DÜNYAYA YÖN VEREN EN ETKİN 100 KİŞİ
31 EDWARD DE VERE bilinen adıyla "WILLIAM SHAKESPEARE" (1550-1604)
Büyük İngiliz oyun yazarı ve şairi William Shakespeare genellikle gelmiş geçmiş en büyük yazar kabul edilir. Kimliği hakkında (aşağıda da anlatılan) bayağı büyük anlaşmazlıklar vardır ama yazarın yetenekleri ve eserlerinin başarısı üzerinde herkes görüş birliği içindedir.
Shakespeare, aralarında Hamlet, Macbeth Kral Lear ve Julius Caesar gibi şaheserlerin de bulunduğu otuz altıdan fazla tiyatro oyunu, 154 muhteşem sone ve birkaç uzun şiir yazdı. Dehası, başarılı çalışmaları ve haklı ünü göz önünde bulundurulduğunda, bu listenin daha üst sıralarında yer almaması biraz garip görünebilir. Shakespeare'e düşük derece vermem sanatsal faaliyetlerini takdir etmediğimden değil, yalnızca edebi ve sanatsal kişiliklerin insan tarihi üzerinde nispeten daha az etkili olduklarına inancımdan dolayıdır.
Dini lider, bilim adamı, siyasetçi, kaşif ve filozof; kendi alanının dışında, insanların uğraş verdiği bir çok farklı alandaki gelişmeleri de etkileyebilir. Örneğin, bilimsel gelişmeler, ekonomik ve siyasal meseleler üzerine muazzam etki etmiş; yanı sıra, dinsel inançları, felsefi tutumları ve sanat alanındaki gelişmeleri de etkilemiştir.
Buna karşın ünlü bir ressamın, kendisinden sonra gelen ressamların çalışmalarını etkileyebilmekle birlikte, müzik ve edebiyatın gelişimini etkilemesi çok düşük bir olasılık; bilim, kaşiflik ya da diğer uğraş alanları üzerinde etki sahibi olması ise hiç mümkün değildir. Şair, oyun yazarı ve besteciler için de benzeri ifadeler kullanılabilir. Sanatsal kişilikler genellikle yalnızca sanat alanını ve hatta sadece kendilerinin faaliyet gösterdikleri sanat dalını etkilerler. Edebiyat, müzik veya görsel sanatlardan kimsenin bu listede ilk yirmi içinde yer almamış olması ve listede sadece bir avuç sanatçı bulunması bu nedendendir.
O halde neden bu listede bazı sanatsal kişilikler bulunmaktadır? Cevaplardan biri, genel kültürümüzün -sosyolojik anlamda kısmen sanat tarafından yaratılmış olmasıdır. Sanat, toplumu birbirine bağlayan yapıştırıcının oluşturulmasına yardım eder. Sanatın gelmiş geçmiş tüm uygarlıklarda önemli bir unsur olması tesadüf değildir.
Üstelik sanattan aldığı zevk her insanın hayatının bir bölümüne doğrudan etki eder. Diğer bir deyişle, kişi hayatının bir bölümünü kitap okuyarak, bir bölümünü resim seyrederek geçirebilir. Müzik dinleyerek geçirdiğimiz zamanın diğer faaliyetlerimiz üzerine etkisi olmasa bile, bu zaman dilimi yine de yaşantımızın hiç de azımsanmayacak bir bölümünü oluşturur. Sanat diğer faaliyetlerimizi, bir anlamda yaşantımızın tümünü de etkiler. Sanat bizi ruhumuzla buluşturur; en derin duygularımızı ifade eder ve duygularımıza gerçeklik kazandırır.
Bazı durumlarda, sanatsal çalışmaların, diğer konularla ilgili duruşumuzu etkileyebilecek, az ya da çok, açık bir felsefi içerikleri vardır. Bu durum edebiyat alanında, müzik ve resimde olduğundan elbette ki daha sık ortaya çıkar. Örneğin, Romeo ve Juliet adlı eserinin üçüncü perdesinin ilk sahnesinde Shakespeare prense; "Katillere merhamet etmeyin ama öldürenleri bağışlayın" sözlerini söylettiğinde, öne sürülen fikrin (kabul görsün ya da görmesin) açıkça felsefi bir içeriği vardır ve siyasal duruşu etkileme olasılığı, diyelim ki "Mona Lisa"nın seyredilmesinin aynı konu üzerinde yaratacağı etkiden daha yüksektir.
Shakespeare'in gelmiş geçmiş edebi kişiliklerin en seçkinlerinden olduğu tartışılmaz görünmektedir. Bugün dünyada Chaucer, Virjil, hatta Homeros'un eserlerini -okul ödevi yapmak gibi bir amacı yoksa- okuyan insan sayısı oldukça düşüktür. Ancak, Shakespeare'in oyunlarından birinde rol alan bir oyuncunun göstereceği başarının büyük ilgi uyandıracağı kesindir. Shakespeare'in tumturaklı laflar etme konusundaki yeteneği benzersizdir ve sözlerinden -oyunlarını hiç seyretmemiş ya da okumamış kişiler tarafından bile- sık sık alıntı yapılır. Dahası, bunca beğenilmesi gelip geçici bir durum da değildir. Eserleri okurlara ve izleyicilere neredeyse dört yüzyıldır haz vermektedir. Zaman sınavından başarıyla geçtiklerine göre, Shakespeare'in eserlerinin daha bir çok yüzyıl boyunca beğenileceği öngörüsü akla yakın görünmektedir.
Shakespeare'in önemini değerlendirirken, yaşamamış olsaydı oyunlarının hiçbirinin yazılmamış olacağını hesaba katmak gerekir. (Tabii aynı ifade her sanatsal ve edebi kişilik için geçerlidir; ama bu etken, daha küçük çaptaki sanatçıları değerlendirirken o kadar da önemli görünmemektedir.)
Shakespeare, eserlerini İngilizce yazmış olmakla birlikte, tüm dünyaya malolmuş bir kişiliktir. Tam anlamıyla olmasa da İngilizce "evrensel dil" tanımına diğer bütün dillerden daha yakındır. Dahası, Shakespeare'in eserleri bir çok dile çevrilmiş, bir çok ülkede okunmuş ve sahneye konulmuştur.
Eserleri halk tarafından beğenilen ancak edebiyat eleştirmenlerince hafife alınan bazı yazarlar da vardır. Ama Shakespeare bunlardan değildir, edebiyatla uğraşanlardan her zaman bol bol övgü almıştır. Kuşaklar boyu bir çok oyun yazarı eserlerini incelemiş ve edebi yeteneğini taklit etmeye çalışmıştır. Diğer yazarlar üzerindeki muazzam etkisi ve dünya çapında sürekli beğeni toplaması, William Shakespeare'in bu kitapta yüksek bir konumu hak ettiğini açıkça ortaya koymaktadır. Ancak, bu isim altında yazan kişinin kimliği konusunda uzun zamanlardır süregelen bir anlaşmazlık vardır.
Genel kabul gören (ve benim bu kitabın ilk baskısını hazırlarken üzerinde düşünmeden doğru kabul ettiğim) görüş, bu kişinin 1564'te -Avon nehri kıyısındaki- Stratford'da doğan ve 1616'da aynı yerde ölen William Shakspere ile aynı kişi olduğudur. Ancak, bu konuda kuşkuları olanların ve belgelerdeki bilgilere karşı çıkanların görüşlerini dikkatle değerlendirerek, kuşkucuların bu konuda daha çok şey bildikleri ve savunmalarını mantıksal bir çerçeveye oturttukları sonucuna vardım.
Ortaya konan yığınla kanıt, "William Shakespeare"in 17. Oxford kontu Edward de Vere'in kullandığı bir takma ad; William Shakspere'in ise işleri nedeniyle Londra'da yaşayan, ancak yazarlıkla hiç ilgisi bulunmayan varlıklı bir tüccar olduğunu göstermektedir. (Stratford' da bu isim; Shaxpere, Shakspeyr, Shagspere, Shaxbere gibi çeşitli şekillerde yazılırdı, ilk "e" hiçbirinde bulunmadığından okunuşu "Shakespeare"in okunuşundan oldukça farklı -kısa la' sesi İle- idi.)
Edward de Vere'in o dönemde yazdığı oyunlarla halkın beğenisini toplamış Shakspere'in "hayalet yazar"ı olduğunu söylemeye çalışmıyorum. Shakspere sağlığında bu oyunların yazarı olarak düşünülmemişti, ayrıca hiç de böyle bir iddiası yoktu ! Shaksperelin büyük oyun yazarı William Shakespeare olduğu fikri, Shakespeare'in oyunlarının ilk toplu basımının ortaya çıktığı 1623 yılına kadar -Shakespeare'in ölümünden yedi yıl sonra!- öne sürülmedi. Yayıncıların kitaba koydukları önsözde, "Avon-Stratfordlu adam"ın oyunların yazarı olduğu (doğrudan söylenmemesine karşın) kuvvetle ima ediliyordu.
Shakspere'in bu oyunların yazarı olmasının neden mümkün görünmediğini anlamak için, öncelikle bu kişinin genel kabul görmüş hayat hikayesini anlatmak gerekir ki, o da şöyledir:
Shakspere'in bir zamanlar oldukça varlıklı bir kişi olan babası John, sonraları dara düşmüş ve genç William zor maddi koşullar içinde büyümüştür. Bununla birlikte Latince ve klasik edebiyat öğrendiği özel bir liseye, Stratford lisesine devam etmiştir.
William, on sekiz yaşındayken Anne Hathaway adlı bir genç kadını hamile bırakmıştır. Yapması gerektiği şekilde O'nunla: evlenmiş ve genç kadın birkaç ay sonra doğum yapmıştır. İki buçuk yıl sonra bir de ikizleri dünyaya gelince William daha yirmi bir yaşına varmadan, geçindirilmesi gereken bir eşe ve üç çocuğa sahip olmuştur.
Shakspere'in sonraki altı yıl boyunca neler yaptığı ya da nerelerde olduğu hakkında hiç bilgimiz yoktur, fakat 1590'ların başlarında bir tiyatro topluluğunun üyesi olarak Londra' dadır. Başarılı bir oyuncu olmakla birlikte tiyatro oyunları ve şiir yazmaya başlamıştır; 1598' e gelindiğinde, İngiliz yazarlarının en büyüğü olduğu çoktan kabul edilmiştir. Shakspere Londra' da yaklaşık yirmi yıl kalmış ve bu sürede otuz altıdan fazla oyun, 154 sone ve birkaç uzun şiir yazmıştır. Birkaç yıl içinde refah düzeyi yükselmiş ve 1597'de Stratford'da ("New Palace") pahalı bir ev alabilmiştir. Ailesi hep Stratford' da oturmuş ama geçimlerini Shakspere sağlamıştır.
Tuhaf bir tutumla, yazdığı büyük oyunların hiçbirini yayımlamamıştır. Ama, eserlerin ticari değerinin farkına varan vicdansız yayıncılar, neredeyse yarısının korsan baskılarını yapmışlardır. Korsan baskıların genellikle tahribata uğramış olmasına karşın, Shakspere bu konuya müdahale etmek için hiçbir girişimde bulunmamıştır.
1612 dolaylarında, kırk sekiz yaşındayken, yazmaktan aniden vazgeçmiş, Stratford'a dönerek, yeniden karısıyla birlikte yaşamaya başlamıştır. Nisan 1616'da burada ölmüş, kilisenin avlusuna gömülmüştür. O'nun olduğu söylenen mezar taşında ismi yazmamaktadır; ancak, bir zaman sonra mezarın yakınlarında bir duvarın üzerine bir anıt dikilmiştir. Ölümünden üç hafta önce, mirasının çoğunun büyük kızı Susanna'ya kalmasım sağlayan vasiyetini uygulamaya koymuştur. Susanna ve ailesi, ailenin son üyesinin de öldüğü 1670 yılına kadar New Palace' de yaşamlarım sürdürmüşlerdir.
Yukarıda anlatılan hayat hikayesinin büyük bölümünün tamamen genel kabul görmüş tahminlere dayalı olduğunu belirtmek gerekir. Örneğin, Shakspere'in Özel Stanford lisesinde okuduğuna dair bir kayıt yoktur. Bu okulun herhangi bir öğrencisi ya da öğretmeni ünlü yazarın sınıf arkadaşı veya öğretmeni oldukları iddiasında da bulunmamıştır. Benzer şekilde, oyuncu olup olmadığı da belirsizdir.
Bütün bunlara rağmen hikaye ilk bakışta akla yakın gelebilir. Ancak, dikkatle incelediğimizde, karşımıza vahim sorunlar çıkar.
Birinci sorun -genel kabul görmüş hayat hikayesini kaleme alanların bile sözünü ettiği gibi-Shakspere'in hayatı hakkında çok az, bu kadar öne çıkmış bir kişiliğin hayatı hakkında sahip olunması beklenenden çok daha az bilgimiz olmasıdır. Verilerdeki bu şaşırtıcı kıtlığa bir açıklama getirmeye çalışanlar bazen "Neredeyse dört yüzyıl önce yaşadı. Kendisinin yazdığı ve hakkında yazılmış belgelerin çoğu, doğal olarak, kayboldu ... " derler. Fakat bu görüş Shakspere'in yaşadığı dönem hakkında elimizde bulunan fazla miktarda bilgiyi azımsamakta olduğumuz anlamına gelmektedir.
Shakspere geri bir ülkede ya da barbarlar çağında değil, Kraliçe Elizabeth'in saltanat sürdüğü İngiltere'de yaşıyordu. Yaşadığı dönem, baskı makinelerinin olduğu, yazı gereçlerinin kolay bulunabildiği ve okuması yazması olan birçok insanın yaşadığı, kayıtların da gayet iyi tutulduğu bir dönemdi. Bir çok yazılı belgenin kaybolmuş olduğu muhakkaktır; ama o çağdan kalan birkaç milyon özgün belge hala ayaktadır.
William Shakespeare'e büyük ilgi duyulmasından dolayı, üç kuşağın edebiyatçılarından oluşan bir alim ordusu eldeki verileri didik didik ederek dünyanın en' ünlü edebi dehası hakkında bilgi aramışlardır. Bu araştırmanın bir yan ürünü olarak; o günün belli başlı şairlerinin neredeyse hepsi, daha az bilinenlerin de birçoğu hakkında sahifeler dolusu bilgi ortaya çıkarmışlardır. Ama Shakespeare hakkında bütün bulabildikleri üç düzine civarında küçük yazıdır ve bunlardan hiçbiri O'ndan bir şair ya da oyun yazarı olarak bahsetmemektedir!
Francis Bacon, Kraliçe Elizabeth, Ben Jonson ya da Edmond Spencet'ın hayatı hakkında, Shakspere'in hayatı hakkında bildiklerimizden çok daha fazlasını biliyoruz. Hatta, John Lyly gibi küçük çapta bir şair hakkında bile, Shakspere hakkında bildiklerimizden çok çok fazlasını biliyoruz.
Isaac Newton -tarihin en önde gelen dahisi- ile aralarındaki tezat özellikle çarpıcıdır. Elimizde, Newton tarafından ve Newton hakkında yazılmış binlerce özgün belge bulunmaktadır. (O da Shakspere gibi İngiltere'nin küçük bir kasabasındandı.) Gerçi Newton'un Shakspere' den yetmiş sekiz yıl sonra doğduğunu da itiraf etmek gerekir ama (Shakspere ile aynı yıl doğmuş olan) Galile ve (seksen dokuz yıl önce doğmuş olan) Michelangelo, hatta (1313'te doğan) Boccaccio hakkında da daha fazla bilgimiz vardır.
İlkiyle bağlantılı bir sorun, Londra' da geçirdiği yıllar boyunca büyük yazarın neredeyse göze görünmez olduğudur. Shakspere'in Londra'da tahminen yirmi yıl geçirmiş olması gerekir (1592-1612) ama, bu yirmi yıllık süre içinde birilerinin büyük oyuncu ve oyun yazarının etten kemikten halini gördüklerine dair bir tane bile kayıt bulamayız. İnsanlar ünlü oyuncu Richard Burbage'i gördüklerinde ya da oyun yazarı Ben Jonson' a rastladıklarında, bunu kayda değer bir olay olarak bir köşeye yazmışlardır. Londra'da; en gözde olduğu yirmi yıllık dönemde Shakspere'i sahnede gören, O'nunla şiir hakkında konuşan, mektuplaşan ya da O'na bir toplantıda veya sokakta rastlayan birileri olmuşsa bile, anlaşılan bu karşılaşmaları sözü edilmeye değer bulmamışlardır!
Yukarıda anlatılan durumun akla yakın tek açıklaması; "William Shakespeare"in yazarın kimliğini gizli tutmak için başarıyla kullandığı bir takma isim olduğu ve kendisiyle karşılaşanların büyük William Shakespeare ile tanışmış olduklarını bilmedikleridir. (Bu isme çok benzeyen bir isim taşıyan 'Shakspere'in, böyle bir takma ad altında gizlenemeyeceği açıktır.)
Resmi hikayenin belki de daha vahim olan bir yanı da -Avon nehri kıyısındaki- Stratford'da Shakspere' e karşı takınılan tavırdır.
Shakespeare'in İngiltere'nin en büyük yazarı sayılmasına -üstelik oyuncu da olmasına- rağmen, doğup büyüdüğü yerlerde O'nun ünlü bir adam olduğunun ya da sıra dışı kişiliğinin sanki hiç kimse farkında değildir! Bu durum, Stratford' dan ayrıldığında parasız, döndüğünde ise zengin olduğu hatırlandığında iyice şaşırtıcıdır; çünkü bu değişiklik arkadaşlarının ve komşularının doğal olarak merakını uyandırmış olmalıdır. Ancak gerçek şudur ki; yaşadığı sürece Stratford'daki arkadaşlarından ve komşularından bir teki -hatta kendi ailesi- bile Shakspere' den aktör, oyun yazan, şair ya da herhangi bir edebiyat dalıyla ilgili bir kişi olarak söz etmemiştir.
Peki ya Shakspere'in kendi el yazısıyla yazılmış oyunları? Bunlar yazarın O olduğunu elbette ki kanıtlar. Ne yazık ki oyunlarının yazarının kendi el yazısıyla yazılmış kopyaları, müsveddeleri ya da bazı bölümleri ya da basılmamış, bitmemiş başka eserleri yoktur. Hatta, bazı resmi belgelerdeki altı adet imzanın dışında el yazısıyla yazılmış HİÇBİR ŞEY yoktur. Notlar yoktur, defterler yoktur, birilerine iletilmiş mesajlar, tutulmuş günlükler yoktur. Tarafından yazılmış tek bir özel mektup ya da iş mektubu yoktur günümüze kadar gelebilen. (Hayat hikayesini ilk yazanlar el yazısıyla yazılmış tek bir satır gördüklerinden bahsetmemektedir.) Kayıtlara bakılırsa Shakspere sanki; yazar olmak şöyle dursun, bir parça okuyup yazabilen, hatta okuması yazması olmayan bir kişidir!
Anlatılanlarla bağlantılı bir nokta da Shakspere'in anne-babasının, karısının ve çocuklarının okur yazar olmamasıydı. Şimdi, insan anne-babasını seçemez, eşini seçerken de okuma bilmesinden başka özelliklerini göz önünde bulundurabilir ama, yazıya dökülmüş bir kelime kendisine bu kadar anlam ifade eden bir insan kızlarını okuyup yazamayan insanlar olarak yetiştirmesi pek inandırıcı görünmemektedir. Eğer Shakspere gerçekten "Shakespeare" idiyse, o zaman tarihte çocukları kör cahil olan tek seçkin yazardı!
Sonra bir de Shakspere'in vasiyeti sorunu var. Belgenin özgün hali günümüze kadar gelebilmiştir: Üç sayfadır ve mal varlığını ve geride bırakacaklarını oldukça ayrıntılı bir şekilde belirtmektedir. Ancak, hiçbir yerinde şiirlerin, oyunların, el yazmalarının, yazmakta olduğu eserlerin veya edebi haklarının sözü edilmemektedir. Kendisine ait kitaplardan ya da eserlerden de hiç bahis yoktur. Kalan oyunlarının basılmasını istediğine ilişkin en küçük bir ipucu bulunmamaktadır ki, bu dönemde bunların en az yirmisi henüz basılmamıştır. Hayatında bir oyun veya bir şiir yazmış olduğunu ifade eden tek bir satır bile yoktur. Mektep medrese görmemiş, belki de okuma yazma bilmeyen bir tacirin vasiyetidir bu.
Şunu da belirtebiliriz ki, İngiliz şairlerinin bir üyeleri öldüğünde gösterişli -ama zevksiz- cenaze törenleri düzenlemek ve ölen hakkında uzun şiirsel methiyeler düzmek alışkanlığına sahip oldukları bir dönemde, Shakspere'in 1616 yılında ölümü, İngiltere' deki hiçbir yazar tarafından konu edilmemiştir. Daha sonra William Shakespeare'in büyük bir hayranı ve dostu olduğunu iddia eden Ben Jonson bile, Shakspere öldüğünde en ufak bir üzüntü belirtisi göstermemiş hatta olayın sözünü bile etmemiştir. Gününün diğer şairlerinin "Stratfordlu adam" ve büyük yazar arasında bir ilişki kurmadıkları açıktır.
Bana göre, yukarıda anlatılanlar sonuca erişmek için yeterlidir ve Shakspere'in yazar olmadığı ve "William Shakespeare" isminin gerçek yazarın kimliğini gizlemek için kullanılan bir takma ad olduğuna dair başka kanıta da ihtiyaç yoktur. Ancak, inandırıcılık düzeyleri bu konu için önem taşımamakla birlikte, Shakspere'in o yazar olmadığını gösteren başka güçlü kanıtlar da vardır.
Örneğin, oyun ya da roman yazarlarının çoğunun eserlerinde kendi yaşantılarından alınmış bir çok olay bulunduğuna işaret edilmektedir (bu tür olaylar genellikle hikayenin önemli bir bölümünü oluştururlar). Ama Shakespeare'in oyunları, Shakspere'in yaşadıklarına kadar uzanabilecek olay ve durumlardan neredeyse tamamıyla yoksundur. Bir diğer görüşe göre; muazzam söz dağarcığı (diğer oyun yazarlarının hepsinden çok daha geniş), hem Latince'ye hem de Fransızca'ya aşina oluşu, hukuk terminolojisi üzerindeki şaşmaz bilgisi ve klasik edebiyat hakkında sahip olduğu kapsamlı bilgi göz önüne alındığında, yazarın, yani William Shakespeare'in son derece iyi öğrenim görmüş bir kişi olduğu apaçıktır. Fakat Shakspere'in üniversiteye hiç gitmediği ve (yukarıda açıklandığı gibi) liseye gittiğinin bile şüpheli olduğu konusunda herkes hem fikirdir.
Bir başka nokta da; yazar Shakespeare'in aristokratlara sempati duyan ve aristokrat bir geçmişten gelen bir kişi görünümünde olmasıdır. Tilki avı ve şahin yetiştirmek gibi aristokrat sporlarına, saray yaşantısına ve entrikalarına çok aşinadır. Diğer yandan Shakspere, küçük bir kasabadan ve küçük burjuva bir geçmişten gelmektedir.
Shakspere'in hayatının, O'nun ünlü yazar William Shakespeare olduğu hipotezine uygun olmayan bir çok başka yönü vardır ve rahatlıkla bu teorideki sıkıntıları anlatan sayfalarca yazı yazabilirim. (Daha ayrıntılı bilgi isteyen okur, Charles Ogburn'un mükemmel kitabı The Mysterious William Shakespeare'e başvurabilir). Shakespeare'in hayat hikayesini genel kabul görmüş şekliyle anlatanlar elbette bunlara ve yukarıda sözünü ettiğim sorunlara açıklama getirebilecek hipotezler geliştirmişlerdir. Bu açıklamaların bazıları pek mümkün görünmemekle birlikte, tek tek bakıldığında her biri en azından olası durumlardır.
Örneğin; -insanların ünlü kişilerden aldıkları mektupları genelde saklamalarına rağmen-Shakspere'in yazmış olduğu her bir özel mektubun ve iş mektubunun, notları, defterleri ve oyunlarının el yazmalarıyla birlikte, sırf rastlantı sonucu hiçbir iz bırakmadan ortadan yok olması olasıdır. İngiliz şairlerinin en büyüğünün kendi mezar taşına yazılmak üzere, Shakspere'in mezar taşında gördüğümüz ahenk ve duygudan yoksun çocukça dizeleri kaleme alması olasıdır. Oyunları akıllı, eğitimli kadınları beğendiğine işaret eden bir adamın kendi kızlarını kara cahil bırakması olasıdır. İngiltere'nin en tanınmış yazarı olmakla birlikte Shakspere'in arkadaşlarından, aile üyelerinden ve komşularından bir tekinin bile O'ndan aktör, şair ya da oyun yazarı olarak söz etmemesi de olasıdır. Mümkün değilse de olasıdır.
Ancak bu meselede de genelde olduğu gibi bütün parçalarının her birinden daha büyüktür. Resmi hikayedeki soru işaretleri bir iki tane olsaydı, bunlara getirilen biraz zoraki açıklamaları bile kabul edebilirdik. Ama hiçbir şeyin resmi hikayeyle doğal bir uyum sağlıyor gibi görünmediğini bir süre sonra elimizde olmadan fark ediyoruz. Bu hikayenin her şeyi sanki kendisine özel ve genellikle de zoraki bir açıklama gerektirmektedir. Sorun şudur ki, Avon Stratfordlu William Shakspere, ancak okuma yazma bilen bir küçük kasaba tüccarıdır ve ne tahsili, ne yaptıkları ve ne de ailesinin ve komşularının hakkında söyledikleri, O'nun büyük yazar William Shakespeare olduğu söylemine uygun düşmemektedir.
Peki oyunların yazarı, Shakspere değilse, kimdi? Bu sorunun cevabı olarak bir çok kişi öne sürülmüştür, aralarında en tanınmışı da ünlü filozof Francis Bacon' dır. Ama geçtiğimiz yıllarda, eldeki kanıtların artması, bu kişinin Edward de Yere olduğu görüşüne kuvvet kazandırmıştır.
Edward de Vere hakkında çok şey biliyoruz: Maceralı bir hayatı vardı ve yaşantısındaki bir çok olay oyunlarına yansımıştır. 1550 yılında doğmuştur, varlıklı ve üst düzeyde bir aristokrat olan 16. Oxford kontunun oğlu ve varisidir. Genç Edward, ucu Norman krallığına kadar dayanan bir ünvanın varisine yakışır şekilde, genç bir soylunun maharet göstermesinin adet olduğu bütün konularda; binicilik, avcılık, dövüş sanatları ve müzik, dans gibi daha hafif uğraş alanlarında eğitildi. Bu arada akademik eğitimi de ihmal edilmedi. Diğer konuların yanı sıra, hem Fransızca hem de Latince'yi özel öğretmenlerden öğrendi. Cambridge Üniversitesi'nde lisans, Oxford Üniversitesi'nde de yüksek lisans öğrenimini tamamladı. Daha sonra Londra' daki avukatlık kuruluşlarının en ünlülerinden birinde, Gray kuruluşunda bir yıl hukuk tahsil etti.
Babası Edward daha on iki yaşındayken öldü ve annesi bir süre sonra yeniden evlendi. Ancak Edward uzun süre annesinin yanında kalmadı. Sarayın vesayeti altına girdi ve kendisi için bir vasi atandı. Seçilen vasi, İngiltere'nin baş mabeyincisi ve Kraliçe'nin özel konseyinin uzun yıllar üyesi olan bir kişi, William Cecil' di. Kraliçenin en eski ve en güvenilir danışmanı olmasından dolayı, Cecil İngiltere'nin en güç sahibi kişilerinden biriydi.
Genç de Vere, bulunduğu yüksek konuma yaraşır şekilde, Cecil'in evinde ailesinin bir üyesi gibi muamele gördü. (Cecil'in hizmetkarlarından birini öldürdüğü biraz esrarengiz bir olay, vasisinin nüfuzu sayesinde mahkemeye intikal etmedi.) Yirmili yaşlarının başında Saraya takdim edildi, burada ülkenin önde gelen kişilikleriyle ve bizzat Kraliçeyle tanıştı. Kraliçe, zeki oluşunun yanı sıra, atletik yapılı, çekici ve çok da yakışıklı olan bu genç adamdan çok hoşlandı ve de kısa bir zaman sonra Kraliçe'nin en sevdiği kişiler arasına girdi.
Yirmi bir yaşına geldiğinde de vasisinin kızı Anne Cecil ile evlendi. Birlikte büyüdüklerinden ve kız neredeyse "küçük kız kardeşi" sayıldığından bu evlilik oldukça sıra dışı birşeydi. Cymbelire'in kahramanı Posthumus Leonatus da sarayın vesayeti altındaydı ve O da vasisinin kızıyla evlendi. Leonatus'un ve de Vere'i öyküleri arasında daha bir çok benzerlik vardır.
Yirmi dört yaşına geldiğinde de Avrupa' da uzun bir yolculuğa çıktı. Fransa ve Almanya'yı ziyaret etti, İtalya' da yaklaşık on ay geçirdi ve sonra da Fransa üzerinden İngiltere'ye geri döndü. Manş denizini geçerken gemisi, yolcuları rehin alıp fidye istemeye niyetlenen korsanların saldırısına uğradı. Fakat de Vere, Kraliçe Elizabeth ile özel dostluğu olduğunu söyleyince, korsanlar temkinli hareket etmeye karar vererek O'nu derhal serbest bıraktılar ve fidyeden vazgeçtiler. (Hamlet' in kahramanının başından da buna çok benzeyen bir olay geçer.)
Bu arada karısı Anne bir kız doğurmuştur. Kız de Vere, İngiltere' den ayrıldıktan sekiz ay sonra dünyaya gelmiştir, buna rağmen baba, çocuğun kendisinden olmadığından emindir ve Anne'in zina yaptığını öne sürerek O'nunla yaşamayı reddeder. Tarihçilerin çoğu bu suçlamanın asılsız olduğuna inanırlar. Beş yıllık bir ayrılıktan sonra suçlamalarından vazgeçip yeniden Anne ile yaşamaya başladığına bakılırsa, de Vere de sonunda bunu anlamış görünmektedir. (Shakespeare'in oyunlarında günahsız bir genç kadının haksız yere zina yapmakla suçlanması sık rastlanan bir temadır. Örneğin, Yeter ki Sonu İyi Bitsin, Cymbeline, Kış Masalı ve Othello. Ve hepsinde de korkunç bir yanlışlığa kurban gitmiş eş, kocasını bağışlar.)
Karısından ayrı geçirdiği beş yıl içinde, saray kadınlarından biriyle hamilelikle sonuçlanan bir aşk ilişkisi yaşadı. Bu duruma öfkelenen Kraliçe Elizabeth, de Vere'i tutuklatarak Londra kulesine gönderdi. Birkaç ay sonra serbest bırakıldı ama genç kadının yaptıklarından dolayı kendisine kin besleyen bir akrabasının saldırısına uğradı ve ağır yaralandı. İki aile arasında sokak kavgaları, Kraliçe kendilerini kavgayı bitirmezlerse hepsini zindana attırmakla tehdit edinceye kadar, bir zaman devam etti. (Romeo ve Juliet'i anımsatıyor ... )
De Vere karısına geri döndükten sonra beş çocukları daha oldu. Sonra Anne, henüz otuz iki yaşındayken aniden öldü. Dört yıl sonra de Yere yeniden evlendi ve ölümüyle ikinci karısını ardında bıraktı.
Bu arada de Vere'in -müsrifliğinden dolayı kötülemiş olan maddi durumu bayağı yoluna girmişti. 1586 yılında, otuz altı yaşındayken Kraliçe Elizabeth O'na yılda 1000 sterlin tutarında ömür boyu gelir ihsan etti. Günümüzde bu miktar 100.000 dolar civarındadır, üstelik vergiden de muaftır! Özellikle Elizabeth'in para konusunda çok eli sıkı olarak tanındığı düşünülürse, olağanüstü bir meblağ. Garip bir şekilde; bu bağış karşılığı de Vere'in yerine getirmesi gereken görevlerden ya da ödüle vesile olan geçmiş hizmetlerden hiç söz edilmiyordu. Ama vaat edilen rakam Kraliçe'nin hayatı sona erinceye kadar aksatılmadap. ödendi ve 1603 yılında ölümünden sonra yerine geçen Kralı' James de bu ödemeyi yapmaya devam etti.
De Vere şiir ve tiyatroya her zaman yoğun bir ilgi duymuştu, bir çok edebi kişilikle arkadaşlığı vardı ve gençliğinde kendi adını kullanarak şiirler ve oyunlar yazmış olduğu biliniyordu. (Bu ilk oyunlar kayıptır ama, şiirlerin birkaçı günümüze gelebilmiştir. Olgun William Shakespeare' in standardının çok altında olmakla birlikte, bazıları oldukça da iyidir). Ancak, bir aristokratın yayımlanmak üzere şiir yazmasının küçültücü bir durum olduğunu öne süren, o günlerde geçerli görüşten dolayı, hiçbirini yayımlamamıştır. (Böyle bir tutum günümüzde çok tuhaf görünse de, tarihçiler o günler için herkesçe uygun bulunan bir davranış olduğunda ve bu yasağın nadiren deliğinde hem fikirdirler.)
Kraliçe Elizabeth'in kendisine verdiği ödenekten sonra ise de Vere kendi adıyla tek bir satır bile yazmadı. Ama, bir iki yıl içinde görünmez bir yazarın, "William Shakespeare"in yazdığı şiir ve oyunlar ortaya çıkmaya başladı.
Elizabeth bu olağanüstü cömert maaşı de Yere' e neden bağlamıştı? Bu konuda hiçbir zaman hiçbir sebep belirtilmemiş olmakla birlikte, bunun bir tek açıklaması vardır: Kendisinden önce bir çok monarkın yapmış olduğu gibi O da, eserleriyle saltanat dönemine şan kazandıracağını umduğu yetenekli bir sanatçıyı himayesi altına alıyordu. Eğer amacı buyduysa, parasının karşılığını almış olduğu muhakkaktır. Gerçekten de kendisinden önce ya da sonra hiçbir hükümdar daha iyi bir seçim yapmamış gibi görünmektedir.
Kraliçe tarafından kendisine maaş bağlandıktan sonra, daha önce çok hareketli bir hayat yaşamakta olan Edward de Vere saray çevresinden tamamen çekildi. İhtimal ki, hayatının kalan on sekiz yılını 'William Shakespeare"i meşhur eden büyük oyunları ve şiirleri yazarak ve düzelterek geçirdi. 1604 yılında bir veba salgınında öldü ve Stratford köyü yakınlarında, Hackney' de bulunan çiftlik evinin civarında bir yere gömüldü. (İngiltere' de Stratford adını taşıyan iki kasaba vardı; o zamanlar Avon üzerindeki Stratford daha küçüktü.)
Edward de Vere, Shakspere -ya da Shakespeare olduğu iddia edilen diğer kişilere göre- esrarengiz William Shakespeare' de bulunması gerektiği düşünülen özellikleri mükemmel bir şekilde karşılar görünmektedir.
Mükemmel bir tahsil yapmıştı, hukuk okumuştu ve yabancı diller konusunda yetkindi. (Latince ve Fransızca bildiği kesindir ve başka dilleri de biliyor olmalıdır.)
Aristokrattı, saray yaşantısı ve entrikaları hakkında bunların içinde yaşamış bir kişinin bilgisine sahipti.
Oyunları yazmak için gerekli olan boş vakte bol bol sahipti.
Başkaları tarafından akıllı ve yetenekli olarak nitelendirilirdi.
Tiyatroya ömrü boyunca ilgi duymuştu ve genç yaşlarında kendi ismiyle şiir ve oyunlar yazmış olduğu biliniyordu. Hatta sağlığında, şiir yazan ama (yukarıda anlatılan yasaktan dolayı) şiirlerini kendi adıyla yayımlayamayan bir soylu kişi olduğu özellikle dile getirilmişti.
Dahası, şiir yazanların arasında en usta ve en mükemmel kişi olduğundan övgüyle söz edilmişti. (Bu tanımlar o çağdan kalabilen belgelerde yer almaktadır.)
William Shakespeare'in oyunları; Edward de Vere'in hayatındaki olaylar, kişiler ve durumlarla bağlantısı açıkça kurulabilen olay ve tiplemelerle doludur. (Bir kaçı yukarıda kaydedilmiştir aına bunlara benzer daha bir çok şey vardır.)
De Vere'in oyunların yazarı olduğunu kabul etmekte yaşanan tek sorun, kimliğini neden sakladığıdır. Buna da birkaç açıklama getirmek mümkündür:
1) O günlerde, soyluların yayımlanmak üzere şiir ya da ticari amaçlarla tiyatro eserleri yazmaları şiddetle yasaklanmıştı.
2) De Vere'in sarayda yaşadığı bilinmektedir. Oyunlarının birçoğu saray yaşantısıyla ilgili olduğundan, bunları kendisinin yazdığını itiraf etseydi; insanlar doğal (muhtemelen de doğru!) olarak, oyunlardaki çeşitli karakterleri, saraydaki gerçek kişilerin onları alaya alan taklitleri gibi düşüneceklerdi. Bugün bu tür eserler olağan kabul edilmekte, pek hoşgörüyle karşılanmasa bile, dava nedeni olarak görülmemektedirler. Ama o günlerin koşullarında en hafifinden kanuni kovuşturma için, ama daha büyük bir olasılıkla da düello için gerekçe oluşturabilirlerdi. De Vere, kimliğini gizli tutarak, bu tür sorunlardan uzak durdu.
3) William Shakespeare'in sonelerinden bir çoğu aşık olunan bir kadına yazılmıştır. Dolayısıyla, yazarın kimliğinin bilinmesi karısı açısından utanç verici bir durum olacaktı.
4) Daha da beteri, sonelerin bir çoğu da bir erkeğe yazılmış ve üzerlerinde, yazarın homoseksüel veya biseksüel olduğunu gösterdiği şeklinde yorumlar sıkça yapılmıştır. Bu yorum doğru olsun ya da olmasın (ki eleştirmenlerin çoğunluğu doğru olmadığına inanmaktadır), sonelerin şairi olduğunu itiraf etmesi dedikoduya yol açacak ve ailesine utanç getirecekti.
Bu cevapların belki de hiçbiri kendi başına yeterince ikna edici değildir. Ama bir arada düşünüldüklerinde de Vere'in kimliğini gizlemesinin tam bir açıklamasını yapabilirler. Ancak de Vere'in bilemediğimiz başka nedenlerinin olması da elbette ki mümkündür. (Örneğin; Elizabeth, kendi adıyla hiçbir şey yayımlamayarak sosyal kurallara uymasını- ve böylece sarayında yaşayanların birbirleriyle düello etme olasılığını ortadan kaldırılmasını-bağladığı maaş için bir koşul olarak öne sürmüş olabilir.)
De Vere, kimliğini gizlemesinin tam açıklamasını bilsek de bilmesek de, Shakespeare'e atfedilen özellikleri bütün yönleriyle mükemmel olarak karşılamaktadır -ve hatırlayın, başka hiç kimse bu -özelliklere yaklaşamıyor bile! O'nun "o yazar" olduğu bana neredeyse kesin görünmektedir.
Son bir soru: Shakspere nasıl oldu da oyunların yazarı sanıldı? Bu inancın temelleri, her biri Shakspere'in ölümünden birkaç yıl sonra ortaya çıkmış ve biraz şüpheli üç kaynağa dayanır görünmektedir. Olağanüstü bir rastlantı olduğu varsayılmazsa, sanki birisi (ya da birileri) bile bile bir aldatmacaya kalkışmıştır. Neden yapılmıştır bu ve kimin tarafından?
Bu sorunun cevabından emin olamayız ama akla en yakın açıklama, bu aldatmacanın de Vere'in ailesi tarafından yapılmış olduğudur. Aile, 1620'lerde yazarın bütün eserlerini yayımlatmaya karar vermiş ve kimliğindeki gizliliği korumayı tercih etmiştir. Bu davranışa yöneliş nedenleri muhtemelen de Vere'in nedenleriyle yakın benzerlik taşımaktadır: Skandal korkusu (belki de Kraliçe'ye verilmiş olan söz gibi başka zorunluluklar). Aldatmacayı daha inandırıcı hale getirmek için de, bir başka kişiyi "yazar" olarak tanıtmaya karar vermişlerdir. İsimleri arasındaki benzerlikten dolayı da dublör Shakspere olmuştur. Ayrıca öleli birkaç yıl olduğundan bu sahtekarlığı açığa çıkaramayacaktır, Londra' da pek tanınmadığından hatırlanması da güç olacaktır, kasabada ise hikayenin uydurma olduğunu anlayacak çok az insan vardır.
Bu kurguyu uygulamak muhtemelen oldukça kolaydı. Shakespeare oyunlarının ilk toplu basımına önsöz niteliğinde bir şiir yazan Ben Jonson, araya yazarın -Avon nehri kıyısında ki- Stratford' da doğup büyüdüğünü ima eden (doğrudan söylemeyen ama durumu açığa çıkarabilecek başka yalanlara da başvurmayan) bir iki müphem satır eklemesi konusunda ikna edilmişti. Ayrıca Shakspere'in mezarının yakınlarına, üzerine (müphem olmakla birlikte) güçlü övgü sözleri yazılmış bir anıt dikilmesini sağladılar.
William Shakespeare'in kimliği daima-gizli tutulduğundan, O'nun "Stratfordlu adam" olduğu hakkında birkaç ima, hikayeyi başlatmaya yetmişti. Bu hikayenin doğruluğunu o zamanlar kimse araştırmadı. (Edebi biyografilere duyulan ilgi bugün duyulandan çok daha azdı.) Shakespeare'in ilk biyografisinin yazıldığı yıllara gelindiğinde ise (William Rowe, 1709) gerçeği bilenler göçüp gideli çok olmuŞ ve Shakespeare'in yazarlık efsanesi çoktan kabul görmüştü .
Michael H. Hart
0 Yorumlar