TÜRK KÜLTÜR ÇEVRESİNDE ANT
Prof. Dr. İlhami DURMUŞ
Murat Apay
Metin Düzenleme, Vurgu
ÖZ
Türklerde kan kardeşliği ve ant içme geleneğinin köklülüğü ve tarihi süreç içinde sürekliliği çalışmada ortaya konulmaktadır. Türk kültür çevresinde kan kardeşliği ve ant içme geleneğinin ortaya çıkışından günümüze varlığı çalışmanın kapsam alanını göstermektedir. Arkeolojik buluntu ve yazılı belgeler değerlendirilmek suretiyle eskiden yeniye doğru kronolojik bir sıra takibi esas alınmaktadır. Kan kardeşliği, uzlaşma ve kargışa dayalı ant içme türlerinin eski olanından yeni olanına doğru bir sıra takip edilmektedir. Kronolojik açıdan kan kardeşliğine dayalı ant içmenin İskitlere kadar uzandığı görülmektedir. Uzlaşmaya dayalı andın ilk örneğine Asya Hunları’nda rastlanılmaktadır. Kargışa dayalı andın ise, Türk kültür çevresinde daha geç görülmeye başladığı anlaşılmaktadır. Kan kardeşliğine dayalı olanda karşılıklı iki kişi, kargışa dayalı olanda ise yalnız bir kişi ant içmektedir. Boylar ve devletler arasında gerçekleştirilenler de ise tarafların temsilcilerinin katılımıyla görkemli ant törenlerinin yapıldığı görülmektedir. İlk kez İskitlerde görülen kan kardeşliğine dayalı ant içme geleneği kısmî değişikliğe uğrayarak günümüze kadar ulaşmış bulunmaktadır. Aynı şekilde kargışa dayalı andın da günümüze kadar geldiği görülmektedir.
Giriş
Türklerin hayatında av, sürü ve akın önemli bir yer tutmuştur. Bütün bu işlerin yapılması kendi aralarında dostluk ve dayanışmanın sağlanmasına bağlı olmuştur. Dostluk kurmuş olanlar birbirlerine güvenmişlerdir. Güven olmadan ava çıkılmamış, sürüler otlatılamamış ve düşmanlar üzerine akınlar gerçekleştirilmemiştir. Toplumda dostlukların kurulması ve güven duygularının artması kahramanların dayanışmasına temel oluşturmuş ve hayatın bütün güçlüklerine karşı başarı sağlanmıştır.
Dostlukların kurulması için bir takım törenler düzenlenmiştir. Bu törenlerde dostlukların temelleri atılmıştır. Dost olabilmek için karşılıklı yeminler edilmiştir. Bu yemin ölünceye kadar birbirlerine yardım edeceklerine, birbirleri için bütün tehlikeleri göze alacaklarına ve hatta gerektiğinde öleceklerine dair olmuştur.
Türk kültür çevresinde yazılı belgelerde yemin için “ant”, yemin etmek
içinse “ant içmek” tabiri kullanılmıştır.
Bütün Türk topluluklarının dillerinde
bu kelimeler bulunuyor ve aynı anlamda
kullanılıyordu. Bu kapsamda Uygur
Türkçesinde “ant” yemin anlamına gelmekte,
“antıkmak” ise yemin etmek, ant
içmek için kullanılmış bir fiildir (Caferoğlu
1968: 17). Kumanlar “ant”, “ant iç-“ kelimelerini
kullanmışlardır. Burada “ant”
yemin, ant iç” ise, yemin etmek, ant içmek
anlamlarında kullanılmıştır. Ayrıca
“ant içer-men”, ant içerim ve “tengrining
atı bile ant içmegil”, Tanrının adı ile ant
içme şeklinde cümleler kurulmuş, andın
Tanrının adı ile içildiği de vurgulanmıştır
(Grönbech 1992: 9). Ed- Düretü’lMudiyye
Fil- Lügati-t Türkiyye’de “ant
iş”, ant içmek anlamındadır. (Hüsrev
bin Abdullah 2003: 21). İbni Mühennâ
Lügati’nde ise, “ant” yemin anlamında
geçerken, “antlığ” kelimesi de yer almaktadır.
“Antlığ” birine yeminle bağlanmış
olan kişi için kullanılmıştır (Cemalüddin
İbni Mühennâ 1997: 10). Türk kültür
çevresinde yemin için “ant”, birbirine
karşı yeminli kişi için “antlı” ve yemin
etmek için ise “ant içmek” tabirlerinin
kullanılmış olduğu görülmektedir. Bu
tabirler kültürel süreklilik içerisinde günümüze
kadar ulaşmış bulunmaktadır.
Günümüzde Türk toplulukları arasında
Türkiye Türkçesi başta olmak üzere,
Azerbaycan, Başkurt, Kazak, Kırgız, Özbek,
Tatar, Türkmen ve Uygur Türkçelerinde
“ant” kelimesi kullanılmaktadır
(Ercilasun 1991: 22- 23). Altay Türkçesinde
ant “antıgış”, ant içmek “antık” ve
ant içmiş olan “antıgarlu” kelimeleriyle
açıklanmaktadır (Baskakov- Toşçakova
1999: 26). Yakut (Saha) dilinde ant
“andağar” ve ant içmek “andağay” kelimeleriyle
ifade edilmektedir (Pekarskiy
1945: 21). Çuvaş Türkçesinde ant “ant”
ve ant içmek “an tu” şeklinde geçmektedir
(Skvortsov 1982: 36). Tuva Türkçesinde
ant “dangırak”, ant içmek ise “dangıraktajır”
şeklindedir (Arıkoğlu- Kuular
2003: 29). Hakas Türkçesinde ant içmek
için “sirten” kelimesinin kullanıldığı görülmektedir
(Arıkoğlu 2005: 437). Bu bilgiler
ışığında Türk kültür çevresinde ant
kelimesinin yaygın olarak kullanıldığı
anlaşılmaktadır.
Türk kültür çevresinde yemin etmek
manasına kullanılan ant içmek
sözünden de anlaşılacağı gibi yemin bir
nesnenin içilişi ile olmaktaydı. Şaraba
kanlarını karıştırmak suretiyle yapılan
bu hareket bir kardeşlik oluşturmak ve
anlaşmak için yapılmaktaydı (Orkun
1937: 97). Anlaşabilmek için yalnız ant,
yani yemin yeterli olmayıp, bu tören sırasında
karşılıklı içme de söz konusuydu.
Bu itibarla ant töreninde hem içilmekte
hem de kutlu saydıklarına andı
bozmamak için yemin etmekteydiler. Bu
şekilde ant içme şahıslar arasında olduğu
gibi boylar ve devletlerarasında da
olmaktaydı.
Kan Kardeşliğine Dayalı Ant
Türk kültür çevresinde şahıslar arasında
ant içmenin köklü bir geleneği bulunmaktadır.
İlk ortaya çıktıkları kültür
coğrafyası, adları, dillerine ait kelimeler,
dini inançları, sanat anlayışları, gelenek
ve görenekleriyle Türkler ve Türklükle
bağlantıları ortaya konulmuş olan İskitlerde
(Durmuş 2002: 620- 627) ant
içmenin en eski örneği görülmektedir.
Herodotos İskitlerin ant içmeleriyle ilgili
olarak şu bilgileri vermektedir: “Toprak
bir kupanın içerisine şarap doldururlar;
ant içecek olanlar buna kanlarını karıştırırlar;
bunun için sivri bir şeyle küçük
bir delik açarlar, ya da kılıçla hafif çizerler;
sonra kabın içerisine bir pala, oklar,
bir balta ve mızrak daldırırlar; bu da olduktan
sonra öfke üzerine ant ederler ve
kaptaki şaraptan azıcık içerler ve orda bulunanların ileri gelenleri de onlarla
beraber içerler” (Herodotos IV, 70).
İskitlerde ant içme geleneği Lucianos
tarafından da ele alınmıştır. Onun
verdiği bilgiler Herodotos’un vermiş olduğu
bilgileri desteklemektedir. Lucianos
İskitlere dair bilgileri İskit soyundan
olan Togaris (Toxaris)’in sözleriyle
vermektedir. Togaris özellikle neden
dost edindiklerini şu cümlelerle açıklamaktadır.
“Bizim memleketimizde savaş
hiç eksik olmaz, ya biz bir ülkeye saldırırız,
ya bizim yurdumuza bir saldıran
olur, bir otlak için, talan için silaha sarılırız.
İnsana dost da işte öyle zamanlarda
lâzım olur. İşte bunun içindir ki,
biz dostluklarımızı sağlamca perçinleriz,
biz onun karşı konulmaz, yenilmez bir
silah olduğuna inanırız” (Lucianos 1944:
211). Gerçekten samimi dostların olması
savaş zamanlarında gerekmekte ve dost
olan kişi dostu için yenilmez bir silah
gibi görünmektedir.
İskitlerde dostların seçimine de büyük
önem verildiği görülmektedir. Bu
hususta Togaris, büyük işler başarabilecek
bir yiğit gördüklerinde onun başına
üşüştüklerini, ona uzun zaman yaranmaya
çalıştıklarını, dostluğunu kendilerinden
esirgememesi için hiçbir şeyden
kaçınmadıklarını belirtmektedir. Seçtikleri
adamı kendileriyle dost olmaya razı
ettiklerinde, birbirlerinden ayrılmaya,
gerekirse birbirleri uğrunda ölmeye ant
içtiklerini ifade etmektedir (Lucianos
1944: 211- 212). Bu anlatılanlara bakıldığında
dost olacakları kişinin yiğitliği
ilk sırayı almakta ve dost olmaya her iki
taraf karar vererek, birlikte ant içmektedirler.
Togaris nasıl ant içtiklerini de şu
şekilde anlatmaktadır: “Parmaklarımızın
ucunu kesip kanı bir sağrağa (kâse)
akıtırız, kılıçlarımızın ucunu o kana batırır,
sonra dudaklarımıza götürürüz; artık
dünyada hiçbir şey bizi birbirimizden
ayıramaz. Bu birleşme, bu kan kardeşliği
en çok üç kişi arasında olabilir; çünkü
çok dostu olan bir adam bizce kötü kadın
gibi bir şeydir. Dostluk o kadar çok
bölünmeye gelmez, kuvvetini kaybeder'' (Lucianos 1944: 212). Bu verilen bilgilerde
dikkati çeken en önemli hususlardan
birisi yalnız iki kişinin kanının karıştırılıp,
herhangi bir içki içerisine konulmamasıdır.
Diğer bir husus ise kan kardeş
olmanın sınırsızlığı değil, özellikle bir
kişinin en fazla üç kişi ile ant içmesidir.
Fazla kişiyle ant içilmesi dostluğun güçlü
olmayacağı düşüncesini doğurmaktadır.
Andın neler üzerine içildiği de Togaris
tarafından ortaya konulmaktadır. Bu
hususta Togaris şöyle demektedir: “Yel
üzerine, yatağan (iki tarafı keskin kılıç)
üzerine ant içiyorum. Biz yel ile yatağan
üzerine ant içtiğimiz zaman bizim için
yel hayatın, yatağan da ölümün özüdür”
(Lucianos 1944: 212).
Togaris, İskit soyundan kan kardeşi olup, ant içenlerin birbirleri için neler
yaptıklarını da ortaya koymaktadır. Bu
kapsamda Dandamis- Amizokes, Belittas-
Basthes, Makentes- Lonkhates- Arsakomas,
Sisinnes- Togaris, Abaukhas- Gyndanes
dostluklarını belirgin bir şekilde
ortaya koymaktadır.
Bunlardan birincisi Dandamis ve
Amizokes’in dostluğudur. Dandamis ile
Amizokes birbirinin kanını içip dost olduktan
kısa bir süre sonra Sarmatlar
İskit topraklarına saldırırlar. Ani saldırı
karşısında İskitler büyük kayıp verirler.
Amizokes de tutsak edilir. Dandamis’e
kan kardeşi olduklarını çağırarak hatırlatır.
Dandamis onun sesini duyunca
bir an bile düşünmeden Tanais (Don)
nehrine suya atlar, yüzerek düşmana
saldırır. Sarmatlar yaylarını çekerler,
Dandamis’i öldürmek isterler. Dandamis “ziris” diye bağırdığından öldürülmez ve
düşmanları onun fidye vermek için geldiğini
dünürler. Dandamis’i liderlerine götürürler.
Sarmat lideri ondan fidye ister.
Dandamis’in verecek bir şeyi olmadığından,
kendisini tutmasını ve arkadaşını
bırakmasını ister. Sarmat lideri “ziris”
diye geldiğinden onu tutmasının mümkün
olmadığını, vücudunun bir kısmını
bırakmasının uygun olacağını söyler.
Dandamis neresini istediğini sorduğunda,
Sarmat lideri onun gözlerini ister.
Orada Dandamis’in gözlerini oyarlar.
Bundan sonra Amizokes ve Dandamis’i
bırakırlar. İki arkadaş ırmağı geçer ve
İskitlerin yanına dönerler. Dandamis’in
dostluğa vefası İskitleri avutur. Bu arada
Sarmatlar da korkup yılarlar. Amizokes
dostunun gözleri körken kendi gözlerinin
görmesine katlanamaz, o da gözlerini
oyar. Hiçbir iş göremeyen iki dosta
İskitler saygı gösterir ve yaşadıkları
süre içinde ikisini de beslerler (Lucianos
1944- 213- 215). Burada arkadaşını kurtarmak
için kendisini büyük bir tehlikeye
atan kişinin gözlerinin oyulmasının
ardından, düşmanın elinden kurtulan
dostunun da gözlerini oyması ve her ikisinin
de iş göremez hale gelmeleri gayet
anlamlıdır. Daha da önemlisi her ikisi de
iş göremez hale gelen iki dostun İskitler
tarafından beslenmesi ve onlara saygı
duyulmasıdır. Bu da düşmanlarının İskitlerin
en büyük nimet olarak saydıkları
değer olan dostlarına güven duygusunu
alamadıklarını göstermektedir.
İkincisini ise Amizokes’in amcasının
oğlu Belittas ile Basthes’in dostluğu
oluşturmaktadır. Belittas dostu
Basthes’le avlanırken aslanın Basthes’in
ayaklarından yakaladığını ve atından
aşağıya çektiğini görür. Aslan avının
üzerine çullanır, boğazını sıkar ve tırnaklarıyla
parçalamaya başlar. Belittas
hemen yere atlar, aslanı arkasından
sarar, kızdırıp kendine döndürmek için
çeker, hatta Basthes’i belki kurtarırım
diye elini hayvanın ağzına sokar. Aslan
yarı ölü adamı bırakarak Belittas’a döner,
boynuna atılıp öldürür. Belittas da
o sıra kılıcını hayvanın göğsüne saplar.
Üçü birden can verir. Togaris’in de bulunduğu
bir grup İskit iki mezar kazar.
Mezarlardan birine iki dost, diğerine
ise aslan gömülür (Lucianos 1944: 216).
Belitas’ın öleceğini bilerek aslanın üzerine
atılıp arkadaşını kurtarmak istemesi
büyük bir kahramanlık örneğidir.
İskit toplumunun kahramanları mezara
gömmelerinin yanında bir mücadele esnasında
öldürülen aslanı da bir mezara
gömmüş olmaları da cesaret ve kahramanlığa
vermiş oldukları önemin açık
delillerindendir. Ancak kahramanla mücadele
sırasında ölen aslanın niçin böyle
gömüldüğünü açık şekilde belgeleyebilecek
herhangi bir kaynak bulunmamaktadır.
Üçüncü örneği Makentes, Lonkhates
ve Arsakomas arasındaki dostluk
oluşturmaktadır. İskit kökenli Arsakomas
Bosporos’ta saltanat süren kralın
kızını ister. Krala “Kızını bana ver.
Koca olarak ben ona herkesten daha iyi
yakışırım, çünkü benim varım hepsininkinden
üstündür” der. Kral bu sözlere
şaşar: “Senin kaç davarın, kaç savaş
araban var” der. Bunun üzerine Arsakomas:
“Benim ne davarım var, ne de savaş
arabam; ama iki dostum vardır, İskit
ülkesinde kimsenin öyle dostu bulunmaz
“ cevabını verir. Arsakomas ülkesine dönünce
durumu arkadaşlarına anlatır.
Kralın kızını Adrymakhos adlı birine
verdiğini söyler. “Onun on tane altın kâsesi,
dörder köşeli seksen tane arabası,
bilmem ne kadar davarı, sığırı varmış.
İnce işlenmiş kâseleri, ağır arabaları,
davar, sığır sürülerini bizim gibi yiğitlerden
üstün tuttu” der. “Ben, iki yandan kederliyim dostlarım: bir kere kıza gönül
verdim; ikincisi, öyle bir kalabalık içinde
hakarete uğramak içime işledi. Bence siz
de benim kadar hakaret görmüş sayılırsınız;
mademki dostluk andını içtiğimizden
beri üçümüz tek bir insanmış gibi
yaşıyoruz, mademki acılarımızı da, zevklerimizi
de paylaşmamız lâzım geliyor, o
halde her birimize o hakaretin üçte biri
düşer” diyerek sözlerini tamamlar. Bunun
üzerine Lonkhates: “Hayır üçte biri
değil; mademki sana öyle bir iş etmiştir,
üçümüze de aynı şekilde hakaret etmiş
demektir” diye cevap verir. Arsakomas’ın
iki arkadaşı da harekete geçer. Biri kralı
öldürür. Diğeri de kızı Arsakomas’a getirir
(Lucianos 1944: 218- 223).
Dostluk örneklerinden dördüncüsünü
Togaris ile Sisinnes’in dostlukları
oluşturmaktadır. Togaris İskit ülkesinden
Yunanistan’a giderken, Amastris’e
uğrar. Çocukluktan beri arkadaşı olan
Sisinnes de ona yol arkadaşlığı eder.
Amastris’in limanında eşyalarını bir
odaya koyarlar. Gezmeye çıkarlar, neleri
varsa hepsi çalınır. Sisinnes limandan
odun taşır, aldığı parayla yiyecek
alır. Sonra Sisinnes tiyatroda bir mücadele
müsabakasına katılır. Mücadele
sırasında baldırından yaralanır, sonra
bir hamle ile rakibinin göğsüne kılıcını
saplar ve büyük para ödülünü alır. Para
sıkıntıları ortadan kalkar. Sisinnes iyileşince
İskit ülkesine döner. Togaris’in kız
kardeşiyle evlenir (Lucianos 1944: 226-
229). Sisinnes’in arkadaşının ihtiyaçlarını
karşılamak üzere, ölümü göze alarak
bir kahramanın karşısına çıkıp mücadele
etmesi de dostluğa verilen önemi açık
bir şekilde göstermektedir. Bu dostluk
Togaris’in kız kardeşini Sisinnes’in almasıyla
hısımlığa da dönüşmüştür.
Togaris’in son olarak anlattığı
Abaukas’la Gyndanes’in dostluğudur.
Abaukhas hanımı ve çocukları ile yolculuğa
çıkar. Gyndanes de onlara yol arkadaşlığı
eder. Yolda eşkıyalar karşılarına
çıkar. Gyndanes yaralanır, ancak eşkıyaları
püskürtür. Bir evde yatarlarken,
evin üst katında yangın çıkar. Abaukhas
yaralı arkadaşını kucaklayıp aşağıya
iner. Sonra Abaukhas’ı hanımı ve çocuklarını
bırakıp Gyndanes’i kurtardığı için
ayıplayanlar olur. O, “Benim daha başka
çocuklarım olur, ama benim daha uzun
zaman Gyndanes gibi vefalı bir dostum
olamaz” diye cevap verir (Lucianos 1944:
229- 230). Burada eşkiyalara karşı bütün
aile fertlerini koruyan ve yaralanan
Gyndanes’in Abaukhas tarafından yangından
kurtarılması ahde vefanın bir örneği
olarak görülmektedir.
Bütün bu anlatılanlardan ant içerek
kan kardeşi olanların birbirlerine
karşı ne derecede sadık oldukları ve kendilerini
dostları için ölüme attıkları dikkati
çekmektedir. Dostu uğruna gözlerini
feda etmek, aslan pençesi altında can
vermek, savaş sanatının üstadı karşısında
her türlü tehlikeyi göze alarak mücadele
etmek, eşkıyaya karşı arkadaşı ve
ailesinin hayatını kurtararak kendini
siper etmek, savaş sırasında ölümü göze
alarak atılmak dostluğun ne kadar önem
taşıdığını ortaya koymaktadır.
Kan kardeşliği ve ant törenleri arkeolojik
buluntularla da belgelenebilmektedir.
Bu şekilde tasvirler elbise ve
başlık üzerine dikilmiş madeni plakalar
üzerinde olduğu gibi madeni kap üzerine
de yapılmış olabiliyorlar. Bu tasvirler
incelendiğinde yan yana gelerek diz çökmüş
iki İskit’in içki boynuzundan aynı
anda kan karıştırılmış içkiyi içtikleri görülmektedir
(Ebert 1929: 68).
Yazılı belgelerde pek üzerinde durulmayan,
fakat ant içme törenlerinin
resimle tasvir edilmelerinde ortaya çıkan
gerçek her iki savaşçının tek bir
kaptan, bir içki boynuzundan ve benzeri şeylerden içmeyi bu ciddi tören esnasında
yapmasıdır. Geleceğin iki kan kardeşi
şarabı kanları ile karıştırmış, birbirlerine
çok yakın olarak dayanmış, her ikisi
de kabı dudaklarına kadar kaldırarak
bu karışımı içmişlerdir. Aynı anda içme
belirgin bir şekilde önem arz etmektedir.
Bu durum onları ölüme kadar, belki de
öbür dünyada birbirlerine sıkıca bağlamıştır.
Törene çevrede bulunan savaşçılar
tanıklık etmektedir (Rolle 1980: 71).
Bu görüntü açık bir şekilde yazılı kaynaklarda
verilen bilgileri desteklemektedir.
Ayrıca kazılarda içki boynuzunun
ortaya çıkarılmış olması da diğer arkeolojik
buluntular ve yazılı kaynaklardaki
bilgileri doğrulamaktadır.
İskitlerin dostlaşma törenlerinde
görülen kan karışma unsuru Türk kültür
çevresinde tarih boyunca devam etmiştir.
Yazılı belgelerde bu şekilde kan
karıştırılarak ve birlikte içilerek yapılan
törenlere –uzlaşmaya dayalı ant başlığı
altında görüleceği üzere- Asya Hunları,
Avarlar, Göktürkler ve Uygurlarda uluslar
arası antlaşmalarda rastlanılmaktadır.
Kültürel süreklilik içerisinde Türk
kültür çevresinde kan karıştırarak, dost
olma Uygur sonrası dönemde de görülmektedir.
Türk ve Moğol toplulukları arasında
kan kardeşliği esasına dayalı andın yaygın
olduğu anlaşılmaktadır. Anda dayalı
kan kardeşi olanlar şahitler önünde, kollarında
bir damar yararak kanlarını bir
fincan içine akıtmakta, bunu süt veya
kımızla karıştırarak her birisi bu içkinin
yarısını içmektedirler. Böylece ikisi de
Türkçe ve Moğolcada aynı manaya gelen
“anda” olmaktadırlar. Bu şekilde kan
kardeşi olmak âdeti günümüzde Batı
Türk dünyasında yoksa da çocuklar arasında
yakını ile kolunu kanatarak içmek
hali mevcuttur. Türkçede kullandığımız
“ant içmek” tabiri de bu eski Türk âdetinin
kalıntılarındandır (Yazksız 1316:
60).
Kan yalaşıp kardeş olmak yalnız çocuklarda
kalmış eski bir hatıra olmakla
kalmayarak Türk edebiyatı eserlerinde
korunmuştur. II. Bayazıt devrine ait
edebi eserlerde kan yalaşıp dost olma
motifine rastlanılmaktadır. Bu devir şairlerinden
Mesihi’nin Ali Paşa’ya yazdığı
mersiyede kan kardeşliği işlenmiştir:
Subhudem bir acep uğraş oldu
Her taraf lagze-i sabaş oldu
Dil paşa ile peykân-i oldu
Kan yalaştı ve kardaş oldu
(Yazıksız 1316: 60- 61).
I. Selim devri şairlerinden Ahî’nin
bir şiirinde de kan kardeşlik konu edinilmiştir:
Okların can almağa tîrinle yoldaş oldular
Sinelerde kan yalaştılar karındaş oldular
(Yazıksız 1316: 61).
Türk edebiyatında kan kardeşliği
ile ilgili çok sayıda örnek bulmak mümkündür.
Kan kardeşliği ile ilgili beyit
yazan şairler arasında Aşki, Revani ve
Şeyh Galip de sayılabilir.
Aşki’nin kendi adıyla anılan “Aşki
Divanı’nda kan yalaşıp, kan kardeşi olmayla
ilgili şu beyiti bulunmaktadır:
Dil müjenle kan yalaştılar karındaş oldular
Zâhirâ gören sanur kanlu bıçaklı yağıdır
(Aksoy 1996: 2240).
Asıl adı İlyas Şûca Çelebi olan Revanî
de XVI. yüzyıl mesnevi şairlerindendir
(Banarlı 2001: 477). Adı geçen
şairin “Revanî Divanı”nda kan kardeşi
olmayla ilgili şu beyiti dikkat çekicidir:
İkilikten geçmişiz birliğe irdik zahidâ
Ayş ile kardaş okuştuk kan yalaştık câm ile
(Aksoy 1996: 2240).
Asıl adı Mehmet olan XVIII. yüzyıl
şairlerinden Şeyh Galip’in Türk edebiyatına hediye ettiği en güzel eserlerden
biri “Hüsn ü Aşk Mesnevisi”dir (Banarlı
2001: 770, 775). Söz konusu mesnevide
kan kardeşliği ile ilgili şu beyit bulunmaktadır:
Biri birine ulaştı bunlar
Ol bağçede kan yalaştı bunlar
(Aksoy 1996: 2240).
Günümüzde daha çok çocuklar arasında
yaşatılan kan kardeşliği geleneği
tamamen yok olmamıştır. Kardeşlik bağlarının
kurulması ve insanların toplumdaki
yerlerinin pekiştirilmesi için kullanılan
bu yöntem biraz şekil değiştirerek
de olsa, Anadolu’da uygulanabilirliğini
sürdürmüştür. Özellikle Anadolu’da
yaşayan konar- göçerler arasında kan
kardeşi olacak iki kişinin bileklerini bir
miktar kesmek suretiyle kanlı bileklerini
birbirine değdirerek kan değiş tokuşunu
gerçekleştirdikleri görülmektedir (Roux
1994: 190). Böylece kan kardeşi olanların
kanlarını karıştırıp içme ya da yalama
safhası gerçekleştirilmemekle birlikte,
biraz kesilmiş bileklerin birbirine
karşılıklı değdirilmesi suretiyle kanların
karıştırılması sonucunda kan kardeşliği
ritüeli daha sade ve kolay uygulanabilir
bir hal almış bulunmaktadır.
Kargışa Dayalı Ant
Türk kültür çevresinde iki kişinin
kan kardeşliğini esas alan ve dost olmaya
yönelik ant içmelerinden başka
bireylerin tek başlarına da yemin ettikleri
görülür. Bu şekilde yeminde sözünde
durma söz konusu olup, gerçek ile yalanı
ayırt etmek için yapılan törenler bu kapsamdadır.
Divanü Lûgat-it Türk'te geçen
“kargış” kelimesi “lanet, beddua, ilenme”
için kullanılmıştır (Kaşgarlı Mahmud
IV: 268). Bir insan herhangi bir şeye yemin
ederken, “yalan söylersem, sözümde
durmazsam” şeklinde kendisinin lanetlenmesi
ve kötülük bulması üzerine yemin
etmektedir.
Kargışa dayalı anda Türk kültür
çevresinde sık rastlanılmaktadır. X.
yüzyılın ilk yarısında Müslüman yazarlardan
İbn-ül- Fakih Türklerin gelenek
ve göreneklerinden söz ederken, ant
konusuna da değinmiştir. O, “Türkler
bakırdan yapılmış bir put önünde yemin
ederler. Putun önünde su dolu bir
kap bulunur. Suyun içine altın ve bir
avuç buğday atarlar. Kabın altında bir
tane kadın pantolonu bulunur. Yemin
eden andımı bozarsam kadın pantolonu
giyimim olsun, beni buğday gibi biçsinler,
yüzüm altın gibi sararsın der” (İnan
1948: 280).
XI. yüzyılda Müslüman yazarlardan
Gardizi Türkişler hakkında bilgi
verirken, onların yaşadıkları kültür
coğrafyasında bir dağa taptıklarını belirtmektedir.
Onun bildirdiğine göre, “bu
dağa yemin ederler ve bu dağın Tanrı’nın
ikâmetgahı olduğunu söylerler” (Şeşen
1985: 88). Bu bilgilerden yeminin nasıl
edildiğine dair herhangi bir bilgi çıkarmak
mümkün olmamakla birlikte, kargışa
dayalı olabileceği düşünülebilir.
Türk gelenek ve görenekleri hakkında
çok değerli bilgiler veren Kaşgarlı
Mahmud demir kelimesini açıklarken
Kırgız, Yabaku, Kıpçak ve daha başka
boyların halkı ant içtiklerinde, kılıcı çıkararak
yanlamasına öne korlar. “Bu
gök kirsin, kızıl çıksın” derler ki, “sözümde
durmazsam, kılıç kanıma bulansın,
demir benden öcünü alsın” demektir.
Çünkü onlar demiri büyük sayarlar”
(Kaşgarlı Mahmud I: 362).
Müslüman Arap yazarlarla Kaşgarlı
Mahmud’un verdiği bilgiler, bu hususta
bilgi veren Dede Korkut hikâyelerindeki
Oğuz kahramanlarının ant formüllerinin
hem kargıştan ibaret olduğunu hem
de Türk kültür çevresinde var olanların
yansımaları şeklinde ortaya çıktığını
göstermektedir.
Alp Kazan’ın inagı Beyrek Kazan’a
asi olmayacağına şöyle ant etmektedir:
“Ben Kazan’ın nimetini çok yemişim,
bilmezsem gözüme dursun! Kara koç
kazılık atına çök binmişim, bilmezsem
bana tabut olsun! Güzel kaftanlarını çok
giymişim, bilmezsem kefenim olsun! Al
bargâh otağına çok girmişim, bilmezsem
bana zindan olsun!” (Gökyay 2007: 190).
Beyrek ant içti: “Kılıcıma doğranayım,
okuma sançılayım, yer gibi kertileyim,
toprak gibi savrulayım, sağlıkla varacak
olursam Oğuza gelip seni helallığa
almazsam” (Gökyay 2007: 73).
“Oğuz yiğidinin öfkesi kabardı: Kılıcını
çıkardı, yeri çaldı, kertti. Kerttiğim
yer gibi kertileyim, toprak gibi savrulayım,
kılıcıma doğranayım, okuma sançılayım,
oğlum doğmasın, doğarsa on güne
varmasın bey babamın kadın anamın
yüzünü görmeden bu gerdeğe girersem”
(Gökyay 2007: 130).
Uzlaşmaya Dayalı Ant
Türk kültür çevresinde bireylerin
kendi aralarında gerçekleştirdikleri antlardan
başka devletler arasında da ant
törenleri yapılmakta ve ant içilmekteydi.
Bu şekilde Türklerin ant içme töreni
hakkında ilk bilgi M.Ö. I. yüzyıla aittir.
Bu antlaşma Hun hakanı Huhanyeh ile
Çin elçileri arasında M.Ö. 43 yılında gerçekleştirilmiştir
(Ögel 1981: 162). Çin’in
kuzey sınır bölgelerinde yaşayan Huhanyeh
Han’ın yanına giden Çin elçileri
gözlemlerini antlaşmanın gerçekleştirilmesinden
önce şu şekilde aktarmışlardır:
“Tanhu’nun (Huhanyeh Han) halkı,
tam olarak güçlenmiştir. Sınır bölgelerinde
av hayvanları bitirilmiştir. Tanhu
kendisini savunmak için yeterli derecede
güçlenmiştir. Cici Han’dan korkması
için herhangi bir sebep kalmamıştır”.
Elçilerin belirttiğine göre, “O, meclisini
topladı. Toplantıya katılanların çoğu
kuzey bozkırlarına çekilmeyi önerdiler.
Böylece kuzeye çekilmiş olurlarsa, onların
kontrolü çok güçlenmiş olacaktı” (De
Groot 1921: 223).
Hun hakanı Huhanyeh ile Çin elçileri
Çan ve Mın arasında gerçekleştirilen
antlaşma da bu gelişmelerden sonra
yapılmıştır. Bu antlaşma şu şekildedir:
“Han (Çinliler) ve Hunlar günümüzde ve
bütün gelecekte nesilleri boyunca birbirlerini
aldatmamak ve birbirlerine saldırmamak
için özel dostluk kurarlar. Hırsızlık
ve yağmalar gerçekleşirse, taraflar
birbirlerini bilgilendirirler. Cezalara
izin verirler ve karşılıklı zarar bedelini
öderler. Akınlar gerçekleştirilirse, birbirlerine
yardım etmek için savaşacak
insanları toplarlar. Han ve Hunlardan
bu andı ilk defa kim bozmaya kalkışırsa,
Tanrı’nın bütün cezasına çarpılsın!
Bütün soyların çocukları bu anda sadık
kalsın!” (De Groot 1921: 223).
Antlaşma töreni için Çinli Çan ve
Mın ile Hun hakanı ve boy beyleri Hunların
Lok nehrinin doğusunda bir dağa
çıkmışlar, orada bir beyaz atı kurban etmişler,
Tanhu kupanın içindeki şaraba
kılıcının ucuyla dokundurmuş ve birlikte
antlı şarabı içmişlerdir. Burada kurban
edilen atın veya ant içenlerin kanıyla şarap
karıştırılmak suretiyle içilmiştir (De
Groot 1921: 223).
Türk kültür çevresinde gerçekleştirilen
yeminlerden birini Bizans yazarı
Menander kaydetmektedir. Avar hakanı
Bayan M.S. 6. yüzyılda Avrupa’da kuvvetli
bir devlet kurabilmek için Belgrad
ve çevresini ele geçirmeyi amaçlar. Bizans
imparatorunun elinde bulunan Sirmium
kalesini ister, red cevabını alınca
buranın zaptı için çalışmaya koyulur.
Bunun için ırmağın üzerine bir köprü
yaptırmak ve bu köprü yapıldıktan sonra,
onun korunmasına yönelik donanma
yapılması gereğini düşünür. Donanma
yapılır. Sava nehri üzerinde de köprü yapılmaya başlanır. Bayan’ın bu hareketini
gören Bizans kale komutanı telaşlanır.
Türk hakanı Bayan köprü yapan
işçilerin üzerine bir tek ok atılsa savaş
nedeni sayacağını belirtir. Kale kumandanı
durumdan hükümdarını haberdar
etmek ve o zamana kadarda Türklerden
teminat almak ister (Orkun 1937: 99-
100). Bunun üzerine Bizans ve Avarlar
arasında sözleşmeyi teyit için ant içilir.
Her iki taraf ileri gelen maiyet, halk
ile muayyen bir yerde buluşurlar, Avar
hakanı Bayan Türk adeti gereği kılıcını
çeker, ucunu yukarı doğru tutar ve şu
suretle yemin eder: “Sava nehrine köprü
kurmakla Romalılara bir zarar verir
isem ben Bayan ve Avarlar mahvolalım.
Gök başımıza çöksün, Gök Tanrı’nın
ateşli okları bizi öldürsün; dağlar ve ormanlar
başımıza yıkılsın. Savanın suyu
taşarak bizi yutsun” (Orkun 1946: 89).
Göktürkler ve Çinliler arasında
M.S. 626 yılında bir barış antlaşması
gerçekleştirilmiştir. Bu antlaşmayla ilgili
olarak şöyle denilmektedir: “Aynı gün
Hieli gerçekten barış istedi, imparator
da bunu kabul etti. Ertesi gün bir beyaz
at kurban edildi ve Hieli ile Pienki’ao
köprüsü üzerinde dostluk antlaşması yapıldı
(Liu Mau- Tsai 1958: 190- 191). Bu
antlaşma Çinliler ile Hunlar arasında
gerçekleştirilen antlaşmaya büyük benzerlik
göstermektedir. Burada da aynı
şekilde beyaz at kurban edilmiş olup,
tören düzenlendiği ve kan andının gerçekleştirildiği
düşünülmektedir.
Uygurlar ve Çinliler arasında da
765 yılında antlaşma töreni yapıldığı görülmektedir.
Çinli komutan bu törende
şöyle dedi: “Göğün oğlu Tang uzun yıllar
yaşasın. Aynı zamanda Uygur Kağanlığı
da uzun yıllar yaşasın. İki devletin
general ve bakanlarının şerefine içilsin.
Her kim bu antlaşmayı bozarsa, onun
ordusunun askerleri yok olsun ve onun
bütün soyu sopu kurusun”. Ant şarabı
getirildiği zaman Uygur bakanları da
şöyle söylediler: “Biz senin andınla ant
içeriz”.
(Mackerras 1968: 48).
Türk kültür çevresinde çeşitli boy
mensupları da bir araya gelerek ant içmişlerdir.
Çeşitli boylara mensup olanların
bir araya gelerek ant içme geleneği
Moğol toplulukları arasında Olhui nehrinin
kaynak bölgesinde gerçekleştirilmiştir.
Onlar söz konusu bölgede toplanarak
Camuha’yı Han seçmeye karar vermişler.
Bir aygır ve bir kısrak keserek karşılıklı
yemin etmişlerdir
(MGT 1995: 70).
1760 yılında Kırgız- Kazaklarla
Kalmuk-Torgavutlar arasında bir barış
antlaşması gerçekleştirilmiştir. Bulanık
denilen su kıyısında gök kaşka (alnında
bir işaret bulunan) boz aygır, karabaşlı
koç kurban kesip ellerini kana batırmışlar
ve böylece antlaşmışlardır (İnan
1948: 281).
Sonuç
Türk kültür çevresinde ant içme
geleneği yazılı belgeler ışığında İskit dönemine
kadar eskiye gitmektedir. İskit
dönemine ait yazılı belgelerdeki bilgileri
arkeolojik kazılar sonucunda ortaya çıkarılmış
levhalar üzerindeki tasvirler de
desteklemektedir. Ayrıca kazılar sonucunda
ortaya çıkarılmış olan içki kaplarının
da ant içme geleneğiyle bağlantısı
ortaya konulabilmektedir. Bu belge ve
tasvirler karşılıklı iki kişinin kan kardeşi
olmak suretiyle ant içmelerini ortaya
koymaktadır.
Türk kültür çevresinde bireysel
olarak da ant içmeye rastlanılmaktadır.
Burada ant ya da yemin eden kişi
bir şeyi gerçekleştirmemesi, sözünde
durmaması ve yalan söylemesi halinde
lanetlenmesini istemektedir. Bu şekilde
yemin bireysel olduğundan herhangi bir
kan kardeşliği ve kan yalaşma söz konusu
olmamaktadır.
Ant içme boylar ve milletler arasında
da gerçekleştirilmektedir. Bu törenlerde
at kurban edilip, karşılıklı içilen içkilere
kan katılmaktadır. Böylece karşılıklı içkiler
içilmek suretiyle taraflar antlaşma
yapmakta ve uzlaşmaktadırlar. Bu şekilde
uzlaşmanın en eski örneğine Asya
Hunlarında rastlanılmaktadır.
Türk kültür çevresinde kan kardeşliğine
dayalı antta kişilerin gençlik çağına
girerken ya da genç yaşta ant içtikleri
görülmektedir. Bireylerin kan kardeş
oldukları kişi sayısı az olduğundan, her
ferdin iki, üç kan kardeşi bulunduğundan
kan kardeş olma sürecinin genç
yaşta tamamlanmış olabileceği dikkati
çekmektedir. Kan kardeş olma geleneği
Türk kültür çevresinde hala çocuklar
arasında devam etmektedir. Bu gelenek
konar- göçerler arasında da yetişkinlerin
bileklerini biraz kesmek ve karşılıklı birbirine
değdirmek suretiyle kanlarını karıştırmaları
kan kardeşliği geleneğinin
sade bir biçimi olarak günümüze kadar
ulaşmış durumdadır.
KAYNAKLAR
Aksoy, Ömer Asım, vd., 1996, Tarama Sözlüğü,
IV, İstanbul Türk Dil Kurumu Yayınları.
Arıkoğlu, Ekrem- Kuular, Klara, 2003, Tuva
Türkçesi Sözlüğü, Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları.
Arıkoğlu, Ekrem, 2005, Örnekli HakascaTürkçe
Sözlük, Ankara, Akçağ Yayınları.
Banarlı, Nihad Sâmi, 2001, Resimli Türk Edebiyatı
Tarihi, I-II, İstanbul, Milli Eğitim Basımevi.
Baskakov, Nikolai Aleksandrovich - T. M. Toşçakova,
1999, Altayca- Türkçe Sözlük, (Haz. E. Gürsoy
Naskali- M. Duranlı), Ankara, Türk Dil Kurumu
Yayınları.
Cemalüddin İbni Mühennâ, 2003, İbni- Mühennâ
Lûgati, (Haz. A. Battal), Ankara, Türk Dil
Kurumu Yayınları.
Caferoğlu, Ahmet, 1968, Eski Uygur Türkçesi
Sözlüğü, İstanbul, Türk Dil Kurumu Yayınları.
De Groot, Johann Jacob Maria, 1921, Die
Hunnen der Vorchristlichen Zeit, Berlin- Leipzig,
Walter de Gruyter.
Durmuş, İlhami, 2002, “İskitlerin Kimliği”,
Türkler, I, Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 620-
627. Ayrıca Bkz: Durmuş, İlhami, 2008, İskitler
(Sakalar), Ankara, Genelkurmay Askeri Tarih ve
Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları.
Ebert, Max, 1929, “Südrussland, Skytho- Sarmatische
Periode”, Reallexion der Vorgeschichte, 13,
52- 114.
Ercilasun, Ahmet Bican, vd., 1991, Karşılaştırmaları
Türk Lehçeleri Sözlüğü, I., Ankara, Kültür
Bakanlığı Yayınları.
Grönbech, K., Kuman Lehçesi Sözlüğü, 1992,
(çev. Kemal Aytaç), Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları.
Gökyay, Orhan Şaik, 2007, Dedem Korkudun
Kitabı, İstanbul, Kabalcı Yayınevi.
Herodotos, 1991, Herodot Tarihi, (çev. Müntekim
Ökmen), İstanbul, Remzi Kitabevi.
Hüsrev bin Abdullah, 2003, Ed- Düretü’l- Mudiyye
Fil Lügati-t Türkiye, (Haz. R. Toparlı), Ankara,
Türk Dil Kurumu Yayınları.
İnan, Abdulkadir, 1948, “Eski Türklerde ve
Folklorda Ant”, A.Ü. Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi
Dergisi, VI/4, 279- 290. Ayrıca Bkz: İnan, Abdulkadir,
1987, “Eski Türklerde ve Folklorda Ant”, Makaleler
ve İncelemeler, Ankara, Türk Tarih Kurumu
Yayınları, 317- 330.
Kaşgarlı Mahmud, 1992, Divanü Lûgat-it
Türk, (çev. Besim Atalay), I- IV, Ankara, Türk Dil
Kurumu Yayınları.
Liu Mau- Tsai, 1958, Die Chinesischen Nachrichten
der Geschichte der Ost- Türken (Tu-küe), I,
Wiesbaden, Otto Harrassowitz.
Lucianos, 1944, Seçme Yazılar, II, (çev. Nurullah
Ataç), İstanbul, Maarif Vekaleti.
Mackerras, Colin, 1968, The Uighur Empire
(744- 840) According to The T’ang Dynastie Histories,
Canberra, Centre of Oriental Studiesi the Australian
National University.
Moğolların Gizli Tarihi (MGT), 1995, (çev. A.
Temir), Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Orkun, Hüseyin Namık, 1937, “Eski Türklerde
Andlaşma”, Yücel, 97- 100.
Orkun, Hüseyin Namık, 1946, Türk Tarihi, II,
Ankara, Akba Kitabevi.
Ögel, Bahaeddin, 1981, Büyük Hun İmparatorluğu
Tarihi, II, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları.
Pekarskiy, Eduard Karoviç, 1945, Yakut Dili
Sözlüğü, İstanbul, Ebüzziya Matbaası. Ayrıca Bkz.
Vasiliev, Yuriy, 1995, Türkçe- Sahaca (Yakutça)
Sözlük, Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları.
Rolle, Renate, 1980, Die Welt der Skythe,
Frankfurt, Verlag C.J. Bucher.
Roux, Jean- Paul, 1994, Türklerin ve Moğolların
Eski Dini, (çev. A. Kazancıgil), İstanbul, İşaret
Yayınları.
Skvortsov, M. İ., 1982, Çuvaşsko- Russkiy Slovar,
Moskova.
Şeşen, Ramazan, 1985, İslam Coğrafyacılarına
Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Ankara, Türk
Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları.
Yazıksız, Necip Asım, 1316, Türk Tarihi, İstanbul,
Feridiye Matbaası.
0 Yorumlar