, a.g.m., s. 396.
"Türk Derneği Dergisi"nin ilk sayısı 1911'de çıktı, 7 sayı yayımlandıktan sonra, yerini "Türk Yurdu"na bıraktı. 18 Ağustos 1911 'de kurulan "Türk Yurdu Cemiyeti"nin kurucuları; Mehmet Emin Yurdakul, Ahmet Hikmet, Yusuf Akçura, Ağaoğlu Ahmet, Hüseyin zade Ali ve Akil Muhtar Beydir. Mecmuanın imtiyaz sahibi olarak Mehmet Emin Bey, murahhaslığına Yusuf Akçura, Ahmet Hikmet Bey ve Ziya Gökalp seçildi. Dergi, eski yazı ile 17 yıl çıkmıştır. 8
12 Mart 1912 de "Türk Ocağı" kuruldu. 20 Haziran 1912 tarihinde, program genişletilerek 231 tıbbiyeli adına gelen temsilciler ile Mehmet Emin Bey, Yusuf Akçura, Mehmet Ali Tevfik, Emin Bülent, Dr. Fuat Sabit ve Ağaoğlu Ahmet Bey tarafından cemiyetin adı "Türk Ocağı" olarak kabul edilerek çalışmalarına başladı. "Türk Yurdu" dergisi, Türk Ocağının yayın organı oldu. Akçura, 1931'de Türk Ocaklarının kapatılmasına kadar dergiyi yönetti. 1919 Bolşevik İhtilali ile Rusya, 1. Dünya Savaşı'ndan çekilince Akçura, Türk esirlerinin yurda dönmeleri için Kızılay tarafından Rusya'ya gönderildi. Burada, esirlere yardımcı olabilmek için tehlikeli şartlarda görev yaptı. İstanbul'un Kurtuluş Savaşı sırasında işgali ile tutuklandı.9 Ancak daha soma bir yolunu bularak "Harp Yüzbaşısı" unvanıyla Anadolu'ya geçti. Yaşına rağmen verilen görevleri başarıyla sürdürdü.10 Akçura, Anadolu harekatına katıldıktan birkaç ay soma, Sakarya muharebelerine girdi. Ankara'da birçok görevlerde bulundu. Önce Maarif Vekaletine girerek Çeviri Bürosu'nda vazife aldı, ardından "Doğu Sorunları" danışmanı olarak Hariciye Vekaletinde çalıştı. Ankara'da Serbest Halk Dersleri Kursu'nda (1921-1922) ve daha sonra "Ankara Hukuk Mektebi"nde dersler verdi. 1924'te "Türk Yurdu" dergisi yeniden yayımlanmaya başlayınca buradaki çalışmaları, dergi 1931 yılında kapanıncaya kadar sürdü. 1923'te İstanbul milletvekili olarak meclise girdi ve yasama çalışmalarına katıldı. 1934'e kadar Mecliste İstanbul'u temsil etti. Ölümünden bir yıl önce de Kars milletvekili oldu. Türk Tarihi kurucu üyesi olarak görev aldı. 12 Mart 1935'te, İstanbul'da vefat ederek Edirne Kapı Şehit1iği'ne defnedildi.11
8 Hamit Z. Koşay, a.g.m., 3 96.
9 Türk ve Dünya Ünlüleri, s.172.
10 Muharrem Feyzi Togay, Yusuf Akçura Hayatı ve Eserleri, Hüsrütabiat Basımevi, İstanbul, 1944, s. 62.
11 Françai. Georgeon, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri, çev. Ali Er, Yurt Yayınlan, Ankara. 1986, s.l05-106.
9 Türk ve Dünya Ünlüleri, s.172.
10 Muharrem Feyzi Togay, Yusuf Akçura Hayatı ve Eserleri, Hüsrütabiat Basımevi, İstanbul, 1944, s. 62.
11 Françai. Georgeon, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri, çev. Ali Er, Yurt Yayınlan, Ankara. 1986, s.l05-106.
B. YUSUF AKÇURA'NIN FİKİRLERİ
Yusuf Akçura'nın Türkçülük ile ilgili düşüncelerinin İstanbul'da, Rusya'da ve Fransa'da geliştiği görülür. Harp Okulu yıllarında, Necip Asım Beyin, Veled Çelebi Efendinin ve Tahir Beyin Türkçülük ile ilgili yazılarını okumuş ve etkilenmiştir. Ayrıca, İsmail Gaspirinski (Gaspıralı) tarafından basılan "Tercüman" gazetesi de İstanbul'da dağıtılmakta idi. Bu yazarların fikirleri, onu derinden etkilemiştir. Harp Okulu'nda öğrenci iken tatil aylarında Rusya ile ve oradan da orta Asya Türkleri ile temasa geçerek, buradaki Türklerin sosyal yaşamını incelemiştir. Bu ziyaretleri sırasında, Osmanlı Türklüğü ile Kuzey Türklüğü arasında kültürel bir köprünün kurulmasını istemiştir.12
Onu, en çok etkileyen şüphesiz İsmail Gasprinski (Gaspıralı) olmuştur. Kırım'da Rusya'nın baskısına rağmen Müslüman halklarla sıkı ilişkiler kuran Tatarların varlıklarını sürdürebildiğini örnek gösteren Gasprinski (Gaspıralı)'ye göre, bu usulle çeşitli bölgelerde yaşayan Türkler de varlıklarını koruyabilirdi. Akçura, Gasprinski (Gaspıralı)'nin fikirleri ile çok erken tarihlerde tanışma fırsatı buldu. Onunla Rusya'ya yaptığı seyahat sırasında karşılaştı. Uzaktan da akrabalığı vardı. Gasprinski (Gaspıralı), 1883'ten sonra Kırım Bahçesaray da yayımlamaya başladığı "Tercüman" gazetesi ile Türkler arasında; "dilde ve fikirde iş birliği" düşüncelerini yaymaya çalışmıştır.
İstanbul'da Akçura ve diğer aydınlar bu düşüncelerden etkilenmiştir. Çarlık Rusya'sının sansürüne rağmen, Tercüman'ın yayın hayatında kalmasının sebebi; siyasal alanda ılımlı tutum, doğayı gözlemleme, gerçekliğin incelenmesini temel alma, laik düşünce yapısı olmuştur. 13
Akçura'nın hayatı boyunca yazmış olduğu yazılar, üç bölüme ayrılmaktadır:14
1. Genel Türk Tarihi, özellikle, Türkçülüğe ilişkin yapıtlar,
2. Osmanlı Tarihi konusundaki yapıtlar,
3. Avrupa'nın Yakın Çağ tarihinin siyasal, sosyal ve ekonomik konulan ile ilgili yazılan.
12 Enver Ziya Karal, "Önsöz", Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, 2. baskı, TTK Yayınlan, Ankara, 1987, s. 3-4.
13 François Georgeon, a.g.e, s. 26-27.
14 Karal, a.g.rn, s. 3.
13 François Georgeon, a.g.e, s. 26-27.
14 Karal, a.g.rn, s. 3.
Bu tasniften anlaşılacağı üzere, onun çalışmalarının önemli kısmını tarih çalışmaları ve tarih öğretim üyeliği oluşturmaktadır. Yusuf'un Türkçülüğünün temelinde tarihin anlamına ilişkin düşünceler egemen olmuştur. 15
1904 yılında Rusya'da kaleme aldığı "Üç Tarz-ı Siyaset" isimli makalenin tamamı, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş ve parçalanmasını önlemeye yönelik çarelerin neler olduğuna dairdir.16 Bu makale, Mısır'da Abdülhamit yönetimine karşı savaşan "Türk" gazetesinin 24-34'üncü sayılarında yayımlanmış olup daha sonra Mısır ve İstanbul'da iki kez basılmıştır. Yusuf Akçura'nın makalesinden başka Ali Kemal'in ve arkadaşı Ferit (Tek)'in Ali Kemal'e cevabı olan bir mektubu da yayımlanmıştır.
"Üç Tarz-ı Siyaset"te üzerinde durduğu üç ana konu şunlar olmuştur: 17
1. Bir Osmanlı ulusu meydana getirmek (Osmanlılık),
2. İslamcılığa dayanan bir devlet yapısı kurmak (İslamcılık),
3. Irka dayalı bir Türk siyasal ulusçuluğu meydana getirmek (Türkçülük).
Osmanlılık, İslamcılık ve Türkçülük görüşlerinin karşılıklı olarak mukayesesini ilk defa Yusuf Akçura yapmıştır. 18
a. Osmanlılık: Akçura'ya göre bu fikir, II. Mahmut döneminde başlamış, Abdülmecit döneminde gelişmiş, Sadrazam Ali ve Fuat Paşalar döneminde en üst noktaya ulaşmıştır. "Osmanlılık" anlayışına göre asıl gaye, "Osmanlı memleketindeki Müslim ve gayrimüslim halka aynı siyasal hakları tanımak ve vazifeleri yüklemek; böylece aralarında tam bir eşitlik meydana getirmek; fikir ve din bakımından tam bir serbesti vermek, bu eşitlikten ve serbestiden faydalanarak söz konusu ahaliyi aralarındaki din ve soy farkına rağmen yekdiğerine karıştırarak ve temsil ederek Amerika Birleşik Hükümetlerindeki Amerikan milleti gibi, müşterek vatanla birleşmiş yeni bir millet, Osmanlı milleti meydana çıkarmak ve bütün bu zor ameliyenin neticesi olarak da "Devlet-i Aliye-i Osmaniye" yi asli şekliyle, yani eski sınırları ile muhafaza eylemekti... Osmanlı hududu haricindeki Müslümanlar ve Türkler bununla o kadar meşgul olamazlardı. Mesele mahalli ve dahili bir mesele idi".19
15 Karal, a.g.m, s. 3.
16 Georgeon, a.g.e, s.38-39.
17 Karal,a.g.m, s 6.
18 Niyazi Berkes, "Unutulan Adam", Sosyoloji Konferansları XIV, İstanbul Üniversitesi Yayınlan No: 213, İstanbul, 1976, s. 195.
16 Georgeon, a.g.e, s.38-39.
17 Karal,a.g.m, s 6.
18 Niyazi Berkes, "Unutulan Adam", Sosyoloji Konferansları XIV, İstanbul Üniversitesi Yayınlan No: 213, İstanbul, 1976, s. 195.
Akçura'ya göre; Almanların 1870-71 tarihinde milletlerin esasında ırkın önemli bir yer tuttuğunu iddia ederek Fransa'yı mağlup etmelerinden dolayı bu fikir dayanağını kaybetmiş oluyordu 20
b. İslamcılık : Bütün Müslümanların bir halife etrafında toplanarak fikir ve eylem birliğine varmasıdır.21 Akçura'ya göre İslamcılık, başlangıçta Osmanlı halkını Müslim-gayrimüslim olarak ayıracak, fakat daha sonra bütün dünyadaki Müslümanları bir fikir etrafında toplayarak büyük bir birlikteliğe sebep olacaktı.
b. İslamcılık : Bütün Müslümanların bir halife etrafında toplanarak fikir ve eylem birliğine varmasıdır.21 Akçura'ya göre İslamcılık, başlangıçta Osmanlı halkını Müslim-gayrimüslim olarak ayıracak, fakat daha sonra bütün dünyadaki Müslümanları bir fikir etrafında toplayarak büyük bir birlikteliğe sebep olacaktı.
Osmanlılık fikrinin zayıflaması üzerine, Abdülaziz devrinde "Panislamizm" düşüncesi, yaygınlaşmaya başlamış ve diplomatik görüşmelere de yansımıştır. Midhat Paşa'nın düşmesinden sonra II. Abdülhamit döneminde bu fikir, eylem haline dönüşmüştür. Eğitimde, sarayda, sosyal ve kültürel alanda dinsellik ön plana çıkmıştır. Müslümanların kalabalık olduğu Afrika ve Çin diyarına elçiler göndererek, Hicaz demir yolu inşasını devam ettirerek İslamiyet'teki hilafet nüfuzu kullanılmaya çalışılmıştır.22
c. Türkçülük : Niyazi Berkes'e göre; Rusya'daki Müslümanların uluslaşma akımı ile Osmanlı topraklarındaki Müslüman ve Türk olmayan grupların uluslaşma eğilimi arasındaki paralelliği ilk gören kişi Yusuf Akçura olmuştur. O, aynı zamanda Türkiye'de Türkçülüğün geleceğini, Ziya Gökalp'tan çok önce kavrayan kişidir.23
Yusuf Akçura, milliyetçi akımın bünyesinde birinci derecede rol oynamış kişilerden biridir.24 Akçura'nın milleti tarifi şu şekildedir: "Millet, ırk ve lisanın esasen birliğinden dolayı içtimai vicdanında birlik hasıl olmuş bir insan topluluğudur"25. Tarifte de görüldüğü gibi, ırk ve lisan birliği esas alınmış olmakla beraber kültürel bağlardan olan ve Ziya Gökalp'ın dahil ettiği din faktörü bu tarife konulmamıştır. Bu da, Mustafa Kemal'in kurduğu laik devlet anlayışına paralellik göstermektedir.
19 Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, 2. baskı, TTK Yayınları, Ankara, 1987, s. 19-20.
20 Yusuf Akçura, s.19-20.
21 Karal, a.g.m, s.7.
22 Akçura, a.g.e, s.23.
23 Berkes, a.g.m, s. 197.
24 Geargeoni a.g.e, s.7.
25 Yusuf Akçura, 1928 Yılı Yazıları, Ankara Kültür Bakanlığı Yayınları, Yeni Türk Devletinin Öncüleri, 1981, s.5.
20 Yusuf Akçura, s.19-20.
21 Karal, a.g.m, s.7.
22 Akçura, a.g.e, s.23.
23 Berkes, a.g.m, s. 197.
24 Geargeoni a.g.e, s.7.
25 Yusuf Akçura, 1928 Yılı Yazıları, Ankara Kültür Bakanlığı Yayınları, Yeni Türk Devletinin Öncüleri, 1981, s.5.
1908 Temmuzunda, Türkiye'de Jön Türk Devrimi meydana geldiğinde ülkede Türk milliyetçiliği henüz kökleşmemişti. Hiçbir basın-yayın organı bu düşünceyi savunmuyor ve siyasiler bu konuda açık bir tutum takınmıyordu. Siyasal sahnede,"Batıcılar, Osmanlıcılar ve İslamcılar" rol alıyordu. Yusuf Akçura, 1908 Devrimi'nden sonra İstanbul'a gelerek Türk milliyetçiliği konusunda yoğun çalışmalar yaptı ve 1911'de "Türk Yurdu" dergisinde yazılar yazmaya başladı ve 1912 de Türk Ocağının çalışmalarına katıldı. 1912 Ağustos ayından sonra, "Türk Yurdu Mecmuası"nın ilk nüshasından itibaren basım ve yayımını Yusuf Akçura yürütmüştür. Bu dergi ile Türkçülüğün esasını şekillendirmiş ve bütün düşüncelerini yirmi yıl süreyle bu dergide yayımlamıştır. Yusuf Akçura'nın "Türk Yurdu Mecmuası"nın kuruluş ve çalışma ilkelerine Türklükle ilgili düşünceleri şu şekilde yansımıştır.26
1. Türk Vurdu, Türk ırkına mensup halkın ekseriyeti tarafından okunup istifade olunacak bir tarzda ve lisanda yazılacaktır. Binaenaleyh lisanı sade olacak, muhteviyatı bu mevzuları Türk ırkı ekseriyetinin istifadesine yarayacak şeylerden intihap olunacaktır.
2. Türk Vurdu, umum Türklerce makbul olabilecek bir mefkureyi meydana çıkarmaya çalışacaktır.
3. Türk Vurdu, umum Türklerin kendi aralarında tanışmalarına çalışacak, gerek ahlaki gerek iktisadi cihetten yükselmelerine hizmet edecektir.
4. Türklerin birbirleri ile tanışmalarını kolaylaştırmak için "Türk Vurdu Mecmuası", Türk dünyasının her tarafında olup biten işlerden ve kardeşler arasında sevinç veya kaderi mucip olacak vakıalardan ve muhtelif Türk illerindeki fikir hareketlerinden ve edebi inkişaflardan haberdar edecektir.
5. Dahilde ancak Türklük ve Türk unsurunun siyasi ve iktisadi menfaatlerini müdafaa edecektir.
6. Mefkuresizlikten münbais tembellik ve rehavetin ve ümitsizliğin önüne geçmeye çalışacaktır.
7. Türk Yurdu'nun beynelmilel siyasette takip edeceği istikamet Türk aleminin menfaatlerini müdafaa olacaktır.
Türk Yurdu dergisi, İttihat ve Terakki'nin kontrolünde olmayan ender yayın organlarından biri idi. Akçura, Talat Paşanın ve Ziya Gökalp'ın bütün ısrarlarına rağmen ittihatçıların merkez komitesinde yer almadı. Bunun başlıca sebebi, yemin metninde bulunan, "Osmanlı, İslam" gibi kayıtların bulunması idi. Ayrıca Mustafa Kemal gibi, askerlerin siyasete müdahale etmemeleri gerektiği fikrine sahipti. Türk Ocağında, "Türk'ün Dünü ve Bugünü" konusunda çok sayıda konferans verdi. 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı'na girildiğinde, Türk milliyetçiliği sağlam bir biçimde kök salmış bir düşünce akımı olarak yer aldı. İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1913'ten itibaren Türkçü çevrelerin ifade ettiği, ekonomik ve kültürel görüşmelerden yoğun bir şekilde etkilendi ve politikalarına yön verdi.27 Bunda Akçura'nın önemli bir yeri olduğu muhakkaktır.
Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset adlı makalesinde; Türklük siyasetinin İslam siyaseti gibi yeni olduğunu, Osmanlı sınırlan ile kısıtlı olmadığım ifade ettikten sonra şu düşüncelere yer vermiştir:28
"Osmanlı Devleti'nin menfaati, bütün Müslümanların ve Türklerin menfaatlerine aykırı değildir. Zira, tebaası olan Müslümanlar ve Türkler onun kuvvetlenmesiyle kuvvetlenmiş demek olduğu gibi, diğer Müslüman ve Türkler de kuvvetli bir destek olurlar, Fakat İslamın menfaati, Osmanlı Devleti'nin ve Türklüğün menfaatlerine tamamen uymaz. Zira, İslamın kuvvet kazanması, Osmanlı tebaasından bir kısmının (gayrimüslim olanların) sonunda kaybını ve bu cihetle Osmanlı Devleti'nin günümüzdeki topluluğundaki bir parçasının yok olmasını mucip olacağı gibi, Türklüğün Müslim ve gayrimüslim dini anlaşmazlığıyla bölünmesine ve binaenaleyh kuvvetsizleşmesine sebep olur.
Türklüğün menfaatine gelince o da ne Osmanlı Devleti'nin ve ne de İslamın menfaatine büsbütün uygun gelmez. Zira, İslam toplumunu Türk ve Türk olmayan kısımlarına bölerek zayıflatır ve bunun neticesi olarak Osmanlı tebaasının Müslümanları arasına da nifak salıp Osmanlı Devleti'nin kuvvetsizleşmesini mucip olur.
Bunun içindir ki, her üç cemiyete şahıs, Osmanlı Devleti menfaatine çalışmalıdır. Lakin, Osmanlı Devleti'nin menfaati, yani kuvvet kazanması, şimdiye kadar mevcut olup bahsimizin mevzusunu teşkil eden Üç Tarz-ı Siyasi'den hangisini takiptedir? Ve bunlardan hangisi Osmanlı ülkelerine tatbiktir?"
Akçura, asıl mühim mesele olarak çeşitli din ve ırka mensup olan çok uluslu Osmanlı Devleti'nde bulunan milletlerin menfaatleri gereği kaynaşmalarının mümkün olamayacağını ileri sürüyordu. İslam birliğinin ve Türk birliğinin Osmanlı Devleti'ne yararlı olup olmadığını da şu şekilde izah etmektedir: 29
26 Muharrem Feyzi Togay, a.g.e, s. 62-63.
27 Georgeon, a.g.e, s. 53-59.
28 Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, s. 26-31
29 Akçura, a.g.e, s. 31-34.
"İslam, siyası ve içtimai işlere pek çok ehemmiyet veren dinlerden biridir. İslamın esas kaidelerinden biri "din ve millet birdir", düsturuyla ifade olunur. İslam, mümin olan kimselerin cinsiyet ve milliyetlerini bitirir; lisanlarını kaldırmaya çalışır, mazilerini, ananelerini unutturmak ister: İslam, kuvvetli bir değirmendir ki, farklı cins ve din müntesiplerini öğütüp, dinen, cinsen bir, aynı haklara sahip, yekdiğerinden hiç farksız Müslümanlar çıkarır...
İslamın meydana çıkışında, güçlü, muntazam siyası teşkilatı vardı. Kanun-u esasisi Kur'an idi. Resmi dili Arapça idi. İntihap edilmiş bir reisi, mukaddes bir riyaset merkezi vardı.
Lakin, diğer dinlerin tarihinde görülen değişmeler, İslam da dahi bir dereceye kadar müşahede olunur: Irk tesirleri ve muhtelif vakalar neticesi, dinin teşkil ettiği siyası birlik kısmen bozuldu. Hicretten henüz bir asır geçmemiş idi ki, Arap ve Acem milliyetleri zıddiyeti, Emevi'ye ve Haşimi'ye hanedanları arasındaki nefret tarzında tecelli ile, İslam birliğine kapanma bilmez bir yara açtı, Sünni ve Şii büyük ihtilafını ortaya çıkardı.
Bir zaman geldi ki, İslamın kuvveti en aşağı noktasına doğru inmeye başladı. İslam ülkelerinin bir kısmı, gitgide büyük kısmı, dörtte üçünden fazlası, Hristiyan devletlerinin hakimiyeti altına geçerek İslamiyetin birliği delik deşik oldu.
Kuvvetine halel veren bunca vakalar ile beraber, İslam hala pek güçlüdür. Müslimin arasına, dinlerinde şüphelilik veya daha beteri olan imansızlık henüz girmemiş denebilir. İslamın hemen bütün tabileri, din yolunda her fedakarlığı göze alacak, muti, dini ile heyecanlı, dini bütün kimselerdir.
Hala her Müslüman'ım, Türk ve İran-iyim demekten evvel "elhamdülillah Müslüman'ım.." diyor. Hala İslamiyet dünyasının büyük kısmı, Osmanlı Türkleri hakanını İslamın halifesi tanıyor. Hala bütün Müslümanlar, günde beş defa Mükerrem Mekke'ye yüz çeviriyor ve Kabe'ye yüz sürüp Hacer-i Esved'i öpmek için, büyük bir heyecan ile kürenin her tarafından muhtelif sıkıntıya katlanarak koşuyorlar. Hiç korkmadan tekrar olunabilir ki, İslam henüz pek güçlüdür. Bunun üzerine tevhid-i İslam siyasetinin tatbikinde, dahili maniler az güçlük ile katlanılabilecek surettedir. Lakin harici maniler pek kuvvetlidir. Gerçekten, bir taraftan İslam devletlerinin hepsi Hristiyan devletlerinin nüfuzu altındadır. Diğer taraftan bir iki müstesnası dışında, bütün Hristiyan devletleri Müslüman tebaaya maliktir.
Tabiyetlerinde bulunan Müslümanların, hatta kuvvetlice manevi bir vasıta ile olsun, hudutları haricindeki siyası merkezlere bağlılıklarını istikbalde, mühim neticeleri çıkabilecek umumi bir fikre hizmetlerini menfaatlerine aykırı gördüklerinden ortaya çıkmasından her suretle karşı koymak isterler, ve bütün İslam devletleri üstündeki nüfuz ve iktidarları sayesinde bu istediklerini icra da edebilirler. Binaenaleyh, zamanımızda en kuvvetli İslam devleti olan Osmanlı Devleti'nin bile ciddi bir surette İslam birliği siyasetini tatbike kalkışmasına , belki de muvaffakiyetle, karşı koyarlar.
Türk birliği siyasetindeki faydalara gelince, Osmanlı ülkelerindeki Türkler hem dini, hem ırki bağlar ile pek sıkı, yalnız dini olmaktan sıkı birleşerek ve esasen Türk olmadığı halde bir dereceye kadar Türkleşmiş sair Müslim unsurlar daha ziyade Türklüğü benimseyecek ve henüz hiç benimsememiş unsurlar da Türkleştirilebilecekti.
Lakin asıl büyük fayda; dilleri, ırkları, adetleri ve hatta ekseriyetinin dinleri bile bir olan ve Asya kıt'asının büyük bir kısmıyla Avrupa'nın şarkına yayılmış bulunan Türklerin birleşmesine ve böylece diğer büyük milliyetler arasında varlığını muhafaza edebilecek büyük bir siyasi milliyet teşkil eylemelerine edilecek ve iş bu büyük toplulukta Türk toplumlarının en güçlü ve en medenileşmişi olduğu için Osmanlı Devleti en mühim rolü oynayacaktı. Son vak'aların fikre getirdiği uzakça bir istikbalde, meydana gelecek beyazlar ve sarılar alemi arasında bir Türklük cihanı husule gelecek ve bu orta dünyada Osmanlı Devleti, şimdi Japonya'nın sarılar aleminde yapmak istediği vazifeyi üzerine alacaktı.
Bu faydalara mukabil Osmanlı ülkelerinde meskun, Müslim olup da Türk olmayan ve Türkleştirilmesi de mümkün bulunmayan kavimlerin Osmanlı Devleti elinden çıkması ve İslamiyetin Türk ve Türk olmayan kısımlarına ayrılarak, artık Osmanlı Devleti'nin Türk olmayan Müslümanlar ile ciddi bir münasebeti kalmaması mahzurları vardır.
Bugün ekseri Türkler mazilerini unutmuş bir halde bulunuyorlar. Lakin şu da unutulmamalıdır ki, zamanımızda birleşmesi muhtemel Türklerin büyük bir kısmı Müslüman'dır. Bu cihetle, İslam dini, büyük Türk milletinin teşekkülünde mühim bir unsur olabilir."
Makalenin sonunda Akçura; "Müslümanlık ve Türklük siyasetlerinden hangisi Osmanlı devleti için daha yararlı ve kabil-i tatbiktir?" diyerek cevabı okuyucularına bırakmıştır.
Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset adlı makalesinde Türk birliği konusunda söylemleri ile bu birliğe eğilimli olduğunu göstermektedir. Ayrıca, Türkiye'de "Türk Ocağı"nın kuruluşunda ve "Türk Yurdu" dergisinde çıkan yazılarında ne Osmanlılık, ne İslamcılık fikirlerini savunduğu sadece Türkçülüğü savunduğu görülmektedir. Bu yüzden yabancı yazarlar, Yusuf Akçura'yı Türkçülük hareketinin lideri olarak görmüşlerdir.30
Mustafa Kemal, Afet İnan'ın hazırladığı "Medeni Bilgiler" kitabında milleti şu şekilde tanımlar: "Millet, dil, kültür ve mefkure birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği bir siyası ve içtimai heyettir.." 31 Bu tanımdan sonra, Türk milletinin teşekkülünde esas olan unsurlar içerisinde Türk milletinin halk idaresi olan cumhuriyetle idare edildiğini Türk Devleti'nin laik olduğunu, her reşit olan kimsenin kendi dinini seçmekte serbest olduğunu, Türk milletinin siyasi, dil, yurt, ırk, tarih ve ahlak birliğine sahip olan büyük bir milletten meydana geldiğini misallerle izah etmiştir.
30 Karal, a.g.m, s. 17.
31 A. Afet inan, Medeni Bilgiler ve M Kemal Atatürk'ün El Yazıları, TTK Yayınlan, Ankara, 1998, s. 18.
Yusuf Akçura'nın millet tarifinde dini birlik aranmadığı gibi, ana unsurun ırk ve dil olduğu, bu tanımla da Atatürk'ün görüşüne paralellik olduğu görülmektedir. Günümüzde de bu tanım, geçerliliğini muhafaza etmektedir. 1919'da İstanbul Türk Ocağında verdiği bir konferansta, Türk milliyetçiliğinin emperyalist ve demokratik özelliklerinden bahsetmiştir. O, kendi ifadesine göre demokratik Türkçülüğü savunmuştur. Bu açıdan da İttihatçıların önemli simalarından olan Enver Beyin benimsediği emperyalist Türkçülük düşüncesini reddetmiştir.32 Çağımızda, özellikle 1989'da Sovyet Birliği'nin dağılmasından sonra ortaya çıkan yeni Türk devletleri ile Türkiye arasında demokratik bir siyasi bağ meydana gelmiştir. Bunda Yusuf Akçura'nın ve Atatürk'ün milletlerin haklarına saygı gösteren, emperyalist düşünceleri reddeden, demokrasi yanlısı görüşlerinin önemli etkileri olmuştur.
1932 yılında toplanan Birinci Tarih Kongresi'nde33 Atatürk'ün de katılımı ile J. A. Gobineau'nun Arileri üstün sayan ırkçı görüşleri; Dr. Reşit Galip, Şevket Aziz Kansu ve Sadri Maksudi Arsal'ın bildirileri ile tartışılmıştır. Yusuf Akçura, tartışmalardan çıkan sonucu şu şekilde izah etmiştir:
"Bir haftadan beri huzurunuzda söz söyleyen arkadaşlarımız ispat ettiler ki, Avrupalıların hükmetmek amacını gözeterek ortaya attıkları ırk kuramının bilimsel bir kıymeti yoktur... Biz, bütün dünyada yaşayan insanları, Avrupalılar gibi ve onlar derecesinde hukuka sahip adam evlatları sayıyoruz".34
Atatürk de "üstün ırk kuramı" ile ilgili çeşitli eserler okumuş ve böyle bir teoriyi destekleyen herhangi bir açıklama yapmamıştır. Bu sebeple de Yusuf Akçura ve diğer konuşmacıların fikirlerine katılmıştır. Almanların "üstün ırk" iddiaları yüzünden çıkan II. Dünya Savaşı, milyonlarca insanın canına mal olmasının yanı sıra ekonomik kayıplara da yol açmış, dünyaya büyük bir felaket yaşatmıştır. Dolayısıyla, bu teorinin çok zararlı olduğu görülmüştür.
32 Georgeon, a.g.e, s. 107.
33 Muharrem Feyzi Togay, a.g.e, s. 73.
34 Şerafettin Turan, Atatürk'ün Düşünce yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar, TTK Yayınları,Ankara, 1999, s.44.
33 Muharrem Feyzi Togay, a.g.e, s. 73.
34 Şerafettin Turan, Atatürk'ün Düşünce yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar, TTK Yayınları,Ankara, 1999, s.44.
II. BÖLÜM:
ZİYA GÖKALP'IN HAYATI VE ESERLERİ
ZİYA GÖKALP'IN HAYATI VE ESERLERİ
1875 yılında Diyarbakır'da doğan Z. Gökalp, İlk ve orta okulu yine aynı şehirde bitirmiştir.35 1886-1890 yılları arasında Diyarbakır Askeri Rüştiyesi'nde okuduktan soma Diyarbakır Mülki İdaresine girdi.36 1890'da babasını, 1897'de amcası Hasip Efendiyi kaybetti. 1898'de Diyarbakır'da siyasi çalışmaları sebebi ile tutuklandı. Mahkeme sonunda suçlu bulunarak İstanbul'da bir yıl süreyle hapis yattı. Bu sebeple de Baytar Mektebi'ndeki tahsili yarım kaldı ve hapis cezası bitince Diyarbakır'a sürüldü. 29 Aralık 1900 tarihinde Hasip Beyin kızı Vecihe Hanım ile evlendi.37
1908'de II. Meşrutiyet ilan edilince, Diyarbakır'da bulunan Ziya Gökalp, İttihat Terakki'nin şubesinin açılmasına öncülük ederek burada gençlere hürriyet, adalet, kardeşlik, Meşrutiyet'in faydaları üzerine konferanslar verdi. 1909 tarihinde Avukat Şükrü Bey ile Diyarbakır'da "Peyman" adlı bir gazete neşretti. 1909 senesi sonlarına doğru, İttihat ve Terakki Cemiyeti Selanik Merkezi, Ziya Beyi Selanik'e davet etti. Ziya Bey de derhal bu çağrıyı kabul ederek Selanik'e gitti. Ziya Gökalp, hayal ettiği şehri burada bulur. Ziya Beyin siyası ve ilmi hayatı Selanik'te başlar. İttihatçılar yeni fikirlerle donanmış bu bilim adamını hiç bırakmazlar. Ziya Bey de Avrupa'dan çok sayıda kitap getirerek incelemelerine devam etmiştir.38
Selanik'te, Sosyoloji Kürsüsü'nü kurarak burada sosyoloji derslerini vermeye başladı. 1912 seçimlerinde Ergani-Maden'den mebus seçilerek İstanbul'a yerleşti. Meclisin 18 Ağustos' ta feshi ile bu vazife dört ay sürdü.39
Balkan Harbi devam ederken Selanik'te bulunan İttihat ve Terakki Cemiyeti Umumi Merkezi İstanbul'a nakledildi. Ziya Gökalp'ta merkezle birlikte İstanbul'a geldi. Ziya Gökalp'ın İstanbul'a gelmesinden sonra ilk işi "Türk Ocağı"na girmek ve "Türk Yurdu" dergisinde yazılar yazarak "Türkçülük cereyanını" kuvvetlendirmek oldu. Gökalp, burada Yusuf Akçura ile tanışarak birlikte aynı dergide çalışmaya başladılar ve birbirlerinden fikir yönünden istifade ettiler.40
35 Kazım Nami Duru, Ziya Gökalp'ten Seçme Yazılar, Sümer Basımevi, Ankara, 1942,s.
36 Enver Behnan Şapolyo, Filozof Gökalp, Kitap Yazanlar Kooperatifi, Ankara, 1933,s.
37 Türk Ansiklopedisi,C. XVII, Milli Eğitim Basımevi, Ankara, 1969,s.
38 Enver Behnan Şapolyo, Ziya Gökalp, İttihat ve Terakki ve Meşrutiyet Tarihi, Güven Basımevi, İstanbul, 1943, s. 70-71
39 Türk Ansiklopedisi, s. 481.
40 Enver Behnan Şapolyo, a.g.e., s. 96-98.
36 Enver Behnan Şapolyo, Filozof Gökalp, Kitap Yazanlar Kooperatifi, Ankara, 1933,s.
37 Türk Ansiklopedisi,C. XVII, Milli Eğitim Basımevi, Ankara, 1969,s.
38 Enver Behnan Şapolyo, Ziya Gökalp, İttihat ve Terakki ve Meşrutiyet Tarihi, Güven Basımevi, İstanbul, 1943, s. 70-71
39 Türk Ansiklopedisi, s. 481.
40 Enver Behnan Şapolyo, a.g.e., s. 96-98.
Gökalp, 1918 yılında İngilizler tarafından İstanbul'da tutuklanarak Malta'ya sürgüne gönderildi. Ailesinin elindekileri satarak tedarik ettiği 500 lira kendisine aşağıdan yukarıya atarak ulaştırılmak istenirken İngiliz tayfaları tarafından kapışıldı.41 Malta sürgünü sırasında maddeten çok sıkıntılar çekti ve yoksulluk içerisindeki ailesi eşyalarını satmak suretiyle yaşamaya çalıştı.42
Birinci Dünya Savaşı sonunda, M. Kemal'in girişimleri ile sürgünden kurtarıldı ve Diyarbakır'a yerleşmeye karar verdi.43 Gökalp, Diyarbakır'da geçen uzun ve parasız günlerinde "Küçük Mecmua" ile uğraştı.44 5 Haziran 1922-1925 yılları arasında 33 sayı çıkarabildi.11 Ağustos 1923'te Türkiye Büyük Millet Meclisinin ikinci devresinde Diyarbakır'dan milletvekili seçildi. Hakimiyet-i Milliye'de seçim ve parti meseleleri hakkında yazılar yazdı. "Çınaraltı" başlığı ile Cumhuriyet gazetesinde ve "Yeni Türkiye'nin Hedefleri" başlığı ile Yeni Türkiye gazetesinde yazılan yayımlandı.45
Ziya Gökalp, 25 Kasım 1924 Cumartesi günü, İstanbul Pasteur Fransız Hastanesinde vefat etti. 26 Ekim'de eşine az rastlanır bir törenle II. Sultan Mahmut Türbesi'nin yanına defnedildi.46
Ziya Gökalp'ın eserlerinden bazıları şunlardır: Kızıl Elma (1913), Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak (1918), Rusya 'daki Türkler Ne Yapmalı? (1918), Yeni Hayat (1918), Altın Işık (1923), Türkçülüğün Esasları (1923), Türk Töresi (1923), Doğru Yol (1923), Türk Medeniyeti Tarihi (1925).
Ayrıca şu dergi ve gazetelerde yazılar yazmıştır: Genç Kalemler, Türk Yurdu, Altın Armağan, Halka Doğru, Türk Sözü, İslam Mecmuası, İktisadiyat Mecmuası, Milli Tetebbular Mecmuası, Harp Mecmuası, Darü'1 fünun Mecmuası, Muallim, İçtimaiyat Mecmuası, Yeni Mecmua, Cumhuriyet.
41 Orhan Özgedik, Gökalp, Burhan Basımevi, İstanbul, 1957, s.20; Tarık Zafer Tunaya, Milliyet, 3 Kasım 1974.
42 Ali Nüzhet Göksel, Ziya Gökalp, Hayatı-Eserleri, Ahmet Halit Kitabevi, İstanbul, 1949, s. 40-41. 43 Kazım Nami Duru, a.g.e., s. 5.
44 Ali Nüzhet Göksel, Ziya Gökalp ve Çınaraltı, ikbal Kitabevi, İstanbul, 1939, s. 14.
45 Türk Ansiklopedisi,s. 486.
46 Cavit Orhan Tütengil, "Ziya Gökalp Üzerine Notlar," Sosyoloji Dergisi, Sayı: 10, Fakülteler Matbaası, 1996, İstanbul, s. 105.
42 Ali Nüzhet Göksel, Ziya Gökalp, Hayatı-Eserleri, Ahmet Halit Kitabevi, İstanbul, 1949, s. 40-41. 43 Kazım Nami Duru, a.g.e., s. 5.
44 Ali Nüzhet Göksel, Ziya Gökalp ve Çınaraltı, ikbal Kitabevi, İstanbul, 1939, s. 14.
45 Türk Ansiklopedisi,s. 486.
46 Cavit Orhan Tütengil, "Ziya Gökalp Üzerine Notlar," Sosyoloji Dergisi, Sayı: 10, Fakülteler Matbaası, 1996, İstanbul, s. 105.
Ziya Gökalp, Türk kültür tarihinde çok önemli rol oynayan bir fikir adamıdır. İmparatorluk nizamından ulusal devlet nizamına geçişte, bu sistemin ideolojik temellerini dikkatli bir şekilde hazırlamıştır. Abdülhamit'in baskıcı rejiminden kurtulan düşünürler, kendi fikirlerinin memleketi kurtaracağına inanıyorlardı. Gökalp, bu devirde geleceği görerek yeni oluşacak devlet yapısının fikri temellerini atmıştır.47 Kültür ve uygarlık kavramlarını, toplum bilimi açısından ele alan ve aralarındaki ilişkileri ortaya koyan ilk düşünürlerimizden biri olmuştur. Bizde "kültür" kavramını, "hars" kelimesiyle tanımlayan ilk düşünür de yine Gökalp olmuştur. O, kültürü, yapıcı ve birleştirici bir kaynak olarak kabul eder.48 Fuad Köprülü, Gökalp'ın milli kültürümüze yaptığı katkıları şu şekilde izah etmektedir:
"Şüphe yok ki, Türk aleminde "Milliyetperverlik" cereyanının oldukça uzun bir mazisi, epey kudretli mübeşşirleri vardır; bunun tevellüt ve inkişafında birçok tarihi amiller, hayatı zaruretler, hatta birtakım büyük milli felaketler şiddetle müessir olmuştur. Fakat, bütün bu hakikatleri nazar-ı itibara almakla beraber, bu cereyan içinde" Ziya Gökalp"ın adeta bir "Mihrak" teşkil ettiğini itiraf etmeliyiz. Bu harikulade insan, bu cereyan içindeki dağınık fikirleri ve kuvvetleri toplamış, onlardan yeni ve umumi bir "terkip" vücuda getirerek milli cereyanın programını ve felsefesini çizmiştir. Hayatın her şubesini ihata eden bu kadar geniş bir terkip vücuda getirebilmek için "Ziya" kadar yüksek felsefi kabiliyetle mücehhez büyük bir dimağa ihtiyaç vardı. Lisan, bediiyat, hukuk, ahlak, din, iktisat ve terbiye meselelerini büyük bir nüfuzla ihata ederek Türkçülüğün umumi programını ve felsefesini tespit eden bu emsalsiz mütefekkir, bütün Türk ve İslam dünyasının ilk büyük 'milli filozofu'dur. Diyarbekir İdadisiyle İstanbul'da Baytar Mektebi'nde geçirdiği çok kısa bir zaman müstesna olarak muntazam bir tahsil görmeyen ve sırf kendi sai ve istidadıyla yetişen "Ziya Gökalp" adeta bir ansiklopedi denecek kadar geniş ve sağlam malumata malikti. "Felsefe" ve "İçtimaiyat" sahasında Avrupa aleminin elde ettiği neticeleri onun kadar etraflı bir surette bilen, garbin ilmi usullerini o kadar iyi kavrayan ikinci bir adamımız daha yoktur.
Ulum-i İslamiyede de büyük bir ihata sahibi olduğu için, milli hayatı kendi gözleriyle görmeye, ve garp dünyasıyla İslam aleminin mütekabil vaziyetlerini tetkik ederek inhitat amillerimizi derin bir surette anlamaya muvaffak oldu. Selanik'te "Genç Kalemler" mecmuasında münteşir eserlerinden başlayarak "Türkçülüğün Esasları" adlı son mühim eserine varıncaya kadar bütün yazılarında onun muntazam ve ahenktar tekamülü fikriyesini görmek mümkündür." 49
Ziya Gökalp, Selanik'te siyası çalışmalarının yanı sıra cemiyete gençleri toplayarak, İttihat ve Terakki Mektebi'ni kurdu. Programına "ictimaiyyat" (sosyoloji) adında bir ders koydurdu. Bu dersi verecek kimse bulunamadığından hocalığını üzerine aldı. Böylece ilk defa sosyoloji ilmi Gökalp tarafından fikir ve öğrenim hayatımıza girmiş oldu.50 Balkan Savaşı'nın çıkması üzerine İstanbul'a gelerek İstanbul Edebiyat Fakültesine bir Sosyoloji Kürsüsü kazandırdı.51 Sosyoloji yazılarına "Türk Yurdu"nda başladı. İlk yazısı, bu derginin üçüncü cildinde (s. 331-337) "Türkleşrnek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" başlığıyla çıktı.52 Türk milliyetçiliğinin teorik formülünü Durkheim sosyolojisinde buldu.53
47 Mehmet Kaplan, "Yaşayan Ziya Gökalp", Yol, 8 Haziran 1966.
48 Hikmet Dizdaroğlu, " Ziya Gökalp'te Kültür ve Uygarlık kavramları," Türk Yurdu, Şubat 1965, s.
48 Hikmet Dizdaroğlu, " Ziya Gökalp'te Kültür ve Uygarlık kavramları," Türk Yurdu, Şubat 1965, s.
49 Ali Nüzhet Göksel, Ziya Gökalp, Hayatı- Eserleri, Ahmet Halit Kitabevi, İstanbul, 1949, s. 85.
50 Ali Nüzhet Göksel, a.g.e,s. 7.
51 Nurettin Şazi Kösemihal, "Ziya Gökalp,", Cumhuriyet, 12 Ocak 1965.
52 Cavit Orhan Tütengil, Ziya Gökalp Üzerine Notlar, s. 106.
53 Benard Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu, TTK Yayınları, Ankara, s. 230.
50 Ali Nüzhet Göksel, a.g.e,s. 7.
51 Nurettin Şazi Kösemihal, "Ziya Gökalp,", Cumhuriyet, 12 Ocak 1965.
52 Cavit Orhan Tütengil, Ziya Gökalp Üzerine Notlar, s. 106.
53 Benard Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu, TTK Yayınları, Ankara, s. 230.
Ziya Gökalp'ın çalışma alanları geniş bir perspektif arz etmektedir. "Yeni Mecmua" dergisinde; dil-edebiyat, tarih üzerine; "İslam Mecmuası'nda ekonomi üzerine yazılar yazarak yepyeni bilim ve kültür akımlarını yurdun her yanına yaymıştır.54
Türkçülük hareketi, Ziya Gökalp'a gelinceye kadar yurt içinde ve yurt dışında Türkler arasında zaman zaman düşünsel boyutlarda ortaya konulmuştur.55 II. Abdülhamit döneminde İslamcılık ve Osmanlılık hareketleri ön plana çıkarılmış, Türkçülük hareketleri sönük kalmıştır.
Türk milliyetçiliği (VIII. yy.) Orhon Yazıtları'nda görüldüğü gibi, çok eski zamandan beri şuurlara işlenmiş, ancak Ziya Gökalp, bu fikri sistemli bir şekilde ortaya koymuş ve ilmi temeller üzerine oturtmuştur. Gökalp, Osmanlıcılığa karşı Türkçülüğü, Osmanlılığa karşı Türklüğü esas almıştır.
54 Kazım Nami Duru, Ziya Gökalp, Mim Eğitim Basımevi, İstanbul, 1949, s. i 08.
55 Ali Nüzhet Göksel, a.g.e, s. 68.
Türkçülük hareketi, dağılmaya başlayan Osmanlı İmparatorluğu'nda çok hararetli bir şekilde gelişti. Osmanlıcılığa karşı tavır alırken o zaman gündemini muhafaza eden "İslamcılık" ve "Garpçılığın" Türkçülüğe karşı olmadığını açıklamak üzere 1918 yılında, "Türkleşrnek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" isimli eserini yazdı. Burada, "Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, garp medeniyetindenim" diyerek bu fikirlerin birbirini desteklediğini izah etti.56
Avrupa'da ortaya çıkan Türkiyat yada Türkoloji bilimi ile, Türkler hakkında arkeolojik araştırmalara başlanmış ve Türklerin çok eski bir millet olduğu, geniş bir alana yayıldığı, büyük uygarlıklar kurduğu tespit edilmişti. Darü'l-fünun'da (İstanbul Üniversitesi) Tarih Felsefesi Öğretim Üyesi Ahmet Vefik Paşa, Şecere-i Türki'yi (Türklerin Soy Kütüğü) Doğu Türkçesinden İstanbul Türkçesine çevirmesi ve Lehçe-i Osmani (Osmanlı Lehçesi) adlı bir Türkçe sözlük düzenlenmesi, Türkiye'deki Türkçenin Genel Türkçenin bir lehçesi olduğunu ortaya koydu. Askeri Okullar Nazırlığı yapan Şıpka kahramanı Süleyman Paşa da Dünya Tarihi isimli kitabında Türklük ile ilgili çalışmalar yapmış, Avrupa'nın karalayıcı ve aşağılayıcı kısımlarını tasfiye etmiştir. Ayrıca, "Sarf-ı Türki" (Türkçe Dil Bilgisi) isimli bir kitap da yazmıştır. Rusya'da Azeri Türklerinden Mirza Fethali Ahunzade ve Kırım'da "Tercüman" gazetesini çıkaran İsmail Gaspıralı ve Yusuf Akçura, Türkçülük hareketinin önemli savunucuları arasında yer aldılar.57
56 Faruk K. Timurtaş," Ziya Gökalp, Ölümünün 40. yıl dönümünde," Yeni İstanbul, 25 Ekim 1964. 57 Ziya Gökalp,Türkçülüğün Esasları, hzl. Mahir Ünlü, Yusuf Çotuksöken, İnkılap Kitabevi İstanbul, 1973,s. 4-7.
Ziya Gökalp, düşüncede, tarihte, dil ve edebiyatta başlayan fakat dağınık halde bulunan fikirleri, bir sistem halinde toplamak istemiştir. Gökalp, Türkçülük fikrinin yayılma süresini Türkçülüğün Esasları adlı yapıtında şöyle ifade etmektedir:
"Özetlersek, on yedi, on sekiz yıldan bu yana Türk ulusunun sosyolojisini (toplum bilimi) ve psikolojisini (ruh bilimi) incelemek için harcadığım emeklerin ürünleri kafamın içinde yığılmış duruyordu. Bunları ortaya atmak için yalnız bir neden gerekiyordu. İşte Genç Kalemler'de Ömer Seyfettin'in başlatmış olduğu düşün savaşımı bu nedeni hazırladı. Fakat ben dil sorununu yeterli görmeyerek Türkçülüğü bütün ülküleriyle, bütün programıyla ortaya atmak gerektiğini düşündüm. Bütün bu düşünceleri kapsayan "Turan" şiirini yazarak Genç Kalemler'de yayımladım. Bu şiir tam zamanında yayımlanmıştı.''
Çünkü Osmanlıcılıktan da İslam birlikteciliğinden de ülke için tehlikeler doğacağını gören genç ruhlar kurtarıcı bir ülkü arıyorlardı. Turan şiiri bu ülkünün ilk kıvılcımıydı. Ondan sonra sürekli olarak bu şiirdeki esasları açıklamak ve yorumlamakla uğraştım.
"Turan" şiirinden sonra Ahmet Hikmet Bey, "Altın Ordu" makalesini yayımladı. İstanbul'da Türk Yurdu dergisiyle Türk Ocağı derneği kuruldu.
Halide Edip (Adıvar) Hanım, "Yeni Turan" adlı romanıyla Türkçülüğe büyük önem verdi. Hamdullah Suphi Bey, Türkçülüğün etkin liderlerinden biri oldu. Adları yukarıda geçen ya da geçmeyen bütün Türkçüler, gerek Türk Yurdu'nda gerek Türk Ocağı'nda birleşerek birlikte çalıştılar. Köprülüzade Fuad Bey (Fuad Köprülü) Türklük bilimi (Türkiyat, Türkoloji) alanında büyük bir bilim adamı oldu. Bu alanda hazırladığı bilimsel yapıt1arıyla Türkçülüğü ve Türkçüleri aydınlattı.
Yakup Kadri, Yahya Kemal, Falih Rıfkı, Refik Halit, Reşat Nuri Beyler gibi yazarlar, Orhan Seyfi, Faruk Nafiz, Yusuf Ziya, Hikmet Nazım, Vala Nurettin Beyler gibi ozanlar yeni Türkçe'yi güzelleştirdiler. Müfide Ferit Hanım da gerek değerli kitaplarıyla gerek Paris'teki konferanslarıyla Türkçülüğün yükselmesi için büyük çabalar harcadı.
Türkçülük dünyası bugün o denli genişlemiştir ki, bu alanda çalışan sanatçılarla bilim adamlarının tümünün adlarını saymak, ciltlerle kitap yazmayı gerektirir.
Rus Panislavizmine Osmanlıların, Tatarların tepkisi özelikle Balkanlar'da ve Rusya'daki Türkler arasında milliyetçilik ve Türkçülük fikirlerinin yoğunlaşması şeklinde ortaya çıkmıştır. Osmanlıların Balkanlar'da yenik düştüğü ve bazı bölgelerin elden çıktığı bir zamanda, Avrupa'dan Pasifik'e kadar yayılan bir alanda, Türkçülük ve Panturanizm fikirleri yaygın bir söylem halini almıştı. Kırımlı İsmail Gasprinski (1814-1914)'nin önderliğinde Tatar aydınlarının ve Yusuf Akçura'nın "Üç Tarz-ı Siyaset" isimli eseri ile tartışmaya açılan "Pantürkist fikirler" 1908 devriminden sonra yükselen bir ivme kazandı, 24 Aralık 1908'de Yusuf İzzet'in kurduğu "Türk Derneği" kuruluş amacını "Türk" diye anılan bütün Türk kavimlerinin mazi ve haldeki ashar ve ef'al, ahval ve muhitini öğrenmeye ve öğretmeye çalışmak, olarak açıklıyordu. 58
1911'de Türk Derneği yedi sayılık bir dergi çıkarabildi. Bunu "Türk Yurdu" isimli yeni bir dergi izledi. Kurucuları, Ozan Mehmet Emin, Ahmet Hikmet, Dr. Akil Muhtar, Ağaoğlu Ahmet, Hüseyinzade Ali ve Akçuraoğlu Yusuf idi. Eylül 1912'de Ahmet Hikmet Viyana'ya konsolosluk görevine gidince yerine Türkçü akımın en önemli düşünürlerinden olan Ziya Gökalp geçti. Türk Yurdu, Türk kültürü ve siyasal Türkçülüğün büyük teorik konuların tartışıldığı önemli bir kürsü oldu.59 Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp, burada karşılıklı fikir etkileşiminde bulunarak teorinin daha da güçlenmesini sağladılar. Yayın organlarıyla konferanslarla halkı aydınlattılar. İktidara gelen İttihat ve Terakki'nin ulusal politikalarına yön verdiler.
Balkan Savaşı'ndan sonra Rumeli toprakları kaybedildi. Araplar, hala Osmanlı İmparatorluğu'nun bünyesinde bulunduğundan İttihatçılar, İslamcılığı ve Osmanlıcılığı savunuyorlardı. Bu ortamda Gökalp, Türkçülüğün boyutlarını genişleterek "Turancılık ve Pantürkizm" fikirlerini ortaya koydu.60
Ömer Seyfettin'in dil de başlattığı Türkçülük hareketini yeterli görmeyerek bütün fikirleri bir araya toplayıp bir program halinde yürütme arzusu, Gökalp'ın "Turan" şiirini yazarak, Genç Kalemler'de yayımlamasıyla başladı.61
TURAN
Nabızlarımda vuran duygular ki tarihin
Birer derin sesidir, ben sahifelerde değil.
Güzide, şanlı, necip ırkımın uzak ve yakın
Bütün zaferlerini kalbimin tanininde,
Nabızlarımda okur, anlar, eylerim tebcil.
Sahifelerde değil çünkü Atilla, Cengiz
Zaferle ırkımı tetvic eden bu nasiyeler,
O tozlu çerçevelerde, o iftiraamiz
Muhit içinde görünmekte kirli, şermende;
Fakat şerefle nümayan Sezar ve İskender!
Nabızlarımda evet, çünkü ilim için müphem
Kalan Oğuz Hanı kalbim tanır tamamiyle
Oğuz Han, işte budur gönlümü eden mülhem:
Vatan ne Türkiye'dir Türkler'e, ne Türkistan:
Vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan...
Bu şiir, .Türk dünyasında tesirini göstermiştir, Türklerin sadece Osmanlılar 'olmadığı, dünyanın birçok bölgesinde Türk ırkından olan toplulukların olduğu, tarihi belgelerle tespit edilerek .özellikle dil, ve tarih konularındaki çalışmalar hız kazanmıştır.
Gökalp'a göre, Türkçülüğünün üç evresi vardı:62
58 Ziya Gökalp, a.g.e, s. 10- 1ı.
59 Bernard Lewis, a.g.e , s. 346-348.
60 Tarık Zafer Tunaya, Milliyet, 3 Ekim 1974.
61 Ali Nüzhet Göksel, a.g.e, s. 70-71.
59 Bernard Lewis, a.g.e , s. 346-348.
60 Tarık Zafer Tunaya, Milliyet, 3 Ekim 1974.
61 Ali Nüzhet Göksel, a.g.e, s. 70-71.
Gökalp'a göre, Türkçülüğünün üç evresi vardı:62
a. Gerçek Türkçülük; Anadolu Türkçülüğü,
b. Yakın ülkü; Oğuzistan, Anadolu, Azerbaycan, İran, Harzem Türklerinin birleşmesiyle doğacaktır,
c. Uzak ve büyük ülkü; Turan...
Gökalp, Turancılığı tarif ederken şu ifadeleri kullanmaktadır:63
"Turan, hars itibariyle ayrılan Türkleri de ihtiva eden birliktir "demek suretiyle Anadolu sınırlarını aşan ve dünyaya yayılmış Türklerin bir araya gelerek bir birliktelik oluşturabileceğini ifade etmektedir.
Türkiye devletim, Türklük milletim,
Cinsimin çokluğu Türk'e zarar mı?
Ne kadar Türk varsa bugün cihanda
Buradaki harse var meyli vicdanda,
Dili dilimdendir, dini dinimden
Olacağız biz hep aynı vatanda.
Gökalp, bu şiirinde Turancılık ile görüşlerini mısralara dökmüştür. Buna göre, Türk milletinden olan, dili, dini, kültürleri bir olan insanların büyük Türk dünyasını kurabileceğini izah eder.
Ziya Gökalp, saf bir ırk kavramını dolayısı ile ırkçılığı reddeder. Türkçülüğünü Esasları adlı eserinde, "budun" terimini tarif ederken "Aynı anadan, babadan üremiş, içine hiç yabancı karışmamış, kandaş bir topluluk" der. Böyle bir toplumun olamayacağını şu sözlerle ifade eder:
62 Nurettin Şazi Kösemihal, "Ziya Gökalp", Cumhuriyet, 12 Ocak 1965.
63 Orhan Özgedik, a.g.e., s. 83.
63 Orhan Özgedik, a.g.e., s. 83.
Ziya Gökalp, saf bir ırk kavramını dolayısı ile ırkçılığı reddeder. Türkçülüğünü Esasları adlı eserinde, "budun" terimini tarif ederken "Aynı anadan, babadan üremiş, içine hiç yabancı karışmamış, kandaş bir topluluk" der. Böyle bir toplumun olamayacağını şu sözlerle ifade eder:
"Tarih öncesi çağlarda bile saf bir budun (ırkın) bulunmazsa tarihsel dönemlerdeki budunların karışmasından sonra artık, saf bir budun aramak anlamsız olmaz mı? .. Bugünkü toplumsal aşamamızda ise, toplumsal dayanışma kültür birliğine dayanıyor. Kültürün kuşaklara aktarılması aracı eğitim olduğu için, kandaşlıkla hiçbir ilgisi yoktur." 64
Buradaki sözlerinde görüldüğü gibi, saf bir ırkı, saf bir kan birliğini açık bir şekilde reddederek bunun kültür birliği olduğunu izah etmektedir.
İstanbul'da Dünya gazetesi ile yapılan söyleşide kardeşi Nihat Bey, Ziya Gökalp'ın Türkçülükle ilgili görüşlerini şu şekilde izah etmektedir: "Türkçülüğün sistemli kurucusu Ziya Gökalp'a göre, Türkçülük, Türk milletini kurtarmak ona bir birlik vermek onu yükseltmektir. Buradan hareket ederek bir milleti yapan içtimai faktörlerin neler olduğunu araştırır. Ona göre bir milleti meydana getiren hars (kültür) birliğidir.''65 Bu görüşe göre de Gökalp, dağınık halde dünyaya dağılmış Türklerin esaretten kurtarılması, bir kültür etrafında birleşerek güç birliği, gönül birliği meydana getirmesini savunmuştur.
İstanbul'da Dünya gazetesi ile yapılan söyleşide kardeşi Nihat Bey, Ziya Gökalp'ın Türkçülükle ilgili görüşlerini şu şekilde izah etmektedir: "Türkçülüğün sistemli kurucusu Ziya Gökalp'a göre, Türkçülük, Türk milletini kurtarmak ona bir birlik vermek onu yükseltmektir. Buradan hareket ederek bir milleti yapan içtimai faktörlerin neler olduğunu araştırır. Ona göre bir milleti meydana getiren hars (kültür) birliğidir.''65 Bu görüşe göre de Gökalp, dağınık halde dünyaya dağılmış Türklerin esaretten kurtarılması, bir kültür etrafında birleşerek güç birliği, gönül birliği meydana getirmesini savunmuştur.
Ziya Gökalp, başta sosyoloji olmak üzere tarih, iktisat, felsefe, hukuk, edebiyat, din, folklor vb. birçok alanda makale yazmış mütefekkirlerimizdendir.
O, sosyal ve felsefi düşüncelerinde, daima tarihi gelişime başvurarak konulan bilimsel temellere dayandırmak istemiştir. Tarihi araştırmalar yaparak konuları enine boyuna değerlendirmesi, onun tarihçi kimliğini ortaya çıkarmıştır. Başlı başına bir tarih kitabı hazırlamamakla beraber, onun tarih metodolojisi ve felsefesi alanında Türk tarihine uyarlamaları vardır.
64 Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, s. 14-15.
65 Dünya gazetesi,25 Ekim 1954.
65 Dünya gazetesi,25 Ekim 1954.
Yazılarına daha çok Yeni Mecmua ve Küçük Mecmua (haftalık) dergilerinde rastlamaktayız. Yeni Mecmua'da; on dört makale halinde "Aile Ahlakı", yine aynı dergide üç makale halinde "Eski Türk Devleti" , dört makale halinde " Eski Türklerde Din" ve "Kayı Sülalesinin Eskiliği ve Şerdi" adı ile tarihi makalelerde yazmıştır. Küçük Mecmua'da yirmi dört makale halinde "Türk Devleti'nin Tekamülü", "Milletimizin Tarihi Nerede Başlar" adında yazılar yazmıştır. O dönemde, mevcut yerli kaynaklar yeterli olmadığı için. yabancı kaynaklardan da istifade etmiş ve bir sentez yapmıştır. Onun sosyoloji alanında olduğu gibi ilmi tarihçiliğin usullerini de çok iyi bildiğini eserlerinde görmekteyiz. Ziya Gökalp, tarihi araştırmalarda tarafsız olunmasını, hissi olunmamasını işaret ederek bu konuyu, Küçük Mecmua (Sayı: 11, 1922)'da "Tarih İlim mi Yoksa Sanat mı?" adlı bir makalesinde detaylı bir şekilde açıklamıştır. Gökalp, ilmi tarihçilik anlayışı ile ülkemizde modern anlamda tarih araştırmalarının yapılmasına öncülük etmiştir. Ayrıca, Osmanlı-İslam tarihçiliğinin yetersiz olduğunu görerek mazimizi milattan önceki yüzyıllara ulaştıran milli Türk tarihçiliğinin gerekliliğini ortaya koymuştur.66 Gökalp, bu çalışmaları ile Türk tarihçiliğine çok önemli katkılarda bulunmuştur.
Gökalp'ın, ekonomi ile ilgili yazıları da mevcuttur. Birinci Dünya Savaşı ile birlikte "milli iktisat" görüşlerini yoğun bir şekilde işlemiştir. Serbest ekonomi politikalarını savunan Adam Smith, Leroy Beaulieu, Charles Gide vb. iktisatçılar yerine Von List, Wagner Schömuller, Philippovich gibi milli ekonomi görüşlerini savunan ekonomistlerin fikirlerini savunmuştur. Savaştan önce 45 milyon Osmanlı Lirası olan ithalat, 1915 yılında ancak 6 milyon civarında olmuştur.67 Bu sebeple de kendi kendine yeten bir sanayi ve tarım politikası icra etmek kaçınılmaz olmuştu. Gökalp, bu ortamda tarımda, sanayide, ticarette millileşmeyi İktisat mecmuasındaki yazılarıyla savunmuştur.
66 İbrahim Kafesoğlu, "Ziya Gökalp'da Tarihçilik", Belleten, XLVIII, Yıl: 1984, s. 189-190.
67 Zafer Toprak, Türkiye'de Milli iktisat (1908-1918), Yurt Yayınlan, Ankara, 1982, s. 25-26.
67 Zafer Toprak, Türkiye'de Milli iktisat (1908-1918), Yurt Yayınlan, Ankara, 1982, s. 25-26.
SONUÇ
Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura, Meşrutiyet ve Cumhuriyet döneminde sosyolojik, felsefi, iktisadi ve tarihi konularda devlet adamlarına ve aydın halk kitlelerine önemli ölçüde fikri katkılarda bulunmuştur. İki ünlü düşünürün Türk Yurdu dergisinde birlikte hareket ettiği konuların başında "Türkçülük, milliyetçilik" konuları gelmektedir. Bu son bölümde, Cumhuriyet döneminde Atatürk ile fikir birliği edilen ve ayrı düşülen konular ele alınacaktır.
Atatürk ilkeleri, bilindiği gibi cumhuriyetçilik, milliyetçilik, laiklik, devletçilik, halkçılık, inkilapçılıktır. Ziya Gökalp'e bir gazetecinin 1924'de şu soruyu sorar:68
Gazeteci - Bu milletin en büyük mefkureleri nelerdir?
Gökalp - Bu milletin en büyük mefkureleri dört mefkurede icmal (toplamak) edilebilir:
1. Milliyetçilik
2. Halkçılık
3. Garp medeniyetçiliği (Batıcılık)
4. Cumhuriyetçilik.
Görüldüğü gibi, ilk karşılaştırmada "cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık" fikirlerinin hemen örtüştüğü anlaşılmaktadır.
Milli-iktisadi yazılarında devletçiliği savunan Gökalp, bu konuda da Atatürk ile aynı görüşü paylaşmaktadır. Cumhuriyet Halk Fırkası'nın dokuz maddesini kaleme alarak fikirlerini ortaya koymuştur.69
Atatürk, Gökalp'ın "Turancılık" fikirleri ile ters düşmektedir.70
Vatan ne Türkiye 'dir Türklere ne Türkistan
Vatan büyük müebbet bir ülkedir:Turan
diyen Gökalp'a karşılık Atatürk kendi fikirlerini "... Biz öyle milliyetçileriz ki, bizimle iş birliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz... Bizim milliyetçiliğimiz herhalde bencil ve mağrurca bir milliyetçilik değildir... Biz haddimizi bilir kimseleriz. Bitmez tükenmez istek sahibi değiliz." sözleriyle izah etmiştir.
68 Ali Nüzhet Göksel, a.g.e., s. 97.
69 Tarık Zafer Tunaya, Milliyet, 3 Kasım 1974.
70 Ali Yaşar Sarıboy, "Ziya Gökalp ve Türk Devrimi," Sosyoloji Konferansları, İstanbul Üniversitesi Yayınları No: 2183,1976, s. 107-108.
68 Ali Nüzhet Göksel, a.g.e., s. 97.
69 Tarık Zafer Tunaya, Milliyet, 3 Kasım 1974.
70 Ali Yaşar Sarıboy, "Ziya Gökalp ve Türk Devrimi," Sosyoloji Konferansları, İstanbul Üniversitesi Yayınları No: 2183,1976, s. 107-108.
Atatürk, devletin gücü kadar hayal etmeyi bilmiş ve "Misak-ı Milli" sınırlarını ve hedeflerini tespit ederken akıcılığı ve gerçekçiliği ön plana çıkararak "Turancılık" fikirlerine karşı çıkmıştır. Ulusal bağımsızlığı yeni vermiş bir milletin yeni maceralara sürüklenmesini önlemiştir.
Birinci Dünya Savaşı sonunda Rusya'da meydana gelen (1917) Bolşevik ayaklanması üzerine Kızılay adına Rusya'ya giden ve orada Türk esirleri ile ilgilenen Yusuf Akçura'nın dönüşünde Ziya Gökalp'ın "Turancılık" ile ilgili görüşlerine karşı çıkarak bunun emperyalizmden başka bir şey olmadığını ileri sürmesi, Turancılığı kabul etmeyen Mustafa Kemal'in üzerinde tesir yapmış olması mümkündür.71
Pantürkizm ve Panislamizm gibi aşın fikirlere karşı çıkan Atatürk, yeni bir Anadolu Türk vatanı fikirlerini zihinlere yerleştirmek istedi. Bunun için de Türk tarihine önem verdi. Önce, "Tarih-i Osmani Encümeni"ni tasviye etti. Bunun yerine, 1930 yılında Türk Tarih Kurumu kuruldu. Kurumun görevi, okullarda ve üniversitelerde Türk vatanını sevdiren bir tarih eğitimi verdirmek idi.72 Ziya Gökalp, Türk milletinin fedakar ve kahraman bir millet olduğunu söylemektedir.73 "Tehlike ve harp anlarında daima Türk milletinin mucizeler göstermesini bekleyebiliriz ve Türklerin hiçbir millette görülmeyen fedakarlıkları yapacağından emin olabiliriz. Türk milletinin daima güvenebileceğimiz esaslı kudreti budur". Atatürk'ün bu konuda gençliğe seslenirken kullandığı "...Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur" veciz sözü, aynı duygulan paylaştıklarını göstermektedir.
Mustafa Kemal ile Gökalp'ın millet tanımları arasında farklılıklar görülmektedir. Mustafa Kemal, milleti şöyle tanımlar: "Millet, dil, kültür ve mefkure birliğine bağlı vatandaşların teşkil ettiği bir siyası ve içtimai heyettir.''74. Gökalp ise "Millet, ne ırkı ne kavmi ne coğrafi ne siyası ne de irasi bir zümre değildir. Millet, lisanca, dince, ahlakça ve bediatça müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bulunan bir zümredir" 75
Atatürk, Türk milletinin oluşumunda etken olan unsurları da şu şekilde sıralamaktadır:76
1.Siyasal varlıkta birlik,
2. Dil birliği,
3. Yurt birliği,
4. Irk ve köken birliği,
5. Tarihi yakınlık,
6. Ahlaki yakınlık.
Bu tariflere baktığımızda, aralarındaki en önemli kültür farkının "din" olduğu görülmektedir. Gökalp, dini bu tanımlamanın içine alırken Atatürk, din birliğini dahil etmeyerek laik bir anlayışı öne çıkarmıştır. Ancak bu, Gökalp'ın laik anlayışına karşı olduğu manasına gelmemelidir. Meşrutiyet döneminde genç Türk subayları arasında Voltaire, J. J. Rousseau, Comte ve Haeckel gibi laik düşünen kişilerin sayısı gün geçtikçe arttığı sıralarda, Ziya Gökalp da laikliğinin öncüleri arasında yer aldı. Fransızca "laique" deyimini anlatmak için "la-dini" sözcüğünü kullandığında, başta şeyhülislam olmak üzere, din adamlarının tepkisini üzerine çekti.77 Zaman zaman bu görüşlerinden dolayı, "dinsiz" gibi suçlamalarla karşı karşıya kaldı. Milli Mücadele'nin en hareketli zamanında 11 Nisan 1920'de Şeyhülislam Dürrizade'nin Anadolu'da toplanan "Kuva-yı Milliye" kuvvetleri ile Atatürk ve silah arkadaşları hakkındaki fetvası iç çatışmaya yol açmış ve ulusal zafer önemli ölçüde sekteye uğratılmıştı. 5 Mayıs 1920'de Anadolu müftülerinin 153 kişinin imzasıyla yayımlanan "Anadolu Fetvası" bir nebze de olsa, "İstanbul Fetvası"nın tesirini ortadan kaldırıyordu. Dinin siyasete alet edilmesinin zararlarını gören Atatürk, bilindiği gibi laik devlet yapısını aşama aşama tesis etmiştir.
71 Niyazi Berkes, a.g.m., s. 202.
72 Bernard Lewis,a.g.e.,s. 356.
73 Ali Nüzhet Göksel, Ziya Gökalp Diyor ki, Ahmet Halit Kitabevi, İstanbul, 1950, s. 9596.
74 Afet İnan, Medeni Bilgiler, s. 18.
75 Bernard Lewis, a.g.e., s. 321.
76 Afet İnan, a.g.e., s. 22.
72 Bernard Lewis,a.g.e.,s. 356.
73 Ali Nüzhet Göksel, Ziya Gökalp Diyor ki, Ahmet Halit Kitabevi, İstanbul, 1950, s. 9596.
74 Afet İnan, Medeni Bilgiler, s. 18.
75 Bernard Lewis, a.g.e., s. 321.
76 Afet İnan, a.g.e., s. 22.
Dilin sadeleşmesi konusunda da görüş farklılıkları mevcuttur. Z. Gökalp, "Türkçeleşmiş Türkçe'dir" kuralını kullanarak yabancı kökenli kelimelerin yerine başka kelime türetilmemesini savunmaktadır. Atatürk ise, "Türkçe'nin yabancı dillerin boyunduruğundan kurtulması"nın gerektiğine inanmaktadır. O'nun, Dil İnkilabı'nda temel ilkesi, Türkçe'yi öz kaynaklarına dayanarak zenginliğine kavuşturmak olmuştur.79
77 Bernard Lewis,a.g.e., s. 398-399.
78 Enver Behnan Şapo1yo, a.g.e., s. 162
78 Enver Behnan Şapo1yo, a.g.e., s. 162
Tekinalp'in Atatürk'ün sağlığında yazdığı Kemalizm adlı kitabında Ziya Gökalp'in fikirlerinin düşünsel boyutta kaldığı, Atatürk'ün ise bunu gerçekleştirdiğini şu cümlelerle beyan etmiştir:
"Ziya Gökalp... Millicilik hamlesini ve heyecanını ancak hayal ve fantazi sahasında gösterebilmiştir. Meşhur "Kızıl Elma" yahut "Arzı Mevut" destanı bu hayallerin mahsulüdür. Sonradan Atatürk'ün eseri ile hakiki bir kehanet mahiyeti olan bir efsanedir. Ziya Gökalp'in şiirinde ne varsa Kemalizm tarafından tahakkuk ettirilmiş, yahut tahakkuk etmekte bulunmuştur."80
Sonuç olarak sosyoloji, dil, tarih, ekonomi, felsefe vb. konularda Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp, önemli fikri açılımlar icra etmişlerdir. Yaşadıkları dönemin siyasi, askeri ve ekonomik şartları içinde fikirleri zaman zaman ön plana çıkmış, bazen de aşırı tenkitlere maruz kalmıştır. Birçok yazarın ortak kanaati, "Kemalizm'in biricik idoloğu" durumunda olmadıkları yönündedir. Atatürk'ün araştırmacı yapısı, bu düşünürlerin temsil ettiği "Durkheim" ve diğerlerinin kitaplarını da okumaya sevk etmiş ve ülke şartlarını göz önüne alarak aklı ön plana çıkaran bir sentez uygulamıştır. Atatürk, aldığı bütün kararlar öncesinde konuyu yakın arkadaşları ve uzmanlarla tartışmış, görüşlerini almış ve bu konudaki eserleri inceleyerek sonuca varmayı alışkanlık haline getirmiştir. Bu sebeple, Atatürk'ün sadece bir veya birkaç kişinin fikri ile hareket etmesi söz konusu olamaz.
79 Şerafettin Turan, Atatürk'ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar, TTK Yayınları, Ankara, 1999. s.20.
80 Ali Yaşar Sarıboy, a.g.e., s. 113.
qooxtar
0 Yorumlar