İnsanın Fonksiyonu Nedir?


Homo Sapiens  neden bu evrende vardır? Neden, bu gezegende böylesi bir evrim süreci yaşanmıştır? Tanrı neden mafyayı aratmayan bu acımasız, yarışma sürecine izin vermiştir? Doğa neden böyle acımasızdır ve kaba kuvvet, mafya kanunları doğada geçerlidir? Bunlar tamamen felsefi ve teolojik sorulardır. Bu kitabın konusundan uzaktırlar. Tanrı’nın neden insana böyle bir yol seçmiş olabileceği; bazı dinlerin insanlar tarafından yaratılmış olup, olmadığı da bu kitabın konusu değildir! Bu konular tartışmaya açıktırlar. Şu bir gerçektir ki, insan üst düzey primat atalarından evrimleştikten bir süre sonra, sosyal yaşantıya geçmiştir. Sosyal yaşantı, Homo Erectus döneminde de vardı!  

Homo Sapiens, sosyal yaşantıya müsait bir beden yapısına, dile, beyin yapısına ve kortekse (beyin kabuğu), el hareketlerine (korteksin eldeki motor hareketleri koordine etmesi!)  sahipti. Soyutlama yeteneği vardı, kelimeler oluşturabiliyor, birbiriyle haberleşebiliyordu. Vücudu, sesi ve eliyle  (el hareketleriyle)  iletişim kurabiliyor ve insan grupları oluşturabiliyordu. Bu durumda da sosyal bir yapı oluşturması mümkündü. Aslında benzer sosyal yapılara şempanzelerde ve gorillerde de rastlamaktayız; balinalar ve yunuslar da bu tip haberleşmeye sahiptirler. İnsan sosyal yapıları önce küçük topluluklar, sonra da köy büyüklüğündeki topluluklar biçiminde oluşturdu ve varoluşu bir süre sonra bu sosyal yaşantıların ve paylaşmanın varlığına bağlı hale geldi. Sosyal yaşantı Homo sapiens türünün yok olmasını önleyen en önemli etmenlerden birisidir.  

Doğadaki diğer hayvanlara baktığınız zaman, pek çoğunun doğada yaşamak için aslında insandan çok daha gelişmiş olduğunu görürsünüz. Örneğin insan C vitaminini ve bazı aminoasitleri vücudunda sentezleyemez ve dışarıdan almak zorundadır, halbuki inekler sadece ot yiyerek her ikisini de vücutlarında sentezleyebilirler28. Bu nedenle insan avlanmak zorundaydı, avlanmak için de diğer hayvanlardan daha iyi yetenekleri yoktu! Homo Erectus zamanında ilk kez alet yapmayı öğrenen insan bu aletleri (taştan balta yapmak gibi) avlanmak için kullandı, ateşi bulması ise daha kolay olarak yiyeceklerini pişirmesini, vahşi hayvanlardan korunabilmesini sağladı. Homo Sapiensin doğadaki macerası çok zor ve sancılı, acı bir maceradır. Homo Sapiens doğadaki, doğal mafyaya karşı mücadele etmiştir. 


Doğanın mafyöz kurallarını ve doğal seleksiyonu gören insan doğal olarak, mafyayı yani kaba güce dayanan temel kural koyma sistemini doğaya ve hayvanlar alemine bakarak öğrendi. Kadınlar, üreme, avlanan hayvan, güçlü olan bireylerindi. Yani kötü olmak ilk insanın dünyasında çok doğaldı! Bugün şeytansı, kötü gördüğümüz veya hukuk sistemlerimizin cezalandırdığı pek çok davranış (adam öldürme, çalma, ırza geçme gibi) ilkel insanın dünyasında çok normaldi.                                               

28  Randolph M. Nesse and George C. Williams.  Why We Get Sick, A New Science of Darwinian Medicine, N.Y. : Vintage Books, 1994. S:130-132. 

İlkel insan ve ilkel erkek, çoğunlukla dişilerle tecavüz ederek çiftleşti ve çocuk sahibi oldu. Çalmak onun dünyasında çok normaldi. Öldürmek, yaralamak ve işkence yapmak da ilk insanın dünyasında normaldi. Bunun örneklerini ve devamını yazılı olan tarih boyunca da gördük. Belki de hiç bir hayvan türünde olmadığı kadar kendi türüne zarar veren insandır. İnsanlık tarihi, kan, acı, işkence, soykırım ve yok edişin tarihidir. Bu özellik Homo Sapiens’e son 2 milyon yıllık evrimi ve doğal seleksiyonu sonucu gelişmişti ve bizim bugün ‘kötü’, ‘şeytansı’, ‘sapık’ dediğimiz, hukuk sistemleriyle cezalandırdığımız pek çok davranış ve pek çok ilkel insan tavrı o zamanlar var olabilmek ve devam edebilmek için çok doğaldı. Dolayısı ile KÖTÜ yüzbinlerce yıl boyunca evrimleşti. Kötü herşeye hakim oldu, bugün mafyöz dediğimiz, hukuk dışı, çete davranışı insanların sosyal olaylarını yönetti. Bu mafyöz, kapitalizmin kökenini oluşturan davranış tarzı çok yakın bir tarihe kadar insanın kurduğu sosyal yapılarda mevcuttu. Taa ki, hukuk icat edilene kadar! Hukuk, mafyaya ve doğadaki çetesel sisteme karşı icat edilmiştir. Hukuk insanın, çetesel, mafyöz ve doğadaki acımasız kapitalizm-benzeri sisteme karşı kurmuş olduğu bir düzenleme ve sosyal uyum mekanizması olarak gelişmiştir. Ama henüz hiç bir hukuk sistemi mükemmelleşmemiştir. İnsanlara eşitlik, adalet getirmeyi sağlayamamıştır. Hele uluslararası hukuk emperyalist ülkelerin ve ABD’nin son işgallerinden sonra (Afganistan, Irak vb.) tamamen ortadan kalkmış durumdadır! Hukuğun hedefi çetesel, eşitliksiz koşulları ortadan kaldırmak olduğu halde, bugün halen çeteler veya mafyalar ya da gizli örgütler-supranasyonal teşkilatlar hukuk sistemlerini işlerine geldiği gibi yönetmektedirler!  

Özellikle Türkiye’de hukuk sistemi büyük ölçüde iflas etmiş durumdadır, yargının bağımsız olup, olmadığı tartışılmaktadır ve MAFYOKRASİ denebilecek, demokrasinin sanal ve sadece görüntüde var olduğu, aslında sistemin arkasındaki farklı güçlerin hukuk sistemini ve yargı sistemini yönettiği izleninimi –bazen vermekte olan- bir yapı mevcuttur. Aslında bu sistem ABD’de de mevcuttur; fakat Türkiye’de çok farklı istihbarat örgütleri ve Derin Devletler politik, siyasi ve sosyal sistemin içine girdikleri için, İtalya’daki P2 Locasındaki –aslında- illegal örgütlenme benzeri yapılar Türkiye’nin de içine nüfuz etmiştir29. Bu konuda basına ve Aydınlık dergisine yansımış iki MİT raporuna rağmen, bu raporda mafya-yabancı derin devlet ilişkileri teleffuz edilmiş kişiler halen çok  kritik noktalardadırlar; raporun baş aktörleri halen parti başında kalabilmektedirler. Yani NATO’nun gizli bir yapılanması olan Gladyo (Stay Behind örgütleri) Türkiye’yi büyük ölçüde infiltre olmuş ve  işgal etmiş durumdadır. Türkiye’de Anayasa’nın, hukuk sisteminin, istihbarat ve Devlet (ve de Derin Devlet) sisteminin baştan detaylı olarak kurulması gerekmektedir.  

İsterseniz İtalya Örneğini tanıtmak için Daniele Ganser’in ‘Nato’nun Gizli Orduları’ isimli kitabından CIA’nın veya CFR’nin yaratmış olduğu bu Küresel Çeteleşme’yi okuyalım30

29 Suat Parlar.  Kirli İşler İmparatorluğu, Bibliotek Yayınları, 1996;  Suat  Parlar.  
Kontr-Gerilla Kıskacında Türkiye, İstanbul: Bibliotek Yayınevi, 1997. 
30 Danielle Ganser. Nato’nun Gizli Orduları, Çev. Gülşah Karadağ, İst:  Güncel Yayıncılık, 2005, 144-147

......... ‘P2 Direktörü Licio Gelli ile CIA’nın komünistleri iktidar dışında tutmak amacıyla, İtalya siyasetine ne kadar çok müdahale ettikleri  yıllar sonra açığa çıkacaktı. 1919 yılında doğan Gelli yarı eğitimli birisiydi ve  13 yaşında okul müdürüne vurduğu için okuldan atılmıştı. 17 yaşında gönüllü olarak Kara Gömleklilere katıldı ve Franco adına savaşmak için İspanya İç Savaşına katıldı.  İkinci Dünya savaşı süresince savaşmak üzere SS’de  Alman Herman Goering emrinde başçavuş olarak  görev yaptı ve savaş sonrasında Amerikan ordusuna kaçarak, İtalyan sol kanat  partizanlarının elinden zor kurtuldu.  ABD’deki Mason Locasından  Frank Gigliotti, Gelli’yi kişisel olarak Loca bünyesine aldı ve ona Roma’daki CIA istasyonuyla yakın işbirliği içersinde  İtalya’da antikomünist hükümeti kurma görevini verdi..... 

....Nixon’un Ulusal Güvenlik danışmanı Henry Kissenger Gelli’ye 1969 sonbaharında 400 yüksek düzey İtalyan NATO askerini P2 Locasına kabul etme yetkisi vermişti. Gelli Birleşik Devletlerle kurduğu mükemmel irtibatı soğuk savaş boyunca sürdürdü...  

.... Nisan 1981’de Milano sulh yargıçları, bir suç soruşturması kapsamında Licio Gelli’nin Arezzo’daki villasına baskın düzenledi ve varlığı bilinmeyen P2’ye ait dosyaları ele geçirdi. Ardından Tina Anselmi başkanlığında bir meclis araştırması pek çok İtalyan’ı şaşkınlığa uğratan bir gerçeği ifşa etti. Anti komünist P2 Locası yapılanmasının el konulan üye listesinde 962 isim bulunuyordu. Toplam üye sayısının 2500 üzerinde olduğu tahmin ediliyordu.  Ele geçirilen üye listesi bir tür ‘İtalya’da kim kimdir?’ listesi gibiydi ve İtalya’nın salt en muhafazakar isimlerini değil, aynı zamanda toplumun en güçlü üyelerinden bazılarını da kapsamaktaydı: Carabinieri paramiliter polis gücünün yüksek 52 üyesi, İtalya Ordusunun yüksek rütbeli 50 askeri, Maliye polisinin yüksek rütbeli 37 ismi, İtalyan Deniz Kuvvetlerinin yüksek rütbeli 29 komutanı, 11 polis müdürü, 70 varlıklı ve nüfuzlu sanayici, 10 banka müdürü, bakanlık yürütmekte olan 3 isim, 2 eski bakan, 1 siyasi parti lideri,38 parlamento üyesi, 14 kıdemli hakim. Sosyal hıyararşinin daha alt basamaklarında bulunan diğer isimler arasında valiler ve hastane yöneticileri, profesörler, noterler ve gazeteciler bulunmaktaydı. En önemli üye P2’nin keşfinden nerdeyse 20 yıl sonra Mayıs 2001’de İtalya Başbakanı olan SILVIO BERLUSCONİ idi...  

(Not: Berlusconinin mafya ilişkileriyle ve kara para ile nasıl medyanın tüm kuruluşlarını satın alarak, beyinleri kontrol ettiğini ve mafyöz ilişkilerini başbakanken de sürdürdüğünü unutmayın; ayrıca bu kirli ilişkiler ağının içinde Berlusconi’nin PKK’yı savunması ve desteklemesi de vardı,  Ü.S.) 


Gladyo adı verilen bu yapı halen İtalya’da aktiftir, güçlüdür ve mafya ile içiçedir. Henüz hukuk sistemleri bunu yok edememiştir, yani temelde denetimi NATO’nun ve CIA’nın kontrolünde olan bir Supranasyonel ve hukuklar üstü güç İtalya’da mevcuttur. Merkezi Mason cemiyetlerinden, CIA’dan ve  Amerikan Derin Devletinden, Bilderberg’den başlayan bir gizli ve derin örgütlenme yapısı İtalya’da heryeri bir ahtapot gibi sarmıştı. Bunun bir benzerine de Susurluk kazasıyla ortaya çıkan Türk Gladyo’sunda rastladık. Benzer yapılanmalar Türkiye’de de vardır ve Türkiye’yi Küresel sermayenin esiri etmeye çalışmaktadır.  

Gladyo-gizli örgüt-istihbarat örgütü-dini merkez (Vatikan)-masonluk çizgisinde belki de en iyi örnek teşkil eden P2 Locasını isterseniz bir de Suat Parlar’ın tecrübeli birikiminden izleyelim 31:  
                                                 
31 Suat Parlar. Kirli İşler İmparatorluğu, İst.: Mephisto, 2. baskı, 2006, S:68-75.  

‘........ Mafya, olağan hukuk düzenini bir paçavraya çevirir, yargılanabilir, mahkemeye çıkabilir, ancak mahküm olmaz; çünkü ‘deliller hep yetersizdir’. Delillerin yeterli olması durumunda ise bu delilleri ‘bertaraf edebilme ayrıcalığını’ kullanır. Çünkü istihbarat örgütleri, yargıçlar, politikacılar ile ortaklık ilişkileri vardır. Buna karşı çıkanları sistem yok eder. İtalyan yargıcı Giovanni Falcone ve Borselino mafyanın Almanya ve İsviçre’deki finans ilişkilerini araştırırken öldürüldüler. 

Mafya, sistem dışı değildir, sistemin kendisidir. Mafya düzen demektir. Herhangi bir devletin mafios yapıları ortadan kaldırması kendi varlığını tehlikeye düşürür. Örneğin, mafios işleyişin ve narko finans trafiğinin izlenmesi, banka ve borsa kurumlarının konumunu ortaya çıkarır. Siyasi dayanaklar aranırsa ne olur? İtalya’daki gibi hükümetler düşer. İtalya bu konuda önemli veriler sunan bir örnektir. ‘Adalet mercileri ne zaman İtalya finans çevrelerinin, inşaat, turistik gelişme, yerel politikalar veya özel sektör harcama fazlalarının kabuğunu kaldırsalar altından mafya çıkmaktadır..... 

.......Bu durum, salt İtalya için geçerli değildir. Pakistan’dan Amerika’ya kadar birçok ülkede devlet organları ile yeraltı ekonomisi ve mafyatik yapılar karşılıklı bağımlılık ilişkisi içindedirler. Tüm bu mafyatik yapılar bir ahtopot gibidir. Gizli servisler, güvenlik örgütleri ve masonik kurumlar (veya bu kitapta bahsedilen masonik gizli örgütler, Skulls and Bones, Vatikan, Opus Dei, Round Table vb.; Ü.S.) destekli yeraltı imparatorlukları,   boyuttadır. Vatikan kapitalist enternasyonelin en etkili kurumları arasındadır. O tıpkı mafya gibi uluslararası bir holdinge dönüşmüştür. Vatikan, Chase Manhatten Bank, Bankers Trust, Morgan Bank, Fransa’da Rothschilds; Zürih ve Londra’da Credit Suisse, General Motors, Shell, Gulf Oil, General Electric, IBM gibi şirketlerde hissedardır. Vatikan’ın kendi bankası IOR (Instituto Perle Opere Di Religione) ise mafyanın mali ilişkilerinde kullandığı ve hiçbir kanuna bağlı olmamasından dolayı paraları aklamakta aracı haline getirdiği bir kurumdur. 
(bkz. Uğur Mumcu, Papa, Mafya ve Ağca)........ 

..... Dayanışma sendikasının (Papalık-Vatikan-P2-Mafya-politikacı-SuperNato bağlantılı) finansmanı için gereken paralar, CIA’dan ve Milano’da bulunan Banco Ambrosiano’dan geliyordu. Bankanın yönetiminde ise Roberto Calvi vardı. Calvi P2 (Propagando Due) mason locasının üyesiydi. 1982 yılında, bu bankanın çökmesine neden olan para yardımlarını da mason lideri ve P2 locasının kurucusu Licio Gelli’nin emriyle yerine getiriyordu. Gelli’nin P2 locasında çok sayıda Amerikalı, bu arada CIA’nın İtalya istasyon şefi de üyeydi. Bankanın Polonya’daki faaliyetleri ortaya çıkınca, bu konuda açıklamada bulunanlar öldürüldü. Bu arada Calvi de, İngiltere’de 18 Haziran 1982’de Londra’nın ve İngiliz masonluğunun önemli bir simgelerini taşıyan ‘ Kara Biraderler Köprüsünün’ altında boynundan asılı olarak bulundu. Daha sonraki yıllarda Calvi’nin sırları aydınlandı. Banco Ambrosiano, 1978-1981 yılları arasında Polonya’ya 40 milyon doların üzerinde para akıtmıştı. Polonya’da sosyalizm çöktükten sonra, masonların bu yardımları karşılıksız kalmadı. Medya Kralı Berlusconi’nin  desteklediği Nicola Grauso adlı bir yayıncı, Polonya’nın belli başlı gazetelerini ele geçirdi. Medya kralı Berlusconi de P2 Locası üyesiydi. Polonya’daki televizyon reklamları da PUBLI POLSKA adlı Berlusconi’nin firmasının denetimindeydi. 1982’de Banco Ambrisiano batınca, 1.250 milyar dolarlık, borcun büyük kısmını Vatikan bankası IOR üstlendi. Ancak bu örtülü operasyonları Vatikan tek başına finanse edebilecek durumda değildi. Vatikan bu amaçla yeni bir organizasyona gitti. Deutsche Bank’ın yönetim kurulu başkanlığında bulunmuş Joseph Herman Abs gibi isimler, bu yeni finans organizasyonunda başı çektiler. Ayrıca Opus Dei örgütü de devreye girdi. IOR’un mali durumunu düzelten bu ‘müminler’ Vatikan’ın Doğuya yönelik yeni politikasının esasları, Papa XXIII. Johannes tarafından formüle edilmişti. Buna göre batı, para gücüne dayanarak doğuyu, ideolojik olarak ve dini olarak ilhak edecekti. Roma imparatoru Vespasian’ın bir zamanlar dediği gibi ‘para pis kokmuyordu’, ABD-CIA, Vatikan, Mafya, Masonik Örgütler, Nato ve spekülatörler ‘Kutsal İttifak’ oluşturmuşlardı.... 


........Doğu’ya yönelik operasyonlarda Gladyo örgütleri kullanıldı. Gladyo içinde her tür meslekten görevli bulunuyordu. ‘Gladyo’ mensupları çoğunlukla askeri istihbarat servisleri içinden seçiliyordu. Seçilme ölçütleri, askeri yeterlilik veya sabotaj, provakasyon, vb. gibi becerilerle sınırlı değildi. Örneğin İtalya’da açığa çıktığı kadarıyla, işadamları, yöneticiler, bankacı ve borsa uzmanları da Gladyo üyesi olabiliyordu. Aralarında büyük işadamları yanında mafya üyesi olabiliyordu. İtalya’da Gladyo ve P2 Mason Locası içiçe geçmişti. Gladyo’nun bulunduğu NATO ülkelerinin pekçoğunda durum aynıydı. Her türlü parlamento ve hükümet kontrolünün dışında çalışan ‘GLADYO’, kendisini vareden soğuk savaş koşulları ortadan kalkmasına karşın faaliyetlerine devam etmiştir. 1980’li yılların ortalarından itibaren en azgın anti-komünist bile ‘Doğu Bloku’nun ‘Batı’yı işgal edemeyeceğini biliyordu. ‘Gladyo’ sözde (!) Komünist bir işgal altında, ülke içinde direniş örgütü olarak faaliyete geçecekti. Ancak bu gerekçe ortadan kalkmasına rağmen Gladyo örgütleri bu faaliyetlerine devam ettiler. Gladyo 1993 yılında bile icraatlarına tüm hızıyla devam ediyordu........ 

.........P2 üyelerinin bağlantılı olduğu başka bir örgüt ise Kudüsteki ‘Kutsal Mezar Tarikatı’ idi. Bu önemli örgüt koyu bir anti-komünist imana sahiptir. ....... 

....... Öyle bir ilişkiler ağı söz konusudur ki, 70’li yıllarda Milano’lu Banker Michele Sindona, zamanının ünlü mafya aileleri olan İnzerillo-Bontade-Di Maggi’lerin gelirlerini idare ediyordu. Sindona aynı zamanda Vatikan’ın bankası olan IOR ile de içli dışlıydı. IOR, zamanının en büyük komünizm düşmanı, Litvanya kökenli Amerikalı Piskopos Paul Marcincus’a bağlıydı. Sindona iflas ettiği zaman, Marcinsus’un ona yardım için görev verdiği iki başpiskopastan biri ‘Kudüsteki Kutsal Mezar Tarikatı’nın’ lideri olan Kardinal Guiseppe Caprio idi.  Vatikan’ın verdiği görev Sindona’nın borçlarının ödenmesiydi.  

(Not: bu kardinaller ve Sindona gibi kişiler araştırılınca çoğunun mason veya benzer bir masonik örgüt üyesi olduğu görülmektedir, Şunu da vurgulamakta yarar var,  Sindona’nın daha sonra hem P2-hem Licio Gelli- hem de Gelli ile Reagan’la birlikte seçim kampanyasını yöneten Guarino arasındaki bağlantılar mahkeme kayıtlarında vardır ve Kutsal Mezar Tarikatı mafya ile birlikte çalışmaktadır, Ü.S.)...... 

....... Kutsal Mezar Tarikatı üyelerini en etkili konumlara getirebilmeyi başarabilmiştir. Örneğin, mafya türü bir yapılanmayı örgütlemek ve cinayete teşvik suçundan yargılanan şövalye Guilio Andreotti 7 kez başbakan olmuştur.  Andreotti dışında yirminin üzerinde bakan aynı tarikata üyedir. İtalya’da şövalye Antonio Fazio’nun Merkez Bankası başkanlığına getirilmesi de oldukça önemlidir...... 

...... Tarikat yargıç Falcone ve Borsellino’un öldürülmesinden de sorumlu tutulmaktadır. Bu tarikatın istihbarat ve güvenlik örgütlerinde de pek çok üyesi vardır. Palermo emniyet müdürlüğü cinayet masası şefi Brona Contrade ilk akla gelenlerden birisidir. Tarikatın önemli ortağı Kont Artura Cassina’dır. Cassina’nın şirketleri Berlin Duvarı çöktükten sonra en fazla büyüyen ticari kuruluşlar arasındadır. Cassina, Tarikatın 1988 yılında Sicilya sorumlusuydu. Tarikat enternasyonal içeriğe sahiptir. Almanya’nın finans ve bankacılık sektöründen üst düzey üyeleri vardır. Deutsche Bank’ın pek çok yöneticisi, Weschebank, Giroverbank, ile Kuzey Ren Vestfalya bankalarının üst düzey görevlileri Kutsal Mezar Tarikatına üyedir. Eski başbakanlardan Adenauer’in danışmanı ve Deutsche Bankın yönetim kurulu başkanı Josef Abs da tarikatın şövalyesiydi. Ayrıca ZDF televizyonunun ilk başkanı Karl Holzhamer, Bavyera eski eyalet başkanı Max Streibl, Nazi dönemi yargıçlarından Baden Württenberg, Eyalet başkanı Hans Filhinger de tarikata üyeydi......  

(Not: bu tarikat ve benzeri masonik tarikatlar araştırıldığında bu isimlerin büyük çoğunun hem mason örgütlerine üye olduklarını göreceksiniz, hem de bazılarının isimlerinin Bilderberg ve Trilateral Komisyon toplantılarında geçtiğine, Ü.S.).... 


..... İtalya’da masonlarla, mafya nerdeyse içiçe girmiştir. Yargıç Cordova, masonların listelerine el koymak isteyince, en büyük tepkiyi  devlet başkanı Fransesco Cossiga’dan görmüştü. Sadece Sicilya’da faaliyet gösteren mason locası sayısı 113 idi. En az 30 locada mafyanın egemenliği bulunmaktaydı. Örneğin Palermo A. Diaz şark Locasında en etkili isim mafya patronu Vito Cassiofetto’dur. En çok üyesi bulunan  ‘Garibaldi’ locasında ise mafya patronlarından Giovanni La Cascio, Giovanni La Baldo ve Pietro Teresi gibi etkili isimler bulunmaktadır. 


Görüldüğü üzere 20. yüzyılın ortalarında ve sonunda yukarıda bahsedilen mafyöz ilişkiler ağı artık çok detaylı olarak tüm devletlerin, hükümetlerin her yanını sarmış ve bir mafyöz toplum yapısı oluşturmuştur. Murat Çulcu’nun deyimiyle, Mafyöz Toplum Yapısı pek çok ülkededir ve her yanı sarmıştır32. Bu çarka Türkiye de dahildir33. Bu çarkla ilgili daha detaylı araştırmalarımız ileride yayınlanacaktır. Ama burada değinmek istediğimiz şey, NATO’nun veya yabancı gizli servislerin ve bazı ülkelerin Derin Devletlerinin hiç de hukuka bağlı ve saygılı olarak çalışmadıkları, her türlü uyuşturucukaçakçılık-örtülü ve illegal operasyon işinde olduklarıdır. Kitapta yöntemlerinin bir kısmına değineceğimiz gizli örgütler veya masonik gizli örgütlerin en iyi örneğini teşkil eden P2 Locası halen aktiftir ve Gladyo ile birlikte faaliyetlerini sürdürmektedir. Masum görünümde olan mason teşkilatının nasıl bir ölümcül mafya teşkilatı haline gelebileceğinin en iyi örneklerinden birisini ise İtalya’daki P2 Locası, onun Büyük Üstadı Licio Gelli oluşturmaktadır. Bu olaylar ortaya çıktıktan sonra Londra Birleşik Büyük Locasının İtalya’daki tüm locaları afaroz ettiği söylentisi de çıkarılmıştır. Ama bu ne kadar doğrudur bilinemez. Çünkü P2 Propaganda Due Locası bir Büyük Loca veya farklı bir rit biçimde çalışmış, 2500 üyeye sahip olmuştur. Normal koşullarda bir mason locasının maksimum sayısı 200-300’ü geçemez. Sadece Licio Gelli’nin evinde çıkan liste 900 küsur kişiden oluşmaktadır. Bunların içinde ise çoğu loca üstad-ı muhteremliği yapmış kişiler vardır. Dolayısı ile P2 tek bir loca değildi, alt localardan oluşan veya bir çok locadan oluşan bir çeşit RİT’di (Skoç riti veya York Riti gibi). 2500 kişilik bir üye sayısı ile en az 10 loca (veya fazlası)  oluşabilirdi. P2 (Propaganda Due) bu nedenle sıradan bir tek Mavi Loca olarak ele alınmamalıdır, bir çeşit operasyonel ve istihbari bir Kırmızı Loca görünümündedir veya Localar üstüdür.  Dünyanın pek çok ülkesinde Mavi Locaların bu eylemlere girmesi zor görünmektedir, çünkü sadece 3 yıllık bir eğitim ve gözetim, beyin yıkama ile insanların böylesine gizlilik gerektiren teşkilatlarla bağlantılı olması olasılığı pek yoktur; örneğin Locanın sadece bir iki kişisinin bile bu faaliyetleri farketmesi ve savcılığa veya basına bildirmesi yeterli olabilir. 

İtalya’daki yakın zamanda ortaya çıkarılmış insanın uygun koşullarda hemen çeteleşmeye yönelebileceğini kanıtlayan  bu örnek yapıyı hatırladıktan sonra, tekrar insanın doğadaki yapısına dönersek: 

İlkel insanın dünyasında doğal olarak birbirine yardımlaşmanın getirmiş olduğu çetesel faaliyet de kendi sistemi içinde evrimleşti. Yüzyıllar boyu, çeteler çetelere saldırdı. Çeteler, çeteleri yönetti; halen de yukarıdaki örnekleriyle bunu görebilmekteyiz. En iyi örgütlenen, düşman hakkında en iyi bilgi toplayan ve en iyi aletler yapan çeteler, diğer çeteleri alt etti, onların kadınlarını, çocuklarını ve mallarını aldı, kendi çetelerine kattılar. Bu eylemler yüzbinlerce yıl devam etti.  

Hepimizin beyninin bir yerlerinde, kollektif bilinç dışımızda o günlere yönelik bazı izler, DNA kayıtları veya bilgiler mutlaka mevcuttur. Saldırganlık, vahşet, sadizm, yoketmek, öldürmek, nefret, acı çektirmek, egoizm, bize biyolojik yapımızın vermiş olduğu bir sistemin bir sonucudur.  

Her zaman tüketim malzemeleri sosyal yapılara yetmemiş, avlanma alanları, su veya tüketim malzemeleri her zaman paylaşılmak  veya bunlar için savaşılmak zorunda kalınmıştır. Örneğin kölelik insanlık tarihi kadar eskidir. Bir grup çete, başka bir grup çeteyi alt ettiği zaman, yenilen çeteye ait yabancı dil konuşan veya daha farklı olan grup diğerlerine ölümüne hizmet etmek ve tüm mal varlıklarını onlara vermek zorunda kalmışlardır.                                                

32 Murat Çulcu. Dünyamızı Saran Mafia, Cilt I, II ve III , İstanbul, Kastaş Yayınevi,   1992. ;   Murat Çulcu. Mafia Üzerine Notlar, İstanbul, Kastaş Yayınevi, 1998.  
33 Adil Serdar Saçan . Akbabalar Örgütü, İstanbul: Bir Harf Yay., 2005;  Adil Serdar Saçan. Küresel ve Yerel Mafya Kıskacında Son KALE, İstanbul: Bir Harf Yay., 2006; Murat Çulcu. Mafia Üzerine Notlar, İstanbul, Kastaş Yayınevi, 1998;  Robert Greene, Knut Royce, Les Payne. The Heroin Trail, N.Y.:Signet Books, 1974. 

Bu durum ne getirmiştir? Çetesel- bugün adına mafyöz dediğimiz- faaliyetlerin insan grupları arasında gayet normal olarak kabul edilmesini. Yani çetesel faaliyet veya mafyöz faaliyet bizim bilinç dışımızda, kollektif bilinç dışımızda mevcuttur. Hukuk sistemleri tarafından kontrol edilmediği zaman hemen ortaya çıkmaya müsaittir. 

O yüzden Hukuk Devletleri ve Hukuk Devletlerinin savunulması ve uygulanması en bilimsel düşünce sistemidir. 


Zamanla bu çeteler, daha büyük çetelere ve ordulara dönüşmüştür. Ordular bir insan grubunun içinden çıkan ve her türlü yok edici faaliyeti gösterebilecek yapılar haline gelmişlerdir. İnsanın insanı yok ediciliği ise hiç bir zaman azalmamış aksine artarak devam etmiştir. Bunun son örneğini 20. yüzyılda yaşanan ve yaklaşık 60-80 milyon kişinin ölmüş olduğu iki dünya savaşı göstermiştir. Aslında bu şavaşlar birer paylaşım savaşıdır. Hedef dünyayı ve tüketim malzemelerini, doğal kaynakları ve enerjiyi paylaşmaktır. 11 Eylül 2001 tarihinde Anglo-Sakson ve Yahudi kültürler tarafından çıkarılmış olan 3. Dünya savaşı da belki son PAYLAŞIM Savaşıdır. Hedef enerji alanlarının, önemli madenlerin ve temel bazı tüketim maddelerinin veya araçlarının kontrol altına alınabilmesidir. Büyük Ortadoğu Projesi de bu tipde bir paylaşım için ortaya çıkarılmış, hedefi Büyük İsrail olan Siyonist bir projedir34. 

İnsanın varolması için oluşturmuş olduğu çetelerin sağlıklı yapılarda olabilmesi için farklı bir piramitsel örgütlenmeye ihtiyaç duyulmuştur. Bu piramitin tepesindekiler o insan grubunu yönetenlerin genetik yapılarını taşıyan ve onların soyundan olan kişiler olmuştur. Ama piramitin tepesindekilere yardım eden bir sınıf da belirmiştir.  Bu kişilerin işlerine yarayan  ve sistemi piramitin üstündeki azınlık yararına kullanabilen din adamları, esnaflar, tüccarlar, bilim adamları, savaşçılar, subaylar yeni yönetici sınıfın üst düzey elemanları olmuşlardır. Piramitin altında ise bu sınıflara hizmet eden halk, köylüler, daha sonra işçiler  yer almışlardır, 150-200 yıl önceye kadar da bunların altında bir de  köle sınıfı mevcuttu. Böylece var olan yönetici ve aristokrat dediğimiz sınıfın bireyleri kendilerine daha fazla düşünme, üretme, bilimi oluşturma, toplumu kontrol etme, kontrolü elinde tutabilmek için sistemler ve stratejiler geliştirme ve güç kullanma, en önemlisi de güç merkezi haline gelecek sistemler (gizli cemiyetler) kurma zamanı ve finansı bulmuşlardır. Bugün bu gizli cemiyetler, onlarla savaşmak isteyenlerden 10-20 hamle daha öndedir. 

Gerek kendi sınıfları içindeki etkin kişilere veya yapılara karşı, gerekse yabancı ülkelere, topluluklara veya yabancı insanlara karşı iç içe geçmiş dairelerdeki gibi yeni örgütler, yeni çeteler ve yeni daha güçlü sistemler kurmak zorunda kaldılar. Bu sistemler gizli örgütlerin temelini oluşturdu. En içteki çelik çekirdek ve gizli çekirdek ise gizli olduğu müddetçe yaşayacağı için, mümkün olduğu kadar gizli bırakıldı.                                                  

34  Ümit Sayın. Gizli Örgütler, 11 Eylül ve BOP, İst: Neden Kitap, 4. Genişletilmiş baskı,  2006; Jim Marrs. Rule by Secrecy, NewYork: Harper Collins, 2000. Gaylon Ross. The Elite Don’t Dare Let Us Tell the People. Spicewood-Texas: RIE Press, 2005, S:5-50. 


Ama bugün bu yapının temelinde Siyonist bazı teorilerin veya gizli yapıların bulunduğu tahmin edilmektedir. Gizlilik, yüzyıllar boyu gerek Vatikan gibi dini temele dayanan çeteler veya mafyalar için, gerekse Vatikanla mücadele eden Tapınak Şövalyeleri veya Yahudi gizli örgütlerinin oluşturduğu çeteler için çok hayati önem taşımıştır.  


Dini yapılar pek çok detaya, sisteme, dinamiğe, ilkelere ve örgütlenme yapısına sahip olduğu için gizli örgütlerin ilk oluşum yeridirler. Vatikan ve yüzyıllara dayanan çok gizli örgütlenmeleri buna bir örnektir (Opus Dei gibi,Opus Dei 1928 ylında kurulmuş olmasına rağmen, çok büyük bir Katolik Gizli Örgüt ağının mirasını almıştır, ayrıca mutlaka adı bilinmeyen başka gizli Vatikan örgütleri vardır) Daha sonra dine karşı çıkan veya dinle savaşan sistemler de (Satanizm, Gül-Haç, Tapınak Şövalyeleri veya Pro-masonik gizli yapılar) hep gizli örgüt yapılanmasına ve istihbarat örgütü sistemine yönelmişlerdir. Aslında gizli örgütler, istihbarat örgütlerinin ilk oluşan sistemleridirler35. Zaten daha sonra pek çok ülkede bu gizli örgütler, istihbarat örgütlerinin temellerini oluşturmuştur. Örneğin ABD’de Skulls and Bones, CFR gibi Derin Devlet yapıları, OSS (Office of Strategic Services) ve CIA (Central Intelligence Agency) gibi istihbarat örgütlerinin temellerini oluşturmuştur. Pek çok CIA direktörü, hem CFR üyesidir, hem Masondur, hem de Skulls and Bones Society üyesidir36.  Bilindiği üzere İngiltere’deki Derin Devletin ve gizli yapıların temelini Mason gizli teşkilatları ve bunlarla işbirliği içindeki aristokrat sınıf  ve bu aristokrat sınıfın kurmuş olduğu gizli cemiyetler, teşkilatlar ve klüpler oluşturmuştur. 

35 Aytunç Altındal.  Gül ve Haç Kardeşliği: Avrupa Birliğinin Gizli Masonik Kimliği, Ankara: Yeni Avrasya Yayınları, 2003; Aytunç Altındal.  Bilinmeyen Hitler, Ankara: Yeni Avrasya Yayınları, 2002; Aytunç Altındal.  Vatikan ve Tapınak Şovalyeleri,  Ankara: Yeni Avrasya Yayınları, 2002. 
36 Bu kişiler ve listeleri için bkz. R. Gaylon Ross ve Ümit Sayın. Küresel Gizli Elit. İst. Neden Kitap. 2007 (hazırlanıyor) ayrıca bkz.  Antony Sutton. America's Secret Establishment, Montana:Liberty House Press, 1986; Antony Sutton. Trilaterals over Washington, Montana:Liberty House Press, 1988; Antony Sutton. The Secret Cult of the Order, Montana: Liberty House Press, 1990. 


İşte ana soruya gelirsek dünyayı yöneten güçler, gücü, tüketim ve üretim malzemelerini elinde tutan, devlet erkini elinde bulunduran, orduya hükmeden bu gizli güçler olmuştur. Tarihin her döneminde bir imparatorluk, diğerlerine dominans ve baskı sağlamıştır. Bunlar içinde Mısır, Roma, Pers, Helen, Osmanlı ve İngiliz imparatorluklarını örnek olarak sayabiliriz. Bugün ise bu rolü Rusya, Çin, İngiltere, Almanya, Fransa ve ABD oynamak istemektedirler. Tarihsel süreç içinde dünyayı yöneten güç bu imparatorluklardan birisi olmuştur. Tarihin akışına bu imparatorlukların başındakiler  yön vermişlerdir. Bu imparatorlukların başındaki çelik çekirdek, gizli öz yapı ise ancak yüzyıllar boyu varlığını gizli cemiyetler veya gizli teşkilatlarla sürdürebilirdi. Bu nedenle Homo sapiens’in kurduğu her sosyal sistem bir süre sonra kendi iç çelik çekirdeğine sahip gizli yapılarını oluşturmayı başardı, bu yapı ne kadar sağlamsa, o sosyal yapının ömrü o kadar uzun oldu.  

Bugün istihbarat örgütleri ve Derin Devlet olarak görmekte olduğumuz o yapının temelinde aslında hiç bilinmeyen ve detaylı olarak ortaya konmamış bu gizli örgütlenme mantığı vardır. Örneğin bir emperyal haline gelmiş olan Büyük Britanya (İngiltere) böyle bir gelenek sayesinde önce masonik örgütlenme sistemini, buna dayanan aristokrasiyi kurmuş daha sonra da, kendi içinde istihbarat sistemlerini bu ‘gizli örgüt’ geleneğinden geliştirmiştir.  

Benzer şekilde Alman gizli devleti diyebileceğimiz SS’ler öncelikle Thule Cemiyeti (1912) tarafından kurulmuşlar ve daha sonra da Nazi sisteminin çelik çekirdeğini oluşturmuşlardır37. Thule Cemiyeti, Almanya’da 1776 yılında kurulmuş olan İLLUMİNATİ isimli gizli teşkilatın bir yan koludur. Bu dönemlerde Avrupa’da 200’ü aşkın masonik gizli örgüt yapısı kurulmuştur38.  


Benzer bir Derin Devlet veya Gizli Devlet yapısı, yine İllüminatinin bir kolu olan Skulls and Bones Society (Kuru Kafa ve Kemikler Cemiyeti) general William Russel ve Alphonso Taft tarafından 1832’de kurulmuştur. Alphonso Taft 1876’da Savunma Bakanı olmuştur, ayrıca hem Adalet Bakanlığı hem de Amerikan başkanlığı yapan William Howard Taft’ın babasıdır. Yani bu gizli cemiyet, Amerikan Gizli Devletinin içinde çok özel bir yapıya sahiptir. CFR’nin pek çok kurucusu da bu cemiyetin içinden çıkmıştır. Dolayısı ile nerden bakarsak bakalım, dünyanın hemen her ülkesinde ve Derin Devlet yapısı olan ülkelerinde (İngiltere, Amerika, Almanya, Fransa vb.) gizli cemiyetlerin, birer piramitsel etki ile sosyal yapıyı işgal ettiğini ve uzun dönem saklı kalarak, gizli kalarak devlet ve sosyal sistem içine nüfuz ettiğini görürüz.  
                                                 
37 Aytunç Altındal.  Gül ve Haç Kardeşliği: Avrupa Birliğinin Gizli Masonik Kimliği, Ankara: Yeni Avrasya Yayınları, 2003; Aytunç Altındal.  Bilinmeyen Hitler, Ankara: Yeni Avrasya Yayınları, 2002; Aytunç Altındal.  Vatikan ve Tapınak Şovalyeleri,  Ankara: Yeni Avrasya Yayınları, 2002. 
38 Baron Rudolf von Sebottendorf. Eski Masonların Uygulamaları, Bektaşi, Gülhaç, Simya Sırları, İst.: Hermes Yayınları. 2006. Robert Macoy. A Dictionary of Freemasonry, N.Y.: Gramecy Books, 1989; Arthur Edward Waite. A  New Encyclopedia of Freemasonry, N.Y.: Random House-Wings Books, 1970. 

Örneğin Skulls and Bones Society (Kuru Kafa ve Kemikler Cemiyeti) 1832’lerde kurulduğu halde, ilk kez adı, 1975’den sonra bazı dergilerde ortaya çıkmıştır39. Amerika’da bu konuda ilk ciddi makalelerin veya kitapların yazılması 1985’ten sonra mümkün olmuştur. Yani bu cemiyet tam 150 yıl boyunca çok gizli kalmayı başarmıştır, hiç kimse bu cemiyetten haberdar olmamıştır. Örneğin, bir süikaste kurban giden John Fitzgerald Kennedy bile başkan olduğu halde bu cemiyetten haberdar değildi, Katolik olduğu için zaten bu cemiyete girmiş olma imkanı yoktu. Ama onun çevresindeki CIA elemanı baba George Bush bir Skulls and Bones üyesiydi.  Bu gizli cemiyet o dönemde de pek çok hedeflediği işi başarmış ve büyük olasılıkla başka bir gizli cemiyete dönüşmüştür. Ama Amerikan tarihine baktığınızda dünya tarihi, savaşlar veya ekonomi üzerine etkili olmuş, binlerce kişinin bu cemiyetin rahle-i tedrisatından geçmiş olduğunu görürsünüz. Masonik diğer cemiyetler de böyledir, Amerikayı kuranların hemen hepsi masondur. Masonluk, 19. yüzyıldan sonra Siyonizmin katı etkisine girmiştir. Avrupa’da 21. yüzyılda Siyonizm son aşamaya gelmiştir. Gerek Masonik gizli cemiyetler, gerekse Skulls and Bones oldukça ırkçı ve kendine özgün elitçi bir yapıya sahiptir. Özellikleri çok gizli olmalarıdır. Üyelerin büyük çoğunluğu üyeliklerini reddeder ve kabul etmezler40.  


Yale’de kurulmuş olan Skulls and Bones Cemiyetinin (Kuru Kafa ve Kemikler) yanısıra, yine Yale Üniversitesinde kurulmuş, Scroll and Key (Parşömen ve Anahtar), Wolf’s Head (Kurt Başı) kurulmuş olan alternatif ve rakip gizli topluluklardır, bunlar gibi Yale’de kurulmuş diğer etkili veya etkisiz cemiyetler şöyledir:


39 Antony Sutton . America's Secret Establishment, Montana:Liberty House Press. 1986;  Antony Sutton. The Secret Cult of the Order, Montana: Liberty House Press, 1990; Antony Sutton. Trilaterals over Washington, Montana:Liberty House Press, 1988.  
40 Kris Millegan (editor). Fleshing out Skulls and Bones, Chicago-ILL.: Thrine Day, 2003;  Antony Sutton. America's Secret Establishment, Montana:Liberty House Press. 1986;  Antony Sutton, The Secret Cult of the Order, Montana: Liberty House Press, 1990; Antony Sutton. Trilaterals over Washington, Montana:Liberty House Press, 1988.  


 Bu toplulukların veya Stanford, Harvard gibi eski üniversitelerde kurulmuş olan diğer gizli toplulukların ne kadar toplum içinde başarılı oldukları ise henüz bir sırdır. Mutlaka benzer gizli örgütler vardır ve en az Skulls and Bones kadar Amerika’da etkilidirler. Ama henüz bu cemiyetlerin temel nitelikleri, üyeleri ve etkinlikleri hakkında hiç bir bilgi edinmiş durumda değiliz. Skulls and Bones Society her yıl sadece 15 kişi kabul eder! Bu 15 kişi çok özel törenlerle topluluğa katılırlar. Fakat Amerika’daki tüm sistemi her yıl sadece 15 kişinin katılmış olduğu bir gizli cemiyetle kontrol altında tutmak mümkün değildir. Mutlaka Skulls and Bones Cemiyetinin yanısıra eski üniversitelerde kurulmuş olan başka gizli cemiyetler de mevcuttur. Sadece YALE Üniversitesinde kurulmuş en az 9 gizli cemiyeti bugün biliyoruz41


Hiç unutulmaması gereken, gerek Derin Devletlerin, gerekse gizli cemiyetlerin temel tohumları Üniversitelerde atılmıştır. Bu Amerika, İngiltere, Almanya için böyledir. Örneğin Rotschilds hanedanlığının desteklediği ve hem kraliyette etkili, hem de İngiliz Derin Devletini oluşturan Round Table  isimli gizli örgüt, Oxford Üniversitesindeki gizli toplantılarla, Mason localarında doğmuştur42.  Bir gizli cemiyetin çok güçlü felsefi, matematiksel, sosyal, akılcı ve bilimsel temellere oturması gereklidir. Bu ortam ise ancak KAMPÜS tipinde çalışan Üniversitelerde mümkün olabilir. Öncelikle tüm bilim insanları veya akademisyenler sürekli birbirleriyle bu kampüslerde 24 saat birlikte yaşamalıdırlar. Skulls and Bones Cemiyetinin doğduğu YALE Üniversitesi böyle bir kampüsdür, Oxford ve Cambridge Üniversiteleri de pek çok gizli cemiyetin doğmasına neden olmuşlardır ve şehirle, üniversite içiçedir. Daha doğrusu bu gizli cemiyetleri doğuran yapı genellikle bir Üniversite-Şehirdir. Üniversite ve akademi olmadan, gizli cemiyetlerin fikirsel tabanı beslenemez. İLLUMİNATI isimli gizli örgüt de benzer şekilde Ingolstadt Üniversitesindeki bir hukuk profesörü olan Adam Weishaupt tarafından 1776 yılında atılmıştır.  
                                                
41 Kris Millegan (editor). Fleshing out Skulls and Bones, Chicago-ILL.: Thrine Day, 2003; http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_collegiate_secret_societies  
42  Ümit Sayın. Derin Devletler, Gizli Projeler ve Kirli Gerçekler, 4. baskı, İst.: Neden Kitap, 2006,  S:235-254. 


Bahsedilen  nedenlerle Gizli Cemiyetler, Gizli Teşkilatlar bu ülkelerde varoluşun temelini teşkil etmiştir. Bugün dünyaya hakim olan iki medeniyet bu gücünü gizli örgüt kurma yeteneğine borçludur. Bunlardan bir tanesi Anglo Sakson Medeniyeti, diğeri ise Yahudi dinine bağlı Medeniyet’dir. Eğer güçlü bir devlet yapısı kurmak istiyorsanız, gizli cemiyetler ve onlara bağlı olarak da çekirdek, derin bir devlet yapısı kurmak zorundasınız. Bu sistemin de bir felsefesi, tutarlılığı ve derinliği olmak zorunda. 


Anglo Saksonlar, İngiliz ve Germenlerle karışmış sarışın mavi gözlü Kuzey ırklarını temsil etmektedirler. Bugünkü Kanada, Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya, Yeni Zelanda ve İngiltere’deki temel hakim medeniyeti oluşturmuşlardır. Bu medeniyetler Vatikanla çoğunlukla çelişmişler, Hristiyanlığın fanatik katı kuralları ile savaşmışlardır. Bu savaş onlara bilim alanında ve bağımsız düşünce alanında diğer milletlere göre ilerleme şansı tanımıştır. Bu sırada Katoliklere ve Vatikan’a düşman olan Yahudiler’den büyük destek almışlardır. Bugün İngiliz ve Kuzey Avrupa milletlerinin son 500 yıllık tarihine baktığınızda temel bilimin  (matematik, fizik, kimya, astronomi vb.) bu ülkelerde geliştiğine şahit olursunuz. 


Gerçeklerden birisi şudur: Dinsel baskılardan arınmış olan medeniyetler, bilimsel yönden, öncelikle de savaş teknolojisi yönünden daha hızlı gelişmişlerdir. Matbaanın icadı (Gütenberg-Almanya), fiziğin en temel yasalarının keşfi ve Calculus’un (Yüksek Matematiğin) keşfi (Sir Isaac Newton-İngiltere), fiziğin daha üst yasalarının ve Rölativitenin keşfi (Einstein-Almanya ve Yahudilik), kimyanın keşfi (Pek çok Alman araştırıcı veya simyacı), Kuantum fiziğinin keşfi (Rutherford, Bohr, Heisenberg vb.Almanya, Danimarka) ve daha birçok buluş ve insanlığın kilometre taşı bu kültürler tarafından sağlanmıştır. Ne yazık ki Müslüman ve Arap kültürleri 7. yüzyıldan 10. yüzyıla kadar yapmış oldukları atılımlara devam edememişlerdir (bunun nedenleri farklı kitaplarda tartışılabilir). Şu unutulmamalıdır ki, saydığımız ve bahsettiğimiz pek çok bilim adamı aslında Orta Çağda bir gizli cemiyete üyedir (Siyon Tarikatı-Gül Haç-İllüminatiTapınak Şövalyeleri, gizli masonik örgütler gibi). Gizli cemiyetler ve teşkilatlar kurabilme yapısı temelde bilimin gelişmesinde de büyük rol oynamıştır.43 Hür ve Kabul Edilmiş Masonluk da 19. yüzyılın ortalarında Siyonizmin etkisine girinceye kadar bu bilim adamlarını, bilimin gelişmesini ve bilimsel-akılcı düşünceyi desteklemiştir.  


Bu örneğin bir istisnası vardır. O da Yahudi Medeniyetidir. Yahudiler, radikal ve koyu olarak dinlerine bağlı olmalarına karşın, önemli bir özellikleri daha vardır. Pek çok farklı toplumun içinde azınlık olarak ve simbiyoz biçimde o toplumlara karışmadan, özünü yitirmeden, yaşayabilmektedirler. Bu kendi dini geleneklerinden, Kutsal Kitaptaki (Tevratta’ki), Kabala’daki, Torah veya Talmud’daki öğretilerden gelmekte ve Yahudi halkına büyük bir güç sağlamaktadır. Yani yaklaşık 3000 yıldır yazılı veya yeniden kaleme alınarak evrimleşmiş sistemleri mevcuttur. Bu nedenle Yahudiler değişmeden bu vakite kadar gelmeyi başarmışlar, ama bilimle ilgili de pek çok üst düzeyde araştırmacı yetiştirmişlerdir. Burada şu gerçeği yineleyelim: Yahudi olunmaz, Yahudi doğulur! Yani Yahudilik, bu din tarafından insanlara verilmiş özel bir haktır ve Yahudi bir ananın çocuğu Yahudi olabilir; kadından geçen bir dini genetik yapı (!?) ile çocuğa Yahudilik geçer. Kutsal kitaba göre Yahudilerin Tanrısı, sadece Yahudilere hizmet eder ve sadece Yahudiler için vardır. 

Böylesi ırkçı ve faşist bir aksiyomla din kitabı yazılınca da, o din kitabı doğal olarak Yahudileri üstün ırk olarak kabul etmektedir; bu gerçeğin çok az insan bugün farkındadır.                           

43 Ümit Sayın. Derin Devletler, Gizli Projeler ve Kirli Gerçekler. İstanbul: Neden Kitap, 2006.    Michael Baigent , Richard Leigh , and Henry Lincoln. Holly Blood, Holly Grail. New York: a Dell Book, 1983.    David Barret. Secret Societies, New York: Blanford, 1999. 

Amerika’da Bush’un ve Neo-conların bir kısmının bağlı bulunduğu sayıları 30 milyonu aşan Evangelistler de, benzer biçimde temel kitap olarak TEVRATI alırlar ve aslında protestan kültür içine Siyonist Yahudiler tarafından konulmuş bir Truva atıdırlar. Aynı Türk kültürünün içine Anglo Sakson istihbaratı tarafından konulmuş olan ve Ilımlı İslamı savunan Nurcular gibi! Aslında Müslüman ülkelerdeki cemiyetler veya cemaatler de birer gizli örgüttür ve bunlar çok kolay terör örgütüne veya organize suç teşkilatına dönüşebilir. Bugün dünyada 15-17 milyon Yahudi vardır, dünya nüfusuna oranları çok az olduğu halde, Küresel Elit ve yönetici sınıf, bilim insanları arasındaki oranları çok daha fazladır. Bu onların üstün ve yetkin bir ırk olduğunu göstermez, bu onların var olan bir sistemi nasıl iyi devam ettirdiklerini ve gizli örgüt, gizli teşkilat ve gizli yapılar kurma yeteneklerinin ne kadar gelişmiş olduğunu gösterir. Yoksa Yahudiler üstün bir ırk değillerdir, diğer ırklardan daha zeki ve çalışkan da değillerdir. Aksine aynı genlerin kendi içlerinde devr-i daim etmesinden dolayı pek çok genetik hastalığa yatkın olmaları daha olasıdır. 


Gizli cemiyetlerin veya gizli örgütlerin tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. Şu gerçek hiç unutulmamalıdır: İki kişinin bildiği bir şey artık gizli değildir. Ayrıca insanın ne kadar sır tutabileceği, işkence altında veya farklı fizyolojik koşullar altında her türlü sırrı karşı tarafa verebileceği göz önüne alınırsa, aslında çok da gizli bir yapı kurulamayacağı ortaya çıkar. Bu nedenle tüm gizli yapılar tarih boyunca kendilerine çok çeşitli yaşama yöntemleri, varoluş biçimleri geliştirmişlerdir. Ayrıca hepsinde beyin yıkama, zihin kontrolü de çok büyük bir önem taşımaktadır. Ritüelik sistem ve dini inanç sistemi veya inanç sistemleri beyin yıkamak veya insan bilincini kontrol etmek için kullanılmıştır. Sembolizm, gizli öğreti, büyü veya esrarlı bir teori bu gizli örgütlerin birer silahı olarak geliştirilmişlerdir. Bu kitapta gizli cemiyetler ve gizli örgütlerin tarih boyunca geldiği aşamada nasıl şekillendiği temel nitelikleri ile ele alınmaktadır. Örgütlerin kendi detayları bu çalışmayı takip eden bir kitapta ele alınacaktır.

Dünyayı Yöneten Gizli Güçler – Ümit Sayın

qooxtar

Yorum Gönder

0 Yorumlar