Vasiyetimdir. Profesör Yaşar Nuri ÖZTÜRK



1945'te Bayburt'ta doğan Öztürk ilk eğitimini babasından Kur'an-i Kerim okuyarak aldı. 9 yaşında hafız olan Yaşar Nuri, 10 yıl klasik medrese eğitiminden sonra hukuk ve ilahiyat tahsilini tamamladı. 12 yıl imamlık ve vaizlik yaptıktan sonra, üniversiteye tekrar dönerek 1980 yılında ''İslam Felsefesi''nde doktorasını tamamladı. 1986 yılında aynı dalda Doçent oldu. Ortadoğu, Afrika ülkeleri, Balkanlar, Avrupa ülkeleri, Amerika, Kore ve Japonya'da kendi alanı ile ilgili akademik araştırmalar yapan Öztürk, Fransa'nın Grenoble Üniversitesi'nde çalıştı. New York'ta ''İslam Düşüncesi ve Çağdaş Sufi Düşünce'' dersleri okuttu. Çalışmalarını Türkçe, Arapça, Farsça, İngilizce ve Fransızca ile yürüten Yaşar Nuri 1978 ve 1982'de ''Türkiye Milli Kültür Vakfı'' ödülünü kazandı. ''İslam Düşüncesi'' ile ilgili Türkçe ve İngilizce yirmiyi aşan eseri bulunan ve Yeniden Yapılanma adlı eseri Türkiye'de 1 milyonun üzerinde satış yapan Öztürk İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı olarak da görev yapmıştır. 2011 yılından beri mide kanseri ile mücadele eden Yaşar Nuri ÖZTÜRK, 22 Haziran 2016 Çarşamba günü İstanbul'daki evinde hayatını kaybetti. Cenaze namazı Üsküdar Şakirin Camii'nde kılınan Öztürk, Kanlıca Mezarlığına defnedilmiştir.

Türkiye ve Din 
Profesör Yaşar Nuri ÖZTÜRK
Saygıyla, minnetle anıyoruz. 



Saygıdeğer Hanımefendiler ve Beyefendiler;

Türk insanının çok büyük bir misyonu vardır. Türk insanı maalesef bazı hataları yüzünden kendisine tanınan kredileri iyi kullanmamak gibi bir günah işlemiştir. Kredileri iyi kullanamamıştır. Buradan doğan açığı kapatmak için büyük bir gayretin içinde olmak borcundadır. İkincisi, yaşadığımız çağın süratle birbirini izleyen gelişmelerine kendisini adapte etmek için iki alt başlıklı bir gayret sergilemek durumundadır: 

Mevcuda uymak ve çağın bulunduğu çizgiden bir daha geri kalmamak üzere bir gayret, kendisini geri götürmek üzere ellerinden tutup arkaya doğru çeken düşmanlarını saf dışı bırakmak ve onların karşı hareketlerini etkisiz kılmak üzere bir gayret.

Bütün insanlığın kaderi bu!

Yani başkaları bir birim gayretle görevlerini yerine getirebileceklerse bizim 2-3 birim gayret sarf etmemiz gerekmektedir. Bu kaderi biz seçmemiş olabiliriz. Fakat unutmayalım tarih böyle büyük misyonlar yüklediği kitlelerde ilerki zamanlar içinde çok büyük değerler çıkarır ve insanlığa buralardan çok büyük hayır ve bereket faydaları hazırlar. İnsanımız böyle bir kaderi taşıdığı için başka kitlelerin uyudukları kadar uyumak hakkına maalesef sahip değildir. Geçenlerde bir dergi, Türkiye'nin en önemli dergilerinden birisi, kapak yapmış ve oraya benim de çok hoşuma giden bir sözümü koymuş: ''İslam Dünyası uyumak hakkını kaybetmiştir.'' diyorum. 

Evet, Türk insanları içinde ve öncelikle Türk insanının doyasıya uyumak gibi bir hakkı yoktur. Bu manada hepimiz bir misyon taşıyoruz. Ve bu misyonda ağırlık aydınlıkla doğru orantılıdır. Ne kadar aydın bir Türk'seniz o kadar ağır yük altındasınız demektir. Dolayısıyla biz artık belli meziyetler taşıyan mevkilere gelmiş insanların daha fazla keyif çatmaları gibi bir eski anlayışı sürdüremeyiz. Tam tersine daha iyi yerlere gelenler daha fazla aydınlık taşımalı daha çok yorulmalı, koşmalı, sorumlu olmalı yani çile çekmelidir. 

Bunlar büyük kamu şuurunun bizden beklediklerine cevaptır. Bundan isteseniz de kaçamazsınız. Kaçarsanız insan olmanın onur borcuna ihanet etmiş olursunuz. Şu anda burada bulunmamız bu yoğun gayretin bir uzantısıdır. Ve buna bir millet olarak mecbur olduğumuzu ifade etmek için bizim bir büyük seferberlik içinde olmamız gerektiğini söylüyorum. Biz, bir takım ihtiyaçlarımızı, beklentilerimizi bir takım insanlara havale ederek bahtiyarlığa ulaşamayız. Bizim büyük bir seferberliğe ihtiyacımız var. Belli insanların taşıyacakları bir yük bizi insanlık kervanının arkalarında kalanları toplama durumundan çıkaramaz. Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş devrini anlatan bir tarihçi - ben gençlik yıllarımdan beri bunu hafızamda taşıyorum- diyor ki: ''Onlar (o öncüler) gayret kuşağı kuşandılar, bir yıllık işi bir ayda, bir aylık işi bir günde, bir günlük işi bir saatte yaptılar.'' 

Muhteşem bir aksiyon vazifesinin çok basit bir halk dili ile ifadesidir. Bir günlük işi bir ayda, bir aylık işi bir günde yapanlar bizim maruz olduğumuz sıkıntıları aşamazlar. Tarihçinin dediği gibi tersine çevirmek ve 24 saatte birkaç günlük işi yapmak mecburiyetindeyiz. 

Tabii batışlarda bunun tersi oluyor. Aynı Osmanlı'nın batışında olduğu gibi. Bir yıllık iş birkaç yılda, bir aylık iş bir yılda ve bir günlük iş birkaç haftada yapılmaya başlanır. O zaman işte, düşüş, çöküş ve yıkılış vardır, varlığın kanunudur bu. Biz seferberliğe muhtacız topyekun ve bu seferberlik kelimesinin altını ısrarla bir şekilde çiziyorum. Bu ifade esnek değildir, bir fantezi değildir. Çok ciddi ve bugünkü Türkiye için hayati bir kavram olarak düşünüyorum. Bazen Kurtuluş Savaşı öncesine atıf yapıyorum. O yeni bir Kuvayi Milliye ruh ve şuuru icap ettirdi diyorum. Bu ille işgal ordularına karşı verilmek durumunda değildir. Başınıza bela olan neyse onu yenmek zorundasınız. İşgal ordularından daha kötü sıkıntılara maruz bırakılacak olumsuzluklar olabilir, bugün vardır bu. Başka aşamayız bu illeti. Şimdi toplanmamızın ana konusu Türkiye ve Din'e gelelim: 


Türkiye ve Din konusunda bir cümle ile girelim. Din, Türkiye'de bugün Türk insanının ve Türk ülkesinin aleyhine kullanılıyor. Bir cümle ile özetlemek istersek, bu bir cümle ile böyledir. 

Hanımefendiler, Beyefendiler;

Türkiye için bugün din dediğimiz zaman sakın bunu Din Bilgisi anmak, müftülerin, vaizlerin, din bilginlerinin, ilahiyat profesörlerinin vaaz vermesi, dinin inceliklerini anlatması, sizi heyecanlandırması ile ilgili olarak düşünmeyin. Türkiye'nin din bağlamındaki sıkıntısının bunlarla ilgilisi yok! Bunlar bugünkü Türkiye için dinin fantezileridir. Bunlarla harcanacak vaktimiz yoktur. Çok ciddi başka bir bağlamda olarak bakmamız lazım. O da şudur: 

Türk insanının bin yıllık dini, bin yılı aşkın hizmet verdiği ve tarihin önünde, o dine en büyük hizmeti verdiği bir din Türk insanının tahribi için bir numaralı manipülasyon aracı olarak kullanılıyor. Eğer Türk insanının bundan en ufak bir kuşkusu olursa mahvolur. Ve tarih asla affetmez! Ne demektir bu? Bu şu demektir: Türkiye üzerinden tarihin her devrinde tahrip emelleri olmuştur. Hiç eksilmeden ve hep artarak. Bu Türkiye'nin coğrafyasından kaynaklanır, tarih içinde sergilediği aksiyonların rahatsız ettiği menfaatlerden kaynaklanır. Nereden kaynaklandırırsanız  kaynaklandırın. Türkiye üzerinde her devirde büyük iştahlar yoğunlaşmıştır. Bugün bunlar en ileri aşamadadır. Türkiye'nin etrafında bizim dinimizin nüfus kağıdını taşıyanlar başta olmak üzere, onlar da dahil demiyorum, başta onlar olmak üzere akıl almaz bir düşmanlık çemberi mevcuttur ve Türkiye'yi tahrip bu çemberi vücuda getiren kitlelerin adeta bir numaralı meselesidir. Bir gayrimüslim devlet hangi emellere, iştahlara sahipse, bağlı bulunduğumuz dinin kitabının kardeşimiz diye ilan ettiği bir Suriye, bir İran da aynı iştahlara, eğilimlere hatta işbirliğine sahiptir. Ortak bir paydaları var; Türkiye'yi tökezletmek ve perişan etmektir. Ve hiçbir istisnası yok. Bir tek istisna bile yok. Birisi sy istiyor, birisi İstanbul'u, birisi Edirne'yi, öteki Kars'ı, kimisi güneşi, kimi denizi istiyor ama hepsinin ortak noktası, birleştikleri payda Türkiye'nin tahrip edilmesi. Bunu senelerce ideolojilerini kullanarak gerçekleştirdiler. Tahrip için birbirini destekleyen bir kuvvet halinde çıkarılıp birbirini tahrip eden karşı kuvvetlere dönüştürülmesi lazımdı, ideolojiler senelerce bu iş için kullanıldı. Bizim faşist ve komünist diye birbirini kurşunlayıp, toprağa düşüren gençlerimizin sayısı binleri buldu. 

Bir ülkenin hayatındaki bu yaraları sıradan ilaçlarla kapatamazsınız. Günahtır, bu çocuklarımız bitmiştir. Ve bugün, ilahlaştırarak birbirlerini kurşunladıkları ideolojiler kendi yurtlarında gebermiştir! İdeolojiler gitti şimdi, Berlin Duvarı yıkıldı. Şu anda ideolojiler bir motivasyon aracı olmaktan çıkmıştır. Ama Türkiye üzerindeki hesaplar bitmemiştir. Bunları sahnelemek için yeni bir takım değerler bulmak, yeni motivasyonlar keşfetmek, oluşturmak lazım. İşte burada listenin başında din vardır. Türkiye öyle bir noktaya getirildi ki dinin aleyhimizde kullanılmasının ardında enternasyonal nefes vardır. Bu olmadan bu kadar zalimce din Türkiye'nin aleyhine kullanılamaz. 

Türkiye'de hiçbir istismar, para-pul kaygısı dini bu şekilde ülke aleyhine kullandırtamaz. Bu dışarıdan kotarılmaktadır. Bilmezsek çok yanılırız! Türkiye'nin dini, Türkiye'yi tahrip için akıl almaz bir şekilde kullanılıyor. Bunu bizim insanımıza finanse ettiriliyor, bizim insanımıza yaptırıyorlar! Nasıl ? Bu, konuşmamızın konusudur. Aynı evin aynı odasında yatan, aynı safta namaz kılanlar arasında uygulanmaktadır. Din içinde, bu tahrip hedeflerine uygun biçimde insanımızı parsellere bölme nasıl gerçekleştiriliyor? 

1- Dindeki kelimelerin ifade edemeyeceği kadar büyük olan cehalet. Türkiye'de İslam adı altında ortada dolaşan, edebiyatı yapılan, sloganları atılan hatta saltanat aracı yapılan bu dini insanlığa getiren Kur'an'ın ve tanıtan Hz. Muhammed'in bıraktığı din değildir. İlk bileceğimiz şey budur. İslam adı altında dolaştırılıyor, başlığı Kur'an'dan alınmıştır. Fakat bunun muhtevasının Kur'an'dan onay alması mümkün değildir. Eğer Türkiye sokaklarında dolaştırılan, hatta Türkiye'deki mabetlerde ihya edilmeye çalışılan dinin, Kur'an'ın getirdiği din olduğu ve Kur'an'dan onay alabileceğini düşünürseniz yanlışa kurban gidersiniz. Bu bütün İslam dünyası için böyledir. Ama burada konumuz Türkiye'dir. İslam adı altında seyr-u sefere konulan din İslam değildir. İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif bir Kur'an Müfessiri olarak bu yaraya parmak basıyor, diyor ki; Kur'an'ın getirdiği din yıkılmış, onun yerine birileri İslam adı altında başka bir din koymuştur. Safahat'daki özgün ifadesiyle: 

''Nebiye atf ile binlerce herze uydurdun
Yıktın da din-i mübin'i, yerine yeni bir din kurdun''

Eğer İslam diye bir değer kabul ediyorsak bunun bir tek yolu; Kur'an'la İslam arasındaki gereksiz herşeyi aradan çıkarıp, İslam'ı yeniden tanıtmak. 

Türkiye'de din meselesinin işte bütün bunları düşündüğümüzde bizi altını çizmeye zorladığı ilk gerçek şudur: Türkiye'de din konusunda korkunç bir cehalet vardır. Din, bu dini getiren Kur'an'ın dini olmaktan çıkmıştır ve çıkarılmıştır. Ve kimsenin bundan haberi yoktur. Din diye ihya ettiğimiz şeylerin, Kur'an'ın kısa hayatından kovmak istediği birçok şeyle dolu olduğunu bilmiyor kimse. Öyle bir din yaşatılıyor ki topluma, Kur'an'a sorduğumuz zaman bunları insan hayatından kovmak istiyor Kur'an, bırakın kovmayı bunlar din yapılarak kitleye takdis ettiriliyor! Bunun arkasında altı bir kaç defa çizilecek siyahlıkta bir cehalet var. Kimse dini bilmiyor, bilmediğini de bilmiyor! Esasen bu, Osmanlı İmparatorluğu'nun son 250 yılında kendisini kemiren ve yıkan belanın da ta kendisidir. Çok net konuşuyoruz. Osmanlı'nın da son 250 yılında dinin arkasında Kur'an yoktur. Bir din yaratılmıştır ama arkasında Kur'an yoktur.

Cumhuriyet'e geliyorsunuz. Arkasında Kur'an olmayan dini, sahte dini, hurafe dini dışlıyor hatta yıkıyor. Cumhuriyet'i tanımanızı rica ediyorum. Cumhuriyet bunu yıkmakla kalmamıştır. Bu yıkılası hurafe dininin yerine gerçek dinin konması için Cumhuriyet'in attığı çok ciddi 2 adım vardır. Fakat biz maalesef Cumhuriyet'e de ihanet etmişiz. Cumhuriyet Kur'an'ın arkasına dini koymak için atılacak 2 adım attı. Fakat onun arkasından Cumhuriyet'in çehresi değiştirildi. Ve Cumhuriyet'in esprisi, ruhu, hedefi dejenere edildi. Söyleyeceğim iki musibet tip tarafından. Ve Kur'an tekrar Cumhuriyet'in arkasına konacakken oradan tekrar çıkarıldı. Ve bizim bugün Cumhuriyet döneminde de yaşadığımız dinin arkasında maalesef bu vardır. Ne demek istiyorum? Şimdi sizi Cumhuriyet'i düşünmeye çağırıyorum. Tabuları, kabulleri, prefabrik tespitleri bir kenara bırakalım. Cumhuriyet'i Şeyhülislam çocukları, torunları ve müftüler kurdular. Baş mimarının asker olması gerçeği değiştirmiyor. Onlar kurdular ve hurafeyi yıktılar. Ama Cumhuriyet mimarları dini yıkmak gibi bir niyet taşımıyorlardı. Bugün taşıyorlardı şeklinde gösterenler, enteresandır; Türkiye'yi tahrip etmenin de öncülüğünü yapanlardır ya da öncülerine alet olanlardır. Birisi dine küfrediyor Cumhuriyet ile ilgili aynı şeyleri söylüyor, öbürü din slogancılığı ile hayatını geçiriyor o da aynı şeyi söylüyor. Zaten bunda bir bit yeniği olduğu belli. Aksi olsa 180 derece birbirine ters bu iki kutbun aynı paydada birleşmeleri mümkün olmaz. Demek ki bir şeyi ortak düşmanlarını tahrip etmek için kullanıyorlar. Biri 24 saat Allah'ı istismar ediyor, dini istismar ediyor; o da onunla birlikte Cumhuriyet'e ve kurucularına sövüyor. Türk insanının burada başka bir delil aramasına gerek yoktur. Neyin ne olduğu ve çıkış yolunun ne olduğu bunun içinde gizlidir. Mevlana Celaleddin-i Rumi muhteşem bir ilkeye dikkatimizi çekiyor. Diyor ki :

''Yolu, doğru yolu bilmiyor olabilirsin. Ama sana bir prensip vereyim, bunu kullanırsan doğru yolu bulmakta zorlanmazsın. Eşeğe bakacaksın, eşek ne yöne gidiyorsa, onun tersine gideceksin.''

Eşek negativitenin, çirkinin, egoizmin ve kötünün sembolüdür Mevlana'nın dilinde. Şimdi bakın, basketçilerimiz Yunanistan'a gidiyor spor karşılaşması için. Oynadıkları salonun duvarlarına Atatürk ve Cumhuriyete söven pankartlar asılıyor. Aynı şeyi Türkiye'de cami avlularında yapanlar var. Aynı şeyi Türkiye'de çağdaşlık edebiyatı yapılan ateizm kokan salonlarda yaparlar. Bu ne biçim rastlantıdır ki, bunların üçü de aynı şeyi yapıyorlar. İşte burada eşeğin gittiği yön bellidir ve doğrusu da bunun tersidir. Bunu Türk insanının fark etmesi lazımdır. Ve adeta Süleymaniye minaresine çan takmak için İstanbul'u işgal edenlerle, Süleymaniye avlusunda namaz kılmaya uğraştığını söyleyen birileri iş birliği yapmış gibi görünüyor. Böyle bir kader ve şimdi Türkiye'nin hayatında. Evet, Cumhuriyet'i kuran irade ve kurucu mimarlar hurafeyi yıktılar dedik ama, dini yıkmak gibi bir niyetleri yoktu. Tam tersine kovdukları hurafenin yerine gerçek dini koymak istediler ve bunun için yapılması gerekenin ilk bölümünü yapmışlardı. Bundan hiç kuşkunuz olmasın! Şimdi anlatacağım: 

Dünyanın neresinden, hangi siyasi iradeyi Kurtuluş Savaşı'nın ardından getirip Cumhuriyet'i kurdursanız toplumu ''davar sürüsüne'' çevirmiş ve toplumu yöneten Allah'ın gölgeleri ve bir de yönetilen kullar gibi ikiye ayırmış tam bir zalim mantıklı anlayışı süpürüp atıyorlar ve yerine Cumhuriyet idaresi koyuyorlar. Şimdi bunu yapan insanların toplumun hayatından dışladıkları hurafenin yerine gerçek dini koymak için neler yapmaları lazım sorusuna bütün akılların vereceği bir tek cevap vardır ve onu yapmışlar. Ne yapmışlardır? TBMM'nin kararıyla yapmışlardır. Şimdi sizi tekrar altını çizeceğim tarihi bir mesaj üzerinde düşünmeye, sizi Elmalılı Tefsiri'ni düşünmeye çağırıyorum. Elmalılı Tefsiri'nin macerasında Türk insanının bugün muhtaç olduğu bir numaralı mesaj vardır. Ben ''Yeniden Yapılanmak'' adlı kitabımda buna 3 sayfa yer verdim ve bu 3 sayfa için 36 TV programı yaptım. 

Elmalılı Tefsir'i üzerinde düşündüğümüz zaman Türkiye'nin başını derde sokan problemlerin çıkış noktasına gidiyorsunuz. Nedir Elmalılı Tefsiri? 9 ciltlik bir tefsirdir. Ve ikincisi Cumhuriyet'i kuran irade ve Cumhuriyet'in mimarları, o gün İslam dünyasının en büyük Müfessiri olan Elmalılı Hamdi'yi çağırıyor ve ona diyor ki:

''Biz hurafeyi yıktık, kovduk ama dini yıkmak, kovmak gibi bir niyetimiz yok. Tam tersine Kur'an'ın elinden alınan dini, Kur'an'a teslim ederek yeniden insanımızın hayatına sokmak istiyoruz. Sen bizim insanımızla Kur'an'ın tanışması için bunu tercüme ve tefsir et. ''O da meclisin bu kararına saygısını ve şükranını ispat ederek bu ünvana layık olmak istediğini söyler ve kabul eder. Elmalılı Tefsiri'nin ilk baskısı 1936'dır. Atatürk'ün ölümünden 2 yıl önce. Şimdi bir şeyi daha düşünmeye davet ediyorum. Atatürk'ü düşünmeye davet ediyorum. Göğüslerine teneke rozetler takarak sokağa fırlayıp ''Atatürkçüyüm'' diyenlerden ve Atatürk'e sövmeyi dinlerine temel ibadet yapan iz'ansızlardan  zihninizi ve kendinizi sıyırarak düşünün. Atatürk TBMM'den bunu yapılmasına ilişkin kararı çıkarıyor. Bunlar tefsirin ilk baskının ön sözünde yazılıdır. Bir şeyi daha vicdanınıza tevdi etmek istiyorum. O tefsirin sonraki baskılarından şu anlattığım macerayı giriş kısmından çıkartmışlardır. Niçin çıkarmışlardır? Yine Kur'an'a sövenlerle, Kur'an'ı sömürenler orda da beraberdir. Atatürk'e ordan prim çıkmaz. Kur'an'a sövenler diyor ki: ''Atatürk'ün bu dine sadık olduğunu, hizmet etmek istediği Kur'an'a bağlı olduğu anlaşılır, çıkarın! '' Atatürk'e sövmeyi din yapanlar, din tüccarları yobazlar da Atatürk'ün ordan çıkarın ki millet Atatürk'ü dinsiz bilsin, biz rahat sövelim!.......çıkarmışlar.......

Şu Türkiye'de son yıllarda dine fatura edilerek Cumhuriyet'e ve Atatürk'e yapılan küfürleri anımsamanızı istiyorum.

Elmalılı'ya bu görevi meclis veriyor. Şimdi Atatürk'ün tarihte bıraktığı büyük bir mesaj vardır. Ben bu Elmalılı Tefsiri'ni TBMM'nin başı, Türk Devletinin başı sıfatıyla yapmıyorum sadece, gönlümle yapıyorum demek için Meclis'e diyor ki: ''Siz kararı çıkardığınız zaman bunu milletin bütçesinden değil, bunun finansmanını ben kendi paramdan yapacağım''

Birinci adım bu. İkinci adım ne olabilir? Bir dini, hurafelere boğulmuş bir dini bu hurafelerden kurtarıyor. Bu dinin 604 sayfalık muhteşem bir ilahi kitabı var. Bu kitaba bu dini tekrar teslim etmek üzere bir irade 9 ciltlik dev bir eser halinde bu dinin mensubu milletin diliyle ve meclisin kararıyla! Elmalılı bu işi yaptığı zaman din tüccarı, hurafe tüccarı yobaz, Elmalılı'ya: ''Mustafa Kemal'in ajanı'', ''düzenin adamı'' demiştir. Onu da bilmeniz lazımdır! Bunu diyenlerin torunları hatta çocukları bugün Elmalılı Tefsiri'ni satarak servetler yapıyorlar, mahalleler satın alıyorlar. Bunu da bilseniz! Aynı adamlar! Elmalılı Tefsiri'ndeki mesaj muhteşemdir. Onun alt başlıklarıyla devam ediyoruz. Birinci soru: Atatürk'ün İslam ile münasebeti nedir? Atatürk İslam denince ne anlıyor? ''Efendim, Atatürk bir yerde mevlit okunurken ayağına indirmiştir'' geçin bu serserileri! Bu ilkellikleri geçin! Bunlarla hiç bir şey ispat edemezsiniz! Öbürü de diyor ki: ''Atatürk dine mine karşıydı, çünkü ben gördüm, mevlit okunurken ayak ayak üstüne atmış oturuyordu.''

Bunlarla Atatürk'ün dindarlığını ya da dinsizliğini ispat eden ilkel mahluklar diyoruz senelerdir. Başka bir şey daha Atatürk'ün din ve İslam ile ilgili fikri mi kardeşim? Kılıcının da tersinin kestiği zamanlarda, karnını doyuracak parayı bulamadığı zamanda; bu parayı verip, bu tefsiri yaptırmıştır! Atatürk'ün dini mi? Elmalılı Tesfiri'ndeki din ne ise, Atatürk'ün dini de odur! Atatürk'ün İslam'a bakışı mı? Elmalılı Tefsiri'ndeki İslam'a bakış ne ise Atatürk'ün İslam'a bakışı odur! Bunu teneke rozetle Atatürkçülük yapanlarla, din adına Atatürk'e söven Cumhuriyet düşmanlarına aynı anda ithaf ediyorum! Elmalılı Tefsiri'ne bakacaksın. Cumhuriyeti kuran iradenin din konusunda ne anladığı orada saklıdır. 9 cilt halinde Satır aralarında birşeyler keşfetmeye filan da gerek yok. 9 cilt halinde binlerce sayfa. İşte Cumhuriyet'in dini odur! Birşey daha... 70 yıl geçmiş aradan. Bir tek din okulunun olmadığı Türkiye'nin 32 tane İlahiyat Fakültesi vardır. Bunlardan birinin dekanı da benim. Hariçten gazel okumuyorum. 24 yıldır da bu İlahiyat Fakülteleri'nde hoca sıfatıyla fiilen bulunuyorum. Böyle bir Türkiye'de bugün İslam İlimleri konusunda bir numaralı müracaat kaynağı Prof. Yaşar Nuri ÖZTÜRK için de Elmalılı Tefsiri'dir. Biz din meselesinde Cumhuriyet'i kuran iradenin ortaya getirdiği o eseri 2. sıraya düşürerek hiç bir şeye tenezzül etmiş değiliz! Dinden saltanat demiştik, dinden servetler demiştik. Fakat hala Elmalılı Tefsiri'nin bırakın önüne geçmeyi, yanına yaklaşacak bir eser vücuda getirilmiş değildir. Bunlar din konusunda çok şeyler söyler!

İkinci adım, yine meclis kararıyla bu defa hadis alanında bir numaralı kaynak sayılan Buhari'yi yine devrin büyük hadis bilginlerini çağırarak 12 ciltlik bir tercüme ve yorum halinde çıkartmıştır. Onun da ilk baskısı 1930'lu yılların sonunda Diyanet tarafından yapılmıştır. 12 ciltlik Buhari tercüme ve yorumu Türkiye Cumhuriyet'i Tarihi boyunca hadis alanında da onun yerine koyacağımız ikinci bir çalışma yoktur. O halde, biz Cumhuriyet'e hıyanet yerine sadakat şuuru içinde olsak; Cumhuriyet'in kuruluşu ile birlikte bize din meselesinde nasıl yol alacağımız ve çıkış yolunu nerede bulacağımız da gösterilmiştir. Fakat maalesef Atatürk'ün ölümünden sonra bu atılan iki adımın da üstü örtülmüş ve Cumhuriyet'i kuran iradenin bu konudaki tavrının tam tersine bir gidişat takip edilmiştir. İşte onun sonucunda geldiğimiz nokta budur. Ve tabii Elmalılı Tefsiri'nde tecelli eden dini ışık, bilgi aydınlığı yerini izbelerde türetilen korkunç bir karanlığa bırakmıştır.

Şimdi Türkiye'de din meselesindeki cehaletin, bilgisizliğin fatura koçanı buraya mal edilir. Bu cehalet, arkasında dini istismarı getirir. İzbelere itilmiş bir değer, güneşten ve oksijenden mahrum bırakılmış bir değer izbelerde katran üretmiş ve günün birinde çatlaklar bulup fışkırmıştır. Şimdi Türkiye'de herkesin yüzüne, gözüne katran sıçramıştır. Bununla da kalmıyor, gözlerinize vuruyor ve sizi ayakta tutacak herşeyi tehdit ediyor. İşin buraya geldiğini Türkiye'nin anasını ağlatmak isteyen enternasyonal odaklar takip ediyorlar. Haaaa işte burada, diyor ki: '' Su katran izbelerden sokağa fırladı, şimdi Türkiye'nin ayağını kaydırıp bunu değerlendirelim.'' Tepe üstü yere yuvarlanması için sürekli bastırıyor. Esasında dünyanın neresinde İslam'ı Kur'an'ın dışına çeken karanlık hurafe hareketi varsa hepsi, İslam'ın düşmanları tarafından finanse ediliyor ve destekleniyor. Müslümanlar burada sadece piyon olarak kullanılıyor ve dini ihya ettiklerini zannediyorlar! Şimdi bakın genel manzaraya:

İdeolojiler çökmüş, Berlin Duvarı yıkılmış, din yeniden bir numaralı değer olmuştur insan hayatında. Toynbee 1940'da yazdığı kitaplarda Batı'nın dikkatini çekerek şöyle diyor:

''Dikkat edin, ideolojiler çöküyor. Yeniden yükselen değer din oluyor. İnsanlık dinlerin bünyesinden reçeteler çıkarmaya çalışacaktır. Hesabınızı ona göre yapın.'' Toynbee İngilizce konuşan Batı'nın bir numaralı adamı, büyük felsefe tarihçisi ve tarih felsefecisi. Ana eserlerinin adı ''Civilization on Trial''. Fransızca konuşan Andre Malreaux (Kültür Bakanı) çağa damgasını vurmuş, Marksist kökenli bir düşünce adamıdır. Malreaux da:

''Önümüzdeki yüzyıl ya dinler yüzyılı olacaktır ya da hiç birşey.'' diyor. Birisi ruhçu, düşünce adamı, diğeri marksist, materyalist bir düşünce adamı. Ama ikisi de aynı şeyi söylüyorlar ve söyledikleri çıkmış. Bir numaralı değer. O halde insanlığa ayırd edilmek için de bu değeri kullanırlar, insanlığı tahrip etmek için de bu değeri kullanırlar. Türkiye'yi tahrip etmek için de bunu kullanıyorlar.

Nasıl yapıyorlar? Din halkta bilgi zemini tamamen mahvolmuş bir değer. Türk insanı kendisine bu dini getiren 600 küsür sayfalık kitabın içinde kaç tane süre olduğunu bile bilmiyor! Açıp okumadı! Böyle bir niyeti de yok! O kadar bilgisiz ki Kur'an'da aşure tarifi arıyor, Kur'an'da nasip açmak için süre arıyor, Kur'an'da cennet vizesi vermek için sure, ayet arıyor. Ve inadına Türk insanını tahrip eden bütün hareketlere karşı sığınacağı tek liman olan Kur'an-ı Kerim'i bir kere açıp okumak gibi bir kaygıya düşmüyor. Ne yapıyor? Yanık sesli, hafız arıyor. Veya mezarlıktan birilerine okutarak babasına, dedesine cennet vizesi alacağını zannediyor. Yemin ederim Kur'an-ı Kerim dininde böyle bir vize müessesesi yoktur! Boşuna dedenizi, babanızı rahatsız etmeyin! Bırakın uyudukları yerde uyusunlar!

Kur'an'ın insanlığın önünde bir iddiası var. Ben cennetin yolunu gösteriyorum diyor. Ve açık meydan okuyor. Daha iyisini gösteren varsa buyursun diyor. Yalnız Kur'an küfürü bile cennete gönderme gibi değer getirmemiştir. Ben diyor, gösteriyorum, en ideal olarak cennetin yolunu ben gösteriyorum. Daha iyisini yapan varsa buyursun diyor. Haaaa bir şey daha yapmıştır! İnsana cehenneme gitme özgürlüğünü de vermiştir. ''Ben bu yolu gösteririm ama, insanın boynuna pranga vurarak insanı bir yere götürmem. Boynuna pranga vurulmuş bir varlığın götürüldüğü yer cennet olmaz, hayvan ahırı olur'' diyor. Kur'an bunu istemiyor! Kur'an'ın cenneti hayvan ahırı değildir. Ne demektir? Özgür iradesiyle insanlar seçim yaparak oraya giderlerse orası cennet olur. Onun için Kur'an cehenneme gitme özgürlüğünü tanıyan bir kitaptır, hem de cehennemin dibine kadar gitme özgürlülüğü vermiştir. Aynen Kur'an'ın ifadesidir bu! Bunlardan hiç kimsenin haberi yok! Din olarak yaşadığımız şeylerin Kur'an'dan onay alıp alamadığını düşünmek gibi bit kaygımız yok! Ve birileri Kur'an dininin başlığını kullanarak yeni bir din kurdular ve bu dini insanımıza yaşatmak istiyorlar.


Bu dinin içinde neler var? Bu dinin içinde Kur'an'dan bir şeyler elbette var. Onu tamamen usturayla sıyırmış gibi sıyırsalar dikiş tutturamazlar. Ama bilesiniz İslam adı altında insanımıza dikte ettirilen, şırınga edilen, lanse edilen - ne derseniz deyin- dinin içindeki; İslam'dan çok Arap, Emevi, Bedevi örfleridir. Kur'an Bedevi'ye de müslüman ol diyor, adam olmak için. Birileri İslam adına bize Bedevi yoğurdu yediriyor. Şimdi bir İslamizasyon hareketiyle mi karşı karşıyayız, bir Arabizasyon hareketi ile mi karşı karşıyayız? En ilginç sorulardan biri de budur. Kur'an'ın geldiği devrin ve coğrafyanın örfleri dinleştirilerek, kutsal kılıfı geçirilerek bize yutturuluyor! Ve bir manzara karşımıza çıkıyor. Bir din k; Kur'an okuyanların içi ürperir!

Traş olanları cehennemlik ilan eden, masada oturarak yemek yiyenleri zındık ilan eden bir din! Bir din, Kur'an'ı açıyorsunuz, en büyük düşmanı olarak ilan ettiği şirk -yani yedek ilahları ortak koşmak- bir numaralı düşmanıdır Kur'an'ın. Bu şirkin çocuklarından bahsederken mesela Tevbe Suresi 6. ayet şöyle diyor; bunlar sana komşu olmak, yakınlaşmak isterlerse, onlara da bu imkanı ver. Ver ki Kur'an'ın mesajını duysun, tanısınlar. Şirkin çocukları yani müşriklere bu imkanı ver diyor. Bir evrensel komşuluk esprisidir bu. Müşrikler için Ehl-i Kitap olan Hıristiyanları, Musevileri demiyorum. Onlara İslam'ın muazzez peygamberi hem de hayatının son yılında heyetlerine Medine'deki mescidini günlerce açmış ibadet etsinler diye. Şimdi turistleri camiye sokmuyorlar. İkinci olarak Kur'an o kadar emin ki kendi mesajından en büyük düşmanı olan putperestlerin bile onu tanımaları halinde ona ısınacaklarını kabul ediyor. O ayetin meali aynen şudur:

''Müşriklerden birisi sana komşu olmak, yakınlaşmak isterse onlara bu imkanı ver. Ver ki Allah'ın kelamı olan Kur'an'ı dinleyebilsinler.''

Şimdi siz yakınınızda bir Hıristiyanla bırakın müşriği bir Musevi ile selamlaşsanız zinhar günaha girersiniz. Aynı adam 3 gün sonra bakıyorsun, papazla, hahamı önüne kaymış gidiyor. Nereye gidiyor? Belediyede para verilecekmiş, onu almaya gidiyor! Şimdi dinin bütün değerlerini böyle altüst edildi. Tabii bunun sonucu ne oluyor? Kur'an'ın dini çağın önünde rezil oluyor. Tabii ki Kur'an'daki din rezil olmaz. O Kur'an'dadır ve Kur'an rezil olmaz. Allah'ın kitabıdır. Ama bizim hayatımıza çektiğimiz, din diye soktuğumuz şeyler rezil oluyor! ve bizim şahsımızda İslam nefret unsuru haline geliyor!

Değerli Dinleyenlerim;

Dinin altında bütün felaketlerin kaynağı olan bu cehaleti Türk insanının çıkarıp atması lazımdır. Bu din düşmanlarıyla barışır ve yaşar. Bu dinin düşmanları asla tökezletemez ve yıkamaz. Bu dini perişan eden cehalettir. Onun için dikkat edin, Kur'an'ın ilk emri OKU'dur. İnsan hayatından önce neyi kovmak istediğini Kur'an insanlığa ilk emri ile bildirmiştir: OKU. Yani cehaleti defet! İkinci ayet tercümesi vahyedilen; kaleme ve yazdıklarına yemin eden ayetlerdir. Birinci emri oku, ikinci emri kalemi ve yazdıklarını kutsa. Yani önce oku, sonra yaz, eser üret, adam ol, kısaca. Ondan sonra ayağa kalk! Kur'an'ın ilk emrini İslam dünyası nasıl çiğnemiş görüyorsunuz. En az okuyan kitleler arasında müslüman kitleler var. Kur'an'ın dediğinin tam tersi. Yaşadığımız günlerde Kur'an'ın ilk emri OKU! olmaktan çıkarıldı! İlk emri kendisinden olmayana söv, o hale getirildi. Gökten taş düşse bunu müslüman nüfus kağıdı taşımayanlardan biliyor. Öyle bir şuur felaketi, bir karanlık yarattılar.

1.5 milyarlık İslam dünyası, kullandığı tuvalet kağıdından arabaya kadar hiçbirşeyde imzası yok! Sadece hazır alıyor, yiyor. Kambur gibi insanlığın sırtında! Ve ne kadar açık ve eksik varsa onu da o ürettiği, değerlerini alıp kullandığı insanların sırtına yüklüyor. Kendisinin hiçbir günahı yok. Ve eleştiremezsiniz... Gözünüzün üstünde kaşın var dedin mi, ''işin gücün yok da müslümanları mı eleştiriyorsun'' diyor. Yani bu müslümanlar başkalarının ürettiklerini yiyecekler, kullanacaklar, keyif çatacaklar, sonra da öldükten sonra da cennet bunların olacak!

Onun için oturup tartışıyor Edison cennete gider mi, gitmez mi? Işığını yakıyor. Kardeşim Edison cennete gitmeyecekse - çoktan gitmiş de Kur'an'a sorsanız- gitmeyeceğini düşünüyorsan, o zaman sende Muhammedi bir vicdan varsa Allah'a yalvar! ''Şu adam, insanlığa bu kadar hizmet etmiş, bunu Yarabbi cennete koy sen. Senin lütfun bunu kurtarır'' de. Ayıp bu, cennete gitmesin diye mücadele ediyor. Niçin ediyorsun mücadele? Hz. Peygamber ''İnsanlara teşekkürü olmayanın, Allah'a şükrü olmaz'' diyor. Sen bu adama teşekkür borçlusun! Esen temenni etmekle hiçkimseyi Allah cennete koymaz. Allah senin müstahdemin değil! Ama senin vicdanından beklenen, -sen rahmet olan bir peygamberin evladı değil misin?- Sana düşen onun cennete gitmesi için gayret göstermek değil mi? Sana yakışan bu değil mi? Hatemi Tai gibi azılı bir putperest için Hz. Peygamber dua ediyor, ''cömertliği yüzünden Allah'ım onu mükafatlandır, acı'' diye... Sen bu peygamberin çocuğu değil misin? Ne istiyorsun? Edison zaten çoktan cennete gitmiş. Çünkü müşrik değil Edison. Kur'an açıkça söylüyor. Müşrik olarak ölmemiş bir insan, Allah ne kadar hesap sorar, azap eder ayrı ama sonunda kurtulur ve cennete gider. Şirk batırır insanı! Edison müşrik değil, Kur'an'da açık yeri var. Derdin ne, insanlığın önünde Edison'u cennetten uzak tutmak için uğraşıyorsun? Sonra da diyorsun ki: ''bu dinsizi kurtar'' Buna inanırlar mı ? Edison'u cehenneme gönderen bir din olmaz olsun demezler mi?
..........Diyorlar!!!.....

Yani Edison'u cehenneme gönderen bir dini siz 22. yüzyılın önünde bu sizi kurtarır diye insanlığa nasıl kabul ettireceksiniz? Edison'la iş bitiyor mu? Bakın nelere geliyor dindeki cehaletin istismara hazırladığı hamurdan üretilen şeyler?

Bunlar Türkiye'de aynı mabetin on safında namaz kılıyor. Daha avluya çıkmadan o, ona kafir diyor; ona zındık diyor. O, onun çocuklarını piş ilan ediyor; o, ona nikahsız diyor. Niye? Çünkü birisi bir partiden, öbürü öbür partiden; birisi bir tarikattan, öbürü öbür tarikattan; birisi bir mezhepten, öbürü öbür mezhepten. Ne oluyor Kur'an'ın dini!? Muhatabı insan olan, bütün insanlığı Allah'ın kucağı gibi sarmak isteyen bir din, bir takım kliklerin özel dini, özel manifestosu oluyor. Kur'an Allah'tan Alemlerin Rabbi diye bahsediyor. Peygamberden Alemlerin Rahmeti diye bahsediyor. Bunlar  Allah'ı kliklerin şefi, peygamberi de onun genel sekreteri yaptılar. Parti defterine bakıyor, tarikat defterine bakıyor. Orada kaydın varsa inanıyorsun, yoksa kafirsin! Gün doğarken deftere kayıt oluyor. Sabahtan aynı adam Evliyaullah oluyor', akşamdan kafir! Şimdi, Kur'an dininin ölçüleri insan egosunun iştahlarına endeksleniyor. Bakıyorsun Türkiye'de din, parti dini oluyor!

Din bırakın bizim insanımızı kucaklamasını, Kuzey Kutbundan Güney Kutbu'na, Nijerya'dan, Sibirya'ya kadar, hatta çağ farkı gözetmeden bütün insanlığı kucaklamak istiyor. Kur'an'ın dini bu! Siz ne yapıyorsunuz!? Bir insan, bu dinin evrenselliğine bu darbeyi vurduktan sonra bunun bütün pratiklerini 24 saat hiç durmadan icra etse bile, Kur'an'ın anladığı anlamda bu adamın dini mini yoktur! Çünkü yaptığı iş, dinsizliğin en zehirlisidir! Nereden bileceksin? Bunları Kur'an söylüyor size! Ve Kur'an'dan iki insan rahatsız Türkiye'de. Din meselesinin en dikkat çekici noktalarından biridir bu:

1. Dine, Allah'a, ruha, ahirete söven adam, yani inkarcı. Bu rahatsız Kur'an'dan, gayet doğaldır. 

Bir tip daha Kur'an'dan rahatsız:

2. Akşama kadar din sloganı atan, dinden servetler yapan, dinden saltanat yapan, dini kimseye bırakmayan. Hatta Allah'ı sollamaya kalkan din adına! O niye rahatsız?

Cevabı Kur'an'da. Çünkü Kur'an bunlara din adına kendilerine vehmettikleri hakkı ve yetkiyi vermiyor. Kur'an-ı Kerim bunlara Allah'ın vekili gibi hareket etme hakkı vermiyor. Peygamberlik bitmiştir diyor Kur'an-ı Kerim. Hiçbir insanın veya grubun Allah'ın vekili sıfatıyla insanları yönetme, yönlendirme hakkı yoktur. Adam Allah'ın vekili sıfatıyla kitleyi peşine takıp götürmek istiyorsa, bu adam Kur'an'dan niçin rahatsız olmasın söyler misiniz? 

Kur'an diyor ki: Bir insan başkalarına iftira etmişse  20 tane ayet var Kur'an'da bunu düzenleyen, Nur Suresi'nde - insan haklarının ihlalinde en ağır müeyyideye, iftira suçuna girmiştir. İnsan onuruna indirilen en büyük darbedir. Bir adam iftira etmişse ve iftira ettiği belgelenmişse bu adamın ebediyyen tanıklık etme hakkı yoktur diyor Kur'an. Kur'an bunu diyor mu? diyor... Açın Nur Suresi'ni ilk 3-4 sayfayı okuyun. Orada verilmiştir. Siz şimdi Türk parlamentosuna bakın! Allah'ın kullarına iftirayı sanat yaparak orada gelmiş bir yığın şerefsiz adam var orada! Kur'an dini din olursa, bunlar nasıl din istismarı yapacaklar? Dün Diyanet İşleri Başkanlığı'na getirdiği adamı, sonra politik çıkarlarına uymayan yorumları olduğu için bilim adamıymış, takva sahibiymiş, insanlığı şu kadar sene hizmet etmişmiş hiç umurunda değil! Derhal kafir ilan ediyor! Kur'an ona bu hakkı verir mi!?

Bir Pis Damar İslam'ın ilk günlerinden beri müslüman camiasının başına bela olmuştur. Şimdi o pis damara da dikkatinizi çekeyim, zehirli kan taşıyan bir damar. Nedir o damar? 

O damar, İslam'ın muazzez peygamberinden sonra en büyük insan unvanını alan Hz. Ali'yi İslam'ın mabedinde kafir oldu diye katletmiştir! Dikkat edin! Kim Hz. Ali? İslam'ın peygamberine ilk iman eden erkektir. Bütün hayatını İslam'ın peygamberine, İslam hizmetine adamış, Velilerin Şahı unvanı olan bir insan. Peygamberin verdiği iki unvan var ona:

1. İlim Belgesinin Kapısı
2. Konuşan Kur'an.

Bu Hz. Ali'ye İslam'ın mabedinde hançer saplıyor, öldürüyor onu secdede ve kafir olduğunu ilan ediyor. Dikkat edin! Evimi yıktı, tarlamı aldı diye değil! Keşke öyle olsa! Yetmiyor, o pis damar, onun kudurgan şehveti ve hırsı doymuyor bununla! Hz. Ali'nin evlatlarından birini zehirliyor, öbürünü Kerbela Çölü'nde doğruyor; kadınlarının ırzlarına geçiyor, mallarını talan ediyor! Doyuyor mu? Yine doymuyor!... İslam mabedinde 76 yıl, peygamberin evladına lanet okuyor!

Şimdi bu pis damar geri geliyor. Türk insanı şunu bilecek, adamı dün Diyanet İşleri Başkanı yapan, ertesi gün kafir ilan edenler o pis damarın uzantılarıdır. Bunlardan kim imanına onay beklerse Allah belanızı verir. Bazıları ''Efendim ben uğraşayım da, bu bana müslüman desin'' gayretindedir. Demez kardeşim!, Hz. Ali'ye müslüman demeyen sana der mi ? İmanınıza Allah'tan onay alma gibi bir kaygıya düştünüz mü yolunuz Kur'an'a çıkar. Şöyle söyleyeyim başka bir şekilde; yolunuz Kur'an'a çıkmıyorsa Allah'tan onay alamazsınız. O zaman imanınız birilerinin vesayeti altındadır. 

Vesayet altına girdiniz mi din sizin keselerinizi boşaltma aracı olur. Sizi Allah'la kucaklaştırmak için bir imkan olmaktan çıkar. Mezhebin dinleşmesi, partilerin dinleşmesi, tarikatların dinleşmesi bunlardır. 

Dindeki bu korkunç zulüm ve kahır haline gelmiş cehalet Türk insanını kendi diniyle mahvetmek gibi bir noktaya getirmiştir. Ve bugün aklı başında herkes dinle aleyhimize oynanan oyunların başımıza açacağı felaketlerin işgal ordularının başımıza açacağı felaketlerden daha büyük olduğunu düşünüyor. Dindeki cehalet, dinin ideolojileştirilmesine imkan vermiştir. Kur'an'dan koparılan din ideolojileştiriliyor, İslam ideolojileştirildikçe perişan oluyor. Siyasal İslam diyorlar şimdi buna. Yani müslümanın siyaset yapması manasında kullanıyorsanız çok yanlış, o çok yanlıştır. Gerçek müslüman siyaset yapsa da keşke, insanlık görse siyaset nasıl rahmete dönüşür. Ama İslam'ı siyasi çıkarlar için bit pazarı metaına çevirenler müslümanca siyaset yapmazlar. Onlar İslam'ın baş belasıdır! Bu ikisini birbirine katmayın. Onun için müslüman siyaset yapmaz gibi bir saplantıdan kurtarın kendinizi. Biz tabi müslüman görmediğimiz için, İslam'ı sömüren bir takım varlıkların ortaya koydukları kirli faturayı İslam'a çıkarıyoruz, bu yanlıştır! Siyaset insan hayatının olmazsa olmazlarındandır, hayatın kendisi siyasettir. Siyaset yapsın insanlar. Kur'an ''hayırlarda yarışın'' diyor. Yani güzel ve iyi üretmede yarışın diyor. Bu kişisel de olur, ekiple de olur. Ama hayır üretmek başkadır, dini saltanat aracı yapmak başkadır. Nasıl ayırırız? ''Hayır üreteceğim, en iyisini ben yapacağım'' diyebilir bir adam ama bir yere kadar. ''Benim dışımdakiler cehennemliktir'' diyen Kur'an'ın anladığı anlamda zındıktır. O halde dini ideolojileştirmekle, hayır üretmek üzere ekipleşmeyi birbirine katmayalım. Din nasıl ideolojileştiriliyor? Bunun göstergeleri var. Bu aynı zamanda dinin Türkiye aleyhine nasıl kullanıldığının da göstergelerini bizlere verir. Bir iki temel örnek verelim: 

1. Cumhuriyet düşmanlığı bunlardan biridir.
Nerede Cumhuriyet düşmanlığı kokusu duyarsanız, orada dinin bizim ve insanımızın aleyhine kullanıldığını göreceksiniz. Orada Allah rızası, din kaygısı filan arayanlar saçını başını yolarlar. Bu dinin kitabı krallık, hanedanlık sistemlerini zulüm ve fesat sistemleri olarak tanımlıyor. Bu dinin peygamberi ''Doğu ve batı krallıkları ayağımın altındadır, bunların değeri bitmiştir'' diyor. Bu dinin kitabı, yönetim erkinin arkasına şur'a ve bey'at'ı koyuyor. Bugünkü terminolojiyle, çağdaş terminolojiyle bunlar Cumhuriyet ve Demokrasi'dir. Böyle bir dinin mensubu Cumhuriyet düşmanı nasıl olur?  Böyle bir dinin mensubu İslam'ı demokrasinin karşıtı gibi insanlığın önüne nasıl çıkarır? Niçin çıkarır?

a- Türkiye'ti rahatsız edecek.
b- Ortadoğu'da bağlı olduğu bir takım despot idarenin keyfine hizmet edecek.

Cumhuriyet ve demokrasi düşmanı, hiç tereddüt etmeden kalıbınıza basın! İslam'ı kim böyle gösteriyorsa, onun Allah rızası dışında başka hesapları vardır. 

2. Türkiye'de en çok geçerli olan, ''Sen Laik misin, Müslüman mı?'' ayrımı.
Bu da yeni çıktı! Eskiden ''Faşist misin, komunist misin?'' diye sorarlardı. Şimdi bu gitti, getirdik onun yerine başka bir şey adapte ettik. Türkiye'nin anasını ağlatacaklar ya! Ve onun uşakları hemen buldular. Dinsiz uşakları var bunların, din tüccarı uşakları var. İkisi de Türkiye'yi tahripte ortak bir payda üzerindedirler. Hiç farketmiyor, ikisinin de canı cehenneme! Birisi çağdaşlık adına laikliği din yapıyor. Efendim, ''A'' dedin mi, ''Sus sen' gerici yobaz! A Allah kelimesinin baş harfidir, sen yobazsın'' diyor. Yahu dur! adam belki Armut diyecek, ona bile tahammülü yok! Biri bu. Buna ''Çağdaşlık Manyağı Yobaz, Devrim Yobazı'' diyorum ben. İkinci tipte ise ''Sen laik misin, müslüman mı?'' diye soruyor. Ne demek laik misin, müslüman mısın? Laiklik ne zamandan beri din oldu? Bir adama, ''Musevi misin? Müslüman mısın'' diye sorarsın. Laiklik bir portör kavramdır. Sırtına ne yüklerseniz onu taşır, bir tavırdır, bir yöntemdir, bir sistemdir. Laikliği din yapmanın ne hukukta, ne felsefede, ne ilahiyatta, ne de sosyolojide gerekçesi olamaz! Devlet laiktir, hükmi şahsiyet olarak devlet laik olabilir, holding laik olabilir. Hiçbirine hegemonya vermez. Ama birey, iç dünyası ile de birey olduğu için her şey olabilir. Müslümandır, Hıristiyandır. Devlet laiktir, Allah'a şükür laiktir. Olmasaydı ne olurdu? İstanbul'un kenar mahallelerinde aynı camide namaz kılan adamlar birbirini asardı! Olur mu öyle şey!?....Bakın Afganistan'a! Bunun neresi dindir? İslam adı altında yarı putperest bir Bedevi saltanatını orada kökleştirmek istiyorlar. ''Laik iştahları var bunu düşünmemiz lazım. ''Efendim, Anayasa'dan laiklik çıksın...'' Senin nerene batıyor Laiklik? Anayasasında laiklik olmayanların hali ortada! Derdi o değil, derdi aynı safta namaz kıldığı insanları, kendi kliğine kaydı olmayanları kafir ilan ediyor ya, bunu infaz safhasına geçirecek, onun peşinde! Şimdi din Türkiye'de insanımızın aleyhine kullanılıyor düşünün.

Dini Kur'an'ın getirdiği ve Hz. Peygamber'in tanıttığı biçimde tanımazsanız, dinle ülkeye oynanan oyunu çözemezsiniz. Onun için; Türkiye'yi sevenler bu dine inanmasalar da, bu dinin istismar edilmesine, karşı çıkmalıdırlar. Şimdi anladınız mı niye seferberlikten söz ediyorum? Gayrimüslim'e de aynı şeyi söylüyorum. Bu sizin insanlık borcunuzdur. Metafizik bir iman realitesi olarak İslam'ı tanımıyor olabilirsiniz. Ben bir iman gerçeği olarak İslam'ı tanıyorum, ama siz sosyolojik bir Türkiye gerçeği olarak benim gibi bu işin istismarına karşı çıkmalısınız. Benim için iman söz konusudur. Senin için de bir sosyolojik fenomendir. Değil mi ki, Türkiye aleyhine kurulan tuzak seni rahatsız ediyor. 

Din istismar edilince parlamento ne hale getirilmiştir? Bu söylediklerimi kangren haline getirenler parlamentoda! ''Parlamentodan başlayarak düzeltelim'' Deli misin sen kardeşim? Bir hastalığa sebep olan mikrop, hastalığın tedavisinde nasıl kullanılır?

Senelerce hurafeye yağ çekmeyi bırakın dedik. Bunlara, Allah belanızı verecek; sizi rezil, kepaze edecek dedik. Etti işte! Bakın halleri ortada! Bırakın bir pazarı mantığıyla oy hesabı yapmayı, bırakın bit pazarı cazgırı olmayı da biraz devlet adamı olun! Senelerce yapmayın dedik, siyaseti kirlettiniz! Siyaset yalancı mesleği oldu, sahtekar mesleği oldu! Gerçekten hizmet üretecek Türk çocukları sizin yüzünüzden siyasete girmiyor! Bırakın, onlar hizmet etsinler! Siz çekilin, gidin diyoruz. ''Hayır, fosillerimize tapacaksınız'' diyorlar!....

Aziz Dinleyenlerim;

Bir tek çıkar yol kalmıştır: Kitlenin şuurlanması ve ayağa kalkması. Seferberlik bunu gerektirir. Herkes kulağını çıkarıp, önüne koyacak. ''Ben ne yapabilirim?'' diye soracak. Ve ilk yapılacak acil iş, dinin ülke aleyhine kullanılan bir tahrip aracı olmaktan çıkarılmasıdır. En acil iş budur. Onun için bir seferberlik yapılmalıdır. İlk adım Kur'an'ı tanımaktır. Kur'an'ın kapakları arasında ne varsa, din, bileceksiniz ki odur. Peygamber de oradadır. Kur'an dışında bir peygamber ararsanız; yolunuz Kur'an'ın peygamberine çıkmaz! Benim bir çalışmam var, yayınlanacak. Yine kıyamet kopacak tabii... ''Allah'ın Muhammedi ve ötekiler'' diye...

Bir yığın Muhammed var size Kur'an'ın Muhammed'i diye onları yutturuyorlar, inanmayın! Kur'an'ın Muhammed'i, Kur'an'ın içindedir! Hz. Ayşe'ye soruyorlar:
''Bize Hz. Peygamber'i anlat''. Gülüyor,
''Ne biçim soru soruyorsunuz? Peygamberi merak eden, gitsin Kur'an'ı okusun, Peygamber ondadır. Onun dışında bulamazsınız onu'' diyor. 

Hz. Ayşe, Peygamberin eşi. Şimdi aradan 1420 sene geçmiş. Siz nereden bulacaksınız Kur'an'ın Muhammed'ini? Bunların size anlattığı Kur'an'ın Muhammed'i değil!, Kur'an Muhammed'i Alemlerin Rahmetidir. Bunların anlattığı Bedevi Şefidir! Traş olanları cehenneme gönderir. Arap fistanı giymeyenleri zındık ilan eder. Masada yemek yiyenleri cehennemlik ilan eder.  Böyle Allah'ın Muhammed'i olur mu!? Allah'ın Muhammed'i Kur'an'ın içinde ve sizin ondan haberiniz yok. Din de Kur'an'ın içinde, onun dışında kalan, din min değildir! Ya Bedevi örfüdür ya Şaman örfüdür! Kimin neyiyse, alsın başına çalsın!

Kur'an'dan dini yeniden keşfetmek zorundayız diyorum. Bunun için yıkacağımız bir iki tabu var. Kur'an'ı tanımak ne demektir? Kur'an'ı asırlardır üfürtüyorsunuz. Kur'an üfürük kitabı değildir! Okunacak kitaptır! Kur'an'ı okumak demek, Kur'an'ı herkesin kendi bildiği dilde okuması demektir. ''Arapça bilmeyenler Kur'an'a el sürmesin'' diyen zihniyeti asmak lazımdır. Bu bir engizisyon papazlığından transfer edilmiş zulümdür. Evet, Kur'an Arapça vahyedilmiştir. O şekliyle korunacaktır. Buna kimsenin itirazı olamaz. Hiçbir tercüme Kur'an değildir. Ama Kur'an bütün dillere tercüme edilerek okunacaktır. Allah'ın istediği bu. Çünkü Kur'an'ın muhatabı insandır. 6 milyar insan Arapça öğreninceye kadar Kur'an'ı Himalayalar'da mağaraya mı hapsedeceksiniz?! Kur'an bir mesajdır Kur'an Hint mantrası değildir! Ne dediğini anlayacaksın! Bunu aşıyorsunuz, ondan başka zulüm tezgahlanıyor. Okumayı şarta bağlıyorsun, şartı olmaz! Sen şuna okuma desene!!! Bunların Kur'an ve peygamberle ilgili yoktur. ''Başın açık Kur'an okuyamazsın'', ''Sokağa çıkamazsın, abdestin bozulur''... Abdestin nelerden bozulacağı bellidir. Hangi Fıkıh kitabını alırsan, abdestin neden bozulacağı yazar. Bırakınız insanları, Mehmet Akif'in kemikleri sızlıyor şimdi! Dinine, namazına, abdestine onay alacak! Kitleyi korkunç bir riyakarlığın içine sokuyorlar! Riyakar, maskeli müşriktir! Kurtuluşu yoktur. Bırakın insanlar o zaman günahkar kalsınlar. Biz insan ibadetlerine Allah dışında birinden onay almak ihtiyacı duyarsa dini riya istila etti demektir! Yıllardır üfürüp duruyorsunuz, okumaya geçelim şimdi:

Maun Suresi:
''Dini yalan sayan kimdir biliyor musun? Kamunun malından kaçar, kamunun malını, milletin malını gaspeder, ibadetleri şov aracı yapar. İbadetleri şov aracı yapana yazıklar, lanetler olsun.''

Günahkarlara lanet okuyan bir din yoktur insanlık tarihinde. Din aksine, günahkarları kurtarıp Allah'a götürsün diye gelir. Dinin günahkarlardan şikayeti yoktur. O'nu inleten riyadır, ikiyüzlülüğün dine sokulmasıdır. O zaman bırakın insanları, bırakın da hür iradeleriyle, açık yükreklilikleriyle yapsınlar ne günahkar olsunlar. Zorlarsanız riyakar olacaklar, o zaman batacaklar. Aman yapmasınlar!

Kameralar eşliğinde abdest, namaz. İki rekat namaz kılacak binayı dört kez turlar. Gösteriş yapacak! Senin zorun ne bu namazdan?! Kazası var namazların, cem'i var. ''Namazları üçe indiriyor'' diye feryad ediyor! Bakın cehalet başımıza ne işler açıyor?! Beş vakit olan namaz cem ile üç vakit olarak da kılınabilir mazereti olduğu sürece. Sen bunu niye saklıyorsun?! Yeni bir din mi kuruyorsun?! Mazereti, meşgalesi olan; öğlene ikindiyi, akşamla yatsıyı birleştirebilir. Peygamberimizin sünnetidir bu! Sen bunu niye saklıyorsun?! Sen Allah mısın, peygamber misin?! Sen yeni bir din mi yaratıyorsun?! Bunu, peygamber yaptı, bilmedin mi? Niye saklıyorsun bunu milletten?

Sonra bana diyor ki:
''Ya tamam da kardeşim!, bunu açmasan olmaz mı?!
Fıkıh Profesörü bu adam! Yakalıyorum bir yerde soruyorum kendisine:
''Ben senin namazlarını cem edip kıldığını biliyorum. Sen nasıl bunu söylersin'' diyorum. 
''Yahu Yaşarcım, yanlış anlama. Biz aramızda bunu uygulayalım ama halka bunu açmayalım.''
Eeee dedim ki:
''Kardeşim, Kur'an'ın dini kast dini midir? Allah'tan korkmuyor musun?!''
''Ya anladık, tamam'' diyor. 


Din ideolojileştirildi mi Türkiye'yi rahatsız etmek kullanılıyor. Dinin değerleri alt üst ediliyor, yalanlar uyduruluyor, manipule ediliyor. Halk rahatsız edilsin, devlet çıkmaza sokulsun. Halkla devlet birbiriyle boğuşsun. Senelerce 70 yaşındaki profesörün okuttuğu öğrencisine diploma töreninde elini sıktırmıyor. Torunu yaşındaki öğrencisine! Neymiş efendim inancına aykırıymış! Allah senin cezanı versin! Yalan olduğunu bal gibi sen de biliyorsun. İslam'da kadınla erkeğin tokalaşmasını yasaklayan bir şey var mı?! Nereden çıkardın bunu?!

Geçenlerde ''rating'' rekoru kıran bir TV programında senelerce bunu yapan adamlardan birisi ne dese beğenirsiniz?! ''Efendim, ben kitabıma bunu koydum. Kadınla erkeğin tokalaşması haramdır diye. Fakat sonradan bunun İslami bir temeli olmadığını, uydurma bir söz olduğunu anladım. Kitabımdan çıkardım onu. İyi bir fırsat çıktı. Halkımıza bunu buradan duyurmak istiyorum.'' Yahu 20 sene geçti aradan! Sırf bu yüzden neredeyse cinayetler işlendi!

Ben torunum yaşındaki öğrencinin elini sıkmak istiyorum. ''Sen sıkma'' diyecek. Niye? Oradan hır çıkaracak, eğitim müessesesi ile halkı birbirine düşürecek. Haşa böyle birşey Kur'an'da yoktur! Olsa bile İslam'da Zaruret Prensibi diye birşey vardır. Zorunlu hallerde yasaklar bile zorunlu hal geçinceye kadar askıya alınır. Sen samimi bir dindar olsan o prensibi işletir, halkı burada yemezsin. Peygamber kadınlarla tokalaşmamıştır, doğru ama sen kimi kandırıyorsun? Bunların dinde izahı yapılmış, prensipleri belli.

Peygamber hayatında soğan, sarımsak da yememiştir. Yasak mı soğan, sarımsak yemek, İslam'da?! Peygamberimizin nübüvvetinden kaynaklanan, ona indeksli özel tavırları vardır. Ama bunlar ümmetini bağlamaz. Bunlar bellidir, tokalaşma da onlardan biridir. Niye yalan söylüyorsun millete düpe düz? Kendisi tokalaşmamıştır kadınlarla ama sahibesine diyor ki ''Git benim adıma şurada toplanan kadınlardan bey'at al gel.'' Yani onlarla el sıkışarak vekalet al gel. Yasak olsa gönderir mi? Soğan yemiyor, sarımsak yemiyor, bazı hayvanların etlerini yemiyor. Halk kendini bunları yemekten çekince: ''Ben yemedimse o benim zevkim, bazı özel durumlarım var. Millete haram, yasak filan yok, yeyin'' diyor. Bunları bu millet bilmiyor diye niye yalan söylüyorsun sen? Kur'an-ı Kerim kadın, erkek birlikte veya ayrı ayrı yemek yemenizde bir beis yoktur diyor. Eeee, sen niye insanları haremlik-selamlığa tabi tutup da putperest Bedevi örfünü getirip satıyorsun? Hz. Peygamber'in burada hassas olduğu bir tek şey var. Diyor ki: '' Birbirine mahrem olmayan, bir erkekle bir kadın - özellikle gençler- töhmete, şaibeye, ithama vesile olur diye; töhmet yaratacak şekilde uzun süre başbaşa halvet halinde bir yerde kalmasın.'' Bunu söylemeyen bir terbiye var mıdır? Ne diyecekti yani peygamber?'' Çekilsinler bir merdiven altına, orada kalsınlar'' mı diyecekti?

Birbiriyle görüşen müslüman aileleri arasında niye böyle bir maskaralığı sergiliyorsun? Nereden çıkarıyorsun bunları? Bütün bunlar dinin ülkemizi ve insanımızı nasıl manipüle etmek için kullanıldığının delilleridir. Bunlar anlamak için profesör dinlemeye gerek var mı Allah aşkına!? Rica ediyorum sizden! Kur'an'ı okursanız göreceksiniz. Müezzin dinlemeye bile gerek yoktur bunlar için.

Dini yalan saymanın iki alameti diyor Kur'an: Kamu malından çalmak, çırpmak. Pasif veya aktif kamu mallarının ulaşması gereken yere ulaşmasına engel olmak. Pasif olarak da kamu haklarına tecavüz edilebilir. ''Efendim ben çalmıyorum''... Çalmıyorsun ama, kurduğun KİT'lerle habire devleti zarara sokup, milletin kursağına gidecek paraları, oradaki açıkların sübvansiyonu için harcatıyorsun. Bu ne oluyor? Kur'an öyle bir ifade kullanmış ki ''bu  da aynen çalmaktır'' diyor. ''Benim aklıma gelmedi...'' Aklın neredeyse devlet yönetimi eblehler işi değildir, git otur yerinde çiftçilik yap. Aklın ermiyorsa otur yerinde. Ben kalkıp  da 1.63'lük boyumla güzel erkek yarışmasına girer miyim? Kıyamet mi kopuyor yani? Şart mı benim girmem? Ben de ilmimle, irfanımla temeyüz ederim. Ama demek ki, hangi işi iyi yapıyorsan, onun adamı ol.


Dini yalan saymanın iki tane alameti bakın nasıl çağın üstüne taşıyor insanı. Kamunun malından çalan, dine riyayı sokan ve ibadetleri şov aracı yapanlar dini yalan saymış olurlar. Diyor ki Kur'an: Kim diyor bunu? Kur'an! Adeta 1997 Türkiye'sinin fotoğrafını çekiyor!

Hz.Peygamber'in bu sureyi (Maun Suresi) tefsir eden bir tavrı vardır ki bu iyice müthiş.
Dizlerinin dibinde ağlayarak şehit olmuş bir sahibesini ağlayarak:
''Biz de senin gibi şehit olsak, cennete gitsek, cennet sana aşık'' filan gibi laflar edenlere ''Susun'' diyor. 
''O cennete falan gitmedi, şehit de olmadı. Şu anda cehennemin ortasında yanıyor.''
''Ey Allah'ın Resul'u böyle bir şey olur mu?''
Bakın Allah'ın Muhammed'inde neler var! İşte sünnet bunlar! Bedevi fistanıyla, traş olmamak değil!
''Nasıl olur?'' diyorlar. 
''Bu senin sahabin, senin dizlerinin dibinde şehit oldu. Niye cehennemi boylar?''
''Boylar'' diyor. ''Çünkü milletin malından bir kumaş çaldı, kendisine elbise yaptı. Onun için şehitliği de gitti, cenneti de gitti.''

Soru bir: Bu dinin peygamberinin bizzat tanıklığı ile milletin malından üç arşın kumaş çalan bir sahabi cehennemi boyluyorsa, bizim milletimizin nimet ambarlarından kasalarına trilyonları hortumlayanların akıbeti ne olacak?

Soru iki: Sahabiler diyor ki peygamberin bu sözü üzerine:
Ey Allah'ın elçisi farzedelim ki bir günah işledi, tamam ama üç arşınlık bir kumaş için senin şehit bir sahabinin böyle bir akıbete uğraması biraz ağır değil mi?''
Şimdi cevaba bakın:

Bu cevabı yazdım. Bunu ilk defa Türk İlahiyat Literatürüne ben koydum. Hiç bahsetmezler. 10 yıl önce yazdım. ''Çıplak Uyarı'' adlı kitabımda dedim ki: '' Maun Süresi Türkiye'yi tokatlıyor, dikkat edin.''
Dinleyen olmadı, bakın o tokatların sonu nereye geldi? Türkiye'nin haline bakın!

Cevaba bakın: ''Değil üç arşın kumaş, milletin malından bir takunya tasmasını da çalsaydı yine aynı akıbete uğrardı.''

Şimdi siz bu dinin neresinde olduğumuzu bir kez daha sorun. İşte dinin insan hayatına ruh verecek güzellikleri buradadır. Mahalle hesabı gibi çetele tutup da onun bunun kaç rekat namaz kıldığına, kaç santim eteğinin kısa olduğuna, kaç gün oruç tuttuklarına dini mahkum ettiğiniz zaman bu dinden hiçbir hayır göremezsiniz.

Biri size besmele çekip, bir edebiyat yaptı mı pusup oturuyorsunuz. Çünkü bir şeyden haberiniz yok. Ya ne yapacaksınız? ''Otur yerine kutsalı istismar eden yarasa'' diye adama bağırmamız lazım. Bunu yapmak için fazla bir şeye ihtiyaç yok. Şu Kur'an'ı okuyup onun dışında din olmadığını bilin yeter. Allame olmanız gerekmiyor. Ama ağzını açan adam ''Sen dur bakalım, bu söylediğinin yeri neresidir?'' demelisiniz. 


Herkesin evinde Kur'an var. En yüksek yere asılmış, ellenmemiş, küflenmiş! Kendini kandırma! Senin dilinde olacak Kur'an, bir de aşağıda olacak. Arabanın torpido gözüne koyun onu. Onu Allah yüksekten aşağıya indirdi. Çalışma odalarınızda, mutfaklarınız da tutacaksınız. Okuyacaksınız! Sizlere laf edeni yargılayacaksınız! Gel bakalım, nerede ? Göster!'' diyeceksiniz. ''Ben onu okumadım'' diyorsa '' Okumadığın kitap hakkında hüküm verme!'' diyeceksiniz.


İlk iş: Kur'an'ı tanımak ve din denen şeyi Kur'an verileri ile yeniden keşfetmek ve din adına ortaya getirilenleri Kur'an'dan hareketle sorgulamak ve yargılamak. İşte Türkiye'nin bugün muhtaç olduğu seferberliğin ilk hareketi budur. Umarım bir çoğu gayet açık söylediklerimin.


Hepinizi Allah'a emanet ediyorum. Teşekkür ediyorum.

Profesör Yaşar Nuri ÖZTÜRK 





Murat Apay




Yorum Gönder

0 Yorumlar